HABERLER
Dini Haber

FİRAVUN 1.ŞEŞONK (ŞİŞAK)

A,tarih, Antik tarih, yahudilik, Firavun Şeşonk,Şişak,1.Şeşonk, Mısır firavunları, Kudüs'e düzenlenen sefer,Yehuda krallığına saldırı,Yahudi tarihi,Rehavam,Rehoboam,Yarovam
1. ŞEŞONK (SHİSHAK)
YEHUDA KRALLIĞINI VE BİRLEŞİK MISIR'I İSTİLA EDEN MISIR KRALI


İbranice İncil'e göre daha sonraları 1.Şeşonk olarak tanınan Shishak (Shishaq) M.Ö. 10. yüzyılda Kudüs'ü yağmalayan Mısırlı bir firavundu.

1.ŞEŞONK KİMDİR?
Şeşonk, İncil'deki adıyla Şişak semitik bir ailenin üyesi ve Libya şefinin görevlisiydi. Ailesi uzun zamandır Mısır'a yerleşmişti ve ikametgahı haline gelen Bubastis kasabası onların evi olmuştu. Shishak’ın dedesi (aynı isme sahipti) doğrudan kraliyet evine giden evlenme düzeni ile üst sıralarda yer aldı.

Eski Mısır adlı kitabında George Rawlinson şöyle diyor:
"Babası Nemrut (Namrut) o sırada ayakta kalan ordunun en önemli bölümünü oluşturan Libyalı paralı askerlerin komutanı olarak yüksek bir askeri bakanlık kurdu. Bu yüzden de Şeşonk'un itibarı Mısırlı mahkeme yetkililerinin önünde aşağı düşmüştü.

Onun adını kaynaklarda ilk gördüğümüzde "Majesteleri" olarak adlandırıldığı ve tüm paralı askerler arasında ilk sırayı aldığını düşündüren "prenslerin prensi" ünvanı göze çarpar.."

1.Şeşonk yönetimindeki Mısır birleşti ve Şeşonk meşru bir firavun olmak için etkili ve hızlı hareket etmesi gerektiğini anladı. 21 hanedanındaki son firavun olan 2.Psusennes'in kızı Mısırlı bir prenses olan Maatkare ile evlenerek önemli bir evlilik düğümü yaptı. Açıkça bu sayede oğlunun Amun rahibi ünvanını taşımasına da yardımcı oldu.

Güçlü bir yönetici olan Şeşonk bölünmüş olan Tanis ve Teb'i bir kez daha birleşmiş olan Mısır'ın bünyesine kattı.

Libya şeflerinin oğullarının öne çıkan yüksek yerlerde yetkili olmalarını mümkün kıldı ve böylece Mısır’ın politik durumunu da istikrara kavuşturdu.


ŞEŞONK'UN YEHUDA KRALLIĞINA VE KUDÜS'E SEFERLERİ
İbranice İncil'e göre (TaNah) 1.Şeşonk, Süleyman'ın saltanatının ilk yıllarında hüküm süren (M.Ö 943-922) İsrail'in kuzey krallığının ilk kralı Jeroboam'a sığınmıştı.

MÖ. 930'da Süleyman'ın ölümünün ardından Yehuda ve Süleyman'ın oğlu Rehav'am ile 1.Jeraboam'ın yönetimindeki İsrail krallıkları Şeşonk'un yaklaşmakta olan ordusuna karşı fazla direnç gösteremedi.

Mısır kralı Şeşonk İsrail kralı müttefiki 1.Yarovam'ı (Jeroboam) desteklemek için 60 bin süvari ve 1.200 savaş ordusundan oluşan devasa ve güçlü bir orduyla Yehuda Krallığına saldırdı. 2. Tarihler 12: 3'e göre, eski bir Afrika ülkesi olan Luvlu'lar (Lubim-Libyalılar), Kûş Krallığı ve Suklu'lar tarafından desteklenmişti:

[2.Tarihler 12:3]
3) Şişak’ın bin iki yüz savaş arabası, altmış bin atlısı ve Mısır’dan onunla birlikte gelen Luvlu, Suklu, Kûşlu sayısız askeri vardı.

Bu önemli olaylar Süleyman'ın oğlu ve Davut'un torunu olan Rehavam'ın yönetiminin 5.yılında gerçekleşmiştir. Rehavam onbeş müstahkem şehir kurmayı başarmıştı ve bu eylemleri Mısır yöneticisinin yapacağı saldırıların tamamen beklenmedik olmadığı anlamına geliyordu.

Şeşonk'un Yehuda Krallığı'na (Tel Megiddo'da keşfedilen bir dikilitaş ile belgelenmiştir) karşı seferleri ve Kudüs'ü yağmalaması TaNah'da şöyle geçer:

[2.Tarihler 12:1-12]
  1. İsrail Kralı Yehu’nun krallığının yedinci yılında Yoaş Yahuda Kralı oldu. Yedi yaşında kral oldu ve Yeruşalim’de kırk yıl krallık yaptı. Annesi Beer-Şevalı Sivya’ydı.
  2. Yoaş Kâhin Yehoyada yaşadığı sürece RAB’bin gözünde doğru olanı yaptı. Çünkü Kâhin Yehoyada ona yol gösteriyordu.
  3. Ancak alışılagelen tapınma yerleri henüz kaldırılmamıştı ve halk oralarda hâlâ kurban kesip buhur yakıyordu.
  4. Yoaş kâhinlere şöyle dedi: “RAB’bin Tapınağı için yapılan bağışları: Nüfus sayımından elde edilen geliri, kişi başına düşen vergiyi ve halkın gönüllü olarak RAB’bin Tapınağı’na sunduğu paraları toplayın.
  5. Her kâhin bunları hazine görevlilerinden alsın. Tapınağın neresinde yıkık bir yer varsa, onarılsın.”
  6. Yoaş’ın krallığının yirmi üçüncü yılında kâhinler tapınağı hâlâ onarmamışlardı.
  7. Bunun üzerine Kral Yoaş, Kâhin Yehoyada ile öbür kâhinleri çağırıp, “Neden RAB’bin Tapınağı’nı onarmıyorsunuz?” diye sordu, “Hazine görevlilerinden artık para almayın. Aldığınız paraları da RAB’bin Tapınağı’nın onarımına devredin.”
  8. Böylece kâhinler halktan para toplamamayı ve tapınağın onarım işlerine karışmamayı kabul ettiler.
  9. Kâhin Yehoyada bir sandık aldı. Kapağına bir delik açıp sunağın yanına, RAB’bin Tapınağı’na girenlerin sağına yerleştirdi. Kapıda görevli kâhinler RAB’bin Tapınağı’na getirilen bütün paraları sandığa atıyorlardı.
  10. Sandıkta çok para biriktiğini görünce kralın yazmanıyla başkâhin RAB’bin Tapınağı’na getirilen paraları sayıp torbalara koyarlardı.
  11. Sayılan paralar RAB’bin Tapınağı’ndaki işlerin başında bulunan adamlara verilirdi. Onlar da paraları RAB’bin Tapınağı’nda çalışan marangozlara, yapıcılara,
  12. duvarcılara, taşçılara öder, tapınağı onarmak için kereste ve yontma taş alımında kullanır ve onarım için gereken öbür malzemelere harcarlardı.
[1.Krallar 14:21-25]
21) Süleyman oğlu Rehavam Yahuda Kralı olduğunda kırk bir yaşındaydı. RAB’bin adını yerleştirmek için bütün İsrail oymaklarının yaşadığı kentler arasından seçtiği Yeruşalim Kenti’nde on yedi yıl krallık yaptı. Annesi Ammonlu Naama’ydı.
 22) Yahudalılar RAB’bin gözünde kötü olanı yaparak, işledikleri günahlarla Tanrı’yı atalarından daha çok öfkelendirdiler.
23) Ayrıca kendilerine her yüksek tepenin üstüne ve bol yapraklı her ağacın altına tapınma yerleri, dikili taşlar ve Aşera putları yaptılar.
24) Ülkedeki putperest törenlerinde fuhuş yapan kadın ve erkekler bile vardı. Yahudalılar RAB’bin İsrail halkının önünden kovduğu ulusların yaptığı bütün iğrençlikleri yaptılar.
25) Rehavam’ın krallığının beşinci yılında Mısır Kralı Şişak Yeruşalim’e saldırdı.

Musevi araştırmacı Flavius Josephus'un yazdığı "Yahudi Gelenekleri" adlı kitaba göre Rehavam'ın en müstahkem şehirleri “savaşmadan” alınmış ve seferlerde Şeşonk'a direniş gösterilmemişti.

Pek çok kişi Şişak'ın Kudüs’ü tahrip etmediğine, eldeki tüm hazinelerin ona verilerek girmeden satın alındığına inanıyor. Böylece Yeruşalim yıkımdan kurtulmuştu çünkü Rehoboam Şişak'a haraç vermişti.

