HABERLER
Dini Haber

İLK DİNDEN DÖNENLER KUR'AN'I YAZMA GÖREVLİLERİDİR

Yazan: A.Kara
Kur'an'ı yazmakla görevlendirilen yazıcı katiplerinden dinden dönenler oldu mu? Aralarında öldürülenler veya kılıç zoruyla İslam'ı seçenler var mıydı?

İLK DİNDEN DÖNENLER, ĶUR'AN'I YAZMA GÖREVLİLERİDİR

Kur'an katibi olan, yani Muhammed'in en yakınında olan biri dinden çıkar mı? Çıkıyorsa, o dönemde yaşamış, olan biten her şeyi görmüş, vahiy katipliği yapmış biri bile Muhammed'in peygamber olduğuna inanmıyor ve dinden çıkıyor ise, o coğrafyada ve o çağda yaşamamış, hiçbir şeye şahit olmamış, eline bir kitap tutuşturulmuş olan bizlerin dini terk etmesine şaşırmamaları gerekir.

Abdullah Bin Sa'd Bin Ebi Serh (Sarh) (عبد الله بن سعد أبي سرح)
Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh, halife Osman'ın akrabası, süt kardeşidir. Muhammed bir kısım ayetleri vahiy katiplerine söyler, onlar da yazıya geçirirlerdi.

İlk vahiy katiplerinden Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh, Muhammedin hallerinden olsa gerek, vahiyden şüphelendi ve Mekke müşriklerinin yanına dönerek mürtet oldu. Bazı Müslümanlar bunun nedeninin katipliği sırasında vahyi kendi arzusuna göre tahrif etmesi, böylece müşriklerin İslâmiyet aleyhindeki çalışmalarını desteklemesi olduğunu söyler. Bu durumda, böylesi koşullarda yazılan Kur'an'ın değiştirilmemiş olduğuna inanmanın ne kadar doğru olacağı da büyük bir soru işaretidir.

Ebi Serh, aralarına döndüğü Kureyşlilere şöyle der: "Ben Muhammed'in yazdırdıklarına istediğim gibi tasarrufta bulundum. 0 bana, "Azizun hakim" diye yazdırırdı, ben "Alimun hakim" derdim. O da: "Evet, hepsi doğru!" derdi" [11]

İbn Ebi Serh'in Kur'an'ı tahrif ettiğine dair hadislerden biri şöyledir:
“Şurahbîl b. Sa’d dedi ki: En’am sûresinin 93. ayetinin ‘Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken, ‘Bana da vahyolundu’ diyenden ve ‘Ben de Allah'ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim’ diyenden daha zalim kim vardır!’ kısmı Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber Mekke’ye girdiğinde; İbn Ebî Serh, sütkardeşi Hz. Osman’ın yanına kaçtı. Mekke ehli sakinleşinceye kadar Hz. Osman onu yanında sakladı. Sonra onu Hz.
Peygamber’in yanına kadar getirdi ve ona eman vermesini istedi” [9]

Mekke'nin fethinde, Muhammed, Abdullah Bin Sad'ın kanının heder olduğunu ve görüldüğü yerde öldürülmesini emredince Abdullah gidip süt kardeşi Osman'a sığınır, pişman olduğunu söyleyerek affedilmesini ister. Halife Osman araya girer ve Abdullah Bin Sad'ın öldürülmesini engelleyince Abdullah yeniden Müslüman olur. Ey korku, sen nelere kadirsin! [2][3][4][10][11]

Konuya dair İbn Abbas'tan bir rivayet şöyledir:
Nahl suresi 106. ayetin hükmü kaldırıldı ve aynı surenin 110. ayeti bu hükmün dışında bırakıldı. Hakkında bu ayet inen kimse Mısır’da valilik görevinde bulunan ve Hz. Peygamber’e vahiy kâtipliği yapmış Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’tir. Şeytan onu şaşırttı. Kâfirlere katıldı. Bu yüzden Hz. Peygamber, Mekke fethi günü onun öldürülmesini emretti. Hz. Osman, onu himayesi altına aldı. Hz. Peygamber de bu himayeyi kabul etti.” [1]

Dinden dönen Kur'an yazma görevlisi Abdullah b. Sa'd için indiği söylenen Nahl 106'da şöyle yazar:
Nahl 106: "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah’ı
inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir."

Daha sonra affedilince İbn Ebi Serh'i kast ederek Nahl 110'da şöyle yazdırılır: "Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."

Yani eğer Nahl 106'nın hükmü uygulansaydı, dinden dönen vahiy katibi Abdullah b. Sa'd tehdit edilince geri gelip af dilemese başına gelecekler açık ve nettir. Af dileyip tekrar İslam'a girerek kafasının gövdesinden ayrılmamasını garantilemiştir.

Bir hadise göre Mekke'nin fetih gününde Muhammed'in 4 erkek ve 2 kadın haricinde herkese can ve mal güvencesi verir. (eman vermek). Hayatı ve malı tehlikede olan bu 4 erkekten biri de Abdullah b. Sa'd'dır. Muhammed halkını kendine biat etmeye çağırırken Sa'd halife Osman'ın yanına saklanır. Osman onu Muhammed'in yanına götürür ve "Ey Allah’ın elçisi, elini uzat da Abdullah biat etsin" der. Muhammed 3 kez ona bakar, üçüncüsünde biat etmesi için elini uzatır. [5]

Benzer rivayetlerde öldürüleceği açıklananların sayılarına, Abdullah affını istediğinde Muhammed'in tavırlarına dair farklı anlatımlar bulunsa da Abdullah'ın hep öldürülecekler arasında olduğu görülür. 
Örneğin bir hadiste öldürülmesi emredilenler  Abduluzzâ b. Hatal, Mıkyes b. Subabe, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ve Ümmü Sâre iken [6] bir başka hadiste bu kişiler  İbn Ebî Serh, cariye Fertenâ, şair İbn ez-Zeba’râ ve İbnü’l Hatal'dır. [7]
Hatta Tabakatü'l Kübra'da Muhammed'in İbn Ebi Serh'in öldürülmesini isterken "bu köpeği" veya "fasığı" öldürün dediği yazar. [8]

Abdullah Bin Hatal (Abdüluzza ibnu Hatal)
Abdullah bin Hatal'da mürtet olan bir diğer vahiy katibidir. Kettânî "Rasûl-i Ekrem’e herhangi bir konuda kâtiplik yapmış olanlar ve bunların sayıları" adlı yazısında el-Irâkî’den verdiği bilgide vahiy katiplerinin sayısının kırk ikiye kadar çıktığını söyler ve isimler arasında Abdullah b. Hatal da vardır. [31] İslam dinine geçip Medine'ye göç eden Hattal'a Muhammed tarafından zekat ve sadakaları toplama, yani tahsildarlık görevi verilir. [12][13][14] 

Abdullah b. Hatal’ın vahiy kâtipliği yaptığına dair bazı rivayetler şöyledir:
İbn Seyyidünnâs’tan aktarılan rivayete göre Hz. Ali şöyle demiştir: “İbn Hatal, Hz. Peygamber’in huzurunda yazardı. “gafûrün rahîm” indiği zaman O “Rahîmün gafûr” yazdı. Aynı şekilde “ Semîun alîm” indiği zamanda “Alîmün semî” yazar idi. [32]

Yani tıpkı Ebi Serh gibi o da Muhammed'in söylediği sözleri kendi isteğine göre yazıyordur. Fakat belirtmeliyim ki Müslümanlar bu hadisleri sahih görmedikleri için kabul etmezler.

Yine rivayete göre Abdullah Bin Hatal'ın emri altında Huzaa'lardan bir köle vardır. Bu köle ona hizmet edip yemeğini yapar. [15][16] bir gün bu köle uyuya kalıp Abdullah'ın yemeğini hazırlamayı unutunca Abdullah kızıp köleye saldırır, onu öyle döver ki öldürene kadar bırakmaz. [16][17][18][19][20] Kölesini öldürdükten sonra Muhammed'e bu konuda ne cevap vereceğinden korkar, İslam'ı terk eder, halktan topladığı zekat ve sadakaları da yanına alarak Mekke'li müşriklerin yanına geri döner. [16][19]

Fakat tüm bunlar, Kur'an katibi olup daha sonra dinden dönen birini kötü göstermek atılmış iftiralar da olabilir. Malum, günümüzde bile sırf dine inanmıyoruz diye onca itham ve iftiraya maruz kalıyoruz, dini inancın daha yoğun yaşandığı o dönemlerde insanların bu konudaki tutumunu hayal bile edemiyorum.

Konumuza dönersek, hadislere göre Abdullah, müşriklerin yanına dönünce müşrikler ona "Neden bizim yanımıza geldin?" diye sorarlar, o da "Sizin dininizden daha iyisini bulamadım" der. [17][16]

Bir gün İbn Hatal silahlanmış bir vaziyette atına binerek Mekke'nin yukarısından gelirken Said b. As'ın kızları ile karşılaşır. Onlar İbn Hatal'a, Muhammed'in Mekke'ye girdiğini haber verirler. 

Hatal onlara: "Vallahi göreceksiniz ki; vücutlar kılıç darbelerinden su tutmayan tulumların ağızlarına benzemedikçe onlar Mekke'ye giremeyeceklerdir!" der ve Handeme tepesine doğru çıkar. 

