HABERLER
Dini Haber

HATMEHYT (HATMEHİT)

A,mitoloji, mısır mitolojisi, Mısır Tanrıçaları, Balık tanrıçası,Balık tılsımı
Hatmehyt (ya da Hatmehit), Eski Mısır'ın deltası bölgesinde, özellikle de Mendes'de (Per-banebdjedet ya da Banebdjed'in yeri) ibadet edilen bir balık tanrıçasıydı. Sembolü bir balıktı ve Hatmehyt'nin bölgenin en önemli tanrısı olduğu araştırmacılarla doğruladı. Ancak, daha sonraki zamanlarda onun pozisyonu Banebdjed (Osiris'in bir yönü) tarafından gasp edildi. O, İsis tarafından (Isis'ın bir yönü olarak) Harpakhına'nın annesiydi (Harpakhred, “Çocuk Horus”) olarak görülüyordu.

Hatmehyt'in Balık Tılsımı
Onun adı "balıkların önünde olan" veya "balıkların en başında" olarak tercüme edilebilir. Onun (küçük) balık kültlerinin en önemlisi olduğu ya da en eski balık tanrısı olduğu düşünülmektedir. Bazen bir balık (ya bir yunus ya da lepidotus balığı) ya da kafasında "Balık" amblemi olan bir kadın olarak tasvir edilmiştir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

AGARTHA VE ŞAMBALA

N.Kara, Açıklanamayanlar, Agartha ve Shambhala,Agartha ve Şambala,Yer altındaki gizemli dünya,mitoloji,Kayıp dünya teorisi,Amiral Byrd,Amiral Byrd'ın günlüğü,Kayıp dünya ve Hitler
AGARTHA: YER ALTINDAKİ GİZEMLİ DÜNYANIN SIRLARI
Agartha tarih boyunca önemli bir yere sahip olmuş Kayıp Dünya veya İç Dünya teorisi ; yer kabuğunun altında başka dünyaların da var olduğunu ,oraya gidilebilecek yolun kutup noktalarındaki delikler ve yer altındaki tüneller aracılığı ile girileceğini iddia ederler. Size bu tuhaf efsanenin tarihini ve teorinin gizemli noktalarını aktaracağım. Bu efsane Eski Mısır'dan Budizm'e,Hitler’e ve oradan da uzaylılara kadar uzanıyor.

Bende uzun yıllardır bu efsaneyi çok merak etmişimdir. O yüzden şimdiden söylememde fayda var yazım hayli uzun olacak. Ama emin olun bu efsane size çok ilginç gelecek.

AGARTHA VE SHAMBHALA (ŞAMBALA)
Gizemli ve Kayıp Dünya'nın teorisini anlamak için önce Agartha ve Şambala'yı kısaca anlatalım. Efsaneye göre ; çok eski zamanlarda Himalaya Dağları'nın altında yer alan sonsuz mağaralar ülkesi bulunmaktaydı. Buraya uzaysal kökenli üstün bir ırk yerleşti.Bu uzaylı ırkın insanları bir süre sonra ikiye ayrıldılar. Bu iki bölüm Agartha ve Şambala'dır. Yani Agartha sağ el (iyilik,dürüstlük yolu) Şambala sol el (karanlık yol ) 'dur. Şambala dünyayı ele geçirmek istese de , Agartha  dünya toplumlarından uzak kalmayı tercih etmiştir. Ayrıca bu efsaneyi Budizm de kabul etmiştir.

MİTOLOJİDE KAYIP DÜNYA
Agartha Kayıp Dünya ! Hyperborea olarak geçen bu ülke Kuzey Trakya’da bulunan hayali bir bölgededir.  Antik Yunan mitolojisinde bu şekilde geçmektedir. Bu ülkede her şey mükemmeldir. Hiç akşam olmamakta ve  günde 24 saat güneş parlamaktadır. Onlara göre Dünya’nın içinde bulunan bir Güneş’tir. Bu Güneş bizim Dünyamızdaki Güneş’imiz değil. Ayrıca İç Dünya’ya Mısır, Tibet, Yucatan, Bermuda Üçgeni, Rusya ve Afrika’dan girişler vardır.
Budistler de Agartha'nın ilk kez kolonileştiğini şöyle anlatmaktadır. Onlara göre binlerce yıl önce kutsal bir adam kabilelerini yerin altında kaybettiğinde Agartha kolonileşti. Budistler yeraltı krallığının nüfusunun milyonlarca olduğuna inanır. Ve krallıktaki insanların Dünya’nın yüzeyinde bulunan bilimlerden çok daha üstün bir bilime sahip olduğunu iddia ederler. Bu bilimsel iddiaya örnek olarak yeraltı tünellerinde muazzam hızlarla ilerleyen arabalar da vardır.

Diğer uygarlıklarda Navajo efsaneleri yazıları şöyle geçmektedir:
Eskimo ,Mısır ve Çin yazılarında onların atalarının Dünya’nın içindeki cennet topraklardan geldiği söylenir. Kuzeyde bulunan büyük bir açıklıktan ve Dünya kabuğunun altında yaşamakta olan insan ırkından bahsederler.

Pueblo Yerlilerinin mitolojik hikayelerinde kendi tanrılarının kaynağının da iç dünyadan geldiğini söylenmektedir. Ayrıca hikayeye göre İç Dünya Kuzey'deki bir delik ile yeryüzünde bulunan insanlara bağlanmaktadır.

Yerli Amerikalı halklar arasında olağanüstü güçleri olan bu kadim insanların büyük bir tufan tarafından büyük mağaralardan dışarı sürüldüğü de anlatılmaktadır. Ayrıca bu efsaneler insanın atalarının Dünya'nın altından geldiğini öğretir. Daha sonra yüzeye çıktıklarında ise , kendi tapınaklarını aramadan önce büyük bilgilerini insan ırkına aktardıkları söylenir.

Tolteklerin ve Azteklerin büyük lideri olan kadim Quetzalcoatl efsanelerinde, onun sekiz gün boyunca bir uçan dairede gözden kaybolduğu ve yeraltı dünyasını ziyaret ettiği anlatılır.
İslâm’da da Kehf olarak geçen inanç (yeraltı mağaralar şebekesi)olarak geçmektedir. Ayrıca Kuran-ı Kerim’de geçen Ye’cüc-Me’cüc, Tevrat ve İncil’de Gog, insana benzeyen yeraltı ırklarıdır. Bir örnek verilecek olursa özellikle bu üstün ırkın Himalaya dağları altındaki geniş, çok büyük mağara-galerilerde yaşadıklarına inanılır.


DELİKLER VE TÜNELLER
Onlara göre yeraltı ülkesinin giriş yolu Kuzey ve Güney Kutbu'ndaki büyük deliklerdir (bunlar uydu fotağrafları ile kanıtlanmıştır). Dünyanın birçok noktasına bu tünel ve deliklerle varılabileceğini söylerlerler. Tibet’in başkenti Lhasa’nın İç Dünya’ya bir tünel ile bağlandığı ve Giza’daki Büyük Piramit’in tabanındaki gizli odaları Agartha’ya bağladığına inanılır. Tibetdeki tünelin sırrını saklamak için yemin eden Lamalar ya da Tapınak Şövalyeleri tarafından korunduğu söylenir. Ülkemizde de Nevşehir, Niğde, Göreme gibi bölgelerdeki mağaralar ve tüneller ağının bu teoriyi desteklediği düşünülmektedir.

EFSANENİN TEK TANIĞI AMİRAL BYRD
1947 yılında yaptığı Kuzey Kutbu seyahatinde burayı gördüğünü iddia eden Amiral Richard Byrd oldu.Binlerce yıllık Kayıp Dünya teorisini doğrulayan tek isimdi. Yaşadıklarını da günlüğüne detaylı bir şekilde kaydetti.

Amiral Byrd bir telsizci ile birlikte 19 Şubat 1947 günü Kuzey Kutbu’na bir uçuş yapmak istedi ve görev aldı. Karlı bir hava içinde süzülürken uçağıyla 7000 metre yüksekliğe çıktığında her şey yolundaydı. Ancak karşılaştığı bir türbülans sonucunda 1000 metreye kadar inmeye karar verdi. Uçağıyla indiği o yerin hemen altında dümdüz uzanan bir buz alanı gördü. Amiral inanılmaz bir manzara ile karşılaşmıştı. Kar yağıyordu ve gökyüzü kırmızıdan mora kadar tüm renklere bürünmüştü. Ardından kısa bir uçuştan sonra dağlık bir bölgeye geldi. Yarım saat kadar sıra dağlar üzerinde uçtu. Byrd uçağıyla 8900 metreye çıkmıştı. Ancak bu dağları tanımlayamıyordu, haritada yer almamışlardı. Sonra birden dağların arasında ve tam ortada akan bir nehir gördü. Tuhaf olan bi şey vardı. Normalde buz ve kar olması gerekirken o yerde yeşil ormanlar vardı.

Amiral Byrd hemen oraya inmeye karar verdi. 4000 metreye kadar indiğinde altında tamamen yemyeşil bir alan vardı. Güneşi göremiyordu çünkü ışık çok farklıydı. Biraz daha aşağıya indiğinde ise, garip hayvanlar gördü. İlk baktığında gördüğü şeyin fil olduğunu düşündü. Ama daha da yaklaşıp hayvanlara baktığında bunların birer mamut olduğunu fark etti. Ardından Amiral bu gördüklerini üsle paylaşmak istedi ama olmadı... Çünkü artık telsiz bağlantısı kuramıyordu.

Bulunduğu yerde sıcaklık 23 dereceydi. Amiral uçakla yol almaya karar verdi. Daha ileride yer alan kent benzeri bir yer olduğunu farketti. Uçak hafifledi, tüy gibi dalgalanarak uçuyordu. Uçak adeta bilinmeyen bir güç tarafından kontrol altına alınmıştı. Bu ağır uçuş sırasında Amiral karşıdan kendisine doğru yaklaşmakta olan bir başka uçan cismi gördü. Bu disk biçiminde parlak bir nesneydi. Ve uçan cismin üzerinde bir gamalı haç işareti vardı.

Amiral bir süre sonra Alman ya da İsveç aksanıyla konuşan birinin telsizden kendisine hitap eden sesini duydu. Bu ingilizce konuşan biriydi.“Bölgemize hoş geldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvendesiniz rahat olun.” Ardından uçağın motorları durdu ve sanki garip bir gücün etkisi altındaymış gibi uçak kendi çevresinde dönüyordu. Amiral inişe geçmişti ama o an kendisini görünmeyen dev bir asansörün içindeymiş gibi hissetti. Uçak şiddetle titremeye başladı ve kısa bir süre sonra hafifçe yere temas etti. Amiral büyük bir heyecan içindeydi. Bulunduğu yer gereğinden fazla huzurluydu. Ardından kendisini karşılamaya gelen çok uzun boylu ve  sarışın insanları gördü. Uzakta büyük parlak binaların olduğu bir kent vardı. Amiral ve yanındaki mürettebat, bu garip yerin ev sahipleri tarafından son derece kibar ve dostça tavırlarla karşılandılar.

Amiral, mürettebatı ve Agarthalılar şehre girmek için önce tekerlekleri olmayan düz bir platforma çıktılar ve hızla parlak şehre doğru hareket ettiler. Sanki binalar kristalden yapılmış gibiydi. Amiral gördüklerini hayretle izliyor 'Ancak bunlar öncü mimari eserler ya da bilim kurgu filmlerinde olabilir' diyordu. Amiral Byrd kendilerine ikram edilen içecekleri içtikten sonra iki hostes tarafından başka bir yere götürüldüler . Burası upuzun bir koridordu. Koridor çok aydınlıktı çünkü duvarların içinden gelen gül kurusu rengine benzer ışık her yeri eşit derecede aydınlatıyordu. Sonra bir kapının önünde durdular. Bu kapının üzerinde anlayamadığı derece karmaşık yazılar vardı ve ardından kapı sessizce açıldı. Yanında bulunan hosteslerden biri Amiral’e endişelenmemesi gerektiğini O'nu Üstad’ın huzuruna çıkaracağını söyledi.


AMİRALİN GÜNLÜĞÜNDEN ÜSTADLA KONUŞMASI
Konuşma şöyle geçiyor :
''İçeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; ''Yerimize hoş geldiniz Amiral''

''O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; ''Sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.'' Dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve; ''Evet, şu anda İç Dünya´nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya´da Hiroshima ve Nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara 'Flugelrad' diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.''

''Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum. Üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor;''Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var'' Başımı sallıyorum ve devam ediyor; ''1945'de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, Flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?''Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beş yüz yıl önce sona erdi, diyorum. Üstad devam ediyor; ''Evet, oğlum. Karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin''

Döndükten sonra Pentagon’daki bir toplantıda bildiklerini anlatan Amiral'e yetkililer 'Bildiklerini kimseye anlatma ve sakla' diye bildirimde bulundular. Tabi yetkililer tarafından söyledikleri de kayda alınmıştı.

KAYIP DÜNYA TEORİSİNİN GELİŞİMİ VE HİTLER
1818’de Ohio’da bulunan Eski piyade yüzbaşısı Cleves Symnes ‘den yüzlerce önemli insana bir mektup gitti.
“Bütün dünyaya: Yeryüzünün içi boş ve yaşanılır durumda olduğunu beyan ediyorum. İçice konulmuş bir çok katı küreden meydana gelip kutuplarda bir girişi vardır. Bu söylediklerimin gerçek olduğunu ispat etmeye hazırım. Dünya bana yardım ederse yeryüzünün içini keşfedeceğim.”

Cleves Symnes‘e göre beş ayrı dünya vardı. Yani dünya iç içe geçmiş beş küreden meydana geliyordu. Cleves bu dünyalarda yaşayan insanların iç dünyadan dış dünyaya çıkabilmek için ; tünelleri kullanarak diğer katlara geçtiklerini hem de kutuplarda yer alan çıkış kapılarını kullandıklarını söylemiştir. Belki de tüm yaşamını bu teoriyi kanıtlamaya adayan Symnes’in yaptığı bu keşfi kimsenin dikkatini çekmeyi başaramadı.

1870 yılında aynı teoriden yola çıkarak bir örgüt kuran kişi yine bir Amerikalı olan Cyrus Read Teed ‘di. Teed bir süre sonra bir dergi yayımlamaya karar verdi. Sonrasında ise çevresinde kendisine inanan binlerce kişi toplamayı başardı. Bu yeraltı dünyası görüşü aradan geçen zamandan sonra sadece gizemciler ve gizli örgütler değil, politikacılar tarafından da benimsendi. Bunların başında gelen isimlerden biri de Adolf Hitler’di.

Bilindiği gibi o dönemlerde Almanların dünya dışından gelen beyaz tenli, mavi gözlü ve sarışın olan üstün bir ırktan geldiğine inanılıyordu. Binlerce yıldır tüm dünyada Kayıp Dünya’yı anlatmak için kullanılan evrensel bir sembol olan gamalı Haç (Svastika) Nazi Partisi’nin de sembolüydü. Birçok Nazi subayının Agartha’nın girişini bulmak üzere Tibet’i ziyaret ettiği de biliniyor ve bu da Hitler döneminde olmuştu. Burdan yola çıkarsak Amiral Byrd’in Nazi Almanyası devri sona erdikten sadece iki yıl sonra yaşadığı bu tecrübe manidar ve çelişkili görünüyor.

Günümüzde de hala yeraltı ülkelerine ulaşmak için yapılan çalışmalardevam etmektedir. New York Central Park’ın altında ve Afganistan’da da yeni karmaşık tüneller bulunduğu söyleniyor. Mısır’da piramitlerin altındaki tünellerin uzun süredir araştırıldığı da bilinmektedir.

Dünyada bu konuyla ilgili yapılan araştırmalar devam etmekte olup verilen örnekler de ilginçtir. Örneğin bir araştırma sonucunda coğrafik deneylerde 10 km derinliğe inildiğinde Dünya’da sıcaklığın artması gerekirken, aniden ısının düştüğü gözlemlenmiş. Bir diğer örnek ise ; 7 km’den fazla derinde bulunan fosillerde mikro organizmalara rastlanmıştır. İlginç olan bugüne kadar Dünya’mızın yapısı ile ilgili ortaya atılmış olan bütün teorilere ters düştüğüdür. O halde şunu diyebilir miyiz ? Dünya’nın içindeki ısının kaynağı ya başka bir şey, ya da içi sanıldığı gibi çok sıcak değil.

Kolombiya Üniversitesinde çalışan iki sismog Paul G. Richards ve Xiao- dong Song . Onların tespitlerine göre, dünyanın içi, gezegenin geri kalan kısmından daha hızlı hareket ediyor. Araştırmalarına göre, dünyanın içindeki katı çekirdek dıştaki sıvı dış kabuğun içinde dönebiliyor. Onlara göre iki seçenek çıkmıştı ortaya. Dünya’nın çekirdeği daha hızlı hareket edebiliyorsa ya onu çevreleyen kütle ona basınç uygulayamıyor ya da yer çekim gücü ile ortada bağımsız bir şekilde salınabiliyordu. Yani bu çekirdeğin İç Dünya teorisine göre, İç Güneş olabileceği düşünülüyor.
Ayrıca bugüne kadar geçerli olan bir teori de yıkılmıştır. Bu teori dünyanın kabuğunun 60 km. kalınlığında ve altında sıvı kaya tabakasının mevcut olduğu ileri sürülen teoridir.  Bir deprem analizi sırasında 400 km. derinlikte dünyanın kabuğunu oluşturan sert kaya tabakalarına rastlayan California’lı ve Illinois’li Jeofizikçiler de olmuştur.

Yazan & Derleyen: N.Kara

GILGAMIŞ

mitoloji, sümer mitolojisi, din ve mitoloji, A,Gılgamış hakkında,Gılgamış kimdir?, mezopotamya mitolojisi, Tummal yazıtı,Gılgamışın mezarı
Çoğu yazar ve akademisyen binlerce yıl önce yaşamış olabileceğini iddia etse de, Gılgamış genellikle Sümer mitolojisinin efsanevi bir karakteri olarak kabul edilir. Yeryüzündeki ilk kahraman olarak anılır ve Gılgamış Destanında merkezi bir figürdür.

Sümer Kraliyet Listesi'ne göre Gılgamış, tanrıça Ninsun'un ve Kulab ilçesinin kralı ve Uruk kentinin beşinci kralı Rahip-Kral Lugalbanda oğludur (Irak'taki İncil'deki metinlerde, şimdiki Warqa'da). [Yıl MÖ 2750]

Büyük olasılıkla MÖ 2800 ile 2500 arasında hüküm sürdü ve ölümünden sonra tanrılaştırıldı.

Gilgamış Lugalbanda'nın kralı olmayı başardı. O, 126 yıl boyunca hüküm sürdükten sonra tahtı 30 yıl boyunca hüküm sürecek olan oğlu Ur-Nungal'a vermiştir.

Uruk'un kralı olan Gılgamış, genellikle bir insan olarak anılırken üçte ikilik bir tanrı ve üçte biri kadar insan olduğu söylenir.

Gılgamış'ın tanrılar tarafından güç, cesaret ve güzellikle kutsanmış olduğuna ve var olan en güçlü ve en büyük kral olarak adlandırıldığına inanılmaktadır.

Sümer dili okuyan ilk araştırmacılar, ismini hatalı şekilde "İzdubar" şeklinde okumuşlardır.
O belki de en çok Gılgamış Destanı olarak da anılan Gılgamış Şiirinin kahramanı olarak bilinir.

Gılgamış Destanı dünyanın en eski edebi eseri olarak kabul edilir ve dünyada bilinen en eski edebi yazılar arasında yer alır. Çalışma, 3. veya 2. binyıl sonlarına dayanan çivi yazılarında bir dizi Sümer efsanesi ve şiiri olarak ortaya çıkmıştır.

Tarihçiler, Gılgamış Destanı'nın İlyada ve Odise üzerinde önemli bir etki yaptığını kabul ederler.


Gılgamış Destanı, bir dizi tehlikeli görev ve maceraya başlarken, arkadaşı Enkidu ile birlikte seyahat eden tanrıça Nnisun'un oğlunu takip eder.

Karşı konulamaz bir kral olan Gılgamış yeni evli Uruk kadınıyla yatmıştı. Bu insanları mutsuz etti.
Yaratılış tanrıçası olan Aruru, Gılgamış'a karşı koyabilecek bir güç olarak Enkidu adlı güçlü bir vahşi adam yaratır.

Gılgamış ve Enkidu, Gılgamış'ın kazanan olarak çıktığı büyük bir savaşla mücadele eder. Sonrasında Gılgamış Enkidu’nun hayatını değiştirir ve arkadaş olurlar. Birlikte maceralara devam ederler. Humbaba'yı (Huwawa'nın Doğu Semitik adı) ve Cennetin Boğasını birlikte yenerler.

Gılgamış Destanında Enkidu, Tanrıların bir ceza olarak indirdiği bir hastalık yüzünden ölür. Bu olay Gılgamış'ın ölümünden korkmasına neden olur. Büyük tufandan kurtulan Utnapiştim adasını ziyaret etmeye karar verir çünkü ölümsüzlüğü aramaktadır.

Fakat Gılgamış ölümsüzlüğün sırrını bulamaz. Birçok kez başarısız olur ve sonunda Uruk'a döner. Ölümsüzlüğün onun ulaşabileceğinin çok ötesinde olduğunu fark eder.

Edebiyatın eski eserlerinde Gılgamış'ın ismi birçok yerde gerçeğine rağmen, günümüz araştırmacıları onun gerçekten yaşadığına dair kesin bir kanıt bulamadılar..

Gılgamış, Gılgamış'ın yaşamı boyunca ya da yanında yaşamış olduğuna inanılan, bilinen tarihi bir figür olan Kish Kralı Enmebaragesi'nin hükümdarı olarak anılır.

İşbi-Erra döneminde meydana gelen otuz dört satırlık bir tarih yazımı olan Tummal Yazıtı, Urg surlarının inşası sırasında Gılgamış'tan şöyle bahseder: "Tummalık 2.kez yıkılır, Gılgamış Enlil için Kununurra evini inşa eder. Gılgamış'ın oğlu Ur-lugal, Tummal'ı yüce ilan eder ve Ninlil'i Tummal'a getirir."

Me-Turan'da (modern Tell Haddad) bulunan destansı metnin parçaları, ölümünden sonra Gılgamış'ın nehir yatağının altına gömüldüğünü gösterir.

Kaynaklar:
Sümerler: Tarih, Kültür ve Karakter — Samuel Noah Kramer,
Gılgamış Destanı: Akademi ve Sümerdeki Babil Destanı ve Diğer Metinler - Andrew George,
Mezopotamya'dan Efsaneler: Yaratılış, Sel, Gılgamış ve Diğerleri (Oxford Dünyası Klasikleri) - Stephanie Dalley,
Aramızda Gılgamış: Antik Epik ile Modern Buluşmalar - Theodore Ziolkowski

Yazan & Derleyen & Çeviren: A.Kara

AZINLIK CEMAATLERİNİN ORTAK AÇIKLAMASI

Haberler, Dini Haber, Azınlık cemaatleri, Azınlık cemaatlerinin liderlerinin bildirgesi, Rum Ortodoksları, Ermeni Patrik Vekili, Türkiye Hahambaşı,
Türkiyedeki azınlık cemaatlerinin önde gelenleri, bir bildirge yayınlayarak farklı dindeki topluluklara baskı yapılmadığını, bunun bir yalan olduğunu ilettiler.

Ülkede farklı dinlere mensup olanlara karşı bir baskı olmadığına dair bildirge yayınlayan temsilcilerden bazıları şöyle: Patrik 1. Bartholomeos (Rum Ortodoksları Patriği), Başpiskopos Aram Ateşyan (Türkiye Ermenileri Patrik Vekili) ve Rav İsak Haleva (Türkiye Hahambaşısı).

Kamuoyundaki bazı siyasi ifadelerde konuşulan, farklı inançtan insanların özgürlük ve ibadetlerine dair kısıtlamalar olduğu yönündeki iddialar için şu yanıt verildi:

"Ülkemizde asırlardan beri yerleşik farklı din ve inanç mensubu kadim toplumların dini temsilcileri ve vakıf yöneticileri olarak inancımızı özgürce yaşamakta ve geleneklerimize göre ibadetlerimizi özgürce yerine getirmekteyiz. Baskı olduğunu iddia eden ve/veya ima eden beyanlar tamamen asılsızdır ve maksadını aşmaktadır.   

Geçmişte yaşanılan birçok sıkıntı ve mağduriyet zaman içinde çözüme kavuşturulmuştur. Geliştirilmesini arzu ettiğimiz konular hakkında ise karşılıklı iyi niyet ve çözüm iradesi ile devletimiz kurumları ile devamlı istişare etmekteyiz. Kamuoyuna doğru yönde bilgilendirme yapmanın sorumluluğu ve bilinci ile bu ortak açıklamayı yapmaktayız."

Haber tarihi: 31.07.2018

CAFERİLİK NEDİR ?