İncil'de yazılanlar dışında Şişak’ın zaferini ilan eden ve ele geçirdiği 50 şehri adlandıran bir anıt da bulunmaktadır. Bu anıt Karnak'taki Amun tapınağındadır. Şişak tarafından ele geçirilen şehirlerin sayısı ve Yukarı Mısır'da, Karnak'taki Amun tapınağında bulunan bir kabartma olan Bubastite Kapısı hala tartışılıyor.

Her zaman dediğim gibi, eğer mistik-mitolojik bölümlerini çıkarırsak kutsal olduğuna inanılan Kur'an, Tevrat, İncil gibi kitaplardaki bazı tarihi anlatımlar, bulunan arkeolojik metinler ve bulgular ile eşleştirilirse antik tarih hakkında bize bilgi verebilirler.



Yazan: A.Kara

NASIL PARÇACIK OLDUM ? | 4

din, Dinden çıkış hikayesi, Allah din göndermedi mi?, islamiyet, Karmaşık, Hangi din?, Nasıl parçacık oldum 4, Allah var mı?, Kur'an'da yazan din, Emirler tanrıdan mı geldi?,
NASIL PARÇACIK OLDUM SON BÖLÜM

Koyu bir sünni iken izlediğim videolar ve okuduğum kitapların etkisi ile yaşadığım inanç serüvenini anlatmaya devam ediyorum ;

1 – Allah (cc) var, peygamberleri gerçekten göndermiş. Ancak insanlar dinleri değiştirmişler.

Yani bu durumda İslam ve peygamber var demek ki. Bize düşen dinimizi doğru şekilde öğrenmeye çalışmak ve tarihe ışık tutmak oluyor.

Burada kalmıştım..

2nci olasılık ise ;

2 – Allah (cc) var, peygamberde var ve gönderilen din şu anda Kuran’da yazan din . İşine geliyorsa uyarsın gelmiyorsa ateşe hazır ol !

Bu şık kafadan bir sürü hataları, yanlışları, çelişkileri barındırıyor zaten.
Zaten ben bu şık yüzünden bitip tükenmeyen arayışlara girdim ya!
Eliyorum bu olasılığı.

3 – Allah var, ancak hiçbir din göndermemiş. Bunların hepsi insanların uydurması.

Şimdi.. Bu konuda neler söylenebilir ?

Tevrat ve Kuran hemen hemen aynı emirleri veriyor. Ama Sümerlerde de benzer hikayeler ve emirler var. Hadi bunu da şöyle açıklayalım;
Zaten sizin bilmediğiniz bir sürü toplumlara da elçiler gönderilmiş ve hepsine aynı emirler bildirilmiş. Sümerler de bunlardan bir tanesi.

Peki tamam da, yer tanrısı ile gök tanrısı birleşip insanı  yarattı diye mi  bildirilmiş? Adamlar öyle yazmışlar tabletlere. İlahi bir emir olmuş olsaydı eğer, Tanrı tek derdi. Öyle demediğine göre bu emirler Tanrı tarafından gönderilmemiş olma ihtimali var.

Sümerler böyle, ancak Aztekler de ki durumu nasıl izah edebiliriz ?


Aztekler de anlatılan olaylar nedir peki ?
Maymuna dönüştürülenler,  ( Bakara: 65-66) ( NAHUI EHECATL )
Yağmurların her tarafı sele boğması  ( Nuh:25) ( NAHUI QUIAHUTIL ) + ( NAHUI  ATL )
Depremler sonucu dünyanın yok olması?  ( Mürselat:10) ( NAHUI OLLIN )
Bu adamlar birbirlerinden binlerce km uzaktalar ve 3-4 bin yıl fark var aralarında.

Yani bu mahallede ( Dünya ) oldum olası dilden dile dolaşan hep aynı hikayeler. Kuşaktan kuşağa aktarılmış bir şekilde.

Bu durumda aklıma şöyle bir şey geliyor ;

Tanrı gerçekten de dönem dönem emirler göndermiş ve her gönderim sonrası insanlar işin suyunu çıkarmışlar.

Ancak bir dakika!

Sümerler de olsun, Aztekleklerde olsun anlatılan efsaneler yaklaşık olarak örtüşüyor. Ama bu anlatılanlar yaşanan büyük olaylar. Fakat hukuk kuralları da örtüşüyor.
Örneğin Sümerler de darp suçunun karşılığı kısastır. Yani birisinin kolunu kırmışsan senin de kolun kırılır gibi.  Kuran’da da kısas hükmü var ; Eğer sen bir adamın kadını öldürmüşsen O’da senin kadınını öldürebilir veya sen diyet ödersin.
Kadının ne suçu var ? Bakış açısına göre kadın zaten mülkiyeti erkeğe bırakılmış canlı mal.
Ancak Sümerler de durum aynı.

Kadın o zamandan günümüze kadar sürekli mülkiyeti erkeğe verilmiş mal muamelesi görmüş toplumlar da.

Peki aldım bunu bir kenarda bekleteyim.  Ya ibadet ile ilgili emirler ? Onlar aynı mı?

İbadetler de benzerlik veya farklılık var mı bilemiyorum. Çünkü okuduğum tüm kaynaklar suç ve ceza karşılaştırması yapmışlar, ancak ibadet şekilleri konusunda bir açıklama veya belge niteliğinde bir doküman bulamadım.

Ancak şöyle bir sonuca vardım ;

Sümerler – Yahudiler – Müslümanlar  bu 3 seri hemen bir çok konuda birbiri ile örtüşen kanunlar,  ceza hukuku, sosyal hukuk  ve dini rivayetlere sahipler. Hristiyanlık bunlardan farklı bir yaklaşım sergiliyor.

Evet dostlar,
Ben rumuzumu “Karmaşık” olarak belirlerken aslında ruh halimi yansıtmak istedim.

Koyu bir sünni iken , sorgulayınca ve buna bağlı olarak araştırınca “şimdilik “ kaydıyla şu noktaya geldim ;
Yaratan var.. Kesinlikle var. Ve hayatımıza küçük dokunuşlarla katkıda bulunuyor.
Kutsal kitap içinde yaşadığımız evren.
Kutsal emirler ruhumuza doğarken işlenmiş doğrular ( Öldürme, sevgi göster, sev, paylaş, çalma, aldatma vb )

Bunun dışındaki kitaplar resmen tanrı tarafından gönderilmemiş olma ihtimali bende daha ağır basıyor. Belki bazı ayetler gerçekten de Tanrı tarafından gönderildi. Ancak bu temelin üzerine insanlar yüzlerce ayet ekleyip bozmuş olabilirler.
Bilemiyorum..

Başka bir yazıda görüşmek ve tartışmak ümidiyle özgür kalın.

Yazının Diğer Bölümleri

Yazan: Karmaşık

SÜMER BİRA VE ALKOL TANRIÇASI NİNSAKİ

sümer mitolojisi, Sümerler, Biranın tarihçesi, Antik dönemde bira ve alkol, Ninsaki, Bira tanrıçası Ninsaki, Sümer tabletlerinde biranın yapılışı, Eski toplumlarda bira, Sümer efsaneleri, Sümer tabletleri,
BİRA VE ALKOL TANRIÇASI NİNSAKİ

Ninkasi günümüzde Irak'ta Dicle ve Fırat olarak bilinen büyük nehirler arasında yer alan Mezopotamya'da tapınılan Sümer bira ve alkol tanrıçasıydı.

Günümüzde bile ne kadar fazla insanın alkollü içki içtiğini, sevdiğini düşünürsek Ninkasi'nin de Mezopotamya tanrıları arasında çok sevilen bir tanrı olduğu açıktır.

TANRIÇADAN BİR HEDİYE : BİRA
Ninkasi antik dönem insanları tarafından tapılan tek bira tanrıçası değildi. Eski Mısır'da tanrıça Hathor ve Menket de birayla ilişkilendirilmişti.

Bira Ansiklopedisi'nde şöyle diyor:
"Mayalanmış içecek tanrıçalarının Afrika ve Hindistan'daki izole kabile grupları arasında görüldüğü gibi günümüze kadar hayatta kaldıklarını öğreniyoruz. Tüm biralara her ikisi de İnka medeniyetinin yükselişinden çok önce var olan dünya tanrıçası Mama Sara ve Pauchua Mama'ya edilen dualar ve sunulan teklifler eşlik ediyordu.

Tıpkı tanrıçaların insanlara bira armağan ettiğine inanıldığı gibi tarihsel olarak kadınlar bira yapıcıları olmuşlardır. Kadınların erkek egemen avcı-toplayıcı topluluklardaki güç ve statülerini korumak için bira yapma becerilerini kullandıkları açıktır. Modern dünyanın bazı uzak köşelerinde kadınlar hala bira yapımı sayesinde hâkimiyetlerine devam ediyor."

