HABERLER
Dini Haber

YOKSA BİZ KUR'AN'I YANLIŞ MI ANLADIK?



YOKSA BİZ KUR'AN'I YANLIŞ MI ANLADIK?

KURANI KERİM EVRENSEL BİR KİTAPTIR...
KUR'AN'I KERİM HAK DİNİN KİTABIDIR...
KUR'AN'I KERİM ALLAH'IN İNSANLARA İNDİRDİĞİ SON MUKADDES KİTAPTIR...
KURANI KERİM ferde ve cem`iyete, bütün insan sınıflarına, bütün memleketlerde ve bütün devirlerde insan hayatının bütününe, maddî - mânevî bir hidayet rehberidir...
KURANI KERİM muazzam bir kitaptır. Onu biz indirdik. Çok mübarektir. (Fayda ve bereketi çoktur).... vs.

Bu esaslara sahip olan kuranı kerimin Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsiriyle Kur'an'ın içerisinde geçen bazı kelimelere gelin beraber bir göz atalım.
evrensel olarak nitelendirilen kuranın, acaba içerisinde zıt anlamlı kelimeler hangi ayetlerde kaç kere geçiyor.

HÜR = 7-2 defa geçiyor
Bakara 178
Nisa 1 (bu ayetteki hür kelimesi hürmet etmek anlamında kullanılmıştır)
Nisa 25
Maide 5
Nahl 75
Hac 30 (bu ayetteki hür kelimesi hürmet etmek anlamında kullanılmıştır)

ÖZGÜR = 0

SERBEST = 3-1 (serbest bırakmak) defa geçiyor
En'am (44)(bu ayetteki serbest kelimesi serbestlik rahat hareket etmek anlamında kullanılmıştır)
Araf (127)
Tevbe (5) (("kayıt dışı") bu ayetin içi sizi dışı beni yakar zaten hiç içeriğine girmiyorum zaten)

KÖLE  = 16 defa geçiyor
Bakara (178)
Bakara (221)
Nisa (36)
Nisa (92)
Maide (89)
Tevbe (60)
Nahl (75)
Mu'minun (47)
Nur (32)
Nur (33)
Nur (58)
Şuara (22)
Rum (28)
Ahzab (55)
Mücadele (3)
Beled (13)

CARİYE = 12 defa geçiyor
Bakara (221)
Nisa (3)
Nisa (24)
Nisa (25)
Nisa (36)
Mü'minun (6)
Nur (31)
Nur (32)
Nur (33)
Ahzab (50)
Ahzab (52)
Mearic (30)

ESİR = 26-17 ( esir almak) defa geçiyor
Bakara (85)
Bakara (163) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Bakara (177)
Bakara (226) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (30) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (89) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ali imran (129) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Nisa (24)
Nisa (92)
En'am (54) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Enfal (67)
Enfal (70)
Hud (90) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryen (26) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (44) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (75) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Meryem (78) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Taha (90) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Rum (21) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Ahzab (26)
Hadid (9) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Mücadele (12) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Hasr (22) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
Tahrim (1) (bu ayetteki esir kelimesi esirgemek anlamında kullanılmıştır)
İnsan (8)

BARIŞ = 9 (barışmak-barış yapmak) defa geçiyor
Bakara (208)
Bakara (228)
Nisa (35)
Nisa (90)
Nisa (91)
Nisa (128)
Enfal (61)
Muhammed (35)
Hucurat (9)

SAVAŞ = 62 (savaşmak-harp) defa geçmektedir
Bakara (177)
Bakara (190)
Bakara (191)
Bakara (217)
Bakara (218)
Bakara (246)
Bakara (249)
Bakara (279)
Ali İmran (121)
Ali İmran (142)
Ali İmran (146)
Ali İmran (147)
Ali İmran (156)
Ali İmran (167)
Ali İmran (168)
Ali İmran (195)
Ali İmran (200)
Nisa (77)
Nisa (90)
Nisa (95)
Maide (24)
Maide (33)
Maide (54)
Maide (64)
Enfal (5)
Enfal (57)
Enfal (60)
Enfal (72)
Tevbe (13)
Tevbe (14)
Tevbe (16)
Tevbe (29)
Tevbe (36)
Tevbe (38)
Tevbe (39)
Tevbe (41)
Tevbe (42)
Tevbe (45)
Tevbe (81)
Tevbe (83)
Tevbe (91)
Tevbe (92)
Tevbe (107)
Nahl (81)
Nahl (110)
Isra (5)
Enbiya (80)
Hac (39)
Neml (33)
Ahzab (25)
Muhammed (20)
Fetih (16)
Hucurat (9)
Hucurat (15)
Hasr (11)
Hasr (12)
Hasr (14)
Mümtahine (1)
Mümtahine (8)
Mümtahine (9)
Saf (11)
Tahrim (9)

Yoksa biz bu kitabı yanlış mı anladık? Bahsi geçen HUZUR, MUKADDESLİK, EVRENSELLİK, HAK DİN, MADDİ MANEVİ HİDAYET, MÜBAREKLİK, FAYDA, BEREKET vs. nerede hani ???
(("kayıt dışı") Buna benzer bir çok örnek var. Ben ufak bir kısmını paylaştım ama siz ne demek istediği mi çoktan anladınız zaten. Zıt anlamlı sözcükleri tarayınca karşımıza maalesef şunlar
çıkıyor: Hür, özgür, serbest-köle, cariye, esir, barış-savaş...

SİZDEN GELENLER | Yazan: İsimsiz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN SIYRILMA HİKAYEM



DİNDEN SIYRILMA HİKAYEM
(Takipçimin Dinden Sıyrılma Süreci)

Merhaba ben Hakan 35 yaşımdayım yaklaşık 2 buçuk yıldır dinden sıyrılıp hakikati gördüm diyebilirim. Henüz yeni sayılırım kanaatimce ve benim durumum ani ve birden oldu. Sabrederseniz size bu durumun nasıl olduğunu anlatacağım. Anlatımıma geçmeden önce bana bu fırsatı veren kanalınıza-sitenize teşekkürü bir borç bilip minnettar olduğumu ayrıca belirtmek isterim.

Çocukluğumu hemen hemen herkes gibi arada yaz tatillerinde 1 ay Kur'an kursuna gidip Arapçasından 5-10 sure ezberletilip ve yine Arapçasından Kur'an okumasını hasbel kader öğrenmeye çalışarak geçirdim. Belli bir yaşa kadar da dine inanmak dışında pek işim olmadığını söyleyebilirim. Arada annemin zoruyla cuma namazına gidip gelmek ve ramazan aylarında 10-15 gün oruç tutmak dışında tabii. O belli yaş 25'imde iken çok yakın bir arkadaşımın hasta olan babasıyla yapmaya çalıştığımız 1 saate yakın muhabbetten sonra başladı diyebilirim. Yanlış anlamayın dini bir muhabbet değildi. Arkadaşımın babası Parkinson hastalığına yakalanmış yaşlı biriydi ve o zamana kadar evine devamlı gidip geldiğim bu adamla hiç bu kadar uzun vakit geçirmemiştim.
Amcanın bu durumu beni derinden etkilemişti ve üzmüştü doğrusu. Eve dönüş yolumda derin düşüncelere dalmıştım ve bu hayatın çok kısa olduğunu biraz da öbür tarafı düşünüp iyi şeyler yapmak gerektiğini düşünmüştüm. Bir süre sonra da kendimi namaz kılarken buldum. Bu şekilde 5 vakit namaza başlamıştım.

Evimizde Arapçasının yanında mealinin de olduğu bir Kur'an da vardı, ara ara onu okumaya da başlamıştım. İnanır mısınız insan inançlıyken dine karşı okuduklarına ve duyduklarına çok saf bakıyor. O zamanlar okuduklarınıza eleştirel bakamıyorsunuz. Çocukluğunuzdan beri öyle kodlanıyorsunuz adeta. Bize öyle öğretildi, bu kitap bizim gözümüzde Muhammed zamanından beri harf bile değiştirilmeden günümüze kadar korunarak gelmişti. Aklıma azıcık eleştirel bir şey gelse yine bize öğretildiği gibi "şeytan şu an benim aklımı çelmeye çalışıyor" diyerek hemen tövbe edip yaratana sığınırdım. Bu şekilde arada namazı bırakıp tekrar başlayarak 5-6 yıl geçirdim. Ama imanım eksik olduğundan dolayı ara ara ibadetlerden koptuğumu düşünmeye başlamıştım. Sonunda tek olduğum ve çevremde benim gibi dine yönelmiş bir insan bulamadığım için bu durumda olduğuma kanaat getirmiştim. Bu durumu da dinle ilgili daha çok araştırarak, kitap okuyarak aşacağımı düşündüm ve öyle de yaptım. Boş zamanlarımda kitap okumaya, daha çok da ilgi alanım olduğundan dinle ilgili kitaplar okumaya başladım. Okudukça da inancımın ve ilmimin arttığını düşünüyor ve bu durumdan keyif alıyordum. Yaşar Nuri Öztürk hocanın YouTube dan eski programlarını izliyor ve edinebildiğim kitaplarını okuyordum. Hayatımın bu döneminde beni özellikle etkileyen bir kaç kitaptan bahsetmek istiyorum. Yaşar hocanın ana dilde ibadet meselesiyle ilgili bir kitabını okuyup, etkilenip namazda okunan sure ve duaların Türkçe'sini ezberleyip tamamen Türkçe, yani anladığım dilde namaz kılmaya başlamıştım ve gerçekten namazdan aldığım keyif ve huzurun bir kaç kat arttığını söyleyebilirim. Hatta tam da bu yüzden dinin Tanrı tarafından gönderildiğine inanmayı bıraktıktan sonra bile aylarca namazı bırakamamıştım. Düşünsenize abdestli, namazlı bir inançsız.. Size çok garip geldiğini tahmin edebiliyorum ama durum tam da buydu.

Her neyse, yine okuduktan sonra beni çok etkileyen bir diğer kitap ta Kur'an araştırmaları grubunun yazdığı "Uydurulan Dinden İndirilen Dine" adlı kitaptı. Bu kitap ile hadislerin Muhammed'in ölümünden 150-200 yıl kadar sonra kaleme alındığını ve gerçekten akla mantığa sığmayan hadis örneklerinin olduğunu öğrendim ve araştırınca birçoğunun doğru olduğunu gördüm. Bunlar gibi bir çok kitap daha okudum ve tabiri caiz ise modernist bir İslamcı olup çıkmıştım.

Mehmet Okuyan, Mustafa İslamoğlu, Caner Taslaman gibi hocaların kitaplarını okuyan ve programlarını izlemekten haz duyup mutlu huzurlu namazını kılan, öyle kendi halinde yaşayıp giden bir adamdım. Bu arada da evlenmiştim. Evlenmeden önce kafamda ki eş manevi açıdan benden daha güçlü olsun ki birlikte birbirimize destek olup beraberce bu yolda yürüyüp gidelim istiyordum. Gönlüme göre de bulmuştum doğrusu mutluydum. Onunla arada bu tip konularda konuşur fikir alışverişinde bile bulunurduk. Zamanla okumalarım, araştırmalarımda artıyordu. Dinle ilgili ne bulursam ilgimi çekiyordu, okuyor, okuyordum. Samimi bir inanandım ve kendimi hakikati arayan bir insan olarak görüyor ve o hakikatin de dinde olduğunu zannediyordum.

Mesela İhsan Eliaçık hocanın "bana dinden bahset" adlı kitabından edindiğim bir bilgiden bahsetmek istiyorum. Kur'an da Süleyman peygamberin rüzgâra emir verip istediği yere gidebildiğiyle ilgili ayetleri biliyorsunuzdur. İhsan hoca buradaki "istenilen yere götüren rüzgarın" gerçekte o dönemde yaşayan Fenikelilerin yelkenli gemi yapımında çok ileri olduğunu ve Süleyman peygamberin de yaşadığı dönemde bu teknolojiden yararlandığını anlattığını söylüyordu. Yani esasen Kur'an da bunu anlatıyormuş.

