Nevruz eski Farsça kökenli bir kelimedir. Anlamı "yeni gün" yada "gün
ışığı"dır.
Türkiye, Özbekistan, Kazakistan, Pakistan, Türkmenistan, Çin, Kırgızistan,
Kosova ve birçok ülkede kutlanan Nevruz, baharın gelişinin bayramıdır.
İlkbaharın başlangıcını simgeleyen bu bayram Kuzey yarım kürede 22 veya 23
Mart'ta kutlanıyor olsa da 21 Mart'ta kutlandığı bölgeler de vardır.
Türkler ve Kürtler için, Bahai ve Zerdüşt dini mensupları için bu gün
genellikle baharın gelişini temsil ederken, Türklerde aynı zamanda
Göktürklerin Ergenekon'dan çıkışı olarak kutlanır.
Bahar dönencesinde [10] kutlanmaya başlayan bu gün İranlıların yeni yılıdır
[3][4][5] ve aynı zamanda Pers yeni yılı olarak da bilinir. [6][7][8][9]
Nevruz 3000 yıldan beri kutlanmakta olan Pers ve Zerdüştlük kökenli bir
şenliktir. Bu geleneğin tarihi ilahlaştırılan Pers kralı Cemşid'e kadar
uzandığı, yerleşik hayata geçiş sonrası yeni gelen baharı kutlama geleneğini
onun başlattığı söylense de bu geleneği Zerdüştlerin peygamberleri olarak
inandıkları Zerdüşt'ün yayıp koruduğu söylenir.
Nevruz ve Cemşid'e dair bir efsane Şehname'de yer alır. Efsaneye göre; Cemşid,
her şeyi öldüren kışı ortadan kaldırmak için her tarafı elmaslarla donatılmış
bir taht inşa ettirir. Cin ve iblisler tahtı göğe kadar yükseltirler, Cemşid
ve tahtı gökyüzünde güneş gibi parıldayıp ışık saçar, kışı bitirir, sıcakları
geri getirir.
Tüm canlılar onun etrafında toplanır, üzerine elmaslar saçar ve kışın gidip
sıcakların geldiği bu yeni günü (baharı) kutlarlar. [1]
Bu kutlamalar Ahameniş İmparatorluğunda bile vardı. Pers orduları arasında
bulunup onların sefer kayıtlarını tutan Yunan filozof Ksenofon Ahamenişte
kutlanan benzer bir bayramdan ve bunun Persepolis'de bir geleneğe
dönüştüğünden bahsetmiştir.
Baharın yeniden canlandığı bu kutsal günde Ahameniş ulusunun farklı kralları,
kralların kralına hediyeler verdiği anlatılır. Kral 2.Kambises her yıl
düzenlenen Ahameniş festivaline katıldıktan sonra bu gelenek meşruiyet
kazanmıştır.
Nevruz, Ahamenişten sonra gelen 3. hanedanlık olan Part'ların diğer adıyla
Arşak İmparatorluğunun (MÖ 248 - MS 224) resmi tatil günüydü. MS
300'lerde Sasaniler Batı Asya'da güç kazanana kadar Partlar sonbaharda
Nevruz kutlamaya devam ettiler.
Part hanedanlığının hükümdarlığı döneminde Mitra onuruna kutlanan bir Zerdüşt
ve İran festivali olan bahar festivalinin adı Mehregan'dı. [2]
Nevruz kutlamalarına ilişkin kapsamlı kayıtlar, Sasani İmparatorluğu'nun
kurucusu I. Ardashir'in (MS 224-651) üyeliğini takiben ortaya çıktı. Sasani
imparatorları döneminde Nevruz, yılın en önemli günü olarak kutlandı. Halkla
birlikte kraliyet izleyicileri, nakit hediyeler ve mahkumların affedilmesi
gibi Nevruz'un çoğu kraliyet geleneği, Sasani döneminde kuruldu ve modern
zamanlara kadar değişmeden devam etti.
KAYNAKLAR
Firdawsī (2006). Shahnameh:a new translation by Dick Davis, Viking Adult,
2006. p. 7.
John R. Hinnells, "Mithraic studies: proceedings", p. 307
Richard Foltz (2017). "The “Original” Kurdish Religion? Kurdish
Nationalism and the False Conflation of the Yezidi and Zoroastrian
Traditions". Journal of Persianate Studies. Volume 10: Issue 1. pp. 93, 95
Navid Pourmokhtari (2014). "Understanding Iran’s Green Movement as a
‘movement of movements’ ". Sociology of Islam. Volume 2: Issue 3-4. p. 153
Del Re, E. C. (2019). " Minorities and Interreligious Dialogue: From
Silent Witnesses to Agents of Change". In Volume 10: Interreligious
Dialogue.
Mary Boyce, A. Shapur Shahbazi and Simone Cristoforetti. "NOWRUZ".
Encyclopaedia Iranica Online
Keelan Overton and Kimia Maleki (2021). The Emamzadeh Yahya at Varamin: A
Present History of a Living Shrine, 2018–20 . Journal of Material Cultures
in the Muslim World. Volume 1: Issue 1-2. p. 137
Michal Fux and Amílcar Antonio Barreto. (2020). "Towards a Standard Model
of the Cognitive Science of Nationalism – the Calendar ". Journal of
Cognition and Culture. Volume 20: Issue 5. p. 449
"International Nowruz Day". United Nations.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
ANTİK SÜMER-BABİL TOPLUMLARINDA VE İSLAM'DA CİNLER
Sümer topraklarına, kültür ve dinlerine sahip olmuş olan Samilerin, onların
efsane ve inanışlarından hiçbirini benimsemediğini düşünmek doğru
olmayacaktır. Kurulan her Sami devletinin Sümer dininden ögeler edindiği ve
kendine uyarladığı bulunan arkeolojik keşifler ile ispatlanmıştır.
Cin inanışı da bunlardan biridir. Bu bağlamda önce Sümer-Babil toplumlarında
cinlere dair anlatılara, onlardan ne şekilde bahsedildiğine sonra da bu
inanışların Arap coğrafya ve dininde nasıl yer edindiğine hadisler üzerinden
bakacağız.
Sümer mitolojisinde Galla adlı cinlerin ismi İnanna ve Dumuzi mitosunda sıkça
geçmektedir. Bunlar insanları yer altına çeken, yedi rakamı ile tanımlanan,
şekil değiştirebilen kötü cinlerdir. İnanna-Dumuzi efsanesinde Dumuzi'yi yer
altına çekenler de Galla adlı bu cinlerdir.
[19] Sümer tabletlerinde onların
yiyip içmedikleri ve sevgi barındırmadıklarına vurgu yapılır.
[20]
Enki, yer altına inip orada esir kalan doğurganlık tanrıçası İnanna'yı
kurtarmak için tırnaklarının dibindeki pislikten kurgarru ve kalaturru adında
varlıklar yaratır ve bu varlıkları yer altı dünyasına, İnanna'nın yanına
gönderir. Yani Enki cinleri kirden yaratmış ve onları cehennem ile
ilişkilendirilen yer altı dünyasına göndermiştir. Onların yaratılışındaki bu
kir ögesi Arap dinindeki "cinlerin azığı (yiyeceği)" konusu ile oldukça
ilişkilidir.
İnanna'nın yer altına inişinin anlatıldığı mitosa göre İnanna cinler
tarafından kurtarılıp yeryüzüne çıktığında etrafı cinlerle sarılmış
durumdadır. Yeryüzüne dönmüş olan İnanna'nın anlatısında cinlerden nasıl
bahsedildiğine bakalım:
İnanna ölüler diyarından çıktı;
İnanna ölüler diyarından çıkınca,
Ulağı Ninşubur ayaklarına kapandı,
Yerin dibine girdi, çaputlara büründü.
Cinler kutsal inanna’ya şöyle dediler:
“Ey inanna kentinin önünde bekle, onu sana getireceğiz” [8]
Tıpkı orta doğu dinlerinde Belkıs'ın tahtını göz açıp kapayıncaya kadar
getiren cinler gibi, Sümer dininde de cinler diğer varlıkları başka yerlere
götürebilmektedir. Öyle ki cinler, İnanna'nın huzuruna çıksınlar diye diğer
tanrıları İnanna'nın ayağına getirirler.
Yukarıda da gördüğünüz üzere cinler:
“Ey inanna kentinin önünde bekle, onu sana getireceğiz” derler fakat
cinlere dair bir diğer özellik bu mitosta İnanna'yı sürekli olarak farklı
yerlere götürebilmeleridir.
İlgili Sümer efsanesinin metninde cinler:
“Haydi onu götürelim, Umma'da Sigkurşagga’ya götürelim onu.”