BİRA TANRIÇASI NİNSAKİ'NİN İLAHİSİ İLE BİRA TARİFİ
Ninkasi Uruk'tan bir kralın kızı ve Asurlarda iştar olarak bilinen Mezopotamya tanrıçası İnanna tapınağının rahibesiydi. Ninkasi'nin birkaç sorumluluğu vardı. Tanrı Enki’nin sekiz yarasından birini iyileştirmek zorunda kalan sekiz çocuktan biriydi ve her gün bira hazırlardı.

Irak'ta kazı yapan arkeologlar tarafından "Ninkasi'nin ilahisi" olarak bilinen antik bir şiir keşfedildi. Bir kil tablete yazılmış olan bu şiir aslında bira yapımını anlatan bir tariftir. Aynı zamanda bira üretimiyle kadınların haneye hem ekmek hem de bira sağlama konusundaki sorumlulukları arasındaki bağlantıyı ortaya çıkaran en eski kayıttır.

Bilindiği gibi kil tabletler Sümerler tarafından icat edilen en eski yazma sistemlerinden biriydi.


NİNSAKİ'NİN İLAHİSİ
Okumadan önce önemli not: Bappir bir tür antik Sümer ekmeğidir.

Akan suların kaynağı
Ninhursag tarafından şefkatle bakılıp ilgilenilen,
Akan suların kaynağı
Ninhursag tarafından şefkatle bakılıp ilgilenilen,

Kasabanı kutsal gölün yanında kurmak,
O senin için harika duvarlarını inşa edip bitirdi.
Ninkasi şehrini kutsal gölün yanında kurdu.
O senin için duvarlarını bitirdi.

Baban Enki, Lord Nidimmud.
Annen, kutsal gölün kraliçesi Ninti.
Ninkasi, baban Enki, Lord Nidimmud,
Annen, kutsal gölün kraliçesi Ninti.

Hamuru büyük bir kürekle işleyen tek kişisin,
Bappir çukurunda tatlı aromalar karıştırarak,
Ninkasi hamuru işleyen tek kişi sensin ve
Bir çukurun içinde bappiri bal ile çırpan,

Büyük fırında bappir yapan kişi sensin,
Kabuğu soyulmuş tahılları mayalayan,
Ninkasi, bappirleri büyük fırında pişiren sensin,
Kabuğu soyulmuş tahılları mayalayan,

Yerde duran maltı sulayan sensin,
Asil köpekler potentaları bile uzak tutuyor.
Ninkasi, yere düşen maltı sulayan sensin,
Asil köpekler hükümdarları bile uzak tutuyor.

Malt'ı bir kavanozun içine sokan sensin,
Dalgalar yükseliyor, dalgalar düşüyor.
Ninkasi, maltı kavanozun içine sokan sensin,
Dalgalar yükseliyor, dalgalar düşüyor.

Pişmiş püreyi büyük kamıştan hasırlara dağıtan sensin,
Serinlik üstesinden gelir,
Pişmiş püreyi büyük kamıştan hasırlara dağıtan sensin,
Serinlik üstesinden gelir,

İki eliyle büyük tatlı arpa mayasına sahip olan sensin,
Onu bal ve şarapla mayalayan
Sen, kabın tatlı mayası
Ninkasi, (...) Sen kaba giden tatlı maya

Hoş bir ses çıkaran filtre kabı,
Sen uygun şekilde büyük bir toplayıcı fıçıya yerleştirirsin.
Hoş bir ses çıkaran filtre kabı,
Sen uygun şekilde büyük bir toplayıcı fıçıya yerleştirirsin.

Sen toplayıcının fıçısından süzülmüş birayı döktüğünde,
Bu, Dicle ve Fırat'ın saldırısı gibidir.
Ninkasi, toplayıcının fıçısından filtrelenmiş birayı döken sensin,
Bu, Dicle ve Fırat'ın saldırısı gibidir.

BİRA SÜMER TOPLUMUNDA DEĞERLİYDİ
Amerika Arkeoloji Enstitüsü tarafından yayınlanan "Antik Bir Bira Mayalamak" dergisinde “kil tabletlerde korunan eski metinlerin en eski biranın Sümer yapımı olduğunu gösterdiğini, belirlediğimiz kadarıyla biranın Sümer toplumunda önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Tüm sosyal sınıflardan erkekler ve kadınlar tarafından bira tüketiliyordu.

Araştırmacıların derlediği Sümer ve Akad sözlüklerinde bira kelimesinin tıp, ritüel ve mit ile ilgili konularla ilişkili olduğu görülmektedir. "Bira salonu" kavramının 18. yüzyılda Hammurabi tarafından oluşturulan yasalarda özel bir şekilde ifade edildiği görülmektedir.”

Daha önceki bir yazıda da belirttiğim gibi bira ve mayalı içecekler eski toplumlarda o kadar popülerdi ki Sümerler'de işçilere maaş olarak bira veriliyordu. Benzer şekilde Mısır'lılar da birayı çok değerli bir içecek olarak kullanmışlardır.

Bira muhtemelen M.Ö. 7000'de Orta Doğu'da doğmuş olsa da antik Çinlilerin pirinç, bal ve meyveden yapılmış, Kui olarak bilinen biraya benzer bir içecek tükettiklerini unutmamak gerekir.

Diğer alkollü içeceklerin tarihi ise çok daha eski olabilir. Araştırmacılar eski uygarlıkların yaklaşık 10.000 yıl önce alkolü icat ettiğini düşünüyor.



Yazan: Anu

FİL SURESİNİN BİLİNMEYEN GERÇEĞİ

sizden gelenler, din, islamiyet, Fil suresi, Fil suresi gerçeği, Efrem'in ilahisi, Fil suresi ve Sasaniler, Fil suresinin alt metni, Fil suresi hakkında bilinmeyenler, Fil suresi ve anlamı,
FİL SURESİ'NİN ANTİ-SASANİ BAĞLAMDA ALT METNİ

Kuran'ın 105.suresi olan Fil Suresi , geleneksel İslami kaynaklara göre  Hristiyan Ebrehe ve ordusunun, Müşrik Araplar'ın o dönemde Putlar'la doldurduğu İslam'ın en Kutsal Mekanı olan Kabe'ye saldırması sonucu , Ebabil kuşlarıyla Ebrehe ve ordusunun saldırısını Allah'ın defedişini anlatmaktadır. Ebrehe'nin ordusunda kullandığı Fil/Filler nedeniyle bu adı almıştır. Oysa tarihsel açıdan delilden yoksun bu anlatım geleneksel anlatımın güvenilirliğini zedelemektedir. Üstelik fillerin Arabistan çöllerinde savaş için kullanılmasının Ebrehe gibi bir lider tarafından tercih edilmesi konusu hala büyük soru işaretidir.

Bu Sure'nin Makkabiler adlı apokrif kitaptaki Fil Ordusu ve Makkabiler motifiyle anlaşılması ve onun yeniden yorumlanışı olduğunun kabul edilimesi kolaylıkla problemi çözülecektir. Ebabil Kuşları ise melekler olarak anlaşılmalıdır ki direkt Arapça'daki anlamı Babil Kuşları demektir ve Jübileler Kitabı'nda bir Babil halkı olan Kildaniler ve İbrahim bağlamında yer almaktadır. Bütün bunları aktardıktan sonra Daniel Beck'in bu konu hakkında önerdiği Fil Suresi'nin Anti-Sasani perspektifinden alt metnine bakabiliriz.

FİL SURESİ'NİN ANTİ-SASANİ ALT METNİ

Kuran'ın 105.Suresi olan Fil Suresi yaygın bir Hristiyan tasviri olan ''zalim Pers ordularının yenilgisini '' Makkabiler-Fil  Ordusu hikayesindeki (Bkz: Makkabiler Kitapları) motiflerle resmetme uygulamasını sürdürüyor. Bu tür Makkabiler anlatılarında , Sasani yenilgisi ,  etrafı putperest Pers zulmüyle kuşatılmış inancında azimli  kulların, ilahi kurtuluşla ödüllendirilmesine bir örnek olarak kavramsallaştırılmıştır.

(Örnek Aziz Efrem'in memleketi Nusaybin'in kuşatılması hakkında ilahileri/ örnek bir ilahi için yazının sonuna bakınız.) .