O dönem bunu okurken "vay be çok mantıklı bir anlatım, gerçek bu olmalı" dediğimi hatırlıyorum. Şimdi ise madem öyle, madem doğrusu bu, o halde Tanrı neden gönderdiği kitabında bu durumu açık açık belirtmemiş, belirtse bizde aynı şekilde anlardık, üstelik kitapta her şeyi apaçık açıkladığını iddia ediyor diyordum.

Neyse yaşadığım şehirde düzenli kitap aldığım bir kaç yer vardı o noktalardan birinde dolaşırken şans eseri sevgili Arif Tekin'in "Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an" adlı kitabı gözüme çarptı. İlk bakışta normal dini bir kitap izlenimi veriyordu, kapağında Arapça yazısı olan ve ilgi uyandıran gizemli bir havası vardı. Kitabın arkasındaki yazıyı okumamla birlikte daha bir merak içinde kalıp hemen aldım. Nereden bilebilirdim ki o kitabın benim dine eleştirel bakma penceremi alabildiğine açacağını.
Kitabı okuduktan sonra ufkum açılmıştı adeta. Kitapta yazan ve eleştirilen ayetler benim daha önce hiç bakmadığım bir bakış açısıyla yorumlanıyordu ve hemen hepsi de doğruydu, gerçeklerden kaçamıyordum doğrusu.
Bir çok yerde telefonuma indirdiğim Kur'an mealini açıp bakıyordum, yetmiyor öncesine ve sonrasına bakıyordum ve diyordum ki "evet hoca haklı, burada bunu demek istiyor". Kur'an'ın cariyeliği ve köleliği yasaklamadığını, tam tersine teşvik ettiğini, kadınları erkeklerin tarlası ve yarım insan yaptığını, Muhammed'in akıl hocalarının olduğunu ve daha bir çok şeyi bu kitaptan öğrendim.

Akla ve vicdana ters o kadar fazla şey vardı ki, kendi kendime Kuran'ın mealini defalarca okumama rağmen nasıl bunları görememişim diye hayret etmiştim. Daha önce de dediğim gibi bu durumun insanların küçüklükten beri toplumun beyin yıkama operasyonuna tabi olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Özellikle alkolle ilgili ilk gelen ayetlerde onun insan için iyi bir şey olduğunu sonra hem iyiliğin hem de kötülüğün bulunduğunu, daha sonraki ayette ise komple yasakladığını biliyordum. Ama Allah'ın bu şekilde insanı denediğini ve insanın bu sınavdan başarısız olduğunu görünce yasaklamış olduğunu düşünürdüm. Şimdi bu düşünce saçma geliyor. Her şeyi bilen Tanrı neden insanlarla bu şekilde oynasın ki, direk yasaklasın. Yoksa o her şeyi bilmiyor mu? neresinden baksanız bir tuhaf.

Daha önce imanımı güçlendirsin diye yukarıda adını yazdığım hocaların onca kitabını okumama rağmen Arif Tekin hocanın bu kitabı benim imanımı şüpheye sokmaya yetmişti. Uzun bir süre dinle ilgili hiç bir şey okumamaya karar vermiştim, artık bu konularla ilgili konuşmuyor, okumuyor sadece Türkçe namazımı kılıp oturuyordum. Bu konuları konuştuğum 1 arkadaşım vardı, bir tek onunla konuşuyordum ve benim bu değişimime çok şaşırmıştı. Özellikle de bu kadar ani oluşuna, zira kendisi henüz 3-4 aylık bir deistti ve bu duruma uzun yıllar süren ufak ufak sorgulamalar ile gelmişti, benimki ise aniden olmuştu.

Arif hocanın kitabı tıpkı beklenmedik anda gelen sert bir tokat gibi uyandırmıştı beni. 5 ay kadar dayandıktan sonra bu kez Arif Tekin'in "Kur'an'ın Kökeni" adlı kitabını aldım okudum. Arkasından İlhan Arsel'in "Kur'an Eleştirisi 2" kitabı geldi. Artık bu kitap sonrası peygamberin de dinin de Tanrı ile alakası olamayacağına iyice kanaat getirmiştim.

Bir tanrının olup olmadığı da şüpheli bana göre. Dinden çıkınca insanların bir çoğu ilk durak olarak deizmi görür, bende bu öyle olmadı. Direk agnostik düşünmeye başlamıştım, şimdi de aynı noktadayım diyebilirim.

Richard Dawkins'in kör saatçisini ve bir çok bilim kitabını da okudum ve okumaya araştırmaya da keyifle devam ediyorum. Okumaktan araştırmaktan korkmamanızı öneririm.
Benim hayatımda bir dönem en korktuğum şey bir gün inancımı kaybetmekti. Bana çok kötü bir durum gibi gelirdi. İnançlıların inançsızlarla ilgili bildiği bir çok yanlıştan biri de sanki inançsız birinin vicdanı olmaz, dini, Allah'ı olmayınca kötülüğe çabuk düşer gibi bir ön yargının olması.

Arkadaşlar hiç öyle bir durum olmuyor rahat olun. Hatta daha düşünceli, ahlakını aklından ve vicdanından alan özgür düşünceli bir birey oluyorsunuz inanın. Bazı arkadaşlar evlilik durumumun bu şekilde nasıl gittiğini merak ediyor olabilirler.
İlk dinden çıktığım, sorgulamaya başladığım zamanlarda insan haliyle bu konularda daha bir ateşli daha bir paylaşımcı oluyor. Durumu eşime bir kaç kez anlatmaya çalıştım ama maalesef başaramadım, olmadı. Bende boş verdim şimdi arada bir eşimin isteğiyle besmele çekip ayda yılda bir namaz kılıyorum. Onu seviyorum ve bu durumdan dolayı evliliğimizin zarar görmesini yada boşanmayı istemiyorum. Maalesef din böle karıyla kocayı birbirinden ayıran saçma sapan bir ideoloji.

İlk zamanlar kendimi çok rahatsız hissediyordum ki halen bazen yalan söylediğim için rahatsız olurum ama bunun başka bir yolu yok. Kendimi de suçlamıyorum çünkü insanın düşüncelerinin ileride nereye evrileceğini bilmek imkansız, bazen yaprak misali sürüklenip gidersin.

Muhtemelen burada bir gruba göre münafık diğer arkadaşlara göre de yalancı ve korkak oluyorum. Kime ne hayat benim, bu yaşam benim, en azından şimdilik doğru olduğunu düşünüyorum. Birazcık özel konulara girdiğim için affedin dostlar.

Tekrar din meselelerine gelirsek, uzak durun kardeşler uzak durun. Hiçbir din insanlığı ötekileştirmekten, düşmanlaştırmaktan başka bir şey vermez. İnsanı insan olduğu için sevin, kimseye kötülük etmemeye çalışın. Güzel, onurlu bir hayat yaşayın, sonra da ölün gitsin.

Şöyle düşünüyorum eğer bir Tanrı varsa, yani bizim Güneş sistemimiz gibi 400 milyar güneşin, yani yıldızın olduğu, adına Samanyolu dediğimiz galaksiyi yaratan ve yine bunun gibi milyarlarca galaksiyi yaratmış bir Tanrı sırf ona inanmadığı için ki; aslında bir bakıma ona inanmıyor değilim yalnızca kutsal kitapların onunla alakası olmadığını iddia ediyorum. Adına ahiret yurdu denilen bir yerde benim gibi insanları toplayıp sonsuza dek cehennemde yakacak ve bundan olabildiğine keyif alacak öyle mi?

Son olarak benim düştüğüm hataya düşmeyesiniz diye size reformist İslamcılardan sakınmanız gerektiğini söylemek isterim dostlar. Kur'an'ın sözde çok anlamlılığına sığınarak 1400 yıl önce akla ve vicdana ters verdiği hükümleri bu dönemin insanına yedirmek için canla başla çalışan bir kesim var. Örneğin kadınların dövülmesine hüküm veren ayetin dövme kelimesini alıp ayrılmak olarak değiştirenler var. Cümle içinde kelimelerin anlamlarını ve cümlenin gidişatını değiştirip farklı göstermeye çalışan bir zihniyet mevcut.

Okuyun araştırın eleştirel düşünün, düşündüğünüzü sınayın, test edin, üzerine gidin, cesaretli olun, sakın korkmayın. İyi şanslar dostlar benden bu kadar...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hakan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİN VE KOMPLO TEORİLERİ



DİN VE KOMPLO TEORİLERİ


Komplo dilimize Fransızcadan geçmiş tuzak tertip anlamında bir sözcüktür. Daha geniş anlamıyla ise en az iki kişi tarafından gerçekleştirilen belirli bir kişi ya da gruba karşı kötü amaçlar içeren planlardır. Komplo teorisi ise komploları açıklamak için oluşturulan düşünceler, teorilerdir. Komplo yada komplo  teorileri çok eskiden beri tarihte görülmektir. Örneğin milattan sonra 64 yılında büyük Roma yangınından sonra Neron’un Roma’yı yaktığı hakkında komplo teorileri yayılmış bu haberleri duyan Neron da suçu Hristiyanların üzerine atmış ve kendi komplo teorisini yaymıştır.  Komplo teorileri Günümüzde Amerika’da özellikle 1960’lardan sonra popüler olmuştur. Türkiye’de ise 1990 ve 2000’lerde küçük bir kesim tarafından takip edilmişler özellikle internetin gelişmesiyle günümüzde çok popüler olmuştur. Öyle ki komplo teorileri gerçeklerin önüne geçmiş ve pek çok inanan kazanmıştır. Örneğin Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre 120 milyon Amerikalı chemtrail komplo teorisine yani uçakların havaya zararlı kimyasal maddeler saldıklarına kısmen yada tamamen inanmaktadır. Türkiye’de komplo teorilerine inanların çokluğunu basılan pek çok komplo kitabının büyük satış rakamlarına ulaşmasından, komplo videolarının binlerce kez izlenmesinden anlayabiliriz.

Türkiye’de ki çoğu komplo teorisini kaynağı Batı ülkeleri özellikle de Amerika’dır. Genellikle Amerikan teorisyenlerinin iddiaları tercüme edilerek sunulur. Fakat bazen yanlış çeviriler kendi milli komplo teorilerimizin oluşmasına da neden olabiliyor. Örneğin son günlerde oldukça popüler olan “faiz lobisi” teorisi hem “faiz” hem de “çıkar/menfaat/ilgi ” anlamına gelen “interest” kelimesinin yanlış tercümesi sonucu uydurulmuştur.

Komplo teorilerinin çeşitlerine gelecek olursak pek çok farklı gruplandırma yapılabilir; belirli kişi yada olaylarla bağlantılı teoriler örneğin 11 eylül olayları, Michael Jackson’ın aslında hayatta olduğu, Kennedy suikastı  gibi teoriler. Belirli geniş amaçlarla belirli bir grup yâda ülkenin dünyayı kontrol ettiğini iddia eden teoriler. Komünistler yada Yahudilerin dünyayı ele geçireceği ile ilgili teoriler bu gruptadır. Bir diğer grup ise tüm komploları birleştiren kötücül bir en büyük üst gücün varlığına dair teorilerdir.