Rivayetlere göre Müslüman savaşçıların çarpışmalarını gören Hatal korkuya kapılır, atından inip silahlarını çıkarır ve Kabe'ye giderek Kabe örtülerini arasına gizlenir. Ka'b kabilesinden biri Hatal'ın çıkardığı zırh ve silahlarını, ayrıca terk ettiği atını alıp Muhammed'in yanına gider. [21]

Daha sonra Hatal'ı saklandığı yerde bulup öldürürler. Kimi rivayetlere göre Ebu Berzetü'l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü'l-Mahzûmî'nin onu birlikte öldürdüğü anlatılırken bazı rivayetlerde onu yalnızca Ebu Berze'nin öldürdüğü ve "İbn Hatal'ı Kabe'nin örtüsüne asılmış olduğu halde çıkarıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum! " dediği yazar. [16][22][23]

Osman'ın torpili sayesinde Abdullah Bin Sad idamdan kurtulmuştu. Fakat torpili olmayan Abdullah b. Hatal Mekke'nin fethinde öldürülür.

Fakat Muhammed'in öldürülmesini emrettiği kişiler arasında Hatal'ın Muhammed hakkında söylediği hiciv şiirlerini söyleyen şarkıcı 2 kadın kölesi Fertana (veya Kureyna) ve Emebe (Emeb) de vardı. [24][25][26][30]
Muhammed hakkında hiciv şiirleri söylediği için öldürülmeleri emredilen bu 2 kadın arasından Emeb, Mekke'nin fethinde yakalanıp öldürülürken Fertana kaçmayı başarır. [27][28] Her ne kadar Fertana kaçmayı başarsa da hazır Muhammed kendisi hakkında eman vermişken yayılmakta olan İslam dininin kılıcının keskin tarafından nasiplenmemek için Müslüman olur. [29]

KUTSAL BAKİRE : JAN DARK

Yazan: Hermes Trismegistos

KUTSAL BAKİRE : JEANNE D'ARC

Jan Dark, Yüzyıl Savaşları süresince İngiltere’ye karşı ülkesi Fransa’ya memleketi Lorraine’deki cephelerden başlayarak ruhani manada büyük destek olan ve sonradan ünü Fransa’nın dört bir yanına yayılmış bir Fransız Katolik azizesidir. Jeanne D’arc , Joan of Arc veya Jan Dark da denir.

Fransa’nın yüzyıllar boyunca sembolü olmuştur. Hatta bir rivayette, ülkeyi kurtarmak için Tanrı tarafından görevlendirilmiş güzel çoban Jeanne d’Arc efsanesinin, geçmişte İngilizler karşısında zor durumda bulunan Fransız sarayı tarafından uydurulmuş bir “psikolojik silah“ olduğu ileri sürülür. Zira günümüzde bile bu hikaye efsaneleşmiştir , döneminde de bakire ve bir kurtarıcı olarak ütopik bir figürdür.

Jan Dark’ı 10 yılı aşkın süredir araştıran ve “L’affaire Jeanne d’Arc” (Jan Dark Davası) adlı eserin yazarları gazeteci Marcel Gay ve Roger Senzig, Fransız kahramanın isminin dahi bir “sapkınlık” olduğunu belirterek, Jeanne d’Arc’ın asıl isminin Jeanne d’Orleans olduğunu öne sürdüler.

YAŞAMI

Jeanne d’Arc,1412 yılında, Fransa’nın doğusundaki Maaş (Meuse) Irmağı üzerinde bulunan Domremy köyünde dünyaya geldi. Babası, köyün en önde gelen çiftlik sahiplerinden biriydi. Jeanne, okuma yazma bilmezdi; ama çok dindar bir kızdı ve küçük yaşlardan beri yaşadığı bölgedeki yoksulluk ve bitmişliği görmüştü.

12-13 yaşındayken St. Catherine, St. Margaret ve St. Micheal’in ruhları ile önsezi yoluyla iletişime geçmeye başladığı söylenir. Hristiyan teolojisine göre çok büyük olan bu azizlerin biri ile iletişime geçmesine nadir rastlanır. İletişime geçilen kişi ise özeldir. Jeanne Tanrı’nın onunla konuştuğunu, saraya giderek veliaht Prens Charles’ın Fransa kralı olarak taç giymesine yardımcı olmasını istediklerini, kutsal bir kaderi olacağını söylemeye başlamıştı. Yaşı arttıkça duyduğu gelecekten gelen sesler görümler ve vizyonlar da çoğaldı.

Birçok şeyin sonunda ise ülkesini İngiliz belasından kurtarma görevinin ona emanet edildiği ve ülkenin gerçek yöneticisine Rheims Katedrali’nde taç giydirilmesi gerektiği yolundaki inancı gittikçe kuvvetlendi. Bu, ona Tanrı tarafından verilen kutsal bir görevdi, en azından o böyle inanıyordu.

İçinde bulunduğu topluluk ve ailesi Jeanne’nin bu fikirlerini oldukça çılgınca buluyorlardı. Çünkü henüz dediğimiz gibi azizlerle konuştuğunu, gaipten sesler duyduğunu iddia ediyordu. Basit bir köylü olan babası onu bu amaçtan döndürmeyi denediyse de başarılı olamadı ve Jeanne on altı yaşına geldiğinde, bölgelerini yöneten Robert de Baudricourt’un şatosuna giderek kendisine Chinon’a kadar eşlik edecek birinin verilmesini istedi. Robert, basit bir askerdi, böyle kutsal hikayelere ve bir takım aziz ve azizelerin ülkeyi kurtarma görevini küçük bir köylü kızına verebileceklerine inanacak biri değildi. Alay eder şekilde böyle uçarı ve saçma şeyler üzerine kafa yormamasını söyleyerek Jeanne’yi köyüne geri gönderdi. Fakat Jeanne ilhamının gerçekliğine yürekten inanıyordu ve dileğini kabul ettirmek için inatla çalıştı. En sonunda ise Robert Jeanne’ın ısrarlarına dayanamayarak istediği muhafızları ona verdi.

Zorlu bir yolculuktan sonra Jeanne kafilesi ile beraber saraya vardı.
Jeanne , başlangıçta kendisini saraya alıp almayacağından emin olmayan Charles'ın kalesine gitti. Kralın danışmanları ona çelişkili tavsiyeler verdi ama iki gün sonra ona bir şans verdiler. Bir test olarak Charles kendisini saray mensuplarının arasına sakladı ama Joan onu çabucak fark etti ve İngilizlere karşı savaşmak istediğini söyleyerek, onu Reims şehri ile taçlandıracağını vaat etti.
Charles’ın emri üzerine kilise yetkilileri tarafından, gözlemcilerin huzurunda sorguya çekildi. Charles'ın bir akrabası, ona iyi niyetli olduğunu gösterdi. Daha sonra üç hafta boyunca Poitiers'e götürüldü ve burada kralın davasına gönül vermiş olan seçkin ilahiyatçılar tarafından daha fazla sorgulandı. Kaydı günümüze ulaşamayan bu incelemeler, Batı Bölünmesinin sona ermesinin ardından her zaman var olan sapkınlık korkusuyla ortaya çıktı.
Joan, kilise görevlilerine Poitiers'de değil, Orléans'ta kendini kanıtlayacağını söyledi ve hemen 22 Mart'ta İngilizlere meydan okuyan mektuplar yazdırdı. Raporlarında kilise mensupları, aylardır İngiliz kuşatması altında olan Orléans'ın çaresiz durumu göz önüne alındığında, kralın Jeanne’dan yararlanmasının iyi olacağını karar verdiler.

Jeanne Chinon'a döndü. Atları hazırlattı, Nisan ayında erkeklerden oluşan bir birlik edindi. Jean d'Aulon, Jeanne d’arcın yaveri oldu ve kardeşleri Jean ve Pierre, Jeanne’a katıldı. Flamasını apocalypsete İsa simgesi ile boyattı ve İsa'nın adını taşıyan bir pankart yaptı. Kılıç sorusu gündeme geldiğinde, onun Sainte-Catherine-de-Fierbois kilisesinde bulunacağını açıkladı ve bir tanesi orada keşfedildi.

ORLEANS KUŞATMASI

27 Nisan 1429 tarihinde, Jeanne ve askerleri Orléans'ın için yola çıktı. 12 Ekim 1428'den beri kuşatılan şehir, neredeyse tamamen bir İngiliz kalesi halkasıyla çevriliydi. Jeanne ve Fransız komutanlardan biri olan La Hire, 29 Nisan'da malzemelerle geldiklerinde, daha fazla takviye getirilene kadar eylemin ertelenmesi gerektiği söylediler.

4 Mayıs akşamı, Jeanne dinlenirken azizlerden biri aniden ortaya çıktı, görünüşe göre ona ilham verdi ve gidip İngilizlere saldırması gerektiğini duyurdu. Kendini silahlandırarak aceleyle şehrin doğusundaki bir İngiliz kalesine gitti ve burada bir nişan yapıldığını keşfetti. Onun gelişi Fransızları uyandırdı ve kaleyi aldılar. Ertesi gün Jeanne, İngilizlere karşı koyduğu bir başka mektubuna daha yolladı. 6 Mayıs sabahı nehrin güney kıyısına geçti ve başka bir kaleye doğru ilerledi; İngilizler, yakınlardaki daha güçlü bir konumu savunmak için derhal tahliye edildi.

Ancak Jeanne ve La Hire de boş durmadı ve İngilizlere saldırdı .O sırada iki tarafta kötü hava şartlarından dolayı fırtınaya yakalandı. 7 Mayıs'ın erken saatlerinde Fransızlar, Les Tourelles kalesine karşı ilerledi. Jeanne yaralandı ama çabucak savaşa döndü. Ertesi gün İngilizler geri çekilirken görüldü, ancak Jeanne Pazar günü olduğu için herhangi bir takibe izin vermeyi reddetti.

