HABERLER
Dini Haber
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
islamiyet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUHAMMED'İN ÜVEY OĞLU ZEYD'İN KARISI ZEYNEB İLE EVLENMESİ

Yazan: A.Kara

MUHAMMED'İN EVLATLIĞI ZEYD'İN KARISI ZEYNEB İLE EVLENMESİ

Artık dini içerikli konuları anlatma şeklimi değiştirdiğimi belirtmiştim. Yine Muhammed'in Zeyd'in eşiyle evlenmesini ele alacağım bu makalede de, benimsediğim, daha mantıklı bulduğum yeni yöntem gereği sizlerle doğrudan İslami kaynaklarda yazanları paylaşacağım. Dolayısı ile bu kaynaklardan neyi anlamanız ya da nasıl bir sonuç çıkarmanız gerektiği de yine size kalacak.

Konuya Zeyd'in Muhammed'in ailesine nasıl dahil olduğuna dair hadis ile başlayalım.

ZEYD'İN AİLEYE DAHİL OLMA SÜRECİ

İbn-i Sad, Tabakat, 1. cilt, Resulullah'ın Hizmetçileri ve Köleleri Bab'ı [1] :

... Hatîce, Zeyd b. Hârise’yi satın almıştı. Hakîm b. Hizâm b. Huveylid, Zeyd’i Ukâz çarşısında 400 dirheme satın almıştı. Resûlullah (sas) Hatîce ile evlendikten sonra Zeyd b. Hârise’yi kendisine vermesini rica etti. Hatîce Zeyd’i Resûlullah’a (sas) hibe etti. Resûlullah (sas) Zeyd b. Hârise’yi ve eşi Bereke’yi azat etti ...

Kütüb-i Sitte'de yazdığına göre Hatice, 8 yaşındaki Zeyd'i Muhammed'e bağışladığında Muhammed'e henüz peygamberlik gelmemişti. [Hadis Ansiklopedisi Kütüb-i Sitte I, 12.cilt, sayfa 324, Prof. Dr. İbrahim Canan]

Daha sonra Muhammed onu oğlu ilan eder [1][2] :

... Kelb kabilesine mensup olan o kişiler gidip babasına durumu bildirdiklerinde o “Kâbe’nin Rabbine yemin olsun ki benim oğlum!” dedi. Ona yerini ve kimin yanında olduğunu tarif ettiler. Şerâhîl’in iki oğlu Hârise ve Ka’b, Zeyd’i fidye karşılığında kurtarmak üzere [yola] çıktılar. Mekke’ye gelip Peygamber’i (sas) sordular. Mescitte olduğu söylendi. Hemen huzuruna girip dediler ki: “Ey Abdullah’ın oğlu! Ey Abdülmuttalib’in torunu! Ey İbn Hişâm’ın torunu! Ey Kabile reisinin torunu! Siz Harem’in sahipleri ve komşularısınız.

Allah’ın evi olan Kâbe’nin yanı başındasınız. Köleyi azat eder, esiri doyurursunuz. Yanındaki oğlumuz için sana geldik. Bize ikramda bulun, onun fidye ile azadı konusunda bize bir iyilik yap! Fidyeyi senin için artıracağız.” Peygamber (sas), “Kimdir o?” diye sordu. “Zeyd b. Hârise.” dediler. Allah Resûlü (sas), “Bunun başka bir yolu olmaz mı?” dedi. “Nedir o?” diye sordular. Resûlullah (sas), “Onu çağırın ve tercihinde serbest bırakın. Şayet sizi tercih ederse o fidyesiz olarak sizindir. Şayet beni tercih ederse, vallahi ben, hiçbir kimseyi beni seçen birine asla tercih etmem.” dedi. “Bize daha fazla adalet gösterdin ve iyilik ettin.” dediler. Onu çağırdılar. Peygamber (sas) “Bunları tanıyor musun?” dedi. Zeyd, “Evet!” dedi. Resûlullah (sas), “Kimdir bu iki kişi?” diye sordu. Zeyd, “Bu babam, şu da amcamdır.” dedi. Resûlullah (sas), “Ben senin tanıyıp bildiğin bir kişiyim. Seninle arkadaşlığımı gördün. İstersen beni tercih et, istersen onları!” (dedi). Zeyd, “Hiçbir kimseyi asla sana tercih etmem. Sen benim babam ve annem yerindesin.” dedi. Zeyd’in babası ve amcası, “Yazıklar olsun sana ey Zeyd! Hürriyete, babana, amcana ve ailene karşılık köleliği mi tercih ediyorsun?” dediler. Zeyd, “Evet, ben bu insanda, ona asla hiçbir kimseye tercih edemeyeceğim bir şey gördüm.” dedi. Allah Resûlü (sas) bunu görünce, onu Hıcru’l-Kâbe’ye çıkardı ve buyurdu ki: “Ey burada hazır olanlar! Zeyd benim oğlumdur, ben ona varis olurum, o da bana varis olur.” Bu durumu gören Zeyd’in babasının ve amcasının gönülleri hoşnut oldu ve oradan ayrıldılar. Bundan böyle o; Allah, İslâm dinini gönderinceye kadar “Zeyd b. Muhammed” diye çağrıldı.


Hadisin devamında anlatılanlar gösteriyor ki pagan Araplar arasında üvey ya da öz oğulun eşi ile evlenmek gibi bir gelenek yoktu ve hoş karşılanmamaktaydı. Ahzâb 40, 5. ayetler de bu duruma cevap olarak ortaya çıkmıştı. Hadisin kalan kısmına devam ederek olayları görelim.

Bunların hepsini bize Hişâm b. Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî babasından, Cemil b. Mersed et-Tâî’den ve başkalarından nakletti. [Hişâm] bu rivayetin bir kısmını, babası, Ebû Sâlih, İbn Abbâs tarikiyle rivayet etti ve İbn Abbâs isnadında şöyle dedi:

“Allah Resûlü (sas) Zeyd’i, Zeyneb bt. Cahş b. Riyâb el-Esediyye ile evlendirdi. Zeyneb’in annesi Ümeyme bt. Abdülmuttalib b. Hâşim’dir. Bir müddet sonra Zeyd onu boşadı, Allah Resûlü (sas) onunla evlendi. Bu olay üzerine münafıklar konuşup durdular, Peygamber’i (sas) ayıpladılar ve dediler ki: Muhammed oğulların eşlerini haram kılıyor ama kendisi oğlu Zeyd’in hanımı ile evleniyor. Bunun üzerine Allah, “Muhammed erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir. Ama o Allah’ın Resûlü ve son peygamberdir.” 
[Ahzab 40] diye başlayıp devam eden ayeti indirdi ve [aynı surenin daha önce gelen bir ayetinde] şöyle buyurdu: “Onları babalarına nispet ederek çağırın!” [Ahzab 5] 
[Ayrıca bkz: Kaynak 3]

O günden sonra Zeyd, “Zeyd b. Hârise” diye çağrıldı ve evlatlıklar da babalarına nispet edilerek çağrıldılar. Mikdâd, Amr’a nispet edilerek çağrıldı. Hâlbuki daha önce ona “el- Mikdâd b. el-Esved” deniyordu. el-Esved b. Abdüyağûs ez-Zührî onu evlatlık edinmişti.

Taberi Tefsiri'nde pagan Araplar arasında evlatlıkların eşiyle evlenmenin yasak olduğu şöyle anlatılır:

Âyette: "Allah, evlatlıklarınızı da öz oğullarınız yapmadı." buyuruluyor.
Ayetin bu bölümü, İslam'dan Önce insanların uyguladıkları "Evlatlık müessesesini ortadan kaldırmaktadır. Bu cahiliye adetine göre kişi, başkasının çocuğunu alıp evlat edinirdi ve evlat edindiği çocuk o adamın öz evladı gibi kabul edilirdi. Evlat edinen kişi, evlatlığı ile evlenemezdi. Birbirlerine mirasçı olurlardı ve bunlar, birbirlerinin mahremi kabul edilirdi. İşte âyet bu adeti kaldırmakta, evlatlığın, öz evlat olmadığım bildirmektedir. [4]

Muhammed, Allah'ın bu evliliğe izin verdiğini belirterek onu ayıplayanlara olay üzerine vahiy olduğu söylenen Ahzab 38-39 ile cevap verir. Şöyle der:

"Allah’ın, kendisi için takdir ve emrettiği bir şeyi yerine getirme hususunda peygamber için bir sıkıntı ve sakınca olamaz. Allah’ın hükmü değişmez kaderdir. Daha önce gelip geçen, Allah’ın vahyini insanlara ulaştıran, O’ndan çekinen, Allah’tan başka hiçbir kimseden çekinmeyen peygamberler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Hesap sorucu olarak Allah kâfidir."
"O Peygamberler ki, Allah'ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter"

İslam alimlerince Muhammed'in, evlatlık oğlu Zeyd'in karısı ile evlenmesinin nedeni evlatlığın öz evlat gibi olmadığını göstermekti. Konuyla ilgili Taberi şöyle der:

Peygamber efendimizin yanında büyüyen Zeyd b. Hârise de Peygamberimize nisbet ediliyor ve kendisine "Muhammed'in oğlu." deniyordu. Bu ayet nazil olduktan sonra artık böyle söylenmesi yasaklandı. Daha sonra da izah edileceği gibi Resulullah (s.a.v.) Zeyd b. Hârise’nin boşadığı Zeyneb Bint-i Cahş ile, Allah'ın bu husustaki emri gereği olarak evlendi. Böylece tatbiki olarak, evlatlığın, bir insanın öz evladı gibi olmayacağım gösterdi. [4]

Peki Muhammed'in evlatlığının eşi Zeyneb ile evlenmesi nasıl olmuştu. Süreç nasıl gelişmişti? Buna da yine hadisler ve bağlantılı olan ayetler ile bakalım.

