HABERLER
Dini Haber

DÜŞEN İLAHLAR | DÜŞEN MELEKLER

Yazan: Serdar Kaangil
SK, din, İslamiyet, Hristiyanlık, Musevilik, Dinlerde Melekler, Melekler, 4 büyük melek, Şeytan ve cinler, Şeytan cin mi?, Cehennemde cinler, Cinler ve insanlar, Eski ilahlar melekler, Melekler eski tanrılar mı?,

ÇOK TANRICILIKTAN TEK TANRICILIĞA MELEKLER


Çok tanrıcı dinlerin çoğunda büyük ve küçük tanrılar, iyi ve kötü tanrılar var. Genelde de bir yaratıcı baştanrı var ve diğerleri yardımcı tanrı gibi. Savaş tanrısı, Bereket tanrısı, Ölüm tanrısı, Kader tanrısı, Aşk tanrıçası, Deniz tanrısı, Sanat tanrıçası, Yağmur tanrısı bu ilahların başta gelenleri. Bu ilahların yaratıcı baştanrının emrinde yardımcı ilahlar olduğu ve tek tanrıcılığa geçişte toplumların bu ilahları meleklere dönüştürdüğü kuvvetle muhtemel. Meleklerin içinden aforoz edilenlerin ise şeytanlara ve cinlere dönüştüğü görülüyor.

Yazıtlar üzerinde yapılan çalışmalar,  çok tanrıcı dinlerin çoğunda bazı küçük tanrılara tapınmanın yanı sıra, aynı anda süper bir tanrıya da ibadetin yapıldığını ortaya çıkarmıştır. Bir baştanrının diğer bütün tanrıları kontrol ettiği veya dünyayı yaratmada ve gözetmede süper bir gücün olduğu inancı, tek tanrıcılığı oluşturmamaktadır. Fakat bu tür inançlara artan vurgu, tek tanrıcılığa, özellikle de diğer tanrıların varlığının ihracına yönelik bir eğilimi ortaya koymaktadır.

Bu kitabeleri yazan kişiler, gücü, diğer ilahi güçleri aşan ve tek başına yegane gücün sahibi olan en büyük bir tanrıya ibadet ediyorlardı ve onun Gök Tanrısı olduğuna inanılıyordu. Gök ona aitti. Daha küçük olan diğer tanrılar, onun elçileri ve vekilleriydi.

İslam öncesi Araplarda da baş tanrı inancını belirgin olarak görebiliriz. Bu inanç, Kur’an’da belirtildiği gibi İslam öncesi Arap şiirlerinde de net olarak görülür.

Kuran’daki ifadelere göre Allah’a bir baş Tanrı (En Büyük Tanrı) olarak inanan Mekkeliler, göklerin ve yerin onun tarafından yaratıldığını ve hatta bir anlamda onun mülkü olduğunu düşünüyorlardı. Ayrıca onu özellikle, ekinleri yeşertecek yağmuru yağdıran Tanrı olarak algılıyorlardı. Müminun 88. ayetinde müşrikler, bütün bunları, ‘Her şeyin melekûtunu elinde tutan, her şeyi koruyup kollayan fakat kendisi korunmaya muhtaç olmayan Tanrı’yı’ kabul eden kişiler olarak vasıflandırılmaktadır.

Şüphesiz ki bu düşünce, diğer alt tanrılardan aracılık etmeleri için istekte bulunma uygulamasının temelidir. Allah ilahlar kabilesinin en güçlü Seyyidi, diğer alt tanrılar ise dost oldukları kimselerin ricaları doğrultusunda o Seyyid katındaki etkinliklerini kullanmaya hazır diğer ileri gelenler gibi düşünülmekteydi.

Her ne kadar Kur’an’da “Lailaheillallah” yani Allah’tan başka ilah olmadığı çeşitli ayetlerde vurgulanmış olsa da, bu üst tanrı inancının izlerinin devam ettiği görülür.

“Allahuekber” ifadesindeki ekber’in anlamı daha büyüktür. İslam’da “en büyük olarak çevrilir. “Allah en büyüktür” ya da “Allah daha büyüktür” ifadesinde bir üst tanrı vurgusu belirgindir. Yine Saffat 125 ayetinde “Yaratıcıların en güzelini bırakıp Ba’le mi tapıyorsunuz?” ifadelerinden üst tanrı izleri açıkça görülmektedir.

Teixidor, The Pagan God adlı eserinde, meleklerden “Tanrının kutsal çocukları” diye bahseder (s. 14) ve Astarte’nin bir melek olarak düşünülebileceğini de ima eder (s. 38). Bu durumda Mekke’deki putperestlerin diğer tanrıları melek olarak görmelerinde şaşılacak bir şey olmamalıdır.

Baş tanrı Allah’ın dışındaki diğer tanrılar ve melekler  onlara tapanlar tarafından bir aracı yani şefaatçi olarak görülmekteydi. Kur’an’da da meleklerin şefaatçi olabileceğinden bahsedilir:

Necm 26: Göklerde nice melekler vardır ki Allah’ın dilediği ve razı olduğu kişiler hariç şefaatleri bir işe yaramaz.

Görülüyor ki putperestlerin melekleri şefaatçi görmesi Kur’an’da reddedilmemekte, sadece Allah’ın izin vereceği kimselere mahsus kılınmaktadır. Putperestlerin Lat, Uzza ve Menat gibi başmelekleri “Allah’ın kızları” olarak nitelediklerini biliyoruz. Yazının sonunda Tevrat’taki “Allah’ın oğulları” konusuna da değineceğiz.

İslam’da Melekler

İslam’da 4 büyük melek var.
Cebrail, Mikail, Azrail, İsrafil.

Mikail, Yahudiler için en önemli melektir. Baş melek olarak onu kabul ederler. Michael olarak geçer.

Fakat her nasılsa Kur’an’da “Mikail” olarak değil, “Mikal” olarak geçer.

Bakara 98: Men kâne aduvven lillâhi ve melâiketihî ve rusulihî ve cibrîle ve mîkâle fe innallâhe aduvvun lil kâfirîn.

Ama mealinde ve İslam’da Mikail olarak ifade edilir.

Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşman olan kimse inkar etmiş olur. Allah şüphesiz, inkar edenlerin düşmanıdır.

İslam’da Mikail’in görevi;
Rızk, bereket getirmek, ucuzluk, bolluk, kıtlık, pahalılık ve her maddeyi hareket ettirmek, bulut, yağmur, kar, dolu, rüzgar, fırtına ve benzeri tüm doğa olaylarını sağlamak olarak belirtilir.

Hak Taâlâ, atmosferde, yani hava denizinin içinde kardan ve doludan nice yüzbin dağlar yaratmıştır. Yerin bir tarafına kar, bir tarafına dolu gönderecek oldukta; bunlara vekil olan Mikail aleyhisselama emreder. O dahi vekili olan İsmail adlı meleğe emredip, murat eylediği yere, istediği kadar her tanesini bir melek koyar. Nitekim Hak Taâlâ: “Görmedin mi ki Allah, bulutları sürüklüyor; sonra bulutların arasını topluyor, sonra onu bir yığın haline getiriyor. İşte görüyorsun ki, yağmur bunların arasından çıkıyor. Allah, gökte dağlar halindeki birikintilerden dolu indiriyor da, dilediği kimseye bununla musibet veriyor, dilediğinden de onu bertaraf ediyor. Şimşeğin parıltısı neredeyse gözleri alıverecek.” (24/43), buyurmuştur.

Hak Taâlâ, bulutları, içleri boş ve latif biçimde yaratmıştır. onları, Mikail aleyhisselamın yardımcıları havada toplayıp, yere yakın getirdikte; gökyüzünü örtüp, kesif bir bulut olurlar. Hak Taâlâ, bulutların sevki için Ra’d adlı bir küçük melek yaratıp, onu, Mikail aleyhisselama tâbi kılmıştır. Onun demirden bir kırbacı vardır ki, kamçıyla bulutları develer gibi sevk eder. Vuruşunun şiddetiyle kırbacından ateş çıkar ki, ona şimşek derler. Eğer o ateşin kıvılcımı yere düşerse, ona yıldırım derler. O korkutucu gök gürültüsü, küçücük bir melek olan Ra’d’ın sadasıdır ki, Hak’kı hamd ile tesbih eder. O, bulutları yerlerine sevkedip gider. Nitekim Hak Taâlâ Kelam-ı Kadim’inde: “Gök gürültüsü, Allah’ı hamd ile tesbih eder; melekler de Allah’dan korkarak tesbih ederler,” (13/13), buyurmuştur. (Marifetname’den)

Yağmurları Allah’ın izniyle yağdıran Mikail ise;
Bu yağmur bombaları, nasıl Allah’ın izni alınmadan ve Mikail’i saf dışı bırakıp yağmur yağdırabiliyor? İlginç.

Şeytan’ın Cinlerden Olması ve Düşen Melekler

İsra 61: Hani, meleklere: “Âdem’e secde edin!” demiştik; onlar da secde etmişlerdi. Ama İblis secde etmemiş, şöyle demişti: “Çamur olarak yarattığın kişiye secde mi ederim?”

Kehf 50: Hani, biz meleklere “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi (cinlerden oldu).

Bu ayetlerde tereddüte düşüren; Allah’ın meleklere emir verdiği halde İblis’in cinlerden olduğunun belirtmesi.
Emir meleklere ve cinlere verilmiş olsa çelişki olmayacak. İblis cin ise meleklerin içinde ne işi var?

Ayette “cinlerdendi” şeklinde çevrilen “kâne mine-l cinni” ifadesinin tam karşılığı “cinlerden oldu“dur. Örneğin Sad suresi 74. ayette “İblis hariç ki, o kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” şeklinde geçer. “Kafirlerden oldu” ifadesi de “kâne mine-l kâfirîn(e)” den çevrilmiştir.

Bu karışıklığın sebebi, “Düşen Melekler” konusunun anlaşılamamış olmasındandır.
İslamdan önce Hristiyanlık ve Musevilikte meleklerin bir kısmının meleklikten cine düşürüldüğüne inanılır.

“Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lanetliler, çekilin önümden! İblis’le melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe gidin!” (Matta 25:41)

“Tanrı günah işleyen melekleri esirgemedi; onları cehenneme atıp karanlıkta zincire vurdu. Yargılanıncaya dek orada tutulacaklar.” (2. Petrus 2:4).

Hristiyanlara göre meleklerin 1/3’ü bu şekilde cine dönüştürülmüştür. Bunlar genelde asi meleklerdir ya da şeytanın tarafını tutanlardır. Şeytan da Tanrıya isyan ettiği ve Tanrının yerine geçmek istediği için meleklikten düşürülmüş ve cin yapılmıştır. Kovulmadan önceki adı, “Işık Taşıyıcı” anlamında “Lucifer“dir. Üstelik Lucifer’in düşmeden önce başmelek olduğuna inanılır.

"Büyük ejderha -İblis ya da Şeytan denen, bütün dünyayı saptıran o eski yılan- melekleriyle birlikte yeryüzüne atıldı.” (Vahiy 12:9).

Bu farklılıkları da Kutsal kitaplar arasındaki çelişkiler arasına katabiliriz.
İslam, cinlerin ateşten, meleklerin nurdan yaratıldığı inancıyla Hristiyan ve Musevilerden farklı bir inanç ortaya koymuştur. Dolayısıyla “meleklerin düşüşü”nü de reddeder. Sonuçta da şeytan konusu muğlak kalır.

Cinler dumansız ateşten yaratılmışlar.
Kur’an’a göre cinlerin de cehennemlik olanları var.
Bu noktada birçok insanın kafası karışıyor “Ateş yanar mı?” diye.
Bu bildiğimiz ateş olsaydı, herhangi bir cin insana yaklaşınca yakabilirdi.
Nasıl ki insan bedeni toprak değilse, cin bedeni de ateş değil.