Jeanne 9 Mayıs'ta Orléans'tan ayrıldı ve veliaht Charles ile Tours'da buluştu. taç giymesi için acele etmesini istedi. Daha ihtiyatlı danışmanlarından bazıları ona Normandiya'yı fethetmesini tavsiye ettiği için tereddüt etse de , Jeanne’ın ilk hedefi İngilizleri Loire Nehri kıyısındaki diğer kasabalardan temizlemekti . Jeanne Fransız ordularının korgenerali olan arkadaşı Duc d'Alençon ile tanıştı ve birlikte bir kasaba ve önemli bir köprüyü ele geçirdiler.

Daha sonra Beaugency'ye saldırdılar ve bunun üzerine İngilizler kaleye çekildi. Sonra Charles ve Jeanne ,Fransız mahkemesinde şüpheli olan Constable de Richemont . Jeanne’a sadakat yemini ettikten sonra yardımını kabul etti ve kısa bir süre sonra Beaugency kalesi teslim oldu.

Fransız ve İngiliz orduları karşı karşıya geldi 18 Haziran 1429'da Patay. Jeanne, Charles'a o gün şimdiye kadar kazandığı zaferden daha büyük bir zafer kazanacağını söyleyerek Fransızlara başarı sözü verdi. Zafer gerçekten de tamamlanmıştı; İngiliz ordusu bozguna uğradı ve nihayet bununla birlikte yenilmezlik şanı arttı.

Jeanne ve Fransız komutanlar, Paris'e cesur bir saldırıda bulundular Sully-sur-Loire'da La Trémoille ile birlikte kalanlar Charles’a yeniden katılmak için geri döndüler. Jeanne yine, Charles'a taç giyme töreni için hızlıca Reims'e gitmesi gerektiğini söyledi. Bununla birlikte, Loire boyunca kasabalarda dolanırken, Jeanne ona eşlik etti ve tereddüdünü yenmeyi ve taarruzda yavaşlamayı tavsiye eden danışmanlara karşı çıktı. Jeanne tehlikelerin ve zorlukların farkındaydı, ancak bunlardan çekinilmemesi gerektiğini söyledi ve sonunda Charles ile Jeanne aynı düşüncede bir oldular

Ordunun toplanmaya başladığı Gien'den dauphin, geleneksel çağrı mektuplarını taç giyme törenine gönderdi. Jeanne iki mektup yazdı: Biri her zaman Charles'a sadık olan Tournai halkına bir öğüt, diğeri ise Burgundy Dükü Philip the Good için bir meydan okumaydı.

Kasaba halkı Anglo-Burgundia rejimine sadık kalmaya karar verdi. Charles’ın konseyi, Joan'ın şehre bir saldırı düzenlemesi gerektiğine karar verdi ve vatandaşlar hemen ertesi sabahki saldırıya boyun eğdi. Kraliyet ordusu daha sonra Châlons'a yürüdü ve burada daha önce direnme kararına rağmen piskopos kasabanın anahtarlarını Charles'a verdi. 16 Temmuz'da kraliyet ordusu kapılarını açan Reims'e ulaştı. Taç giyme töreni 17 Temmuz 1429'da gerçekleşti. Jeanne, sunaktan çok uzak olmayan bir yerde bayrağıyla ayakta duruyordu. Törenden sonra Charles'ın önünde diz çökerek onu ilk kez kral olarak adlandırdı. Jeanne, Paris’e yapılacak cesur bir saldırıyı da içeren yeni bir askeri harekatı üstlendi. Ne var ki Orleans’ı kurtarmada gösterdiği başarıyı Compiegne seferinde tekrarlayamayacak ve 24 Mayıs 1430’da Paris’in 80 km. kadar kuzeyinde Burgonya Dükü’ne esir düşecektir

JEANNE'IN SONU

Jeanne’ın yakalanma haberi 25 Mayıs 1430'da Paris'e ulaşmıştı.
Jeanne d’Arc dük tarafından on bin frank karşılığında İngilizlere teslim edilir ve engizisyon mahkemesinde Beauves piskoposu Pierre Cauchon ve engizitör JeGeç Ortaçağ Avrupası’nda yaşanan cadı avı çılgınlığının hemen öncesinde engizisyon mahkemesi tarafından görülen bu dava içerdiği politik unsurlar nedeniyle klasik büyücü/cadı davalarından ayrılmakla birlikte, suç istinadı (kilisenin kutsal varlığına ve Katolik inancına karşı suç işlemek), sorgulama (fiziki işkence dışında, kanıtlanamayan suçlamalar, yalancı tanıklıklar, sorularla tehdit ve psikolojik işkence), yargılama ve infaz sürecinin bütünlüğü davanın tipik bir engizisyon davası olduğunu göstermektedir.a

Engizisyon mahkemesi, sorgulanması sonrasında Jeanne d’Arc’ı on iki maddede sıralanan eylemlerden ötürü dolayı suçlu bulur. lk dört maddede duyduğu seslere ilişkin suçlamalar yer alır: Katolik kilisesinin kutsal varlığını hiçe sayarak Aziz Mikail, Azize Katharina ve Azize Margareta’nın sözde buyruklarıyla kralın ve ülkenin geleceğine ilişkin kehanette bulunmak (falcılık/medyumluk).

Diğer maddeler ise ;
  • Erkek giysileriyle dolaşarak Tanrı’nın yarattığı bedende başka bir cinsiyeti aramak,
  • Ailesinin itirazına karşın evini terk ederek ailesinin onurunu zedelemek,
  • Burgonya Dükü’ne esir düştüğünde tutulduğu kuleden kaçma, yani intihar girişiminde bulunarak, Tanrı’nın verdiği ve zamanı gelince yine sadece Tanrı’nın alabileceği yaşama bilerek ve isteyerek son verme girişiminde bulunmak,
  • Azize Katharina ve Azize Margareta’mn Burgonyalıları artık sevmedikleri, İngilizlerin tarafını tutmadıkları için İngilizce değil, Fransızca konuştukları iddiasında bulunmak,
  • Tanrının varlığını yadsıyan bir tavır içinde nereden ve kimden geldiği belli olmayan seslere ibadet etmek,
  • Azize Katharina ve Azize Margareta’nın, bakireliğini korursa kendisini cennete göndereceklerine dair söz verdikleri iddiasında bulunmak,
  • Putperestlik,
  • Düştüğü kötülüklerde inatla ısrar ederek kâfirlik yapmak.

Jeanne d’Arc 1431 yılının 24 Mayıs günü cellatları tarafından Rouen mezarlığına getirilir. Uzun ve yorucu sorgulama günlerinin sonunda bitap düşmüş durumdadır. Uğruna savaştığı ve hayatını ortaya koyduğu kralı VII. Charles’ın onu kâfir olarak tanımladığı kendisine söylenince, Jeanne d’Arc, “Kralım aleyhinde değil, benim hakkımda konuşun; o iyi bir Hıristiyan” diye yanıt verir.

1431 yılının 30 Mayıs günü Rouen kenti Saint-Sauveur Kilisesi’nin civarında eski pazar meydanında (Vieux Marche) yapılacak infaz için üç platform kurulmuştur. Bunlardan birinde İngiltere kardinali, kraliyet ve başpiskoposluk üyeleri, diğerinde bu korkunç dramın mimarları olan, davanın hâkimi, rahipler ve askerler yerlerini almışlardır. Son platformda sanık Jeanne d’Arc bulunmaktadır. Platformdan alınarak, meydanın ortasında kendisi için hazırlanmış odun yığınının üzerine dikilmiş direğe bağlanan Jeanne d’Arc’a, engizisyon mahkemesinin kararı okunur: bir kâfir olması nedeniyle yakılarak öldürülecektir. Cellatları ayakları altındaki odunları tutuşturmaya başladığında henüz 19 yaşındadır. Alevler yükselirken Jeanne d’Arc’ın ağzından defalarca aynı sözcük yükselir: "İsa…"
Elinde ise yakılmadan önce bir askerden istediği iki tahta parçasından yaptığı haçı tutmaktadır.

Jeanne D’Arc’ın yakılması çok ilgi uyandırmıştır. Avrupa tarihinin üzerinde en çok tartışılan kimliklerinden birini yaratmıştır. Jeanne d’Arc’ın suçsuzluğu, Katolik Kilisesi tarafından değer geç de olsa anlaşılmış, 1909 yılında itibarı iade edilmiş, yakıldıktan tam 490 yıl sonra 1920’de azize ilan edilmiştir.

Jeanne sinema filmlerine, oyunlara, baladlara bestelere ve nice sanat eserlerine ilham kaynağı olmuş bir figürdür başta bahsettiğimiz gibi gerçekten yaşadı mı yoksa Fransızların bir akıl oyunu muydu bilemeyiz fakat Jeanne hayatını İsa'ya adamış son sözleri de İsa olan saygıdeğer tarihi bir kişiliktir.