Yazan: N.Kara

İslam dininin dördüncü halifesi Hz.Ali’nin torunlarından Cafer-i Sadık'ın etrafında toplanan ve onun söylemlerine inanan Müslümanların bağlı oldukları siyasi ve fikhî mezheptir. Bu yazıda  Caferiliğin anlamını ve içeriğini daha kapsamlı açıklayacağız. Bilindiği gibi Dünya üzerinde, belirli mensupları bulunan birçok mezhep vardır. Bu mezheplerden  birisi de Caferiliktir ve Ehl-i Beyt mektebinin ortak ismidir.

Caferilik, Hz. İmam Cafer-i Sadık 'ın mezhebine mensup olmak demektir. Hz. Muhammed 'den sonra İslam camiasının önderliğinin ilki Hz. Ali'dir.  Ali'nin önderliğinde onun söylemlerini ve fıkıhlarını dinleyen ve uygulayan on iki imam(ve ehlibeyti) bulunmaktaydı. Kısaca bunlar :
1. Hz.Ali, 2. İmam Hasan, 3. İmam Hüseyin, 4. Zeynel Abidin, 5. Muhammed Bakır, 6. Cafer Sadık, 7. Musai Kazım, 8. Ali Rıza, 9. Muhammed Taki, 10. Ali Naki, 11. Hasan Askeri, 12. Muhammed Mehdi 'dir.

Caferilerin Türkiye'de sayıları 3-4 Milyon civarıdır.  Çoğunluğu Iğdır ve Kars kökenlidir. Caferilik, günümüzde İran’ın büyük bir çoğunluğu tarafından benimsendiğinden dolayı devletin resmi mezhebi olarak kabul edilmiştir. Türkiye’de mensubu fazla değildir. Bu mektebe aynı zamanda İsnaaşeriyye, İmamiyye ve Şiilik de denmektedir. Ancak bu mektep, Türkiye'mizde daha çok Şiilik(Alevilik) isimiyle tanınmaktadır. Ayrıca Irak, Azerbaycan, Lübnan,Arabistan,  Bahreyn, Suriye, İran,Afganistan, Pakistan, Bangladeş ve Hindistan gibi aynı inancı paylaşan Ehl-i Beyt dostlarının yoğun olduğu ülkelerde Şiilik ve Caferilik isimleriyle meşhur olmuştur.

Bu konuyla ilgili dikkat etmemiz gereken nokta şudur ki, bu da Caferiliği diğer mezheplerden ayıran büyük bir özelliktir. Bu mektebe Caferi mezhebi denildiğinde onun da islam camiası içerisinde ortaya çıkan diğer islami mezhepler türünden bir mezhep olduğu düşünülmektedir. Hayır bu şekilde anlaşılmamalıdır. Caferilik Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli Zahiri, Sevri gibi mezheplerden ayrıdır. Çünkü mezhep, belli bir ilmi kariyer ve şartlara, içtihat derecesine ulaşan bir alimin, islam dini üzerinde ortaya koyduğu yorum ve fetvalar mecmuasına denir. Oysa bu mektep, kendisini ilgili kıldığı İmam Cafer-i Sadık ve diğer imamları müçtehit (Kuran ayetlerine ve hadislere dayanarak, onları yorumlayarak yargıya varan din düşünürü.) olarak kabul etmiyor. Aksine; imamların Allah Teala'nın emri ve Hz. Resulullah'ın açıklaması ile tayin edilen birer ilahi delil olduklarına inanıyor. Dolayısıyla da İmam Cafer-i Sadık da dâhil olmak üzere, on iki imamın din konusunda yaptıkları açıklamaların, onların kendi kavrayışları (içtihat) sonucu vardıkları şahsi fetva ve yorumları değil de, bizzat Allah 'ın Muhammed'e indirdiği dini öğretinin özü olduğuna inanılıyor.







CAFERİLİK MEZHEBİNİN DİNİ ESASLARI
Aslında bu mektebe mezhep ismini verenler bu mektebin kendi mensupları değildir. Bu mektebe mezhep ismini yakıştıranlar , İslam camiasında her hangi bir müçtehidin fetvalarına uyan diğer İslami fırkalardır. Caferilik daha çok ülkemizde ve Şiiliğin yoğun olduğu yerlerde Alevilik'in bir mezhebi olarak görürler. Çünkü bu mezhebinin dini esasları tevhid, nübüvvet, imamet, ahiret ve adalettir. Şer’i hükümleri ise, kitap, sünnet, icma ve akıldır.

Tevhid: Allah birdir. Eşi benzeri ve kimseye benzer bir tarafı yoktur.(anlamına gelir)

Nübüvvet: Peygamberliğin, Allah tarafından seçilen kullarının vahiy yoluyla yetkili kılınmasıdır. Peygamberler, Allah’ın emirlerini halka doğru yolu buldurmak için onlara iletirler. Halka ilettikleri her emrin, doğruluğu kesindir. Peygamberlerin eylemlerinden kesinlikle şüphe edilemez. Hz. Muhammed ise peygamberlerin en üstünüdür. İnsanlara verdiği en büyük hediye ise, Kur’an’dır. (anlamına gelir)

İmamet: İman etmeyi tamamlamanın tek yolu, imamlara inanmaktır. İmamlar, her dönemde, insanların doğruyu bulmaları için görevlendirilmiş kimselerdir. (anlamına gelir)

Ahiret: Ölümden sonra ahiret hayatının kabul edilmesidir. Hiçbir şekilde bilenmeyen ahiret hayatına inanç kesindir. Ahiret yaşamını, sorgusuz sualsiz ve yorumsuz olarak kabul etmek esastır. (anlamına gelir)

Adalet: Allah’ın tüm kullarına adil oluşuna dair inançtır. Kullar, her eyleminde özgürdür. Onların iyi eylemlerine iyilik, kötü eylemlerine kötülükle cevap vermek de, dinin bir gereğidir.(anlamına gelir)

Her ne kadar Alevilerden çok Sünnilerden oluşsa da caferilik mezhebi belirli noktalarıyla sünnilikten ayrılmaktadır. Temelde, inançları sünnilere benzeyen caferilik, şii  mezhebinin bir koludur. Alevilik, kapsamlı bir mezhep olmakla birlikte, caferilik de aleviliğin değişik inanç ve geleneklerden oluşan mezhebidir. Örneğin ; Caferilik mezhebi mensupları, ibadete başlamadan önce birtakım temizlik kurallarını yerine getirirler. Ancak, ayaklarını tamamen yıkamazlar. Islak ellerini ayaklarına sürerek mesh ederler. Günlük ibadetlerini de, sünniler gibi beş vakit namaz şeklinde gerçekleştirirler yalnız; öğlen ve ikindi, akşam ile yatsı namazını birleştirirler.

Caferilikte üyelerden hums adı verilen bir vergi toplanmaktadır. Bu vergi, zekatla aynı değildir. Caferi mensubunun dini liderleri, toplanan gelirin yarısını, peygamberimizin soyundan gelenlere ve fakirlere, yarısının da hüküm verebilecek derecede önemli dini bilgiye sahip olanlara dağıtılması uygun görülmüştür. Bu vergi halkın gelirlerinin beşte birinden alınır.  Ancak, din adamlarının bu parayı kendileri için kullanması kesinlikle yasaktır. Para, mezhebin dini buyrukları için harcanır.

İBADETLERİ
Caferiler Hz. Hüseyin ve yanındakilerin Kerbela’da yezid tarafından şehit edilmesini anmak için kendilerini zincire vuranlar olarak tanınmaktadır. Kerbela olayını inanan herkes ansa da Caferiler gibi o anı yaşayarak anan yoktur. Hz. Hüseyin ve beraberindeki 71 kişinin Kerbela’da şehit edilmesi nedeniyle, Muharrem ayında başlayıp iki ay süren yas tutulur. Muharrem ayının 10.gününde yapılan aşure etkinliği nedeniyle, bölgedeki caferi camileri, ibadetlerini gerçekleştirmek isteyen Caferilerle dolup taşmaktadır. O gün caferi camilerinde yakılan ağıtlar, hoparlörden dışarıya verilir . Olayın üzerinden 1338 yıl geçmesine rağmen acıların hala taze olduğu gösterilmektedir. Mezhebin genç üyeleri, tamamen siyah giyinir ve sinelerini (göğüslerini) yumruklayarak kendilerini zincire vururlar. Caferi mezhebinin kadın üyeleri ise, ” Kasım Otağı” dedikleri beşiğin altından geçerler, dilek dileyip beşiğe başörtü bağlarlar.

Caferilerin ibadetleri temelde sünnilerle aynı olsa da, bazı yönleriyle ayrılmaktadır. Caferiler namaz kılarken, önlerine taş koyarlar ve secde ederken başlarını bu taş üstüne getirirler. Onun için, camilerde bulunan seccade ve kilimlerin üzerine secde yapılamaz. Onlar evlerinde ya da herhangi bir camide namaz kılacağı zaman, önlerine bir taş koyarlar ve bu taşın üzerine secde ederler. Bunun nedeni ise, Caferilerin namaz kılarken secdenin yalnızca taş ve toprak gibi cisimlerin üzerine yapılması gerektiğini düşünmeleridir.

Bu inançları dolayısıyla sünni halktan büyük tepki görmektedirler. Hatta, zaman zaman bu inanca dair tartışma ve saldırılar da yaşanmıştır. 2014 yılında, İstanbul Büyükçekmece’de yapılan ve Hz. Ali Camii adı verilen camiye, inşaat döneminde yaklaşık 30 kişilik bir grup tarafından saldırı düzenlenmişti. Caferilerin taşa taptığını ve onların camisini bölgede istemediğini belirten gurubun başlattığı ve caferilerin de karşılık verdiği olaylar, siyasi mercilerin araya girmesiyle sonlandırılmıştı.

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 15

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 15, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 15

Barış’ın içinde olan tanrı neden yaratıldı sorularını bulmaya çalışır. Gemiye gitme zamanı gelmiştir, dostlarıyla vedalaşarak ayrılır köyden, içinde olan sıkıntı ve korku devam eder, nedeni bir türlü anlam veremez, küçükte olsa bir sevinç vardır, Ramadan kaptana her şeyi anlatmış ve yardımcı olmasını istemiştir. Barış gemiye gider, kaptan ve diğer çalışanlarla kısa zamanda arkadaş olur, gemide aşçı olarak görev yapar. Yük gemisidir, sekiz çalışanı ve kaptan vardır. Kaptan Barış’ın yaşadığı olayları bildiğinden sürekli din hakkında sorular sorar. Gemi bir günlüğüne Kıbrıs Girne limanına gelir. Barış Girne’de gezerken, sokaklarda kedi, köpek gibi hayvanlara barınma ve yiyecek yerleri olduğuna çok şaşırır ve mutlu olur, insanların duyarlılığına hayran olur. Ara sokaklarda gezerken bir yanda kilise diğer yanda cami çok dikkatini çeker, hayranlıkla izlerken yoldan geçen on sekiz, yirmi yaşlarda bir genç’e sorar:

Cami ve kilise insanlara hizmet veriyor mu?
Genç gülümser:
- Evet.

Barış:
- İki dinin bir arada olması sorun olmuyor mu?

Genç:
- Çağdaş yaşamın olduğu ada, Annem islam, babam Hristiyan inancına sahip bende ikisi de yok.

Barış, meraklanır:
- Tanışmak isterdim.

Genç:
- Tabi neden olmasın evimiz de burası.
Genç anne ve babasıyla tanıştırır, Barış heyecanlanır kendini tanıtır, sohbetleri zevkli ve neşe içinde sürer.

Barış:
- Nasıl iki dini ayrı ayrı yaşarken oğlunuzun da hiç bir inanc'a sahip olmadan yaşamanız sorun olmuyor mu?

Baba:
- Kendi karar vermesini istedik, aile içinde tanrı ve din konuşmuyoruz.

Anne:
Biz sevgi içinde aile yaşantımızı sürdürürüz, din ise bizim tercih sebeplerimiz, inançlarımız, ailemizin üstünde olamaz. Dinleri ailemiz içinde yaşasak mutlu ve huzurlu olamayız ve sorunlar bitmez, bizlerin birbirimize olan güvenini kaybeder, bizler her inanç ve düşünceye saygılıyız.

Barış, çok mutlu olur bu düşünceler karşısında, bilgi ve eğitim der içinden, gençle ve ailesiyle arkadaşlıklarını devam ettirmek üzere mutlu olarak oradan ayrılır. Aileye hayran kalır, içini hastalık gibi kemiren nedenlere bir ışık olur.