Yine Kur’an’a göre bunların müslüman olanları da var, gayrimüslimleri de.
Bir kısmı da satanist tabi. İnsanlar gibi onların da çoğu cehennemlik.
Cennetlik olanları yine farklı boyutta mı yer alacaklar cennette? *bilinmiyor.
Onların da peygamberleri var. Kur’an okuyanları, dinleyenleri var.
İnsan bedenine girdikleri gibi, tüm hayvanların bedenine girebiliyorlar.
Çıkartılmaları da cin uzmanlarına, medyumluk yetisi olanlara kalıyor tabi.
Peygamberler ise bu konuda en uzman olanları.
Tevrat cinciliği yasaklamış olduğu ve cincilik yapanları ölümle cezalandırdığı halde, İslam’da ve Hristiyanlıkta cincilik yaygındır. Bunun nedeni de bizzat peygamberlerinin cin kovma rivayetleridir. Hele İsa tam bir cincidir. İncillerdeki mucizelerinin bir kısmı cin çıkartma ile ilgilidir.

Hristiyanlık ve Musevilikte Melekler

Hristiyanlıkta melekler keruv, seraf ve başmelek olarak sınıflandırılır.

Yahuda 9’da Mikail’in baş melek olduğu yazılıdır. Ancak bütün meleklerin başı mı olduğu yoksa başka baş melekler de mi olduğu belirtilmemiştir.

Yahuda 9: Oysa Başmelek Mikail bile Musa`nın cesedi konusunda İblis`le çekişip tartışırken, söverek onu yargılamaya kalkışmadı. Ancak, “Seni Rab azarlasın” dedi.

Musevilikte meleğin İbranicesi mal’akh’dır. Büyük melekler Michael, Gabriel, Rafael, Uriel  ve ölüm meleği Malah Hamavet’dir. Tevratta Mikail’den baş önder olarak söz edilirken, Cebrail herhangi bir sıfatla anılmaz. Sadece isminin geçmesinden dolayı büyük meleklerden sayıldığını anlamaktayız. İslam’da ise Cebrail öne geçirilmiş, başmelek haline gelmiştir. Kur’an’da sadece Cebrail için “Ruh” olarak bahsedilir. “Ruh ve melekler” yani “Cebrail ve melekler” denilerek Cebrail diğer meleklere göre ayrı bir mertebede tutulur.

1- Michael: Anlamı: Kim Tanrı gibidir?
2- Gabriel: Anlamı: Tanrı adamı.
3- Uriel: Anlamı: Tanrı ışığımdır.
4- Rafael: Anlamı: Tanrı iyileştirdi.

Burada adı edilen melekler , hemen hemen hiç değiştirilmeden İslamiyet’e aktarılmıştır. Yalnız önemleri değişmiş , Mihail’in yerine Gabriel (Cebrail) gelmiştir. Meleklerin , eski dönemlerde Tanrı sayıldıkları adlarından anlaşılmaktadır. Çünkü adlarının sonundaki “el” Tanrı demektir. Cebrail , Cebr Tanrı anlamına gelir.

Melekler, Ortadoğu kökenli dinlerin tümünde vardır ve ilahi varlıklardır. İnsanlar gibi yiyip-içmediklerine, uyumadıklarına, cinsellikleri olmadığına inanılır. Sadece dünyaya gelip insanlarla iletişim kurarken insan kılığında geldikleri, insanlar gibi yiyip içtikleri belirtilir.

Meleklere inanış Mecusilikte de etkilidir. Bu dinde İslamiyet’teki Cebrail’in görevine benzeyen bir görev yapan Vohu Manah vardır. Bunun daha eskilerdeki adı Ameşe Spantes idi.

Sabiilerde ise Cebrail biçiminde anlatılan melek zaman zaman yaratıcı durumunda da ortaya çıkar.

Şimdi Tevrat’ın Yaratılış 6. Bölümünün ilk ayetlerine bakalım:

Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu.
İlahi varlıklar insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler.
İngilizcesinde “ilahi varlıklar” “sons of god” olarak geçmekte. Yani “Tanrının oğulları”. İlahi varlıklar olarak çevrilmesi için “Divine Entities” olması gerekirdi.
Yorum sizin!

BİR İMAM HATİPLİNİN DEİST OLUŞ SÜRECİ



TARKAN'IN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ


Öncelikle şunu belirteyim. Tanımadığım insanların fikrini değiştirmek için ya da onlara başka bir fikri empoze etmek için kolumu bir saniyeliğine dahi kaldırmayacağımı bildirmek isterim. Yaratılış itibariyle sakin ve kendisiyle barışık olan, iç huzuru yakalamış, koyduğu hedeflere başarıyla ulaşabilen 33 yaşında bir erkeğim. Çevremde alışılagelmişin dışında fikirler üreten, çok daha ince ve detaylı düşünen bir insan olduğum bilinir.

5 yaşındayken bazı özel sebepler nedeniyle Türkiye'nin kuzeyinde bir köyde annem, anneannem ve dedemle yaşamaya başladım. Okula gitmeyi çok istediğimden dolayı Kasım ayında ve henüz 6 yaşındayken öğretmenin yardımıyla okula başladım. Çünkü kaydım olmadığı halde sivil kıyafetlerim ile sabah okula gidip öğrencilerin arasına karışıp sıra oluyor, andımızı okuyor ve herkes okula girince de evime geri dönüyordum. Müthiş ezber yeteneğimle ilerleyen süreçte önce 1. Sınıftakileri solladım, daha sonra da öğlen aralarında boş vakitlerimde bir üst sınıfın Türkçe ders kitaplarında okuma parçalarını okudum. Bu sistemim 5 senelik ilkokul boyunca her yeni sene aynen bu şekilde devam etmişti.

3. Sınıftayken çok okuduğum için öğretmen beni kütüphane sorumlusu yaptı. Bazılarının tahmin edebileceği gibi ilk işim oradaki bütün kitapları okumak oldu. Geçen yıllarda dini görevlerimi de ihmal etmiyor, bazı namazları kılıyor, tekne orucumu tutuyor, hem kış, hem yaz tatilinde de camideki kuran kurslarına kaydolup bütün sureleri ezberliyordum. Geçenlerde videosu paylaşılan Emir isimli arkadaşın bahsettiği Türkçe sıkıntısının aksine bizim kurstaki kitabımızda her surenin Türkçe tercümesi de vardı. O günlerde ailemin aşırı dindar olduğunu söyleyemem. Sadece yapılabildiği kadar dini görevlerini yerine getiren insanlardı. 9 yaşındayken artık zirveye çıkmıştım. Hem okuldaki en başarılı öğrenciydim,  hem de artık kuranı Arapça okumaya başlamıştım.

11 yaşındayken ortaokul için ileride iyi bir meslek sahibi olmak, vatana, millete hayırlı bir evlat olmak için şehirdeki imam hatip okuluna yatılı olarak gönderildim. Küçük yaşta 10 kişi ile aynı odada kalıyor, artık 5 vakit namaz kılıyor, sabah 8 den akşam 5 e kadar ders görüyor, akşam yemeğinden sonra 7 ile 9 arası da tekrar okuldaki sınıflarda etüte giriyordum. Bilmeyenler için Etüt'ün anlamı; yatılı da kalanlar sınıf olarak okula gidiyorlar ve 2 saat boyunca ödev yapıyorlar veya ders çalışıyorlar. Başımızda ise öğretmen yerine lise son sınıflardan öğrenciler olurdu. Yatılıda zor konulardan birisi de bu üst sınıfların alt sınıfları istediği gibi yönetmesine müsaade edilmesiydi. Bazıları bize karşı örnek bir insan gibi davranırken,  bazı kötü niyetlileri ise bizi yola getirmek için istedikleri gibi tokatlayıp tekmelerlerdi. Ne de olsa bir atasözü vardı,  dayak cennetten çıkmaydı. 3 senelik bu maceramı bitirirdiğimde artık iki kez kuranı Arapça olarak baştan sonra okuyarak hatim etmiştim ve bunu da hocalarımın istediği gibi mübarek 3 aylar içinde gerçekleştirmiştim.  Öğrencilik başarısı olarak ise elimde; matematiği mantığımın anlayamaması nedeniyle istikrarlı bir şekilde her dönem teşekkür belgesi almak kalmıştı.

1998 yılındaki 28 Şubat kargaşası nedeniyle ülkedeki tüm dindarlar fişleme nedeniyle biliniyordu ve yaşlarına bakılmaksızın devlet görevlerinden atılarak işsiz bırakılıyordu. İmam hatip okulları kapatılma riskiyle karşı karşıya geliyor, geleceği belirsiz hale getiriliyor ve üniversite sınavına girerken de meslek lisesi özelliğini kapsadığından öğrencilerin başka bölümlere yönelmesinin önü öss puanlarının bir kısmının silinerek imkansız hale getirilmesine olanak sağlıyordu. Bu hengamede anneannem bana şehirdeki diğer popüler okul olan aşçılık meslek Lisesini uygun görmüştü. Ne de olsa başarılı bir öğrenciydim ve bu zor milli eğitim sınavını geçebilirdim. Burada şunu belirtmeden geçemeyeceğim. Fethullah Gülen'i ilk duyduğumda yıl 2008 idi ve 22 yaşındaydım. Yani bu dindar diye namı salınan kişinin imam hatiplerde hiç lafı bile geçmezdi, bu yüzden kendisi ayrı bir tez konusunu hak ediyor.

Yıllar yılları kovalarken, Dünyada bir şekilde tutunmaya çalışıyor, iyi bir insan olmaya gayret ediyor, kimseye kötülük yapmayı dahi düşünmüyor ve istediğim mesleği yapmak için elimden gelen çabayı gösteriyorum. Hayata ilk atıldığımda imam hatipte bize öğretilen eşitliğin dışarıda olmadığını gördüğümde hayal kırıklığına uğradım. Dışarıda zengin her zaman daha üstündü ve iş yerlerinde birileri emir veriyordu diğerleri onun kölesi gibi çalışıyordu. Bunlar bize öğretilenleri desteklemiyordu. Bu sistemsel sıkıntılar nedeniyle Dünya'ya uyum sağlamakta çok ama çok zorlandım. Hiçbir zamanda kendisini sevemedim ve bir an önce hep ayrılmak istedim. Bu süre içinde bazen namaz kılıyor, bazen kılmıyor, bazen oruç tutuyor, bazen tutmuyordum. Kendimi bildim bileli hiçbir zaman hurafeler bana mantıklı gelmemişti. Ailemin söylediği “gece tırnak kesilmez çünkü peygamber efendimiz tırnağı kırıldığı halde kesmemiş, bağlayıp yatmış” gibi onlarca çeşit inançları hiç bir zaman dinlemeyip hep başına buyruk hareket etmiştim. Kuranın Türkçe'sini de 20 li yaşlarımda kendimi yormadan yavaş yavaş okuyarak öğrendim. Aileme de yine aynı yaşlarda kuranı okumaları gerektiği, kimin ne sebeple yazdığı belli olmayan hadisleri bir kenara bırakıp öncelikle Allah’ın dediği şeyleri yapmaları ve diğer insanların söylediği görevleri yerine getirerek boşuna hayatlarını zorlaştırdıklarından bahsederek bazı tavsiyelerde bulunmuştum fakat bir netice alamadım. Kendi hayatımda ise bazı zamanlarda peygamber efendimizin yaptığı şeylere sünnet deniyor fakat biz Allah’ın dediği şeyleri yani farzı yerine getirmek ile mükellef olduğumuzu düşünerekten namazların sadece farz kısımlarını kılıyordum. Lakin ben bunları yaparken Cuma günleri cuma namazını kılmak için camiye gittiğimde her defasında içimden içeriye girme arzusu eksiliyor ve 1-2 ay gibi kısa bir sürede artık Cuma namazı için camiye giremeyecek hale gelince kendi kendime oturup bir düşündüm ve ''galiba Allah benim sünnet namazlarını kılmadığım için camiye girmemi istemiyor'' diye düşünerekten tekrardan sünnet namazları kılmaya başlamıştım. Nedense büyüklerimizin yaptığı bazı dini davranışlar bana mantıklı gelmiyordu ve en doğrusu için ya kurana başvuruyor ya da kendime özgü davranışlar icat ediyordum.