OLAYLARIN GELİŞME SÜRECİ

Muhammed, Zeyd ile Zeyneb'i MS.623'te nikahlamıştır. [5] Çift bir yıl kadar evli kaldıktan sonra boşanmıştır. Bazı hadislerde Zeyneb'in Zeyd ile evlenmek istemediği, Muhammed'in ısrarı üzerine kabul ettiği yazmaktadır. [6]

İbn-i İshak'ın siyerinde Zeyneb'in, Zeyd'den el-Hakem adında bir oğlu olduğu yazar (384.hadis) ve ilgili bölümün devamında yer verilen hadis şöyledir:

385. Zeyd b. Harise hastalandı. Rasulullah (S.A.V.) onu ziyarete gitti. Zeyd'in hanımı Zeyneb binti Cahş, Zeyd'in baş ucunda oturuyordu. Zeyneb, bazı işlerini yapmak üzere ayağa kalktı. Rasulullah (S.A.V.) onu gördü ve başını önüne indirerek: "Kalpleri ve gözleri ters yüz eden Allah, noksanlıklardan uzaktır." buyurdu. Bunu üzerine Zeyd: ''Ya Rasulullah, onu senin için boşuyorum." dedi. Rasulullah: "Olmaz." cevabını verdi. 
Bu olay üzerine Allah şu ayeti [Ahzab 37'yi] indirdi. [7]

Bu olay kısmen farklı anlatımlar ile başka İslam kaynaklarında da yer alır. Bunlardan birine daha bakalım:

Allah Rasûlü onun ailesine karşı gösterdiği bu tutumu değiştirmek için Zeyd’in evine ziyarete gitti. Ancak Zeyd evde yoktu. Bundan dolayı otuz altı yaşında olan ve üzerinde safranlı suda yıkanmış elbisesi içinde çok cazibeli duran Zeyneb bint Cahş, Hz. Peygamber’e kapıyı açtı ve Zeyd’in evde olmadığını söyleyerek içeriye girmesini teklif etti, ancak Allah Rasûlü, Zeyd evde olmadığı için içeriye girmeyi uygun bulmadı. Buna rağmen şöyle demekten de kendini alamadı: سبحان العظیم الله سبحان القلوب مصرف’’ Kalpleri bir halden diğer bir hale çeviren Allah ne yücedir…’’
Daha sonra Zeyd eve gelince Zeyneb, Rasûlüllah’ın geldiğini haber verince Zeyd: ‘‘Rasûlüllah’a niçin içeriye girmesini söylemedin?’’ dedi. Zeyneb: ‘‘İçeriye girmesini söyledim, fakat o, bunu kabul etmedi ve ondan bir şeyler duydum’’ deyince Zeyd: ‘‘Onun ne olduğunu sordu?’’ Zeyneb, söylediği şeyleri anlayamadım, ancak şöyle dediğini işittim: سبحان العظیم الله سبحان القلوب مصرف’’  Kalpleri bir halden diğer bir hale çeviren Allah ne yücedir…’’ Bunun üzerine Zeyd, Hz. Peygamber’e gelerek: ‘‘Senin evime geldiğin haberini aldım. Niçin evime girmedin? Annem babam sana feda olsun. Zeyneb hoşuna gittiyse, onu boşayayım.’’ Bunun üzerine Hz. Peygamber, Zeyd’e: ‘‘Eşini tut’’ dedi. Aradan çok geçmeden Zeyd tekrar Allah Rasûlü’ne gelerek aynı şeyleri söyledi, Hz. Peygamber de aynı şekilde: ‘‘Eşini tut’’ diye karşılık verdi. Zeyneb ile arasındaki şiddetli geçimsizliğe daha fazla dayanamayan Zeyd eşini boşadı. [8]

Gördüğünüz gibi İbn-i İshak Muhammed, Zeyneb'i görüp o sözleri söylediği sırada Zeyd evdeydi derken diğer kaynaklar Zeyneb evde tekti demektedir. Fakat tümünde olayın sıralaması aynıdır. Yani Zeyd'in Zeyneb'i boşamak istemesi, Muhammed Zeyneb'i görüp bu sözleri söylemesinden sonra gerçekleşmektedir.

Kur'an'da söz konusu hadislerle bağlantılı olan bölüm Ahzab 37'dir. Şöyle yazar:

"Hani sen Allah’ın kendisine nimet verdiği, senin de (azat etmek suretiyle) iyilikte bulunduğun kimseye, “Eşini nikâhında tut (onu boşama) ve Allah’tan sakın” diyordun. İçinde, Allah’ın ortaya çıkaracağı bir şeyi gizliyor ve insanlardan çekiniyordun. Oysa kendisinden çekinmene Allah daha lâyıktı. Zeyd, eşinden yana isteğini yerine getirince (eşini boşayınca), onu seninle evlendirdik ki, eşlerinden yana isteklerini yerine getirdiklerinde (onları boşadıklarında), evlatlıklarının eşleriyle evlenmeleri konusunda mü’minlere bir zorluk olmasın. Allah’ın emri mutlaka yerine getirilmiştir."

Sünen-i Tirmizi'de yazan hadise bakarak devam edelim:

3212- Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Cahş’ın kızı Zeyneb hakkındaki Ahzab sûresi 37. ayeti indiği zaman Zeyd şikayetçi olarak geldi, boşamadan dolayı üzgündü. Rasûlullah (s.a.v.),
kendisine “Eşini terk etme, Allah’a kendine ve diğer insanlara karşı vazifene dikkat et” diyordu. 
Tirmizî: Bu hadis sahihtir. [9]

MUHAMMED'İN ZEYNEB İLE EVLENMESİ

Muhammed ile Zeyneb hicretin 5. yılında evlenmiştir. Bu sırada Zeyneb 35 yaşındadır. (Kaynaklar Zeyneb'in yaşı konusunda tamamen örtüşmez. Kimileri 35, kimileri 36 yaşında olduğunu söyler.) Evlilikleri konusunda 2 farklı rivayet vardır.

Birinci rivayet şöyledir:

Zeyneb, Zeyd'den boşandıktan sonra bir gün Muhammed, Aişe ile oturmaktadır. Bu sırada Ahzab 37 nazil olur ve Muhammed "Yüce Allah beni onunla evlendirdi. Kim bunu gidip Zeyneb'e müjdeler?" der. Hizmetçilerinden Selma bu haberi ve gümüş ayak bileziklerinden oluşan hediyeyi Zeyneb'e götürür. Daha sonra Zeyneb, Muhammed ile evlenir. [10]

Şimdi de ikinci rivayete bakalım:

Zeyneb'in iddet süresi bittikten sonra Muhammed evlatlık oğlu Zeyd b. Harise'yi göndererek Zeyneb'i kendine istetir. Zeyd evine gittiği sırada Zeyneb hamur yoğurmaktadır. Zeyd o anı şöyle anlatır:
“Onu görünce içim kabardı öyle ki ona bakamayacak duruma geldim. Hz. Peygamber’in Ona talip olduğunu kendisine söyleyemedim. Sırtımı ona döndüm ve geriye dönerek, ‘Ey Zeyneb, sana müjdeler olsun. Allah Resûlü seni kendisine istemem için beni sana gönderdi’ dedim. Zeyneb de, ‘Azîz ve Celîl olan Rabbim bana emretmedikçe ben bir şey yapmam’ dedi. Sonra kalkıp namazgâhına
gitti.” Bu olay üzerine Ahzâb sûresi 37. âyet nâzil oldu. [11]

Bu evlilik sonucu Zeyneb kendini Muhammed'in diğer eşlerinden daha üstün tutuyor, bunu da Allah'ın müdahalesine bağlıyordu.

3213- Enes (r.a.)’den rivâyete göre, şöyle demiştir: Zeyneb binti Cahş hakkında “… Fakat Zeyd o kadınla beraberliğini sona erdirdiğinde onu seninle evlendirdik…” ayeti indirilince Zeyneb, Peygamberin diğer hanımlarına karşı övünür ve şöyle derdi: “Sizleri kendi aileleriniz evlendirdi. Beni ise yedi kat semanın üstünden Allah evlendirdi.” [12]
Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.

İKİ SORU

Hiçbir yorum katmadan doğrudan İslami kaynakları paylaştığım bu makalenin sonunda Müslüman arkadaşlara konuyla ilgili olarak 2 soru sormak istiyorum. Tüm samimiyetimle söylüyorum ki bu soruları sorma amacım görüşlerinizi öğrenmektir. Herhangi bir art niyet taşımamaktadır.

1) Gördüğünüz gibi İslam öncesi pagan Araplar tıpkı bizim kültürümüzdeki gibi evlatlık bile olsa onu öz oğul gibi görmeyi daha doğru bulmakta, dolayısı ile üvey de olsa oğlunun karısı ile evlenmeyi doğru bulmamaktadır. Sizin bu konudaki görüşünüz nedir? Evlatlık olduğunuzu varsayın. Bu durumda eşinizden boşansanız ve üvey babanız eski eşinizi kendine eş olarak alsa, yani eski karınız anneniz olsa bundan rahatsız olur muydunuz, olmaz mıydınız?

2) İslam'a göre Muhammed MS. 610 yılında, 40 yaşındayken peygamber olmuştur (Ölümü 8 Haziran 632). Zeyneb ile MS 627'de evlenmiştir. Yani yaşanan bu olaylar, Allah, Muhammed'i "peygamber" olarak görevlendirdikten yaklaşık 17 yıl sonra gerçekleşmiştir. Arapların benimsediği "oğullukların eşleriyle evlenmenin yasak olduğu" yönündeki geleneği geçersiz kılmak böylesine önemli bir konu ise Allah bunu vahiy etmek için neden bu kadar uzun süre beklemiştir?

DABBE

Yazan: A.Kara

DABBETÜ'L ARZ (دابّة الأرض)

Dabbe İslam'ın kıyamete dair mitlerinden biridir ve ahir zamanda ortaya çıkacak bir yaratık olarak tasvir edilir. Bir rivayete göre ortaya çıkacağı yer Safa tepesidir. [1] 

Neml suresi 82. ayette ondan şöyle bahsedilir:
"O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.
► Veizē vegaal gavlu aleyhim e[k]hracnē lehum dâbbetem-minel-ardi tukellimuhum ennen-nēse kēnû biēyētinē lē yûginûn. [2]

Buna ek olarak Sebe 14'de de Dabbe kelimesinin kullanıldığı görülür fakat buradaki Dabbe, bir  kıyamet alameti değil, Süleyman'ın asasını yiyen yer kurtlarıdır:
“Ne zaman ki Süleyman’a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asâsını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azab içinde bekleyip durmazlardı.”
► Felemmē gadaynē aleyhil mevte mē dellehum alē mevtihî illē dâbbetul ardi te’külu minseetehû felemmē [k]harra tebeyyenetil cinnu el lev kēnû yağlemûnel ğaybe mē lebisû fil azēbil muhîn. [3]

Dabbe, hafif yürüyen, debelenen, kımıldayan, ayakları üzerinde yürüyen gibi manalara gelir. Genellikle hayvanlar yada binek hayvanları için kullanılıyor olsa da bu sıfat insanlar için de kullanılabilir. Aslında tam da bu yüzden İslam alimleri arasında Dabbe'ye dair görüş ayrılıkları yaşanır ve net bir fikir ortaya konamaz. Çünkü bazısına göre Dabbe korkunç bir yaratık iken, bazısına göre bir insandır.