KAYNAKLAR
https://nafidurmus.com/jan-dark-fransanin-tarih-sahnesinden-silinmesini-engelleyen-kiz/
https://fr.wikipedia.org/wiki/Jeanne_d%27Arc
https://en.wikipedia.org/wiki/Joan_of_Arc#Biography
https://bilgeseli.com/jan-dark-kimdir/
https://www.britannica.com/biography/Saint-Joan-of-Arc/Capture-trial-and-execution
https://tr.wikipedia.org/wiki/Jeanne_d%27Arc#:~:text=Jeanne%20d'Arc%20(%5B%CA%92an%CB%88da%CA%81k,%C3%BCn%C3%BC%20Fransa'n%C4%B1n%20d%C3%B6rt%20bir

DECCAL VE KÖKENLERİ

Yazan: A.Kara

İSLAM, MUSEVİLİK VE HRİSTİYANLIKTA DECCAL

Deccal, Hristiyan eskatolojisinde (dünyanın sonu ile ilgili konular) Mesih karşıtı, Musevilikte ise Armilos (Armilus) olarak bilinir. İslam'a göre Deccal, ahir zamanda ortaya çıkıp insanları saptıracak, fitne yayacak, kendini önce peygamber olarak tanıtacak, daha sonra ise tanrı olduğunu iddia edecek olan kişidir. Tabi bazı İslam alimlerince bir kişi değil de, bir ideoloji yada akım olduğu görüşü de ortaya atılmıştır.
İnanışa göre Deccal, Mesih tarafından öldürülecektir fakat Şia'ya göre onu öldürecek olan Mesih değil Mehdi'dir. [1][2]

Deccal'in ortaya çıkacağı yerle ilgili farklı rivayetler vardır ancak genellikle doğudan ortaya çıkacağı söylenir. Tek gözü kör olarak tanımlansa da hangi gözünün kör olduğu tartışmalıdır. Fakat ağırlıklı olarak sağ gözünün kör olduğuna dair rivayet ve görüşler hakimdir. Kusurlu bir göze sahip olmanın, genellikle kötü hedeflere ulaşmak için daha fazla güç verdiği düşünülür. [4]

İnanışa göre Deccal, Mekke ve Medine hariç her şehre girerek tüm dünyayı dolaşacaktır. [5] Sahte bir Mesih olarak insanları kandıracağına, aralarında Yahudiler, Bedeviler ve sihirbazlar da dahil olmak üzere birçok kişinin onun tarafından aldatılıp safına katılacağına ve bir iblis ordusunun ona yardım edeceğine inanılır.
Rivayetlere göre yine de onun en güvenilir destekçileri Yahudiler olacaktır. Deccal'in takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan bu Yahudiler kavramı muhtemelen Hristiyanların Deccal efsanelerinden bir kalıntıdır. [6]

Deccal, hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek, bitki örtüsünün aşırı büyümesine, çiftlik hayvanlarının daha çok üremesine ve ölmesine neden olarak ve güneşin hareketini durdurarak bazı mucizeler gerçekleştirecektir. [6]
Onun mucizeleri, İsa'nın gerçekleştirdiğine inanılan mucizelere benzer. İkisi arasındaki ilişki belirsizdir. Bir rivayette İsa'nın Kabe'yi tavaf derken Deccal'in onu takip ettiği ve ondan İsa'nın kötü, karanlık bir kopyası olarak bahsedildiği görülür [45]

Pek çok versiyonda anlatılanlara bakıldığında Deccal İsa'nın kötü bir varyantı gibidir. [7] İsa'nın Kuran'daki muğlak statüsüne benzer şekilde, ilahî olmayan ama yine de bir insandan daha fazlası olan Deccal, görünüşe göre alışılagelmiş birçok peygamberden daha niteliklidir. Bazı kesimler onu daha çok bir insan olarak görse de İslami geleneklerde insan formunda bir şeytan-iblis olarak tanımlanmaktadır. [8]

●►Sünniler İsa'nın safranla hafif boyanmış iki elbise giymiş ve elleri iki meleğin omuzlarına dayanır vaziyette Şam'daki Emevi Camii'sinin (Şam Ulu Camii) Doğu Minaresine ineceğine inanırlar.
Başını eğdiğinde, saçından su akıyormuş gibi görünecek, başını kaldırdığında ise saçları incilerle donatılmış gibi parıldayacaktır. Onun nefesi gözünün görebileceği yere kadar uzanacak ve kokusunu koklayan her inançsız ölecektir. [15]

Deccal, daha sonra Meryem oğlu İsa tarafından yakalanıp öldürüleceği, Tel Aviv'in 15 kilometre güneydoğusundaki Arap-Yahudi şehri Lod'un kapısına kadar kovalanacaktır.
Daha sonra Mesih'in haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi kaldıracağına ve tüm uluslar arasında barışı sağlayacağına inanılır.
İsa'nın kuralı adil olacak ve herkes tek gerçek dine dahil olmak için ona akın edecek. [16]

Haç'ın kırılmasının Hristiyanlığın sahte bir din olarak ilan edilmesini ve Haç'a duyulan saygının sona ereceğini sembolize ettiği söylenir.
Domuzun öldürülmesinin ardındaki anlam din adamları tarafından hala tartışılmaktadır. Bazıları, domuzun üç İbrahim inancının öğretilerine aykırı olduğunu ve Hristiyanların, Yahudiler ve Müslümanların aksine domuz eti tüketmeyi yasaklayan Kutsal Kitap kurallarına aykırı davrandıklarını düşünerek domuzun öldürülmesinin Hristiyanların bu yanlışını işaret edip ortadan kaldırdığını söylemektedir.

Şimdi hadislerdeki anlatılara bakalım:

1) "Ben, Deccal ile beraber olanı ondan daha iyi bilirim. Onun yanında akar iki nehir vardır. Onlardan biri dış görünüş itibarıyla beyaz bir sudur, diğeri alevlenmiş bir ateştir. Sizden biri ona yetişirse ateş olarak gördüğü nehre gelsin. Sonra başını daldırıp ondan içsin, çünkü o, soğuk bir sudur. Deccal’in sol gözü yoktur, üzerinde kalın bir perde vardır. İki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okuması olan olmayan her Müslüman o yazıyı okur." [3]

2) Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den: o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Ben bu gece ru'yâmda kendimi Ka'be'nin yanında buldum. Ve ben orada esmer bir adam gördüm ki, o görmekte olduğun esmer erkeklerin en güzeli idi, onun kulak memelerine geçmiş bir saçı vardı ki, o da görmekte olduğun saçların en güzeli nev'inden olup, bunları taramış idi. Ve bu saçlar su damlatıyordu. Bu zât iki adam üzerine -yâhud: İki adamın omuzları üzerine- dayanarak Ka'be'yi tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum.
— Bu, Meryem 'in oğlu Mesih 'tir, denildi.

Bu sırada ben, düz değil çok kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi olan bir adamla karşılaştım. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum. Bana:
— Deccâl Mesih'tir, denildi" [45]

3) “Ebû Saîd el–Hudrî’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle buyurdu:
“Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa doğru gider. Deccâlin silâhlı adamları onun önüne çıkarak:
– Nereye gitmek istiyorsun? diye sorarlar.
– Şu ortaya çıkan adamın yanına, der. Deccâlin adamları:
– Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun? diye sorarlar. O da:
– Bizim Rabbimizin gizli bir yanı yok ki onu bırakıp başkasına inanalım, der. Deccâlin bazı adamları:
– Öldürün şunu, derler. Bir kısmı ise:
– İlahınız deccal, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı mı! derler ve o mü’mini deccâlin yanına götürürler. O mü’min deccâli görünce diğer mü’minlere:
– Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah’ın kendisinden bahsettiği deccâldir, diye seslenir. O zaman deccâl adamlarına:
– Bunu iyice bir dövün, der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl tekrar, “Yakalayın şunu, yarın kafasını”, der. Onun sırtını, karnını dayaktan geçirirler. Bu defa deccâl, “Bana iman etmiyor musun?” diye sorar. O mü’min:
– Sen yalancı Mesîh’sin, der.

Deccâlin emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler. Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten sonra ona:

– Ayağa kalk! der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar:
– Bana iman ediyor musun? diye sorar. O da:
– Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti, dedikten sonra halka dönerek, ‘Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp diriltemez’, der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır haline dönüştürür; bu sebeple deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine deccâl onun ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu cehenneme attığını zanneder. Halbuki o cennete atılmıştır.”

Resûlullah sözünü şöyle tamamladı:
“İşte bu mü’min, âlemlerin Rabbine göre insanların en büyük şehididir.” [41]

4) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir" buyurdu. [42]

5) Bana İbrâhîm ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn İbrahim'den; o da dedesi İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan; o da Ebû Bek-re(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Medine'ye Deccâl Mesih'in (değil kendisi) korkusu (bile) giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak, her kapı önünde (koruyucu) iki melek bulunacaktır" buyurmuştur. [43]

6) Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Kıyametin üç alameti vardır, onlar zuhur edince, "daha once inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez" (En'am, 158) Güneşin battığı yerden doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz." [44]

●►Kadıyânîlik'te (yada Ahmedîyye / Kadıyânîyye) Deccal'in ortaya çıkışına ilişkin kehanetlerdeki Deccal tek bir kişi olmaktan ziyade Hristiyanlık gibi sahte bir dine odaklanmış olan spesifik bir gruptur. 
Ahmedîler Deccal'i özellikle İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra, 15.yy'da Keşif Çağı ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanarak dünya çapında yayılan Avrupa ülkeleri ve Hristiyanlık dini ile özdeşleştirir. [17] [18] [19] [20] [21]

Diğer eskatolojik temalarda olduğu gibi Ahmedîye hareketinin kurucusu Mirza Gulâm Ahmed'de bu konu hakkında kapsamlı yazılar yazdı.

