HABERLER
Dini Haber
WM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
WM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AHLAK VE DİN

Yazan: Wiseman


AHLAK VE DİN


Ahlakı anlamak için önce insanın fıtratına (doğasına, yapısına) bakmak lazım. Nedir fıtrat? Bir bakış açısına göre her varlığın nüvesi, mayası, özüdür, varoluşsal değerlerdir fıtrat. Yani o varlığın özünde nelerin olduğunu anlamak için özüne, içeriğine bakmak lazım deriz ya…

İnsan ahlakı iki temel kaynağa sahiptir.

1-İnsanlığın doğuştan gelen, vicdandan kaynaklanan fıtri bir ahlak

2- Sonradan kazandığı bir takım tutum, davranış, iyi ve güzel niteliklerin bütünü olan ahlak.

Bu iki temeldeki tek kural ise “Kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapmamaktır.” Sonradan kazanılan ahlak, aklın, ailenin, çevrenin toplumun, zamanın, coğrafyanın, kültürlerin üretimidir, dinlerin değil. Dinlerle gelen bir ahlak yoktur. Aksine döneminin ahlak kuralları dini metinlere de sokulmuştur. Yani ahlak zamana ve şartlara göre değişkenlik gösterir. Bu nedenle sonradan kazanılan ahlak, evrensel olmadığı gibi kaynağı da yaratıcı değildir.

İnsanın özünde fıtri ahlak dışında neler vardır? Daha insan var olmadan önce dinler ortada yokken, özünde nelerin olduğu belli idi. Nelerdir bu insanın özünde olanlar? AKIL, VİCDAN, ADALET, SEVGİ. İşte bu değerler, din ve diğer kavramlar yokken insanlığın özünde vardı. Bu değerler, dinler ile ortaya çıkmış veya dinler tarafından kazandırılmış değerler DEĞİLDİR! Bu değerler, DİNİ değerler değillerdir! Varoluşsal öz değerleridir. Bu değerler Arap ya da başka bir milliyete ait olamazlar. Tüm insanlığa ait değerlerdir. Din, insan özüne ait değildir, insan üretimidir! Dinler, insana özünde olan ve unuttuğu bu kavramları, hatırlatmak için kendisinin oluşturduğu bir düzen ve sistemdir. Yani dinleri insanoğlu kendisi oluşturmuştur. Toplum ve bireylerin inşası, biçimlendirilmesi için bir referansa, dine ve elçiye ihtiyaç olmadığı gibi ille de bir kaynak ve dayanak aranıyor ise insanlığın evrensel ve ortak olan AKIL, VİCDAN, ADALET, SEVGİ, AHLAK değerleri yeterli kaynak ve dayanaktır.

Bu özün ve değerlerin olması, bir dinin ve elçinin olması ve ya oldurulması gerektiği anlamına gelmiyor. Bunlar sadece VAROLUŞSAL ÖZE AİT DEĞERLERDİR. İlle de bir din arayışındaysanız eğer tüm insanlığın ortak değeri olan ve kabul edebilecekleri bir (AKIL, VİCDAN, ADALET, AHLAK, SEVGİ, İRADE, BİLİM) dini oluşturulmalıdır. Adı da BARIŞ DİNİ, SEVGİ DİNİ, İNSANLIK DİNİ ya da EVRENSEL DİN olsun. Bu dinin referans ve kuralları da insanın özündeki bu ilkelere dayanmalıdır.

Deniyor ki “İnsanoğlu yaratıldı ise başıboş mu bırakıldı? Kendi haline bırakılan insanoğlu kendini nasıl, neye, kime göre geliştirmeyi başaracak?’’ İnsan yaratıldı ise bile boş değil. Tüm insanlığın özünde sonsuza dek ortak değerler olan AKIL, VİCDAN, ADALET, SEVGİ, AHLAK kaynak, dayanak ve elçi olarak var, bunları kullanmak yeterli! Yani gidip de Arap’ın ya da başka bir milletteki uyanıkların bireysel fikirlerinin peşinden gitmemeli!