Örneğin Rağıb İsfehani'ye göre Dabbe, kıyamet sırasında ortaya çıkacak bir hayvandır. [4]

Elmalılı ise, Ebu Hüreyre'nin Dabbe'yi elinde Musa'nın asası ve Süleyman'ın mührü ile ortaya çıkıp kafir ve müminleri işaretleyeceği hadise dayanarak Dabbetü'l-arz'ın hem maddi hem manevi yönden büyük bir İslam devletini teşkil edeceğini, yani başkaldıran büyük bir zat olacağını söyler. [5]

Said Nursi'ye göre tıpkı Firavun'a musallat olan çekirgeler, Ebrehe'ye musallat olan Ebabil kuşları gibi Dabbetü'l arz'da canavarlaşmış, küfür ve fesada batmış olan insanların akıllarını başlarına getirmesi için Allah tarafından gönderilecek ve insanoğluna musallat olacak bir hayvandır. Fakat Nursi, bunun tek bir hayvan olmadığını çünkü tek bir hayvanın tüm insanlığa musallat olamayacağını söyler. Buradan hareketle Dabbe'nin, Sebe suresi 14.ayette Süleyman'ın asasını yiyen ağaç kurtları olduğunu, insanların kemiklerini de bu asayı kemirdikleri gibi yiyeceklerini, insanın dişinden tırnağına kadar her yerine yerleşeceklerini söyler.
Yani Nursi'ye göre konuşacağı söylenen bu hayvan ağzı ile değil, insanlara yerleşerek onları düşürdüğü hal ile konuşacaktır.
[6]

Gördüğünüz üzre çok farklı görüşler var; Öyle ki Dabbe'nin AİDS hastalığı olduğunu söyleyenler bile bulunmaktaydı. Fakat AİDS ciddi artış gösterip aşırı can kaybına sebep olamayınca bu iddia rafa kaldırıldı ve şuan dünyanın uğraşmakta olduğu Korona virüsünün Dabbe olduğuna yönelik görüşler ortaya atılmaya başlandı. Bu virüs zararsız hale getirildiğinde ve üzerinden birkaç yıl geçtiğinde kıyametin hala kopmadığını gören bu şahıslar Korona ve Dabbe konusundaki iddialarının fos çıktığını görünce nasıl hissedecekler şimdiden merak ediyorum.

Çoğu İslam aliminin üzerinde durduğu fikre göre Dabbe denen yaratığın ortaya çıkma nedeni, hem Allah'ın kendini bildirip tanıtması, "bakın işte, ben varım" demesi hem de Allah diyenlerin sayısının azlığıdır. Dabbe yeraltından çıktıktan sonra artık iman durumunun duraksayacağı, yani kimsenin iman edemeyeceği hatta gerileyeceği, bitip-tükeneceği, İslam'a ait her şeyin tükenme noktasına geleceği, iman kapısı kapandığı için kimsenin imanının kabul olmayacağı görüşü hakimdir.

Buradan hareketle yine İslam'ın teknoloji karşıtlığı öne çıkar. Çünkü onlara göre bunların gerçekleşmesinin, Dabbe'nin çıkıp gelmesinin ve insanların artık iman etmiyor olmasının en büyük nedeni teknolojinin aşırı derecede ilerlemesi, robotlar, tüplerde yetiştirilen bebekler yapılması ve insanların yaratma hevesine kapılacak olmasıdır.
Fakat bunu diyenler enteresan bir şekilde Allah'ın en başından beri tüm bunları, yani teknolojinin aşırı gelişeceğini, insanların ona inanmayı bırakacağını ve sonunda Dabbe'nin ortaya çıkacağını zaten biliyor olması gerektiğini göz ardı ediyorlar. Allah'ın olacak her şeyi bildiği halde buna rağmen her şeyi var edip sonunda da cezalandırması büyük bir mantık hatasıdır. 

Çoğu kez olduğu gibi Kur'an, Dabbe konusunu da üstü kapalı bir şekilde geçiştirmiş, detay veya doyurucu anlatımda bulunmamıştır. Bu yüzden de Dabbe'den kast edilenin ne olduğunu tam olarak anlayabilmek, bu yolda daha açık tanımlamalar elde edebilmek için bazı hadislere ve çoğu kez olduğu gibi Musevi ve Hristiyan teolojisine ait metin ve inanışlara bakmak gerek. Hadislerden başlayalım.

HADİSLERDE DABBETÜ'L-ARZ

Ebu Hüreyre buyurdu ki: "Dâbbetü'l-arz, beraberinde Hz. Musa'nın asası ve Hz. Süleyman'ın mührü olduğu halde çıkar. Asa ile mü'minlerin yüzünü cilalar, mührü de kafirlerin burnuna basar. Öyle ki, sofra ehli toplanınca biri diğerine (yüzündeki parlaklıktan dolayı) "Ey mü'min!" der, diğeri de (öbürüne, burnundaki mühür damgası sebebiyle): "Ey kafir!"der. (Yani mü'min de kafir de yüzünden tanınır). [7]

İbnu Amr İbnu'l-As anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Çıkış itibariyle, kıyamet
alametlerinin ilki güneşin battığı yerden dogması, kuşluk vakti insanlara Dabbetu'l-arz'ın çıkmasıdır. Bunlardan hangisi önce çıkarsa, diğeri de onun hemen peşindedir." [8] 

"Üç şey vardır ki onlar çıktığı vakit «önceden inanmayan veya îmânıyla bir hayır kazanmayan kimseye, artık îmânı fayda vermez». Bunlar; Güneş’in battığı yerden doğması, Deccâl ve Dâbbetü’l-Arz’dır.” [9]

Bazı hadislere göre Dabbe; deve ayağı gibi dört ayaklı, kuş kanatlı, öküz başlı, fil kulaklı, koç kuyruklu dev bir yaratıktır. [10]

HRİSTİYAN & MUSEVİ TEOLOJİSİ

Hristiyan-Yahudi teoloji ve mitolojisine bakıldığında İslam'daki Dabbe, Deccal gibi ögelerin esin kaynağının neler olduğu görülmektedir.

Daha önce hazırladığım bir video ile Livyatan (Leviathan) adlı dev deniz yaratığı mitolojisini sizlere anlatmıştım. İslam'daki Dabbe'ye benzer şekilde Yahudi & Hristiyan teolojisinde Rahav (Rahab), Canavar ve Ejderha gibi isimlerle anılan çeşitli yaratıklar bulunur.

Livyatan videomda anlatmış olsam da tekrar kısaca değinmekte fayda var. Cinni bir çöl yaratığı olan Behemot ve Rahav ile bağlantılı olan Livyatan'a dair çeşitli görüşler olsa da temelde kötü, şeytani bir varlık olduğu ve tanrının ilerde gerçekleştireceği bir plan için başlangıçta onu yaratıp bekletmekte olduğu açıktır. Tıpkı İslam'daki Dabbe gibi. Çünkü Talmud'da tanrının çift olarak yarattığı Livyatanlardan dişi olanı öldürdüğü yazar [11] fakat erkekten bahsetmediğine göre inanışa göre onu bir amaç için sakladığı düşünülebilir.

Eyüp 3:8'de "Livyatan'ı uyandıracak olanlar" derken;
Vahiy 20:2-3'de "Melek, ejderhayı -o eski yılanı- yakalayıp bin yıl için bağladı. Bin yıl tamamlanıncaya dek ulusları bir daha saptırmasın diye onu dipsiz derinliklere attı, oraya kapayıp girişi mühürledi. Bin yıl geçtikten sonra kısa bir süre için serbest bırakılması gerekiyor." der.
Yani tıpkı İslam'daki Dabbe gibi Livyatan'ın da bir vadi olduğu ve belli bir amaç için beklemekte olduğu açık.

Buna ek olarak Dabbe benzeri diğer yaratıklardan yıkım-dehşet-korku temaları işlenirken nasıl bahsedildiğine bakalım:

Mezmurlar 89.Bab'da Rab'be methiyeler düzülürken şöyle denir:
Mezmurlar, 89:9-10:
Sen kudurmuş denizler üzerinde egemenlik sürer,
Dalgalar kabardıkça onları dindirirsin.
Sen Rahav’ı leş ezer gibi ezdin,
Güçlü kolunla düşmanlarını dağıttın.

Eyüp, 26:11-12:
Göklerin direkleri sarsılır,
Şaşkına dönerler O azarlayınca.
Gücüyle denizi çalkalar,
Ustaca Rahav’ı vurur.

Eyüp, 9:12-13:
Evet, O avını kaparsa, kim O’nu durdurabilir?
Kim O’na, ‘Ne yapıyorsun’ diyebilir?
Tanrı öfkesini dizginlemez,
Rahav’ın yardımcıları bile
O’nun ayağına kapanır.

Yahudi folklorundaki "Denizin Şeytanı", "Suların Ejderhası" gibi sıfatlarla bahsedilen Rahav (רַהַב) adlı yaratık tıpkı Livyatan gibi bir deniz canavarıdır. [17]
Onu Dabbe'ye benzeştiren yanı, tanrının onu zapt ettiği ve dünyanın sonuna doğru bu canavarın tekrar yeryüzüne dönüş yapacak olmasıdır. [18]

Mezmurlar 74:13-14
Gücünle denizi yardın,
Canavarların kafasını sularda parçaladın.
Livyatan’ın başlarını ezdin,
Çölde yaşayanlara onu yem ettin.

Vahiy, 13:11-18'de denizden çıkan Livyatan (Leviathan) adlı canavarın güç ve yetkisini kullanan ve bazı yönleri ile kısmen Deccal özellikleri de taşıyan bir başka yaratıktan bahseder:
[●►Kalın yerler, İslam'daki Deccal anlatısı ile de benzeşen kısımlardır◄●]

Bundan sonra başka bir canavar gördüm. Yerden çıkan bu canavarın kuzu gibi iki boynuzu vardı, ama ejderha gibi ses çıkarıyordu.
İlk canavarın bütün yetkisini onun adına kullanıyor, yeryüzünü ve orada yaşayanları ölümcül yarası iyileşen ilk canavara tapmaya zorluyordu.
İnsanların gözü önünde, gökten yere ateş yağdıracak kadar büyük belirtiler gerçekleştiriyordu.
İlk canavarın adına gerçekleştirmesine izin verilen belirtiler sayesinde, yeryüzünde yaşayanları saptırdı. Onlara kılıçla yaralanan, ama sağ kalan canavarın onuruna bir heykel yapmalarını buyurdu. 
Canavarın heykeline yaşam soluğu vermesi için kendisine güç verildi. Öyle ki, heykel konuşabilsin ve kendisine tapmayan herkesi öldürebilsin.
Küçük büyük, zengin yoksul, özgür köle, herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu.
Öyle ki, bu işareti, yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satın alabilsin, ne de satabilsin.
Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen, canavara ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı simgeler. Sayısı 666’dır.

Bunlara ek olarak İslam hadislerindeki Dabbe'yi andıran anlatımlara benzer anlatılara Daniel (Danyal) Kitabı'nda (דניאל) rastlanır:
Denizden birbirinden farklı dört büyük yaratık çıktı. Birinci yaratık aslana benziyordu, kartal kanatları vardı. Ben bakarken kanatları koparıldı, yaratık yerden kaldırıldı, insan gibi ayakları üzerine durduruldu. Ona bir insan yüreği verildi. İkinci yaratık ayıya benziyordu. Bir yanı üzerinde doğrulmuştu. Ağzında, dişleri arasında üç kaburga kemiği vardı. Ona, ’Haydi kalk, yiyebildiğin kadar et ye!’ dediler. Sonra baktım, parsa benzer bir başka yaratık gördüm. Sırtında dört kuş kanadı vardı. Bu yaratığın dört başı vardı ve ona egemenlik verilmişti. [21]

İslam kaynaklarına ve ondan önceki Musevi-Hristiyan teolojisine bakıldığında çoğu zaman olduğu gibi Yahudilerin Babil gibi çevre toplumlardan duyup kendine uyarladığı, türettiği efsaneleri daha sonra Muhammed'in de alarak Kur'an'a ilave ettirmiş olması güçlü bir ihtimaldir. Neticede Yahudi-Hristiyan teolojisine dair birçok konuyu ilan ettiği dinine eklemesi, diğerlerinin onun dinine geçmesini kolaylaştıracaktır.