Deccal'in özellikle Gulâm Ahmed tarafından kolonici misyonerlerle özdeşleştirilmesi, Deccal'in Adem'in yaratılışından bu yana ortaya çıkan en büyük musibet olarak anlatıldığı hadisindeki anlatımlar ve Kehf, Fatiha gibi belirli Kur'an ayetleri ve hadislerle ilişkilendirerek ortaya çıkmıştır. Böylece Deccal'in hükümdarlığının Hristiyanlığın hakimiyetine denk geldiğini söylemiştir. [24] [22]

Deccal'in hadis literatüründe anlatılan sıfatları, sembolik temsiller olarak ele alınıp, Kur'an ayetleriyle uyumlu hale getirilerek Allah'ın taklit edilemez sıfatlarından ödün vermeyecek şekilde yorumlanır. Örneğin Deccal'in sol gözü aşırı büyük iken sağ gözünün kör olması onun (onların) dini ve manevi anlayıştan yoksun, ancak maddi ve bilimsel başarıda mükemmel olduğunun göstergesi olarak yorumlanır. [23] Aynı şekilde Deccal'in Mekke ve Medine'ye girmeyecek olması da kolonici misyonerlerin bu iki yere ulaşmadaki başarısızlığının işareti olarak yorumlanmaktadır. [24]

●►Şia'da ise peygamber evinden on ikinci imam olarak gördükleri Mehdi'nin yeniden ortaya çıkışının alametlerinden biri Deccal'in gelişidir. [25]

Bir Şii hadisi şöyledir: "Mehdi'yi inkar eden Allah'ı inkâr etmiş, Deccal'ı kabul eden de Allah'ı inkâr etmiş (kâfir olmuştur)."
Muhammed'e atfedilen bu Şii hadisi Deccal'in dönüşünü ve Mehdi'nin yeniden zuhur etmesi olayını vurgulamaktadır. [26]

Bir başka hadiste şöyle yazar:
Deccal ile ilgili soru sorulduğunda Ali şu açıklamayı yaptı:
Deccal'in adı Said bin Said'dir. Dolayısıyla ona destek olan talihsizdir. Ve onu inkar edenler şanslıdırlar. İsfahan'ın Yahoodiya köyünden çıkacak. Alnında okuma yazma bilmeyenlerin bile okuyabileceği şekilde şöyle yazacak: "Kafir".

Denizlere atlayacak. Güneş onu takip edecek. Önünde bir duman dağı olacak ve onu beyaz bir dağ izleyecek, ki bu dağ kıtlık zamanlarında bir yiyecek (ekmek) dağı zannedilecek. Beyaz bir eşek üzerine monte edilecek. O eşeğin bir adımı bir mil olacak. Hangi kaynak veya kuyuya ulaşırsa ulaşsın onu sonsuza kadar kurutacak. Cinlerden, insanlardan ve şeytanlardan doğuda ve batıda herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle seslenecek. [28][29]

Şii'lere göre Deccal, insani ihtiyaçları olan tek gözlü bir adam olmasına rağmen takipçilerine kendisinin tanrı olduğunu söyleyecektir. Muhammed Deccal'in bu aldatıcı iddiasıyla ilgili olarak sahabeyi ve müminleri şiddetle uyarmıştır.
Bir hadise göre "Deccal, gerçekten de annesi tarafından Mısır'da doğurulacak ve doğuşu ile ortaya çıkışı arasından otuz yıl geçecek.
Şam'ın doğu kapısına inecek ve ardından halifeliğin verileceği Doğu'da görünecek."

Müslim'in bir rivayetine göre Deccal'in, Yemen Denizi'ndeki bir adada, bir manastır veya sarayda hapsedildiği söylenir. Bazı hadisler onun Horasan'dan çıkacağını bildirirken, bazıları Şam ile Irak arasında bir yerde görüneceğini söylüyor.[27]

İnsanlar onun sihri ve büyücülüğü tarafından aldatılacak ve onun Mesih olduğu iddia edilecek. Ortaya çıktığı ilk gün 70.000 Yahudi onu takip edecek. Yeşil başlık takacaklar. Onu kendilerine vaat edilen kurtarıcı, kutsal kitaplarında anlatılan kişi olarak kabul edecekler. Bu inançlarının asıl nedeni de Müslümanlara düşmanlıkları olacaktır.
İnanışa göre Deccal Müslümanlara karşı savaşacaktır ki bu aslında siyonistlerin ve Yahudilerin asıl amacı olacaktı. Bu yüzden Deccal'in Siyonizm uğruna terörü ve yıkımı artırmaya devam edeceği söylenir.

Cafer el-Sadık, Hz.Muhammed'den, Deccal'in takipçilerinin çoğunun gayri meşru ilişkiden doğan insanlar, alkolikler, şarkıcılar, müzisyenler, bedeviler ve kadınlar olacağını aktarır. Mekke, Medine ve Kudüs dışında tüm dünyayı dolaşacak. Yeryüzü öylesine kontrolünde olacak ki harabeler bile hazineye dönüşecek ve onun emriyle yeryüzü bitki örtüsü filizlenecektir. İner inmez bir nehrin akmasını ve sonra geri dönmesini ve son olarak kurumasını emredecek ve nehir onun emrini takip edecektir.
Dağlar, bulutlar ve rüzgar bile onun tarafından kontrol edilecek. Bundan dolayı takipçileri giderek artacak ve sonunda kendisini Tanrı ilan edecek. [25]

Bir hadis dünyanın dönüşeceği durumunu şöyle anlatır. "Deccal'in gelişinden beş yıl önce kuraklık olacak ve hiçbir şey ekilmeyecek. Öyle ki tüm toynaklı hayvanlar yok olacak". Onun ortaya çıkmasından sonra dünya şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalacak. Yanında yiyecek ve su olacak. Pek çok kişi onun taleplerini sadece yiyecek ve su için kabul edecek, tüm dünyaya zulüm edecek ve onu kabul etmeyen öldürülecektir. [30][31][32][33]

Deccal'in asıl amacı halkın fitnesi ve imtihanıdır, ona uyan İslam'dan çıkar, onu inkar eden mümin olur ve müminlere en kötü şekilde işkence edilir. [25]

Mehdi tekrar ortaya çıktığında İsa'yı temsilcisi olarak atayacaktır. İsa Deccal'e saldıracak ve onu Lod kapısında yakalayacaktır. Ali'nin rivayetlerine göre Mehdi döndüğünde namaz kıldıracak ve İsa onu takip edecek. [34][35][25]

Ali, bir vaazında Deccal'in yenilgisinden bahsederek Deccal'in Hicaz'a doğru yola çıkacağını ve İsa'nın Harşa geçidinde onu durduracağını söyler.
İsa ona korkunç bir şekilde haykıracak ve sağlam bir darbe indirecek. Deccal tıpkı ateşte eriyen kurşun gibi yanan bir ateşte eriyecek. [36][25]

Muhammed el-Bekir, Deccal'in doğacağı zamanda insanların Allah'ı bilmeyeceklerini, dolayısıyla Deccal'in kendisinin Allah olduğunu iddia etmesinin kolay olacağını anlatmıştır. İsa bu sırada göklerden inecektir. Mehdi'nin önderliğinde dua edecek ve Deccal'i öldürecek böylece Mehdi'nin tüm dünyaya barış ve sükunet yaymasına yardımcı olacaktır. [37]

●►Musevilikte Deccal'in adı Armilus'tur (Hebrew: ארמילוס‎). Armilus (Armilos veya Armilius) [9] Orta Çağ Yahudi eskatolojisinde Mesih karşıtı bir figürdür.
Adının Roma'nın kurucularından biri olan Romulus'tan veya Zerdüştlükteki şeytani ilke Ahriman'dan (Arimainyus = Armalgus) türetilmiş olabileceği düşünülür. [12]

Armilo'dan bahseden ilk metin, VII. Yüzyıldan kalma Zerubbabel Kıyametidir. 1519'da Konstantinopoli'de yayınlanan ve 11.yüzyıldan kalma midraşik bir metin olan Midraş Vayoşa, Armilus'u kel, kısmen sağır, sakat ve cüzzamlı olarak tasvir eder. [13] [14] Zerubbabel ise onu fiziksel olarak insanlık dışı, muazzam bir boy ve kırmızı gözlere, altın rengi saçlara, yeşil tene ve iki başa ait olarak tanımlamaktadır. [38][14]
Bu figür, tüm Dünya'yı fethedecek ve Kudüs'ü merkezi haline getirerek Allah'ın Elçisi veya gerçek Mesih tarafından yok edilene kadar inananlara zulüm edeceğine inanılan Hristiyan ve İslam'daki Deccal'in ortaçağ yorumlarıyla karşılaştırılabilir. Onun kaçınılmaz sonu ise Mesih Çağı'nda iyinin kötüye karşı nihai zaferini simgeler.