Hayatım boyunca bir çok sırlı olay yaşadım ve bunların sebebini hep Allah’a bağladım. Rüya konusunda ise; zaten nadiren rüya görürüm ve anlamı araştırılacak haberci bir rüya gördüğüm zaman ise rüya tabirine bakarım, sonradan olacak olayların işaretini önceden alırım. Bu ve bunun gibi bir sürü şey benim nezdimde hala araştırmaya muhtaç ve ben henüz taze bir deistim. Önceliğim Tanrı’nın kim olduğunu bulabilmek. Kanal sahibi arkadaşımız tanrının evren olabileceğine inandığını söylemişti. İlk başta pek ilgimi çekmese de biraz düşününce galaksilerin tümünün tanrının vücudu olduğunu ve kendi bünyesinde de Dünya’nın olduğunu ve içinde de bizim yaşadığımız sonucu çıkarılabilir. Eşimin hamileliği ve doğum sürecini birebir yakından görme şansına sahip olaraktan şöyle bir kanıya vardığımı söyleyebilirim. Ortada bir kurulu sistemin olduğu su götürmez bir gerçek ve bu sistem tamamen zamana bağlı çalışıyor. Bir insanın anne karnında oluşması, uzuvlarının, organlarının ortaya çıkması, derisinin oluşması, doğması, düşünmesi, hissetmesi, nefes alması vb. gibi sayısız olayı derinlemesine düşündüğümde bir yaratıcı olduğuna eminim.

Gelelim dinden kopuş hikayesine. Burada çoğu insanın bahsettiği gibi kuranı Türkçe okuduktan sonra kopuş bende gerçekleşmedi. Çünkü biz insanoğlu kısıtlı bir varlıktık ve Allah’ı sorgulamak asla bizim işimiz olamazdı ve bunu aklımıza bile asla getirmezdik. Eğer Allah böyle uygun gördüyse öyle olmalıydı, bizim bilmediklerimizi, asla bilemeyeceklerimizi ve her şartta en doğrusunu O bilirdi.

Herkese ve her inanışa her ne kadar saygı duysam da ateistlere hiç sıcak bakamadım. Hatta nasıl dindar insanların yüzleri diğerlerinden ayırt ediliyorsa, ateistlerin yüzlerini de ben ayırt edebiliyor ve tiplerine iğrenerek bakıyordum. Cuma namazına giderken parkta oturan bir amca gördüğümde '' ateiste bak hele, namaz vakti burada oturuyor'' diye içimden söyleniyordum. Bu şekilde yaşarken bile hiç bir zaman çarşaf, başörtüsü gibi geleneksel kıyafetleri benimsemedim ama giyenlere de kızmadım, kovmadım. Elbise konusunda ne çok açık ne de çok kapalı giyime yeşil ışık yakmadım. Her zaman yenilikçi olmaya gayret ettim.

Gel zaman git zaman bir gün iş yerinde müdürümüz değişti ve yanında getirdiği personellerden bir tanesi kendisinin gazetesiydi, ajanıydı. Böyle gizli şeylere hep meraklı olduğumdan bunu hemen başlangıçta çözmüştüm. Ajanın görevi, bölümde çalışan tüm kişiler hakkında bilgi toplamaktı. Kim kiminle ne konuşuyor, kimin mal varlığı ne kadar, kaç kez mola yapıyor, yemeğe kiminle gidiyor, dışarıda nerede geziyor, fikirleri nedir vs. vs. Kendilerine bir oyun oynamayı düşündüm. Oyunumda kendimi ateist gibi lanse ederek onların ezberlerini bozacaktım ve kendi karakterimi saklamış olacaktım. Sonunda da aslında öyle biri olmadığımı müdüre gösterecek ve ajanının yanlış bilgiler taşıdığını göstererek onu değersizleştirecektim. Değişiklik olsun diye hayatımın belli zamanlarında farklı karakterleri kopyalar, bir müddet onlar gibi yaşardım. Bu seferde bir ateist gibi davranacak ve yaşayacaktım. Oyunumu layıkıyla yerine getirirken aradan 1 ay geçmişti ki eşim artık evde böyle davranmamam gerektiğini ve bundan sıkıldığını dile getirmeye başlamıştı. Fakat karakter çok hoşuma gittiğinden evde eski halime dönmem biraz zaman aldı.

Bu arada ben uyumadan önce aşırı derecede yorgun değilsem uykuya çabucak dalmak için internetten herhangi bir konuşma programını indirip  açar, onlar konuşurlarken rahatça uykuya dalardım. Video ise ayarladığım sürenin sonunda otomatik olarak kapanırdı. Bir keresinde ise Youtube’a ateizm yazarak oradaki konuşmaları dinleyerek uyumayı denemiştim. Her nasılsa Din ve Mitoloji kanalına da denk gelmişim. Bahsi geçen konulardan biraz şüphelendim ve kendim araştırmaya karar verdim, önce Sümerlileri, ardından Annunakileri ve en sonunda Hz.Muhammed’in hayatının gün gün detaylarına kadar indim. Ardından Emevileri, Abbasileri, Selçuklu Devletini derken Osmanlı kuruluşuna kadar gittim. Osmanlı itibariyle tarihi zaten bildiğim için burada araştırmalarıma son verdim. Bana merhamet dini, şefkat dini, güzellik dini diye öğretilen İslamın temelinde savaşı ve ölümü gördüm. Dönemin şartlarını göz önünde bulundurarak her ne kadar iyi niyetle de yaklaşsam 620 li yıllardaki cizye konusunu, 650 li yıllardaki peygamberin eşi Hz. Ayşe'nin ve damadı Hz. Ali'nin on binlerce askerlik ordularıyla birbiriyle savaşıp binlerce askerin birbirini öldürmesine sebebiyet vermeleri ya da 680 li yıllardaki Kerbela hadisesi gibi sıra dışı olaylar beni sorgulamaya itti. Bana öğretilen Müslümanlıkta olmayan ve Müslümanlıkla asla bağdaşmayan bu ilginç olaylar nedeniyle düşünce kabuğumu kırdım ve dinlerin birer masal olduğuna kanaat getirdim. Zaten iki de bir İsrail'in özellikle Ramazan ve Kurban Bayramında Filistin'de yaşayan bir avuç insanı bombalaması beni Allah'a karşı neden bir koruma yok diye sorduruyor, cevabı da kendime şöyle veriyordum. Müslümanlar birleşemediği için güçsüz kalıyorlar ve işte ceremesini de çekiyorlar.

Hatta bir tık ileri gidersek, her ne kadar ABD’nin kurduğu ve kontrol ettiği bir örgüt de olsa şimdi ki Işid’in de pek farklı bir şey yapmadığını gördüm. Önceden başlarına istedikleri halifeyi getirmek için birbirlerini öldüren Müslümanlar şimdilerde ise başlarında bir halife olmasa da pek farklı bir şey yapmıyorlardı. Elektriğin Abd de icat edilmesi sonucu ortaya çıkan teknolojik fark nedeniyle ve bu İslam bölgelerine elektrik gelene kadar Abd de artık mühendisler elektrikle çalışan cihazlar üretmeyi başarmıştı ki, bir anda 50 yıl ileri gitmişlerdi. Ardından petrolün icadı ile bu topraklardaki devletlerin gelişmesini engelleyerek sömürge düzeni oluşturmuşlar, buradaki insanların bir şey üretmesine mani olmuşlar ve ucube gibi kalmalarına gayret etmişlerdi. Bunun sonucunda da Müslümanları iyiden iyiye kılıksız hala getirmişlerdi. Maalesef birbirlerini öldürmede çok başarılı olan bu Müslüman arkadaşlar söz konusu kafirlere geldiğinde ise 20. ve 21. yüzyılda bir türlü başarıyı yakalayamadılar. Yine de Dünya’nın diğer bölgelerinde kıyametler koparken buradaki insanlar İslam ile yönetilen Osmanlı sayesinde yüzyıllarca daha rahat ve mutlu bir yaşam sürdüler.

Gelelim Hz. Muhammed’e. Belki kendince iyi bir şey yapmaya çalışıyordu, etrafındaki insanların birbirlerine yardım etmesini, iyilik yapmasını, kötülükten uzak durmasını vb. gibi davranışları benimseyen bir sistem kurmuştu. Mecburen de bu sistemin sağlamlaşması için çemberi genişleterek Mekke ve Medine bölgesini daha emin ve kuvvetli bir hale getirmeliydi. Lakin maalesef kurduğu sistem daha O ölür ölmez halifelik kavgalarına tutuşacak ve sonu gelmeyecek savaşların yolunu açacaktı. Hatta daha başlangıçta Müslümanlara Kerbela olayını yaşatacak, onları ikiye ayıracaktı ve 1400 senedir hala unutulmayacak bir acı hatıra olarak hep akıllarda kalacaktı.

Mesela bu komünizm fikrini ilk ortaya atan kişi kendisine Komünka tanısından vahiy geldiğini söyleseydi ve O bize eşitliği, adaleti, kimsenin kimseden üstün olmadığını, herkesin eşit şartlar altında, eşit gelirle çalışması gerektiğini, torpil sisteminin olmamasını dilediğini söylüyor deseydi ne olurdu ki. Şu anda bile milyonlarca insan komünist dinine inanıyor olurdu ve çocuklarını Komünka tanrısının dilediği gibi yetiştirmeyi denerlerdi.

Şimdilerde her ne kadar Deist olsam da diğer Müslüman arkadaşlara saygım aynı şekilde devam ediyor. Bazı insanlar gibi onlara gıcık ya da düşman olmuyor, onları küçük görmüyor ve hakaret etmeye de bir sebep ya da ihtiyaç görmüyorum. Her zamanki gibi de bu konularda aşırıya kaçan kim olursa olsun hepsini yadırgıyorum. 

Sağlam dindar arkadaşıma ben ateist oldum dediğimde “önceki hayatın ile şimdiki hayatın arasında ne fark oluştu” diye sordu. Şöyle bir düşündüm, aslına bakarsan hayatımda hiç değişiklik olmadığını söyleyebilirim” dedim. O da bana “sen Allah’a inan gerisini boşver’’ dedi. Gerçekten de hayatımda pek de bir değişiklik olmamıştı. Etrafımdaki diğer arkadaşlara ‘’ben ateist oldum’’ dediğimde ise tepkilerinden aslında onların da ateist olduklarını ve sadece bunu dile getirmediklerini anladım ve oldukça şaşırdım.

Son olarak üzerimdeki sorumluluk kalktığı için az buçuk bi hafifleme var. Lakin ben yine aynı ben. Geçenlerde kasaya 100 dolar sahte para girmiş. Bana ''bu parayı müşterilerden birisine kakala'' dedi müdür. Kendisine şöyle cevap verdim: ''maalesef kimseye bu kötülüğü yapmak istemiyorum, buna içim el vermez, kusura bakmayın''.