Tuhaf olan ise Kur'an'da Muhammed'in eşleri ve onlarla ilişkileri hakkında yüzlerce ayet varken kıyamete dair önemli bir tema olan Dabbe'ye dair doğru düzgün, elle tutulur ifade ve anlatımlar bulunmamaktadır.

İLK DİNDEN DÖNENLER KUR'AN'I YAZMA GÖREVLİLERİDİR

Yazan: A.Kara
Kur'an'ı yazmakla görevlendirilen yazıcı katiplerinden dinden dönenler oldu mu? Aralarında öldürülenler veya kılıç zoruyla İslam'ı seçenler var mıydı?

İLK DİNDEN DÖNENLER, ĶUR'AN'I YAZMA GÖREVLİLERİDİR

Kur'an katibi olan, yani Muhammed'in en yakınında olan biri dinden çıkar mı? Çıkıyorsa, o dönemde yaşamış, olan biten her şeyi görmüş, vahiy katipliği yapmış biri bile Muhammed'in peygamber olduğuna inanmıyor ve dinden çıkıyor ise, o coğrafyada ve o çağda yaşamamış, hiçbir şeye şahit olmamış, eline bir kitap tutuşturulmuş olan bizlerin dini terk etmesine şaşırmamaları gerekir.

Abdullah Bin Sa'd Bin Ebi Serh (Sarh) (عبد الله بن سعد أبي سرح)
Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh, halife Osman'ın akrabası, süt kardeşidir. Muhammed bir kısım ayetleri vahiy katiplerine söyler, onlar da yazıya geçirirlerdi.

İlk vahiy katiplerinden Abdullah b. Sa'd b. Ebi Serh, Muhammedin hallerinden olsa gerek, vahiyden şüphelendi ve Mekke müşriklerinin yanına dönerek mürtet oldu. Bazı Müslümanlar bunun nedeninin katipliği sırasında vahyi kendi arzusuna göre tahrif etmesi, böylece müşriklerin İslâmiyet aleyhindeki çalışmalarını desteklemesi olduğunu söyler. Bu durumda, böylesi koşullarda yazılan Kur'an'ın değiştirilmemiş olduğuna inanmanın ne kadar doğru olacağı da büyük bir soru işaretidir.

Ebi Serh, aralarına döndüğü Kureyşlilere şöyle der: "Ben Muhammed'in yazdırdıklarına istediğim gibi tasarrufta bulundum. 0 bana, "Azizun hakim" diye yazdırırdı, ben "Alimun hakim" derdim. O da: "Evet, hepsi doğru!" derdi" [11]

İbn Ebi Serh'in Kur'an'ı tahrif ettiğine dair hadislerden biri şöyledir:
“Şurahbîl b. Sa’d dedi ki: En’am sûresinin 93. ayetinin ‘Allah'a karşı yalan uydurandan yahut kendisine hiçbir şey vahyedilmemişken, ‘Bana da vahyolundu’ diyenden ve ‘Ben de Allah'ın indirdiği ayetlerin benzerini indireceğim’ diyenden daha zalim kim vardır!’ kısmı Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber Mekke’ye girdiğinde; İbn Ebî Serh, sütkardeşi Hz. Osman’ın yanına kaçtı. Mekke ehli sakinleşinceye kadar Hz. Osman onu yanında sakladı. Sonra onu Hz.
Peygamber’in yanına kadar getirdi ve ona eman vermesini istedi” [9]

Mekke'nin fethinde, Muhammed, Abdullah Bin Sad'ın kanının heder olduğunu ve görüldüğü yerde öldürülmesini emredince Abdullah gidip süt kardeşi Osman'a sığınır, pişman olduğunu söyleyerek affedilmesini ister. Halife Osman araya girer ve Abdullah Bin Sad'ın öldürülmesini engelleyince Abdullah yeniden Müslüman olur. Ey korku, sen nelere kadirsin! [2][3][4][10][11]

Konuya dair İbn Abbas'tan bir rivayet şöyledir:
Nahl suresi 106. ayetin hükmü kaldırıldı ve aynı surenin 110. ayeti bu hükmün dışında bırakıldı. Hakkında bu ayet inen kimse Mısır’da valilik görevinde bulunan ve Hz. Peygamber’e vahiy kâtipliği yapmış Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh’tir. Şeytan onu şaşırttı. Kâfirlere katıldı. Bu yüzden Hz. Peygamber, Mekke fethi günü onun öldürülmesini emretti. Hz. Osman, onu himayesi altına aldı. Hz. Peygamber de bu himayeyi kabul etti.” [1]

Dinden dönen Kur'an yazma görevlisi Abdullah b. Sa'd için indiği söylenen Nahl 106'da şöyle yazar:
Nahl 106: "Gönlü imanla dolu olduğu halde, zor altında olan kimse müstesna, inandıktan sonra Allah’ı
inkâr edip, gönlünü kâfirliğe açanlara Allah katından bir gazap vardır; büyük azap da onlar içindir."

Daha sonra affedilince İbn Ebi Serh'i kast ederek Nahl 110'da şöyle yazdırılır: "Rabbin, türlü eziyete uğratıldıktan sonra hicret eden, Allah uğrunda savaşan ve sabreden kimselerden yanadır. Rabbin şüphesiz bundan sonra da bağışlar ve merhamet eder."

Yani eğer Nahl 106'nın hükmü uygulansaydı, dinden dönen vahiy katibi Abdullah b. Sa'd tehdit edilince geri gelip af dilemese başına gelecekler açık ve nettir. Af dileyip tekrar İslam'a girerek kafasının gövdesinden ayrılmamasını garantilemiştir.

Bir hadise göre Mekke'nin fetih gününde Muhammed'in 4 erkek ve 2 kadın haricinde herkese can ve mal güvencesi verir. (eman vermek). Hayatı ve malı tehlikede olan bu 4 erkekten biri de Abdullah b. Sa'd'dır. Muhammed halkını kendine biat etmeye çağırırken Sa'd halife Osman'ın yanına saklanır. Osman onu Muhammed'in yanına götürür ve "Ey Allah’ın elçisi, elini uzat da Abdullah biat etsin" der. Muhammed 3 kez ona bakar, üçüncüsünde biat etmesi için elini uzatır. [5]

Benzer rivayetlerde öldürüleceği açıklananların sayılarına, Abdullah affını istediğinde Muhammed'in tavırlarına dair farklı anlatımlar bulunsa da Abdullah'ın hep öldürülecekler arasında olduğu görülür. 
Örneğin bir hadiste öldürülmesi emredilenler  Abduluzzâ b. Hatal, Mıkyes b. Subabe, Abdullah b. Sa’d b. Ebî Serh ve Ümmü Sâre iken [6] bir başka hadiste bu kişiler  İbn Ebî Serh, cariye Fertenâ, şair İbn ez-Zeba’râ ve İbnü’l Hatal'dır. [7]
Hatta Tabakatü'l Kübra'da Muhammed'in İbn Ebi Serh'in öldürülmesini isterken "bu köpeği" veya "fasığı" öldürün dediği yazar. [8]

Abdullah Bin Hatal (Abdüluzza ibnu Hatal)
Abdullah bin Hatal'da mürtet olan bir diğer vahiy katibidir. Kettânî "Rasûl-i Ekrem’e herhangi bir konuda kâtiplik yapmış olanlar ve bunların sayıları" adlı yazısında el-Irâkî’den verdiği bilgide vahiy katiplerinin sayısının kırk ikiye kadar çıktığını söyler ve isimler arasında Abdullah b. Hatal da vardır. [31] İslam dinine geçip Medine'ye göç eden Hattal'a Muhammed tarafından zekat ve sadakaları toplama, yani tahsildarlık görevi verilir. [12][13][14] 

Abdullah b. Hatal’ın vahiy kâtipliği yaptığına dair bazı rivayetler şöyledir:
İbn Seyyidünnâs’tan aktarılan rivayete göre Hz. Ali şöyle demiştir: “İbn Hatal, Hz. Peygamber’in huzurunda yazardı. “gafûrün rahîm” indiği zaman O “Rahîmün gafûr” yazdı. Aynı şekilde “ Semîun alîm” indiği zamanda “Alîmün semî” yazar idi. [32]

Yani tıpkı Ebi Serh gibi o da Muhammed'in söylediği sözleri kendi isteğine göre yazıyordur. Fakat belirtmeliyim ki Müslümanlar bu hadisleri sahih görmedikleri için kabul etmezler.

Yine rivayete göre Abdullah Bin Hatal'ın emri altında Huzaa'lardan bir köle vardır. Bu köle ona hizmet edip yemeğini yapar. [15][16] bir gün bu köle uyuya kalıp Abdullah'ın yemeğini hazırlamayı unutunca Abdullah kızıp köleye saldırır, onu öyle döver ki öldürene kadar bırakmaz. [16][17][18][19][20] Kölesini öldürdükten sonra Muhammed'e bu konuda ne cevap vereceğinden korkar, İslam'ı terk eder, halktan topladığı zekat ve sadakaları da yanına alarak Mekke'li müşriklerin yanına geri döner. [16][19]

Fakat tüm bunlar, Kur'an katibi olup daha sonra dinden dönen birini kötü göstermek atılmış iftiralar da olabilir. Malum, günümüzde bile sırf dine inanmıyoruz diye onca itham ve iftiraya maruz kalıyoruz, dini inancın daha yoğun yaşandığı o dönemlerde insanların bu konudaki tutumunu hayal bile edemiyorum.

Konumuza dönersek, hadislere göre Abdullah, müşriklerin yanına dönünce müşrikler ona "Neden bizim yanımıza geldin?" diye sorarlar, o da "Sizin dininizden daha iyisini bulamadım" der. [17][16]

Bir gün İbn Hatal silahlanmış bir vaziyette atına binerek Mekke'nin yukarısından gelirken Said b. As'ın kızları ile karşılaşır. Onlar İbn Hatal'a, Muhammed'in Mekke'ye girdiğini haber verirler. 

Hatal onlara: "Vallahi göreceksiniz ki; vücutlar kılıç darbelerinden su tutmayan tulumların ağızlarına benzemedikçe onlar Mekke'ye giremeyeceklerdir!" der ve Handeme tepesine doğru çıkar. 