Peki, komplo teorilerinin dinlerle benzerliği ne?  Komplo teoriler dinin her şeyi kontrol eden ve hükmeden tanrı düşüncesinin modern halidir. Kesinlik arayışındaki insan zihnini dinler ve komplo teorileri rahatlatmaya yarar. Dünyada hiçbir şey tesadüf değildir. Her şeyin bir amacı vardır. Hiçbir şey göründüğü gibi değil dünyada mutlak iyi ve mutlak kötü savaşmaktadır.  Bir komplo teorisyeni “gerçeği” bulmuştur ve başka insanlar bu gerçeğe ulaşamamıştır. Diğer insanlar gerçeği bulabilecek kapasitede değildir.  Mutlak, çürütülemez, sarsılmaz gerçeği yalnızca kendisi bilmektedir. Teorisinin, kanıtlarının ve kendi düşüncelerinin yanlış olma ihtimali yoktur.  Komplo teorisine inanan kişi adeta seçilmiş kişidir diğerlerinden farklıdır. Bu tür düşünceler insanların kendini önemli hissetme ihtiyacından yada kendine olan güveni abartmaktan doğmakta ve insanların kolayca teorilere ve inançlara bağlanmasına neden olmaktadır.

Pek çok komplo teorisyeni kendi teorilerinin bilimsel olduğunu, kanıtları olduğunu söylese de bu kanıtlar uydurma kanıtlardır veya bilimsel kanıtların kendi amaçları doğrultusunda yanlış kullanılmasıdır. Dinler de bilimsel gerçekleri kendi inanışlarına göre düzenlerler. Bilimsel gerçekler ve kanıtlarla komplo teorilerini çürütseniz dahi yeni düzenlemelerle teorilerine inanmayı sürdürürler.  Hem dinler hem de komplo teorileri bu sebeplerle yanlışlanamaz. Pek çok bilim adamına göre bu yönüyle komplo teorisyenleri fanatik dincilere oldukça benzemektedir.

Komplo teorisine inanan kişi internet, kitap, belge araştırmalarını yine kendisi gibi gerçeğe ulaşmış, çok önemli, önder olarak gördükleri kişilerin kaynaklarından yaparlar. Bu önderlerin iddiaları kesinlikle gerçektir. Onlar için bu önderler adeta birer peygamberdir.   Bu düşüncelerle birlikte komplo teorisine inanan kişide acilen harekete geçme istediği uyanır.  Kendi teorisini ve gerçek bilgisini başka insanlara da yaymalı onların da gerçekleri görmesine yardım etmelidir.  Bu amaçla internette, televizyonda, yakın çevresinde teorisini yayar. Diğer insanları kendi teorisine inandırarak iyilik yapıp, sevap işlemiş olur.

Fakat dinlerde olduğu gibi komplo teorisine inananlarında düşmanları vardır. Bilim, devletler, teorilerine inanmayan diğer kişiler onlara düşmandır. Düşmanlara karşı birlik olunmalı, savaşılmalı daha çok inanan toplanmalıdır.

Bu tür benzerlikler komplo teorilerinin dinler yâda siyaset tarafından kendi amaçları doğrultusunda pek çok şekilde kullanılmasına ve komplo teorileriyle dinlerin iç içe geçmesine neden olmaktadır. Örneğin düz dünya teorisinin oldukça popülerleşmesindeki önemli nedenlerden birisi Yahudilik Hristiyanlık ve Müslümanlıkta dünyanın düz olduğuna inanılmasıdır.

 Psikolojik yansıtma bir kişinin kendi kötü özellik ve düşüncelerini başka bir kişi yada guruba yansıtmasıdır. Dinler komplo teorilerini kullanarak diğer gruplara kendilerinde olan şiddet ayrımcılık insanları köleleştirme gibi kötü özellikleri kolayca yansıtabilirler. Komplo teorisindeki düşman aslında o kişinin özelliklerini barındırır. Ya da kendi başarısızlıklarının kötü özelliklerinin sebebi komplodaki düşmandır. Sürekli dış güçlerin, gizli örgütlerin ya da başka bir dinin kendine komplo kurduğunu ve saldırdığını iddia eden Müslümanlar kendi eksikliklerini kolayca gizleyebilmektedir.  Müslümanlar bilimde, sanatta, ekonomide geri kalmışlığı, kötü yöneticileri,  fakirliği, eşitsizliği torpil ve rüşvet gibi sorunlarını sorgulamak yerine komplo teorileriyle oyalanmaktadır.  Hâlbuki diğer ülkelerin bilimsel araştırmalara, sanata ve kültüre harcadığı kaynaklar incelense neden Müslümanların en fakir en geri kalmış ülkeler oldukları kolayca görülebilir.

Komplo teorilerinin dinler tarafında başka bir kullanım amacı da düşmanlar ve korkutmadır.  Dinlerin en büyük kaynağı korkudur. Dinler cehennem ve cezalar gibi hikâyelerle inananları bir arada tutmaya çalışsa da, günümüzde bu yöntemler işe yaramamakta her yıl ateist ve deist sayısı artmaktadır. Bu tür hikayeler yerine komplo teorilerinde geçen gizli güçler yada diğer dinlerden düşmanlar insanları korkutmak için daha etkilidir. Korkan insanlar kendi dinine düşman grup karşısında birleşme eğilimi gösterip dinine daha sıkı sarılmaktadır.

Daha pek çok sebep komplo teorileriyle dinlerin kardeşliğini pekiştirmektedir.
Sonuç olarak Komplo teorileri hem toplum hem de kişiler için oldukça tehlikeli olmaktadır. Komplo teorileri psikoloji, psikiyatri, sosyal psikoloji, siyaset bilimi, sosyoloji gibi disiplinler tarafından incelenmektedir. Son yapılan bazı psikolojik araştırmalar şizofren ve paranoyak kişilerle komplo teorilerine inananların aynı belirtileri gösterdiğini saptamıştır. Toplumsal etkileri ise daha yıkıcıdır. Bu nedenle kendimizi komplo teorilerinden korumak için hayatın her alanında bilimsel ve analitik düşünceyi esas almak zorundayız.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Efe Balcı

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NASIL ATEİST OLDUM?

Yazan: Karanehir35


NASIL ATEİST OLDUM?

Herkese merhaba. Neredeyse hepimiz İslam kültürünün içinde doğmuş insanlarız. Her insanın bir sorgulama ve şüphe etme dönemi vardır ancak bu yolla gerçeğe ulaşabiliriz. Ben de gerçeğe nasıl ulaştığımı anlatmak istedim, belki benim durumumda olanlar için de bir fikir ve bir ilham olur kaynağı olur.

 Benim annem beş vakit namaz kılan, çok katı bir dindardır. 9-10 yaşlarından beri her okul bitiminde beni Kur'an kursuna yollardı. Orada cüz, namaz ve sureler öğretilirdi. Hocanın elinde kalın ve uzun tahta bir cetvel olurdu. Yaramazlık yapana ya da sureyi ezberlemeyene şak diye indirirdi. Ben de 9-10 yaşlarında bir çocuktum. Bir gün hoca yanımda duran arkadaş yaramazlık yaptı diye o ağır tahta cetvelle ona bir tane indirecekken arkadaş elini hızla çekti ve cetvel benim omzuma indi. Anında arkaya devrildim. Devrilmem ile beraber camiden kaçtım. Anneme ben camiye gitmeyeceğim, hocadan korkuyorum, böyle din mi öğretilir dedim ve o sene camiye gitmedim.

Ertesi sene annem yine beni zorla Kur'an kursuna gönderdi. Bu defa önceki hoca yoktu, daha sevecen biri vardı. 3 ay kursa devam ettim, cüzü bitirdim, namaz kılmayı öğrendim. Sonraki sene yine sil baştan bir daha Kur'an kursuna yolladı beni annem. Cami avlusunda beklerken kursa gelmiş olan bir kız çocuğu, hocaya "Allah var mıdır, nasıl görebilirim, neden kendini göstermiyor" diye birkaç sordu. Hoca da rüzgarı da göremeyiz ama rüzgar vardır, onu hissederiz dedi. Çocuk "rüzgarın fırtına, hortum şeklinde işaretleri var ama Allah'ın hiç işareti yok" dedi. Hoca da ona kızdı. Bu diyalog o gün kafama takıldı ve içimde yer etti. Bendeki ilk şüphe orada, bu konuşmayla oluştu diyebilirim. O sene de kursu bitirdim. Sonraki seneler annem ne yaptıysa bir daha Kur'an kursuna gitmedim. Kendimi dine, namaza tam veremedim. İçimde Allah'a dair bir şey hissetmedim. Zaten kurstan sonra namaz kılmayı da bırakmıştım. Teyzemin 14-15 yaşındaki kızları bazen bize uğrar, "neden Kur'an okumuyor, namaz kılmıyorsun" diye bana kızarlardı.

Annemin bütün zorlamalarına rağmen hiçbir Ramazan'da oruçta tutmadım, kardeşlerim ise oruç tutuyorlardı. Annem kendi anne babasından ve televizyondan ne duymuşsa üstüne bir şey eklememişti. Ne Kur'an'ın mealini okuduğu ne de din üstüne başka kitapları okuduğu vardı. Türbe ziyaretlerine ve türbelerin bahçesinden şifalıdır diye taş toplayıp eve getirmeye, onları kendine sürtmeye pek meraklıydı.

Lise 2'ye gidene kadar, yani 16-17 yaşıma kadar ne dine çok yakın ne de çok uzaktım, fakat kesinlikle bir dinsiz değildim. Henüz sorgulama dönemim başlamamıştı. Lise 2'de felsefeye merak saldım, özellikle Nietzsche'nin kitaplarını okudum. Nietzsche bu kitaplarda Tanrı'yı insanın/insanın zihninin yarattığından bahsediyor, Tanrı öldü diyerek Tanrı'nın ölümünü ilan ediyor, kutsal kitaplarda yazılanların bir masal olduğundan söz ediyordu. Özellikle Hristiyanlığa çok keskin eleştiriler getiriyordu.

Ona göre bu tanrı, insanları yeryüzüne acı çekmesi için yollamıştır. Emredicidir. Birçok buyruk ve yasağı vardır ve hayatı katlanabilir kılar. Nietzsche buna karşı çıkar. Çünkü ona göre, gerçekleşmeyecek vaatler veren dinler insanı sadece çileciliğe iterler. Bu da insanın özgür doğasına aykırıdır.
Nietzsche’ye göre Hristiyanlık bilim düşmanıdır. Deccal adlı kitabında şöyle der:

“Hristiyanlık gibi gerçeklikle ilişkisi olmayan, gerçeklik gelir gelmez uzaklaşmak zorunda olan bir din, doğal olarak dünya hikmetinin, yani bilimin düşmanı olacaktır”

Nietzsche Yahudiliğin de Hristiyanlık gibi insanın önüne engeller koyan bir din olduğunu düşünüyordu. O'nun bu düşünceleri üstünde epey düşünmüştüm ve bana mantıklı gelmişti. Sonra varoluşçuluk kuramının kurucusu Fransız Filozof Jean Paul Sartre'ı (okunuş: Jön Poül Saght*) okumaya başladım.

Sartre’nin ahlak anlayışı iki temele dayanmaktaydı:  Birincisi Tanrı’nın yok sayılmasının gerekliliği, ikincisi ise insanın özgürlüğe mahkum oluşudur. Tanrı’nın olmaması ile insanın özgür olması arasında sıkı bir ilişki vardır. Tanrı’nın varlığı kabul edildiği taktirde insan özgürlüğünü kaybedecektir. Çünkü Tanrı, insan üzerinde bir belirlenmişliğe neden olmaktadır. Böylesi aşkın bir varlığın kabulü de insanı sınırlandıracaktır. Böylece insan ne özünü kendisi belirleyecek, ne de özgürce hareket edecektir. Sonunda da hayatının her anında kendisi için belirlenen bir kaderi yaşamaya mahkum olacaktır. Tanrı olmadığında ise durum tersine dönecektir. Bu durumda insan dünyaya geldiği andan itibaren belirlenmemiş bir öze sahip olmasından dolayı özgürce hareket ederek özünü belirleyecek, özüyle birlikte değerlerini oluşturacaktır.