Hoşça ve sevgiyle kalın...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Tarkan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

BAHAR'IN SORGULAMA SÜRECİ

Artık dine inanmayanlar, Dinden çıkış, Dinden çıkış hikayesi, İslamı terk etme nedenleri, İslamiyetten ayrılan kişilerin hikayeleri, sizden gelenler, Dinden kurtulmak, Din baskısı,

BAHAR'IN SORGULAMA SÜRECİ


Merhabalar Din ve Mitoloji :)
Merhaba ben Bahar,25 yaşındayım Sünni Hanefi bir ailede doğdum. Ailem halihazırda her türlü tarikat ve cemaati barındıran bir yapıda,onların mantığına göre sırat-ı müstakîm yani doğru yol gökteki yıldızlar kadar çok ve bir şeyhin varsa asla doğru yoldan çıkmazsın.
Kendimi bildim bileli din ile iç içe yetiştirildim." Erkeğe benzeyen kadına,kadına benzeyen erkeğe lanet edilir" hadisine binaen bu yaşıma kadar sadece bir kere pantolon giydim. Onu da 5 yaşındayken bir dini bayramda ortanca amcamın hediye olarak aldığı pantolonu giydim ve bunun ardından küçük amcamdan pantolon giydim diye dayak yemiştim.
Öyle yobaz bir ailede büyüdüm ki ,8 yaşındayken amcamın kızı ile bulmaca çözdüğümüz için fahişe olacağımız gerekçesiyle dedemden dayak yemiştik.

Henüz 10 yaşında iken başımı kapatıp pardösü giymem gerektiğini söylendi. Tanrının emri olduğu için itiraz etmeden giydim. Giymeye başladığım ilk aylarda birden bire kocaman kadın gibi hissetmek beni çok utandırıyordu. Yaz tatilinin ardından medreseye verildim böylece 1,5 ayda bir, 2 günlüğüne evime gelebildiğim şiddetin her türlüsünü "Sen Yunus Emre gibi olacaksın!"düsturunun beynime işlenmesiyle gönüllü olarak o eziyetleri çekmem gerektiğine inandığım imam hatip ve medrese yıllarım başladı.
10 yaşımdan 17 yaşıma kadar medresede kaldım. 5 yıl sona erdiğinde tam manası ile IŞİD kırması belime bomba sarsalar ve" Git! Din kardeşlerin için kendini patlat!"deseler seve seve kendimi patlatacak kafadaydım.

Tarikat yurtlarında beyin yıkama ilk günden başladı. Istiklâl Marşı ve saygı duruşunda kımıldamazsam imanımın gideceği öğretildi. Laik sistemin,hilafetin olmamasının ve Atatürk'ün İslam için ne kadar zararlı olduğu empoze edildi. 15 yaşında tarih ve bilim kitaplarını okumaya merak salıncağa dek Cihatci kafadaydım.

Tarih kitaplarını okudukça zamanla konu Birinci Dünya Harbine ardından Istiklâl Harbimize geldiği vakit Atatürk'ü tanıdım bir yılın sonunda Atatürk'ü gizlice seven bir muhafazakardım.
17 yaşına gelip kitaplarla gecen ikinci yıl bittiğinde hem medrese eğitimim bitmiş hoca olmuş ,hem de Atatürk'e olan sevgimi artık gizlemiyordum .
O dönemde inançlı olmama rağmen " rahmetli Atatürk" dedim diye annem " o kefereyi nasıl seversin?" deyip beni dövmüş, benim de onunla cehennemde olacağımı söylemişti.
Üniversite yıllarımda hala İslam'ı sorgulamıyor hatta Muhammed'i devrimci olarak görüyordum. İslamdaki her şeye bir açıklamam vardı, kısaca modernist İslamcı kafasıdaydım.

İslamı sorgulamasam da sorguladığım başka şeyler vardı. Açlık,hastalık, tecavüz, cinayet ve savaşlar. Gece gündüz bunları sona erdirmesi için secdelerde tanrıya dua ediyorum. Yine de çocuk tecavüzleri bir son bulmuyor açlıktan ölen çocuklar artarak devam ediyordu. Ben ki 10 yaşından 23 yaşına kadar 13 yılda 3 vakit namazımı kazaya bırakmayacak,hatta günde beş vakit namaz dışında 3 vakit nafile namaz kılan, secde etmeye doyamayıp, geceleri Secde Ayetlerini okuyup sabahlara kadar Tilavet Secdelerinde sadece bu kötülüğü durdurması için dua eder kendim için bir şey istemezdim.

Tanrının rızasını kazanmak benim için cennetten daha mühimdi. Asla cennet arzusu ile ibadet etmedim. Öyle ki 21 yaşına dek, olur da kalbim meyil eder, bir kalpte hem Allah ,hem de bir faninin sevgisi barınmaz diye karşı cinsin gözlerine direkt bakmamıştım.

Günler aylar böyle devam ederken üniversite bitti aradan iki yıl geçti.23 yaşındayken bir gece yine ezilenler ve tecavüzler için gözyaşları ile dualar ederken secdeden doğrulup öfkeyle haykırdım.
Neredesin? Bu kadar zalim misin? Hani sen Rahman'din,bu mu rahmetin? Hani sen Rahim'din minicik bir çocuğu koruyamıyorsan sen kimi koruyorsun? 26 erkek o annesiz çocuğa ayni gün tecavüz ederken niye birinin canını almadın? Yaprak kımıldamazdı hani sen izin vermezsen? Neler neler kımıldamış utanmıyor musun? Musa'nın kavmine 40 sene gökten helva ve et yağdıran sen neden açlıktan öldürüyorsun, onlar senin kulların değil mi?Koca isteyen kızların, karı isteyen adamların-
parasına bereket isteyenlerin isteklerini duyan sen, açlıktan ağlayan masumu, tecavüz edilen zavallı bebekleri duyamıyor musun? Beni hemen burada yak! Ben artık sana secde etmeyeceğim ,sen bir zalimsin ve belki de yoksun!
Yoksun dediğim an zihnimde bir şeyler belirdi. Gözlerimdeki yaşları sildim öylece donup kaldım. O zamana kadar mitoloji diye okuduğum şeyler zihnimde belirdi Gılgamış Destanı ,Sümerler,Yunan mitolojisi ya Allah da onlar gibi bir masalsa?

Kuran'ı bir kere de tarafsız gözle değerlendirmek için tekrar okudum. Evvelinde kölelik ve cariyelik olgusunun olmaması gerektiği zaten aklımda soru işareti iken artık tüm tezatlıkları ile dinin saçmalığı gözümün önünde belirdi ve dinsiz oldum.
Simdi agnostiğim, tanrı var veya yok umurumda değil. Benim için bunu kabul etmek zordu. Koskoca yıllarımı ,uykumu ve zamanımı bir hiç uğruna harcadığımı görmek tam anlamıyla bir yıkımdı.
Yine de içim rahat ,artık bir masal kahramanına inanıp, ondan yardim beklemiyorum.

Okul bitti biteli evdeyim. Babama göre sokakta bir kız çocuğunun dinen işi yok!
Zaten işim home-office, ne işim var sokakta?
Seçimler olmasa, arada bir hastalanmasam,sokak hayvanlarına da bakmasam, sokağa çıkacağım yok.( Böyle düşününce bayağı geziyorum 5 yılda 7 secim yaşadık az değil.)

Babam beni evden çıkmıyor biliyor ama işin aslı öyle değil. Belki bedenen evde olabilirim ama,zihnen fink atıyorum.
Kim bir başkasının hayallerine gem vurabilir? Ki vuramadı da...

Bazı geceler karanlık odamda müzik dinlerken ; zihnimde annesi fasulye toplarken ,küçücük sığ derede oynayan Bahar oluyorum. Onlarca kurbağa iri başını avuçlarımda tuttum,onlarla oynadım ama annemin bundan haberi yok sakın söylemeyin. Şşşttt!!!..

Bazen bir ak leylek olur Afrika'dan buralara kadar uçarım. Hem bakalım bizim erkek leylek yuvayı güzel hazırlamış mı? Manzarası nasıl? Laf aramızda yuvayı 40 yıldır aynı bacaya yapıyor kırılmasın diye her seferinde şaşırmış gibi yapıyorum...

Bazen bir kuş olurum,minicik bir serçe... Etrafta ne varsa çöp,yaprak,tüy, koyun yünü, tüm bunlarla yuva yaparım bir iğde ağacına. İğde ağacı da mis kokar çiçek açınca... Ardından bir yağmur başlar ,su birikintisinde diğer kuşlarla kanat çırpar neşeyle yıkanırım. Güneşte kuruturum tüylerimi...

Bazen bir bulut olurum gezerim tüm dünyayı...
Bazen bir su damlası ,okyanuslardan bulutlara,bulutlardan ağaçlara,meyveden toprağa karışacakken bir tavşan yer beni , yavrusuna karanlık yuvasında süt olurum...

Bazen kesmez beni koca dünya, gökyüzü ve hatta mars bile... Soluğu bambaşka galaksilerde alırım. Laf aramızda kozmosta kime sorsanız tanır beni, çevrem geniştir...

Bazen bir aslan balığı olurum istila ederim tüm denizleri... Hint okyanusu bana dar gelir, Süveyş Kanalı'ndan sızarım Akdeniz'e,oradan Ege'ye, ardından soluğu Marmara'da alırım. Hangi çılgın bana engel olacakmış şaşarım?!

Babam beni evde biliyor ,boş verin öyle bilsin. Ben bir koşu ,bu gece kurt olup sürümle birlikte gezeceğim ormanın en kuytu yerlerinde...

Bu şarkı ile koca dünyayı gezdim,hatta evrenin en uç yerlerini...
Düşünün sincap yuvasından, ayı inine kadar. An oldu zebralarla zebra olup koştum kırlarda, an oldu flamingolarla birlikte sazlıklarda uçtum.
Büyük Bariyer Resifi'nde kaplumbağa bile oldum.
Kusura bakma ama insanoğlu, olmadığın ve elinin değmediği her yer cennetti.

Bir şekilde bu esarete dayanacağım ,asla pes etmeden yoluma devam edeceğim. Saçlarım güneş görmeden kırlarda papatyalardan taç takmadan ölmeyeceğim.

Siz de pes etmeyin, bir yaratıcı var olsa bile saçlarınızı güneşten kıskanmaz emin olun, sevgilerimle.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Bahar

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İSLAM’DA SÜT KARDEŞLİĞİ

Yazan: Pante
PT, din, islamiyet, İslam'da süt kardeşliği, Süt kardeşlerin evliliği, Süt anne, Hammurabi kanunları, Hammurabi emzirme kanunu, Kayıp emzirme ayetleri, Muhammed'in emzirme emri,

İSLAM’DA SÜT KARDEŞLİĞİ


İslâm’da evlenme engeli taşıması bakımından “doğurmak” ile “süt vermek” arasında hiçbir fark yoktur. Süt anne ile evlenmek haram olduğu gibi, süt kardeşlerle evlenmek de haramdır. Hatta torunlarına bile aralarında evlenmek haram kabul edilmiştir. İslam’da süt evliliklerindeki yasağın formülü şudur: “Emenin emzirene nefsi haramdır, emzirenin emene nesli haramdır.” Sütün miktarı kimi İslamcılara göre 1 damla da olsa kural geçerlidir. Kimilerine göre ise midesine inecek ölçüdedir. Kur’ân, kendisiyle evlenilmesi haram kılınan kadınlar arasında, “süt anneleri ve süt kız kardeşleri” de sayar.

Nisa-23: Size şunlarla evlenmek haram kılındı: Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeş kızları, kız kardeş kızları, sizi emziren süt anneleriniz, süt kız kardeşleriniz, karılarınızın anneleri, kendileriyle zifafa girdiğiniz karılarınızdan olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız, -eğer anneleri ile zifafa girmemişseniz onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur- öz oğullarınızın karıları, iki kız kardeşi (nikâh altında) bir araya getirmeniz. Ancak geçenler (önceden yapılan bu tür evlilikler) başka. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Hadislerde ise “Süt emmek, soy bağının haram kıldığı her şeyi haram kılar” denmiştir.

