HABERLER
Dini Haber

HAYBER KUŞATMASI VE GANİMETLERİ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
din, islamiyet, Hz.Muhammed, Hayber kuşatması, Safiyye, Safiyye ile Muhammed'in evlenmesi, Hz.Muhammed'in eşleri, Babası öldürülen Safiyye, MWG, Cariye yapılan insanlar, İslamda kadın,

HAYBER KUŞATMASI VE GANİMETLERİ

Yağma ve ganimet bollaşınca, Muhammed’in hızı kesilmemişti. Hayber’de bulunan Yahudiler’in ötekilerle birleşerek savaş açabileceklerini bahane edip, seçme savaşçılardan bir orduyla Hayber’i kuşatma altına aldı. Muhammed ve ordusunun asıl derdi; varlıklı Hayberliler’in mallarına, hurmalıklarına, kadın ve kızlarına el koymaktı. Çünkü bunlardan başka ortada somut bir neden yok. Üstelik Müslümanlar için bir tehlike de söz konusu değildi, ama Yahudilerin kökü de kazınarak ganimet gelmeliydi. Çünkü Müslümanların tek gelirleri kutsal savaş ganimeti olarak meşrulaştırılan yağmacılıktı. 

Çetin çatışmalardan sonra Hayber kaleleri ele geçirilip, 90- 100 kadar Yahudi öldürüldü. Kalan erkekler kadın ve kızlarıyla birlikte tutsak edildiler. Kuşatma sona erdiğinde sıra ganimet paylaşımına geldi.

Hayberliler’in bütün arazilerine el konuldu. Hayber halkı kayıtsız koşulsuz her şeylerini bırakarak çekip gitmeye zorlandı. Hayber’in ileri gelenleri araya girerek af dilediler. Hemen arkasından kendilerinin ekip dikmeden başka iş bilmediklerini, gidecekleri yerlerde aç kalacaklarını söyleyerek Muhammed’i biraz yumuşattılar. Muhammed, Arazileri yarıcı olarak ekip dikebileceklerini; ürünün yarısına el koyacaklarını, ayrıca bazı hurmalıkları ganimet olarak beytül mala -daha doğrusu kendine- kattığını söyledi. Tutsakların bir kısmı altın- gümüş karşılığı af edildi. Köle ve cariye yapılmak istenenler ayrıldı. Müslüman savaşçılar, ganimet malların yanında güzel kadın ve kızları paylaşmaya başladılar.

Bu arada Muhammed, Yahudi bir kadının getirdiği yiyeceği yalnızca ağzına alıp tükürdüyse de zehirlendi. Yanındaki adam bu yiyeceği yediği için öldü. Muhammed de bu kadını öldürttü. Muhammed’in ağzından tükürüp yemediği bu zehrin etkisiyle, ağzında yara çıktı, çenesi çarpıldı. Bu zehrin etkisinin Muhammed ölünceye kadar sürdüğünü yazanlar var. Hatta bazı kaynaklarda Muhammed’in bu çirkinliğinden dolayı hiç resminin yapılmadığı yazılıdır. Ya işte böyle! Hani ne derler? “Alma mazlumun ahını- çıkar aheste, aheste.”

TUTSAK SAFİYYE İLE MUHAMMED'İN EVLENMESİ!

Asıl adı Zeynep olan, Beni Nadir kabilesi reisi Huves bin Ahtab’ın kızı Safiyye’de cariye olarak seçilenlerin arasındaydı. Safiyye’nin babası beni Nadir çatışması sırasında Müslümanlarca öldürülmüştü. Safiyye, Hayber Yahudisi Kinane’yle yeni evlenmişti ve o da Hayber kuşatması sırasında öldürüldü. Yeni dul bir kadın olan Safiyye’yi Müslüman savaşçılardan birisinin beğendiği ve cariye olarak almak istediği duyuldu. Muhammed’e haber verildi. Yağcıları da Safiyye’nin ancak Muhammed’e uygun olduğunu söylediler. Muhammed Bilal’ı çağırtıp Safiyye’yi getirmesini söyledi…

Bundan sonrasını İslam kaynaklarından öğrenelim. Okuyacağınız bu bölüm “Sorularla İslamiyet” bilgisunar sitesinden alınmıştır. Bu yazıyı yazanların da kaynak göstermiş oldukları dikkate alınarak okunmalıdır.