O yüzden Ateist de olsa, Teist de olsa her insanın özünde (rehber ve elçi olarak) AKIL, VİCDAN, ADALET, SEVGİ ve AHLAK vardır.

Diğer bir soru da "Kimin aklına, vicdanına, adaletine, sevgisine, ahlakına göre hareket edeceğiz?" Sorusudur. İnsanlığın bir kişisel Aklı, Vicdanı, Adaleti, Sevgisi, Ahlakı vardır; bir de yaşadığı toplum ve coğrafyaya uygun ortak yerel Aklı, Vicdanı, Adaleti, Sevgisi ve Ahlakı vardır. En önemlisi bunların da üzerinde ortak Evrensel Aklı, Evrensel Adaleti, Evrensel Vicdanı, Evrensel Sevgisi, Evrensel Ahlakı vardır. Bunlar insanlığın EVRENSEL ve ORTAK değerleridir. Her değerin kendi çapında kuralları, hakları, düzeni, hukuku, yaptırımı vardır. Kişisel olanlar kişisel tabanda, yerel olanlar yerel tabanda, Evrensel olanlar Evrensel tabanda hukukunu oluşturur, yaşanır ve uygulanır. Bireysel olanlar yerele, yerel olanlar Evrensele tabi olursa asla karışıklık oluşmaz.

Sadece insanın içinde bulunduğu şartlara, coğrafyaya, kültüre göre ahlaki değerler farklılık ve değişim gösterebilir. Bu kimseyi ne diğerinden üstün, ne çok ahlaklı ne de çok ahlaksız yapmaz.

Ahlakın temellendirilmesi bir …izm ile değil vicdan ile olur. Bir insanda Vicdan kaybolursa eğer adalet, sevgi ve ahlak da kaybolur. İradesini baskı ve zulümden yana kullanmaya başlar. O nedenle Ahlakın etkileşimi Akıl, Vicdan, Adalet, Sevgi, çevre ve Coğrafya iledir. Din bir kurum değildir. Din; sadece insana özünü hatırlatıp, inandığı yaratıcısı ile arasındaki bağı sağlam tutmak için, insanlar tarafından ihtiyaca göre kişisel kullanım için oluşturulmuş, bir çeşit kullanma kılavuzudur. O yüzden Aklın, Adaletin, Ahlakın, Vicdanın, Sevginin erdemleştiremediği insanı, din erdemleştiremez. Aklınız, Vicdanınız, Adaletiniz, Sevginiz, Ahlakınız yoksa eğer Dininiz hiç bir işe yaramıyor ve ne yazık ki sizi insan yapmıyor.

Kısmen evrensel olan ahlak, aynı zamanda tüm insanlığın ve şartların ortak değerini taşır. Örneğin insan öldürmek, çalmak, tecavüz etmek, adaletsiz davranmak, sevgisiz davranmak, baskı, zulüm, fikir hürriyetsizliği, fikir dayatmak gibi eylemler evrensel ahlaksızlık kabul edilir. Bazı evrensel ahlak kuralları aynı zamanda evrensel hukuka dönüşmüştür.

Evrensel ahlakın kaynağı; akıldır, vicdandır. Sonradan kazanılan ahlakın kaynağı ise coğrafyadır, şartlardır. Yani zamana ve şartlara göre değişkenlik gösterir. Bu nedenle ahlakın kaynağı ASLA yaratıcı ve dinler değildir.

Bu gün insanlık bırakın bireyseli yerel olan ortak vicdanını kaybettiği içindir ki ahlaksızlık, adaletsizlik kol geziyor. Hırsızlıklar, yolsuzluklar, bebek tecavüzleri, kadına şiddet ve öldürmeler, hukuksuzluk ve zulümler karşısında tepkisiz kalan vicdanlar, kendi vicdanına teslim olmayan insanlık baskı ve zulüm altında adaletini arayamadığı gibi sevgisini de kaybetmiş. Hem bireysel olarak hem de toplumsal olarak ahlaksızlık konusunda tepkisiz ve riyakâr davrananlar, kendi hataları ile kendi sonlarını hazırlıyorlar. Kurtuluş ise toplumun ortak aklında, vicdanında, adaletinde, sevgisinde, ahlakında ve iradesindedir.