“Haydi onu götürelim, Badtibira’da Emuşkalamma’ya götürelim
onu.” [8]
Gibi ifadeler kullanır ve İnanna'yı ilgili yerlere götürürler.
Sümer'i işgal eden Samiler Babil'i kurduğunda Sümer dinini kendi dillerine
çevirerek, okudu, öğrendi ve türetti. Efsanelerinde yer altı dünyasına dair
korkularının ne kadar ağır bastığı net şekilde görülür.
Babil mitolojisinde Gılgamış'ın ölen arkadaşı Ea-bani, ölüm tanrısı Nergal
tarafından diriltildiğinde Gılgamış'a yeraltı dünyasını tarif ederken
defnedilen bir savaşçı ile cesedi toprak üstünde terk edilmiş iki savaşçıyı
kıyaslayarak şöyle der:
Bir divana yattı,
Ve saf sudan içti.
Savaşta öldürülen adam... Sen de ben de sıkça gördük böylesini.
Babası ile annesi başını kollarına almış,
Ve karısı yanı başında diz çökmüş.
Öte yandan cesedi yeryüzüne bırakılmış adam,
Sen de ben de sıkça gördük böylesini...
Ruhu artık yeryüzünde istirahat etmiyor.
Ruhuyla artık kimsenin ilgilenmediği adamı,
Sen de ben de sıkça gördük böylesini...
Şişelerdeki tortular, ziyafetlerden geriye kalanlar,
Ve sokaklara saçılanlar artık onun yemeği.[9]
Dikkat edilmesi gereken yer son iki mısradır:
Şişelerdeki tortular,
ziyafetlerden geriye kalanlar,
Ve
sokaklara saçılanlar artık onun yemeği.
Yani Samilere göre cesedi gömülmeyen savaşçılar yeryüzünde dolaşıyor,
insanların ziyafetlerinden, yiyip içtiklerinden, sokaklara atılan artık
yemeklerden, mesela sıyırıp yedikleri etlerin kemiklerinden besleniyorlardı.
Onların yemeği artık buydu. Peki bu size tanıdık geldi mi? İslamdaki cinlerin
yemeği inanışı ile ne kadar benziyor değil mi?
İşte efsane ve inanışlar böyledir. Sümer ve Babil'deki kirden yaratılan, yer
altına, dolayısı ile ateşin egemen olduğu mekana gönderilen canlılar ile huzur
bulamayan savaşçıların yeryüzünde gezerek yemek artıklarını yemesi gibi
anlatılar Sami toplumları arasında yayılarak Arapların cin dediği varlığın
yaratılışına zemin hazırlamıştır. Öyle ki oldukça güçlü görünen cin
inanışlarından dolayı eski Arapların cinlere saygı duyduğu, taptığı olmuş
ve aslında insanların yarattığı bu mistik varlık gerçekmiş gibi Kur'an'da ve
kutsal denen diğer kitaplarda bile kendine yer edinmiştir.
Cinlere olan inancın kesin kökeni tam olarak bilinmese de Orta Doğu'daki bazı
bilim adamları onların çöllerde ve kirli yerlerde yaşayan kötü ruhlar olarak
ortaya çıktığını, genellikle hayvan biçimine girdiklerini iddia eder.
[7] Diğerleri ise cinlerin
başlangıçta pagan doğa tanrıları olduklarını ve diğer tanrılar daha fazla önem
kazandıkça cinlerin yavaş yavaş önemsizleştiğini iddia eder. Aslında Sami
ırkının birbirleri ile bağlantısı, inanışları, Mezopotamya'daki süreçleri ve
Sümer-Babil-Akad metinleri göze alındığında bu iki görüşe de doğru demek
mümkündür.
Eski Sümerler şişkin gözlü, köpek yüzlü, pullu vücutlu, kuş pençeli ve kanatlı
bir rüzgar cini olan Pazuzu'ya inanıyorlardı. Eski Babilliler, uzaktaki ıssız
yerlerde, çöllerde, mezarlıklarda, dağlarda ve denizde bulunduğuna inanılan
bir cin sınıfı olan utukku'ya inanıyorlardı.
Babilliler aynı zamanda Arapların çölde yaşayan, sırtlan şeklinde görünen ve
gezginleri yakalayıp yiyen Gul adlı iblis inancına benzer şekilde, tenha
yerlerde gezginlere saldırdığına inanılan bir vampir cin olan Rabisu'ya da
inanmışlardı. Adı etimolojik olarak bir Sümer yeraltı cini olan galla ile
ilişkiliydi. [7][11][12][13]
Eski Suriye kenti Palmira'da cinlere benzer varlıklar cinnayê olarak
biliniyordu. Günümüz Bedevileri arasındaki cinler gibi cinnayê'nin de
insanlara benzediği düşünülüyordu. Çöldeki kervanları, sığırları, köyleri
koruduklarına inanıldığından onların şerefine koruyucu tapınaklar kuruldu.
İnsana cin musallat olması, bedenine girmesi gibi anlatı ve inanışların temeli
bile Sümer'e dayanmaktadır. Hatta bazı Müslüman modernistlerin cinleri
hastalığa neden olan virüs olarak yorumlamasına benzer şekilde antik Sümer'de
de insan bedenine giren cinler onları hasta ediyordu.
[15]
Sümer büyücüleri yaptıkları ayinlerde cinleri kovmak için “Gökyüzünün davetine
kulak verin! Yer altı dünyasının davetine kulak verin!” gibi sözler
kullanırlardı. Kişiyi kötü cinlerin saldırılarından korumak için evinin
çeşitli yerlerine büyülü sözlerin yazıldığı muskalar konur, daha sonra kötü
cinler tasvir edilerek kovulurdu.
[16]
Sümerlerin inanışına göre bir insan hata ve günahlarında aşırılığa gidip
bunları terk etmiyorsa koruyucu tanrısı o kişinin bedeninden çıkar ve bu
boşluktan faydalanan cinler kişinin bedenine girerek ele geçirir, onu kötü
hale sokardı. Bu cinlerden kurtulmak için tanrılara yakarıp dua etmek, onlara
kurban ve adaklar vermek, böylece sevgilerini geri kazanmak gerekirdi. Bu
yolda edilen dualardan biri şöyledir:
Sümer dininde tanrıların en çok sevdiği kurbanın kuzu olduğuna inanıldığından
kurban ve adaklar genellikle koyun, oğlak ve kuzulardan oluşurdu. Fakat bir
hastalığa tutulmuş kişinin tanrılardan yardım isteyebilmesi ve kötü cinleri
def edebilmesi için bir domuz kurban edilmesi ve 6 parçaya bölünerek hastanın
üzerine konması gerekirdi. Sonrasında Apsu'nun kutsal suyuyla yıkanan hastanın
kapısının önüne külde pişirilmiş 7 ekmek bırakılır ve bu eylem 2 kez
tekrarlanırdı. Devamında ise insan uzuvlarının karşısına 6 parçaya ayrılmış
olan domuzun uzuvları konarak cinlere takdim edilirdi.
[21]
Doğuma dair bazı inanışlar da vardı. Nugig veya kadiştum adlı sınıftan olan
Sümer rahibeleri aynı zamanda büyücü olarak görülüyor, genel olarak
tapınaklarda görev yapıyor olsalar da doğum yapacak kadınları koruma görevini
de üstleniyorlardı. Çünkü inanışa göre doğum yapan kadın zayıf düştüğünden onu
kötü cinlerin ve ifritlerin saldırılarından korumak gerekiyordu.
[18]
Yani İslam'da olduğu gibi antik Mezopotamya'da da cinlerin yarı insan yarı
hayvan görünümlü varlıklar olduğu, mezarlık, çöl gibi tenha yerlerde bulunup
insanlara musallat oldukları, bedenen zayıf veya günahkar insanları,
hamileleri hedef aldıkları, insan bedenine girdiklerine, şekil
değiştirebildiklerine dair inanışlar bulunmaktaydı.
Cinlerin yiyip-içtikleri konusundaki ihtilaf bile İslam'a aynı şekilde
geçmişti. Çünkü Sümer dininde cinlerden bahsedilirken bazen yiyip içmedikleri,
bazen ise tam tersi olduğundan bahsedilirdi. Bu, günümüz İslam alimleri
arasında bile hala devam eden ihtilaflardan biridir. Çünkü bir kısmı "cinler
tabi ki yer-içer" derken diğer kısmı "ateş ve dumandan olan varlıklar nasıl
yiyip içsin" demektedir.
Şimdi gelin hadislerde Cinlere dair neler anlatılıyor, Mezopotamya'daki
inanışlara nasıl benziyor kendiniz görün.