“Hz. Bilâl, Hz. Safiyye’yi, yine esir düşen amcası kızıyla alıp getirirken, on­ları Yahudi erkeklerinden iki kişinin cese­dinin yanından geçirdi. Amcası kızı bu manzarayı görür görmez feryat ve figana başladı; yüzünü parçalayıp, ba­şı­na topraklar saçtı. Uzaktan durumu fark eden Resûl-i Ekrem Efendimiz, yanına gelen Hz. Bi­lâl’e, “Ey Bilâl! Senden merhamet ve şefkat duy­gusu sökülüp atıldı mı ki bu ka­­dıncağızları ölülerinin yanından geçirdin?” buyurdu.(Sîre- 3: 351) Hz. Bilâl, mahcup mahcup huzurda boynunu büktü ve “Yâ Re­sû­lal­lah! Zâ­tı­nı­zın bundan rahatsız olacağını tahmin etmemiştim” diyerek özür diledi. Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'yi arka tarafına almalarını emrederek üzerine de omuz atkısı örttü. Bunun üzerine sahabîler, Peygamber Efendimizin (a.s.m.), onu kendisine başkomutanlık hakkı (Safiy) olarak aldığını anladılar. (Sîre-3: 351)

Peygamber Efendimizin harp sonrası bir prensibi de mağlup ettiği veya teslime mecbur bıraktığı düşmanla uzlaşma yoluna gitmesi idi. Hz. Safiyye âilesi, Yahudiler arasında itibarlı ve şerefli bir âile idi. Elbette, onun mevkiinin muhafazası İslâmiyet ve Müslümanlar için iyi neticeler ve faydalar doğurabilecekti. Bir diğer husus da Resûl-i Ekremin bazı evliliklerinde siyasi durumu göz önünde bulundurması idi. Bir kabilenin veya bir kavmin ileri gelenlerinden birinin kızını almakla, o kavmi, o kabileyi düşman ise İslâmiyet ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarını en azından hafifletip yumuşatıyor, dost ise bu dostluğun daha da kuvvet bulmasını sağlıyordu. Hz. Cüveyriye ve Hz. Ümme Habîbe ile evlenmelerinde bu hususlar gayet açık bir şekilde görülür…

(Not: Minareye bakın, kılıfı görün. Bu kadarına da pes denmez mi?)

Gerisini aynı kaynaktan okuyalım.

SAFİYYE'NİN TERCİHİ!

Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), Hz. Safiyye'ye İslâmı anlattı ve şöyle buyurdu:

"Eğer Müslüman olursan, ben seni kendime zevce edineceğim. Şayet Yahudiliği tercih edecek olursan seni âzad ederim. Sen de gider kavmine kavuşursun!" (Tabakât, 8: 123)

Resûl-i Kibriyâ Efendimizle bir kerecik olsun görüşüp kendisinden birkaç kudsî kelam duyan Hz. Safiyye, tercihini doğru yaparak, aynı zamanda safıyetini ve derin anlayışını açıkça ortaya koydu: "Yâ Resûlallah! Siz beni İslâmiyete dâvet etmeden önce, konak yerine geldiğimde, Müslümanlığı arzulamış ve seni tasdik etmiş bulunuyordum. Yahudilikle benim hiçbir ilgim kalmamış ve ona artık ihtiyacım da yoktur. Hayber'de de artık ne babam ne de kardeşim vardır. Sen, beni küfürle, İslâmiyet'ten birini seçmekte serbest bırakıyorsun. Allah ve Resûlü, bana âzad edilmemden ve kavmimin yanına dönmemden daha sevgilidir. Ben onları tercih ediyorum! (Tabakât, 8: 123) Resûl-i Ekrem, Hz. Safiyye ile Hayber'de gerdeğe girmedi. Sibar mevkiine geldiği zaman ise Hz. Safiyye bu işe muvafakat etmedi. Ancak Hayber'den on iki mil kadar uzaklaştıktan sonra Sahba'da muvafakat etti. Peygamberimiz (s.a.v.), "Sibar'da konmak istediğim zaman, razı olmamanın sebebi ne idi?" diye sorunca, Hz. Safiyye, "Yâ Resûlallah" dedi, "Yahudilerin yakınında sana bir zararın gelebileceğinden korkmuştum. Onlardan uzaklaşınca emniyete kavuştum." (Tabakât, 8: 122-123.