Rivayetlere göre Müslüman savaşçıların çarpışmalarını gören Hatal korkuya kapılır, atından inip silahlarını çıkarır ve Kabe'ye giderek Kabe örtülerini arasına gizlenir. Ka'b kabilesinden biri Hatal'ın çıkardığı zırh ve silahlarını, ayrıca terk ettiği atını alıp Muhammed'in yanına gider. [21]

Daha sonra Hatal'ı saklandığı yerde bulup öldürürler. Kimi rivayetlere göre Ebu Berzetü'l-Eslemî ile Saîd b. Hureysü'l-Mahzûmî'nin onu birlikte öldürdüğü anlatılırken bazı rivayetlerde onu yalnızca Ebu Berze'nin öldürdüğü ve "İbn Hatal'ı Kabe'nin örtüsüne asılmış olduğu halde çıkarıp, Rükünle Makam arasında boynunu vurdum! " dediği yazar. [16][22][23]

Osman'ın torpili sayesinde Abdullah Bin Sad idamdan kurtulmuştu. Fakat torpili olmayan Abdullah b. Hatal Mekke'nin fethinde öldürülür.

Fakat Muhammed'in öldürülmesini emrettiği kişiler arasında Hatal'ın Muhammed hakkında söylediği hiciv şiirlerini söyleyen şarkıcı 2 kadın kölesi Fertana (veya Kureyna) ve Emebe (Emeb) de vardı. [24][25][26][30]
Muhammed hakkında hiciv şiirleri söylediği için öldürülmeleri emredilen bu 2 kadın arasından Emeb, Mekke'nin fethinde yakalanıp öldürülürken Fertana kaçmayı başarır. [27][28] Her ne kadar Fertana kaçmayı başarsa da hazır Muhammed kendisi hakkında eman vermişken yayılmakta olan İslam dininin kılıcının keskin tarafından nasiplenmemek için Müslüman olur. [29]

DECCAL VE KÖKENLERİ

Yazan: A.Kara

İSLAM, MUSEVİLİK VE HRİSTİYANLIKTA DECCAL

Deccal, Hristiyan eskatolojisinde (dünyanın sonu ile ilgili konular) Mesih karşıtı, Musevilikte ise Armilos (Armilus) olarak bilinir. İslam'a göre Deccal, ahir zamanda ortaya çıkıp insanları saptıracak, fitne yayacak, kendini önce peygamber olarak tanıtacak, daha sonra ise tanrı olduğunu iddia edecek olan kişidir. Tabi bazı İslam alimlerince bir kişi değil de, bir ideoloji yada akım olduğu görüşü de ortaya atılmıştır.
İnanışa göre Deccal, Mesih tarafından öldürülecektir fakat Şia'ya göre onu öldürecek olan Mesih değil Mehdi'dir. [1][2]

Deccal'in ortaya çıkacağı yerle ilgili farklı rivayetler vardır ancak genellikle doğudan ortaya çıkacağı söylenir. Tek gözü kör olarak tanımlansa da hangi gözünün kör olduğu tartışmalıdır. Fakat ağırlıklı olarak sağ gözünün kör olduğuna dair rivayet ve görüşler hakimdir. Kusurlu bir göze sahip olmanın, genellikle kötü hedeflere ulaşmak için daha fazla güç verdiği düşünülür. [4]

İnanışa göre Deccal, Mekke ve Medine hariç her şehre girerek tüm dünyayı dolaşacaktır. [5] Sahte bir Mesih olarak insanları kandıracağına, aralarında Yahudiler, Bedeviler ve sihirbazlar da dahil olmak üzere birçok kişinin onun tarafından aldatılıp safına katılacağına ve bir iblis ordusunun ona yardım edeceğine inanılır.
Rivayetlere göre yine de onun en güvenilir destekçileri Yahudiler olacaktır. Deccal'in takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan bu Yahudiler kavramı muhtemelen Hristiyanların Deccal efsanelerinden bir kalıntıdır. [6]

Deccal, hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek, bitki örtüsünün aşırı büyümesine, çiftlik hayvanlarının daha çok üremesine ve ölmesine neden olarak ve güneşin hareketini durdurarak bazı mucizeler gerçekleştirecektir. [6]
Onun mucizeleri, İsa'nın gerçekleştirdiğine inanılan mucizelere benzer. İkisi arasındaki ilişki belirsizdir. Bir rivayette İsa'nın Kabe'yi tavaf derken Deccal'in onu takip ettiği ve ondan İsa'nın kötü, karanlık bir kopyası olarak bahsedildiği görülür [45]

Pek çok versiyonda anlatılanlara bakıldığında Deccal İsa'nın kötü bir varyantı gibidir. [7] İsa'nın Kuran'daki muğlak statüsüne benzer şekilde, ilahî olmayan ama yine de bir insandan daha fazlası olan Deccal, görünüşe göre alışılagelmiş birçok peygamberden daha niteliklidir. Bazı kesimler onu daha çok bir insan olarak görse de İslami geleneklerde insan formunda bir şeytan-iblis olarak tanımlanmaktadır. [8]

●►Sünniler İsa'nın safranla hafif boyanmış iki elbise giymiş ve elleri iki meleğin omuzlarına dayanır vaziyette Şam'daki Emevi Camii'sinin (Şam Ulu Camii) Doğu Minaresine ineceğine inanırlar.
Başını eğdiğinde, saçından su akıyormuş gibi görünecek, başını kaldırdığında ise saçları incilerle donatılmış gibi parıldayacaktır. Onun nefesi gözünün görebileceği yere kadar uzanacak ve kokusunu koklayan her inançsız ölecektir. [15]

Deccal, daha sonra Meryem oğlu İsa tarafından yakalanıp öldürüleceği, Tel Aviv'in 15 kilometre güneydoğusundaki Arap-Yahudi şehri Lod'un kapısına kadar kovalanacaktır.
Daha sonra Mesih'in haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi kaldıracağına ve tüm uluslar arasında barışı sağlayacağına inanılır.
İsa'nın kuralı adil olacak ve herkes tek gerçek dine dahil olmak için ona akın edecek. [16]

Haç'ın kırılmasının Hristiyanlığın sahte bir din olarak ilan edilmesini ve Haç'a duyulan saygının sona ereceğini sembolize ettiği söylenir.
Domuzun öldürülmesinin ardındaki anlam din adamları tarafından hala tartışılmaktadır. Bazıları, domuzun üç İbrahim inancının öğretilerine aykırı olduğunu ve Hristiyanların, Yahudiler ve Müslümanların aksine domuz eti tüketmeyi yasaklayan Kutsal Kitap kurallarına aykırı davrandıklarını düşünerek domuzun öldürülmesinin Hristiyanların bu yanlışını işaret edip ortadan kaldırdığını söylemektedir.

Şimdi hadislerdeki anlatılara bakalım:

1) "Ben, Deccal ile beraber olanı ondan daha iyi bilirim. Onun yanında akar iki nehir vardır. Onlardan biri dış görünüş itibarıyla beyaz bir sudur, diğeri alevlenmiş bir ateştir. Sizden biri ona yetişirse ateş olarak gördüğü nehre gelsin. Sonra başını daldırıp ondan içsin, çünkü o, soğuk bir sudur. Deccal’in sol gözü yoktur, üzerinde kalın bir perde vardır. İki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okuması olan olmayan her Müslüman o yazıyı okur." [3]

2) Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den: o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Ben bu gece ru'yâmda kendimi Ka'be'nin yanında buldum. Ve ben orada esmer bir adam gördüm ki, o görmekte olduğun esmer erkeklerin en güzeli idi, onun kulak memelerine geçmiş bir saçı vardı ki, o da görmekte olduğun saçların en güzeli nev'inden olup, bunları taramış idi. Ve bu saçlar su damlatıyordu. Bu zât iki adam üzerine -yâhud: İki adamın omuzları üzerine- dayanarak Ka'be'yi tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum.
— Bu, Meryem 'in oğlu Mesih 'tir, denildi.

Bu sırada ben, düz değil çok kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi olan bir adamla karşılaştım. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum. Bana:
— Deccâl Mesih'tir, denildi" [45]

3) “Ebû Saîd el–Hudrî’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle buyurdu:
“Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa doğru gider. Deccâlin silâhlı adamları onun önüne çıkarak:
– Nereye gitmek istiyorsun? diye sorarlar.
– Şu ortaya çıkan adamın yanına, der. Deccâlin adamları:
– Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun? diye sorarlar. O da:
– Bizim Rabbimizin gizli bir yanı yok ki onu bırakıp başkasına inanalım, der. Deccâlin bazı adamları:
– Öldürün şunu, derler. Bir kısmı ise:
– İlahınız deccal, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı mı! derler ve o mü’mini deccâlin yanına götürürler. O mü’min deccâli görünce diğer mü’minlere:
– Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah’ın kendisinden bahsettiği deccâldir, diye seslenir. O zaman deccâl adamlarına:
– Bunu iyice bir dövün, der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl tekrar, “Yakalayın şunu, yarın kafasını”, der. Onun sırtını, karnını dayaktan geçirirler. Bu defa deccâl, “Bana iman etmiyor musun?” diye sorar. O mü’min:
– Sen yalancı Mesîh’sin, der.

Deccâlin emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler. Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten sonra ona:

– Ayağa kalk! der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar:
– Bana iman ediyor musun? diye sorar. O da:
– Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti, dedikten sonra halka dönerek, ‘Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp diriltemez’, der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır haline dönüştürür; bu sebeple deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine deccâl onun ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu cehenneme attığını zanneder. Halbuki o cennete atılmıştır.”

Resûlullah sözünü şöyle tamamladı:
“İşte bu mü’min, âlemlerin Rabbine göre insanların en büyük şehididir.” [41]

4) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir" buyurdu. [42]

5) Bana İbrâhîm ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn İbrahim'den; o da dedesi İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan; o da Ebû Bek-re(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Medine'ye Deccâl Mesih'in (değil kendisi) korkusu (bile) giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak, her kapı önünde (koruyucu) iki melek bulunacaktır" buyurmuştur. [43]

6) Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Kıyametin üç alameti vardır, onlar zuhur edince, "daha once inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez" (En'am, 158) Güneşin battığı yerden doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz." [44]

●►Kadıyânîlik'te (yada Ahmedîyye / Kadıyânîyye) Deccal'in ortaya çıkışına ilişkin kehanetlerdeki Deccal tek bir kişi olmaktan ziyade Hristiyanlık gibi sahte bir dine odaklanmış olan spesifik bir gruptur. 
Ahmedîler Deccal'i özellikle İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra, 15.yy'da Keşif Çağı ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanarak dünya çapında yayılan Avrupa ülkeleri ve Hristiyanlık dini ile özdeşleştirir. [17] [18] [19] [20] [21]

Diğer eskatolojik temalarda olduğu gibi Ahmedîye hareketinin kurucusu Mirza Gulâm Ahmed'de bu konu hakkında kapsamlı yazılar yazdı.