Milattan Önce  312'de Makedonya İmparatorluğu'nun yıkılışından sonra kurulan imparatorluklardan biri olan Selevkos Hanedanlığı'ndan(Pers),  Sasani Hanedanlık'ının düşüşüne dek Hint Savaş Filleri Kraliyet Pers Ordusu'nun yaygın bir simgesi olmuştu.  Pers hükümdarları literatürde ''elephas maximus indicus'' olarak geçen Hint Savaş Filleri'ni Araplar'ın Sasaniler'i yıktığı 651 yılına değin savaş alanlarında kullanıyordu. Buna karşın Afrika Savaş Filleri'nin (Loxodanta African ) kullanımı, tarihsel olarak Milattan Önce 46'daki Kuzey Afrika'da gerçekleşen Tapsus Savaşı'ndan sonra kayda geçmemiştir. (Tabi Ebrehe'nin 570'de Mekke'ye yaptığı iddia edilen saldırı göz ardı edilirse)

Geç Antik Çağ Yakın Doğu'sunda,  savaş fillerini içeren bir ordunun yenilgisini ilan etmek bütün bu nedenlerden dolayı aslında Pers/Sasani ordusunun yenilgisini ilan etmek demekti.

Fil Suresi muhattaplarına , Allah'ın Pers askeri kuvvetlerine yakın zamanda nasıl zarar verdiğini hatırlatıyor. Allah'ın Sasani/Pers karşıtı duruşunun bir kehaneti olarak,  bu görünür işaret  (Pers ordularının yenilgisi) ,  şunu gösteriyor ki  şiddetli yargı zamanın Pers hükümdarı 2. Hüsrev'e karşı tümüyle açığa çıkacaktır. Yani Allah yakın zamanda yenilgiye uğrayan Pers ordusu üzerinden ileride 2. Hüsrev'in yeniden hüsrana uğrayacağını bildirmektedir.

Fil Suresi'nin 3. ayetindeki ''tayran ababil'' kavramının İslam geleneği içinde güvenilir bir açıklaması yapılmamıştır. (bu yüzden normal olarak anlamının ''kuş sürüleri '' olduğu söylenmiş veya Ebabil Kuşları olarak bırakılmıştır.) Oysa ifadenin basit okunuşu direkt ''Babil Kuşları'' dır ve Sasani hükümdarının melek ordularıyla kararlaştırılmış cezasını betimler.

Babil Kuşları tarafından cezalandırılma ,  Apokrif Jübileler Kitabı 11. Bölüm'de de görülmekte ve burdan kaynaklanmaktadır.  Bu öyküde şeytanî kuşlar  Keldani putperestleri cezalandırmakta,  bu azabı genç peygamber İİbrahim püskürtmekte ve böylece İbrahim'in Keldani Diyarı'ndaki itibarı artmaktadır. İbrahim bu cezalandırıcı Babil kuşlarını püskürtebilmektedir çünkü o kendini yalnızca Tanrı'ya adamaktadır(putperest değildir), Keldani putperestlerin aksine Tanrı'nın sadık  kuludur.

Fil Suresi'nin bu Jübileler Kitabı'na dayanan cezalandırma tasviri,  Pagan Sasaniler'in nasıl kendi zamanlarının Keldanileri olduğunu ve kararlaştırılmış cezadan kaçamayacaklarını veya onu püskürtemeyeceklerini  Tanrı'nın Babil Kuşları olarak betimlenen melek ordusunca hezimete uğrayacaklarını vurgular.Buna karşın Allah'ın kendi zamanlarındaki İbrahim benzeri olan kulları ( örneğin Kuran'ın peygamberi) , Allah'ın bu emri açığa çıktığında kurtulacaklardır.

Tarihsel olarak Fil Suresi'nin yakın zamanda yıkıma uğradığını hatırlattığı,  Sasani hezimeti İslam kaynaklarında geçen Arap kabileleriyle Sasani ordularının savaştığı Zu Kar Savaşı olabilir. Bu savaş 604-611 tarihleri arasında  kuzeybatı Irak'ta gerçekleşmiş ve Arap orduları Sasaniler'i  ilk kez yenmiştir. Bu denli bir savaşta Savaş Filleri'ni içeren devasa Sasani ordusu,  Kuran'ın peygamberi tarafından  ilk kez bu yenilgiyi tattığı için, Fil Suresi'nde bu yenilgi eli kulağında olan son yargının bir ön kehaneti olarak görülmüştür.

Ayrıca bu Makkabi tasviriyle anılan Fil Sahipleri (Sasaniler) 570 yılında 1. Hüsrev'in Anadolu'ya seferinde Bizans tarafından püskürtülmüş,  en büyük Sasani Şahı olarak anılan 1. Hüsrev Bizans tarafından yıkıma uğramış, ordusunu ve savaş fillerini gerisinde bırakarak başkent Tizpon'a kaçmıştır. Bu yüzden Kuran'ın bu Makkabi Kitabı'na dayalı olan Fil Sahipleri tasvirini Sasaniler için kullanması gayet doğaldır.

EFREM'İN İLAHİSİ

4. yüzyıl Süryani Azizi Efrem memleketine yapılan son Sasani İşgali'nin püskürtülmesini şöyle anlatır:
'' Kurtuluşunuzun günü sizi tembellikten uzaklaştırsın!  Duvarın tamamiyle kırıldığı , fillerin ezdiği,  mızrakların yağmur gibi uçuştuğu,  adamların yiğitçe öldüğü o günde,  göksel olanlar (inananlar) için bir görüm vardı. Günah orda savaştı;merhamet orda zafer kazandı;  şefkat hüküm sürdü yeryüzünde,  gözcü melekler haykırdı gökte! ''

Görüldüğü üzere, Efrem de Persler'in yenilgisini Kuran'daki gibi Makkabiler Kitabı'nda yer alan  Makkabiler'in Fil Ordusu'na Sahip Yunan ordularını yenerken yardıma gelen göksel güçlerle tasvir ediyor.

Kaynaklar: Ephrem the Syrian, Nisibene Hymns, Hymn 2, verse 17, tr. J. T. Stopford, Nicene, and Post-Nicene Fathers, Second Series, Vol. 13, eds. P. Schaff and H. Wace (Buffalo: Christian Literature Publishing, 1890)

SİZDEN GELENLER | Yazan & Çeviren: A-gnostic

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

KUR'AN'DA EŞCİNSELLİK VE EVLİLİK

Livata, Kur'an'da eşcinsellik, İslam'da eşcinsellik, din, islamiyet, İslam ve eşcinsellik, Gey ve müslüman, Kurana göre eşcinseller, A, Eşcinsellik ayetleri, Eşcinselliğin cezası nedir?,
İSLAMDA EŞCİNSELLİK VE EVLİLİK
Eşcinsel olmasam da hem eşcinsel olup hem de müslüman olan, hatta absürd bir şekilde İslamiyeti savunup ağzından Allah'ı düşürmeyen eşcinsel arkadaşların gerçeği görmesi için bu makaleyi yayınlamakta fayda görüyorum. Bir insanın celladına "adamsın be" demesi gibi bir şeydir gey olup İbrahimi dinleri, İslam'ı savunmak ve hatta dindar takılmak. Çünkü eşcinsellerin helak edildiğini ve cehennemlik olduğunu anlatır İslamiyet.

İslam eşcinsel eylemlerin yasaklanması konusunda oldukça açıktır. İslam alimleri Kur'an ve Sünnet öğretilerine dayanarak eşcinselliğin yasak olduğu ile ilgili şu nedenleri gösteriyor:
  • Tanrı'nın insanları yarattığı “doğal” halleri ile çatışıyor (Bilim gösteriyor ki psikolojik etkiler sonucu eşcinsel olanları saymazsak doğuştan eşcinsel olarak doğanlar da var. Yani eğer yaratan Allah ise, onu eşcinsel olarak yaratan da o. Kendi yarattığı şeyi "yokmuş gibi" görüp onları cezalandıracağım demesi absürd bir durum)
  • Ailenin ve evlilik kurumlarının yıkımına neden oluyor (Ne alaka anlamadım, ben evli barklı biriyim, bir de oğlum var. Demekki eşcinseller yuva dağıtmıyor çünkü çevremizde hatta işyerimde bile eşcinsel arkadaşlar var. Yuvamı yada başka yuvaları nasıl yıksınlar ki? Eşcinselsen eşcinselsindir, değilsen değilsindir, 2x2=4. Yani hetero olan biri için eşcinsel ne gibi bir tehlike oluşturabilir ki yuva yıksın? :) Hetero olan adam karısını bırakıp adama mı bakacak mesela?)
  • İnsanların Tanrı'nın yaşamın diğer alanlarındaki rehberliğini göz ardı etmelerine yol açıyor (Buna neden olan bundan daha güçlü yüzlerce neden sayabilirim. En başta Kur'an'daki hatalar, bilimle çelişen ayetler, Muhammed'in özel hayatının anlatılması gibi durumlar İslam'ın tanrısını ve söylediklerini göz ardı etmeye zaten yeter)
İslami terminolojide, eşcinsellik alternatif olarak al-fahsha '(müstehcen bir eylem), shudhud (anormallik) veya' amal qawm Lut (Lut Halkının davranışı) olarak adlandırılır. İslam müslüman olanların eşcinsel olmalarını ve olanları desteklemesini yasaklar.