İnsanın fıtratına en uygun yaşam tarzını ise din değil, bu saydığımız ortak değerler Akıl, Vicdan, Adalet, Sevgi, Ahlak ile şartlar, coğrafya ve hukuk belirler.

Sağlık ve Sevgi ile kalın.

BUNLAR ATEİİİSST!

Yazan: Wiseman


BUNLAR ATEİİİSST!


İletişimde önemli olan aynı dili kullanmaktır. Aynı dili kullanmak demek; sözü söyleyenin söylediği anlam ile sözü işitenin anladığı anlamın aynı olması demektir ki anlaşabilsinler. Bundan önemlisi de kavramların, kelimelerin anlamlarının doğru biliniyor olması gerekir. Sonrasında anlaşmak kolay.

Yapılan yorumlarda çoğu zaman Ateist ve Ateizm kavramının bazı kişilerce anlaşılmadığı ya da yanlış anlaşıldığı ortada.

Ateist denince, Teistlerce ilk akla gelen anlamlar “Allahsız, peygamber tanımaz, kitapsız, kâfir, katli vacip, pislik, insan değil, önüne gelenle yatar vs.” dir.

Ateist ve Ateizmin ne olduğunu anlamak için öncelikle Teizm kavramının ne olduğunu doğru anlamak gerek. Çünkü Ateizmi doğuran Teizmdir.

Teizm: Semavi ve ya ilahi denilen, tek tanrılı dinlerin, peygamber ve kutsal kitaplar ile temsil edildiği tek tanrıcılık kavramıdır. Teistler (Teizme inanlara da Teist denir) tek bir tanrı kavramına inanırlar. Tanrının peygamberler gönderdiğine ve o peygamberlerle birlikte din ve kutsal kitap gönderildiğine inanırlar. Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık bu kapsamdadır. Ateizm ve Ateist diye bir kavram ortada yokken, Teizm ve Teist kavramları anlamsal ve uygulama olarak vardı.

Ateizm ve Ateist kavramları ise Teistlerin kendi inançlarını başkalarına anlatırken, tebliğ ederken, dayatırken, kendilerine soru soran kişileri ikna edemeyip inançlarını, dinlerini, peygamberlerini ve kitaplarını kabul ettiremedikleri kişilere, “bunlar Allahsız, peygambersiz, kitapsız, dinsiz” anlamında A-Teist demişlerdir. (A olumsuzluk ekidir. Yani Teist (dini) olmayan.)

Ateistler, Teistlerin kendilerini ikna için öne sürdükleri, fikirleri, düşünceleri, önerileri AKIL, BİLİM, VİCDAN VE AHLAK süzgecinden geçirerek soru sorarlar ve akli, ikna edici cevaplar isterler. Teistler ise Ateistlere ikna edici Akli ve bilimsel cevap veremedikleri için Ateistler de Teistlerin fikirlerine katılmadıklarını söylerler. Yani Tanrı, Peygamber, Kutsal Kitap ve Din kavramlarını Ateistler değil Teistler ortaya atmıştır. Haliyle fikirlerini ispat etmek de, Ateistleri ikna etmek de Teistlerin görevidir.

Yani anlayacağınız Ateizm bir din değildir. Bir düşünce değildir. Bir akım değildir. Bir moda değildir. Sadece Teistlerin, İKNA EDEMEDEMEYİP DAMGALADIKLARI, akıllarını, vicdanlarını, bilimi kullanan, düşünen ve sorgulayan insanlardır.