Deccal'in özellikle Gulâm Ahmed tarafından kolonici misyonerlerle özdeşleştirilmesi, Deccal'in Adem'in yaratılışından bu yana ortaya çıkan en büyük musibet olarak anlatıldığı hadisindeki anlatımlar ve Kehf, Fatiha gibi belirli Kur'an ayetleri ve hadislerle ilişkilendirerek ortaya çıkmıştır. Böylece Deccal'in hükümdarlığının Hristiyanlığın hakimiyetine denk geldiğini söylemiştir. [24] [22]

Deccal'in hadis literatüründe anlatılan sıfatları, sembolik temsiller olarak ele alınıp, Kur'an ayetleriyle uyumlu hale getirilerek Allah'ın taklit edilemez sıfatlarından ödün vermeyecek şekilde yorumlanır. Örneğin Deccal'in sol gözü aşırı büyük iken sağ gözünün kör olması onun (onların) dini ve manevi anlayıştan yoksun, ancak maddi ve bilimsel başarıda mükemmel olduğunun göstergesi olarak yorumlanır. [23] Aynı şekilde Deccal'in Mekke ve Medine'ye girmeyecek olması da kolonici misyonerlerin bu iki yere ulaşmadaki başarısızlığının işareti olarak yorumlanmaktadır. [24]

●►Şia'da ise peygamber evinden on ikinci imam olarak gördükleri Mehdi'nin yeniden ortaya çıkışının alametlerinden biri Deccal'in gelişidir. [25]

Bir Şii hadisi şöyledir: "Mehdi'yi inkar eden Allah'ı inkâr etmiş, Deccal'ı kabul eden de Allah'ı inkâr etmiş (kâfir olmuştur)."
Muhammed'e atfedilen bu Şii hadisi Deccal'in dönüşünü ve Mehdi'nin yeniden zuhur etmesi olayını vurgulamaktadır. [26]

Bir başka hadiste şöyle yazar:
Deccal ile ilgili soru sorulduğunda Ali şu açıklamayı yaptı:
Deccal'in adı Said bin Said'dir. Dolayısıyla ona destek olan talihsizdir. Ve onu inkar edenler şanslıdırlar. İsfahan'ın Yahoodiya köyünden çıkacak. Alnında okuma yazma bilmeyenlerin bile okuyabileceği şekilde şöyle yazacak: "Kafir".

Denizlere atlayacak. Güneş onu takip edecek. Önünde bir duman dağı olacak ve onu beyaz bir dağ izleyecek, ki bu dağ kıtlık zamanlarında bir yiyecek (ekmek) dağı zannedilecek. Beyaz bir eşek üzerine monte edilecek. O eşeğin bir adımı bir mil olacak. Hangi kaynak veya kuyuya ulaşırsa ulaşsın onu sonsuza kadar kurutacak. Cinlerden, insanlardan ve şeytanlardan doğuda ve batıda herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle seslenecek. [28][29]

Şii'lere göre Deccal, insani ihtiyaçları olan tek gözlü bir adam olmasına rağmen takipçilerine kendisinin tanrı olduğunu söyleyecektir. Muhammed Deccal'in bu aldatıcı iddiasıyla ilgili olarak sahabeyi ve müminleri şiddetle uyarmıştır.
Bir hadise göre "Deccal, gerçekten de annesi tarafından Mısır'da doğurulacak ve doğuşu ile ortaya çıkışı arasından otuz yıl geçecek.
Şam'ın doğu kapısına inecek ve ardından halifeliğin verileceği Doğu'da görünecek."

Müslim'in bir rivayetine göre Deccal'in, Yemen Denizi'ndeki bir adada, bir manastır veya sarayda hapsedildiği söylenir. Bazı hadisler onun Horasan'dan çıkacağını bildirirken, bazıları Şam ile Irak arasında bir yerde görüneceğini söylüyor.[27]

İnsanlar onun sihri ve büyücülüğü tarafından aldatılacak ve onun Mesih olduğu iddia edilecek. Ortaya çıktığı ilk gün 70.000 Yahudi onu takip edecek. Yeşil başlık takacaklar. Onu kendilerine vaat edilen kurtarıcı, kutsal kitaplarında anlatılan kişi olarak kabul edecekler. Bu inançlarının asıl nedeni de Müslümanlara düşmanlıkları olacaktır.
İnanışa göre Deccal Müslümanlara karşı savaşacaktır ki bu aslında siyonistlerin ve Yahudilerin asıl amacı olacaktı. Bu yüzden Deccal'in Siyonizm uğruna terörü ve yıkımı artırmaya devam edeceği söylenir.

Cafer el-Sadık, Hz.Muhammed'den, Deccal'in takipçilerinin çoğunun gayri meşru ilişkiden doğan insanlar, alkolikler, şarkıcılar, müzisyenler, bedeviler ve kadınlar olacağını aktarır. Mekke, Medine ve Kudüs dışında tüm dünyayı dolaşacak. Yeryüzü öylesine kontrolünde olacak ki harabeler bile hazineye dönüşecek ve onun emriyle yeryüzü bitki örtüsü filizlenecektir. İner inmez bir nehrin akmasını ve sonra geri dönmesini ve son olarak kurumasını emredecek ve nehir onun emrini takip edecektir.
Dağlar, bulutlar ve rüzgar bile onun tarafından kontrol edilecek. Bundan dolayı takipçileri giderek artacak ve sonunda kendisini Tanrı ilan edecek. [25]

Bir hadis dünyanın dönüşeceği durumunu şöyle anlatır. "Deccal'in gelişinden beş yıl önce kuraklık olacak ve hiçbir şey ekilmeyecek. Öyle ki tüm toynaklı hayvanlar yok olacak". Onun ortaya çıkmasından sonra dünya şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalacak. Yanında yiyecek ve su olacak. Pek çok kişi onun taleplerini sadece yiyecek ve su için kabul edecek, tüm dünyaya zulüm edecek ve onu kabul etmeyen öldürülecektir. [30][31][32][33]

Deccal'in asıl amacı halkın fitnesi ve imtihanıdır, ona uyan İslam'dan çıkar, onu inkar eden mümin olur ve müminlere en kötü şekilde işkence edilir. [25]

Mehdi tekrar ortaya çıktığında İsa'yı temsilcisi olarak atayacaktır. İsa Deccal'e saldıracak ve onu Lod kapısında yakalayacaktır. Ali'nin rivayetlerine göre Mehdi döndüğünde namaz kıldıracak ve İsa onu takip edecek. [34][35][25]

Ali, bir vaazında Deccal'in yenilgisinden bahsederek Deccal'in Hicaz'a doğru yola çıkacağını ve İsa'nın Harşa geçidinde onu durduracağını söyler.
İsa ona korkunç bir şekilde haykıracak ve sağlam bir darbe indirecek. Deccal tıpkı ateşte eriyen kurşun gibi yanan bir ateşte eriyecek. [36][25]

Muhammed el-Bekir, Deccal'in doğacağı zamanda insanların Allah'ı bilmeyeceklerini, dolayısıyla Deccal'in kendisinin Allah olduğunu iddia etmesinin kolay olacağını anlatmıştır. İsa bu sırada göklerden inecektir. Mehdi'nin önderliğinde dua edecek ve Deccal'i öldürecek böylece Mehdi'nin tüm dünyaya barış ve sükunet yaymasına yardımcı olacaktır. [37]

●►Musevilikte Deccal'in adı Armilus'tur (Hebrew: ארמילוס‎). Armilus (Armilos veya Armilius) [9] Orta Çağ Yahudi eskatolojisinde Mesih karşıtı bir figürdür.
Adının Roma'nın kurucularından biri olan Romulus'tan veya Zerdüştlükteki şeytani ilke Ahriman'dan (Arimainyus = Armalgus) türetilmiş olabileceği düşünülür. [12]

Armilo'dan bahseden ilk metin, VII. Yüzyıldan kalma Zerubbabel Kıyametidir. 1519'da Konstantinopoli'de yayınlanan ve 11.yüzyıldan kalma midraşik bir metin olan Midraş Vayoşa, Armilus'u kel, kısmen sağır, sakat ve cüzzamlı olarak tasvir eder. [13] [14] Zerubbabel ise onu fiziksel olarak insanlık dışı, muazzam bir boy ve kırmızı gözlere, altın rengi saçlara, yeşil tene ve iki başa ait olarak tanımlamaktadır. [38][14]
Bu figür, tüm Dünya'yı fethedecek ve Kudüs'ü merkezi haline getirerek Allah'ın Elçisi veya gerçek Mesih tarafından yok edilene kadar inananlara zulüm edeceğine inanılan Hristiyan ve İslam'daki Deccal'in ortaçağ yorumlarıyla karşılaştırılabilir. Onun kaçınılmaz sonu ise Mesih Çağı'nda iyinin kötüye karşı nihai zaferini simgeler.

Zerubbabel Kitabı veya Zerubbabel Kıyameti olarak da adlandırılan Sefer Zerubabel MS 7. yüzyılın başında yazılmış bir ortaçağ İbranice kıyamet kitabıdır ve Zerubbabel'in görülerine, rüyalarına dayanır. Tıpkı Daniel Kitabı gibi. [9] İsrail tarihinde önemli bir rol alan Zerubbabel [10] [11] MÖ 6. yüzyılda İkinci Tapınağın temelini atan ve Davud'un neslinden olan son kişidir. [9]

Armilus'un Bizans imparatoru Herakleios için bir kriptogram (şifreli yazı) olduğu ve Sefer Zerubbabel'de anlatılan olayların Herakleios'a karşı gerçekleştirilen Yahudi isyanına denk geldiği düşünülmektedir. [10]

Midraş Vayoşa (Midrash Vayosha) Zerubbabel ve diğer metinlerde kendisinden bahsedilen Mesih karşıtı Armilus, zamanın sonunda ortaya çıkacak ve İsrail'e büyük sıkıntı çektirip daha sonra İsrail'i fethedilecek bir kraldır.
Armilus Yahudilere sırt çevirir ve kendini Tanrıları olarak tanımaya zorlar. Fakat Musa'nın mucizelerini gösteremeyince insanların gözünde şeytan konumuna düşer. [39][40] Canavar daha sonra Yecüc ve Mecüc de dahil olmak üzere bir putperest ordusunun başında Yahudilere savaş açar ve bir Nehemya'lının önderliğinde savaşmaya giden 30.000 Yahudi ile yüzleşir. [38] Armilus ve güçleri galip gelerek Yahudileri katleder ve onları çölde büyük sıkıntıların ortasında yaşamaya zorlar, ta ki Tanrı mesih Davut'u ve peygamberi İlyas'ı melekleri ile birlikte gönderene kadar. Bu sefer kötüler Tanrı ile yüzleşir ve yenilirler. Mesih nefesinin gücüyle Armilus'u yok eder Zerubbabel'de Mecüc'ün yerini alır ve Mesih ben Joseph'i yener. [11]

Şeytan ve bir bakirenin ya da Şeytan ve bir heykelin soyu olduğu söylenen bu figürün kökeni, Hristiyan öğretisi, efsanesi ve kutsal metinleriyle olan çeşitliliği ve açık ilişkisi nedeniyle Yahudi Ansiklopedisi tarafından sorgulanabilir olarak kabul edilir. ] [12]

●►Hristiyanlıktaki Deccal, yani Mesih karşıtı tek bir kişidir fakat aynı zamanda Hristiyanlığa karşı olan ve İsa'ya inanmayanlardan da Mesih karşıtı diye bahsedilir ve onlar tıpkı Müslümanlar gibi "Rab Mesih değildir" diyecektir.