KUR'AN'DAN
Kur'an, İncil'in Eski Ahitinde paylaşılan hikayeye benzeyen Lut (Lot) halkının hikayesini anlatır. Yaygın eşcinsellik içeren müstehcen davranışlarından dolayı Tanrı tarafından tahrip edilmiş bir ulus olduklarını söyler.

Bir peygamber olarak Lut'un bu konuda halkına vaaz verdiği anlatılır:
Lut'u da gönderdik, milletine "Dünyalarda hiç kimsenin sizden önce yapmadığı bir hayasızlığı mı yapıyorsunuz? Siz kadınları bırakıp erkeklere yaklaşıyorsunuz, doğrusu çok aşırı giden bir milletsiniz" dedi. [A'raf Suresi]

Başka bir ayette Lut'un onlara şunları söylediği anlatılır:
Kardeşleri Lut, onlara: "Allah'a karşı gelmekten sakınmaz mısınız? Doğrusu ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden bir ücret istemiyorum; benim ecrim ancak Alemlerin Rabbine aittir. Rabbinizin sizin için yarattığı eşleri bırakıp da, insanlar arasında, erkeklere mi yaklaşıyorsunuz? Doğrusu siz azmış bir milletsiniz" dedi. [Şuara Suresi]

Efsaneye göre insanlar Lut'u reddetti ve şehirden attılar. Buna cevaben Tanrı onları, onların itaatsizliklerinin bir sonucu olarak helak etti.

Konuyla ilgili birkaç hadis:

‘Lut kavminin amelini (livatayı) yapanları bulduğunuz zaman livata yapanı da, kendisine livata yapılanı da öldürün’ buyurdu.”
[Ahmed bin Hanbel Müsned 1/300, Albânî Sahihu’l-Cami 6565]

Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Allah, erkeğe yahut kadına arkasından gelen kimseye asla bakmaz’ buyurdu.”
[Nesei İşretü’n-Nisa 115, Tirmizi 1165, İbnu’l-Carud 729, İbni Hibban 4203, Albânî, Zifaf 105]

İSLAM'DA EVLİLİK
Evlilik kurumu, tüm insanların içinde yaşadığı doğal devlet olan İslam toplumunun temeli olarak kabul edilir. Kur'an her şeyin birbirini tamamlayan çiftler halinde yaratıldığını açıklar. Erkek ve dişinin eşleştirilmesi bu nedenle insan doğasının ve doğal düzenin bir parçasıdır (tabi burada tanrının yine kendi yarattıklarından haberi yokmuş gibi bir durum var. Çünkü bazı hayvanların eşcinsel olduğunu, bazı hayvanların erkek erkeğe çiftleşmeyi deneyip erkeğini zorla dişiye çevirip onu kullandığını, hatta komik bir şekilde bazı hayvanların diğerinin kafasını becerdiğini bile biliyoruz -bazı balina türlerinde görülür-).

Evlilik ve aile bir insanın duygusal, psikolojik ve fiziksel gereksinimlerinin karşılanması için İslam'dan kabul görmüş bir uygulamadır. Kur'an karı koca ilişkisini sevgi, hassasiyet ve destek olarak tanımlar deseler de kadının dövülebildiği, mirastan az pay aldığı, tek başına şahitliğinin yetmediği gibi onlarca nedenden ötürü bu durum biraz çelişkilidir.

EŞCİNSELLİĞİN CEZASI
Müslümanlar genel olarak eşcinselliğin şartlanma ya da maruz kalmadan kaynaklandığını ve eşcinsel dürtüyü hisseden bir kişinin değişmeye çalışması gerektiğine inanır. İslam'da eşcinsel dürtüler hisseden ancak bunlara karşı hareket etmeyen insanlara karşı hukuki bir yargı yoktur densede şeriatla yönetilen ülkelerde bu insanların binaların çatılarından aşağı atıldıklarını, türlü işkenceler yaşadıklarını çokça gördük.

Birçok Müslüman ülkede eşcinsel olanlar mahkum edilmek ve yasal olarak cezalandırılmak zorundadır. Hapis ya da kırbaçlama ya da ölüm cezasına kadar değişen cezalar içerir. Bazı hukukçular İslam'da ölüm cezası yalnızca toplumu bir bütün olarak yaralayan en ağır suçlara mahsustur deseler de eşcinselleri öldürmekten geri kalmıyorlar.

Bununla birlikte eşcinsel suçların tutuklanması ve cezalandırılması çok sık görülmez çünkü İslam'ı baskın şekilde yaşayan ülkelerdeki insanlar ulu orta, eşcinsel olduğunu belli etmez, kişiliklerini gizlerler. Bazı İslam ülkelerin kamusal alanda bir "suç" gerçekleştirilmezse birey ile Tanrı arasındaki bir sorun olarak görülür.

Uzun lafın kısası, İslam ülkelerinin bazıları eşcinseller ne halt yiyorsa yesin yeterki gözüme görünmesin derken, bazıları "yakalarsam muahhh" der ve cezalandırır. En önemlisi ise Kur'an onların cehennemlik olduğunu ve "normal olmadıklarını" söyler.

Aslında Kur'an'a bakıldığında eşcinsel olanların öldürülmesini uygun gördüğü çok açıktır.
O yüzden müslüman olan eşcinsel arkadaşları gözlerini açmaya, gerçeği görmeye davet ediyorum.

Yazan: A.Kara

POCAHONTAS GERÇEKTEN YAŞAMIŞ BİRİ MİYDİ?

Pocahontas, tarih, Pocahontas gerçek mi?, Tarihi karakterler, Sömürgeci İngilizler, İngiliz kolonileri, Amerikan yerlileri, Kızılderililer, Pocahontas'ın hikayesi, A, Powhatan,
POCAHONTAS (MATOAKA)

Pek çoğumuz Pocahontas'ı duymuşuzdur, hatta bir dönem ülkemizdeki birçok çocuk onun çizgifilmini izleyerek büyümüştür. Ancak öyküsü Walt Disney'in 1995'te yayınladığı animasyon filminde anlatıldığı gibi değildir. Pocahontas Kızılderili bir kadındı ve asıl adı Matoaka (Amonute olarak da bilinir).

Canlı ve meraklı doğası nedeniyle kabilesi tarafından ona "oyuncu, zıpır" anlamına gelen "Pocahontas" takma adı verildi. Yaklaşık 1595 doğumlu olan Pocahontas Virjinya, Jamestown'daki sömürge yerleşimi ile olan ilişkisiyle bilinmektedir ancak kısa bir süre için de olsa tarihi değiştiren bu sıradışı kadın hakkında araştırmacıların elinde çok fazla bilgi bulunmamakta.

Araştırmacıların edindiği bilgiler başkaları tarafından yazılmış ve bu yazılarda Pocahontas'ın kendi düşünce ve hisleri kayda geçirilmiştir.

Pocahontas, İngilizler tarafından "Kral" veya "Baş" olarak adlandırılan ve erken sömürgecilerin karşı karşıya kaldığı ana siyasi ve askeri gücü yöneten olağanüstü güçlü lider Powhatan'ın (1545-1618) kızıydı. Powhatan'ın şefliği sırasında Kızılderililer zirvedeydi, 25.000 civarında bir nüfusa sahipti ve 30'undan fazla Algonkin dili konuşan kabile içeriyordu - her biri kendi şeflerine sahipti. Powhatan Kızılderilileri vatanlarına "Tsenacomoco" adını verdiler.

Sömürgeci İngilizler Mayıs 1607'de Jamestown'a gelip yerleştiklerinde Pocahontas yaklaşık on bir yaşındaydı. Pocahontas büyük oranda Nisan 1607’de yüzlerce yerleşimciyle birlikte Virginia’ya gelen İngiliz sömürgeci Kaptan John Smith ile ilişkilendiriliyor. Aralık 1607’de Smith Chickahominy Nehri’ni keşfederken Powhatan’ın küçük kardeşi Opechanough tarafından düzenlenen bir av partisi sırasında yakalanıp ele geçiriliyor ve Powhatan'ın Werowocomoco'daki başkentine getiriliyor.

Tarihçiler Pocahontas'ın Smith ve Jamestown kolonisi ile dost olduklarını doğruladılar. Sık sık yerleşimi ziyaret ettiği ve oradaki çocuklarla oyun oynadığı yazılmış. Sömürgeciler açlıktan ölmek üzereyken Pocahontas Smith'i serbest bıraktı, dört ya da beş günde bir defa olmak üzere de kolonisini ziyaret etti ve onlara yiyecek taşıdı. Bu sayede bir çok İngiliz sömürgecisinin açlıktan ölmesini engelledi.

Fakat sömürgeciler yerleşimlerini daha da genişlettikçe Powhatan topraklarının tehdit altında olduğunu hissetti ve çatışmalar yeniden patlak verdi.