Zerubbabel Kitabı veya Zerubbabel Kıyameti olarak da adlandırılan Sefer Zerubabel MS 7. yüzyılın başında yazılmış bir ortaçağ İbranice kıyamet kitabıdır ve Zerubbabel'in görülerine, rüyalarına dayanır. Tıpkı Daniel Kitabı gibi. [9] İsrail tarihinde önemli bir rol alan Zerubbabel [10] [11] MÖ 6. yüzyılda İkinci Tapınağın temelini atan ve Davud'un neslinden olan son kişidir. [9]

Armilus'un Bizans imparatoru Herakleios için bir kriptogram (şifreli yazı) olduğu ve Sefer Zerubbabel'de anlatılan olayların Herakleios'a karşı gerçekleştirilen Yahudi isyanına denk geldiği düşünülmektedir. [10]

Midraş Vayoşa (Midrash Vayosha) Zerubbabel ve diğer metinlerde kendisinden bahsedilen Mesih karşıtı Armilus, zamanın sonunda ortaya çıkacak ve İsrail'e büyük sıkıntı çektirip daha sonra İsrail'i fethedilecek bir kraldır.
Armilus Yahudilere sırt çevirir ve kendini Tanrıları olarak tanımaya zorlar. Fakat Musa'nın mucizelerini gösteremeyince insanların gözünde şeytan konumuna düşer. [39][40] Canavar daha sonra Yecüc ve Mecüc de dahil olmak üzere bir putperest ordusunun başında Yahudilere savaş açar ve bir Nehemya'lının önderliğinde savaşmaya giden 30.000 Yahudi ile yüzleşir. [38] Armilus ve güçleri galip gelerek Yahudileri katleder ve onları çölde büyük sıkıntıların ortasında yaşamaya zorlar, ta ki Tanrı mesih Davut'u ve peygamberi İlyas'ı melekleri ile birlikte gönderene kadar. Bu sefer kötüler Tanrı ile yüzleşir ve yenilirler. Mesih nefesinin gücüyle Armilus'u yok eder Zerubbabel'de Mecüc'ün yerini alır ve Mesih ben Joseph'i yener. [11]

Şeytan ve bir bakirenin ya da Şeytan ve bir heykelin soyu olduğu söylenen bu figürün kökeni, Hristiyan öğretisi, efsanesi ve kutsal metinleriyle olan çeşitliliği ve açık ilişkisi nedeniyle Yahudi Ansiklopedisi tarafından sorgulanabilir olarak kabul edilir. ] [12]

●►Hristiyanlıktaki Deccal, yani Mesih karşıtı tek bir kişidir fakat aynı zamanda Hristiyanlığa karşı olan ve İsa'ya inanmayanlardan da Mesih karşıtı diye bahsedilir ve onlar tıpkı Müslümanlar gibi "Rab Mesih değildir" diyecektir.

Bazıları Vahiy 13'deki denizden çıkan canavar veya yerden çıkan canavarın da Deccal olduğunu, sadece burada ondan canavar olarak bahsedildiğini söylese de bu anlatılar Deccal değil de Dabbe'tül-Arz tanımına daha yakındır. 

Deccal anlatımları için İncil'e göz atalım.

1.Yuhanna 2:18: "Çocuklar, bu son saattir. Mesih Karşıtı’nın geleceğini duydunuz. Nitekim şimdiden çok sayıda Mesih karşıtı türemiş bulunuyor. Son saat olduğunu bundan biliyoruz."

1.Yuhanna 4:3: "İsa’yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir. Böylesi, Mesih Karşıtı’nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o şimdiden dünyadadır."

2.Selanikliler 2:3-4: Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü imandan dönüş başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.

2.Selanikliler 2:9-12: Yasa tanımaz adam, her türlü mucizede, yanıltıcı belirtilerle harikalarda ve mahvolanları aldatan her türlü kötülükte sergilenen Şeytan’ın etkinliğiyle gelecek. Mahvolanlar, gerçeği sevmeye ve böylece kurtulmaya yanaşmadıklarından mahvoluyorlar. İşte bu nedenle Tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç gönderiyor. Öyle ki, gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi yargılansın.

Markos 13:5-6; Matta 24:4-5: İsa onlara anlatmaya başladı: “Sakın kimse sizi saptırmasın” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi saptıracaklar.

Luka 21:8: İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin.

İSRAİLOĞULLARI, KEMİK VADİSİ VE YAHUDİ TİPİ

Hazırlayan: A.Kara

KEMİK VADİSİNDE DİRİLTİLEN İSRAİLOĞULLARI

Kuru Kemikler Vadisi'nin görüsü Hezekiel'in en güçlü kehanetlerinden biridir. Bu vizyonda Hezekiel kendisini İsrail kökenli kuru insan kemikleriyle dolu bir vadide bulur. Tanrı onları diriltir ve İsrail topraklarına götüreceğini söyler.

Hezekiel 37:1-14 (Kuru Kemikler):
RAB’bin eli üzerimdeydi, Ruhu’yla beni dışarı çıkardı, kemiklerle dolu bir ovanın ortasına koydu. Beni onların arasında her yöne dolaştırdı. Ovada her yere yayılmış, tamamen kurumuş pek çok kemik vardı.  RAB, “İnsanoğlu, bu kemikler canlanabilir mi?” diye sordu.
Ben, “Sen bilirsin, ey Egemen RAB” diye yanıtladım.
Bunun üzerine, “Bu kemikler üzerine peygamberlik et” dedi, “Onlara de ki, ‘Kuru kemikler, RAB’bin sözünü dinleyin! Egemen RAB bu kemiklere şöyle diyor: İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. Size kaslar verecek, üzerinizde et oluşturacağım, sizi deriyle kaplayacağım. İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. O zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız.’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Ben peygamberlik ederken bir gürültü oldu, bir takırtı duyuldu. Kemikler birbirleriyle birleşiyordu. Baktım, işte üzerlerinde kaslar, etler oluşuyor, üstlerini deri kaplıyordu. Ama onlarda ruh yoktu.
Sonra bana şöyle dedi: “Rüzgara peygamberlik et, insanoğlu, peygamberlik et ve de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey rüzgar, gel dört yandan es. Bu öldürülmüşlerin üzerine üfle ki canlansınlar!’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Onların içine soluk girince canlanıp ayağa kalktılar. Çok, çok büyük bir kalabalık oluşturuyorlardı.
Sonra bana, “İnsanoğlu, bu kemikler bütün İsrail halkını simgeliyor” dedi, “Onlar, ‘Kemiklerimiz kurudu, umudumuz yok oldu, bittik’ diyorlar. Bu yüzden peygamberlik et ve onlara de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey halkım, mezarlarınızı açıp sizi oradan çıkaracak, İsrail ülkesine geri getireceğim. Mezarlarınızı açıp sizi çıkardığım zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız, ey halkım. Ruhumu içinize koyacağım, canlanacaksınız. Sizi kendi ülkenize yerleştireceğim. O zaman, bunu söyleyenin ve yapanın ben RAB olduğumu anlayacaksınız.’ ” Böyle diyor RAB.

Kitaplarından mucizeler türetmeye çalışanlar sadece Müslümanlar değiller. Bazı Hezekiel savunucuları "Günümüzde kuru kemiklerden DNA'lar çıkarılabiliyor, böylece Hezekiel'in vizyonu gerçekleşmiş ve doğrulanmış oluyor" dese de yukarıdaki metnin anlattığı şeyin bu konuyla zerre ilgisi yoktur. Bilime, tıbba herhangi bir göndermede bulunmaz.

Zaten bu metinlerdeki kuru kemikler ile vurgulanmak istenen şey tanrının yaratma gücüne vurgu yapmaktır. Yani bakın, tanrı öyle güçlü ki, ölmüş etli bedenlerden yada çevresinde et bulunan kemiklerden değil, öleli uzun zaman olmuş ve etrafında hiçbir et-kas kalmamış kemiklerden bile insan yaratabiliyor. Fakat her ne hikmetse, bu durumda mucize yada keramet arayanlar "tanrı onları yeniden diriltmek için kemiklerine neden ihtiyaç duydu?, Yoktan var edemiyor mu?" diye sormuyor.

Hezekiel'in kehanetleri, Yahudilerin Babil'e sürgününden sonra 6. yüzyılda (MÖ 601-582) yazılmıştır. Bu vizyonun Yahudi halkının sürekliliği konusundan bahsettiği düşünülmüş ve Talmud'da konuya dair iki yorum önermiştir.

İlk yorum, bu metinlerin tamamen kinaye içerdiği (alegori olduğu) görüşüydü. İkinci yorum ise Babil sürgünlerinin İsrail'e geri döndüğü ve Yahudi soyunu sürdürdüğü görüşüdür.

İncil'i gerektiğinde ihtiyaçlarına hizmet etmesi için kullanan Siyonizm hareketi, İsrail Devletini Hezekiel kehanetlerinin gerçekleşmesinin sonucu olarak gördü ve sürgünde yaşayanların toplanmasını istedi.

Peki İlkçilerin (Primordiyalistler) iddia ettiği gibi günümüz Yahudilerinin soyu eski İsrailoğullarına mı dayanıyor? Yoksa Yahudiliğe dönmüş yada döndürülmüş, akabinde milliyetçi fikirlerin benimsetildiği insanlardan mı geldiler?
Bazılarının bu soru için hazır cevapları vardır. Asimilasyona yenik düşen zayıf diaspora Yahudilerini eleştirir ve gerçek İsrailoğulları olarak kaldığını düşündükleri Yahudileri kucaklarlar.

Hangi Yahudi topluluklarının eski İsrailoğullarını en doğru şekilde temsil ettiğine karar vermenin tek yolunu İsrail tarihini incelemektir. Bu nedenle 19. yüzyılın sonlarında "Jüdische Typus" yani "Yahudi tipi" arayışı başlatılmıştı.

Antropologlar Filistin'i araştırıp yerli halkı inceledi ve topladıkları antropolojik ölçüleri Yahudilerle karşılaştırdılar. Yani toplanan yüz ölçülerini, şekillerini, gözler arası mesafeyi, burun yapılarını, çeneleri ve birçok bölümü kıyasladılar. Fakat bu çalışmanın sonuçları, en azından bu çalışmaları yapan ve "Yahudi tipinin" yansımasını görmek isteyen Aşkenaz Yahudileri için inanılmaz hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Yemenli Yahudiler antropolojik olarak en çok gezgin bedevilere benziyorlardı. Aşkenaz Yahudileri her şeyden çok Kafkas tipine benziyorlardı (Efron 1994).