Bazıları Vahiy 13'deki denizden çıkan canavar veya yerden çıkan canavarın da Deccal olduğunu, sadece burada ondan canavar olarak bahsedildiğini söylese de bu anlatılar Deccal değil de Dabbe'tül-Arz tanımına daha yakındır. 

Deccal anlatımları için İncil'e göz atalım.

1.Yuhanna 2:18: "Çocuklar, bu son saattir. Mesih Karşıtı’nın geleceğini duydunuz. Nitekim şimdiden çok sayıda Mesih karşıtı türemiş bulunuyor. Son saat olduğunu bundan biliyoruz."

1.Yuhanna 4:3: "İsa’yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir. Böylesi, Mesih Karşıtı’nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o şimdiden dünyadadır."

2.Selanikliler 2:3-4: Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü imandan dönüş başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.

2.Selanikliler 2:9-12: Yasa tanımaz adam, her türlü mucizede, yanıltıcı belirtilerle harikalarda ve mahvolanları aldatan her türlü kötülükte sergilenen Şeytan’ın etkinliğiyle gelecek. Mahvolanlar, gerçeği sevmeye ve böylece kurtulmaya yanaşmadıklarından mahvoluyorlar. İşte bu nedenle Tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç gönderiyor. Öyle ki, gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi yargılansın.

Markos 13:5-6; Matta 24:4-5: İsa onlara anlatmaya başladı: “Sakın kimse sizi saptırmasın” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi saptıracaklar.

Luka 21:8: İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin.

KİMSİN SEN DÜNYADA?

Yazan: Kirpi


KİMSİN SEN DÜNYADA?

Nedir dünya? Sonsuzluk içinde ayak bastığımız bir parça taş ve toprak mı? Yoksa sonsuz bir hayat kazanmak için imtihan edildiğimiz bir yer mi? Yoksa Tanrıya kulluk için mi geldik dünyaya? Allah neden göndermiş bizi dünyaya? Ona kulluk edelim diye mi? İsrailoğullarına kitap gönderip sizi alemlere üstün kıldık deyip firavunu öldürtmesi sonra İsa'yı gönderip sizi lanetledim demesi en sonda Muhammed'i gönderip hepinizi lanetledim kafirler demesi mi Allah'a yapacağımız kulluk? Sonsuz kudret sahibinin kendi dinini yayması için elimize kılıç verip bizleri cihada göndermesi mi yapacağımız kulluk? Doğrusu ne yaşadığımız bir yerdir, ne imtihan edildiğimiz ne de kulluk ettiğimiz. Yaşamak dediğimiz başkalarının emeği üzerinden istihdam sağlayıp başkalarını sömürmek her şeyin en iyisini, fazlasını kazanmak hırsıysa yaşamadık demek. Nasıl yaşayalım ki? Bizler iş, aş veriyoruz diye sömürdüğümüz insanlara emekçi ismi taktığımız zaman birileride bizlere aynısını yapıyor. Bu piramitin ne başı ne sonu vardır. Zira her insanin kendini benzetmek istediği bir idolü vardır. Üstelik o idollerin ölmüş, yok olmuş olması gerçeği de insanları vazgeçirmeye yetmiyor.

Her grupta kendisini dünyanın asıl sahipleri sanarak başkalarını kendilerine tabi olması gereken kişiler olarak görüyorlar. Kendi gerçekleri için yeri geldiğinde savaşları, katliamları bile göze alabiliyorlar. Fakat unuttukları bir şey var. Hiç bir ideoloji dünyanın tamamına hakim olamadı ve hiçbir zaman da olamayacak. Dayatılan ideolojilere direnen birileri hep olacak. Fakat ne tuhaftır ki dayatılan ideolojilere direnen insanlar da sonunda kendi ideolojilerini dayatmaya kalkışmışlar. İşte iktidarın kör ettiği vicdanlar. Güçsüz, sayıca az olduğumuz zamanlarda ezilenlerin yanında olduğumuz halde iktidar olduğumuzda içimizdeki kötülük dışarı çıkıyor. Tıpkı Şehzadeyken adalet, vicdan dersleri veren, kardeş katlini kötüleyen insanlar tahta geçtiğinde kendi kardeşlerini rakip olarak görüp canlarına kıyması gibi. Peki ne için? Dünya için mi? O insanlar bilmiyor muydu bu dünyadan hiçbir şey götüremeyeceğini? Tabi ki biliyordu. Fakat bu gerçekler onların kendi gerçeklerini uygulamalarına engel olamadı. Sen olsaydın bunu yapar mıydın?

Dünya mali için kendi kardeşine kıyar mıydın? Hepiniz kıymazdım diyorsunuz değil mi? Emin misiniz? Bir düşünün. Orta çağda parayı harcayabileceğin fazla bir yer yok. En fazla her gün en iyi şarapları içip en güzel kadınlarla, erkeklerle para karşılığı gönül eğlendirirdin. Ya şimdi? Lüks arabaların, lüks evlerin olduğu bir dünyada yaşıyoruz . Parasını verip uzaya bile gidebileceğin bir dünyada para için güç, kudret için kardeşine kıymaz mıydın? Kıyanlar olurdu elbet. İnsanız sonuçta. Hepimizin hayalleri var. Hayallerin gerçekleşmesi içinse para gerek.

Para nedir bilir misin? Para - Sende olduğu zaman telefonun eş , dost, akraba, dost aramalarından susmazken, sende olmadığı zaman en fazla birkaç yıldan bir bayramlaşmak için akrabalarını yanına getiren (tabi gelirlerse) kağıt parçasıdır. Para el kiridir derler. "Ellerim hiç temiz olmasın ama param olsun" diyen varlıklarsa insanlardır hatırlatayım.

Para için elinin kesileceğini göze alıp hırsızlık yapan, kendi sevdiklerini dolandıran, bir insanı hatta bir toplumu öldürmeye hazır olan varlıktır insan. Ölümlüdür aynı zamanda. Tabutu taşınırken ellerinin dışarıda bırakılmasını isteyen ve bu yolla insanlara dünyadan hiçbir şey götüremediği mesajını veren varlıktır insan. Karıncaları incitmekten sakınıp dünya malı için kendi evlatlarına, torunlarına kıymış olsa bile. Fakirler hırsızlık yapamadığı için fakirdir diye sosyal mesaj verenler şimdi Ejder meyveli Smoothie içiyor. Ne hoş değil mi? Peki sen ne yapıyorsun? Dur tahmin edeyim. Yoksa sen köylü milletin efendisidir masallarıyla kandırılıp gece gündüz üç beş kuruş için çalıştırılan köylü müsün? Değil misin? O zaman o kandıranlara sarhoş deyip namaz kılarak, kürsülerden Kur'an ayetleri okuyarak din pazarlayanların kurduğu Bizans İmparatorluğunun sahibinin borçlarını ödeyen zavallı, dolaylı vergi rekortmenisin. Ama kendini küçük görme. Rekortmen olmanın yanı sıra birde ses uzmanısın. 

Tabi. Allah'ın Adem'in çocuğuna işlediği suçu saklamayı karga yardımıyla öğrettiği gibi evladına suçu nasıl örtbas edeceğini telefonla anlatanların sesine montaj diyebilecek kadar uzmanlığın var.

Belkide Bayrak, Mushaf sallayarak dini duygularını gıdıklayan birilerinin fişteklemesiyle insanları otel odasına sokup yakanlardansın? Değil misin? O zaman para istediği ses kayıtları ortaya çıkacak korkusuyla bir gün önce “BANA KARŞI MONTAJLI BİR İFTİRA HAZIRLANIYOR” diyen matematikçilerdensin.

Tüm Kur'an'ı incelediğini ve matematiksel sayılarla kodlandığını söylerken Nisa suresindeki hatalı miras paylaşımı ayetlerini soran insana canlı yayında "o ayetleri incelemedim" diyenlerdensin. Onları mahkemeye vereceğim diyerek 4 senedir bir sayfalık iddia mektubu yazamayanlardansın. Onlardan da mı değilsin? O zaman cebinde kibrit kutuları içinde cennete adam sokanlardansın. Binlerce dolarlık yalılarda şeker hastalığından muzdarip olanlardansın. Yalıda otururken de yoksullara rızk duası yapanlardansın. Belki fes takıp coca cola bile diyemezken tarih hocalığı yapan, cinlere kitap yazdıranlardansın. Yada dur. Belkide gözünü kapatıp Allah'la iletişime geçip cevap geldiğinde elektrik çarpmış tavuk gibi havaya zıplayanlardansın. Aman be. Ben ne bileyim kimlerdensin. İstersen ateist ol. Bana ne kardeşim. Sonuçta ölecek misin? Öleceksin. Baki kalan dünyadır. Peki dünya kimdir? Kimlerdendir? Bırakalım da bu soruya cevabı ünlü Azeri şairlerinden Ramiz Rövşen versin.

Benim yavrum bu dünyayla oynama
Sen cevansın dünya eski dünyadır
Düşman nedir? Dost evini dost yıkar
Bilen bilir dünya nasıl dünyadır

Ömre,güne güven olmaz ezelden
Birde tekrar yaprak olmaz gazelden
Beşiğinden bize tabut düzelten
Beleyinden kefen diken dünyadır

Kim ne anlar bu zalimin işinden
Nicelerini geçirmiş dişinden
Katı yapış şapkandan, başından
Baştan şapka kapıp kaçan dünyadır

ZAVALLI MARİYE VE İBRAHİM

Yazan: Pante


ZAVALLI MARİYE VE İBRAHİM


Hicretin 7. yılında Mısır’ın İskenderiye kralı Mukavkıs’a İslam’a davet için elçi gönderilir.  Mukavkıs, Mâriye (Mariya) ve Şirin (Sîrîn) isimli iki cariye, Mebur ya da Cureyh adında bir köle, bin miskal yani yaklaşık olarak 5 kg. altın, 20 takım elbiselik Mısır kumaşı, Düldül adında bir katır, Afir adında bir merkep, bir miktar bal, çeşitli misk ve esanslar hediye ediyor.

Mâriye aslen Habeşistanlı olup Rum asıllı bir Hristiyandır. 20 yaşlarında genç ve güzel bir kadındır. Şirin ile kardeştir. Onları getiren elçi Hatîb bin Ebî Belteâ ya da kafiledeki Safvan bin Muttalib yolda Şirin’le cinsel ilişkiye girer.

Bu yüzden Muhammed, Şirin’i arkadaşı şair Hasan’a verir, Mâriye’yi kendisine alır.