1609'un sonlarında barut patlamasından kaynaklanan bir yaralanma Smith'i tıbbi bakım için İngiltere'ye dönmek zorunda bıraktı. İngilizler Powhatanlara Smith'in öldüğünü söyledi. Pocahontas bu anlatılanlara inandığı için sonrasında Jamestown'u ziyaret etmeyi bıraktı. Çok sonraları John Rolfe'in karısı olarak oraya gittiğinde Smith'in aslında ölmediğini ve İngiltere'de yaşadığını öğrenecekti.


Pocahontas 18 yaşındayken İngilizler tarafından yakalanarak rehin alındı ve fidye için kullanıldı. Onu elinde tutan İngilizler karşılığında babasından elinde tuttuğu bütün İngiliz sömürgecileri serbest bırakmasını istedi.

Pocahontas yakalandıktan sonra Jamestown'a getirilmişti. Daha sonra ne olduğu tam olarak belli değil ancak bazı metinlere bakıldığında Richmond yakınlarındaki küçük bir İngiliz yerleşimi olan Henrico'ya götürüldüğü anlaşılıyor. Babası kızının yakalandığını ve fidye bedelini öğrendiğinde onun serbest bırakılması için İngilizlerin birçok talebini kabul etti. Hemen müzakereler başladı.

Bu sırada Pocahontas Henrico'da yaşayan Rahip Alexander Whitaker'ın sorumluluğuna verilmişti. İngilizce konuşmayı, onların din ve geleneklerinı öğreniyordu. Pocahontas için her şey olmasada birçok şey Powhatan dünyasından farklıydı.

Dini öğretisi sırasında Pocahontas dul bir erkek olan John Rolfe ile tanıştı ve çift 1614'te evlendi. Fakat bu gerçekten onun istediği bir şey miydi? Bu soruların cevabı Pocahontas'ın yaşam hikayesinin hangi versiyonuna güvendiğimize bağlıdır.
Bütün İngiliz kayıtları onun ve Rolfe'un aşık olduklarını ve evlenmek istediklerini belirtirken, diğer kaynaklar onun bu İngiliz adamla evlenmeye zorlandığını iddia ediyor.

Evlilik sonrasında Pocahontas için hayat kesinlikle değişmişti. Thomas adında bir oğlan doğurdu, Hristiyan dinine tabi edildi ve "Rebecca" ismi verilerek vaftiz edildi. Bu evlilik "Pocahontas Barışı" denen bir sürece yol açtı. Bu süreçte İngilizlerle Powhatan yerlileri arasındaki çatışmalarda bir durgunluk oldu. Rolfe ailesi ise 1616'da İngiltere'ye taşındı.

Bir anda her şey sona erdi. 1617'de Rolfe ailesi Virjinya'ya geri dönmeye hazırdı. Thames Nehri'nden aşağıya doğru yolculuk ederken ağır hasta olan Pocahontas'ın karaya çıkarılması gerekiyordu. Pocahontas'ın hastalığına neden olan şey belirsizdi ve Gravesend kasabasında öldü ve 21 Mart 1617'de Aziz George Kilisesi'ne gömüldü. Öldüğünde sadece 21 yaşındaydı.

Birçok tarihçi zatüre gibi üst solunum yolu rahatsızlığından muzdarip olduğuna inanırken diğerleri onun bir çeşit dizanteriden öldüğünü düşünüyor.

John Rolfe Virjinya'ya döndü ancak genç ve hasta olan Thomas'ı İngiltere'deki akrabalarıyla terk etti. Bir yıl içinde Powhatan da öldü. Böylece "Pocahontas Barışı" yavaş yavaş bitmeye başladı. Onun insanları (kızılderililer) için hayat asla tekrar aynı olmayacaktı.

Pocahontas'ın mirası yaptığı evliliğinin Jamestown yerleşimcileri ile Amerikan yerlileri arasındaki anlaşmazlığı durdurmasıydı. Ne var ki bu süreç tekrar canlanacaktı.

Kaynaklar:
Helen C. Rountree - Pocahontas, Powhatan, Opechancanough: Three Indian Lives Changed by Jamestown
Sarah J Stebbins - Pocahontas: Her Life and Legend
Wikipedia

Yazan: A.Kara

İZMİR'DEKİ 2.400 YILLIK ANTİK TİYATRO KAZILARI

Türkiye'deki antik yerler,İzmir antik tiyatrosu,Türkiye tarihi yerler,Tarihi İzmir tiyatrosu, Arkeoloji, Arkeolojik keşif, A,
TÜRKİYE'DE YATAN ESKİ TARİH: İZMİR'İN ANTİK TİYATROSU

Kazı yapan araştırmacılar İzmir'in kentsel alanı içinde bulunan bir tepe olan Kadifekale'nin yanında yer alan yaklaşık 2.400 yıllık antik kentin tiyatrosunun bir kısmını ortaya çıkardılar.

Kazılar sırasında İzmir Tiyatrosu'nda hayranlık uyandıran arkeolojik keşiflere imza atıldı. Bu kazıda dönemin ünlü sanatçılarının görünümünü gösteren pişmiş toprak figürleri buldular.

DEÜ Arkeoloji Bölümünün ve İzmir Antik Kent Kazı şefi Prof. Dr. Akın Ersoy yaptığı açıklamasında Kemeraltı ile Kadifekale arasındaki bölgenin İzmir'in 8.000 yıllık yerleşim tarihinin son zinciri olduğunu söyledi.

Tiyatro yaklaşık 19.000 kişilik bir kapasiteye sahipti ve üçüncü yüzyılda inşa edilmişti. Yapı 700 yıl boyunca halka hizmet etmişti ve birçok oyuna, dini ayine ev sahipliği yapmıştı.

Antik tiyatroda kazılar 2012 yılında başlamıştı ve bu kazılarla bulunan birçok görkemli yapı şehirler arasındaki rekabetin ilk izlerini ortaya çıkarmıştır. Prof. Ersoy’un da dediği gibi İzmir tiyatrosunun büyüklüğünün Efes’teki tiyatronun büyüklüğü ile rekabet edebileceği ve yapının özelliklerinin dönemin sosyal, kültürel ve politik yaşamına ışık tuttuğu gayet nettir.


Konuyla ilgili Prof. Dr. Akın şöyle diyor:
“Bu bir tiyatrodur ve oyunlar burada sahnelenmiştir. Arkeolojik kazılarda birçok figürün parçasını bulduk. Oyuncuların figürlerinin onların hayranları olan insanlar tarafından tutuldukları açıktı.

Bu tür figürler tiyatrolarda görülebilir. Geçmişte fotoğrafın olmadığını düşünürsek o dönemde yaşayan ve hayran olan insanların anılarını saklamasının bir yoluydu bu. Örneğin İzmir Agora'daki duvarlara resimleri ile birlikte gladyatörlerin isimleri yazılmıştı. Onları seven ve destekleyen bazı insanlar olduğu anlaşılıyor. Onları bir hayran kulübü olarak tanımlayabiliriz.

Ancak İzmir Tiyatrosu'nun sadece sanat etkinliklerine değil sosyal toplantılara ve ayinlere de ev sahipliği yaptığını belirtmek önemlidir. İzmir, Batı Anadolu’da inşa edilen en büyük yedi St.Jean kilisesinden birini barındıran ve ilk Hristiyan topluluklarına ev sahipliği yapan şehirlerden biridir. Bir Hristiyan piskoposu ve toplumun liderlerinden olan Polikarp da ikinci yüzyılda bu bölgede yaşamıştır.

Burada MS. 2.yy'da, Paganizm döneminde Romalıların inandığı tanrılar bulunmakta. Kıtlık olduğu zaman tanrılarına dua ediyorlardı. Fakat işe yaramıyordu. İnsanlar Polikarp'ın bu duruma bir çözüm bulmasını istediler. Bunun üzerine o da İzmir Tiyatrosu dua etmeye gitti. Daha sonraki yıllarda ise Polikarp öldürülmüştü."

Yazan: A.Kara

ESKİMO TANRISI IGALUK

İnuit mitolojisi, eskimo mitolojisi, Eskimo tanrıları, Igaluk, Eskimo hikayeleri, Eskimo efsaneleri, A, mitoloji, Ay ve Güneş, Güneş tutulması, Antik inanışlar, Eskimolar,
DOĞA OLAYLARINI YÖNETEN GÜÇLÜ ESKİMO AY TANRISI IGALUK

Eskimo halkının ay tanrısı İgaluk'tur fakat bu onun birkaç isminden sadece bir tanesidir. Kanada'nın Kuzey Kutup bölgeleri, Alaska ve Grönland'da Aningan (Anningan) olarak bilinir ve yaşayan yerli halklara göre o doğa olaylarını yöneten en üstün ilahi varlıktır.

Pratik olarak her şeye hükmeder ve İnuit halklarının pantheonundaki en güçlü tanrılardan birini temsil eder.