Ben de kendi özümü oluşturabilmek için öncelikle kafamdaki tanrı imgesinden kurtulmam gerektiğini anladım. Çünkü ben varsam tanrı yoktu, tanrı varsa da ben yoktum. Niezsche'nin günlük hayatta Tanrı'yı hiç düşünmemek hakkında, var olmayan bir varlık üstüne düşünmeye değmeyeceği yönündeki sözlerini de kendine ilke edindim ve Tanrı'yı yok sayıp onun üstüne hiç düşünmemeye başladım. Bu sorgulamalardan yaklaşık bir kaç ay sonra tam anlamıyla ateist oldum.

 Felsefi araştırmalardan sonra bir de Kur'an'ın mealini okuyayım dedim. Şiirle ve edebiyatla aram iyi olduğundan ve şiir de yazdığımdan, Kur'an'ın kafiyeli yapısı dikkatimi çeken ilk öge oldu. Kur'an mealini okudukça çok şaşırdım, o zamana kadar Kur'an acaba neler anlatıyor diye merak edip açıp okumamıştım. Bize hep Arapçası öğretilmişti. Ne büyük bir hata işlediğimi ve gaflette bulunduğumu o zaman anladım. Felsefeden yola çıkıp aklımı çalıştırmasaydım belki de Kur'an'ı araştırıp gerçeklere hiç ulaşamayacaktım.

Kur'an'da çok fazla tekrar gördüm, ayet sonlarında nakarat gibi devamlı "Allah ilim ve hikmet sahibidir" gibi tekrarlanan ayet sayısı bir hayli çoktu. Konu bütünlüğü yoktu, sürrealist metinler gibi bilinç akışı yöntemi ile rastgele yazılmış gibiydi. Üstelik bu Allah çok fazla ve durmaksızın yemin ediyordu. Bazen incirin, bazen zeytinin üstüne edilen yeminler oldukça çoktu. Aynı konular çeşitli ayetlerde devamlı işleniyor, tekrarlanıyordu. Özellikle Musa'nın adı her yerde ve çokça geçiyordu.  Ve okurken karşımda çok öfkeli ve hiddetli bir Allah buldum. Halbuki camide "Allah insanları sever" deniyordu. Buradaki Allah tam tersiydi. Sürekli insanları tehdit ediyor, cehennemden bahsediyor, insanlara maymun ve köpek diye hakaret ediyordu. Kendi kendime dedim ki "bir Tanrı bu kadar öfkeli olamaz." Her şey o kadar açık ve seçik yazılmış ki ayetlerde, inanın bu yüzden tefsirlere bakma gereği bile duymadım. Çoğu ayetin bir açıklamaya ihtiyacı bile yoktu. İslam alimlerinin hepsi ayetlere takla attıran cinsten olduğu için tefsirleri okuma gereği duymadım.

Dinin direği denilen namazın Kur'an'da nasıl kılınacağı bile anlatılmazken, Muhammet'in hanımlarına, cihada, ganimete ve Nuh tufanı-Musa-Yusuf gibi efsanelere-kıssalara bu kadar çok yer ayrılması Allah kelamı denilen bir kitaba yakışmayacak türdendi. Bu kitap her haliyle belli ki bir insan sözüydü. Bazı ayetler ise diğer ayetlerin hükmünü geçersiz kılıyordu.
Basit bir ceza hukukunda bile birbirini geçersiz kılan maddeler ve çelişkiler yoktur. Allah kelamı olduğu söylenen bir kitapta böyle çelişkilerin olması hayatın olağan akışına terstir.

Kısaca Kur'an'da say say bitmeyecek bir yığın çelişki ve hata var. Kur'an'da aynı ayetlerin devamlı tekrar edilmesi, hiçbir surede konu ve anlam bütünlüğünün olmaması, bir surede anlatılıp kesilen bir olayın başka bir surede tekrar anlatılması, daha başka bir surede o anlatılan olayın devam etmesi bana aynı zamanda Muhammet'in ne kadar unutkan ve dikkatsiz biri olduğunu düşündürdü. Böyle bir kitap yazıp bir editöre gönderin, editör işin içinden çıkamayacak, her yeri düzeltilmeye muhtaç bu kitabı olduğu gibi size geri yollayacaktır. Benim gözümde İslam, Muhammet'in günlük siyaseti ve işleri sonucu oluşmuş bir kurallar bütünüdür. Kesinlikle bir Tanrı buyruğu kitap değildir. Bir tane bile orjinal hikaye barındırmaz. Ne bileyim insanda biraz hayal gücü olur. En azından Tevrat'tan ayrıştırmak için içine farklı hikayeler koyar insan. Tevrat'ta, İncil'de hangi hikaye geçiyorsa Muhammet onları özet olarak aynen Kur'an'a eklemişti.

Bununla da yetinilmemiş, İmrul Kays gibi büyük Arap şairlerinin şiirleri ayet olarak Kur'an'a alınmış, Zerdüştlük'ten cennet-cehennem ve sırat köprüsü motifleri alınmış. Kısaca Kur'an kolaj bir kitaptır. Özellikle bizim insanlarımız bir kere Kur'an'ın mealini açıp okusalar gerçeği görecekler fakat ülkedeki sistem Kur'an'ı Türkçe olarak okumamak, anlamamak ve okutmamak üzerine kurulu. Kur'an Arapça okunup geçiliyor. Anlamını soran var mı? Yok.

Daha sonra İslam tarihi üzerine derin okumalara giriştiğimde, bize okullarda öğretilen İslam'ın gerçek İslam tarihiyle alakası olmadığını öğrendim. Öncelikle bize yüce kişilikler olarak gözyaşları içinde Ebu Bekir'den tutun da Ömer'e Osman'a Ali'ye kadar anlatılan o kahramanlık ve yoksulluk hikayelerinin hepsi yalanmış. Bizzat Muhammet bile eceliyle ölmemiş, Ebu Bekir ve Ömer tarafından zehirlenerek öldürülmüş. Muhammed peygamber olduğu için toprak altında bile bozulmayacağı söylenen cesedi 3 gün boyunca Arabistan sıcağında bekletilerek çürümüş. Alelacele, gece Ali tarafından defni yapılmış. Çünkü Ebu Bekir ve Ömer o ara halifelikle ilgileniyorlar. Birbirini seven şu insanlara bakın. Mevki makam derdindeler. Muhammet umurlarında mı?
İslam'ın kurucu kadrosu Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali bile öldürülmüş. Hiçbiri eceliyle ölmemiş. Üstelik Muhammet'in ölümünden sonra zorla Müslüman olanların büyük kısmı kitleler halinde İslam'ı terk ediyorlar. Buna fırsat vermemek için Ebu Bekir gönderdiği ordularla büyük katliamlara imza atıyor. Yani İslam'ın temeli kan, kolonları kan, binası, her şeyi kan. İslam tarihinde beyaz bir sayfa göremezsiniz. Bütün dinler tehlikelidir. Fakat İslam kadar tehlikeli bir din daha yoktur. İslam insanları cahil bırakmak için özel olarak oluşturulmuş, tümüyle bilim ve insanlık dışı bir din. Hiçbir uygulaması İnsan haklarına uygun değil. Öyle ki köleliği bile kaldırmamış ve köleliği kaldırmaya gücü yetmeyen Allah, kitabında köleliğin şartlarını iyileştirmekle övünmüştür. Nereden tutsan elinde kalıyor.

Özellikle beni İslam'ın gerçek yüzünü görme konusunda aydınlattıkları için Turan Dursun, İlhan Arsel, Muazzez İlmiye Çığ ve Arif Tekin'e teşekkürü bir borç bilirim. Herkesin gerçekleri söylemekten tereddüt ettiği bir ülkede büyük bir cesaretle ortaya çıktılar. Ve İslam yine o kanlı yüzüyle, eleştiriye tahammül edemeyen o azı dişleriyle Turan Dursun'u katledip aldı aramızdan. Oysa ki Turan Dursun sadece gerçekleri yazmıştı. Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali gibi kimseyi katletmemişti. Muhammet gibi 9-10 yaşlarındaki kız çocuklarıyla evlenmemiş, evlatlığının hanımını kendine eş yapmamış, insanları din diyerek kandırmamış, kimseleri sömürmemişti. Sadece gerçekleri söylemişti. Buna bile tahammül edemediler.

Müslümanlar sakın ola inancımıza saygı gösterin demesinler. Müslümanlar gücü ele geçirince diğer inanç sahiplerine neler yaptığını çok iyi biliyoruz. "İnancıma saygı göster" sözü aslında bir kılıftır, "dinim hakkında konuşma, gerçekleri gün yüzüne çıkarma" kılıfıdır bu.

NEDEN DİNİ EĞİTİM AHLAKLI İNSAN YETİŞTİREMEZ?



NEDEN DİNİ EĞİTİM AHLAKLI İNSAN YETİŞTİREMEZ?

Kafamda dönüp duran deli soruydu. En küçük hatada senelerce cehennemde yanacağına inanan insanlar nasıl bu kadar kolay günah işleyebiliyor.

Geçen pikniğe gittiğimiz yerde her yeri çöp içerisinde görünce, istemsiz olarak olaya başka bir açıdan bakı vermişim. “Buraya çöp atmak yasaktır” yazısına rağmen, orayı çöplüğe çeviren insanlarla namaz kılmak farzdır deyip namaz kılmayan insanlar acaba aynı insanlar mı? Japonya, Hollanda gibi inançsız memleketlerde her yer tertemizken neden bizim gibi inançlı memleketler pislik içerisinde? Neden Müslümanlar toplum yararına olan kurallara uyma konusunda bu kadar başarısız?
Çocukluğum, Avrupa ve Arap ülkelerinde işçi olarak çalışmaya giden gurbetçi insanların arasında geçti. Çevrem gittikleri yerde yaşadığı hikayeleri anlatan insanlarla doluydu. Bir Almancı teyze anlatmıştı. Almanca bilmiyor ama alışveriş yapması lazım. Demişti ki; 100 mark alırdım yanıma, almak istediğim şeyleri alırdım. Almana 100 markı verirdim. Bana üstünü verirdi, Almanlar bizi hiç kandırmadı hep paramızın üstünü tam verirdi. Almanların dini mini yoktu ama çok dürüst insanlardır, dürüstlükleri bizim dinimizdeki gibi demişti.

Sonra Arabistan'a giden bir amca anlatıyor hikayesini. Bir kavgadan ötürü haklı olmasına rağmen mahkemeye düşmüş. İstediğin kadar haklı ol, her zaman Arap haklıymış. Hapishaneye atmışlar bunu, makarnayı el arabası ile dökmüşler önüne de, bu eliyle yerden yemiş makarnayı. Yine hacca giden teyzem anlatmıştı, Tekerlekli sandalye ile para karşılığı tavaf ettiren adam, eksik tur attırmış, bırakmış gitmiş, teyzem tekerlekli sandalyenin üstünde kala kalmış.  Demişti ki Şeytanın büyüğü oradaymış, meğer ondan taşlamaya oraya gidiliyormuş.