Cinlerin yemeği -1 Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir: Ebû
Hüreyre, Peygamber'in beraberinde bulunuyor ve abdest için su matarasını
taşıyordu. Hazreti Peygamber taharet için uzaklaşınca, Ebû Hüreyre su
matarasını alarak Hazreti Peygamberi takip etti. Bunu fark eden Hazreti
Peygamber: «Bu (peşimden gelen) kimdir?.» buyurdu. Ebû Hüreyre; -Ben,
Ebû Hüreyre,'yim, diye cevap verdi. Resûl-i Ekrem: «Bana birkaç taş
getir, onlarla temizleneyim. Ancak kemik ve tezek getirme.» Ebu Hüreyre
der ki: -Kemik ve tezeğin nesi var? diye sordum. Peygamber bana cevaben
şöyle buyurdu: «Onlar (kemik ile tezek) cinlerin yemeklerindendir.
Nitekim bana Nasibin beldesinin cinlerinden bir heyet geldi. Onlar ne iyi
cinlerdi. Benden azık ve yiyecek istediler. Ben de onlar için Allah'a dua
ettim ki, rastladıkları her kemik ve tezeğin üstünde behemehal bir yiyecek
bulsunlar.» [3]
Cinlerin yemeği -2 Âmir'den rivayet edilmiştir: “Alkame'ye
sordum: Abdullah İbn Mes'ud, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde
bulundu mu?” dedim. Alkame: “Abdullah İbn Mes'ud'a ben de bu meseleyi
sorup: “Sizden birisi, Resulullah (s.a.v.) ile birlikte cin gecesinde bulundu
mu?” dedim. Abdullah İbn Mes'ud: “Hayır, fakat bir gece biz Resulullah
(s.a.v.) ile birlikte bulunduk. Bir ara onu kaybettik ve onu vadilerde, dağ
yollarında aradık, acaba (cinler tarafından) uçuruldu mu, yoksa gizlice
öldürüldü mü?” dedik. Böylece bir kavmin geceleyebileceği en kötü geceyi
geçirdik. Sabahlayınca bir de baktık ki, Resulullah (s.a.v.) Hirâ tarafından
çıka geldi. Ona: “Ey Allah'ın resulü! Seni kaybettik, aradık, fakat
bulamadık. Bu sebeple bir kavmin geceleyeceği en kötü geceyi geçirdik” dedik.
Bunun üzerine Resulullah (s.a.v.): “Bana, cinlerin dâvetcisi geldi.
Onunla gittim de cinlere Kur'ân okudum” buyurdu. Bizi götürerek cinlerin
izlerini ve ateşlerinin eserlerini bize gösterdi. Cinler, Resulullah
(s.a.v.)'e azıklarını sormuşlardı. O da, (onlara): “Elinize geçen üzerine
besmele çekilmiş her kemik olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve
tezeği de hayvanlarınıza yemdir” buyurmuş. Daha sonra Resulullah (s.a.v.) bize
dönerek: “Artık siz bunlarla taharetlenmeyin! Çünkü onlar, (din)
kardeşlerinizin yiyeceğidir” buyurdu. [10]
Muhammed'in bir cini yakalayıp bağlaması
Ebû Hüreyre'den rivayetle Peygamber şöyle demiştir:
«Dün gece bir azgın cin, namazıma mani olmak için üzerime atıldı. Allah'ın
izniyle onu kıskıvrak yakaladım. Hatta istedim ki mescidin direklerinden
birine bağlayayım da, sabahleyin hepiniz onu göresiniz. Lâkin sonra kardeşim
Süleyman peygamberin şu duası hatırıma geldi:
Allah'ım, beni bağışla ve benden sonra hiçbir kimseye nasip olmayacak bir
saltanat bana ver.» (Cinlere hükmetme saltanatının yalnız kendisine ait
olmasını dinleyen Süleyman peygamberin bu duası yüzünden o cini bağlamaktan
vazgeçti.)[1][2][5]
Muska ile cinden korunma Hz. Enes radıyallahu anh anlatıyor:
"Resûlullah aleyhissalatu vesselam bize, zehre karşı, göz değmesine karşı, nemle
kurduna karşı rukye yapmamıza ruhsat tanıdı." [4]
Cinlerin insan kılığına girmesi
Ebû Bekir Muhammed b. Ubeyd der ki: Abdurrahman b. Abdüllah, amcası Amr b.
el-Heyseman kendisine, babası vasıtasıyla dedesinden şöyle naklettiğini
rivayet etmiştir: «Merkua gitmek üzere evden çıktım.Dört fersah kadar
uzaklaşınca, bir pınar başında oyna-şan bir güruh gördüm. Onları seyretmeye
koyuldum.Derken biri geldi, arkadaşının sırtına atladı, sonra diğeri ötekinin
boynuna atladı. Üzerlerine atımı sürmek istedim. Arka üstü yatarak gülmeye,
kahkaha atmaya başladılar. Sonra atımın başım onlardan çevirip yoluma devam
etmek istedim. Baktım ki bir ağacın altından kahkaha sesleri gelmiyor mu?
(hayret ettim, kaldım..)»
Yine el-Haysem, babasından naklediyor: «Bir arkadaşımla birlikte yolculuğa
çıktık, yolun ortasında bir kadın gördük. Haydi onu atlarımıza alalım» dedim.
Arkadaşım onu arkasına aldı. Ona bakınca bir de ne gör-sem ağzından hamam
bacasından çıkan alevler gibi alev çıkmıyor mu? Hemen ona hücum ettim. Bana
dedi ki: «Ben sana ne yaptım da bana böyle hücum ediyor-sun?» Arkadaşım da
sanki bir şey olmamış gibi:
«Yahu zavallıdan ne istiyorsun?» demez mi? Susmak zorunda kaldım. Ve yürüdük.
Bir saat sonra tekrar baktığımda yine ağzını açmaz mı? baktım yine aynı
alevler. Hücum ettim. Aramızda bu hâl üç kere cereyan etti. Üçüncüsünde
azmettim, "mutlaka bunu yere sereceğim" dedim Üzerine atladığım gibi yere
yıktım onu. Fakat yine susmadı ve şöyle söyledi: «Allah kahretsin seni, bugüne
kadar senin kadar cesur bir kimse görmedim. Amma da yürek varmış
sende!» [6]
Cinlerin akşam, tenhada çocukları kaçırması
Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Yiyecek içecek kaplarının üzerlerini
örtünüz, su kırbalarının ağız iplerini bağlayınız, bütün kapıları
arkalarından kapayınız, yatsı vakti sırasında çocuklarınızı dışarıda
hareketten men edip eve toplayınız. Çünkü o zaman cinlerin yayılması ve bir
şeyi süratle alıp kapmaları vardır. Uyku sırasında kandilleri söndürünüz.
Çünkü fasıkçık; yani fare, bazen yanan fitili çeker de ev halkını yakar."
[14]
Cinlerin bir adamı kaçırması
Abdurrahman b. Ebî Leylâ anlatıyor: Kadının birinin kocası ortadan kayboldu.
Kadın dört yıl bekledikten sonra durumunu Ömer b. el-Hattâb’a anlattı. Ömer
(R.A.), bunu kendisine haber ettiği gün itibariyle dört sene beklemesini
emretti. Kocasının gelmemesi ve ondan haber alamaması halinde dört yıl sonra
evlenebileceğini de bildirdi. Kadın evlendikten bir süre sonra kaybolan kocası
geri döndü. Evinin kapısını çalarken veya evine giderken ona: “Karın senden
sonra başkasıyla evlendi” dediler. Adam durumu soruşturunca olanları kendisine
anlattılar. Adam Ömer b. el-Hattab’a geldi ve “Karımı elimden alan ve
beni ondan ayırana karşı bana yardımcı ol” dedi. Ömer, durumdan endişeye
kapıldı ve “Bunu yapan kim?” diye sordu. Adam “Ey müminlerin emiri! O kişi
sensin!” deyince, Ömer: “Nasıl oldu?” diye sordu. Adam: “Cinler beni kaçırdı
ve uzun bir süre başıboş bir şekilde bilmediğim yerlerde dolaşıp durdum. Geri
döndüğümde karımın başkasıyla evli olduğunu gördüm. Bunun emrini de senin
verdiğini söylediler” karşılığını verince, Ömer r.a. “İstersen karını sana
geri veririz, istersen de seni başkasıyla evlendiririz” dedi. Adam “Olur, beni
başkasıyla evlendir” karşılığını verince Ömer r.a. adama cinleri sormaya, adam
da anlatmaya başladı. [24]
Cinin insan bedenine girmesi
Ed-Darekutnî, İbn-i Abbas’dan şöyle bir hadîs nakletmiştir:
«Bir kadın oğlunu Allah'ın Resulünün (S.A.V.) yanına getirdi ve:
Ey Allah'ın Resûlü! Bunda delilik vardır, bu hastalık onu öğlen ve akşam
tutar, diye yakındı. Bunun üzerine Peygamber onun göğsünü mesh etti ve ona
dua etti. Ona istifra ettirince, karnından siyah köpek yavrusuna benzer bir
şey çıktı. Ve yürüdü.» [22]
Bu hadisi, Ed-Dârimi, Müsnedi’nin ilk kısımlarında rivayet etmiştir, orada
şu kayda rastlanır: Allah Resûlü ona: «Çık ey Allah’ın düşmanı!» dedi.