İnuit inancında güzelliği, tutkusu ve cesareti ile tanınan güneş tanrısı Malina Igaluk’un kız kardeşidir ve onu çok sever. Fakat bu her zaman birlikte olmak zorunda oldukları anlamına gelmez. Bu ikili hakkındaki efsaneler değişkenlik gösteriyor ama ortak bir noktaya sahipler: Malina Igaluk'tan sonsuza dek kaçıyor.

Güzel bir İnuit efsanesi çok yakın olan, gençken birlikte oynayan ve gülen bu kardeşler hakkında bir hikaye anlatır. Çok uzun zaman önceydi, İgaluk ve kız kardeşi ölümlülerdi ve kuzeye uzak bir köyde yaşıyorlardı. Büyüdükçe ayrı yaşamaya başladılar.

Bir gün artık çocuk olmayan Igaluk etrafındaki kadınlara bakmaya başladı ve gözleri kız kardeşinin üzerine düştü. Onun en güzeli olduğuna kanaat getirdi.


Bir gece herkes uyurken kadınların çadırına gizlice girip kız kardeşine zorla sahip olmaya kalktı. Malina karanlık olduğu için saldırganın kim olduğunu tanıyamadı ancak ertesi gece için hazırdı.

Yine aynı şey olduğunda parmaklarını lamba isiyle kapladı ve gece tekrar gelen ziyaretçinin yüzünü onunla lekelendi.

Daha sonra lamba tekrar yandığında ırzına geçmeye kalkan gizemli adamın sevgili erkek kardeşi Igaluk olduğunu öğrenince şaşırdı.

Artık mantıklı davranamaz ve düşünemez hale gelen Malina çok utandı ve büyük hayal kırıklığı yaşadı. Meşalesini aldı ve gecenin karanlığına doğru kaçtı. Igaluk peşinden koştu, koşarken özür dilediğini haykırıyor ve af diliyordu. Fakat kız kardeşi onu dinlemedi. Elinde yanan bir meşale ile koşmaya devam etti, İgaluk da aynını yaptı ama meşalesini düşürdü. Alev kayboldu ve geriye sadece hafif bir parlama kaldı.

Kovalamaca uzun süre devam etti, ikisi de o kadar hızlı koştular ki sonunda gökyüzüne yükselerek ay ve güneş oldular.

İnanışa göre şimdi ikisi de cennetteler fakat iki ayrı odada yaşıyorlar ve sonsuza dek ayrı kalacaklar.

Igaluk yani Ay o zamandan beri parlayan kız kardeşi Güneş ile sadece bir güneş tutulması sırasında karşı karşıya geliyorlardı. Güneş’in ışığı daha ılık ve daha güçlüydü ve Ay onunla asla yarışamazdı çünkü ışığı çok daha soğuk ve zayıftı.

Bu efsane muhtemelen aile içi ilişkiyi doğru bulmayan bir İnuit topluluğunun uydurmasıdır. Bu efsaneyle hem bunu doğru bulmadıklarını, hem de bu durumun sonuçlarının sonsuz ayrılık gibi acı sonuçlarının olacağını vurgulamak istemiş ve bunu da Güneş tutulması ile betimlemiş olabilirler.

Kaynaklar:
Cotterell, A. A Dictionary of World Mythology
Freuchen P.  Book of the Eskimos

Yazan: A.Kara

CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI

mitoloji, tarih, Antik tarih, Cermen Hayalet Savaşçıları, Alman efsaneleri, Cermen mitolojisi, Alman mitolojisi, Roma imparatorluğu, Roma ve Cermen savaşları, A,
ROMALILARIN EN BÜYÜK ASKERİ YENİLGİSİ VE ANTİK CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI EFSANESİ

Derin, karanlık ve yoğun ormanları hızla ve sessizce geçtiler. Ne görüldü ne de duyuldular. Çeşitli ölümcül silahlarla eğitilmiş olup Romalılara karşı en büyük orduyu oluşturan bu hayaletlere bugün elit savaşçılar deniyor. Efsaneye göre Romalı askerler ne olduğunu anlayana kadar Germen hayalet savaşçıları hava şeffaf bir şekilde görünüyor göz açıp kapayıncaya kadar Romalıları öldürüp karanlıkta kayboluyorlardı.

Düşmanlarıyla yüz yüze gelen Vikinglerin aksine Cermen hayalet savaşçılar doğadan ve sürpriz unsurlarından yararlandılar. Ham bir yöntem olabilirdi ama kesinlikle başarılı bir askeri taktikti. Eski Romalılar bölgelerine girdiklerinden kısa bir süre sonra Cermen hayalet savaşçılarının hiç kimseye boyun eğmediğini ve böyle bir niyetleri olmadığını öğrendiler.

CERMEN HAYALET SAVAŞÇILARI KİMLERDİ?
Birinci yüzyılın ilk on yılında Almanya bugün olduğundan çok farklıydı. Ülkeye dağılmış çeşitli kabileler, gevşek bir şekilde yapılandırılmış topluluklar yaşadı. Birbirlerinden bağımsız olmalarına rağmen özgürlüğü her şeyden daha önemli olarak değerlendiriyorlardı. Bundan dolayı bir istila ile karşılaştıklarında kendilerini örgütlediler ve farklılıklarını bir kenara bırakıp düşmanlarına saldırdılar.

Romalılar için eski Cermen savaşçıları korkunç vahşi adamlardan başka bir şey değildi ve doğal olarak Barbarlardı. Ancak “Barbarlar” terimi günümüzde büyük ölçüde yanlış kullanılmaktadır. Modern zamanlarda sık sık Barbarların medeniyetten yoksun veya kötü insanlar olduklarını söylüyorlar. Ancak kelimenin gerçek anlamı unutuldu. Bu kelime eski Yunanistan'dan gelmektedir ve başlangıçta yalnızca Yunanca bilmeyen insanlara atıfta bulunmak için kullanılmıştır (Bir nevi Yunanlıların kendini üstün görüp diğerlerini aşağılaması, ırkçılık durumu).


ESKİ ROMANIN EN BÜYÜK ASKERİ FELAKETİ: TEUTOBURG ORMANI SAVAŞI
Roma İmparatorluğu kısa süre sonra kuzey-orta Avrupa'daki coğrafi bölgenin fethedilmesinin son derece zor olacağını fark etti. Bölge çoğunlukla Cermen kabileleri tarafından işgal edilmişti fakat bölgede aynı zamanda Keltler, Baltlar, İskitler ve daha sonraki süreçte Erken Slavlar da vardı.

Eğitimli Romalı askerler ile ağır silahlar kullanan Cermen savaşçıları arasındaki çatışma korkunçtu.

Mitolojisi sihir ve şeytani karanlık güçlerin gücü ile ilgili hikayelerle dolu eski Romalılar gibi bir medeniyet için Teutoburg Ormanı çok yabancı ve korkutucu bir bölge olmalıydı. 9 Eylül'de Teutoburg Ormanı Savaşı sırasında üç Romalı lejyon Romalılarla savaşmak için bir grup Cermen toplayan Çerusker şefi Arminius tarafından yenildi.

Cermen kabileleri bir zaferden daha fazlasını başardı. Üç Roma lejyonunu tamamen imha ettiler. Çok az Romalı asker sağ kurtuldu fakat kurtulanlar da köle oldu. Romalıların katliamı İmparatorluğu daha dikkatli davranmaya itti. Zaman zaman yapılan baskınlar ve seferler olsa da Romalılar bir daha asla Ren Nehri boyunca geçemediler.

HAYALET SAVAŞÇILARIN SİLAHLARI
Roma askeri birlikleri eğitimli ve düzenliydi. Büyük cesaret sahibi bu askerlere duyulan saygının bir belirtisi olarak 'Merih lejyonu veya Merihliler' adı verildi.

Disiplinli Romalı askerlerinin Cermen savaşçıların yarattığı kaostan tamamen etkilendiği anlaşılıyordu. Cermen kabileleri, mızrak, sapan, cirit ve ilkel ama etkili olan tokmak gibi çeşitli silahlar kullanıyorlardı.

Adrian Ambrose'nin Antik Roma Tarihi adlı kitabında yazdığı gibi Cermen savaşçılar asla birleşik ve yapılandırılmış ordulara sahip olarak mücadele etmediler. Savaşları geniş şekilde yapılandırılmış bir saldırı planı olan topluluklar olarak savaşan yüzlerce savaşçıdan oluşuyordu. Yani saf bir kaos..

Saha ve askeri harekat düzeninde savaşmaya alışkın olan organize Roma ordusu için bu bir kabustu.