Teistler sanıyorlar ki; Ateistler, Teistlerin kitaplarını okumadılar. Hayır kardeşim, inan bana senden daha çok okudular. Sadece senin inandığın dinin değil bütün kutsal denilen kitapları okudular. Hadisleri, Talmutları okudular. Dinler tarihini okudular. Ama Teistler gibi körü körüne inanmadılar. Çünkü akıllarına yatmadı. Öne sürdüğünüz kitaplarda, fikirlerde, kişilerin sözlerinde akılla, vicdanla, bilimle uyuşmayan birçok çelişkiler ve akıldışı olaylar gördüler. Sizlere sordular ama cevep verip ikna edemediniz. Sizler de ikna edemeyince ne dediniz? “Bunlar ATEİİSST! Bunlar kâfiiir! Bunlar dinsiiiz! Bunlar pisliiik! Bunlar cahiiil! Bunların katli vaciiip!” Ateistlerin sorularına ikna edici, akılcıl cevap veremeyince şiddete başvurdunuz. Fikirle değil köfürle konuşmaya başladınız. İnandığınız kitabın gerçek karakteri ile davrandınız. Maskeniz düştü şeytanlaştınız.

Ateist durduk yerde ateist olmadı. Sizler yaptınız!

Soru soran ve cevap veremediğiniz Ateistlere ne yaptınız? Sosyal medyada alay ve hakaret edip saldırdınız, “inanmıyorsan saygı duy” diyerek küfrettiniz, hedef gösterdiniz. Gerçek hayatta ise dövdünüz, yaktınız ve öldürdünüz. Ne uğruna? Benim gibi düşünüp, benim gibi inanmıyor diye! Kim için? “Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın” diyen, “kafirleri bulduğunuz yerde öldürün” diyen görmediğiniz, duymadığınız, varlığını ispatlayamadığınız Allah’ınız, peygamberiniz ve dininiz uğruna!

Ateistlerin sorularına akıl, bilim, vicdan, ahlak çerçevesinde ikna edici cevap veremiyorsanız, sorunu Ateistlerde değil kendinizde ve inancınızda arayın. Cevap veriyorum diye ha bire Kur’an’dan ayetler gönderiyorsunuz. Kardeşim adam senin kitabını akli bulmuyor ki, bilimsel bulmuyor ki, ahlaki bulmuyor ki senin kitaptan verdiğin örneğe ayete inansın! Sorun zaten senin kitabında! Sorun zaten senin Peygamberinde. Sorun senin dininde. Sorun senin Allah inancında. Sen bu kavramları akılla, bilimle, kendi cümlelerinle ispat et, ikna et sorun ortadan kalkar zaten. Hakaret etmekle, küfretmekle, yakmakla, dövüp öldürmekle ne elde edeceksin? Sevap mı? Senin inandığın sözde Allah’ın bile kendisine inanmayana yaşam hakkı verirken, rızık verirken, sen kim oluyorsun da hakaret ediyor, dövüyor ve öldürüyorsun?

Üstelik siz Teistler (Musevi, Hristiyan ve Müslümanlar) bırakın kendi dinleriniz arasında anlaşmayı, Müslümanlar bile kendi aranızda anlaşamadınız. Mezheplere, Tarikatlara, Cemaatlere bölündünüz. Kendi tarikatınızdan, Şeyhinizden olmayanı bile kâfir ilan ettiniz. Cenneti tapulu malınız, Cehennemi kendiniz dışındakilere, kendi ailenizden inanmayanlara bile müstehak gördünüz. Müslüman Müslümanı, evlat babayı, kardeş kardeşi öldürüyor! Sonra da kalkmış gel bizim gibi inan diyorsunuz! Hangi akılla? “Dinimiz akıl değil teslimiyet dinidir, aklı kenara koymadan iman etmiş olamazsınız” diyen akılla mı?

Müslümana, anlamak ve öğrenmek için birkaç soru, ayet ve hadis ortaya koyup cevap bekliyoruz. Cevap veremeyince “O hadis yalandır, uydurmadır, sahih değildir.” diyor. Ayet veriyoruz. “Orada öyle demek istememiştir, yanlış çeviridir, ayeti cımbızlamışsın, ayetin önüne ve sonuna bak” deyip eğip bükmeye başlıyorsunuz.

Anladık ki, Müslüman sayısınca İslam var ortada. Herkes kendi inandığı ve işine gelen İslam’ı yaşıyor ve savunuyor.