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Ben: “Ey Allah’ın Resulü! Siz niye bizi bırakıp da Kureyş’e rağbet gösteriyorsunuz?”  demiştim. Bana:
“Yanınızda rağbet göstereceğim bir (kadın) var mı?” dedi. Ben:
“Elbette Hamza’nın kızı var!” dedim. Bunun üzerine:
"O bana helal olmaz. Çünkü o, benim süt  kardeşimin kızıdır”  buyurdular."
[Müslim,  Rada 11, (1446); Nesâî, Nikah 50, (6 , 99).]

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: “Kur’an  olarak inenler meyanında “Malum on emme ile haram sabit olur” ayeti de vardı. Sonra (Rab Teala) onları, malum beş emme ile neshetti. Bu (beş emme) ayetleri, Kur’an’ın okunan ayetleri arasında iken Aleyhissalâtu vesselâm vefat etti.”
[Müslim, Rada 24, (1452); Muvatta, Rada 17, (2, 608); Ebu Davud, Nikah 11, (2062); Tirmizî, Rada 3, (1150); Nesaî, Nikah 51, (6, 100).]

Ukbe İbnu’l-Haris (radıyallahu anh)’in anlattığına göre, “Ukbe, Ebu İhab İbnu Aziz’in kızı [Ümmü Yahya] ile evlenmişti. Kendisine [siyah] bir kadın gelerek:
“Ben Ukbe’yi ve onun evlendiği kızı emzirmiştim!” dedi. Ukbe kadına:
“Ben senin onu (gerçekten) emzirdiğini bilmiyorum. Bana (daha önce) söylemedin de!” dedi. [Ebu İhab ailesine gidip  sordu. Onlar bilmediklerini söylediler. Ukbe bunun üzerine] bineğine atlayarak Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ı görmek üzere Medine’ye gitti. Aleyhissalâtu vesselâm:

“(Süt kardeşi olduğunuz) söylendikten sonra  nasıl beraberliğiniz devam eder? [Onu derhal bırak!]” buyurdular. Ukbe hemen hanımından ayrıldı. Kadın da başka  koca ile nikah yaptı.”
[Buharî, Şehadat 4, 13, 14, İlm 26, Büyu 3, Nikah 23; Tirmizî, Rada 4, (1151); Ebu Davud, Akdiye 18, (3603, 3604); Nesâî, Nikah 57, (6, 109).]

İmam Malik’in Muvatta adlı kitabında yazılan rivayete göre;   (Peygamberin ölümünden sonra) Ayşe, erkekleri kız kardeşi Ümmü Kulsum’a ve erkek kardeşinin kızlarına gönderir, onlardan süt emzirir, böylece Ümmül Müminin Ayşe, onlarla hicapsız olarak görüşmeyi kendine helal bilirdi. Çünkü Ayşe’nin içtihadına göre bu erkekler artık ona mahrem oluyorlardı!

îbn Şihab’a büyüğün emmesinin hükmü sorulunca, bu hususta, Urve b. Zübeyr bana şunları haber verdi dedi: «Resûlul-lah’ın ashabından Bedir muharebesinde bulunan Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabia, Resûlullah’ın Zeyd b. Harise’yi oğulluk edindiği gibi, azadlısı Salim’i oğulluk edinip evlendirdi. Onu oğlu gibi görü­yordu. Kardeşi Velid'in kızı Fatıma ile evlendirdi. Fatıma

Kureyş’in en güzide genç kızlarından olup ilk hicret edenlerdendi. Allah Teâlâ, Zeyd b. Harise hakkında: «Onları (oğulluklarını­zı) babalarının adiyle çağırın. Bu, Allah indinde daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız onlar dinde kar­deşleriniz ve dostlarınızdır.» Ahzab-5 âyetini indirince bu oğulluklar babalarına verildi. Babaları bilinmiyorsa, velilerine verildi. O sı­rada Ebû Huzeyfe’nin hanımı Amir b. Lüey kabilesine mensup olan Süheyl’kızı Sehle Resûlullah’a gelerek:

Ey Allah’ın Peygamberi, Biz Sâlim’i çocuğumuz gibi görü­yorduk. Yanımıza serbestçe girip çıkıyordu. Benim başım açık oluyor. Evimizde yalnız bir oda var. Salim hakkında ne buyurur­sun? Yanımızda kalabilir mi?» deyince, Resûlullah (s.a.v.):
Onu beş defa emzir süt oğlun olur.» (Yanına girip çık­ması caiz olur.) buyurdu. Sehle dediği gibi yaptı. Böylece Salimi süt oğul sayardı. Hz. Aişe de yanına girmesini arzu ettiği kimseye bu hükmü uygulardı. Kız kardeşi Ümmü Gülsüm ve erkek kardeş­lerinin kızlarına, yanma almasını arzu ettiği erkekleri emzirme­lerini emrederdi. Ama Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) diğer ha­nımları bu emme ile hiç kimseyi yanlarına kabul etmezlerdi ve: «Hayır, Allah’a yemin ederiz ki Resûlullah’ın Sehle’ye emri sadece Sâlim’in emmesine mahsus bir ruhsattır. (Başkalarının bu hük­mü uygulamaları doğru olmaz.) Hayır, Allah’a yemin ederiz ki, bu emme ile hiç bir kimse yanımıza giremez.» derlerdi.

Ibn Abdilber der ki: Bu, müsnede (yani mevsul türüne) giren bir hadistir.   (…) •Sehle’nin Sâlim’i emzirmesi, memesinden süt sağıp Sâlim’e içirmesi ile ol­muştur. Yoksa yabancı bir erkeğin yabancı bir kadının memesini emmesi şöyle dursun, dokunması, hatta bakması bile caiz değildir. Bu hadisle, Hz. Aişe’nin amel ettiğini, Resûlullah’ın diğer hanımlarının amel etmedikleri­ni, bunu Resûlullah’ın Sâlim’e mahsus bir hükmü kabul ettiklerini görüyo­ruz.

Bakalım süt kardeşliği konusunda Cübbeli hoca ne demiş:
Akraba evliliğinden doğan sakatlıkları, hastalıkları reddediyor, süte bağlıyor. Vah ki vah!

Eski Toplumlarda Süt kardeşliği

Hammurabi Kanunları

Madde-194. Bir adam çocuğuna bir sütanne tutar da eğer çocuk onun ellerinde ölürse;
Ve sütanne, anne ve babaya haber vermeksizin başka bir çocuğu emzirirse;
Onlar, sütanne’yi haber vermeksizin başka bir çocuğu emzirmekle suçlayabilirler ve onun memeleri kesilir.

Süt kardeşle evlilik yasağı eski toplumlara, Sümerlere kadar gider. Tevrat’ta da sütanne, sütnine geçer ama süt kardeşliği yasağı yoktur. Araplara bu adetin eski toplumlardan geçip geçmediği belirsiz. Belki Nebatilerden itibaren gelen bir adet olabilir ama buna dair bir bilgiye sahip değiliz.

Sümerlerde ise yasağın boyutlarını tam olarak bilemiyoruz. Neden başka bir çocuğu izin almadan emzirmenin cezalandırıldığını ve çocuğun ölümünün bununla ilgisinin ne olduğu anlamamız mümkün değil. Ama şunu söyleyebiliriz:

Kanun metninde çocuk öldüğü için süt anne cezalandırılmıyor. O anne-babanın iznini almadan başka bir çocuğu emzirdiği için memeleri kesiliyor. Çocuk elinde öldüğü için kadına başka çocuk emzirmek yasaklanmış, bir anlamda kadın lanetlenmiş gibi görülüyor. Kadının affı ancak ölen çocuğun anne babasının elinde. Onlar izin vermeden başka bir çocuğu emzirmesi mümkün değil.

Kanundan ayrı olarak Sümer toplumunda bir süt kardeşliği, süt akrabalığı adeti olabilir. Ve bunlar arasında evlilik yasağı da olabilir. Nasıl ki erkek sünneti kur’an’da sünnet emri olmamasına, sünnetten bahsetmemesine rağmen sanki İslam’ın en başta gelen farzlarından biriymiş gibi uygulanıyorsa, böyle bir adet de eski toplumlarda var olabilir.

Kur’anda sadece süt anne ile ve süt kardeşlerle evlilik yasaklanmışken, hadislerle yasağın genişletilmesi, hatta neslini bile kapsayacak şekle getirilmesi anlaşılır gibi değildir. Bunun sebebi genelde sütün kana geçtiği ve kan hısımlığını etkilediği şekliyle açıklanır. Benim düşüncem; süt ile meni arasında bir bağ kurulmuş olabileceğidir. Tarık 7 ayetinde meninin kaburga ile bel kemiği arasından çıktığının yazılması, sütün de aynı bölgeden çıkmasıyla ilişkilendirilmiş olabilir. Tabi meninin kaburga ve bel kemiği arasından çıktığı iddiası bilim dışı olduğuna göre böyle bir ilişkilendirme de saçma olacaktır.

Tabi asıl saçma olan; günümüz İslamcılarının bırakalım ayeti, hala hadislerdeki zırvaları savunuyor olabilmeleridir.
1 yaşındaki çocuğun bile evlendirilebileceğini söyleyenler; süt kardeş neslinin birbiriyle evlenemeyeceğine inanabiliyor ve savunabiliyor. Akraba evliliğini normal görüyor ama süt emzirilmişlerin evliliğini haram buluyor.
İşte din ve dini inanç böyle bir şey!

ESMAÜ'L HÜSNA GERÇEĞİ

Yazan: Pante
din, islamiyet,Esmaü'l Hüsna, Allah'ın 99 ismi, 99 isim, Allah'ın putperest isimleri, İslamiyet ve putperestlik, Muhammed'in 99 ismi, Rahman, Esmaül Hüsna hadis,

ESMAÜ'L HÜSNA GERÇEĞİ


Araf 180: En güzel isimler Allah’ındır; öyleyse O’nu onlarla çağırın. O’nun isimlerini tahrif edenleri bırakın; yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.

Kur’an’da Allah’ın en güzel isimlere sahip olduğunu yazar.
Ama ne 99 isim der ne de isimleri hakkında bilgi verir.

İsra 110: De ki: “İster Allah deyin, ister Rahman deyin, hangisini derseniz deyin, en güzel isimler O’nundur.”

Sadece “Rahman” ismini belirtir. Buna besmeledeki “Rahim” i de katabiliriz.
Diğerlerinin tümü sıfattır. İhlas suresindekiler de dahil.

Ama İslamcılar Esmaü'l Hüsna’yı sanki vahiy almış gibi 99 isim olarak listeler ve her birini özenle tanımlarlar. Üstelik bu isimleri ezbere sayabilenleri cennetlik ilan ederler.

İbn Kesir, tefsirinde, Buhâri ve Müslim’in Ebû Hureyre’den naklettikleri bir hadiste şöyle rivâyet ediliyor:
"Yüce Allah’ın bir eksiğiyle yüz ismi vardır. Kim onları sayarsa cennete girer. O tektir, tek ‘i sever." [Buhârî, Deavât 68]

Tirmizî ve İbn Mâce’de geçen bir hadiste bu 99 isim teker teker sayılmıştır.
Bazı İslamcılar bu isimlerin daha fazla olduğunu iddia eder. Allah’ın aslında 1001 ismi olduğu ama peygamberin bildirdiği 99 ismin kullanılması gerektiğini söylerler.