Cinlerin hastalıklara neden olması
"Bedevî bir adam Hz. Peygamber'in yanına gelip beraberinde getirdiği
kardeşinin ağrılar çektiğinden şikayet etti. Hz. Peygamber, ağrılarının
sebebini sorunca, cinlerin çarpmasından olduğunu söyledi. Bunun üzerine
Peygamberimiz Bakara suresinin ilk beş ayetini, ihlas suresi ve diğer bazı
ayetleri okudu, adam hemen iyileşti.”
[23]
Zübdetü'l Buhari, Namaz Bahsi, Hadis 169.
Sahih-i Muslim 8/438.
Zübdetü'l Buhari, Ensar'ın Özellikleri, Hadis 1031
Mermaid (Deniz kızı) : Deniz
kızları filmler hikayeler vs. sayesinde popüler yaratıklar haline gelmiştir
fakat birçoklarında olduğu gibi onlarında ortaya çıkış sebebi mitoslardır. Deniz
kızı, belinden yukarısı kadın, aşağısı balık kuyruğuna sahip olduğu yönündeki
anlatılarla efsanelere konu olmuş bir yaratıktır. Dünya üzerinde bir çok
kültürde deniz kızları yer almaktadır. Bunun sebebini mitolojiler arasında
birbirinden geçen ögelerin çokluğudur. Genelde tasvirleri farklı olsa da
birbirlerine çok yakın şekillerde betimlenmişlerdir. Örnek vermek gerekirse
Yunan Mitolojisi içinde yer alan Sirenler denizcilere şarkılar söyleyip onları
büyülerler. Bu sayede denizcilerin güverteden düşmesine sebep olurlar hatta
zaman zaman gemiler onlar yüzünden batar. Diğer deniz kızlarının yer aldığı
hikayelerde ise bu varlıklar boğulma tehlikesi geçiren denizcileri kurtaran iyi
kalpli deniz canlıları olarak betimlenmişlerdir. Kurtardıkları erkekleri su
altındaki krallıklarında yaşamaya davet ettikleri de söylenir. Bazı yerlerde ise
deniz kızlarının insanları su altına doğru çekerken insanların suda nefes
alamadıklarını unuttukları için denizcileri bilmeden de olsa ölüme
sürükledikleri söylenir.
Kharon :
Kharon (Kharoon) yada Charon denilen yaratığın mitolojide anlatımı şu
şekildedir. Mitolojide gökleri Zeus, denizler Poseidon, yer altı dünyasını da
Hades almıştır. Daha doğrusu Zeus öyle paylaştırmıştır. Hades hem yer altı
dünyasına hemde yeraltının tanrısına verilen isimdir ve o yer altı dünyasında
Stiks nehri bulunur. Stiks nehrinin kayıkçısı ise Kharondur. Kharon ölüleri
kayıkla nehrin karşısına geçirir. Tabi ücretini alarak.
Eski yunanlar öldükten sonra cesedi gömmeden önce ağzının içine yada avucuna
bir altın sikke koyarlarmış. Çünkü inançlarına göre ölen kişi yer altına
indiğinde o sikke ile Kharonun ücretini ödeyecek ve Stiks (Styks) nehrinden
geçebilecektir. Kim ki sikke olmadan gömülür ise yer altına indiğinde
kayıkçıya verecek hiçbir şeyi olmadığı için nehri geçemeyecek ve kıyıda
bağırarak çaresizce koşuşturacaktır. Kharon Odysseia destanında şöyle
anlatılır:
– Dur sefil Ruh, nefes alanların diyarından hediyemi getirdin mi? –
Geçiş için ödemem işte burada Stiks nehrinin yüce kayıkçısı… – Ödeme
kabul edildi sefil ruh hadi gel kayığa. Götüreyim seni ölümden sonraki
yaşamın diyarına…
Banshee : Banshee aslında bir İrlanda efsanesidir. İskoçya, Avusturalya, ve
Amerika’ya yayılmıştır fakat çıkış noktası İrlanda'dır ve diğer ülkelere de
İrlandalıların göçleri sebebiyle yayılmıştır.
Banshee’ler İrlanda inançlarında var olan, ölüm haberi veren perilerdir ve
onlara dair yazılan ilk yazılar 8.yy’dan kalmadır.
Banshee’ler aslen saf İrlanda kanı taşıyan ailelerin koruyucu perileridir. Ait
oldukları aileleri çok sever, birinin öleceğini hissettikleri zaman yas
tutmaya, ağıtlar yakmaya, ağlayarak çığlık atmaya başlarlarmış. Onların gece
yarısı ölümü yakın olan kişinin odasının pencere altında çığlıklar atarak
ağladığı duyulurmuş fakat kimse göremezmiş bu varlıkları. Görülemeyecek kadar
şeffaf yada görünmez oldukları üzerine de söylenceler bulunmaktadır.
Sesi duyulduğu zaman bilinirmiş ki o evden biri ölecek. Aynı anda birkaç
Banshee’nin çığlık attığı duyulursa, bu, ölecek olan kişinin hatırı sayılır
derecede önemli makam ve nüfuz sahibi biri olacağını işaret edermiş.
Banshee’leri görebilen çok azmış. Bu insanların hepsinin söylediği ortak şey
ise uzun boylu, zayıf bir kadın görüntüsünde olduğu, saçlarının ayaklarına
kadar uzandığı ve yeşil giysi üzerine gri kapüşonlu bir pelerin giydiği imiş.
Burandan hareketle onların Kelt efsanelerindeki ormanın koruyucu perilerine
benzediğini ve kökeni olarak bunu gösterebileceğimizi öğreniyoruz.
Anlatıldığına göre Banshee'lerin gözleri ağlamaktan hep kıpkırmızıymış.
Zamanın insanlarına gece yarısı birden atılan tiz çığlıklar, ağlama sesleri ve
hıçkırıklar duymak çok ürkütücü geliyormuş. Üstüne ölümü haber verdiklerine
dair inanışları da eklenince durum daha da endişe verici bir hale
bürünüyormuş. Bazı hikayelerde de Banshee’lerin ağlayıp haykırarak aileye
birinin öleceğini haber vermelerinin sebebinin aslında o aileyi haberdar
etmek, ölüm acısının birden onları şoka uğratmaması için onları buna
hazırlamak olduğundan bahsedilir.
Hatta hala İrlanda’nın bazı ufak
kasaba ve köylerinde seslerinin duyulduğu, varlıklarını sürdürdüğü
söylenir.
Beelzebub :
Fazlasıyla farklı ismi olan Beelzebub’a Velzevul yada Beelzebuth da denir.
Hristiyan teolojisi dünyaya dair çifte vizyon benimseyerek onu iyi ve kötüye
ayırmıştır. Bu da inançların birçoğunda olduğu gibi onunda bir düalizm
içerdiğini gösterir. Melekler ve şeytanlar, dinin kökeninde önemli bir rol
oynamaktadır. Kutsal yazıya göre, insanlar, onların ruhları ve Dünya'nın
kendisi, Tanrı ile onun karşıtı olan Şeytan arasındaki ebedi savaş alanıdır.
Kötülüğün insanların kalbindeki görünümünü bir şekilde açıklamak için
Hristiyanlar, düşmüş meleklerin tüm günahlar için suçlanacakları bir teori
oluşturdular. Hristiyanlığın fazlaca değiştirilmiş bir inanç olması da bunda
etkendir. Zira kimse yaptığı kötülükleri üstlenmek istemez, haliyle bunun
için bir günah keçisi seçilmeliydi.
Dünyanın yaratılışının başlangıcında, daha genç Başmelek Lucifer ölümcül
günahı, yani gururu yenmeyi başardı. İnsanların sevgiye değmez olduğunu ve
yok edilmeleri gerektiğini düşünüyordu. İlk defa cennetten düşen ve Rab'bin
elçileri olarak adlandırılmaya değer hale gelen meleklere “iblis” kavramı
uygulandı. Başlangıçta, "şeytan" kelimesi evrensel kötülük ve cehennem ile
eş anlamlı değildi, bu yüzden sadece düşmüş melek denir.
Beelzebub'da bunlardan biridir fakat onun daha eski bir kökeni vardır.