Ateistlere taş atmadan önce dönün bir kendinize bakın, öz eleştiri yapın. İnancını, akıl ve fikirle ikna edip kabul ettiremiyorsan zaten o inanç sakat demektir.

BİR DİNİN ÇOK TANRISININ OLMASI NE KADAR SAÇMA İSE, BİR TANRININ BİRDEN ÇOK DİNİNİN, PEYGAMBERİNİN VE KİTABININ OLMASI DA O KADAR SAÇMAYKEN, BİR DİNİN DÖRT MEZHEBİ, YÜZLERCE TARİKATI, CEMAATİ OLMASI DA O KADAR SAÇMADIR!

Ateistlerin, Agnostiklerin, Deistlerin kişiliklerini değil, FİKİRLERİNİ ELEŞTİRİN!
Sağlık Sevgi ve bilimle kalın.

İNANÇ VE DİN

Yazan: Wiseman


İNANÇ VE DİN


‘’Din ya da İnanç, Yaratıcı ile yaratılan arasındadır.’’ derler.
Bu söz gerçek midir? Teoride evet ya uygulamada? Gelin beraber inceleyip sorgulayalım.

Aşağıda ifade edeceğim konular Yaratıcı'nın varlığı ya da yokluğu ile ilgili olmayıp, Yaratıcı'nın varlığını kabul eden kişiler için dikkate alınması gereken konulardır. Din denildiğinde kastedilen belli bir din değil yeryüzündeki tüm dinlerdir.

Öncelikle İnanç ile Dinin farklı kavramlar olduğunu, olması gerektiğini görmeliyiz.

İnancı, yaratıcı ve yaratılışsal anlamda ele alacak olursak, öncelikle sözlük anlamına bakalım; "Bir düşünceye çok sağlam bir biçimde, içten gönülden bağlı bulunma, güvenle doğru sayma, sanma, inanma" demektir. Dikkat ederseniz bu tanıma göre inanç, DÜŞÜNCE BAZINDADIR, BİREYSELDİR, ZANNA DAYANIR ve SOYUT KAVRAMLAR İÇİN GEÇERLİDİR. Yani İnanç, BİLİNMEYENİ YORUMLAMAKTIR.

Şu anki Dünya nüfusu yaklaşık 7,8 milyar, bu nüfusun 6 milyarı bir yaratıcının varlığına inanıyor. Şu ana kadar gelmiş geçmiş tüm insanlar da yaklaşık 110 milyardır. Gelmiş geçmiş tüm insanların bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını, inanma ihtiyacı hissettiğini düşünürsek, muhtemelen insanlığın %95 inden fazlasının bir “Yaratıcı'ya’’ inandığını varsayabiliriz. İnsanlığın bir ‘’Yaratıcı'ya’’ inanmasını ya da inanmamasını yanlış bulabilirsiniz. Buna herkes saygı duyulmalıdır. Ancak inancın, inanma meselesinin, insanlığın varoluşsal, fıtrat gerçeği olduğunu, var olduğundan beri bir Yaratıcı'ya inandığı ve arayış içerisinde olduğu gerçeğini ret etmek akılcı değildir. İnsanoğlu var olduğundan beri daima bilmediği, tanımadığı, korktuğu, kendisinden güçlü olduğuna inandığı çeşitli varlıklara, varlık üstü gördüğü somut ya da soyut kavramlara boyun eğmiş ve bir arayış, tapınma içerisinde olmuştur. Zaman içerisinde ve coğrafyaya göre tapındığı varlıklar kişilere ve toplumlara göre değişkenlik göstermiştir. Öyle ise “İnanç’’ meselesinin “İnsan ile Yaratıcı ya da inandığı arasında bireysel ve kişiden kişiye değişen bir konu’’ olduğu gerçeğini görmek gerekir. Bu nedenle inanç yani bir yaratıcının varlığını arama ve sorgulama dürtüsü doğaldır, yaratılış gereği özde ve akılda vardır.