İnsan ister istemez soruyor. Neden dinin az olduğu yerler bu kadar ahlaklı iken, en küçük hatada yıllarca cezalandırılıp yanacağına inanan, inançlı insanların olduğu yerler bu kadar ahlaksız?
Bu soruyu sorunca inançlı insanlar hemen müdahale ediyor. Müslümanlara istediğin eleştiriyi yapabilirsin ama İslam kötülüklerden münezzehtir, İslamı eleştiremezsin diyorlar. Ama ben bunu yapmak istemiyorum, çünkü bu zaten İslamın yapılmasını istediği şeydir. İslam insanların eksik, hata yapan ve Allah'a borçlu mahlukat olarak görür. Mesela, imamlar, cemaate, istiğfar duası ettirerek ne kadar hatalı, eksik ve günahkar olduklarını tekrar tekrar hatırlatırlar, ama ben bu oyuna gelmek istemiyorum. Hayır, sorun Müslümanlarda değil, sorun inandıkları dinden kaynaklanıyor.

Anadolu'nun eski evlerinin çoğu kerpiçten yani topraktan yapılmıştır. Toprak evler pek ıslanmayı sevmez, içlerinde banyo yoktur. Olasılıkları kafanızda değerlendirin, böyle bir yerde İslami kurallara göre kim boy abdesti alabilir? Çocukken yaşlı bir teyze anlatmıştı. Evde banyo olmayınca yıkanmak için dama gidermiş yani hayvanların olduğu bölüme. Soyununca eşek buna bakmaya başlamış. Eşeğin bakışlarından rahatsız olan kadın eşeğin gözlerini yazma ile bağlamış ta boy abdesti almış. Yani her boy abdesti almak gerektiğinde köyün çeşmesinden kaplarla su getireceksin, Konya’nın ayazında akan su ile abdest alamazsınız. Onu ısıtacaksın sonra dam içine gideceksin ve yarı karanlıkta bedeninizde iğne ucu kadar kuru yer kalmayana dek yıkanacaksın. Sizce dedelerimiz ninelerimiz her seferinde bu zahmete girip boy abdesti almışlar mıdır? Kandırmayın kendinizi böyle bir şey olmadı, bir kere çektilerse bu zahmeti, diğer seferde yapmadılar ve dinin istediği gibi hatalı olup, cenabet dolaştılar. İslamın koyduğu kuralların bir çoğu böyle, günahkar olmaktan kaçamayacağınız kurallardır. Zaten diğerleri de insanlığın bir arada yaşamak için koyduğu evrensel kurallardır, dine özgü değildir.

Cehennemi-cenneti olan dinlerde insanların günahkar olması önemli. Bu nedenle az önceki örnekte açıklamaya çalıştığım gibi yaparken zorlanacağı, yapamayacağı şeyleri inananlara ödev olarak yüklemeniz gerekir. Müminleri Allah'a karşı eksik, hatalı ve borçlu olduğuna inandırmanız lazım ki dinin temsilcileri inanlardan bir şeyler koparabilsin. Mesela Hristiyanlıkta günah çıkarma var, veriyorsun parayı günahlarından kurtulabiliyorsun ama İslam üst versiyon olduğundan biraz daha karmaşık yollardan ister alacağını. Örneğin; derki benim ideolojim yolunda ölürsen şehit olacaksın ve tüm günahların affolacak. Özetle kaçışın yoktur, ne yaparsan yap günahkar olmak zorundasındır. En halis Müslüman bile günahkardır. “Ben cana kıymadım, hırsızlık yapmadım, kimsenin ırzına geçmedim. Kendi halimde yaşıyorum. Ben iyiyimdir, beni niye yaksınlar” derseniz, bu olmaz. Böyle bir inancı olan insandan bir şey kopartamazsınız.

Çocukluğumun ve gençliğimin bir döneminde dini eğitim veren yerlerde kaldım. Düşünün gençsiniz hayat gürül gürül akıyor. Ama başınızdaki hoca sabah akşam beş vakitte size dinin kurallarından, uymazsanız ne kadar yanacağınızdan bahsediyor. Kendinizi yaman bir çelişkinin içinde bulursunuz bir tarafta dinin kuralları var, diğer tarafta tavana vurmuş insani dürtüleriniz. İnsani dürtüleriniz çoğu zaman baskın gelir ve hocanın anlattıklarını, kitaplarında yazanları bir şekilde görmezden gelmeyi ve kendinizi bu çelişkiyle yaşamayı öğretirsiniz. Böyle büyüdüğünüz için inandığınız kurallar ile yaptıklarınız arasındaki çelişki artık sizi rahatsız etmez. Bu açıdan bakınca imamın dediğini yap ama yaptığını yapma ata sözündeki derin anlamı daha iyi anlıyorsunuz. Camide Suriyeli kadın ile basılan imam, ya da yan soyunma kabinindeki kadının resmini çekmeye çalışan müftü sizi şaşırtmasın. "Yahu bu insanlar bu yaptıklarının karşılığında yıllarca cehennemde yanacaklarına inanmıyorlar mı? Nasıl bunu yapıyorlar" sorusunun cevabını bulmaya çalışarak kendinizi yormayın. O müftü aslında, hocası göz zinasını anlattıktan sonra, gece yatağında porno izleyen imam hatip öğrencisinin büyümüş halidir. Yanlış anlaşılmasın imam hatip öğrencilerine karşı bir tavrım, eleştirim yok, İmam hatip genci izliyor da dinsizin çocuğu izlemiyor mu, onlarda izliyordur ama onları bundan ötürü bilmem kaç bin yıl yanacağına inandırmaya çalışan birileri yok.

Bu çelişki toplumumuza öyle işlemiştir ki, gerekli gereksiz kurallar koymayı ve o kuralları bizzat çiğnemeyi adeta karakter haline getirmişiz. Ünlü Ortadoğu tarihçisi Bernard Lewis’in "doğu toplumları kurallara uymayı sevmez" diye bir lafı vardı. Gerisini getirmemiş rahmetli. Evet doğru, doğu toplumları kurallara pek uymaz çünkü bizzat inandıkları din insanları bu hale dönüştürüyor.
Biraz uzun oldu biliyorum, son bir örnekle bitiriyorum.

Düşünün ki; son model sağlam bir arabanız var ve düz bir yolda ilerliyorsunuz, yol geniş ve bomboş. Sonra bir tabela görüyorsunuz, hız sınırı 50. Anlam veremiyorsunuz. Hız sınırı 50 ama böyle yolda ayağınız ister istemez gaz pedalına gidiveriyor. Az ilerleyince polis durduruyor, hız sınırını aştınız, ceza yazacağız diyor. Böyle bir durumla karşılaşırsanız kendinizi suçlu hissetmeyin, trafik polisinin amacı trafik güvenliği, insanların sağlığı falan değildir. Sebebi devletin paraya ihtiyacı olmasıdır..

SİZDEN GELENLER | Yazan: K. Sarı

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNLERDEKİ DEVLER

Yazan: Kirpi


DİNLERDEKİ DEVLER


UYARI: Yazılarımızda yaptığımız eleştirilere doğru düzgün cevap vermek yerine herkes bizi kendine düşman bellediği guruplarla eşleştirmeye çalışıyor. Ermeni, Alevi, Mason, Siyonist gibi türlü iftiralar atılıyor. Şunu tekrar belirteyim, biz çoğunluğu Müslüman olan bir toplumu aydınlatmaya ve uyandırmaya çalışıyoruz. Bu nedenle sıklıkla İslam'ı eleştirmemiz doğal bir şeydir. Eğer Avrupa'da ve yahut Amerika'da yaşasaydık doğal olarak Hristiyanlığı daha fazla eleştirirdik. Ben kendi adıma söylüyorum, Dinsizim; hiç bir dine inanmıyorum. Benim için insanlar arasında din, dil, ırk gibi bir ayrım yok. Ben insanlara insan oldukları için kıymet veriyorum.

Her dinde mutlaka boyutlarıyla başkalarından aşırı güçlü ve öfkeli yaratıklar hakkında bilgiler verilir ve neredeyse tüm dinlerde bu insan üstü güçlere sahip yaratıkları o dinin Tanrısı tarafından yapılan bir yardımla öldüren kahramanlar mevcuttur.

DEV KELİMESİNİN KÖKENİ

Dev kelimesine ilk rastladığımız yer Sanskritçe'dir (Eski Hintçe). Bu dilde dev kelimesinin anlamı “Tanrı” olarak belirtilmiştir. Örneğin erkek tanrılara DEVA TANRILAR kadın tanrılaraysa DEVİ TANRIÇALAR denmiştir. [1][13] Bu kelime sonraları fars diline geçmiş ve oradan da günümüzdeki manasını kazanmıştır.
Neredeyse tüm toplumlarda devlerle ilgili mitolojik hikayeler mevcuttur. Örneğin Bulgar mitolosinde İspolin ismiyle bilinen devlerin daha insanlar var olmadan dünyada yaşamakta olduklarına dair inanış görülür. Onların dağlarda yaşadığına etle beslendiklerine ve yiyeceklerini savaştıkları ejderhaları yemekle temin ettiklerine inanılıyordu.
Semavi dinlerde de devlere atıflar yapılmış ve onlar hakkında bazı rivayetler aktarılmıştır. Örneğin Yahudi, Hristiyan ve İslam kaynaklarının ortak bir dev kıssasını sizlerle paylaşmak isterim.

Câlût (Golyat)

İslamdaki ismiyle Calut İncilde'ki ismiyle Golyat'ın M.Ö 11 yüzyılda [2] yaşadığı düşünülür. Tanah (Hristiyanlarda ismi Eski Ahit) ve Kur'an'da bahsi geçen bu devin Davut'la düeolloya çıktığı ve kaybettiği aktarılır. Tanah ve Eski Ahit'e göre Golyat'ın yaşadığı bölge Antik Filistin şehri Gat'tan'dır [2] Antik Filistinliler İslam'daki adı Talut olan İsrail kralı Saul ile savaş halindedir ve Golyat her gün İsrail ordusuna meydan okur, savaşmaya çağırır. Fakat İsrail ordusu içinde onunla savaşmaya cesaret eden birisi yoktur.[3]

En sonunda İsrail ordusunda bulunan Davud Golyat'tan fiziksel olarak çok zayıf olmasına rağmen savaşmayı kabul eder.  Golyat Davud'dan fiziksel olarak bir kaç kat büyüktür. Eldeki en eski kaynaklardan olan Ölü Deniz Tomarları'na, 1. yüzyıl tarihçilerinden Josephus'a ve 4. yüzyıl Septuaginta'sına göre 4 dirsek ve 1 karıştır. Bu da günümüz ölçü birimleriyle yaklaşık olarak 2 metreye denk gelir. Fakat daha sonraki kaynaklarda Golyat'ın boyu 6 dirsek 1 karış olarak belirtilir ve bu da yaklaşık olarak 3 metreden fazla yapar.

Bu boyutlarına rağmen Davud Golyat'ı sapanıyla tek atışta öldürür. Liderlerinin ölümünden sonra Filistinlilerin ordusu dağılır ve kaçmaya başlarlar. Devin kolları kesilerek tapınağa götürülür. Bundan sonra Davud'un halk arasındaki namı hızla yayılır ve adına şiirler, maniler yazılır. Bundan endişelenen kral Saul Davud'u öldürme kararı alır ve (1.Samuel kitabı 18. bölüm) Davud kraldan kaçarken Golyat'ın kılıcını kendi yanında götürür. (1. Samuel 21: 1-9). [4][2]

Kur'an'da da Davud'un devle mücadelesi aşağı yukarı aynı şekilde geçer ve bahsi geçen konu Kur'an'ın Bakara suresinde şu şekilde aktarılır:

Bakara 249: Talut, ordu ile hareket edince dedi ki: "Allah sizi mutlaka bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse, benden değildir. Kim de onu tatmazsa, işte o bendendir. Ancak eliyle bir avuç alan başka (bu kadarına ruhsat vardır)." Derken içlerinden pek azı hariç, hepsi de varır varmaz ondan içtiler. Talut ve beraberindeki iman eden kimseler nehri geçtiklerinde. "Bizim bugün, Calut ile ordusuna karşı duracak gücümüz yok." dediler. Allah'a kavuşacaklarına inanıp, bilenler ise şu cevabı verdiler: "Nice az topluluklar, Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmişlerdir. Allah, sabırlılarla beraberdir."
Bakara 250: Calut ve ordusuna karşı savaş meydanına çıktıkları zaman da şöyle dediler: "Ey Rabbimiz! Üzerlerimize sabır dök, ayaklarımızı sabit tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!"
Bakara 251: Derken, Allah'ın izniyle onları tamamen bozdular. Davud, Calut'u öldürdü ve Allah, kendisine hükümdarlık ve hikmet (peygamberlik) verdi ve ona dilediği şeylerden de öğretti. Eğer Allah'ın, insanları birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzü mutlaka bozulur giderdi. Fakat Allah, bütün âlemlere karşı büyük bir lütuf sahibidir.