Peygamberimiz (s.a.v.), onun bu bağlılığından son derece memnun oldu. Resûl-i Ekrem, Sahba' mevkiinde Hz. Safiyye ile kendisine ait çadırda gerdeğe girdi.

Peygamber Efendimiz, Hz. Safiyye'nin yüzünde bir darbe çürüğü gördü. Sebebini sordu. Hz. Safiyye şöyle izah etti: "Kinâne bin Rebi' ile evlendiğim ilk gece bir rüyâ görmüştüm. Rüyâmda Medine tarafından bir ayın gelip kucağıma düştüğüne şâhid oluyordum. Bunu Kinâne'ye anlatınca kızdı ve 'Sen ancak Hicaz hükümdarı Muhammed'e varmak istiyorsun, diyerek yüzüme bir tokat vurdu. Onun izi kaldı.” (Sîre, 3: 351- Tabakât, 8: 121)

Yine Sormak zorundayız! Elinizi vicdanınıza koyunuz! El insaf! Babası, yeni evlendiği kocası, bütün yakınları kılıçtan geçirilmiş; yeni dul bir kadının Muhammed’le gönüllü olarak evlenmesini mantıklı buluyor musunuz? Hem de Kuran ayetlerine uyarak “cariyelerin gebe olup olmadığını anlamak için süre beklenmemesi” ayrıcalığından yararlanan Muhammed’in yolculuk sırasında gerdeğe girivermesinin hem mantıkla hem insancıllıkla bir ilgisi olabilir mi? İnsaf ediniz! Bir an yazılanların doğru olduğunu kabul ederek Safiyye’nin Muhammed’e kendi isteğiyle gittiğini düşününüz. Bu Safiyye bu kadar vicdansız ve duygusuz mudur ki bu evliliğe gönüllü olsun? Yine insaf ediniz! Babası, kocası ve bütün yakınlarını kılıçtan geçirmiş bir peygamberin Safiyye’yi bu evliliğe zorlaması ne kadar etik bir davranıştır? İnsanda vicdan denilen bir şey olur ve düşene bir tokat daha atmayı hangi vicdan kabul edebilir? Bu olaylar karşısında vicdanı sızlamayanlara bir diyeceğimiz yok! Birilerinin vicdanları sızlamaya başlamışsa; böyle bir dine inananların da vicdanlarının sızlaması gerekmez mi?

OLAYIN GERÇEK YÖNÜ!

Şimdi de gelelim işin gerçek nedenine. Gerçek neden belli; ayetlere ve hadislere kadar girmiş olan Muhammed’in cinsel arzuları. Ama bu evliliklerin bir bahane ve kılıfı da olmalı. Bu sorun değil; başta ayet ve hadisler olmak üzere, dincilerin fetvalarıyla da bir kılıfa uydurulur. Uydurulur, ama her kuşun eti de yenmez! Sormayan, sorgulamayan saf Müslüman’ı kandırıyorsunuz. Ya bizleri nasıl kandıracaksınız? Kuran Maide suresi 101-102 ayetinde ne diyor? ”Ey iman edenler size açıklandığında canınızı sıkacak şeylerle ilgili soru sormayın. Hâlbuki Kuran indirilmekte iken sorarsanız onlar size açıklanır. Allah, şimdilik onları af buyurdu… Sizden önceki topluluk da onları sordu da Sonra o yüzden kâfir oldular.” Sormak, sorgulamak dinen yasak olsa da, soru sormakla kâfir sıfatını hak etsek de; bizler hem sormak, hem sorgulamak zorundayız. Bu bizim insanlık görevimizdir, toplumsal sorumluluğumuzdur, vicdanımızın en duru sesidir. Üstelik din satıcılarının bilerek bilmeyerek gizlediği, çarpıttığı konuları kendi kaynaklarından bulup çıkarmayı da çok iyi biliriz.
« ÖNCEKİ YAYIN
SONRAKİ YAYIN »