Bunların hiçbiri doğru değildir. Kur’an’da Allah’la ilgili 200’den fazla isim, sıfat ve isim tamlaması vardır. İlginç bir sayı olsun diye 99’u seçilerek “Allah’ın isimleri” diye uydurulmuştur. Aynı Kur’an’da 6236 olan ayet sayısının 6666 ayet diye yutturulması gibi.
[Bkz. İsmail Karagöz, Esma-i hüsna, DİB]

Bu 99 ismin bazıları şunlar:
Selâm | Vekîl | Mümît | Şekûr | Bârî
Veliyy | Kâbıd | Vâlî | Basîr | Câmî
Hâfıd | Ganîyy | Râfî | Mânî | Muzil
Hâdî | Hakem | Bedî | Hakîm | Vâris
Latîf | Reşid | Hafîz | Sabûr | Rakîb
Dâr | Vâsî | Nâfi | Şehîd | Afüvv

Sadece 30 ismi seçtim ve bu isimler hiç güzel olmadığı gibi  saçma da üstelik.
Bu saçmalığı, anlamını açıklarken kamufle etmeye çalışmışlar.
Birçok isim de benzer anlama geliyor.
Ayrıca dikkatimi çeken bu isimlerin birçoğunun insan ismi olması.
Sahabelerin içinde Allah’la aynı isme ortak olan birçok insan var.
Bu sahabelerin isimleri İslam öncesi de aynıydı. Yani putperestken de bu isimdeydiler.
Müslüman olunca isim değiştirmiş değiller.
Örneğin Allah’ın hakem ismine Ebu Cehil de ortak. Çünkü asıl adı Ebu Hakem idi.

Bu isimlerin anlamları ayetlerle de çelişmekte. Örneğin Halim isminin anlamı; “cezalandırmakta aceleci olmayan” demektir. Oysa Kur’an’da Allah’ın cezaları çabuk verdiği yazılmıştır.
En'am 165: "Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır."

Bir başka dikkati çeken nokta ise Allah’ın isimlerinin erkek ismi olması. Örneğin Aziz, Mümin, Melik, Rahim, Halim, Kerim, Hafız, Latif, Hasib, Vahid, Macid, Kadir, Adil gibi. Kadınlar bu isimleri alırken bilindiği gibi sonuna -e eki alır: Azize, Mümine, Melike, Rahime, Halime, Kerime, Hafize, Latife, Hasibe, Vahide, Macide, Kadriye, Adile gibi..

Muhammed isimler üzerinde çok dururdu. Hanımlarının ve ashabından bazılarının ismini değiştirmiştir.
Aynı zamanda lakapçıdır da. Hoşlanmadığı insanlara lakap takar ve gerçek ismiyle değil, lakaplarıyla söz ederdi.
Allah’a isimleri de Muhammed mi taktı, yoksa başkaları mı uydurdu bilemiyoruz.
Ama Müslümanların çoğu bu isimlere inanır. Esmaü'l Hüsna hakkında methiyeler, şiirler yazılır.
Hat sanatıyla yapılmış süslemeli Esmaü'l Hüsna'lar evlere, işyerlerine asılır.
Hatta Esmaü'l Hüsna’dan dahi mucize çıkarılmaya çalışılır. Üzerinde Ebced ve 19 hesapları yapılır.

Peygamberin Esmaül hüsnası:

Muhammed’in de kendine ait Esma'ül Hüsna'sı var. O da 99 isim.

İmam Kastalani’nin Mevâhib-i Ledünniye adlı kitabında geçen 301 isminden 99’u seçilmiş.

Allah’ın isimleriyle aynı olanlar:
Adil, Alim, Aziz, Cebbar, Ganiyy, Fettah, Hadi, Hafız, Kayyum, Kerim, Macid, Metin, Nur, Rafi, Rahim, Reşid, Sabûr, Malik, Selam

Bunlar benim tespit ettiklerim. Belki fazlası da vardır. Bu da putlaştırmanın bir parçası.

Ne hikmetse Allah’ın isimleri arasında Tevrat, İncil ve Zebur’da geçenler yok.
Hepsi Arap ismi.
Müslüman ismi diye de ayrı bir aldatmaca var.
Din değiştirip de Müslüman olanlara Arap ismini dayatırlar, Müslüman ismi diyerek.
Hatta öz Türkçe isim koyanları dahi eleştirirler, *”Müslüman ismi koyun” diye telkin içindedirler.
Arap milliyetçiliğinin dayatmasıdır bu, din kisvesi altında.
Sanki İslam’ın bir şartı gibidir, ismini değiştirmese Müslüman olarak kabul edilmez.

İslamcılara göre Allah’a Esmaü'l Hüsna dışında bir isim kullanmak caiz değildir. Tanrı, God, Mevla, Hüda, Çalap, Yaratan vb. isimler Allah için kullanılamaz.  Günlük dilde veya pagan dinlerin ilahları için kullanılabilirse de ibadet ve duada kullanımı kabul görmez.

Halbuki Esmaü'l Hüsna’da yer almadığı halde ayetlerde Mevla, Rab, Ekrem, Nasır, Galip isimleri Allah ismi yerine kullanılmıştır.
Allah isminin özel isim olduğu da ayrı bir yalandır.
Bir kaç tane Tanrı olsaydı, “Allah” özel isim olabilirdi. Madem ki tek bir Tanrı var, o halde onun özel ismi olmaz.
Tek Tanrı inancı dünyanın her ülkesinde hangi isimle anılıyorsa, Tanrıya insanlar kendi dillerinde ne diyorlarsa odur.
İlla “Allah” diyeceksiniz diye dayatılamaz.
“God” diyorsa God’dır, Tanrı ya da Tengri diyorsa, Manitu diyorsa odur.
Aksi takdirde dayatılan Allah’ı farklı bir Tanrı olarak algılarlar ve soğuk bakarlar.Nitekim Kur’an çevirilerinde ya da yabancı dile çevrilen yayınlarda bu sorunla karşılaşıldığından Allah değil God tercih edilmektedir.

Tabi bizim ülkemiz ve insanlarımız asırlarca Arap kültür emperyalizminin boyunduruğu altında kaldığından ve dilimiz Arapça istilasına uğratıldığından tersi durum söz konusudur.
Halk arasında “Tanrı”dendiğinde garipsenmektedir.
Ancak temiz kalansa “Tanrı” dır. “Allah” dejenere edilmiştir. Her lafa, her duruma sokulmuştur.
Allahısmarladık, Allah allah, Allahını seversen, Allah aşkına, Allahçılar-Allahsızlar, Ya allah, yallah, Üfff Allaaah!, Allah allah allah allah bu nasıl sevmek, Senin Allahını ….. gibi..
Ama Tanrı ciddiyetini korumuş bir kelimedir ve kökeninde putperestlik de yoktur.

Esmaü'l Hüsna’daki isimlerden sadece Rahman ismi çocuklara takılmaz, insan ismi olarak kullanılmaz.

Rab, Rahman ve Allah kelimeleri direk Tanrı’yı çağrıştırdığından isim olarak tek başına verilmemesi doğaldır.  Aslında Esmaü'l Hüsna’daki diğer isimlerinde kullanılması Muhammed tarafından engellenmeye çalışılmışsa da, birçoğu zaten kullanılan insan ismi olduğundan ve baba-dede isimlerinin takılması bir adet olduğundan önlenememiştir.
Kendi zamanında Allah’a ait sıfatlardan oluşan isimleri yasaklamış, bir çok insanın ismini değiştirmiştir.

Örneğin Esmaü'l Hüsna’daki (Berr) Berre ismi cömert, bağışlayan anlamına geldiği için 2 eşinin ismini Cüveyriye ve Zeynep, yine eşlerinden Ümmü Seleme’nin kızı Berre’nin ismini de Zeynep olarak değiştirmiş. [Müslim, Edeb: 16, (2140); Buhârî Edeb: 108; Müslim, Edeb: 17, (2141); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi]

Yine Asiye, Hazn, Afira, Yesar, Rebah, Necih, Aziz, Asram, Atele, Habbab, Gurab, Hakem, Harb, Şihab isimleri de yasakladığı isimlerdendir ki Aziz ve Hakem ismi de Esmaü'l Hüsna’dadır.

Esmaü'l Hüsna’da olmayan bir Allah ismi olan Yezdan ise Mecusilerin, eski İranlıların iyilik-hayır tanrısıdır. Bu isim mehter marşına kadar girmiştir: “Kur’anda zafer vaat ediyor, hazret-i Yezdan!” şeklinde.

“Rahman” konusuna kısaca değinmekte yarar var. İslam öncesi Arabistan’da “Rahman” Kureyş’in kullandığı bir isim değildi. Güney Arabistan’da kullanılan tanrı ismiydi. Kuzeyde ise Allah kullanılırdı. 19. yüzyılda  bu bölgede bulunan  Himyeri krallığına ait tabletlerde, kitabelerde “Rahman” ismine rastlanmıştır. Himyeri kitabeleri British Museum’da sergilenmektedir.

Yemameli Müslim, İslam’daki adıyla Müseylimetül kezzab da Rahman’a inananlardı. Kur’an’ın ilk sureleri de Rahman ağırlıklıdır. Mekki ayetlerde 55-56 kez Rahman geçerken, Medeni ayetlerde sadece 1 kez Rahman geçer.  Bu da İslam’ın kuruluşunda tanrı ismindeki 23,5 yıllık isim evrimini gösteriyor. Sonunda üstün gelen kuzeylilerin yani Kureyş putperestlerinin kullandığı isim olmuştur.

GARİP VE TARTIŞMALI AYETLER #2

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Tartışmalı ayetler, Garip ayetler, Tuhaf ayetler, İslamda kadını dövmek, Maide 51, Dinler ayrıştırıcıdır, Kur'an'da aşağılık olarak nitelenen canlılar,

GARİP VE TARTIŞMALI AYETLER 2.BÖLÜM

Garip ayetlerin 25 konudan oluşan birinci bölümünü bitirdikten sonra sıra geldi ikinci bölüme. Burada da bir birinden garip, absürt ve çoğu bilindik ayetlerden oluşan 26 konuya ve tabi ki bir birinden garip ayetlere değineceğim. Hemen ayetlere geçelim:

Tanrı sözü 26 – Kim onları dost edinirse onlardandır
Maide 51: Ey inananlar! Yahudi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.
7 - 8 - 9 yaşındaki çocuk gurupları bir birlerine küstükleri  zaman bu tür ifadeler kullanırlar. Meselâ, kendi guruplarındaki arkadaşlarına derler ki: “Sakın o gurup ile konuşmayın, eğer onlarla konuşursanız artık onlardansınız, bizden değilsiniz…” ve bu küskün ve hırçın ifadeleri ayet olarak gönderen, Tanrının bizzat kendisi imiş. Dostluğun öylesine güzel yanları vardır ki! Bu güzel özelliklerden bir tanesi, karşındakini ya da arkadaşını, arkadaşının kendine has özellikleri ile kabul edip saygı duymaktır. Onu olduğu gibi kabullenmektir. İnsanların farklı özelliklerine tahammül edemeyen ve insanı   hayat görüşüne, inanışına yönelik özellikleri ile gurup gurup ayırmaya çalışan kişilerin tahammülsüz ve dar görüşlü olduklarını görürsünüz. Kendinden çok farklı  yapıdaki bir insanla arkadaş ve dost olabiliyorsan, insani açıdan kendini yetiştirmiş ve olgunlaşmışsın demektir. Eski dönemlerde bu tür düşünceler ve insani eğilimler sadece felsefi düşünürlerde görülen özelliklerdendi. Şimdi ise bütün insanlarda olması beklenen davranış özelliklerine dönüştü. Farklı olanı farklılıklarıyla kabul edip sevebilmek ve kabullenmek büyük bir erdemdir ve nitelikli bir kişilik özelliğidir. Ancak kapasitesi dar olan insanların bunu algılaması zordur. Bu ayet, eski dönem çöl Araplarının zihniyetini ve insana bakış açısını olduğu şekli ile ifade  ediyor.