Beelzebub en yüksek rütbeye sahip şeytandır. Genellikle Lucifer'in kendisi
ile aynı kefeye konulur. Genellikle Cehennemin İblisi Beelzebub bütün
karanlık ordunun lideri olarak algılanır. Beelzebub adının etimolojisi
hala üzerinde durulan bir şeytandır. Eski Slavca'dan çevrilmiş bu isim
"şeytan" anlamına gelir. Örnek göstermek gerekirse Slav edebiyatında genel
olarak mistisizm ve diğer dünyalar söz konusu olduğunda Beelzebub
fazlasıyla geçer.
Beelzebub ismi Büyük Fenike tanrısı Baal'dan gelir. Zira Yahudiliğin ve
Hristiyanlığın yaygınlaşmasıyla eski putperest inançların tanrıları da birer
kötülük simgesi haline gelmiştir. İsrailliler Beelzebub'un bir iblis
olduğundan korkmuyorlardı, eski çizimlerin fotoğrafları onu sinek olarak
gösteriyordu.
Belki de Kenan halkı bu görünüşü seçmişti çünkü yüce iblisin adı “Sineklerin
Efendisi” olarak tercüme ediliyordu.
Cehennemin iblisi Beelzebub'ın ismi İncil'in çeşitli yerlerinde bulunur.
Bulunmalıydı da zira eski inancın tanrısını yeni inancı yaymak da kullanmak
iyi bir yoldur.
Kutsal Yazılara göre İsa Mesih'in kendisi iblis Beelzebub'un bir parçasını
kendi içinde taşımaktadır. Matta ve Luka İncillerinde Tanrı'nın oğlunun,
Karanlık Prens'in gücüyle insanların bedenlerinden şeytanlar çıkardığı
söylenir. Hatta şeytan çıkarmada Mecusiler ve bazı toplumlar tarafından
cinlerin gücü ile cin çıkarıyor diye alay edilmiştir.
Mesih, Matta İncili'nde, öğrencinin öğretmeninin üstünde olmadığını,
hizmetçinin ustasının üstünde olduğunu belirtti. Eğer akıl hocası olarak
Beelzebub'un gücünün kaynağı seçildiyse insanlar kötü güçlerin etkisine
karşı daha hassas olmalılar.
Griffon (Griffin) :
Griffon heykellerinin çoğu onları kuş benzeri pençelerle tasvir ederken,
bazı eski resimlerde onların aslanlarınki gibi ön ayakları ve genellikle bir
aslanın arka kısımları vardır. Kartal kafasına geleneksel olarak uzun
kulaklar verilir. Bunlar bazen aslan kulakları olarak tanımlanır ancak
genellikle uzundur ve daha çok bir at kulağına benzer. Bu benzeşmenin
kökeninde ise Griffon efsanelerinde onlara binen binicilerin bulunması, yani
binek hayvanı olarak görülüyor olmaları yatabilir.
Griffonlar nadiren kanatsız olarak tasvir edilmiştir. Bazen ise
kanatsız, kartal başlı bir aslan olarak tanımlandıkları görülür.
15. yüzyılda ve daha sonraki hanedanlık armalarında böyle bir canavara alke
veya keythong denmiştir. Armalar üzerindeki tasvirlerde Griffinler
yılan takımyıldızına (Serpens) atıfta bulunur ve Yunanca Ophinicus adından
türetilen Opinicus olarak adlandırılırlar. Bu tasvirlerde iki ya da dört
ayaklı aslan gövdesi, kartal ya da ejderha başı, kartal kanatları ve deve
kuyruğu bulunur.
İran mitolojisinde Griffin Şirdal "Aslan-Kartal" anlamına gelir. Şirdal, MÖ
2. binyılın sonlarından beri İran'ın eski sanatında ortaya çıkmıştır.
Şirdallar MÖ 3000 gibi erken bir tarihte Susa'daki silindir mühürler
üzerinde görülmektedir. Onlar Demir Çağı'nda İran'ın Kuzey ve Kuzey Batı
bölgesi olan Luristan sanatında ve Ahameniş sanatında kullanılan ortak
motiflerdir. Ayrıca Griffon figürlerine antik Mısırda da rastlanmıştır.
Sfenks :
Sfenks; kafası koç, kuş veya insan, gövdesi ise aslan şeklini almış
heykellere verilen isimdir. İlk önce Antik Mısır’da rastlanan Sfenks, antik
Yunan mitolojisinde de büyük öneme sahiptir. İsmini de buradan almıştır.
Sözcüğün anlamı “yaşayan heykel”dir. Sfenkslerin en tanınmışı Büyük Gize
Sfenksi‘dir. Mısır Sfenksi antik bir efsanevi yaratıktır. Gövdesi
uzanan bir aslan ve kafası genellikle bir firavunun kafasının şeklini alır.
Aslanlar güneş ile bağlantıları nedeniyle antik Mısırlılar tarafından kutsal
görülen hayvanlardandı. En büyük ve en ünlü olanı Gize platosunda Nil
Nehri’nin batı kıyısında bulunan Büyük Gize Sfenksi‘dir. Gize Sfenksi doğuya
dönüktür ve pençelerinin arasında bir tapınak yer alır. Aslan gövdeli, insan
başlı bu sfenksin uzunluğu 73 metre, yüksekliği 20 metre, yüzünün genişliği
ise 5 metredir. Bir adı da ‘Harmakis’ olan sfenks, doğan güneşi ve firavun
için yeniden dirilişi temsil eder. Yüzünün doğuya dönük oluşu her sabah
doğar doğmaz Güneş Tanrısı RA’yı görmesi içindir.
Antik Yunanda'da sfenks büyük yer kaplar. Özellikle Thebais’in
talihsiz kralı Oedipus'un efsanesinde Oedipus, sfenksin bilmecelerini doğru
cevaplar ve Thebais’i onun zulmünden kurtarır.
Atlas :
Atlas, Iapetus ve Clymene'nin en güçlü oğluydu ve Menoetius, Epimetheus ve
Prometheus'un kardeşiydi. Atlas ve Menoetius, Olimposlular Zeus, Poseidon,
Hades, Hera, Demeter ve Hestia ile savaştı fakat acı bir hezimete uğradılar.
Titanlar'ın yenilgisinden sonra Zeus, Atlas'ı dünyadaki batı kenarına
yerleştirerek evrenin sonsuza kadar omuzlarında taşınmasına neden oldu. Daha
sonra ise sadece dünyayı omuzlarında tutar şekilde tasvir edildi. Ama tasvir
edilenin aksine Atlas dünyayı değil gök kubbeyi yani tanrılar katını
omuzlarında taşımaktadır. Bu göreviyle ona tanrı ve insanlar katını ayıran
bir duvar gözüyle bakabiliriz.
Hesperides'in Altın Elmalarını toplayacak olan Heracles, Onbirinci
Çalışma döneminde Atlas'ı görür. Yolculuğu sırasında Atlas'ın kardeşi
Prometheus'u kurtarır. Prometheus, Herakles'e Altın Elmalar'ın nerede
olduğunu öğrenebilmesi için Atlas'ı bulması gerektiğini söyledi.
Herakles Atlas'ı buldu; Atlas, Heracles onun için göğü tutabilirse elmaları
alacağını söyledi. Herakles göğü tuttu ancak Atlas elmalarla döndükten sonra
Herakles'i gökyüzünü kalıcı olarak taşıması için kandırmaya çalışarak
elmaları kendisi teslim etmeyi teklif etti. Çünkü yükü bilerek alan herhangi
biri onu sonsuza kadar taşımak zorundaydı. Atlas'ın geri dönmek
niyetinde olmadığından şüphelenen Herakles, Atlas'ın teklifini kabul
ediyormuş gibi yaptı veAtlas'ın birkaç dakikalığına gökyüzünü tekrar
almasını, böylece pelerinini omuzlarında dolgu olarak yeniden
düzenleyebilmesini istedi. Atlas elmaları yere bırakıp göğü tekrar
omuzlarına aldığında Herakles elmaları alıp kaçtı.
Medusa'yı öldüren Perseus bir gün Atlas Krallığı'na gelir ve
kendisinin Zeus'un oğlu olduğunu ilan ederek barınak ister. Atlas, Zeus'un
bir oğlunun bahçesinden altın elmaları çalması konusunda uyarıda bulunan bir
kehanetten korktuğu için Perseus'un teklifini reddeder. Atlas, Perseus
tarafından taşa dönüştürülür ve koca bir dağ haline gelir.
"Mermaid". Dictionaries. Oxford.