Bu durumda ortaya şu soru çıkıyor. İnsan Yaratıcı, Yaratılış konusundaki bireysel inancını başkalarına, topluma dayatmalı mıdır? İşte sorun burada düğümleniyor. İnanç; bireysel ve kişi ile inandığı arasında, kişiden kişiye değişen, somut delillere dayandırılamayan bir zan meselesi olduğundan, ASLA dayatma söz konusu olmamalıdır. Çünkü herkesin Yaratıcı'yı anlama, algılama, tanımlama ve kabullenmesi farklıdır. Bu gün Dünya’nın yaşadığı en büyük sorunlardan birisi budur. ASLA ama ASLA inanç dayatılmasına müsaade edilmemelidir. Yanlış olan inanmak değil dayatmadır. İnanç dayatanların, inanç dayatmaktan ASLA vazgeçmeyecekleri, bu konuda riyakâr oldukları ve güvenilmemesi gereken bir konudur. Çünkü dayatılan doğal ve yaratılışsal olan inanç değil kişisel yargı sonucu oluşan zandır. Ben böyle inanıyorum sen de böyle inanacaksın demektir.

Din meselesine gelince; Din, insanların inancının düzene sokulması için yine insanlar tarafından konmuş olan kısmen somut, kısmen soyut kurallar bütünüdür. Bu nedenle Yaratıcı ile kul arasında olan, olması gereken sadece inanç değil aynı zamanda dindir. Geçmişte bazıları, bu inanç meselesinin bireyselliğini suiistimal ederek hem kendilerini Yaratıcı ile insanlar arasında elçi, aracı ilan etmişler hem de bundan doğan üstünlüklerini korumak için kurallar bütünü içeren sözlerin ve kitapların, Yaratıcı tarafından söylendiği, gönderildiği yoluna, yalanına başvurmuşlardır. Kendi üzerlerinde topladıkları bu güçle de toplumları, toplumsal akıl, adalet, vicdan, sevgi ve ahlak ile değil bireysel menfaatler doğrultusunda yönetmişlerdir. Üstelik bu yönetim ve yaşayış anlayışı insanın dünyadaki somut yaşamının mutluluğu üzerine değil varlığı bilinmeyen, ölümden sonraki soyut yaşamdaki mutluluk üzerine kurulmuştur. Bu dünyadaki yaşamı ve mutluluğu yok sayılmıştır. Bu şahısların ölümünden sonra da bazı uyanık takipçilerinden farklı kişiler ve gruplar (Tarikat ve cemaatler, şeyhler, şıhlar, hocalar) bu din düzenini kendi menfaat ve saltanatları için sömürü aracı olarak kullanmaya devam etmişlerdir. Dünyada yaşamı Cennete çevireceklerine Cehenneme çevirmişlerdir.

Bazılarının inandıkları din bile "Senin dinin sana benim dinim bana" demesine rağmen, inadına dinlerini tebliğ adı altında dayatmaları kendileri için ayrı bir çelişkidir.

Dinci, Dinbaz, Siyasal Dinci hiçbir zaman dürüst ve ahlaklı olmadı, her zaman kendi düzenini, sömürüsünü, din ticaretini kuruncaya dek sinsice planlarını yaparak, halkın büyük kesimini uyutmayı başardı. Bazı ülkelerde egemen oldular. Bugün insanlık hala, dışı Dindar içi Şeytan olan dinci, dinbaz, yobaz, siyasal dinci, riyakârların pençesindedir. Dinler korkuya, korkutmaya dayanır, insanları Cehennem ile korkuturlar. Bu nedenle insanlık korku içerisindedir. İnsanlık bu korkusunda haklıdır. Bu korkunun nedeni Dinci, Dinbaz ve inanç dayatanların RİYAKÂRLIĞIDIR, DİN ADINA İNSANLARIN SOYULMASI, SÖMÜRÜLMESİ VE ÖLDÜRÜLMESİDİR. Çünkü Din; Dinci ve Dinbazlar tarafından alınıp satılan, kullanılan bir meta haline getirilmiştir. DİNLER İLAHİ EMPERYALİZME DÖNÜŞTÜRÜLMÜŞTÜR.