Barış Akdeniz kıyı limanlarının bir çoğunu dolaşmış, her ülkenin kendine özgü yaşam geliştirdiğinin farkına varmıştır. Gittikleri ülkelerdeki tarihi yerleri kaptanın yardımıyla gezmiştir. İtalya, Almanya ve İngiltere’de insanların yaşamlarını sosyal yaşamla bütünleştiğini görmüş, insan için sosyal yaşamın ne kadar önemli olduğunu anlamıştır. Meksika’da maya uygarlığının son kalıntılarını gezerken hayran kalır Maya tapınaklarını gezerken insan kurban etme yerine geldiğinde insan kendi çıkarları için kendi türünü dahi hiç acımadan yok edebileceğini farkına varmıştır. Meksika’dan sonra uzak doğuya doğru yol alırlar. Barış her limanda dostlarına bir mektup gönderir. Bir gece yarısı güverte de gezerken kaptan yanına gelerek:
- Bir çok ülkeye gittik, tanrı nerde, nasıl olduğunu bulabildin mi ?

Barış tanrının tam olarak neden yaratıldığı sorusunu bulamadığından mutsuzdur. Yıldızların ve okyanustaki güzelliğe bakarak:
- Hayır fakat çok bilgi topladım, yaklaştığımı düşünürken sonuca uzaklaştığımı anlıyorum, her ülkede bilgi alırken bu bilgiler ise yeni sorularla karşıma çıkıyor.

Kaptan güler, çebinden para çıkarır:
- İşte benim tanrım.
Barış şaşırır.

Kaptan:
- Sana bir fıkra anlatayım biraz kafan dağılır. Adamın biri çok fakirmiş bir gün büyük ikramiye çıkmış, parayı akıllıca kullanarak, üç, dört ay sonra bir gün çebinden bir deste para alır ve paraya bakarak şunları söyler; sen tanrı gibisin kimin elindeysen onun istekleri gerçek olur.
- Bazen zor sandığımız çözümlerin arkasında bulunan basitliği de görmeliyiz.

Barış teşşekkür ederek gider. Kaptan Barış’ın kendi içinde yaşadıklarının farkında olduğundan bir çözüm bulmasını çok ister. Aradan bir yıl geçmiş uzak doğu limanlarından sonra bir sabah Hindistan limanına gelirler, kaptan Barış’ın yanına gelir:

- İşte burası bir çok dinin söylendiği, unutulduğu, bir çok dinin yaşandığı yer, hazırlan Hindistan’a geldik, ben buraya dinler diyarı diyorum.

Barış hazırlanarak, kaptanla insanların sürdüğü iki tekerlekli bir araçla şehre doğru yol alırlar, Barış gözleriyle her yeri incelemektedir.

Kaptan:
- Bu bindiğimiz rikşalardan biri. Hindistan da çok yaygın olarak kullanılır, yirmi beş gün kadar burdayız bu senin şansın olmalı.

Barış heyecanla:
- Neden.

Kaptan gülerek:
- Söyledimya dinler diyarı, otele yerleşelim, sonra şehri karış karış gezeriz, gemiden bir çanta almayı unuttum.

Geri dönerler, elinde büyük hediye paketiyle gelir kaptan:
- Bu hediye buradaki dostuma, zamanımızı değerlendirelim.

Otele yerleşirler, bir süre sonra şehri gezmeye başlarlar, Ganj nehri kenarında ölen insanların törenle yakıldığını görür.

Kaptan:
- Burda çok yaygın olarak yapılır yakma işlemi işte bunlardan biri, en büyük oğlu yakacak ölen kişiyi.

Tören sonuna kadar izlerler ve yürüyerek otele doğru giderlerken Barış yaralı yaşlı birini görevliden yardım istediğini görür, görevli yardım etmez.

Barış:
- Neden yardım etmedi görevli.

Kaptan:
- Burda dört sınıfa ayrılır insanlar, o kişi dördüncü sınıftan olmalı. Burda onlara naletlenmiş olarak bakılır hatta el bile sürmezler. Buna kast sistemi denir. Ne kadar uygulanmadığı söylense de işte buradaki bir örnek.

Barış üzülür:
- İnsanları anlamak ne kadar zor.
Kaptan ve Barış iki gün daha kaldıktan sonra yola çıkarlar.

Kaptan:
- Arkadaşımın adı Riya, İtalya’da beraber okuduk, çok zekidir, bilgedir, köyüne dönerek insanlarına yardım etmeyi seçti, dilimizi bilir rahat ol istediğini sor, gece anca varırız.

Kaptan yol boyunca sevinçle Riya ile ilgili anılarını anlatır, gece olmak üzereyken gelirler. Kaptan ve Riya çok yakın oldukları her hallerinden bellidir. Kaptan hediyeyi verir. Riya çok güzel bir kadındır. Evi tek katlı, oldukça büyük, bahçeli ve iki çalışanı vardır, bahçede otururlar.

Barış:
- Çok güzel eviniz var.

Barış lafını bitirmeden aceleyle içeri iki erkek girer telaşla bir anda erkekler diz çökerek sanki yalvarırlar, on beş, yirmi dakika sonra giderler.

Kaptan korkuyla:
- Ne oluyor?

Riya gülümser:
- Sorun yok, anneleri beş yıl önce felç geçirmiş ve yataktan kalkamıyormuş, beş yıl boyunca bir çok kez hastanelere, doktora, büyücülere, tanrı adamlarına götürmüşler fakat iyi olamamış. Anneleri dün ilk kez konuşmuş oğullarını bana göndermiş yardım etmem için, annneleri sekiz yıl önce bir hastalık geçirmiş ve ben iyileştirmişim, bende oğullarına üç gün sonra güneş doğarken tekrar ikisinin gelmesini söyledim, ben unuttum annesini bunun gibi hastalar çok gelir bana, daha niceleri.

Barış merakla:
- Sen doktor musun ?
Riya ve kaptan gülerler,

Riya:
- Hayır.

Barış daha çok meraklanır:
- Peki o zaman neden sana geldiler.

Riya:
- Kimi zaman doktor, büyücü, elçi (peygamber), kahin, bilge, bazen de tanrı, adını sen söyle.

Barış sinirlenir, gözleri yaşla dolar. Kaptan tebbessüm eder:
- Barış, senin düşündüğün gibi değil, bazen olayların oluşumunu düşünmelisin.

Barış sakinleşir, Riya’ya bakarak:
- Peki iyi olacak mı anneleri?

Riya:
- Onu zaman içinde öğreneceğiz.

Barış:
- Neden üç gün sonra çağırdın.

Riya:
- Bir günlük yoldan gelmişler, geri dönmeleri bir günü alacak dinlenmeleri için tabiki.

Barış huzursuz olur Riya’dan, kaptana dönerek:
Burda ne kadar kalacağız?
Kaptan anlamıştır Barış’ın neden burda kalmak istediğini.

Kaptan:
- En az on beş gün bu güzel bayanın yanında kalabiriz bizi isterse.

Riya sevinçten uçar kaptana sarılır, kaptanın gözlerinin içine bakarak:
- Yıllarca kalabilirsiniz.

Barış üzülerek sonuç zaten bellidir der, kaptana bir anlam veremez, bu kadar bilgili birisi, insanları kandıran kadında ne bulur diye düşünür. Barış üç gün olmasını sabırsızlıkla bekler, üç gün boyunca Riya’yı görmeye çok insan gelir, gelenlerin çoğu çok zengin insanlar yanlarında korumaları vardır, fakirler ise ellerinde ya bir meyve sepetiyle ya da küçük canlı hayvanlarla gelirler. Neden geliyorlar kim bu kadın diye sorar kendine. Bazen gelenler kapının beş metre yanında taştan yapılmış Riya’nın resmi olan duvarın yanında canlı hayvan keserler, dua ederler mum yakarlar çok dikkatini çeker, sanki duvar tapınak gibidir, baktığında insanların yaptığı duvara bu kadar ilginin ne anlamı var diye düşünür. Aklına kendi yaşadığı dua ettiği kandırıldığı yıllar gelir, sadece yer ve dualar ayrı kandırma şekli izlenen yol aynı diye düşünür. Üçünçü gün güneş doğarken yaşlı kadının oğulları gelir, Riya Barış’ı ve kaptanı uyandırır, bahçede masa etrafına otururlar. Riya bir kağıt uzatır Barış’a:
- Barış, bu kağıda düşündüklerini yaz benim hakkımda, bana gösterme, kadının oğullarına verecem.

Barış bir anlam veremez:
- Neden ? Bu ne işe yarayacak.

Riya güler:
- Sen yaz, senin yazdığın kağıtla iyileşecek kadın.

Barış hafifçe güler, bir anda büyücü olmalı düşüncesine kapılır:
- Lütfen, bunun bir anlamı yok.

Riya ısrarla:
- Sen yaz lütfen.

Barış Riya’nın hileli bir kağıt verdiğini düşünür, Barış, cebinde bulunan not defterinden bir parça koparır:
- Bu kağıda yazsam olur mu?

Riya güler:
- Evet olur, bana söyleme lütfen.

Barış Riya’nın bu kadar kendine nasıl güvendiğini anlayamaz, kağıda, sizi ancak doktor iyi eder bu saçma olaylara inanmayın sadece paranızı kaybedersiniz diye yazar. Barış kağıtı katlar ve uzatır.

Riya çok ciddi tavırlarla bir bant uzatır:
- Barış şimdi bantla bu kağıtı lütfen, kimse açmasın sonra tekrar senin açmanı istiyorum.
Barış kağıdı iyice bantlar ve uzatır.

Riya:
- Bana değil kadının oğullarına ver.

Barış kadının oğullarına üzülerek verir kağıdı, çünkü hiç bir işe yaramayacağını düşünür, Riya kadının oğullarıyla konuşur ve gönderir. Kaptan uyku haliyle izler olup bitenleri.

Kaptan:
- Kadının oğullarına ne söyledin.

Riya:
- Bu kağıdı annelerine vermelerini, üzerinde taşımasını ve her sabah bu saatte uyanarak güneşin doğuşunu izlemesini, beşinçi gün yanıma ayağı kalkarak gelmesini söyledim.

Barış gülmeye başlar sinirlenerek:
- Bu sözler beş yıl yatağa bağlı felçli konuşamayan kadını mı iyi edecek.

Barış masadan kalkar, yatmaya gider, kaptan ve Riya da giderler. Öğleye doğru uyanırlar, kahvaltı yaparlar.
Kaptan merakla:
- Riya kadın iyileşecek mi ?

Barış sert bir tavırla:
- Tabiki hayır.

Kaptan:
- Ne yazdın.

Riya, gülerek:
- Sakın söyleme beş gün sonra öğreniriz.

Barış:
- Beş yıl geçsede sonuç aynı olacak.

Gülüşürler, Riya, kaptan ve Barış bulundukları yerleri gezmek için evden çıkarlar. Riya insanların nasıl yaşadıklarını, değişik inanç ve kültürleri anlatır. Kaptan, Riya'ya Barış’la ilgili her şeyi anlatmıştır. Riya özellikle Hindistan’da yaşanılan din yapısı insanlar üzerinde baskıyı anlatır. Barış dikkatlice dinler ve araştırmasına devam eder. Barış Riya’ya gezdikleri yerlerde insanların hediyeler sunmalarına şaşırır, bulunduğu bölge lideri gibi çok seviliyor, bu nasıl olur diye düşünür. Riya kaptan ve Barış’ı alarak Buda tapınağına götürür bir Buda rahibinin nasıl havaya yükseldiğini gösterir, akşam olmadan eve gelirler, Riya akşam yaklaşırken neşeyle:
- Benimle isterseniz siz de gelin.

Kaptan:
- Nereye, ben çok yoruldum.

Riya:
- Teknolojinin olmadığı, ilkel yaşam süren insanların yanına, ben onlara tütün onlar da bana şifalı otlar verirler, takas ediriz.

Barış heyacanlanır:
- Ben gelirim.

Riya:
- Kabile uygar değildir, benim yanımdan ayrılmaman gerekli, şimdi hazırlanarak yola çıkmalıyız.

Diğer sayfalar:
◄ [14]

AYETLER KİTABI


Satanizm birçok inanç gibi içinde farklı görüşler barındırır. Kimilerine göre yalnızca bir felsefedir, kimilerine göre mitolojilerdeki hileci ve bilgi getiren karakter aslında geçmişte insanlığa yardım etmeye çalışmış olan şeytandır. Kimileri ise dini bir oluşum kurmuştur. Örneğin 1966 yılında Şeytan Kilisesi'mi kurmuş olan Anton Szandor LaVey'in "LaVeyan Satanizmi"ni oluşturmuş, kimileri onu takip etmiştir. Kimileri için ise şeytan tarafından yazdırıldığına inanılan şu 3 kitap değerlidir. Bunlar:

1) Ayetler Kitabı
2) İsa Kitabı
3) Gerçekler Kitabı'dır.