Tanrı sözü 27 – Karını dövebileceğin sebepler
Nisa 34: Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırmasından endişe ettiğiniz  kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür.
Bu ayet de zaten Müslümanlar içinde hâlâ tam olarak hazmedilemeyen, yanar döner lâmba gibi evirilip çevirilip makûl anlamlara erdirilmeye çalışılan ama aklı selim insanlar tarafından yine de mantıklı bir sonuca oturtulamayan ifadeleri içeriyor. Bu ayetle ilgili açıklayıcı ve bilgilendirici nitelikte çok sayıda yazı ve video olduğu için ayrıntıya girmiyorum. Bir de son dönemlerde ortaya çıkan  Erkek karısını başka bir adamla yatakta yakalayınca istemsiz olarak tokat atarmış da, bu ayet de erkeğe o anda verilen bir tokat ruhsatı imiş. Cahil kandırmak diye buna denir her halde. Arapların ilahı olan Allah, Maide suresi 89’uncu ayette “Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz.  Ama bile bile yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar…” gibi açık bir ayet gönderirken Nisa 34’te “Allah, erkeği karısına haksız yere vurduğu tokatla  sorumlu tutar  ama bir ihanet durumunda atılan tokat başkadır” gibi bir ifadeyi kullanmayı akıl edememiş ama bizim modernistler böyle bir sonuca ulaşmayı başarmışlar. Ayette, bir öfke anında istemsiz olarak kadına atılan bir tokattan bahsetmiyor, açıkça “dövün” emri var. Dahası, kadına şiddet göstertilmemesi ile ilgili hiçbir ayet yok. Evlilik huzurunu bozan erkeğe karşı yapılacak bir yaptırım da yok. Ayette ayrıca kadının başkaldırdığı bir durum da yok. Eğer erkek karısının baş kaldırmasından ya da iffetsizliğinden şüphe duyarsa ya da bundan korkuyorsa bu davranışları icra ediyor. Farz edin adam Paranoyak, bir şeyler görmesine, bir şeylere şahit olmasına gerek yok. Paranoyaklığı gereği şüphelenmesi ve korkması, karısını dövmesi için  yeterli.

Tanrı sözü 28 – Aşağılık olarak nitelenen canlılar
A’râf 179: Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.
Kalpleri olup anlamayanları, gözleri olup görmeyenleri, kulakları olup işitmeyenleri kim yaratıyor? Allah! Bu kişilerin bir çoğu ne için yaratılmış? Cehennem için! Bundan daha açık nasıl ifade edilir? Allah birilerini sırf cehennem için yaratmış. İşte bu yaratılanlar hayvanlar gibiymiş ve hatta hayvanlardan daha da aşağıdalarmış. Hayvanlar, aşağılık varlıklar mı dır? Bütün hayvanların ve hayvanlar da dahil olmak üzere bütün canlıların, ekolojik sistem içinde mükemmel bir görevi vardır. O yüzden bitkiler de dahil olmak üzere her hangi bir canlıyı mecazi anlamda dahi kullanılsa bu günün, bu çağın felsefe ve bilim insanları  “aşağılık” olarak tarif etmekten imtina ederler. Her canlı, kendi sınıfında önemlidir ve değerlidir. İman etmeyen insanları hayvanlara benzetirken belki zekâ ve akıl olarak bir benzetim yapılabilir çünkü hayvanların akıl kapasiteleri, belirli bir seviyenin altındadır fakat böyle bir benzetim yapıldığında da inanmayan insanların zekâlarının düşük olduğu varsayılır ki böyle bir durumda ise zekâsı düşük olarak varsayılan insanın, kendi yapısına mahsus olan bu  durumundan dolayı hiçbir günahı, kabahati yoktur. Günümüzde, modern ve insancıl yaklaşımda, hayvanlar artık aşağılık varlıklar olarak görülmüyorlar fakat güçlünün zayıfı her zaman ezdiği ve bunu gururlanarak marifet olarak yaptığı eski dönem zihniyetinde insanların düşünce sisteminde bir çok hayvan, aşağılık canlılar olarak görülürdü. Bu düşünce sisteminin bir yansıması olan bu ayet, Tanrı kelâmı olduğuna inanılarak bu zamana kadar gelmiş.

Tanrı sözü 29 – Farklı dinlerle imtihan edilmek
Maide 48: …Her birinize bir şeriat ve bir yol yöntem verdik. Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat size verdikleriyle sizi denemek istedi…
Bir anne baba düşünün. Kardeşleri birleştirip, bir araya getirip, tam bir aile yapmak yerine bir birine küstürüp ayrıştırıyor ve diyor ki: “Evlatlarım, biz bunu sizi denemek için yaptık.” Ey adının Allah olduğuna inanılan İlâh, bütün insanları tek bir ümmet yapsaydın eğer, şu an bütün dünya insanları Müslüman olmuştu fakat sen kullarını denemek için farklı ümmetlere böldün? Sonuç olarak ne oldu?...  Sınavı kazanamayacak  kullarını, İslâm dışındaki dinlere mi gönderdin? Çünkü fark ettiysen Hıristiyan toplumlarının insanları, çocukları Hıristiyan, Yahudi toplumlarının insanları ve çocukları da Yahudi, Müslüman toplumlarının insanları ve çocukları da Müslüman. Eeeeee? Ben bu sınavdan bir şey anlamadım. Hıristiyanlar ve Yahudiler şu an seni bulmak sınavında mı? Belli ki bir çoğu seni bulamamış. Onların hepsi günahkâr mı şu an?

Tanrı sözü 30 – Cehennemi hak edenler
Gâşiye 6: Onlara, acı ve kötü kokulu bir dikenli bitkiden başka yiyecek yoktur.
En’âm 70: … İnkâr ettiklerinden dolayı onlar için kaynar sudan ibaret bir içecek ve elem verici bir azap vardır.
Bu ayetlerde,  açıkça görüldüğü üzere  cehennem sakinlerinin menüsünden bahsediliyor. Bu işkence ayetlerini yazan bir Tanrı! Bu menünün verilme sebebi ise cinayet değil, tecavüz değil, hırsızlık değil, çocuk istismarı değil, toplu katliam değil, işkence değil,  inkâr. Tanrı olduğu iddia edilenin  ayetlerini  inkâr.

Tanrının sözü 31 – Çadıra gel, cennet çadırı bunlar!
Rahman 72:  Çadırlar içerisinde gözlerini yalnız kocalarına çevirmiş hûriler vardır.
Bu ayet,  cenneti anlatan ayetlerden biridir ve cennette çadırlar içinde bekleyen huriler var. Kâinatın yaratıcısı olduğuna inanılan Allah, kıyamete kadar geçerli olan kitabında her  çağın insanlarına hitap ettiğini  hesap etmiş midir bilinmez,  Cennetteki hurilerin  çadırlar içinde olduğunu müjdeliyor. Çadırlar, eski dönem Arap bedevilerinin evi olarak kullanılırdı. Yüce Tanrı, Cennete saraylar inşa etmek yerine Arap bedevilerin zevkine ve yaşam kalitesine uygun olan çadırları koymuş cennete ve içlerine de hurileri doldurmuş.

Tanrı sözü 32 – Allah ve melekler Peygambere salat ederler
Ahzâb 56: Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun.
Öncelikle bu ayette kula seslenen kimdir? Yani “Allah ve melekler, Peygambere salat ediyorlar” diyen kimdir kardeşim!  “Ben ve meleklerim Peygambere salat ediyoruz, siz de ona salat edin” denmesi gerekmez mi?  Tabi yaaaa, burada Araplara özgü iltifat sanatı yapıldığından böyle bir hitap kullanılmış. Tamam, hitap şeklini, iltifat sanatı ile hadi yırttınız diyelim. Allah ve melekler, Peygambere niye salat eder? “Başlar ayak, ayaklar baş olmuş” diye bir deyim var, tersi miydi acaba! Şirki yasaklayan Allah, Peygamberini kendisine Şirk aracı mı yapmaya çalışıyor acaba? Bu ayetin Tanrı katından gönderildiğine gel de inan!

Tanrı sözü 33 – Allah, eş seçeneği konusunda Peygamberine level atlatıyor
Ahzâb 4:   … Yine evlatlıklarınızı da öz çocuklarınız (gibi) kılmamıştır. Bu, sizin ağızlarınızla söylediğiniz (fakat gerçekliği olmayan) sözünüzdür. Allah ise gerçeği söyler ve doğru yola iletir.
Ahzâb 5:   Onları babalarına nispet ederek çağırın. Bu, Allah katında daha (doğru ve) adaletlidir. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar sizin din kardeşleriniz ve dostlarınızdır. Hata ile yaptığınız bir işte size hiçbir günah yoktur. Fakat kasten yaptığınız şeylerde size günah vardır. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Ahzâb 37:    …Zeyd onunla beraber olduktan sonra müminlere, evlâtlıklarının -kendileriyle beraber olup ayrıldıkları- eşleriyle evlenmeleri hususunda bir sıkıntı gelmesin diye seni o kadınla evlendirdik. Allah’ın emri elbet yerine getirilecektir.
Bu ayetleri okuduğumuzda Tanrı olduğuna inanılan Allah, önce evlatlık kurumunu ortadan kaldırarak Zeydi, Peygamberin evladı olmaktan men ediyor  sonra da Zeyd’in karısını elçisine gıyabında nikâhlıyor. Bir Tanrı böyle bir rezilliği, elçisine niye yaptırır bilinmez ama Müslüman alemi bu ayeti sorgulamak yerine inandırıldıkları Allah’ın bu kararını haklı çıkartmak için ellerinden geleni yapıyorlar.

Tanrı sözü 34 – Küfre saplananların kalpleri
Bakara 6: Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar.
Bakara 7: Allah, onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözleri üzerinde de bir perde vardır. Onlar için büyük bir azap vardır.
İslâm’ın İlâhı, kullarına azap etmeye bayağı hevesli görünüyor. Kalpleri, kulakları mühürleyiveriyor. Bu ayetlerde garip olan diğer bir durum ise  küfre saplanmak, uyarmak, inanmak ya da inanamamak gibi  beyinsel işlevler kalp organı ile anlatılmaya çalışılmış. Kalbin görevi  vücuda kan pompalamaktır fakat yıllar içinde bu zamana kadar evrilip gelen tefsir ilmi, kalp olarak nitelenen organın Kur’an’da mecazi anlamda kullanıldığını iddia  eder ve bu şekilde kendine çıkış yolu bulmaya çalışır.

Tanrı sözü 35 – Allah’ın emin olamadığı insan sayısı
Sâffât 147: Bir defa daha onu yüz bin ya da daha fazla kişiye elçi olarak gönderdik.
Bu ayette İslâm’ın ilâhı, insan sayısından emin değil fakat tefsircilere sorarsanız aslında bu emin olamama durumunun farklı sebepleri var. Yani aslında o ayet, o şekilde bir şey demek istemiyor. Bizler de Kur’an’ın bu ayetini, anlamına uygun okuyup yorumlayamıyoruz.

Tanrı sözü 36 – Mucizeye gel
A’raf 107: Bunun üzerine Musa asasını yere attı. O hemen apaçık bir ejderha oluverdi!
Bu mucize masallarının hiç birisi de inandırıcı değil.