Muhammed, zaman zaman Mâriye ile de ilişkiye girer. Hatta bu ilişkilerinden birinde eşlerinden Ömer’in kızı Hafsa’ya yakalanır. İşin kötüsü, evde olmadığını fırsat bilerek Hafsa’nın yatağını kullanmıştır ve Hafsa’nın asıl kızgınlığı da bunadır. Hafsa’yı teskin etmeye çalışır. Bu olaydan kimseye bahsetmemesi için ona vaatlerde bulunur. Tefsircilere göre bu vaatlerden biri Mâriye ile bir daha yatmayacağına dair yemin etmesidir. Mâriye ile ilgili bu yemin, Tahrim suresinin yazılış sebebine gösterilen ihtimal olaylar arasında görülür. [1] [2] [3]

Mâriye hamile kalmıştır ve hicretin 8. yılı bir erkek çocuk doğurur.  Bu, Muhammed’in çok yaşamayıp bebekken öldüğü söylenen oğlu İbrahim’dir. Fakat daha hamileyken Mâriye hakkında yayılan zina söylentileri Muhammed’i kuşkuya düşürür. Çocuk yoksa başkasından mıdır?

Bu konuda Taberi, Mâriye’nin Muhammed’e çocuğun başkasından olduğunu söylediği rivayetine yer verir. [4]

“İbrahim’in babası Muhammed değildir” söylentileri çoğalınca, Muhammed’in Mâriye’nin recmedilmesini istediği söylenir. Fakat adam onu cezalandırmadan geri dönüp şu gerekçeyi öne sürer:
“Kadın henüz doğum yapmış; dolayısıyla onun kanaması devam ediyor, o yüzden cezasını erteledim” Muhammed de buna karşın o adama,
“İyi ettin; daha sonra onun kanı kesilince gider cezasını uygularsın” karşılığını verir.
Daha sonra Muhammed aynı adama ,“Git Mâriye ile ilişkiye giren adamı öldür” talimatını verir. Adamı cezalandırmadan dönünce gerekçesini Muhammed’e şöyle açıklar: “Adamın yanına varınca gördüm ki, onun tenasül organı yok; Hal böyle olunca nasıl zina yapabilir ki! Bu nedenle ben onu öldürmekten vazgeçtim”. Bunun üzerine Muhammed, “İyi ki onu öldürmedin” karşılığını verir.

Böylece Mâriye de recm edilmekten kurtuluyor. [5] [6]

El-Tabakat ul-Kubra” kitabının yazarı; Enes b. Malik’ten şöyle nakletmiştir:
“İbrahim’in annesi ve Peygamber’in (s.a.a) cariyesi olan Mâriye; kendi evinde yaşıyordu. Kıpti onun yanına geliyor; ona su ve odun getiriyordu. Halk onlar hakkında şöyle dedi: Onlar beraber oluyorlar. Bu söylenti Peygamber’e (s.a.a) ulaştı. Hz. Ali’yi (a.s) Kıpti’nin peşine gönderdi. Hz. Ali (s.a) onu hurma ağacının üstünde gördü. Kıpti Hz. Ali’nin (s.a) kılıcını görünce durakladı ve üstündeki elbiseyi yukarı kaldırdı. Onun erkeklik cinsi organı olmadığı ortaya çıktı. Hz. Ali (a.s) Peygamber’in (s.a.a) yanına geri döndü. Peygamber’e (s.a.a) şöyle dedi: Ey Allah’ın Resulü (s.a.a) bizlerden birine bir işi emrettiğiniz zaman; o işin tersiyle karşılaşırsak size geri dönüp haber verelim mi? Resulullah (s.a.a) buyurdu: “Evet.” Hz. Ali (s.a) gördüklerini anlattı. Sonra Mâriye İbrahim’i dünyaya getirdi. Cebrail (s.a) Peygamber’in (s.a.a) yanına gelerek dedi ki: “Selam olsun sana ey İbrahim’in babası Resulullah (s.a.a)”. Bu sözle rahatladı.” [7] [8] [9]

İmam Rıza’dan şöyle nakledilmiştir:

İmam Rıza; huzurunda bulunan şialarına şöyle dedi:
Mâriye hakkında söylenen iftirayı ve Resulullah’ın oğlu İbrahim’in doğumunda onun hakkında iddia edilen şeyi biliyor musunuz?
Şialar dedi: Ey efendimiz siz daha iyi bilirsiniz, bize de bildirin.
İmam Rıza buyurdu:
Mâriye’yi Mukavkıs Resulullah’a hediye etti. Resulullah Mariya’yı kendisi için ayırdı. Mariya’yla birlikte bir de erkek köle vardı. O köleye Cureyh denirdi. Her ikisi iyi birer Müslüman olup iman getirdiler. Sonra Mariya Resulullah’ın kalbinde yer edindi. Peygamber’in bazı eşleri Mariya’yı kıskanmaya başladı. Ayşe ve Hafsa babalarının yanına gelerek; Resulullah’ın Mariya’ya gösterdiği ilgi ve fedakârlıktan şikâyet ettiler. Nefisleri onları aldatarak; Mariya’nın İbrahim’e Cureyh’ten hamile kaldığı fikrini verdi. Cureyh’in hizmetçi olduğunu sanmıyorlardı. İkisinin babaları (Ebubekir ve Ömer) Resulullah’ın yanına gelip; karşısında oturdular. Sonra şöyle dediler: Ya Resulullah, sizin hakkınızda belli olan bir hıyaneti saklamak bize caiz değildir.
Resulullah dedi: Siz ikiniz ne diyorsunuz?
Şöyle dediler: Ya Resulullah Cureyh ve Mariya büyük bir günah işlediler.
Mariya’nın hamileliği Cureyh’ten dir, senden değil.
Resulullah’ın yüzünde sinirlilik belirdi, rengi değişti. O ikisinin dediğinden dolayı Resulullah’ta durgunluk oluştu. Sonra şöyle dedi:
Vay olsun ikinize; neler söylüyorsunuz? İkisi: Ya Resulullah biz Cureyh’i Mariya’nın yanında gördük. Şakalaşıp, oynaşıyorlardı. Mariya’dan erkeklerin kadınlardan istediğini istiyordu. Cureyh’in peşine birisini gönder. Onu bu halde bulacaksın.
Onun için Allah’ın hükmünü uygula. Peygamber Hz. Ali’ye yöneldi ve şöyle dedi:
Ey Hasan’ın babası zülfikarı da alıp kalk; Mariya’nın bahçesine git.
Eğer onları bu ikisinin dediği gibi bulursan; öldür. Sonra Hz. Ali kalktı ve kılıcını elbisesinin altından boynuna astı. Resulullah’ın huzurundan ayrılırken; ona yönelerek şöyle dedi: Ya Resulullah bana emrettiğinizi kesin neticesine ulaştırayım mı, yoksa hazır olan hazır olmayandan farklı şeyler görebilir mi? Peygamber O’na dedi:
Sana feda olayım ey Ali; elbette hazır olan olmayanın görmediğini görür.
Hz. Ali kılıcını eline alıp yola düştü. Mariya’nın bahçesinden yukarı çıktı. Mariya bahçenin ortasında oturmuştu. Cureyh de onun karşısında edepli bir şekilde davranıyor ve Resulullah’ın büyüklüğü, üstünlüğü ve kerameti hakkında konuşuyorlardı. Bu sırada Cureyh Hz. Ali’nin eli kılıçlı orda olduğunu gördü. Cureyh bahçedeki bir hurma ağacına tırmandı. Hz Ali bahçenin içine indi. Rüzgâr Cureyh’in elbisesini yukarı kaldırıp; onun cinsi erkeklik organı olmadığını ortaya çıkardı. Hz. Ali dedi: Ağaçtan aşağı in ey Cureyh. Cureyh şöyle dedi: Ya Emir-el Müminin canım güvende mi? Hz. Ali dedi: Canın güvendedir. Cureyh ağaçtan aşağı indi. Hz. Ali onun elini tutup; Resulullah’ın yanına getirdi. Onu Resulullah’ın karşısında durdurarak şöyle dedi: Ey Resulullah Cureyh memsuh (cinsi organı olmayan) bir hizmetçidir. Resulullah yüzünü duvara doğru çevirdi ve sonra şöyle buyurdu: Ey Cureyh o ikisinin (Ebubekir ve Ömer) Allah ve Resulüne karşı olan; yalan, ayıp ve küstahlıklarının ortaya çıkması için; bedenini soyundur. Cureyh elbisesini çıkardı. Cinsi organı olmayan bir hizmetçi olduğu ortaya çıktı.
Ebubekir ve Ömer kendilerini Resulullah’ın önünde yere atarak: “Ya Resulullah biz tövbe ediyoruz; bizim için bağışlanma dileyin” dediler. Resulullah buyurdu:
“Sizde bu küstahlık oldukça; Allah tövbenizi kabul etmez. Bağışlanma dilemem size fayda vermez.”

Sonra Allah o ikisinin (Ebubekir ve Ömer) hakkında Nur Suresinin 23. ve 24. ayetlerini nazil etti: O namuslu, bir şeyden habersiz, inanmış kadınlara zina iftira edenler, dünyada da ahirette de lanetlenmişlerdir. Onlar için büyük bir azap vardır. O gün dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahitlik edecektir. 
[10] [11] [12] [13] [14]

Nur suresindeki ayetlerin Ayşe hakkında geldiği konusunda müfessirler ittifak içindedir. Bu ayetlerin Mariya ile ilişkilendirilmesi çok zayıf olasılık olarak görülür. İmam Rıza anlatımı Şia kaynaklı olduğu için Ömer ile Ebubekir hakkındaki sözlerde  abartılar olabilir.

Ayrıca bu hadislerin peygamberin onurunu zedelememesi için uydurulduğu, Mariya ile ilişkisi olduğu öne sürülen adamın cinsel uzvunun olmadığı vb. söylemlerin bir senaryo olduğu iddia edilir. Adamın cinsel uzvu olsaydı ve öldürülseydi, İslam peygamberi aldatılmış olarak düşünülecekti. Tabi bu durumda da, hiç bir kanıt olmadığı halde bir insan öldürülmüş olacaktı. Herhalde adam öldürüldükten sonra Cebrail gelip “Ey İbrahim’in babası!” demezdi. Adamın da zinayı itiraf ettiği söylenirdi büyük olasılıkla. Ama İfk olayında olduğu gibi Mâriye olayında da Muhammed hazretlerinin onurunu kurtaran Cebrail olmuştu. Haliyle Kur’an’a, Muhammed’e, Cebrail’e iman edenler bu rivayete de inanacaktı. Önemli olan da Müslümanların inanmasıydı, diğerleri zaten inanmıyordu, düşmandı.

Mâriye’nin hicretin on altıncı senesinde, yani Muhammed’in ölümünden 6 yıl sonra takriben 30 yaşında öldüğü rivayet edilir. [15]

Kim bilir ne eziyetler, ne çileler çekmiştir. Zavallı Mâriye...!