Tarih kayıtlarının yazdığı gibi Romalılar eski Cermen hayalet savaşçılarıyla karşılaşırlar ve bu birçok insanın ölümüne neden olan yıkıcı bir andır. Yani aslında bu efsanenin kaynağının Roma'nın şaşkılığı sonrası ortaya çıktığı nettir, dönemin Cermen savaşçılarına hayalet benzetmesi yapıp bunu bir efsane haline getirmişler. Romanın kaderi güçlerini birleştiren ve onları ülkelerinden kovan Cermen kabilelerinin saldırdıkları gün mühürlenmişti.

Kaynaklar:
Ambrose Adrian - Ancient Roman History, Barbarians at the Gate: Ghost Warrior: Ancient Rome VS Germanic Barbarian
Peter S. Wells - The Battle That Stopped Rome: Emperor Augustus, Arminius, and the Slaughter of the Legions in the Teutoburg Forest

Yazan: A.Kara

NASIL PARÇACIK OLDUM ? | 3

Dinden çıkış hikayesi,İslamdan çıkış süreci, İslamı neden terk ettim?, Karmaşık, Kur'an nasıl yazıldı?, Nasıl parçacık oldum 3, din, islamiyet, Muhammed'in ölümü sonrası kavgalar,Peygamberlik,
Koyu bir sünni iken izlediğim videolar ve okuduğum kitapların etkisi ile yaşadığım inanç serüvenini anlatmaya devam ediyorum ;

Ve hemen hemen her düşünen insanın geçtiği yollardan geçtim.
Nedir bu yollar ?

Muazzez İlmiye Çığ
  • Sümerler ve dinlerin tarihi
  • Sümerli Ludingira
  • Kuran, Incil ve Tevrat

Turan Dursun
  • Kutsal kitapların kaynakları 
  • Din bu

Arif Tekin
  • Muhammed’in Ölümü
  • Sümerlerden Islam’a Kutsal kitaplar ve dinler
  • Bilinmeyen yönleri ile Kur’an

Din ve Mitoloji
  • Muhammed gerçekten yaşadımı?
  • Muhammed’in cinayetleri ( Olayları biliyordum ancak hiç bu açıdan bakmamıştım )
  • İlk dinden dönenler katiplerdi
  • Al-ilah

Ve daha bu konuda daha az bilinen bir sürü makale ve kitaplar..

Bu kadar hızlı geçen değişim sürecimde kendimi bir seyirci gibi izliyordum.

Acaba bu adam ne yapacak? Sonuca varacak mı? Yaşadığı düşünce ve inanç karmaşasının izahını yapıp duruşunu netleştirebilecek mi?

Benim için rahatlatıcı olan ise , izlediğim adamın ( Kendimin ) yalan söyleyip söylemediğini net olarak biliyor olmam ve ben (içimdeki beni) bir izleyici olarak O’nun üzerinde hakim ve yönetici konumda bulunuyor olmam. Yani yanlış yola girdiğini hissettiğim anda kendimi uyarabiliyor olmak benim rahatlama noktam.

Bence ben artık varlığıma bir açıklama getirmek, en azından yorumlamak durumundaydım.
Peki..

Bunu ben istedim. Hoş! Sanki ben herşeyi biliyormuşum gibi kendime karşı sağlam bir şekilde duruyordum. İçimdeki ben ile oturup bu konuyu konuşmak zorundaydım.

Sessizliği ilk ben bozdum. Ben bozdum çünkü biliyordum ki, içimdeki ben her görüşe açık ve iyi bir dinleyicidir. İyi tanıyorum O’nu.
  • Haydi herşeyi masaya yatıralım ve bir analiz yapalım. Çünkü bizim derleyip toparladığımız bu bilgileri ancak akıl yardımı ile bir anlam katabiliriz. Bunun tek yolu ise tarafsız bir şekilde tüm bilgileri masaya yatırıp olasılıklar hakkında fikir yürütmek.


MASAYA YATIRDIKLARIM
Tüm öğrendiğim bilgiler ışığında henüz bir karara varmış değilim. Ancak lokalden genele doğru bir yol alacağım bu izahı yapmaya çalışırken.

1 – Allah (cc) var, peygamberleri gerçekten göndermiş. Ancak insanlar dinleri değiştirmişler.

Allah (cc) var, Hz. Muhammed gerçekten peygamber olarak gönderilmiş. Kitap yazılmış, ancak Osman zamanından başlayarak Emeviler ve Abbasiler dönemlerinde Kuran’a eklemeler yapılmış, üzerine hadislerde eklenmiş. Yani aslında Kur’an bugün elimizde olandan çok daha az sayfaları olan bir kitap. Çünkü bazı ayetler varki hakikaten ilahi olduğunu hissediyorsunuz ruhunuzun derinliklerinde. Ancak bazı ayetler var ki bir çok çelişki baındırıyor. Ve mantık hataları içeriyor.

Bu varsayıma göre Hz. Muhammed gerçekten peygamber olarak görevlendirilmiş. Görevini de yapmış. Ancak insanlar O’nun vefatından hemen sonra, atalarının öğretileri doğrultusunda hareket ederek dini kendi istekleri doğrultusunda anlamlandırmaya çalışmışlardır. Ebubekir ile Ömer’in birlikte kumpas kurarak Hz.Muhammed’i zehirleyerek yaşamına son vermişler. Ve daha Hz. Muhammed defnedilmemişken iktidar kavgasına girişmişlerdir.

Şimdi bu durumda, bu insanların ( Ashabın ) islamı iyi anlamış ve uygulamış olacaklarına nasıl güvenebiliriz?

Adamlar daha peygamberlerini defnetmeden iktidar kavgasına girişmişler. Hz. Ömer hakkında aşırı hırslı olmasından kaynaklı bir çok suikast ve komplonun mimarı olarak söz ediliyor. Bu durumda bu insanlar Hz. Muhammed’e ve getirdiği kitaba aslında iman etmemiş , sadece iman etmişler gibi görünmüşler izlenimi veriyor.

…. Bir dakika oğlum hemen coştun. Dur bakalım.
Sen bu bilgileri neye göre yazıyorsun buraya? Delilin nedir?

Hadisler..
Başka ?
Tarih kitapları.
Başka ?
Günümüz tarihçilerinin kitapları.
Bu kadar mı?
Evet.

… Olmadı bunlar yeterli değil.

Eee? Yani bu durumda oturup herkesin inandığı gibi yapıp hayata devam mı edelim? O dönemde ne olmuş acaba? Bunu nasıl öğrenebiliriz?

Bu durumda 1 numaralı maddeyi yeniden ele almam gerekiyor.

1 – Allah (cc) var, peygamberleri gerçekten göndermiş. Ancak insanlar dinleri değiştirmişler.

Hz. Muhammed Kuran’ı getirmiş ancak insanlar Emeviler ve Abbasiler döneminde dinin bir çok kuralını değiştirmişler. Adına asrı saadet denilen bir dönem yaşanmış ve döneme ait her hangi bir kayıt elimizde maalesef yok. O döneme ait en yakın bilgi Hz. Muhammed’in vefatından yaklaşık 200 yıl sonra hadisleri toplayıp yazan Buhara şehrinde yaşamış olan Buhari’nin hadis kitapları var.

200 yıl.. İki yüz yıl.. Yahu anlamıyorum, bu ara dönemde yazı yeni mi icat edilmişti? Neden daha önce bu döneme ait herhangi bir kitap yazı vs yok? Kuran var ancak o konuda da okuduklarım canımı sıkmıyor değil;

Neymiş efendim Hz. Muhammed’e vahiy geldiğinde hemen oracıkta ne bulurlarsa kemik, deri vs. Onun üzerine yazarlarmış. Bu durumda insan düşünmeden edemiyor; muhterem o dönemde paşümen yokmuymuş? Hadi yokmuş diyelim. Kurutulmuş ve tabaklanmış deri üzerine yazılmamış mı ?  Yahu dünyanın en mühim olayı gerçekleşiyor ve insanlar ne bulurlarsa onun üzerine kayıt ediyorlar. O dönemde Hz. Muhammed’in diğer ülkelere gönderdiği islama davet mektupları duruyor. Her ne hikmetse o dönemde yazılmış Kuran sayfaları yakılmış, toplatılmış vs. Bu durumda Hz. Muhammed gerçekten elçi olarak görvlendirilmiş ve bir dönem islam doğru şekilde tebliğ edilip yaşanmış. Ancak Hz. Osman’dan başlayarak göndeirlen Kuran değiştirilmeye başlanmış kafalar karıştırılmış ve Emevi sapıklığının yolu açılmış.

Yahu bu durumda İslam ve peygamber var demekki. Bize düşen dinimizi doğru şekilde öğrenmeye çalışmak ve tarihe ışık tutmak oluyor.

( Üst ben, saf ve her okuduğuna inanan ) Canım yaa, çok tatlısın :)
Bu işi bu seviyede tutan binlerce insan var biliyormusun? Neyse haftaya devam ederiz.

Yazının Diğer Bölümleri

Yazan: Karmaşık