Laiklik ve Laik olanlar inanç ve din konuda çok akılcı, adil, dürüst ve saf davranmaktadır. Tüm inançların dışında, tüm inançlara saygılı ve eşit mesafede, inançların ve dinlerin toplumsal değil bireysel yaşanması gerektiğini ifade etmektedirler. Laiklerin; Laikliğin, Demokrasinin, Cumhuriyetin, değerlerini koruma konusunda, dindar ve inançlılara güveni bir kenara bırakarak, kendisini Dincilere, Dinbazlara, İnanç ve Din dayatanlara karşı kesin kurallar ile koruma altına alması gerekmektedir.

Laiklik; laikliği din görenlerin ve dinler ile kıyaslayanların aksine seküler (dünyevi) bir kavram olup; insanlığın Dünya'ya, yönetim sistemlerine bakan, yönetimde inanca, dine yer vermeyen ama kişilerin dayatılmayan bireysel inançlarına saygı duyan, ortak evrensel akla, adalete, somut gerçeklere ve insanın bu dünyadaki yaşam ve mutluluğuna yönelik bir yönetim kavramıdır. Şeriat (Din, İnanç kurallarına dayalı yönetim düzeni) ise sözde uhrevi olup dünyaya değil ahirete (öteki dünyaya) bakan bir kavramdır. Yani bilinmeyene yöneliktir. Kişisel ve dayatmacı kararlara dayanır. Kuralları da kişiseldir.

İnsanoğlu bilinmeyenden korktuğu, vaat ve cazibesine ilgi duyduğu içindir ki kendisini ahiret, öteki dünya ile kandırmak çok kolay olmuştur. Bu nedenle korkulanların ve bilinmeyenlerin müşterisi bilinenlere göre çok olmaktadır. Bilinmeyenlerin pazarlanması kolay ve müşterisi çok olduğundan, pazarlayanları da çok olmuştur. Yani ortaya binlerce din ve bu dinleri pazarlayan Dinbazlar çıkmıştır. Ancak bu Dinbazlar kendileri dünyada Cennet’i yaşarken, bağlılarını cehennem ile korkutarak, ahirette cenneti vadetmektedirler. Bu gün Dünyada dört bin üçyüz civarında din olduğu kabul edilmektedir. Gerçeklere ve ortak akla yönelik yönetim biçimlerine ise sadece akıllarını kullanan toplumlar ilgi göstermektedir. O yüzdendir ki seküler düzenler (yönetim şekilleri) ortak akla dayandığından sayıları da bir elin parmaklarını geçmemektedir. Din beyne girince Akıl ve Adalet bedeni terk etmiştir. Yeryüzünde elbet Ortak Akıl galip gelecektir.

İnsanoğlu illa bir inanca, dine sahip olmak istiyorsa bu kişisel inanç ve din değil her şeyin üstünde ve dışında olan, ortak ve evrensel AKIL, ADALET, VİCDAN, SEVGİ ve AHLAK, değerlerini içeren bir inanç, din olmalıdır. Başka kurallar koyup insanlık kirletilmemelidir.

DİN; BASİT BİR TOPLUMSAL DOLANDIRICILIK YÖNTEMİDİR. ÖLDÜKTEN SONRAKİ HAYATI VARMIŞ GİBİ SATARLAR.

Not: Eğer fiili bir Yaratandan bahsedecek isek, öncelikle doğrudan ‘’Yaratıcı’’ fiilini kullanmamız gerekir. Her toplum Yaratıcıyı kendi dillerinde isimlendirmektedir. "Allah" kelimesi Arapların Yaratıcıya verdiği isimdir. Türklerde ve Türkçe de ise Yaratıcı'ya Tanrı/Tengri denmiştir. Yaratıcı, tüm yarattıklarının dilinden anladığı gibi yaratılanların, Yaratıcı'ya kendi dilleri ile seslenmesinden daha doğru ve doğal bir şey olamaz.

Sağlık ve Sevgi ile Kalınız.