Waugh, Arthur. "The Folklore of the Merfolk". Folklore. 71 (2): 73–84
Virgil, Aeneid 6, 324–330
Callimachus, Hecale fragment 278 in R. Pfeiffer's text Callimachus,
vol.2, p. 262
Briggs, Katharine. An Encyclopedia of Fairies. pp. 14–16
Chaplin, Kathleen. "The Death Knock"., vol. 34, no. 1. pp. 135–157
Wilde, Jane. Ancient Legends, Mystic Charms, and Superstitions of
Ireland (Vol. 1)
T., Koch, John. Celtic culture : a historical encyclopedia. p. 189
Lysaght, Patricia; Bryant, Clifton D.; Peck, Dennis L. Encyclopedia of
death and the human experience. p. 97
Yeats, W. B. "Fairy and Folk Tales of the Irish Peasantry" in Booss,
Claire; Yeats, W.B; Gregory, Lady A Treasury of Irish Myth, Legend, and
Folklore. p. 108
2 Kings 1:2–3, 6, 16
van der Toorn, Karel; Becking, Bob; van der Horst, Pieter W., eds. "Baal
Zebub". Dictionary of Deities and Demons in the Bible (154) ed.
Arndt, Walter William; Danker, Frederick William; Bauer, Walter.
"Βεελζεβούλ". A Greek-English lexicon of the New Testament and other
early Christian literature (3rd (173) ed.)
Balz, Horst; Sxhneider, Gerhard. Exegetical dictionary of the New
Testament. 1 ((211) ed.)
Freedman, David Noel, ed. "Beelzebul". The Anchor Yale Bible Dictionary.
1 ((639) ed.)
Kiklop: Kiklop'lar yunan mitosunda alınlarının ortasında tek
gözleri olan çok büyük boyutlu devlerdir. Poseidon ile Amphitrite'nin
oğullarıdır ve onlar tanrılara karşı korkusu olmayan, acımasız, insan etiyle
beslenen canavarlardır. Homeros'a göre kiklop'lar mağaralarda barınan korsan
çobanlardır. Odisseus adamları ile birlikte Troya savaşını bitirip İthaka’ya
dönerken dev kiklop Polyphemos'a esir olmuş ve onu öldürmek zorunda kalmıştı.
Oğlunun öldürülmesine sinirlenen Poseidon, Odisseus'u bin bir türlü felaketle
cezalandırmıştı. Hesiodos'a göre kiklop'lar Gaia ve Uranos'un çocukları idi ve
üç taneydi: Brontes, Steropes ve Arges. İsimleri sırasıyla 'gök gürültüsü',
'parıltı' ve 'şimşek' anlamına gelir. Babaları tarafından Tartaros'a
hapsedilmiş, daha sonra Zeus tarafından kurtarılmış ve ona titanlara karşı
savaşta yardım etmişlerdi.
Bir rivayete göre kikloplar Apollon'un oğlu, sağlık ve hekimlik tanrısı olan
Asklepios'u öldürmüşlerdi. Buna sinirlenen Apollon oğlunun öcünü almış ve
kyilopları öldürmüştü. Daha sonra çıkan efsanelerde ise kikloplar ateş tanrısı
Hephaistos'un yardımcıları idi ve onun yanında demircilik yapıyorlardı.
Ayrıca
kiklop, dede korkut hikayelerinde tepegöz olarak geçer ve benzerlik gösteren
mitolojilerden biridir. Çünkü Odisseus kiklopların mağarasından koyun postuna
bürünüp koyun taklidi yaparak kaçar. Bunun benzeri olarak Dede Korkut
hikayelerinde Basat, tepegözler tarafından yenilmekten koyun postuna sarınıp
mağaradan kaçarak kurtulur.
Kerberos: Yer altı dünyasını yöneten
Hades'in üç başlı köpeğidir. Kerberos kelimesi Grek dilinde "çukur iblisi"
anlamına gelmektedir.
Isırığı ve salyaları zehirli olan bu köpeğin
görevi yer altı dünyasına giden ölülerin bir daha dünyaya dönmemelerini
sağlamaktır. Efsaneye göre Kerberos yer altı dünyasının kapısında zincirlerle
bağlanmış bir şekilde bekler. Ayrıca Kerberos, Herkül’ün son görevinde onun
tarafından öldürülmüştür. Bunun dışında Yunan mitolojisinde geçen Kerberos'un
4 mağlubiyeti şunlardır;
Müzik yeteneğini kullanan Orpheus tarafından uyutularak,
Lethe ırmağındaki su yardımıyla Hermes tarafından uyutularak,
Roma mitolojisinde, ilaçlı keklerle Aineias tarafından uyutularak,
Yine bir Roma masalında, ilaçlı keklerle Psykhe tarafından uyutularak
İtbaraklar: Oğuz Kağan destanında yer alan bu yaratıklar köpek
başlı ve insan vücutluydu. Günümüzdeki kurt adam inanışına benzetebiliriz.
İtbaraklar bir kavimdi ve Türklerle pek çok savaşa girişmişlerdi. Oğuz Kağan
destanlarının önemli bir bölümü de, "Köpek başlı insanlar"ın ülkelerine
yapılan akınları içerir. Türkler bu kavimlere, "İt-Barak" adı veriyorlardı.
"İt" sözü, eski Türklerde de köpek anlamına geliyordu. "Barak da bir nevi
köpekti". Bazılarına göre "Siyah ve tüylü bir köpek cinsi" idi. Fakat bu köpek
de, herhalde başlangıçlarda, efsanevi bir köpek olmalı idi. Oğuz Kağan
destanlarına göre "İt Barak'ların memleketi kuzeybatıya doğru uzanan, karanlık
ülkeler içindeydi. Buradan yola çıkarak itbarakların İskandinavya'dan gelmiş
olabileceğini öne sürebiliriz zira İskandinav mitlerinde de kurt adam yada
köpek başlı insan motifine rastlanır. Oğuz-Han 'İt-Barak' lara karşı bir akın
yapmış; fakat mağlûp olarak dağlar arasındaki bir nehrin ortasında bulunan
küçük bir adacığa sığınmak zorunda kalmıştı.
Hidra: Hidra,
Yunan mitolojisinde 9 başlı bir yılan kimi zaman ejderha diye nitelenen ve
Lerna bataklıklarında yaşayan efsanevi canavarın adıdır. Bu canavarın
öldürülmesi Herkül'ün görevleri arasındadır. Hidra'nın babası Titan Tifon,
annesi ise canavarların tanrıçası Ehidna'dır. Hidra,ölümden sonraki dünya ile
yaşayan insanların olduğu dünya arasındaki kapıda bekçilik yapmaktadır.
Hidra'nın öldürülmesi çok zordur çünkü kesilen her başın yenisi çıkmaktadır.
Herkül onunla savaşırken,kestiği her başın yeniden çıktığını görmüştür ve tam
savaşmaktan vazgeçip yorulduğunda yardımına yeğeni (İoloas) yetişir ve kesilen
başları meş'aleyle yakma fikrini verir. Herkül meş'ale sayesinde Hidra'yı en
sonunda öldürmeyi başarır ve onun zehirli kanını savaşlarda kullanır.
Hidra'nın zehirli kanı yaraların daha şiddetli ve derin olmasını sağlar.
Minotor (Mintor):
Girit’te hüküm süren güçlü kral Minos, gücünü kanıtlamak için denizler tanrısı
Poseidon’dan ona kurban etmek üzere bir boğa vermesini ister. Posedion boğayı
Minos’a verir. Fakat hayvan, Minos’un hoşuna gider ve Minos boğayı kurban
etmez. Bunun yerine başka bir boğayı kurban eder. Poseidon bunu fark ettiğinde
çok sinirlenir ve Minos’un karısını boğaya âşık eder. Minos’un karısı
Pasiphae, boğayla çiftleşir ve boğa başlı, kuyruklu, insan bedenli Minotor
doğar.
Minotor herkese zarar veren bir yaratıktır ve bunun üzerine mimar Daidalos’un
yaptığı bir labirentin içine kapatılır. Minotor'u zapt edebilmek için belli
vakitlerde erkek ve dişi kurbanlar sunuluyordu. Kahraman Theseus labirente
girmeye talip oldu ve Minotor'u öldürerek kendini kanıtladı.
Feniks:
Eski Mısır kökenli efsanevi ateş kuşunun Batı mitolojisindeki karşılığıdır.
Pers mitolojisinde Simurg, Arap ve İslam mitolojisinde Anka, İslam sonrası
Türk mitolojisinde Zümrüdü Anka veya Simurg'u Anka, daha önceleri de Tuğrul
olarak geçmesi gibi birçok milletin efsanelerinde karşılık bulmaktadır.
Bahsedilen bu kuşlar bu mitolojilerde kısmen benzerlik, kısmen de farklılık
göstermektedir. Yunan mitolojisinde Feniks'in Habeş diyarında yaşadığına
inanılıp bir kartal büyüklüğünde ve çok uzun ömürlü olduğu söylenmektedir.