Bunun dışında Arapların devlerle savaşan kendi kahramanları da mevcuttur. Onun ismi Ali ibn Ebu Talib'dir. Hendek savaşında Amr bin Abdüved ile savaş yapan Ali masalını da bu kabilden saymak mümkündür. Zira anlatılanlara göre Amr 2 metreden fazla boya sahip iri cüsseli biriydi. Ali'yle Amr'ın savaşı hadislerde şu şekilde aktarılır:

İlk saldırı Amr'dan geldi. Vurduğu kılıç darbesi Ali'nin kalkanını parçalayarak başından yaralanmasına neden oldu. Sıra kendisine geldiğinde Ali indirdiği darbe ile Amr'ı cansız yere yuvarladı. Müslümanlar sevinçle tekbir getirirken müşrikler büyük bir hayal kırıklığına uğradılar.
Hz. Ali, Amr'ın işini bitirince Dirar ile Hübeyre Ali'nin üzerine yürüdüler. Dirar Hz. Ali'nin yüzüne bakar bakmaz dönüp kaçmaya başladı. Sonradan Dirar, bu kaçış hakkında "Ölüm meleği surete bürünmüş bana görünmüştü." dedi. Çarpışmaya yeltenen Hübeyre de Ali'nin bir kılıç vuruşu ile zırhı delinince kurtuluşu kaçmakta buldu. [5][6][7][8][9][10][11]

Elmalılı Hamdi Yazır bu konuya dair şunları anlatır:

...Hz. Ali ona: "Ey Amr! Senin bir adetin vardır. Kureyş’ten birisi sana iki teklifte bulunsa mutlaka birisini tutarsın, değil mi?" dedi.
Amr, "Evet" dedi.
Hz. Ali: "O halde ben seni Allah'a ve İslam'a davet ediyorum."
Amr: "O'na ihtiyacım yok."
Hz. Ali: "Öyleyse seni binitlerimizden inip dövüşmeye davet ediyorum."
Amr: "Vallahi ben seni öldürmek istemem." diye alay etti.
Hz. Ali: "Fakat ben seni öldürmeyi arzu ediyorum." dedi.

Bunun üzerine Amr kızıp atından indi, bir kılıç darbesiyle atının ayağını kesti, Hz. Ali'ye saldırdı. Amr'ın darbesi Hz. Ali'nin kalkanını parçalayıp alnını kanatmıştı. Hz. Ali karşı darbe ile Amr'ı omuzundan biçmiş, Allahu ekber diye bağırmıştı, derhal etraftan yükselen tekbir sesleri ortalığı çınlattı, Amr ile birlikte bir iki kişi daha vurulmuştu; birini Hz. Ali öldürmüş, birine de bir ok isabet etmişti. [12]

Benim şahsi düşüncem Araplar Hristiyanlık ve Musevilikte olan devlerle savaş kıssalarını Kur'an'a kopyalamakla kalmamış aynı zamanda kendi devlerle savaşan kahramanlarına dair efsaneler üreterek onları Ali bin Ebu Talib'e atfetmişlerdir. Hristiyan ve Musevilerin kutsal metinler diye kabul ettiği kitaplarda aktarılan Golyat isimli dev ne kadar mistik ve mitolojik ise Kur'an'ın Çâlût isimli devi ve Ali'nin savaştığı Amr bin Abdüved'de o kadar mistik ve mitolojiktir.
Bunlar kendilerine ait kahramanlar yaratmak ve toplumlarını yüceltmek için uydurulmuş masallardan başka bir şey değildirler.

PUTPERESTLİKTEN KURTULUŞ



PUTPERESTLİKTEN KURTULUŞ

İsmim Gökhan, Adana'da yaşıyorum. Bir haftadır araştırıyorum. Önceleri Kur'an'ın Türkçe meallerine baktığımda bir şey anlamazdım ama yinede Allah boş bir şey göndermemiştir diye detayına girip okumazdım. Arapça daha mantıklı gelirdi, daha doğrusu sesi hoş geliyordu ve bir şey anlamadığım için büyüleniyor gibi hissederdim, Allah konuşuyordu sonuçta.

Ne söylediğini bilmiyordum ama Allah'ın kelamı olduğuna inandığımdan bizim için güzel öğütler veriyor sanırdım, hep öyle dediler ya "Allah'ın kelamı sorgulanmaz, araştırılmaz, günaha girersin"
Lan araştırılmaz sorgulanmaz diyorsunuz da bana ne diyordu bu Allah? Nasıl olmamı istiyordu , hiç bir şey bilmiyordum. Birazda anne tarafından tarikatçı tayfası vardı kördüm yani.

Seneler seneleri kovalıyor, hep bir bekleyiş, hep bir dua.. "Bir gün Allah bana da verecek maneviyatı, parayı, huzuru" diye bekleyip duruyordum ama değişen hiç bir b-k yoktu.
Zorda kaldığım zaman dualar, namazlar, feryat, figan ediyordum ve bir süre sonra biraz düzelir gibi olunca "aha Allah beni duydu" diyordum fakat fazla sürmüyor bir süre sonra durum yine aynı oluyordu. Bu sefer "ben ne yaptım" diyordum. Suçum ne, ne hata işledim? diyerek kendime hayıflanıyordum ama yine değişen bir şey olmuyordu. Seneler hep böyle bir ters bir düz devam ediyordu, son dokuz ay ailemden ayrı şehir dışında çalıştım. Gurbetteyim sonuçta, aile, çocuk kimse yok yapayalnız.
Yine Allah'a şükredeyim diye düşünüyordum. Niye "çünkü para kazanıyorum ya ondan" Hiç demiyorum ki lan mal zaten sefalet çekiyorsun üstüne aileden de uzak, huzursuz, yalnızsın, bu neyin şükrü?
O Allah bana verecek olsa şehrimde, ailemin yanında verir. "Vermediği için gurbetteyim" diye düşündüm ama yine de küfre girmedim, şükrettim.

Sezon bitti memlekete geldim üç hafta oldu, iş yok boşum. Geldiğimde biraz dua ettim, namaz kıldım falan fakat tık yok, belli ki duymuyordu ve neyse ki hanım çalışıyordu, sayesinde idare ediyorduk. Ben de çocuklarla ilgilenip okullarına gönderip, telefonla iş bakıp, bir sürede video izliyordum. Bir hafta önce sizin bir videonuzu izledim, önemsemedim. Altında bir video daha çıktı onu da izledim, biraz düşüncelere kapıldım ve ondan sonraki çekiç vurmak gibi oldu.

Sizin dinden çıkış videonuzu bir saat bıkmadan usanmadan dinledim hemde iki kez. Benim için sanki bir macera, aksiyon filmi gibiydi, o kadar keyif duyuyordum dinlerken. Sonra devamı geldi, Efe Aydal ve Evrim Ağacı gibi nicelerini izledikçe bir şeyler oturdu.
Belki bunlar yalan söylüyordur, meallerle oynuyordur yada öyle bir ayet yoktur diye düşünerek Kur'an'ın Türkçe mealini de okudum ama okudukça dinden, Kur'an'dan, Araplardan daha da nefret ettim. Bu kadın düşkünleri bizi resmen kandırmış, işlerine geldiği gibi kullanmıştı. İşlerine gelince kendilerini savunan bir ayet, işlerine gelince Müslümanlara savaş emri veren ayet.
O kadar saçma kelimelerdi ki anlaması güç, ama kurtulması zor.
Şuan bende inanç denen bir şey yok çünkü neye inanayım ki? Allah bana bir şey anlatmamış sadece Muhammed için ayetler göndermiş, ona inanana cennet vaadi, inanmayana cehennem tehditleri gibi boş cümleler..
İyi ki karşıma çıktın Din ve Mitoloji, beni uyandırdın, gözlerim açıldı çünkü artık güvendiğim bir din ve inandığım bir Allah yok. Ben bir canlıyım, her canlı gibi bende hayatta kalmalıyım, mücadele bu.
Bana Allah yerine vicdanım yeter. İyilik yapınca duyduğum mutluluk cennet, kötülük yaptığımda içimdeki oluşan sıkıntı ve huzursuzluk, vicdanımın yargılaması cehennemdir benim için ve bunlar bana yeter.
Teşekkürler Din ve Mitoloji!

SİZDEN GELENLER | Yazan: Gökhan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DEİZM'E YÖNELİŞ HİKAYEM (Rengin)



DEİZM'E YÖNELİŞ HİKAYESİ
(Takipçilerimden Rengin'in Süreci)

Öncelikle merhaba. Ben 13 yaşında bir kız çocuğuyum daha. Önyargılarınız varsa bir kenara bırakın lütfen. İsmimi vermek istemediğimden dolayı siz bana Rengin diyebilirsiniz.

Çoğumuz hatta neredeyse hepimiz gibi Müslüman bir ailede doğdum. Annem kapalı değil fakat dindar. Babam annemden daha dindar. Ailem (özellikle babaannem) 7-8 yaşlarımdan beri dinime düşkün olmamı sağlamaya çalışıyor. Annem ve babam bana İslam'ı öğretiyor ve anneannem ile babaannem beni kurslara gönderiyordu.
Ben daha 9 veya 10 yaşımdayken babaannem büyüdüğüm için artık şort giymemem gerektiğini söylemişti. Ortaokula geçtiğimde seçmeli derslerimden birini din dersi olarak seçtiler. İsteklerimi göz önünde bulundurmadılar tabii ki.
İlkokuldan beri sürekli dinimi sorgulayıp kendime kızardım. 6. sınıfın sonlarına kadar İslam propagandası yapan bir çocuk olmuştum. Gerçekten utanç vericiydi. Sonra takip ettiğim bir ünlünün deist olduğunu öğrendim. Deizmin ne olduğunu bilmiyordum. Bana hiç diğer dinlerden bahsedilmemişti.
Sorgulamadan ailemin fikirlerine uyacağım düşünülmüştü. Merak ettim ve deizm ile beraber diğer dinleri de araştırdım. Benim inandığım şeyin deizm olduğunu fark etmeye başladım. Kabullenemedim. Dinden uzaklaşmamam gerektiğini düşünüp "İslamın gerçek din olduğunun kanıtı" gibi isimleri olan videolar izliyor, yazılar okuyordum. Kendimi kandırmam 1 ila 1,5 sene sürdü.