İlgili kitaplardan "Ayetler Kitabı"nı aşağıdaki görsele tıklayarak pdf formatında indirebilir yada okuyabilirsiniz.

kutsal kitap pdf, Ayetler kitabı, satanizm, Satanizm kitapları, Satanistlerin kutsal kitapları, Satanistlerin kutsal metinleri, Ayetler kitabı pdf,

İSKANDİNAV (SLAV) TANRILARI

A, mitoloji, İskandinav mitolojisi, İskandinav tanrıları, Slav mitolojisi, Slav tanrıları, Dazbog, Perun, Svarog, Rod, Stribog, Belobog, Chernobog, Veles, Stevoid, Berstuk, Triglav,
Slavlar, Baltık kıyılarından Beyaz Deniz'in kıyılarına kadar uzanan geniş bir alanda tanrılarına ibadet ettiler. Slav folkloru doğa inancına sahiptir, aynı tanrıya kabileden kabileye çeşitli şekillerde ibadet edilir. Son 200 yılda Slav dilleri, halk hikâyelerini ve geleneklerini inceleyerek, “Proto-Slav kültürünü” ve belirlenmiş olan eski mitlerini yeniden inşa etmek mümkün olmuştur. Bu çalışmalar, orijinal Slav tanrılarının yeniden kurulmasına yol açmıştır (Yunanların Olimpos tanrıları ve Slavların tanrılarından Aesir gibi).

Dažbog, Zorya'nın (Dusk) kollarından, sabah tekrar doğduğu söylenen bir güneş tanrısıdır. Onun, üç at tarafından çekilen iki tekerlekli at arabasını gökyüzüne sürdüğüne, bu atlardan birinin altın, birinin gümüş diğerinin ise elmastan yapıldığına inanılırdı. Yeraltı dünyasına girmeden önce seyahate çıkarak on iki krallıktan geçtiği ve onun yokluğunun bir işaret olarak geceyi getireceği söylenirdi. Slavlar Dažbog'u hayvan derileri giymiş ve bir kurdun eşlik ettiği olgun bir adam olarak hayal ettiler. İstenirse bir kurda dönüşebileceği söylenirdi. Onun aynı zamanda bir kurt adam olduğuna bile inanılmaktaydı.

Perun, dağlar, meşe ağaçları ve kartallarla ilişkili bir gök tanrısıdır. Keçilerin çektiği bir arabaya binen ve güçlü bir balta sahip olan, bakır sakallı, kuvvetli bir adam olarak tanımlanıyor. Baltasını şeytani varlıklara fırlatır ve baltası eline geri döner (tıpkı Thor'un çekici gibi). Perun dünyaya ve tüm yaşayan sakinlerine başkanlık etti. Gökten hükmetti ve sık sık kutsal dünya ağacının en yüksek kolunun tepesinde oturan bir kartal ile sembolize edildi. İnanışa göre buradan dünyayı izliyordu.

Svarog, demirci ve ustalığın tanrısı olan Yunan Hephaestus ile karşılaştırılmıştır. Yeniden araştırma yapanlar, babasının güneş tanrısı Dažbog olduğuna inanıldığını ve metal silahları, büyülü eşyaları ve güçlü zırhı oluşturmak için göksel güneşin alevlerini kullandığına inanıldığını belirtirler.

Rod, tanrıları (ve muhtemelen ilk insanlara) yarattığına inanılan bir yaratılış tanrısıdır. Birçok akademisyen onun Slav mitolojisinin ilk yüce tanrısı olduğuna inanıyor, fakat onun pozisyonu bir süre sonra Svarog ve Perun (ve daha sonra Mesih) tarafından üstlenilmişti. Yaradan bir tanrı olarak Rod insanların kaderini tasarlamakla da bağlantılıydı.

Stribog, rüzgarların, gökyüzünün ve havanın tanrısıdır ve sekiz yönün atası olduğu söylenir. Torunları olan rüzgarları kontrol etmek için bir savaşçı borozanına sahip, yaşlı bir adam olarak tasvir edilir.

Svetovid doğurganlık ve bolluk ile ilişkili dört başlı savaş tanrısıdır. Onun birden fazla başı her yönden her şeyi bilen bilgeliğin temsiliydi. Kudretli bir kılıç kullanıyor ve kehaneti gerçekleştirmek için beyaz bir ata biniyordu. Takipçileri savaşta zafer, yolda güvenlik ve köylülerin korunması için ona dua ettiler. Tapınaklarının beyaz atların davranışlarını gözlemleyerek kabilenin geleceğini tahmin eden bir kehanete ev sahipliği yaptığı söylenir.


Berstuk vahşi hayvanları ve ormanları koruyan bir orman tanrısıdır. Lesovik olarak bilinen orman ruhların şefi olabileceği öne sürüldü (İngiltere'deki Woodwose -vahşi adam- ile benzerlik gösterir). Berstuk, yosun kaplı sakalları ve uzun tüylü bir kıyafete sahip olarak tanımlanmıştır. İnanışa göre Lesovik, ormana gelen gezginleri kayboluncaya kadar yanlış yönle yönlendirir ve yolcuyu umutsuzluk içinde terk ederek ortadan kaybolurdu.

Triglav üç başlı bir ihtiyat, uyanıklık tanrısıdır. Başlarının, gökyüzünü, dünyayı ve yeraltı dünyasını yansıttığına, onları gözetlediğine inanılıyordu. Triglav'ın bu üç krallığı (Heimdall ile benzerlik gösterir) denetlediğine inanılıyordu. Gözleri ve dudakları üzerinde altın bir bağ ile temsil edilen nesnel bir görüşe sahipti, bu yüzden insanların günahlarını yargılayamamakta ve onlarla ilgili konuşamamaktaydı.

Veles, yeraltı dünyasıyla bağlantılı büyük Slav tanrılarından biridir. Sığır, ticaret ve druid büyüleri ile bağlantılıdır. O, orta dünya Yav, daha yüksek dünya Prav ve alt alemdeki Nav arasındaki bir bekçiydi. Aynı zamanda, ölülerin diyarında yöneten dünya ağacının kökleri etrafında dönen büyük bir yılanla da bağlantılıdır. Rakibi gök gürültüsü tanrısı Perun'dur ve bu iki tanrı arasındaki savaşlar Slav mitolojisindeki en önemli mitlerden biri olmuştur.

Jarilo, aynı zamanda savaş ve hasatla ilişkili olan, bitki örtüsü, bereket ve baharın önemli bir tanrısıydı. Perun'un kayıp oğlu olduğuna inanılıyordu. Jarilo'nun babasından çalındığı ve ölüler dünyasına götürüldüğü söylenir, burada Perun’un düşmanı Veles tarafından benimsenir ve yetiştirilir. Jarilo ve kız kardeşi Morana (kış ve ölüm tanrıçası), kış sonu ve baharın başlangıcı ile ilişkilidir.

Balmumu yılının Beyaz Tanrısı Belobog, Dazbog’un arkadaşlarından biridir. Güneş, sıcaklık ve yaşamı temsil ediyordu. Onun takipçileri karanlık ormanlarda rehberlik için ona dua ediyordu ve takipçilerinin bol hasat elde etmelerine yardım ediyordu. Belobog, parlak, beyaz cübbeli, elinde asa taşıyan, sakallı bir adam olarak hayal edilir. Sadece gündüz vakti görünür, iyi işler yapar, insanlara başarı ve mutluluk getirirdi.

Belobog'un mevsimlerin kontrolü için yılda iki kez kötü kardeşi Siyah Tanrı Chernobog ile savaştığı söylenirdi. Chernobog, soğuk, kıtlık, yoksulluk ve hastalık gibi kasvetli özelliklerle ilişkiliydi. Buna rağmen, diğer tüm tanrılar arasında saygı görüyordu. Dünyanın yaratılması sırasında, bazıları bu iki kardeşin çatışmaya girdiğini ve kutuplaşma eylemlerinin evrenin (gece ve gündüz, yaz ve kış ve yıldızların hareketleri) döngülerini yarattığını söylüyordu. Belobog'un aydınlıkla yönettiği yılın yarısına karşılık olarak kalan yarım yılı karanlık bir şekilde Charnobog yönetiyordu.

Mısır evrenine çok benzeyen Slav mitolojisi, karanlığı kozmik dengenin önemli bir yönü olarak görmektedir. Kötü tanrılar tehlikeliydi ve toprağa büyük bir sefalet getirebiliyordu, ama iyi tanrılar görevlerine başkanlık ettiği sürece karanlık her zaman ışık, umut ve refaha yol açıyordu. Doğanın karanlık tarafına saygı duyan Slavlar, hayatta kalmayı başardılar ve ışığa geri dönüş yolunu buldular.

ÇİZİMLER:
Perun: Xkirbz , Rod: Ushakov RoMan,
Dazbog & Jarilo: Igor Ozhiganov , Chernobog: Dusan Markovic

Yazan & Derleyen & Çeviren: A.Kara

YARATILIŞ DESTANLARI

Hazırlayan: A.Kara


YAHUDİ & HRİSTİYAN VE İSLAMİ İNANÇTA YARATILIŞ
Yahudi Torah ve Hristiyan İncil'in ilk kitabı olan "Yaratılış", her ikisi de bugünün Yahudi, Hristiyan ve İslami inançları tarafından dünyanın yaratılışı olarak kabul edilen iki asal öykü içerir. İlkinde, Tanrı, "Işık olsun," der ve ışık olur. Altı gün içinde, gök, toprak, bitkiler, güneş ve ay, hayvanlar ve insanlar dahil tüm canlıları yaratır. Tanrı hepsine "Verimli ol" der. Yedinci günde, Tanrı dinlenir, eserlerini tasarlar ve iyi bir değerlendirme yapar. İkinci hikayede ise Tanrı dünyadaki ilk adam olan Adem'i yaratır. Onun yaşaması için Adem'e bir bahçe yapar, ama “İyi ve Kötü Bilginin Ağacı” ndan meyve yemesini yasaklar. Adem hayvanları isimlendirir ama kendisi yalnızlık çekmektedir. Tanrı Adem'i anestezi altına alır ve kaburgalarından biri ile ilk kadın Eve'yi (Havva) yaratır. Konuşan bir yılan Havva'yı yasak meyveyi yemeye ikna eder ve aynı şekilde Havva'da Adem'i yemesi için ikna eder. Tanrı onların yasak meyveden yediklerini anladığında, onları bahçeden dışarı sürer ve insanı ölümlü yapar.

YUNANLAR VE TİTANLARI
İlk Yunan şairleri evrenin doğumuna dair çeşitli yazılar çıkardılar. En iyi korunan "Hesiod's Theogony"dir. Bu ilahide, Gaia da (ana toprak) dahil olmak üzere ilkel başlangıçtaki kaostan en eski tanrılar gelir. Gaia kendini korumak için Uranüs'ü, gökyüzünü yarattı. Sonra  Zeus'un şimşeklerini, 50 kafası ve 100 eli olan canavarları, tepe gözlü Cyclopslar (Kiklops) da dahil olmak üzere tuhaf bir tanrı ve canavarlar topluluğu oluşturdular. Sonra gelen tanrılar ise Titanlar olarak biliniyordular. Onlar 6 oğul ve 6 kızdı. Uranüs, canavar çocuklarını hor gördü, onları yeryüzünün iç kısmı, bağırsakları olan Tartarus'a hapsetti. Öfkeli Gaia büyük bir orak yaptı ve en küçük oğlu Kronos'a talimatlar verdi. Bir sonraki seferde Uranüs Gaia ile birleşmek için ortaya çıktığında, Kronos ortaya çıktı ve babasının genital organını kesti. Uranüs'ün kanı ve haşere bitlerinin düştüğü yerde, daha fazla canavar, dev ve hiddet ortaya çıktı. Kutsal testisler tarafından kanlanan deniz köpüğünden tanrıça Afrodit geldi. Daha sonra Kronos, gelecek nesil tanrıları olan Zeus ve Olimposluların babası olur.