Gözleri yıldızlar gibi parlak olup başında parlak bir sorguç bulunmaktadır.
Boynunun tüyleri yaldızlı, diğer tarafları ise kırmızıdır. Ömrünün sonlanmakta
olduğunu anlayınca, kuru dalları zamkla sıvayarak kendine yuva yapar ve üstüne
kurulur. Kızgın güneşin yuvayı tutuşturup kendini yakmasının ardından
küllerinden bir yumurta meydana gelir ve ondan da yeni bir Feniks çıkar. Bu
sebeple Hristiyanlar Feniks adını verdikleri bu kuş mitini öldükten sonra
tekrar dirilmenin simgesi sayarak yorumlamışlardır.
Livyatan:
Eski İbranice’de Leviathan, modern İbranicede Livyatan olarak söylenen bu
ismin anlamı; ‘Kıvrılan, Bükülen’ demektir. Leviathan’dan Tevrat’ta bir su
canavarı olarak söz edilir. Bu yüzden onun adı doğrudan "su canavarı" olarak
da kullanılabilir. Edebiyat dünyasının çok ünlü romanlarından biri olan Herman
Melville’in MOBY DICK adlı eserindeki kahraman su canavarı bir Leviathan’dır.
Çok büyük balinaları anlatmak için de aynı isim kullanılırken, günümüzde basit
balina sözcüğünün karşılığı da modern İbranicede Leviathan’dır. Kimileri
tarafından çok eskiden yaşamış çok büyük boyutlu bir sperm balinası cinsi
olduğu da söylenir.
Pegasus: Perseus , Poseidon'u hamile
bırakan Medusa'nın kafasını kesince, Gyrionis'in babası Chrysaoras ve kanatlı
at Pegasus kesilen baştan dışarı fırladı. Bir başka anlatıya göre de Pegasus
Medusa’nın denize dökülen kanından doğmuştur. Sonra ona binen Perseus kaçmayı
başardı. Pegasus bu nedenle Poseidon ve Medusa'nın oğluydu. Hesiodos'a göre
adı "Okyanusun Kaynakları" ndan gelmektedir.
Dolayısıyla isminin
kaynaklarla ilgili olduğu söyleniyor. Pegasus doğduğu gibi ölümsüzlerin katı
Olimpos'a yükseldi ve Hephaestus'un laboratuvarından yıldırım taşımak için
Zeus'un hizmetinde kaldı. Korint'te hüküm süren mitolojik geleneğe göre
sikkelerin üzerine sembolleri basılan Pegasus bir Korint tanrısıydı.
Pegasus'un Medusa'dan doğduğu anda Korint’e uçtuğu ve Pyrenees sularında
susuzluğunu giderdiği söylenir.
Kentaur (Sentor): Yunan
Mitolojisi'nde yarı insan yarı at olarak bilinen Kentaurlar, savaş yetenekleri
fazlasıyla gelişmiş, güçlü yaratıklar olarak tasvir edilmiştir. Asil duruşları
ve karakteristik özellikleri nedeniyle modern edebiyatta da kendilerine yer
bulmuşlardır. Bu yönlerinden dolayı Yunan mitolojisinde bilinen en asalet
sahibi varlıklar olarak tanımlanırlar. İnsanlar dahi Kentaurların asaletini
kabul etmişlerdir. Bunun yanında bilgili ve gerektiğinde çok saygılıdırlar.
Savaş aleti olarak çok iyi ok ve yay kullanırlar ve dört nala koşarken bile
nişan alarak hedefi vurabilirler. Sezileri kuvvetli olan Sentorların geleceği
görme, kahinlik ve yıldızları okuyabilmek gibi değişik güçleri de vardır.
Sentor figüründeki Sagittarius takım yıldızının mitolojide yolculuklar
sırasında rehberlik etmesi için gökyüzüne yerleştirildiğine inanılır. Çoğu
efsanede olduğu gibi Sentor efsanesinde de gerçeğe dayanan sebeplerin olduğu
bilinmektedir. Sentorların atlarla ilgili olan, at üstünde savaşa giden ve
atıyla yaşayan bir toplum olduğunu ve zaman içerisinde ki söylentilerle yarı
at yarı insan biçimli yaratıkların oluştuğunu söylemek mümkündür. Bir diğer
rivayette Yunanlıların İskitler yani bilinen ilk Türklerle giriştiği
savaşlarda onların at ile olan yakınlıklarına ve iyi kullanmalarına şaşırmış
ve onlara Sentor demeye başlamışlar, bu söylem yıllar geçtikçe at adam
efsanesine dönüşmüş denilir.
Hesiod, Theogony 281; Pseudo-Apollodorus, Bibliotheke 2. 42, et al.
Harris, Stephen L. and Gloria Platzner. Classical Mythology: Images and
Insights. 2nd ed. (New York: Mayfield Publishing), 1998. 234
Michaud, Joseph F. & Michaud, Louis G. (1833). Michaud Frères (ed.).
Biographie universelle, ancienne et moderne, ou Histoire, par ordre
alphabétique, de la vie publique et privée de tous les hommes qui se sont
fait remarquer par leurs écrits, leurs actions, leurs talents, leurs
vertus ou leurs crimes (in French). 5. Retrieved 23 June 2009
Aratus, Phaenomena 206; Scott Littleton, Mythology. The Illustrated
Anthology of World Myth and Storytelling London: Duncan Baird, 2002:147.
ISBN 1-903296-37-4
Hard, p. 66: "KYKLOPES (Round-eyes)"; West 1988, p. 64: "The name
[Cyclopes] means Circle-eyes"; LSJ, s.v. Κύκλωψ: "Round-eyed".
For a detailed discussion of the Cyclopes see Fowler 2013, pp. 53–56; for
general summaries see: Hansen, pp. 143–144; Grimal, s.v. Cyclopes, pp.
118–119; Tripp, s.v. Cyclopes, p. 181; Rose, s.v. Cyclopes, p. 304 (Oxford
Classical Dictionary 2nd edition).
Hard, p. 66. Apparently, such a three-fold distinction was already made as
early as the fifth-century BC, by the historian Hellanicus, see Fowler
2013, pp. 35–36, p. 55; Hellanicus, fr. 88 Fowler [= FGrHist 4 fr. 88]; a
scholiast to Aelius Aristides 52.10 Dindorf p. 408 describes a similar
three-fold distinction, see Storey, p. 401.
Fowler 2013, p. 53; Bremmer, p. 140.
Fowler 2013, pp. 35–36, p. 55; Hellanicus, fr. 88 Fowler [= FGrHist 4 fr.
88]. According to Hellanicus, the Cyclopes were named after Cyclops the
son of Uranus.
Hard, p. 32; Gantz, p. 10; Hesiod, Theogony, 139–146; cf. Apollodorus,
1.1.2. These Hesiodic Cyclopes are sometimes called the "Uranian" (or
"Ouranian") Cyclopes after their father Uranus (Ouranos), see Caldwell, p.
36 on lines 139–146; Grimal s.v. Cyclopes p. 119.
Hard, pp. 65–69; Hansen, pp. 66–67, 293–294; West 1966, pp. 18–19; Dowden,
pp. 35–36.
Most 2018a, p. 15; Hard, p. 66. According to West 1966, p. 207 on line
140, the three names represent different aspects of the same thing: a
lightning bolt, i.e. that which is heard: Brontes, from βροντή ("thunder",
see LSJ s.v. βροντ-ή), that which is seen: Steropes, from στεροπή ("flash
of lightning", see LSJ s.v. στεροπ-ή) and that which strikes: Arges, a
"formulaic epithet of κεραυνός" ("thunderbolt", see LSJ s.v. κεραυνός).
West 1966, p. 207 on line 139; Bremmer, p. 140; Tyrtaeus, 12.2–3: "... not
even if / he had the size and strength of the Cyclopes".
Hesiod, Theogony 154–158, says that Uranus "put them all away out of sight
in a hiding place in Earth and did not let them come up into the light",
while according to Apollodorus, 1.1.2, Uranus "bound and cast [them] into
Tartarus", the two places perhaps being the same (see West 1966, p. 338 on
line 618, and Caldwell, p. 37 on lines 154–160).
Hard, pp. 66, 151 Gantz, pp. 13, 92; Hesiod fr. 57 Most [= fr. 52 MW], fr.
58 Most [= frr. 54a + 57 MW], fr. 59 Most [= frr. 54c, b MW]. For further
discussion of the story around Apollo's killing the Cyclopes, see Fowler
2013, pp. 74–79; Hard, pp. 151–152.
Hard, pp. 65–66; Gantz, p. 10; Hesiod, Theogony 126–153. Compare with
Apollodorus, 1.1.1–3
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Cilt-1, Sayfa 191)
Kerenyi (1959), p. 143.