Tanrı sözü 37 – Birliktelik sırası
Ahzab 51: Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Bıraktığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur. Böyle yapman onların mutlu olmalarına, üzülmemelerine ve hepsinin, senin verdiklerine razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalplerinizde olanı bilir. Allah hakkıyla bilendir, halîmdir.
Elçisi Hz Muhammed’in,  eşleri ile olan birliktelik sırasına müdahele etmek gereği duyan yüce ruhlu, merhametli Tanrının sözlerini ve iznini içeren meşhur ayet. “Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın” ifadesine dikkat edilirse,  Allah sanki normal bir kadından değil de kölelerden bahsediyor. Kadın erkeğin zevk aracı. Öyle önemli bir zevk aracı ki koskoca İlâh Peygamberinin geçici olan bu dünyadaki zevkinin en ince detaylarını bile düşünüp müdahale etmiş. Çok duygulandım.Tefsircilerin bu ayetin anlamına yönelik getirdiği açıklamaya ben de katılıyorum, Allah’ü Teâlâ,  Aile kurumunun birliğine, dirliğine çok önem veriyor canım!

Tanrı sözü 38 – Sperm nereden çıkar!
Târık 5-6-7: İnsan neden yaratıldığına bir baksın. O, atılan bir sudan yaratıldı. O su, bel ve göğüs kafesi arasından çıkar.
Bu ayetten anlaşılan o ki İslâm’ın İlâhı olan Allah’a göre erkeğin organından fışkıran meni, kişinin bel ve göğüs kafesi arasından çıkıyor.

Tanrı sözü 39 – Allah’ın kolay yaptığı işlerden birisi
Nisa 30: Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu, Allah’a pek kolaydır.
Bu ayeti bir Tanrı mı yazdı yoksa bir çocuk mu? Kolay olan duruma bak! Kişiyi cehennem ateşine atmak Allah için çok kolaymış. Ne demeli buna? Bir de bu tip ayetleri aklayıp paklayıp uzuuuuuun uzun metinler yazıp açıklama getirmeye çalışanlara ne demeli!

Tanrı sözü 40 – Kara balçık ve güneş
Kehf 86: Nihayet güneşin battığı yere varınca, onu kara bir balçıkta batar buldu…
Güneşi, kara bir balçıkta batar vaziyette gören Zülkarneyn’dir.  Güneş aslında kara bir balçıkta batmaz. Bu ayette ilginç olan şu ki eğer bu ayetteki durum Zülkarneyn’in gözünden ve onun bakış açısından aktarılıyorsa doğru olan aktarım “…onu kara bir balçıkta batar buldu…” şeklinde değil “…onu sanki kara bir balçıkta batıyormuş gibi gördü…” şeklinde olması gerekirdi. Ayette, güneşin kara bir balçıkta batması durumu, gerçek bir durummuş gibi ifade edilmiş. Ayetlere yönelik bu tür düzeltmeler yapıldığında hemen “Allah’a neyi nasıl yazacağını sen mi öğreteceksin?” gibi sesler yükseliyor. Aslında evet, evreni yaratan Allah ise, lisanı ve dilbilgisi kanununu yaratan Allah ise, yarattığı kulunun beyninde şüphe oluşturmamak ve ayetlerine insanların inanmasını sağlamak için yazdığı cümlelerin mantık sahası içinde olması gerekiyor. Ben iman sahibi birisi olmadığım için söz konusu ayetleri objektif bir şekilde değerlendirebiliyorum fakat sen imanlı birisi olduğun için yani bu dine kör kütük iman ettiğin için  objektif bir şekilde değerlendirme yapman mümkün değil.
   
Tanrı sözü 41 – Yıldızlarla şeytan taşlatan Allah
Mülk 5: Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık. Onları şeytanlara atılan taşlar yaptık ve (ahirette de) onlara alevli ateş azabını hazırladık.
İslâm’ın doğduğu yıllarda, gökyüzünde görülen yıldızların aslında güneşimiz gibi devasa birer yıldız oldukları, bazılarının gezegen oldukları, Araplar tarafından bilinmiyor ve İslâm’ın İlâhı olduğu düşünülen Allah, gökyüzündeki kandilleri yani devasa yıldızları, şeytanlara atılan taşlar yaptığını anlatıyor. Bu kadar basit!

Tanrı sözü 42 – Şirk ve öldürme emri
Tevbe 5: Haram aylar çıkınca Allah'a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Tanrının egosu büyük oluyor. İslâm’ın en büyük günahı şirk yani Allah’a ortak koşmak. Öyle büyük bir günah ki daha o dönemde bile cezası ölüm ama bu kişiler tövbe edip namaz kılarlarsa ve zekat verirlerse serbest bırakılıyorlar. Ya bana ortak koşmayı bırakıp tam inanacaksın, Allah da biz de seni affedeceğiz ya da kelleni alacağız.
         
Tanrı sözü 43 – Hırsızın cezası
Maide 38: Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin.
Hırsızlık zorunlu mu yapılmış keyfi mi yapılmış yoksa küçük ve değersiz bir şeyler mi çalınmıştır bu konuda bilgi yok ama Allah’ın kesin hükmü var. Ve ayrıyeten bu ayetin fesh olunduğuna dair ya da artık geçersiz olduğuna dair Kur’an’da bir bilgi veya emir yoktur. Burada önemli olan, bu cezanın şu anki çağda uygulanıp uygulanmaması değil, böyle bir cezanın, hem de bir insanın hayatını toptan değiştirecek bir cezaya yönelik suçun, ayrıntıya yer vermeden hükmünün verilmesi. Peygamberinin eşleri konusunda nice ayrıntılar veren Allah, hırsızlığı yapan çaresizlik içinde mi yapmış, mecbur mu kalmış, zevkine mi yapmış, tembellikten mi çalmış, hırsızlığı yapan çocuk mu, genç mi yetişkin mi, hangi hırsızlıkta ne yapılması gerek  belli değil. Ulemanın vicdanına, kararına  kalmıştır.

Tanrı sözü 44 – Mallar ve oğullar
Kehf 46: Mallar ve oğullar, dünya hayatının süsüdür. Baki kalacak salih ameller ise, Rabbinin katında, sevap olarak da ümit olarak da daha hayırlıdır.
Bu ayette mallar ve evlatlar denmiyor. Mallar ve oğullar dünya hayatının süsü imiş. Bunun anlamı erkek evlatları değerlidir. Kız çocuğuna verilen değer ortadadır. Ne de olsa Arabın Tanrısı!

Tanrı sözü 45 -  Oruç gecesi
Bakara 187: Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı…
O dönemlerde çok büyük bir sıkıntıydı galiba oruç gecesi haşna fişne yapamamak ama merhametli Tanrı, kadınları önce ekinlik yaptı sonra “ekinliğinize dilediğiniz şekilde varın” diyerek mümin erkeklere serbest pozisyon izni verdi dahası oruç gecesinde de haşna fişne  izin verdi. Daha ne olsun! 

Tanrı sözü 46 – Devenin yaradılışı
Gâşiye 17: Deveye bakmıyorlar mı, nasıl yaratılmıştır!
Bence de bakmak lâzım. Bilime ilime yönelik ilk işim, deve gördüğüm zaman uzun uzun ve dikkatlice o deveye bakmak olacak. Bu bakış esnasında ya da sonrasında, devenin nasıl yaratıldığını ya da ne kadar harikulade yaratıldığını anladığım zaman ortaya büyük bir soru çıkacak. Hemen o soruyu da ekleyeyim: O deveyi adının Allah olduğuna inanılan İlâhın yarattığının kanıtı nedir? Ya adı başka isimle anılan bir Tanrı ya da oluşum yarattıysa ve başka bir durumun ya da varlığın yarattığı canlıya Allah sahip çıkmaya çalışıyorsa!

Tanrı sözü 47 – Üstünlük ve barış
Muhammed 35: Sakın za’f göstermeyin. Üstün olduğunuz hâlde barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. Sizin amellerinizi asla eksiltmeyecektir.
Bu ayetten anlaşılan şudur ki: Eğer üstün olunmasa imiş barışa çağırmak caiz vacip olacakmış  ama üstün olununca unut barışı marışı… Barış da kimmiş?

Tanrı sözü 48 – Kadına verilen değer
Bakara 223:  Kadınlarınız sizin ekinliğinizdir. Ekinliğinize dilediğiniz biçimde varın.
Bir ilâh, kendini insan zanneden ve hatta gerektiğinde kocasına hayır diyebileceğini zanneden kadına karşın, erkeğe böyle bir ayet gönderiyor. Ey Müslüman kadını, bu ayeti oku da, kendini her nimetten sayma! Sen ancak evli olduğun ya da evleneceğin erkeğin zevkine ve ihtiyacına binaen yaratılmış bir mahlukatsın. Bunu ben demiyorum, senin inandığın Allah diyor.

Tanrı sözü 49 – Eşeğin anırması
Lokman 19:  "Yürüyüşünde ölçülü ol, sesini yükseltme; çünkü seslerin en çirkini eşeğin anırmasıdır."
Bu ayetten anlaşılıyor ki Allah’a göre, kendi yarattığı eşeğin sesi ya da anırması en çirkin olanı imiş.Adının Allah olduğuna inanılan sayın İlâh, yarattığın eşeğe neden çirkin bir ses verdin? O eşeğin dili olsa, Yaradanı tarafından böylesine nahoş bir kavrama benzetilmeye karşın üzüntü duyardı. Keşke yarattığın hayvanları, iyi özellikleri ile övseydin ya da yarattığın hayvanların sadece iyi özelliklerini insanlara benzetse idin. Hem eşeğin anırması sana göre çirkin olabilir ama belki başka bir insana göre hoş bir sestir. Bir insanın yüksek sesi, eşek anırmasına benzetmesini anlayabilirim fakat bir Tanrının bu benzetmeyi yapmasını anlayamam. Hatta konuya derinlemesine dalarsak güzellik ve çirkinlik diye bir şey yoktur çünkü bunlar görecelidir. Anladığım kadarıyla senin tıpkı insanlar gibi göreceli bir zevkin var. Bu konu ile ilgili seni savunan müdavinlerin sakın bana, “O dönem Araplarını ikna etmek için Allah böyle sözler sarf etmiştir” gibi sözlere sığınmasınlar çünkü bu sözler aynı zamanda bir Tanrı olan senin seviyeni belirliyor, sonuçta bu sözler senin sözlerin, senin seviyen, senin kaliten! Nasıl ki cemaat hocayı örnek alırsa, kulların da sarf ettiğin bu sözleri okuyarak seni örnek alır.

Tanrı sözü 50 – Erkeğin boşanma kepazeliği
Bakara 230: Eğer erkek karısını (üçüncü defa) boşarsa, kadın, onun dışında bir başka kocayla nikâhlanmadıkça ona helâl olmaz. (Bu koca da) onu boşadığı takdirde, onlar (kadın ile ilk kocası) Allah’ın koyduğu ölçüleri gözetebileceklerine inanıyorlarsa tekrar birbirlerine dönüp evlenmelerinde bir günah yoktur. İşte bunlar Allah’ın, anlayan bir toplum için açıkladığı ölçüleridir.
Bu ayet ilk kez duyanların şaşırıp kaldığı, daha önceden zaten bilenler için ise pek dile getirilmemeye çalışılan bir ayet. Allah’ın emri odur ki: Bir erkek, karısını üç kez boşarsa ki kadını boşayan erkeğin bizzat kendisidir, işte o erkek eski karısı ile dördüncü kez evlenmek istediğinde o kadının başka bir erkekle evlenip boşanmış olması gerekir. Bu ayet güya mümin erkeğe “doğrudur, karını zırt pırt boşama yoksa dördüncü seferde artık o kadını başkasının koynuna sokman gerekir” diye uyarı yapılıyor.

Tanrı sözü 51 – Alay eden Allah
Bakara 14: İman edenlerle karşılaştıkları zaman, “İnandık” derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, “Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz” derler.
Bakara 15: Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir.
Ayete bak sen! Birileri iman edenlerle alay ederken Allah da asıl onlarla  alay ediyormuş. Tanrı dediğin böyle olur. Sözün bittiği yer!
Yazan: Kainatta Toz Zerresi