HİNDU KOZMONOLOJİSİNİN BRAHMA İLE BULUŞMASI
Hindu kozmolojisi, yaratılışın birçok efsanesini barındırır ve asıl oyuncular yüzyıllar boyunca yükselmiş ve önem kazanmıştır. En eski Vedik metni, Rig Veda, 1000 başı, gözleri ve ayakları olan devasa bir varlığa sahip Purusha'yı anlatır. Yeryüzünü bir örtü gibi sarıyordu. Tanrılar Puruşa'yı kurban ettiğinde, onun vücudu, kuşları ve hayvanları yaratan arıtılmış tereyağını üretti. Vücut parçaları dünya elementlerine, tanrı Agni, Vayu ve Indra'ya dönüştü. Ayrıca, Hindu toplumundaki kast sistemindeki 4 kast onun bedeninden yaratıldı: Rahipler, savaşçılar, genel halk ve hizmetkârlar. Tarihsel olarak daha sonra, Brahma (yaratıcı), Vişnu (koruyucu) ve Şiva (yok edici) üçlüsü önem kazanmıştır. Brahma, uyuyan Vishnu'nun göbeğinden filizlenen bir nilüferde görülür. Brahma, bu günlerden birinde ya da 4.32 milyar yıl süren zaman zarfında evreni yaratır. Sonra Şiva evreni yok eder ve döngü yeniden başlar (kolay gelsin).

JAPON DÜNYA ADASI
Tanrılar ilkel okyanusun üzerinde yüzen köprünün üzerinde duran, iki kutsal kardeş olan erkek kardeş İzanagi ve kızkardeşi İzanami'yi yarattılar. Tanrının mücevherli mızraklarını kullanarak, Onogoro'nun ilk adasını çaldılar. Adadan sonra İzanagi ve İzanami evlendi fakat çocukları sakat doğdu. Tanrılar onları bir protokol ihlali üzerine suçladı. Evlilik ayini sırasında ilk önce kadın, yani Izanami konuşmuştu. Evlilik ayinlerini doğru bir şekilde yapan tanrılar birleşti ve daha fazla tanrı ile Japonya'nın adalarını ürettiler. Ancak ateş tanrısı Kagutsuchi-no-Kami'nin doğumu sırasında Izanami öldü. Üzüntüden sarsılan İzanagi, onu ölülerin ülkesi Yomi'ye kadar takip etti fakat Yomi'nin yemeğini yedikten sonra geri dönemedi. İzanagi aniden İzanami'nin ayrışan bedenini görünce çok korkmuş ve kaçmıştı. Izanami çıldırdı, onu çirkin bir kadın olarak takip etti. Izanagi dikkatini dağıtmak için ona kişisel eşyalarını fırlattı. Yomi'nin mağara girişinden kaçarak, onu bir kaya ile engelledi, böylece hayatı ölümden kalıcı olarak ayırdı. (Hades ile Persephone gibi, değil mi?)
[Adem ile Havva'ya benzer hikaye, ataerkil düzen örneği]

ÇİN, ORTA KRALLIK
Yin ve yang'ın karşıt kuvvetlerini içeren, zamansız boşluk içinde yüzen kozmik bir yumurta vardı. Kuluçkadan sonra, ilk var olan Pan-gu ortaya çıktı. Yumurtanın ağır parçaları "yin aşağı doğru sürüklenerek yeryüzünü oluşturdu. Daha hafif parçalar "yang" gökyüzünü oluşturmak için yükseldi. Pan-gu, parçaların yeniden şekillenmesinden korkuyor, yeryüzünde durup gökyüzünü tutuyordu. Gökyüzü 30.000 mil yüksekliğe ulaşana kadar 18.000 yıl boyunca günde 10 metre büyüdü. Çalışması tamamlandığında ise öldü. Onun parçaları, hayvanlar, hava durumu fenomenleri veya göksel bedenler olsun, evrenin unsurlarına dönüştü. Bazıları onun üzerindeki pirelerin insanlara dönüştüğünü söyledi ama başka bir açıklama daha var:
Tanrıça Nuwa yalnızdı, bu yüzden Sarı Nehir'in çamurunu yoğurarak insanı çamurdan yarattı. Yarattığı ilk insanlar onu sevindirdi fakat yaratmak uzun sürmüştü. Bu yüzden yeryüzüne çamurlu damlacıklar attı, her biri yeni bir insan oldu. Bu aceleyle yapılmış insanlar normal halk, daha önce çamurdan yoğurarak yarattığı insanlar ise soylular oldular.
[Görüldüğü üzere İslam henüz yokken, çamurdan, balçıktan insan yapma hikayeleri çok farklı toplumlarda zaten mevcuttu. Bir diğer örneği Prometheus'un çömlekçi tezgahında insanı yaratmasıdır. Ayrıca yine Tanrıça Nuwa, tıpkı Allah gibi, insanı bilinmek istediği için yaratmıştır.]

AZTEKLER
Azteklerin toprak annesi Coatlicue ("yılanların etekleri"), insanların kalplerinden ve ellerinden  kolyesi olan ve isminden de anlaşılacağı gibi yılanlardan oluşan etek giyen korkunç bir tanrıça şeklinde tasvir edilmiştir. Hikayeye göre Coatlicue bir obsidyen bıçağı tarafından döllendikten sonra ayın tanrıçası Coyolxauhqui'yi ve güney gökyüzünün yıldızları olan 400 oğulu doğurdu. Daha sonra, Coatlicue gökyüzünden düşen, öldürücü, tüylü topları bulup onları beline yerleştirdi ve bu tüylü toplar tekrar hamile kalmasına neden oldu. Coyolxauhqui ve erkek kardeşleri annelerinin anormal hamileliği karşısında şok oldular ve öfke ile annelerine karşı döndüler. Bununla birlikte, Coatlique'nin içindeki çocuk savaş ve güneş tanrısı Huitzilopochtli, rahmin içinde tamamen büyümüştü ve zırhlıydı (ot sarmanın zararları). Sonra o Coyolxauhqui'ye saldırdı ve onu bir ateşin yardımıyla öldürdü. Kafasını kesip gökyüzüne fırlattı ve o bir aya dönüştü.
[Tanrıçanın 2. hamile kalma hikayesi bir nevi Meryem-İsa hikayesi gibi.]

ANTİK MISIR'IN RUHLARI
Eski Mısırlıların birkaç yaratılış efsanesi vardı. Her şey, Nu'nun (ya da Nun'un) dönen, kaotik sularıyla başlar. Atum kendini var olmaya itti ve bir tepe yarattı, aksi halde onun durması için bir alan olmazdı. Atum cinsiyetsizdi ve her şeyi gören bir göze sahipti. Hava tanrısı olan oğlu Shu'yu tükürdü. Atum daha sonra nem tanrıçası olan kızı Tefnut'u kustu. Shu ve Tefnut, Geb, yeryüzünü, gökyüzünü ve kabuklu yemişi yarattılar. İlk önce dolaşıkdılar, ancak Geb, kabuklu yemişi üstünden kaldırdı. Yavaş yavaş dünyanın formu düzenlendi ama Shu ve Tefnut kalan karanlıkta kayboldular. Atum her şeyi gören gözünü çıkardı ve onları aramaya gönderdi. Shu ve Tefnut göz sayesinde geri döndüğünde Atum neşeyle ağladı. Gözyaşları yeryüzüne çarptığında ise insanlar ortaya çıktı.

BABİL NEHİRLERİ
Babil yaratılış efsanesi Enuma Eliş, su tanrıları Apsu (tatlı su) ve Tiamat (tuzlu su) ile başlar ve birkaç nesil tanrılar ortaya çıkarır ve Ea'ya ve birçok kardeşine yol açar. Ancak bu genç tanrılar, Apsu ve Tiamat'ın uyuyamayacağı kadar gürültü yaptılar (İstanbul'da site hayatı). Apsu onları öldürmek için plan yaptı ama Ea'nın erken davranarak Apsu'yu derin uykuya daldırdı.

Mummu Apsu'yu uyandırmaya çalıştı ama başaramadı - Ea Apsu'nun halesini aldı ve kendisi taktı, Apsu'yu öldürerek Mummu'yu zincirledi. Apsu, Ea'nın ve eşi Damkina'nın mesken yeri oldu. Ea ve Damkina, Apsu'nun kalbinde Marduk'u yarattı. Marduk'un ihtişamı Ea'yı ve diğer tanrıları aştı ve Ea ona "Oğlum, Güneş" dedi.

Tiamat intikam sözü vererek Çılgın, kuduz köpek ve akrep adam dahil olmak üzere birçok canavar yarattı. Silahlarını bir rüzgar gibi kullanan Marduk, Tiamat'ın boğazına kötü bir rüzgar fırlatıp onu etkisiz hale getirdi ve kalbine fırlattığı tek bir okla onu öldürdü. Tiamat'ın vücudunu ikiye bölerek onu göğü ve yeri yaratmak için kullandı. Daha sonra ise tanrılara hizmet etmesi için insanı yarattı.

ESKİ İRAN DİNİ: ZERDÜŞTLÜK
Orta Pers döneminin yaratılışı anlatan antik metinleri Bundahishn, Tanrı Ahura Mazda tarafından yaratılan dünyayı anlatır. Büyük dağ Alburz, 800 yıl boyunca gökyüzüne değene kadar büyür. Bu noktadan sonra yağmur yağar, Vourukasha denizi ve iki büyük nehir doğar. İlk hayvan olan beyaz boğa, Veh Rod nehrinin kıyısında yaşıyordu. Ancak, kötü ruh Angra Mainyu onu öldürdü.
Öldürülen boğanın tohumu aya taşınarak arıtıldı ve birçok hayvan ile bitkiler yaratıldı. Nehrin karşısında güneş gibi parlak ilk adam Gayomard yaşıyordu fakat Angra Mainyu onuda onu öldürdü. Güneş onun tohumunu kırk yıl boyunca saflaştırdı ve sonra ondan bir ravent bitkisini filizlendirdi. Bu bitki ilk faniler olan Mashya ve Mashyanag'a dönüştü. Bu sefer Angra Mainyu onları öldürmedi fakat onları kendine ibadet etmeleri için kandırdı. 50 yıl sonra ikiz doğurdular ama günahlarından dolayı ikizleri yediler. Çok uzun bir süre sonra iki tane daha ikiz doğdu ve onlardan tüm insanlar geldi (özellikle de Persler).

İSKANDİNAV TANRILARININ ÇEKİCİ
Kaslı, geniş göğüslü tanrılar ve etli butlu tanrıçaları ile İskandinavya ve Cermen ülkelerinin eski dinleri, hem güreş hem de ağır metal müziğin hayranları için yaratılmış efsaneler barındırır. Slav efsanelerine göre, Dünya (Midgard) 'dan önce, ateş kılıcı Surt tarafından korunan ateşli bir toprak olan Muspell vardı; Büyük bir boşluk Ginnungagap, ve donmuş buz kaplı bir toprak olan Niflheim. Niflheim'ın soğuğu Muspell'in sıcağına dokunduğunda meydana gelen inanılmaz çözülmeden dev "Ymir" ve devasa bir inek olan Audhumla ortaya çıktı. Sonra inek tanrı Bor'u ve karısını varoluşa yaladı. Çift, Odin, Vili ve Ve adında üç oğlu olan Buri'yi doğurdu. Buri'nin oğulları dev Ymir'i öldürdü ve onun bedeninden dünyayı yarattılar. Kemiklerinden dağları, saçlarından ağaçları, kanından ise deniz, göl ve nehirleri yarattılar. Sonra tanrılar Ymir'in oyulmuş kafatasının içinde yıldızlı gökleri yarattı.

DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYESİ

sizden gelenler, din, Gerçek hayat hikayeleri, Dinden çıkış hikayesi, Bir kadının dinden ayrılma hikayesi, Evrim, bilim ve din, Dinden ayrılma hikayesi, Yok olma fikri, islamiyet,
Merhaba, kimliğimi gizli tutmam gerektiğinden adım için Ayşe diyeceğim. Taşralı bir ailenin en küçük ve tek kız çocuğu olarak tipik bir Anadolu şehrinin küçük bir köyünde dünyaya geldim. Ailem muhafazakardı, köyde etkin bir cemaatinde etkisiyle din hakkında oldukça donanımlı sayılırdım.Tabi din bilgim ritüeller, ibadetler veya emir ve yasaklardan ibaretti. Okul hayatım oldukça çetrefilli geçti (buda ayrı bir başlık konusu, bu ülkede kadın olmak size roman gibi bir hayat yaşatıyor :)) üniversite hayatımın 3. sınıfına kadar tabiri caizse inek bir öğrenci oldum, tek derdim okul ve derslerdi, o yaşa kadar ne hayatımı ne inançlarımı ne değerlerimi hiç sorgulamamıştım çünkü neden sorgulayacaktım ki? Her şey olması gerektiği gibiydi zaten, Allah’a şükür ki Müslüman bir ailede dini bütün bir Müslüman olarak yetişmiştim çok şanslıydım. Tesettürlüydüm hatta pardösü giyiyordum, günah diye kaşlarımı almıyordum, erkeklerle tokalaşmıyordum, Ramazan orucu dışında da oruçlar tutuyordum, namazlarımı da çoğunlukla kılmıştım arada kılmayınca da uykularım kaçıyordu suçlu hissediyordum. Ama en kısa zamanda kazalarımı yapma fikri aklımdaydı. Din konusunda sorgulamaya yönelik sorular geldiğinde hemen müdahale edip arkadaşlarımı susturuyordum çünkü din dogmatikti ve
tartışmaya kapalıydı bunu seve seve ve gururla kabul ediyordum.