7. sınıfı bitirdiğimde yaz tatilinde İslam'ın gerçek yüzünü görmemi sağlayan videolar izledim. Kuranın kendi ayetlerini okuyup tiksindim. Birkaç sene önce bu şeyleri savunduğuma inanamıyordum. Erken yaşta bunları fark ettiğim için sevindim. Aileme veya yakınlarıma söylersem çok tepki alırım. Psikolojik ve fiziksel şiddete maruz kalırım. Kendimi saklayarak yaşamak zor geliyor ama idare ediyorum. Kendi gelirimi sağladığımda ve ailemden ayrı yaşamaya başladığımda kimseden korkmadan, gururla "ben deistim" diyebileceğim.
Şu an 8. sınıfa gidiyorum ve yakında 14 yaşıma gireceğim. Yaşımın çok erken olduğunu ve karar vermek için çok küçük olduğumu söyleyecek kişiler olacaktır elbette. Onlara vereceğim cevap çok basit. Eğer Müslüman olsaydım ve bu yaşımda İslam ile nasıl huzura erdiğimi, Müslüman olduğumu birisine söylersem tepki göreceğimi falan söyleseydim beni yargılamaz hatta "yaşın küçük ama ne kadar akıllı, temiz kalplisin" diye desteklerdiniz.

İslamın kız çocuklara nasıl davrandığını göz önünde bulundurursam yaşım ve kararlarım konusunda bir Müslümana danışmamam gerektiğini çok iyi biliyorum. Son olarak söylemek istediğim şey; şu an beni dinleyen kişi, eğer sorgulama dönemindeysen kendini kandırma ve sorgulamaya devam et. Dinlerin ne kadar saçma olduğunu göreceksin. Gerçeğe kavuşanların bu yolda devam etmesi ve henüz kavuşmamış olanların bir an önce kavuşması dileklerimle.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Rengin

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

SÜLEYMAN'IN EZGİLERİNDE "MUHAMMED" GEÇİYOR MU?

Yazan: Great


SÜLEYMAN'IN EZGİLERİNDE "MUHAMMED" GEÇİYOR MU?


Geçenlerde, Müslümanın teki yorumlarımdan birini "İncil'de "Ezgiler Ezgisi ya da Süleyman'ın Ezgisi" olarak bilinen bir seks şarkısı olduğunu gösterip, kanıtlayacağım" diye yanıtladı.  Onu, "Lol, Zakir Naik, Muhammed'in Ezgiler Ezgisi'nde bahsedildiğini iddia ediyor !" diye yanıtladığımda, şunu yazdı:
"İyi ki bana bu videoyu gösterdin, sevgili Muhammed'imizin doğumundan 2000 yıl önce Tevrat ve İncil'de bahsedildiğini kanıtlıyor, o zaman sana sorayım neden İslam'a geri dönmüyorsun ..?"

Süleyman'ın Ezgisi'ne,  ilk önce "seks şarkısı" deyip , sonra Muhammed'in ezgide geçtiği iddiasını öğrendiğinde 180 derece dönüş yapmasına dikkatinizi çekerim.

Böyle kişilerin ilkesiz dönekliğinin üzerinde uzunca durmaya gerek yok,  ne de olsa internette dini uğruna kaypaklık yapan, yalan söyleyen, gerçeği gizleyen bir çok Müslüman var.

Ama, Muhammed'in Ezgiler Ezgisi'nde geçip geçmediği iddiasına bakmamız gerekiyor.

 İslam Critiqued kanalının admini Colin, İbranice eğitimi görmüş olduğundan, Zakir Naik'in iddiasını çürüten bir video yapmış. Videom onun  analizine dayanacak. Bu videonun açıklama bölümünde hem Zakir Naik'in hem de Collin'in videolarına link koydum.

Zakir Naik'in iddiasına bakmadan önce, Ezgiler Ezgisi hakkında daha fazla bilgi edinelim. Vikipediye göre:
"Kitabın ana karakterleri, bapların birinde "Şulamlı" olduğu belirtilen bir kadın ve bir adamdır ve şiirde ilerlenen yol kur yapmaktan başlayıp muratlarına ermeye kadar giden yoldur. Örneğin kadınla erkek arasında şöyle bir diyalog geçer:

Ezgiler Ezgisi, Bab 2, 2-3.Ayetler:
Erkek: "Dikenlerin arasında zambak nasılsa, Kızların arasında sevgilim öyledir";
Kadın: "Orman ağaçları arasında elma ağacı nasılsa, Oğlanlar arasında sevgilim öyledir. Zevk alarak onun gölgesinde oturdum, Ve meyvesi damağıma tatlı idi."
Ayrıca "Kudüs kızları" isimli bölüm ezginin nakaratını oluşturur.

Dini içeriğin eksikliğine rağmen kitapta anlatılan adam ile kadın arasındaki ilişkinin mecazi olduğu ve Yahudilik'te Tanrı ile İsrailoğulları arasındaki ilişkiyi anlattığı düşünülür. Hristiyanlıkta ise Tanrı ile Kilise'nin ilişkisinin veya Mesih ile insan ruhunun ilişkisinin betimlendiği savunulur."

Şimdi kendinize "Ne alaka? Muhammed'in adı neden MÖ 1000'den kalma, İbranice yazılmış, Kudüs'te geçen ve iki sevgili arasındaki cinsel sevgiyi anlatan bir ezgide geçsin ki?" diye soruyor olabilirsiniz. Benim de hiçbir fikrim yok. Devam edelim.

Zakir Naik, Ezgiler Ezgisi 5:16'da Muhammed'den bahsettiğini iddia ediyor. Videosunda ayeti İbranice okuyor, ancak okuyuş hatalarından görüldüğü kadarıyla  İbranice'yi pek bilmiyor. Ayetin çevirisi şöyle:

"Ağzı çok tatlı, Tepeden tırnağa güzel(hoş). İşte böyledir sevgilim, böyledir yarim, ey Yeruşalim kızları!

Zakir Naik'in okuma yanlışları şöyle: çok tatlı anlamına gelen mam-takkim'i mama-takkim, sevgili anlamına gelen dodi'yi dudi diye okuyor, ancak en önemli iki hatası kızları anlamına gelen banoth'u banay (oğulları) olarak okuması, böylece cümlenin anlamını tamamen değiştirmesi ve metnin tümünü İbranice okuyacağını söylemesine rağmen, Yeruşalim'i İngilizce Jerusalem olarak okumasıdır.

Şimdi meselenin özüne gelelim: Zakir Naik, metinde güzel anlamına gelen “mahamad” sözcüğünün Muhammed'i kast ettiğini iddia ediyor.
Mahamad , Ibranice'de "arzu, arzu edilen şey, hoş şey, sevgili, iyi, hoş, hoş, arzu edilen, değerli olanlar, değerli şeyler, değerli hazineler, hazineler, değerli" anlamına geliyor.

Mahamad sözcüğü, Eski Ahit'in diğer bölümlerinde de geçiyor ve mahamad sözcüğünün her geçtiği yerde onu Muhammed ile değiştirirsek şöyle bir görüntü ortaya çıkıyor:

Ezgiler Ezgisi 5:16  Ağzı çok tatlı, Tepeden tırnağa güzel Muhammed. İşte böyledir sevgilim, böyledir yarim, ey Yeruşalim kızları oğlanları! (Zakir Naik versiyonu)

2.Tarihler 36:19  Tanrı'nın Tapınağı'nı ateşe verdiler, Yeruşalim surlarını yıkıp bütün sarayları yaktılar, değerli Muhammed  her şeyi yok ettiler.

Yeşaya 64:11  Atalarımızın sana övgü sunduğu Kutsal ve görkemli tapınağımız yandı, Her değer verdiğimiz Muhammed  yer yıkıntıya döndü. 
Ağıtlar 2:4  Düşman gibi yayını gerdi, Hasım gibi sağ elini kaldırdı her güzel bulduğumuzu  Muhammed’i  öldürdü,

Colin'nin videosunda dediği gibi, "Muhammed [Eski Ahitte] yakılıp, yıkılıyor, öldürülüyor, oldukça zor bir gün geçiriyor, olacak iş değil."  :)

ALLAH’IN KAYIP KİTAPLARI : FURKAN VE SUHUFLAR

Yazan: Serdar Kaangil


ALLAH’IN KAYIP KİTAPLARI : FURKAN VE SUHUFLAR


İslam’ın amentüsünde Allah’ın kitaplarına iman vardır.
Ama ne hikmetse Allah’ın kitaplarının hiçbirinin orijinali ortada olmadığı gibi birçoğundan da hiç eser yoktur.
Kur’an’ın orijinalinin taş, hayvan derisi, kemik ve yaprak gibi ilkel malzemelere yazıldığı ve bunların yok olduğu iddia edilir.
Ne var ki bu ilkel orijinallerden toplanan ilk kitabın da yakıldığı rivayet edilir.
Eldeki Kur’an’ların ise kaynağının ne olduğu, neye göre yazıldığının bir dayanağı, delili yoktur.

Aynı şekilde Tevrat’ın da orijinali yoktur. Orijinalini kimin yazdığı, içeriğinin ne olduğu belirsizdir.
Asıl Tevrat’ın yitirildiği, MÖ. 500’lerde Ezra adında bir hahamın Tevrat’ı yeniden yazdığı iddia edilir.

İncil’de durum daha da karışıktır. İsa’ya indirildiği iddia edilen bir İncil yoktur. Yüzlerce İncil hikayesi arasından 4 tanesi uygun olarak seçilip Kilise tarafından onaylanmış ve kutsal kitap olarak kabul edilmiştir.

Zebur diye adlandırılan ve Davud’a indirildiği söylenen kitap ise, Musevi ve Hristiyanların peygamber olarak görmedikleri ve sadece büyük bir kral olarak kabul ettikleri Davud’a ait aşk şiirleri ve ilahilerden oluşan bir kitaptır.

Müslümanlar dört kitaba inandırılmıştır ama Kur’an’da 4 değil daha fazla kitaptan bahseder.
Tevrat diye bahsedilen Tanah adı verilen ve Hristiyanlarca Eski Ahid denen bütün kitabın ilk 5 kitabıdır. Tanah’ın tamamı ise 39 kitaptan oluşur ki bunların içinde Süleyman, Eyüp, Yunus, gibi peygamberlerin ve kralların da kitapları mevcuttur.

Ortada olmayanlardan biri de on emir levhaları’dır. Musa’ya indirildiğine inanılan bu levhalar da kayıptır. Ayrıca Kur’an’a göre kitapların haricinde kimi peygamberlere suhuflar (sayfalar) verilmiştir. Örneğin;

A'lâ suresi 18-19: Bu, elbette önceki suhuflarda, İbrâhim ile Mûsâ’ya verilen suhuflarda da vardır.

Kur’an’da Tevrat’ın açık olarak Musa’ya verildiği yazılmaz. Tevrat geçen yerlerde hep Musa anıldığı için İslam, Tevrat’ın musa’ya verildiğini bildirir. Bu ayetteki Musa’ya verilen suhuftan, Tevrat’ın sayfaları kastedilebilir belki. Ama ayette İbrahim’e verilen suhuftan da bahseder ki; İbrahim’e ait bir suhuf da mevcut değildir, varsa o da kayıp kitaplar arasındadır.
Bunun yanında Musa’ya ve İbrahim’e verilen suhuflardan, Tevrat’taki kendilerine ait kısımlar kastediliyorsa; Bu kısımlar onların hikayelerini anlatır ki onlara verilen kitaplar olamaz.

Kur’an’dan önce Muhammed Hazretlerinin bir kitabı daha mı vardı?

Kur’an’daki bazı ayetler, daha önce yaşanmış, daha önce emredilmiş gibi ifade edilmiş.
Örneğin müslümanlara namaz şartının miraçla geldiği öne sürülür.
Miraç’ın ise Hicrete yakın bir zamanda gerçekleştiği belirtilir.
Ama Alak suresi ilk gelen surelerdendir ve içinde namazdan bahseder.

Alak suresi 9-10: Sen, namaz kıldığında kulu (bundan) engelleyeni gördün mü?

Eğer Alak suresi ilk surelerdense, namaz bundan önce emredilmiş olmalıdır.