Tabi Siyonist liderlerin Yahudileri anavatanlarına dönmeye, savaşmaya ve belki de ölmeye çağıran  milliyetçi hareketlerinin oluşumunda duymak istedikleri şey bu değildi.

Böyle olunca bir "Yahudi tipi" örneği görme amacını terk ederek yeni bir paradigma belirlediler: Günümüzdeki tüm Yahudilerin ortak olan özelliklerini incelemek ve "Yahudi tipi"nin özelliklerini onlardan türetmek (Elhaik 2016). Yani baktılar geçmişe yönelik yapılan incelemeler günümüzdeki Yahudi dediğimiz kişilere benzerlik göstermiyor, "o halde Yahudi olarak gördüğümüz kendi insanlarımızın özellikleri üzerinden bir "Yahudi tipi" çıkaralım dediler.
Fakat çalışma sonunda Yahudileri Yahudi olmayanlardan ayırmayı sağlayacak, Yahudiliğe dair hiçbir biyobelirteç bulamadılar. Yine de akıllarda şu soru kaldı: "Din dışında hiçbir ortak yanı olmayan Yahudilerden hangisi Eski İsrailoğulları'nın en iyi temsiliydi?"
Bu sefer 2 yöntem de tutmayınca başka bir yola girdiler. Aşkenaz Yahudi araştırmacılar arasındaki yeni yöntem neredeyse oybirliğiyle kararlaştırılmıştı: " 'Jüdische Typus'u kendi görüntülerimize göre şekillendirelim. "

Genetikçiler bu yöntemi doğru göstermek için iki şeyi desteklemeyi ve kanıtlamayı amaçlayan geniş bir literatür üretmeye başladı:
1) Genetik üstünlükleri
2) İsrail ile olan genetik bağları, bölge üzerindeki iddiaları daha sonra "işçi göçmeni" oldukları gerekçesiyle reddedilen Levanten (Avrupa asıllı yakın doğulu) popülasyonlarına benzerliklerini göstererek kanıtlamak. (Falk 2017)

Kirsh (2003), genetikçilerin ve hekimlerin sonuçları nasıl manipüle ettiklerini gösterdi ve bu çalışmaları sosyolojik ve tarihi yönden ulusal bir kimlik oluşturarak Siyonist anlatıyı doğrulamak için bir araç olarak kullandıklarını vurguladı.

Odadaki mamut, eski İsraillilerin DNA'larının günümüz Yahudileriyle benzerliğini test etmeye izin verecek herhangi bir genetik kanıtın eksikliğiydi. Kimse mamutların canlanacağını hayal etmediği için bundan tamamen kaçtılar.
Özellikle günümüz Yahudilerinin ve Aşkenaz Yahudilerinin, yalnızca birbirleriyle akraba olmakla kalmayıp aynı zamanda Yahudi olmayanların gen akışına tüm bu süre boyunca direnen eski İsrailoğullarının yaşayan kopyaları olduğunu varsaymak çok daha kolaydı. Günümüz Yahudileri ile eski İsrailliler arasındaki hayali bağlantıya rağmen ilkçi kampın iddiaları doğrudan kabul gördü.

Bu kampın üyeleri tarafından üretilen "Kohen geni" (Skorecki et al. 1997) ya da "Dört mitokondriyal anne" (Behar et al. 2004) efsanesi, bir kişinin Yahudilik sertifikası almak için doğru şirketten genetik bir test istemesinin yeterli olduğu Genetik Yahudilik döneminin temelini oluşturdu.

Paleogenomcular tüm bunları değiştirdi. Alandaki gelişmeler sayesinde, eski insanlardan DNA çıkarmak ve mitokondriyal haplogruplarını* ve hatta otozomal DNA'yı tanımlamak mümkün hale geldi. Bu dikkate değer ilerleme, düşünülemez olana izin verdi: Eski İsrailoğullarının kuru kemikleri sayesinde hikayelerinin yeniden canlanması.

*Benzer haplotip gruplarının tümünde ortak atadan gelen aynı tek nükleotid polimorfizmi (SNP) mutasyonuna sahip gen serilerinin oluşturduğu gruba Haplogrup denir.

Bu kemiklerden elde edilen DNA bu insanların kim olduğunu, neye benzediklerini, ne yediklerini ve hangi hastalıkları taşıdıklarını söyleyebilir (Nielsen et al. 2017; Prohaska et al. 2019). Yani eğer günümüz Yahudileri eski İsrailoğullarının soyundan gelmemişlerse onların gerçekte kim olduğunu bulmayı sağlayacaktır.

Bu yüzden Eski İsrailliler de dahil olmak üzere günümüz insanlarının DNA'sını çeşitli insanların iskeletlerinden çıkarılan antik DNA'lar ile karşılaştırmaya izin veren İlkel DNA testi geliştirildi.

Eski İsrailoğullarının izleri Rekafet nehri vadisinin yakınındaki Rakefet mağarası (Menaşe), Benjamin kabilesinin toprakları olan Motza Tachtit bölgesi ve Peki’in olmak üzere 3 yerde görüldü.

Kimin eski İsrailoğullarına daha yakın olduğu sorusunun cevabı, eski İsrailoğulları ve Yahudilerin yaklaşık 50 kemiğinden çıkarılan DNA'da ve daha pek çok şeyde yatıyordu. Günümüz Yahudileri yada eski Yahudiler, Ostrer'in iddia ettiği gibi köken olarak çoğunlukla Orta Doğulular mıydı?

Çeşitli topluluklardan 80 Yahudinin test sonuçları incelenip bulgular netleştiğinde sonuçlar Yahudiler için biraz üzücüydü. İsrail'deki Rakefet Vadisi'ndeki kuru kemikleri bulunan eski İsrailoğullarına en çok benzeyen Yahudiler Yemen ve Mezopotamya Yahudileriydi. Ancak bu genetik benzerlik bile % 15'ten azdı. Bu sonuç, Aşkenaz Yahudileri ile Avrupa asıllı yakın doğulu soyları arasındaki benzerliğin ortalama %5 olması ile de uyumludur. (Das et al. 2017)

Yine de bu ortalamalar tüm Yahudi toplulukları arasındaki yüksek heterojenliği maskeler. Çünkü insanlık tarihi boyunca farklı milletler ile karışmamış topluluk kalmamıştır demek yanlış olmaz.

Bölgenin yaşadığı birçok popülasyon değişimi nedeniyle, zamanla değişen çok çeşitli mitokondriyal haplogruplar görülebilir. MS birinci yüzyıldaki Yahudiler üzerinde yapılan bir analiz, bugün Aşkenaz Yahudilerinin % 10'undan azında bulunan T haplogrubunun yaygınlığını doğrulamıştır. (Matheson et al. 2009) Şaşırtıcı olmayan şekilde tek bir iskelet bile, kökeni tarih öncesi Avrupa'da olan sözde dört Aşkenaz Yahudi annesi ile eşleşmedi. (Costa et al. 2013) Fakat Neolitik İspanya'da bu "annelerden" biriyle tam bir eşleşme bulundu (Haak et al. 2015).

Tarih öncesi çağlardan bugüne kadarki tek eşleşme bu, ancak Doğu Avrupa ve Kafkasya'dan antik DNA dizileri oluşturulacağı için çok daha fazlasının gelmesi beklenebilir. İlginç bir şekilde eski İsrailoğullarının Y kromozomal haplotipleri tipik olarak bugün Afrika'da, Orta Doğu ve Avrupa'da daha düşük frekanslarda bulunan E1b1 ve T1 haplotipleridir.

Gelecekte yapılacak dünyanın diğer bölgelerini kapsayan testler belki Yahudi soyunun geri kalan kısmını açıklamaya yardımcı olabilir. Fakat "Genetik Yahudiliğin", insanların Yahudiliklerini modern olanlar yerine eski İsrailoğulları ve Yahudilerle benzerliklerine göre tanımladıkları "İlkel Yahudiliğe" evrimleşmeyeceğini de ancak zaman söyleyecektir.

ÇİN MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

Hazırlayan: A.Kara

ÇİN MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

"MİTOLOJİLERDE EŞCİNSELLİK" başlıklı videoyu izleyerek çeşitli toplumlarda eşcinselliği dair inanışları, tavrı öğrenebilirsiniz.

Eşcinsellik teriminin Çince karşılığı "aynı cinsiyetten insanlar arasındaki aşk" anlamına gelen "tóng xìng ài (同性愛)"dir. Fakat bu 19.yy'dan sonra ortaya çıkmış bir ifadeydi. Öncesinde "erkek rüzgarı (nán fēng : 男風)" gibi şiirsel veya mecazi ifadeler kullanılırdı. Bu söz kadınların yakın ilişkilerden dışlanmasını ifade ediyor, sembolik olarak erkek üstünlüğünü vurguluyordu.

Kullanılan benzer terim ve mecazlar vardı. Örneğin kadın güzelliği ve baştan çıkarıcılığı için kullanılan fakat erkek güzelliğine atıfta bulunan bir terim vardır: "nán sè (男色)".