Derken 3. Sınıfın ilk döneminin sonunda hep içimde dert olan İngilizce pratik yapamama sorunumdan dolayı bir adım attım ve yabancı bir penpal sitesinde bir üyelik aldım. Bu benim kendi çevrem dışında insanların nasıl hayatlar yaşadığına dair ilk kez ipuçları edindiğim zamandı. İnsanlar dünyayı geziyordu, bir değil iki hatta üç, dört dil konuşuyorlardı, sofistike müzikler dinleyip spor yapıyorlardı, inançları konusunda da gayet esnektiler hatta çoğu inanmıyordu bile. Bir süre sonra bir İngiliz arkadaş edindim. İngilizceyi çoğunun yaptığı gibi sokak diliyle değil, yazı diliyle mükemmel yazıyordu ,eğitimliydi, genel kültürü çok iyi bir düzeydeydi. Çok şanslıydım ki ona rastlamıştım. Tabi tipik bir Kezban olarak ben onu imana getiririm hayalleri kurmaya başlamıştım bile, çünkü o, ne kadar iyi olursa olsun sonunda yanacaktı. Gönlüm buna razı gelmezdi :) Din hakkındaki sohbetlerimiz saatlerce sürüyordu, sadece din değil bilimde konuşuyorduk. Mesela ondan önce evrim teorisini duymuştum belki ama tipik ‘yea şimdi biz maymundan mı geldik?’ salaklığındaydı bilgi düzeyim. Bir gün kalkıp o klişe ultra gerizekalı soruyu bile sordum ona "e maymundan geldiysek neden şimdi maymunlar var?" Evet dostlar gülmeyin çok zor günler geçirdim, cehalet zor :) Tabi bu uzun sohbetler beni şıp diye değiştirmedi hatta hiç değiştirmedi. Dinlerle, yaradılışla veya Evrim’le ilgili anlattığı her şey gayet mantıklı gelse bile bu konuları içselleştirmemiştim. İngilizce pratik yapıyorum yea diye seviniyordum sadece. Birde aslında her şeyin dinimizde mutlaka bir açıklaması vardır şu an ona cevap veremiyorum çünkü yeterli bilgim yok, ayrıca dilim de bu konuları tartışacak düzeyde değil diye düşünüyordum ve tartıştığımız daha doğrusu mat olduğum her konuyu üzerinde düşünmeden rafa kaldırıyordum. Aslında bu dönemler sorgulama olayının normal olduğu fikrinin bilinç altıma yerleştiği dönemlermiş bunu ancak şimdi anlayabiliyorum. Aradan yıllar geçti, mezun oldum, bir Avrupa ülkesinde 9 ay asistan olarak çalıştım, Katolik dindar bir toplumdu, Kiliseye gittim, ayinlerine katıldım. İnsanlar çok sıcak kanlı ve sevecendiler, tabi birde Müslüman’ım diye benim için üzülüyorlardı çünkü ne kadar iyi olursam olayım nihayetinde Cesus Kıris beni yakacaktı :) Hak din onlarınkiydi çünkü. İçten içe güldüm, te Allam ya! Aslında doğru olan benim dinimdi ve bu zavallı iyi insanlar öbür dünyada yanacaktılar. Ülkeme dönüp iş hayatına atıldım, birkaç yıl daha geçti aradan. Bu arada İngiliz arkadaşımla hep konuşuyoruz. Bu mevzular bir şekilde sıcaklığını koruyordu.


Bundan yaklaşık iki yıl öncesinde tam olarak nasıl tetiklendiğini hatırlayamadığım ve zamanını da tam olarak bilemiyorum evrim konusunu araştırmaya başladım. Ama bu kez daha aklım başımdaydı, ön yargısız ve bir şeyleri kanıtlamak için değil sadece ve sadece gerçeği öğrenmek için araştırıyordum, belgeseller, makaleler , bloglar, tartışma grupları, zamanında zaplayıp Burun kıvırdığım tartışma programlarının tekrarlarını YouTube'dan tekrar tekrar izlemeye başladım.İyice mala bağlamıştım, tek ilgilendiğim şey evrimdi, işten eve gelir gelmez hemen YouTube ‘da bir şeyler izlemeye başlıyordum, yemek yaparken, bulaşık yıkarken bile hep dinleme halindeydim. Uykumdan fedakârlık edip gece yarılarına kadar okuyordum veya bir şeyler izliyordum, konu derindi ve öğrenilmesi gereken çok şey vardı. Tabi zamanla belli bir bilgi birikimi düzeyine ulaştım. Bu araştırmaların sonunda gördüm ki; evrim buz gibi bir gerçekti ve bilim dünyasında bu konu artık tartışma konusu bile değildi. Ama ben bir Müslüman’dım şimdi yaradılışla ilgili kuran ayetleri ne olacaktı? Bir iki new age modern takılan müslüman din adamı, felsefeci ve bilim adamı dışında evrim din adamlarının karşı çıktığı bir konuydu. Bende bir süre sığ sularda yüzdüm tabi ki, din-bilim çelişmez diyen felsefeci, ilim, bilim adamlarını (takip edenler bilir kimlerden bahsettiğimi :) dinleyip oh be İslam ‘la Evrim çelişmezmiş diye içimi rahatlattım. Aslında o ayetler mecazmış, benzetmeymiş, kuran aslında Evrim’e atıfta bulunuyormuş.(ne hikmetse Darwin bu teoriyi ortaya atıp, bilim adamları binlerce kanıtı ortaya koyduktan sonra, artık teori inkar edilemez bir hale gelince ‘Aaa kuran da aslında buna atıf var!!!’ Bu vakte kadar hiç kimse bu ayetleri öyle anlamıyordu oysaki. Bildiğin insan Adem’den geldi diyorlardı. ) Ama o içim çokta rahat değildi, Evrim’i anladıkça insan ve dünya merkezli hayat algım sarsılmıştı, yani kâinat insanın emrine falan sunulmamıştı, bizler eşref-i mahlûkat değildik, beyni gelişmiş bir primattık sadece. Biz düşünen tek hayvan da değildik üstelik, sadece daha karmaşık düşünebiliyorduk, ama uçamıyorduk mesela, bir balık kadar iyi yüzüp, suda iyi göremiyorduk yâda bir çita kadar hızlı koşamıyorduk.

Her canlı hayata tutunmak için farklı özellikler geliştirmişti. Bizimki beyindi, ortak hareket edebilen sosyal canlılardık, tek başımıza doğada hayatta kalabilecek fiziksel yetilerimiz yoktu, alet yaptık, sosyal topluluklar kurduk, beslenme tarzımız beynimizi geliştirdi ve daha akıllı bireyler bu vahşi hayatta kalma savaşında doğal seçilim sayesinde hayatta kaldılar. Her nesil bilgi birikimini bir sonraki nesle aktardı, insanlık bilgiyi biriktirdi ve zamanla bu günkü haline geldi, ayrıca hayatta kalabilen tek homo türüydük. Diğerleri bu vahşi ölüm kalım savaşını kaybetmişti. Yok olmuş insan türleri de yok değildi hani! Peki, cidden özel miydik? İnsanı o her şeyin merkezinde olma konumundan indirince, bende gerçek anlamda sorgulama süreci başlamıştı.  Sırada evren vardı, evreni öğrenmek o muazzam büyüklüğünü keşfetmek de bu insan merkezli anlayışımın ne kadar mantıksız olduğunu gösterdi. Evren için biz bir hiçtik, bu muazzam büyüklük bu kaotik ortam, sonsuz olasılıklı evrende bir türün bu kadar gelişmesi anlaşılamayacak ve açıklanamayacak bir şey değildi.
Biz var olalım diye değildi dünya ve hassas değerleri, bu değerler var diye, biz var olmuştuk. Gelsin makaleler, bloglar, belgeseller, yine eskiden varlığından haberdar olmadığım insanları keşfettim, Celal Şengörler, Ergi Deniz Özsoylar, Kerem Can Koçak’lar , Ahmet Arslanlar, Richard Dawkinsler, Carl Saganlar, Richard Feynmanlar, Hawkingler, Einsteinlar .....Biyoloji, astrofizik, felsefe, jeofizik, sosyoloji, ortaya karışık ne bulsam atlıyordum üzerine, öğrendikçe aslında ne kadar az şey bildiğimin farkına varıyordum, uzay muazzamdı, büyülendim, çok güzeldi ve ama çokta ürkütücüydü, acımasızdı, aslında Evren’de bildiğimiz kadarıyla yalnızdık, ve neden buradayız esasında hiçbir fikrimiz yoktu ve dinler insanlık tarihi kadar eski olan bu soruya "ben neden buradayım?" sorusuna cevap vermişti, her şeyi yaratan bir Tanrı vardı, ona inanmamızı ve tapmamızı istiyordu işte buydu amacımız ve insanlar için bu cevap huzur vericiydi, bilinmezlik dehlizinden çekip çıkarmıştı insanoğlunu ve tabi ki canlıların en temel içgüdüsü hayatta kalma; ölüm gerçeğini fark eden Saphiens, bu korkuyla da inancıyla baş etmişti, aslında ölmeyecektik asla, ( bir tarantulanın niye öbür dünya hakkı yoktu bunu aklımıza dahi getirmezdik çünkü bu dünya bizim için yaratılmıştı ve diğer tüm canlılar dekordu) ölünce sadece dünyamız değişecekti ve akıllılık edip doğru Tanrı’ya inandıysak ve emirlerine itaat ettiysek ohh gelsin, şaraplar, gitsin huriler :) hep yaşayacaktık, hep ama hep, hiç ölmek yoktu bize. Çünkü yok olmak fikriyle baş edemiyorduk. Bu yeni farkındalık hali bilinç altımda geziniyordu ama itiraf etmeyi gözüm kesmedi bir süre.Ya ben düşünen bir Müslüman’ım diye teselli ediyordum kendimi.

Derken İslam üzerine okumalar araştırmalar yapmaya başladım, İslam tarihi, peygamberin hayatı, peygamberliği ve tabi ki Kur-an ve Hadisler. Size dürüst olacağım Kuran’da son derece insani ve adil emirler mevcut pek çok hadiste de öyle, pek çok emir indirildiği tarih için devrim niteliğinde de olabilir. Ama Kainatın yaratıcısının mutlak gerçeğini ve emirlerini bize ilettiği gibi bir iddia varsa, ki bu olağan üstü bir iddiadır, bu metinlerin hiçbirisinde en ufak bir çelişki bir yanlışlık olmaması beklenir, bir tek çelişki bile yeterlidir bu iddiayı çürütmeye. (Not: Bir kitapta hiç çelişki olmaması onun ilahi olduğunun kanıtı da değildir ayrıca, bir insanda çelişkisiz bir kitap yazabilir, buda ayrı bir konu) Kurandaki çelişkileri tek tek bulsan ayıklasan ortada Kuran kalmaz.
Kaldı ki Kuran evrensel olma, mutlak doğru olma, her zaman ve mekan için geçerli olma iddiasını hiçbir şekilde yerine getirememiştir ve hatta bu sebeple tarihselciler diye bir anlayış hasıl olup bu durumu izah etmeye çalışır bakınız Mustafa Öztürk. Sen kalk bu muazzam kâinatı yarat (cidden büyüleyici) bu kadar beceriklisin ama emirlerinin tek muhatabı o kadar tür içinde ve insan türünden de bir tek Homo Saphiens, ona da habire peygamber gönderiyorsun ellerine bir kitap, onu da her millete göndermiyorsun, sahi nerde bu Anglo- Saksonlar’ın peygamberleri? Ne hikmetse Ortadoğu din fabrikası gibi, habire bi kitaplar, bi Tanrılar bi kurallar birde yeni gelen eskileri eleştiyor, yasakları değiştiriyor yok eskisi tahrip oldu diyor falan tam bir kakafoni. Yani dinlerin mesajını acaba kim gerçekten doğru algılıyor o bile belli değil, hayır tek bir dinde bile tam bir mutabakat yok ki, ortalık mezhepten, akımlardan, farklı yorumlardan geçilmiyor, her mezhep ayrı telden çalıyor, aynı ekolden iki hoca bile aynı metni farklı yorumluyor.
Düşün tek bir kitap ama bu kitap Işid’e El Kaide’ye de kaynak olabiliyor İhsan Eliaçık’a da, çek nereye çekebilirsen. Ee bu zavallı mümin kime inansın? Ya yanlış yaparsa? Yani altı üstü varlığından haberdar edip yasaklarını ileteceksin bu kadar curcunaya ne gerek vardı? Allah’ım Kabul et mesajını iletme şeklin başarısız oldu,dostlar bu konu çook su götürür.
Bakalım İslam toplumlarına şimdi, durum ortada anlatmaya gerek yok görüyorsunuz :) şimdilerde moda bir söylem var "kusur İslam’da değil Müslüman’da diye" ee bu İslam’ın başarısızlığı değil de nedir o zaman? İslam coğrafyasının fecaat halinin suçunu herhalde Buda’nın öğretilerine atamayız.
Sen yaratıcısın, her şeye gücün yetecek ama insanlara lafını sözünü geçiremeyeceksin, dinler göndereceksin, insanlar habire tahrip edecekler, içini hurafelerle dolduracaklar, herkes kafasına göre yorum yapacak, e sen bunun böyle olacağını mutlak ilminle biliyordun zaten, yani başka bir yöntemle ve kimsenin kuşku duymayacağı, kafasında soru işaretleri oluşturmayacak bir yolla yapamaz mıydın? Yani dinlerin başarısızlığı, ve yarattığı kafa karışıklığı, insanlığa, huzur adalet ve sevgi getirememesi, mutlak iyi ve sonsuz kudret Sahibi yaratıcının din gönderdiği iddiasının boş olduğuna açık bir delildir.