Bir başka örnek Kalem suresinde geçen “Eskilerin Masalları derler” ifadesidir.
Kalem suresi de ilk yıllarda gelen surelerdendir ve o sureden önce İbrahim’in, Musa’nın vb. peygamberlerin hikayeleri anlatılmamıştır.

Kalem suresi 15: Âyetlerimiz kendisine okunduğu zaman, “Öncekilerin masalları!” der.

Demek ki daha önce bu masallar anlatılmış ve Kureyşliler de burun bükmüş: “Eskilerin masalları” diyerek.
Bu durumda insan düşünmeden edemiyor. “Daha önce Kureyşlilere okunan bir başka kitap mı vardı?” diye.
Bunu destekleyen bir ayet de var üstelik:

Nisa 136: Ey iman edenler, Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba, daha önce indirdiği kitaba da iman edin! Kim Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe inanmazsa, pek derin bir sapıklığa saplanıp gitmiştir.

Ayete dikkat edilirse; “Daha önce indirdiği kitaba da” diyor.
“Kitaplara” deseydi, Tevrat,ı, Zebur’u ve İncil’i anlardık.
Ama tekil kullanıyor, “kitaba” diyor.
Ya ortada bir yazım hatası vardır ki bu da Allah’tan geldiğine inanılan bir kitap için bir çelişkidir. Ya da bilinçli kullanılmıştır ve Kur’an’dan önce Kureyş’e ait bir kitap daha mevcuttur.

Kureyş’te Kur’an’dan önce bir kitap daha varsa bu kitaba ne olmuştur?
Yoksa batılı yazarların Ur-Quran diye adlandırdıkları bir ön kitap iddiası doğru mudur?
Tevrat’ta şöyle bir ayet vardır:
Çölde Sayım Bab 21, 13-15: Oradan da ayrılıp Amorlular’ın sınırına dek uzanan çölde, Arnon Vadisi’nin karşı yakasında konakladılar. Arnon Moav’la Amorlular’ın ülkesi arasındaki Moav sınırıdır. RAB`bin Savaşları Kitabı`nda şöyle yazılıdır: "...Sufa topraklarında Vahev Kenti, vadiler, Arnon Vadisi, Ar Kenti’ne dayanan ve Moav sınırı boyunca uzanan vadilerin yamaçları ...”

Fakat Eski Ahit’te "RAB`bin Savaşları Kitabı" adında bir kitap yoktur.
“Rab’bin Savaşları” diye bir kitaptan bahsediliyorsa bu kitaba ne olmuştur?

Kur’an’da İdris peygamber’den bahsedilir. Ve onun yüksek bir mevkiye alındığını yazar.
İdris’in adı İncil ve Tevrat’ta Hanok olarak geçer. Ezoterik metinlerde Hermes olarak biliriz onu, Terzi Hermes. İslam’a göre İdris’e 30 sayfalık bir suhuf verilmiştir. Tevrat’ta Tanrı’nın onu yanına aldığını yazar. Onun da kitabından bahsedilir.
Hanok’a ait 2 kitap bulunduğu öne sürülür. Biri Hanok’un Kitabı, diğeri Hanok’un Sırlar Kitabı.

Orhan Hançerlioğlu, Yunan Kaynaklarında Hanok’un 42 kitabından bahsedildiğini ama bu değerli papirüslerin kayıp olduğunu yazar.

1945’lerde bulunan Kumran ve Nag Hammadi tomarları arasında Hanok’a ait bir kitabın da olduğu söylenir. Düşmüş meleklerden ve kafa karıştırıcı bilgilerden söz edildiği için Vatikan bu kitaba sıcak bakmaz.

Bir başka iddia ise Tevrat’ın %40’nın kayıp olduğu ve 196 sayfalık bu kayıp kısmı bulmak için seferber olunduğu söylentisidir.

Burak Eldem ise kayıp kitaplar konusundaki araştırmasında bu sır dolu kitapların Mason üstatların elinde olduğunu öne sürüyor. İddiasına göre bu kitapların yazarları bilge kadınlar ve kökeninde de ana tanrıça inancı var.

Gelelim Furkan’a.
Müslümanlar Furkan denince Kur’an anlarlar.
Furkan’ı Kur’an’ın bir başka ismi zannederler.
Çünkü İslam’da öyle kabul edilmiş, insanlar da böyle bilgilendirilmişlerdir.
Ama yalandır, yanlıştır. İnceleyelim, görelim:

Furkan suresi 1.ayet: Âlemlere bir uyarıcı olsun diye kuluna Furkân’ı indirenin şanı yücedir.
[Tebârekellezî nezzelel furkâne alâ abdihî li yekûne lil âlemîne nezîrâ]

Meallere baktığınızda bazı mealcilerin “Kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren” diye yazdığını göreceksiniz. Halbuki ayette Muhammed geçmez. Yanıltma da bu ayetle başlar.

“Furkan” sözcüğünün geçtiği bir başka sure Ali İmran’dır.

Ali İmran suresi 3 ve 4.ayetler: Sana öncekileri doğrulayan kitabı bir hak ile parça parça indirdi. VeTevrat’la İncil’i de indirmişti. Daha önce de hidayete erdirici Furkan’ı da o indirdi. Muhakkak ki onlar, Allah’ın âyetlerini inkâr ettiler. Onlar için şiddetli azap vardır. Ve Allah Azîz’dir, intikam sahibidir.
[Nezzele aleykel kitâbe bil hakkı musaddikan limâ beyne yedeyhi ve enzelet tevrâte vel incîl
Min kablu huden lin nâsi ve enzelel furkân, innellezîne keferû bi âyâtillâhi lehum azâbun şedîd, vallâhu azîzun zuntikâm.]

3. ayetin ilk cümlesinde Kur’an’dan bahsedildiği belli.  Çünkü “Sana kitabı peyderpey indirdi” diyor. Devamında “Tevrat ve İncil’i de indirmişti.” dedikten sonra Furkan’dan bahsediyor.
Ve “Ondan önce de, daha önce de” diyor. Yani Tevrat ve İncil’den önce.
Öyleyse şunu bir kenara yazabiliriz:
Furkan, Tevrat ve İncil’den önce indirilmiştir.
Kitaplardan bahsettiğine göre Furkan da bir kitaptır.

Acaba gerçekten öyle midir?
Şimdi Furkan’ın geçtiği diğer ayetleri görelim:

Bakara 53: Doğru yola gelesiniz diye Musa’ya kitabı ve Furkan’ı vermiştik.
[Ve iz âteynâ mûsâl kitâbe vel furkâne leallekum tehtedûn]

Ayette Tevrat ve İncil’den önce gelmiş olan Furkan’ın Musa’ya verildiğini okuyoruz. Musa’ya ayrıca kitap da verilmiş. Musa’ya verilen kitabı Tevrat olarak biliriz ama Kur’an’da açık olarak Tevrat’ın Musa’ya verildiği yazılı değildir.

Enbiya 48: Andolsun ki biz takva sahiplerine bir ışık ve bir öğüt olsun diye Musa ve Harun’a Furkan’ı vermiştik.
[Ve lekad âteynâ mûsâ ve hârûnel furkâne ve dıyâen ve zikren lil muttekîn]

Bakara 53 ve Enbiya 48 ayeti bizi, “Acaba Furkan 10 emir levhaları mı?” diye düşündürüyor.
Ama acele etmeyelim.

“Furkan” sözcüğünün geçtiği bir ayet daha vardır:
Enfal 41: Eğer Allah’a ve iki topluluğun (ordunun) karşılaştığı gün kulumuza indirdiğimiz Furkan gününe inanıyorsanız, ganimet olarak aldığınız birşeyin beşte birinin muhakkak ki Allah’ın ve Resûl’ün ve yakınlarının ve yetimlerin ve miskinlerin ve yolculukta olanların olduğunu biliniz. Ve Allah, herşeye kaadirdir.
[Va’lemû ennemâ ganimtum min şey’in fe enne lillâhi humusehu ve lir resûli ve li zîl kurbâ vel yetâmâ vel mesâkîni vebnis sebîli in kuntum âmentum billâhi ve mâ enzelnâ alâ abdinâ yevmel furkâni yevmettekal cem’ân, vallâhu alâ kulli şey’in kadîr.]

Bu ayet, kafamızı biraz karıştıracak.
“Kulumuza indirdiğimiz Furkan günü” ne demek?
İki ordunun karşılaşmasından ve ganimetten bahsettiğine göre kulumuz dediği Muhammed hazretleri. Demek ki Muhammed hazretlerine verilmiş bir Furkan günü var.
Öncelikle şunu belirtelim. Bundan önceki ayetlerde tek başına bir Furkan sözcüğü vardı. Bu ayette ise “Yevmel Furkanî” olarak geçiyor. Bu bir kelime benzerliği olabilir. Örneğin Kitabın adı Kurtuluş ya da zafer anlamındadır. Bir ayette de kurtuluş günü ya da zafer günü olarak geçebilir.

Bu noktada Furkan’ın kelime anlamını bulmaya çalışalım.
İslam’a göre Furkan’ın anlamı doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan ayıran demektir. Bu anlamla ilişkilendirilmesinin nedeni Furkan’la fark, tefrik kelimelerinin benzeşmesidir. Ama mealcilerin bu anlam vermesi doğru değildir.
Kur’an’daki bazı sözcüklerin Arapça olmadığını, Aramice, Süryanice, İbranice olduğunu biliyoruz.
Süryanice’de Furkano diye bir sözcük var ki esenlik-kurtuluş anlamına geliyor.
Bu anlam, Enfal 41’deki savaşla ilgili ayetteki furkan gününü açıklamaya yetiyor.
Öyleyse ayetteki furkan günü, zafer günü, kurtuluş günü, esenlik günü anlamındadır.
Dolayısıyla bu ayetteki furkan günü’nün, önceki ayette geçen Furkan’la ilgisi olmayabilir.
Çünkü o ayetlerde Furkan’ın bir kitap olduğu iması var. Kur’an’la, Tevrat ve İncil’le birlikte zikrediliyor.

Şimdi bir de şu ayete bakalım:

Enfal 29: Ey iman edenler; Allah’tan korkarsanız O, size bir furkan verir. Suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.
Bu ayetten ise Furkan’ın iman sahiplerine de verilebilen bir şey olduğunu anlıyoruz.
Bu durumda birkaç olasılık var.
1.si Furkan, Musa’ya ve Harun’a verilmiş olan 10 emir levhaları ya da Tevrat haricindeki bir suhuf, bir ön kitaptır.
2.si Furkan, Hem Musa ve Harun’a, hem de Muhammed’e verilmiş olan zaferdir, kurtuluştur, esenliktir.

3.sü Furkan, bazı peygamberlere ve takva sahibi müminlere verilen özel bir yetenektir. Bu yetenek duyugörü-duyu ileti gibi, sezgi gücü gibi, ileriyi görme gibi bir özellik olabilir.

1. olasılık güçlü olandır. 2.si ise zayıf olmakla birlikte ihtimal olarak yer verilmesi gerekir. Çünkü Musa ve Harun’un da kurtuluş ile, esenlik ile ilgili olarak Mısır’dan çıkışları, Firavun’dan kurtuluşları hikayesi vardır. 3.sü ise Enfal-29’la ihtimal kazanmaktadır.

Bu sonuca göre Furkan, Kur’an değildir. Kur’an’la hiç ilgisi yoktur.
Muhammed hazretlerine verilen Furkan değil, Furkan günüdür, yani zafer-kurtuluş günüdür. Ve diğer iman edenlere de verilebilen özellikte bir şeydir.

Ayrıca Furkan, Musa’ya ve Harun’a verilen kitap benzeri bir nesnedir ki muhtemelen 10 emir levhalarıdır. Ama eğer bir kitapsa; ortada yoktur, kayıptır.