Tıpkı Divan edebiyatındaki gibi Çin edebiyatında da eşcinsellik için çeşitli mecazların kullanımı yaygındı. Eşcinsel kadınlar için "Altın Orkide Kız kardeşler" (Jīnlán zĭmèi : 金蘭姊妹 / 金兰姊妹) veya "parlatıcı-cilalayıcı aynalar" mecazları kullanılıyordu. [1]

Çin edebiyatı Konfüçyüs öncesi ve Taoist, Budist gelenek öncesi olarak ikiye ayrılmış ve bunlardan sürekli olarak etkilenmiştir. Konfüçyüsçü ve Taocu sistem öncesi mitolojiler esas olarak şamanistti. Erkek eşcinselliğinin Çin'in güneyinden geldiğine inanılıyor ve mecazi olarak güney rüzgarı olarak adlandırılıyordu. Bu yüzden Çin mitoslarında eşcinsellik ile ilişkilendirilen çeşitli tanrılar ve efsanevi Şia Hanedanı'nın kurucusu Büyük Yu gibi ünlü kişilikler vardı. [2]

En meşhur hikayelerden biri ejderha ile yaşlı çiftçi hakkındadır. Bu hikaye vahşi ve gizemli bir canlı olan ejderhanın 60 yaşındaki çiftçiyi zorlayarak onunla ilişkiye girmesinden (sodomize) bahseder. Öyle ki hikayede bu birliktelik sonrası yaşlı adamda açılan yaranın tıbbi müdahale gerektirdiği anlatılır. [2]

Fakat hikayelerde yer alıyor olsa da Taocu gelenekte kabul edilemez bir durum olarak görülmüştür.

Başka bir hikaye taşralı bir müfettişe aşık olduğu için ölüm cezasına çarptırılan, daha sonra Yavru Tavşan Ruhu tanrısına dönüşen bir adamdan bahsedilir. Öldürülen adam tek suçunun aşık olmak olduğunu söyleyince ve bu durum bir aşk eylemi olarak kabul edilince yer altı tanrıları tarafından affedilerek eşcinsel aşkın koruyucusu olarak atanır ve Tu'er Shen* veya Tu Shen** adını alır. [3] Yaşlı bir adamın rüyasında bir tavşan yavrusu olarak dirilen bu tanrı, rüyasında göründüğü yaşlı adamdan köydeki erkeklerin, erkekler arasındaki gönül işleri için tütsü yakabilecekleri bir tapınak inşa etmelerini ister. [4]

* Tavşan Yavrusu Ruhu : 兔兒神,
** Tavşan Tanrı : 兔神

MİTOLOJİ'DE KARGA VE KUZGUN

Hazırlayan: A.Kara

MİTOLOJİNİN TÜYLÜ HİLECİLERİ : KARGA VE KUZGUN

İncil'de kargalar ve onların yakın akrabaları olan kuzgunlar için "kirli" deniyordu ve bu kuşlar daha sonra okültizm, büyücülük ve ölümle ilişkilendirildi. İslam'da öldürülmesine "izin verilen" beş hayvandan biri olarak bahsedildiği için bu kuşlara mümkünse bazı kişilerden uzak durmasını öneriyorum.

Bu iki büyük dünya dini çoğunlukla karga ve akrabalarını saldırgan, gürültülü ve yıkıcı yaratıklar olarak yeniden adlandırmıştır. Ancak bu olumsuz özellikler kuşun zekasını ve problem çözme becerilerini geri planda bırakmıştır. İnsanlarla arasında güvenli bir mesafe bırakmaları bile zekalarının harika bir örneğidir. Onların sosyal mitlere, kültürel masallara, felsefelere ve pek çok eski dine bu kadar derinlemesine nüfuz etmesine neden olan şey bir bağlamda bu uzaklık olabilir.

Bu iki dinin inançlarının ötesine, karşılaştırmalı dinlerin yaratılış mitlerine ve folklorik sistemlerine baktığımızda bu kuşların manevi ve çevresel tehdit olarak düşünülmediği görülebilir. Aslında kargalar ve kuzgunlar sahip oldukları pozisyondan düşürülmeden önce eski çağın yıldızlarıydılar. Evrenin yaratılış hikayelerinde kilit rol oynadıkları gibi ilahi ışığı taşıyan ve yaşam gücünü getiren varlıklar konumundaydılar.

Yaratılış mitlerinde karga ve kuzgunların çoğu zaman büyülü varlıklar olduğu görülür. Yarı ilahi ve insan veya hayvan formuna, bazen cansız nesnelere ve hatta saf ışığa dönüşebilirler. Çoğunlukla sırların koruyucusu olarak algılanan bu kuşlar daha büyük topluluğun gereksinimlerine bakılmaksızın sık sık kendi açgözlülüklerini tatmin etmeye odaklanan "hileci" karakter rolünü oynadılar. Ancak bu her açıdan olumsuz değildir çünkü eski kültürlerde hileciler genellikle hayatta kalan, yazar, esprili, en çekici ve yaratıcı olan karakterlerdir.

MÖ 15.000'e kadar günümüz Avrupa'sında yaşayan insanlar, kargalar ve kuzgunlar ile bir tür ruhsal bağlantıları olduğunu düşündüler. Bu durum Fransa'daki Lascaux mağarasında yer alan bir tabloda da görülür. Karga kafalı bir kişiyi tasvir eden arkeologlar, bu karga-adamı, insanların totemik inançlarına ve ölümden sonra ruhun yolculuğunu nasıl algıladıklarına dair bir anlayış olarak yorumlarlar.

Lascaux halkı çevrelerindeki binlerce kuş, böcek ve sürüngen arasından kargaya dönüşen bir insanı resmetmeyi seçti. Bu durum tek başına bile bu kuşların Avrupa'nın tarih öncesi dönemindeki önemini pekiştirmeye yeter.

Metinsel olarak kargalara ve kuzgunlara en eski atıf Mezopotamya mitolojisinde, edebiyatın ilk büyük eseri olarak kabul edilen ünlü şiir; Gılgamış Destanı'nda görülür. Burada Utnapiştim kara bulmak için bir güvercin ve bir kuzgun gönderir ve büyük selden sonra insanlığın yaratılışına kadar kargalar ortaya çıkar. Güvercin eli boş döner fakat kuzgun hiç geri dönmeyerek toprak bulma ve dünyada yeni yaşam kurma konusundaki başarısını gösterir.

Antik Yunan ve Roma'da tanrı Apollon'u karga temsil ediyordu ve efsanelerde tüylerinin rengini beyazdan siyaha çeviren de oydu. Bu kuşların uçuş yolları kehanetlerini kuşların rotalarından alan kadim rahipler olan Augur'lar için önemliydi. Bir efsaneye göre Zeus, Delphi'deki antik Yunan dünyasının merkezini temsil eden Omphalos taşının yerini belirlemek için biri doğu diğeri batı olmak üzere iki karga gönderir.

İspanyol keşiş ve profesör Simon Pedro'nun 1602 çalışmasında aynı yaratma dinamiğinin Güney Amerika'da yaratıcı tanrı Chiminigague'in doğu ve batıya iki kara kuzgun gönderip dünyaya ışık saçtığı Chibcha yaratılış mitolojilerinde de işlendiğini görüyoruz.

Kelt mitolojisinde İskandinavlarınkine benzer şekilde, iki kuzgun, savaşan savaşçıların üzerinden uçan Tanrıça Morrígan'ın görünümleridir. Galler mitolojisinde ise Britanya'nın efsanevi kralı Kutsanmış Brân, iki karga veya kuzgun ile temsil edilirdi.

Nesir Edda'da kaydedilen İskandinav mitlerinde Huginn (ruh) ve Muninn (hafıza) adlı iki kuzgun, tüm tanrıların babası kabul edilen Odin'in görme araçlarıydı. Dünyanın her yerine uçarak (Midgard) sahipleri Odin için bilgi toplayıp ve iletiyorlardı. Ancak Norveç mitolojisinde kuzgunlar ilahi haberciler olarak düşünülse de İsveç'te cinayete kurban gidenlerin öfkeli hayaletleri olarak görülürken Danimarka'da kovulmuş ruhlar olduklarına inanılıyordu.

The Princeton Dictionary of Budizm'in 2013 baskısı hem eski Hinduizm'de hem de Budizm'de kargaların ve kuzgunların insanların atalarına ait varlıkları sembolize ettiğini ve bu inanışın dünyanın birçok bölgesine uzandığını, Avustralya Aborjin mitolojisinde bile görüldüğünü belirtir. Budizm'in Tibet kolu Vajrayana'da kargalar son derece kutsal sayılır ve onların birer "Yıldırım Aracı" olduğu düşünülüyor, ayrıca dünyayı koruyan ve devamlılığını sağlayan Mahakala'nın dünyevi tezahürü olarak görülüyordu. Hinduizm'de eski bir ata ritüeli olan Śrāddha sırasında bu kuşlara yiyecekler sunulurdu.

Sırasıyla Yatagarasu, Samjokgo ve Sanzuwu olarak bilinen Kore, Japon ve Çin mitolojilerinde öne çıkan üç ayaklı bir orman kuzgunu vardır. İnsan işlerine "ilahi bir şekilde müdahale ettikleri" söylenen üç farklı efsanede karga ve kuzgunlar Güneş'in sembolleriydi.

Antik Amerika'da kuzgun yada kara kargalar popüler birer totem sembolüydüler ve genellikle hileci, ateş, ışık ve ruh hırsızı olarak tanımlanıyorlardı.

Dünya mitlerinde kargaların ve kuzgunların rolünü tanımlamak için en uygun sıfatı seçmek gerekirse bu kesinlikle "hileci" olurdu. Bu iyi niyetli ama zararlı bir karakterdir.