Bu tarifteki bir yaratıcı İSTESEYDİ, YAPARDI! Birde bu kadar gizem neden? Hep düşünmüşümdür. Yani kendini ölesiye gizliyorsun insanlardan, varlığına dair en ufak, zerre kadar bile bir kanıt yok ortada, ara sıra işte 4 milyar 500 milyon gibi bir dünya tarihinde yalnızca son (yaklaşık olarak) 3000 yıldır varlığından haberdar ediyorsun, bundan önce zavallı insancıklar senden bihaber binlerce yıl dağa taşa, aya güneşe,buldukları her şeye taptılar. Peki bu insanlar neydi? Film öncesi fragman mı oldular? Sadece Ortadoğu’dan seçtiğin erkek Elçilerle muhatap oluyorsun, ve onlarla konuşurken bu duruma kimse ama kimse şahit olmuyor, onları muhatap alıp konuşuyorsun, ya biz? Bu bize haksızlık değil mi? Bizimle de konuş. Her şey bu kadar uyduruk görünüyorken neden varlığına ve dine inanmak imtihan olsun ki? Kartları açık oynasan da bizde emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınsak. Gönderdiğin dinler şiddeti körüklüyor, savaşlara neden oluyor, insanları ayrıştırıyor, kafa karıştırıyor, cinsiyetçi ve zamanın ruhuna asla hitap etmiyor. Sonra verdiğin aklımı kullanıp ya acaba bu dinleri insanlar uydurmuş olmasın diye düşününce, vay sen küfre düştün, cayır cayır yanacaksın diye tehdit ediyorsun! Şüphe etmek neden küfür olsun ki? Neden yani? Zamanın birinde bir adam ben Tanrı’yla konuştum dedi diye buna inanmak zorunda mıyım? Bir şeye sadece inanmadım diye neden kötü oluyorum? Bir kadın olarak beni aşağılayan, erkeğe kul köle ilan eden, beni cariye olarak hiçbir haktan yararlanamayacağım bir hayata mahkûm eden, çok eşliliğe izin veren, mirastan eşit hak vermeyen, şahitliğime güvenmeyen beni toplumda bir tehdit, bir ahlak objesi olarak yaftalayıp haklarımı kısıtlayan bir din! Bunu sorgulamak en doğal hakkım. Okuyan araştıran dostlar iyi bilir.  Peygamberin hayatı da son derece ibretliktir. Eşleri ve çocuk eşleri, ölümü ve şair bir kadını nasıl öldürttüğü diyorum ve susuyorum, sizde bir zahmet okuyun :) insan öğrendikçe, ya koskoca tanrısın bunumu buldun elçi diyesi geliyor insanın. Lokal bir din, siyasi bir doktrin zamanla semavi bir din olarak evirilmiş, savaşla, şiddetle yayılmış. Kimse bilmez aslında Türkler nasıl müslüman oldu. Öğrendiğimde çok üzülmüştüm. :( Atatürk ‘e ithaf edilen bir söz; "İslam milletimizin ayağına vurulmuş bir prangadır" öyle haklı ki! Bizzat kendi hayatımda yaşadım gördüm. Müslüman olmak zaten başlı başına bir mesele birde mümine iseniz vay halinize.

Evet gayet açık olduğu üzere İslam benim dinim değil artık. Bu noktaya tam olarak hangi aşamada geldim bilmiyorum, ama öğrenmek sanki bir bulmacayı çözmek gibiydi, her bir detay aydınlandıkça, şaşırdım önce, hayretim geçtikçe kafamda bazı konular teker teker çözüldü, neden sonuç ilişkileri kurabildim ve evet artık dinin insan ürünü olduğunu biliyorum. Ama öğrenme asla bitmez, bu bir yolculuk ve daha öğrenilecek çok şey var. Bu arada ya ben oldum deyip kenara çekilmedim, hala okuyorum, Kuran’ı baştan sona henüz bitirmedim ve sahih hadis kitaplarını da. Ateizm’e cevap, yok deizm'e cevap gibi her türlü anti din eleştirisini de yakinen takip ediyorum ki, bu kez de din karşıtı bir yobaz olmayayım diye. Doğrularım değişti ve yine değişmeyeceğinin garantisi yok. Hayat ne getirir bilinmez dostlar. Tabi bu minvalde diğer dinlerinde uyduruk olduğunu düşünüyorum ama onları araştıracak vaktim ve motivasyonum açıkçası olmadı. Ama diğer dinler hakkında da araştırma yapmak hedefim. Zaten İslam’ı araştırırken Tevrat ve İncil hakkında da az biraz bilgim oldu ve evet onlarda gayet uydurukça. Ortadoğu halklarının yaşam tarzları, gelenek görenek ve kültürlerinin sentezi olarak dinlerde gerekli işlevi yerine getirmişler zamanında.

Ama bu gün bu gemi su alıyor dostlar. Artık bu masallarla insanları uyutmak çok güç, zaten o yüzden dünyada okumuş aklı başında kesim olayın farkında ve elini eteğini bu boş işlerden çekmiş. Ülkemizde ise bu bir bilgi değil ama izlenimimdir. Dinsizlik hala sıra dışı bir duruş, dinin emirlerine uymaktan sıkılan ergen tipler yada marjinal hayat tarzı olanlar dini inkar ediyor. Gerçekten araştırmış okumuş bu konuya mesai harcamış insanlarda bir hayli fazla şüphesiz. Dediğim gibi bu bir bilgi değil sadece izlenimimdir naçizane yanılıyor olabilirim. Her farklı fikir başta marjinaldir bir zamanlar dünya yuvarlaktır diyenler engizisyonda yargılanıyordu. Zaman kimin haklı olduğunu gösterecek elbette. Görebilmeyi isterdim :) bana yetişmicek gibi duruyor. Tanrı konusunda ise agnostik bir duruşum var sanırım. Madde için bir ilk neden gerekli midir sorusu burada kilit nokta, cevabını henüz bilmiyoruz mantıksal olarak olmalı diyebilirim ve tabi fizik kanunları her şeyin nedeni, insan şüphe ediyor tabi ki bunun arkasında ne var diye, bende merak ediyorum açıkçası bunu bilmeyi çok ama çok isterdim. Ama tanrının eğer varsa dünyaya müdahale ettiğini düşünmüyorum, iyiliği veya kötülüğü hakkında da bir ipucu göremiyoruz. Bu konuda bilinmez. Ya işte dini sorgulamanın sonu; her şeyin cevabını biliyor iken birden hoop bilinmezlik uçurumundan düşüverirsin öyle, cehalet mutlulukmuş bilemedim kıymetini :) şaka bir yana ben gayet mutluyum şu an, hayatım oldukça karmaşık bir hale geldi evet, hala muhafazakâr bir ailenin dışarıdan bakıldığında muhafazakâr ( başörtülü) bir kızıyım. Sosyal hayatta bu konuları konuşabileceğim insan hiç yok. Bir iki yakın arkadaşımla arada sırada konuşuyorum ama dini eleştirip antipatik görünmek istemediğim için kendimi frenliyorum ama takdir edersiniz ki bu cidden zor.

‘Passangers’ filmini izleyenler bilirler yüzlerce, uyutulmuş vaziyette insan, insan ömrünün yetmeyeceği bir zaman diliminde seyahat etmeleri için bir uzay aracına bindiriliyor, uyandıklarında hala uyudukları yaşta ve uzayda olacaklar, ama bir adam uzay aracında bir arıza sonucu aniden uyanıyor ve bir daha uyuyamadığı için yalnız kalıyor, herkesin uyanmasını ve yalnızlıktan kurtulmak istiyor, bazen bende onun gibi hissediyorum ,tutup insanların yakasından yahu biraz okusanıza ya, azıcık merak etsenize diye çığlık atasım geliyor uyanın hadi uyanın!!! Hep derim farkındalık oktan çıkmış yay gibi, bir daha asla geriye dönemiyorsun, hiçbir şey bilmiyormuş gibi yapamıyorsun.

Son olarak, neydim de ne oldum diye sorarsanız, esasında dini öğrenmeden önce çok tutarsızmışım da haberim yokmuş, tıpkı ülkemizde kendine Müslüman diyen ama İslam’dan bihaber çoğunluk gibi. Ahlak normlarımı İslam’dan mı alıyordum? Hayır, mesela ben kadın ve erkeğin sosyal haklarında, mirasta, şahitlikte, yöneticilikte eşit haklara sahip olmasından yanaydım. Pedofiliye, köleliğe, cariyeliğe, recme, yağmaya, baskıya anti-demokrat uygulamalara karşıydım. Bana göre Müslüman bir kadın gayri-Müslim bir adamla evlenebilirdi. Faiz en büyük günah değildi mesela, başörtüsü bir ahlak göstergesi değildi, olmasa da olurdu. Bir insan Oruç tutmuyorsa, alkol kullanıyorsa o onun bileceği bir işti, bunun için yanmasına gerek yoktu.Tüm canlılar yaşamayı hak ederdi, siyah renkli köpekler bile. Benim kişiliğim, değer yargılarım içinde bulunduğum yüzyılın evrensel değerleriydi aslında, ben insanların diline, dinine ,rengine bakmaksızın eşit olduğuna ve tek kriterin iyi olmak olduğuna inanıyordum. Demokrattım, fikir özgürlüğü olmalıydı, sanat önemliydi, müzik ruhun gıdasıydı. Ben insan öldürmenin, hırsızlığın, rüşvetin kötü olduğunu biliyordum zaten. Bunları keşfetmem için dine ihtiyacım olmamıştı hiç. Din benim benimsediğim değerleri affedilemez günahlar olarak tanımlıyordu, iyi ve kötü kavramları din merkezliydi, ne kadar inanıyorsan o kadar iyiydin, keramet takvadaydı, imanın yoksa, ne olduğun nasıl bir insan olduğun ne kadar iyilik yaptığın önemsizdi, sonsuza kadar cehennemde yanacaktın. Dinimi öğrenmek tam anlamıyla bir aydınlanma oldu, dinimle çelişik değer yargılarımı, doğrularımı yanlışlarımı keşfettim. Aslında ben hiçbir zaman Müslüman olmamıştım, hani şimdi o modern Müslümanlarında çok eleştirdiği, arada söyledikleriyle olay olan hoca efendiler var ya, ben artık onlara kızmıyorum, en azından tutarlılar, söyledikleri her şey İslam’da var gerçekten, en azından ya aslında o öyle demek değil, bu şöyle demek değil, yok tarihsel bağlamda inceleyelim gibi ayak oyunlarına girmiyorlar,’gerçek İslam bu değil klişesi’ne düşmeden gayet netler, olması gerektiği gibi.

Evet dostlar çok uzattım konuyu, dolmuşum kusura bakmayın :) Benim hikayemin şimdiye kadar olan kısmı böyleydi. Daha nasıl aşamalardan geçeceğim, neler öğrenip neye evirileceğim. Bekleyelim ve görelim. Kalın Sağlıcakla.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ayşe E.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)