Ogden 2013, p. 26.
Hesiod, Theogony, 310 ff.. See also Hyginus Fabulae Pref., 151
According to Hyginus, Fabulae 30, the Hydra "was so poisonous that she
killed men with her breath, and if anyone passed by when she was sleeping,
he breathed her tracks and died in the greatest torment."
Ogden 2013, p. 29–30.
Greenley, Ben; Menashe, Dan; Renshaw, James (2017-08-24). OCR Classical
Civilisation GCSE Route 1: Myth and Religion. Bloomsbury Publishing. ISBN
9781350014886.
Kern, Hermann (2000). Through the Labyrinth. Munich, London, New York:
Prestel. p. 34. ISBN 3791321447.
Chisholm, Hugh, ed. (1911). "Minotaur" . Encyclopædia Britannica (11th
ed.). Cambridge University Press.
H. Dilek Batîslam (2002). "Divan Şiirinin Mitolojik Kuşları: Hümâ, Anka ve
Simurg" (PDF). İstanbul: Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi. s. 185-208.
Duymaz, Ali (1998). "Anadolu ve Balkan Türklerinin Halk Anlatmalarında
Mitolojik Bir Kuş: Zümrüdü Anka" (PDF). Balıkesir Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Dergisi Cilt: 1 Sayı: 1. 27
Altınkaynak, Erdogan. "Yer Altı Diyarının Kartalı"
https://tr.wikipedia.org/wiki/Kentaurlar
"Definition of centaur". Oxford Dictionaries. Oxford University Press.
Retrieved 19 April 2013.
Webster's Third New International Dictionary, G. & C. Merriam Company
(1961), s.v. hippocentaur.
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Dionysos yada Roma adı ile Bakkhus mitolojide şarap ve üzüm tanrısıdır. Eski
mitolojik eserlerde şarabın yeri ne kadar önemli ise şarabı bulan tanrı yani
Dionysos’un da yeri bir o kadar önemlidir. Zira şarap denilen içkinin tüm dünya
mitoslarında yeri ayrıdır. Persler şarabı Cemşid'in bulduğunu söyler, Yunanlar
ise Dionysos'un. Bu yüzden Dionysos büyük bir tanrıdır.
Örnekler vermek gerekirse özellikle Homeros'un İlyada'sında şarap savaştan
yorulan askerler için bir çıkış, ferahlayış yoludur.
Bununla birlikte tekrar konumuz olan Dionysos'a dönebiliriz.
Babasının
Zeus, annesinin Semele olduğunun bilinmesi dışında kökenleri belirsizdir ve
kültleri pek çok şekilde olmuştur; bazı eski kaynaklarda Trakya , diğerlerinde
ise Yunanlı olarak tanımlanmaktadır. Kayıtların çoğu Trakya'da doğduğunu, yurt
dışına gittiğini ve yabancı olarak Yunanistan'a geldiğini söylese de, Yunan
tarihinin Miken döneminden gelen kanıtlar onun Yunanistan'ın en eski
tanrılarından biri olduğunu gösteriyor. Dışarıdan gelen bir tanrı olarak
"yabancılık" niteliği , bazen "gelen tanrı" olarak adlandırılan bir aydınlanma
tanrısı olduğu için kültlerine içkin ve gerekli olabilir .
Şarap
Yunan kültüründe önemli bir rol oynamıştır ve Dionysos kültü şarap tüketimini
çevreleyen ana dini odak noktasıydı. Şarap ve şarabın üretilmesini sağlayan
asma ve üzümler sadece tanrının bir armağanı olarak değil aynı zamanda onun
yeryüzündeki sembolik bir enkarnasyonu olarak görüldü. Bununla birlikte
Dionysos dini, Klasik sonrası dönemde sıklıkla klişeleşmiş olduğu gibi
Dionysos'u bir sarhoşluk tanrısı olmaktan ziyade acı çekmeyi kolaylaştıran,
neşe getiren ve ilahi olana ilham veren doğru şarap tüketimini merkezinde
topladı. [13] Performans sanatı ve drama da dininin merkezindeydi ve
festivalleri tiyatronun gelişiminin arkasındaki ilk itici güçtü. [14] Dionysos
kültü aynı zamanda bir "ruhlar kültü" dür; onun bakireleri ölüleri kan
sunularıyla besler ve yaşayanlar ve ölüler arasında ilahi bir iletişimci
olarak hareket eder. [15] Bazen ölen ve yükselen bir tanrı olarak da
sınıflandırılır. [16]
Dionysos'un bir Tarım ve Bitki Tanrısı olduğu
gösterilmiştir. Şarap, üzüm hasadı, meyve bahçeleri [17] ve bitki örtüsüyle
olan bağlantısı onun bir doğa tanrısı rolü olduğunu gösterir. Bağcılık ve Üzüm
tanrısı olarak meyvenin büyümesi ve hasadı ile bağlantılıdır. [5] Efsaneye
göre o bitkiyi yetiştirme sanatını öğretir. İlk tiyatro, yani oyunlar
bağbozumu zamanında Dionysos için yapılırdı ve ona sunular sunulurdu. Bu
yüzden tiyatral sanatların doğuşu Dionysos kültüyle paralellik gösterir.
DİONYSOS DİNİ
Dionysos tanrısal bir figür olarak diğer Olimposlu tanrılardan biraz
daha farklıdır. Bu yüzden sıradan politeist anlayıştan çıkılıp tıpkı
Mitraizm'deki Mitra, İsis rahibeleri veya Apollon rahiplerine benzer olarak
kendi ayin ve ritüelleri ile ayrışmıştır. Dionysos'un merkezi dini kültü
Bakhik (Bacchic) veya Dionysos Gizemleri olarak bilinir. Bu dinin tam kökeni
bilinmemekle birlikte Orpheus'un Dionysos'un gizemlerini icat ettiği
söyleniyor. [77] Kanıtlar, tipik olarak benzer Orfik Gizemlerin bir parçası
olduğu düşünülen birçok kaynak ve ritüelin aslında Dionysos gizemlerine ait
olduğunu öne sürüyor. [13] Bazı bilim adamları ek olarak Dionysos gizemleri
ile Persefoni'nin gizemleri arasında hiçbir fark olmadığını, ancak bunların
hepsinin aynı gizemli dinin yönleri olduğunu ve her ikisinin de Dionysus ve
Persefoni'nin önemli rolleri olduğunu ileri sürmüşlerdir. [13] [78] Daha
önceleri, Yunan dininin temelde kırsal ve uç kısımlarından biri olduğu
düşünülen Atina'nın büyük şehir merkezi, Bakhik gizemlerinin gelişmesinde ve
yayılmasında önemli bir rol oynadı. [13]
Bakus gizemleri insanların yaşamlarında geçişler için ritüel gelenekler
yaratmada önemli bir rol oynadı; başlangıçta öncelikle erkekler ve erkek
cinselliği için, ancak daha sonra kadınların değişen rollerini ritüelleştirmek
ve bir kadının hayatındaki statü değişikliklerini kutlamak için alan yarattı.
Bu genellikle Hades ve Persefoni gibi ölüme ve değişime hükmeden tanrılarla,
aynı zamanda muhtemelen gizemlere başlama ile ilgili bir rol üstlenmiş olan
Dionysos'un annesi Semele ile bir toplantıyla sembolize edildi. [13]
Dionysos
dini genellikle keçi veya boğaların kurban edilmesini içeren ritüelleri içerir
ve en azından bazı katılımcılar ve dansçılar tanrı ile ilişkili ahşap maskeler
takarlardı. Bazı durumlarda kayıtlar tanrıya maskeli ve giysili bir sütun,
direk veya ağaç aracılığıyla katılan ibadet edenlerin ekmek yer ve şarap
içerken kullanıldığını gösterir. Dionysos'a tapınmada maskelerin ve keçilerin
önemi ibadetinin ilk günlerine kadar uzanıyor gibi görünüyor ve bu semboller
Girit'teki Phaistos yakınlarındaki bir Minos mezarında bir arada bulundu.
Dionysos gerek marjinalliği gerekse edebiyat ve sanattaki yeri ile
12 tanrıdan daha fazla yer edinmiştir. Niçe Tragedyanın doğuşunda iki farklı
görüşü öne sürerek Apollonculuk ve Dionysosculuğu karşılaştırır.
Dionysos
heykellerde, tablolarda ve fresklerde oğlak ile betimlenir, sadece bunlarla da
değil bazen yanında bir nymphe bazen kafasında asma bağı bezen ve daha
sıklıkla elinde bir şarap kadehi ile resmedilir.
Michelangelonun eserinde Dionysos elinde şarap kasesi başında asma çelengi
ve arkasında bir satir ile betimlenmiştir.
Dionysos, Caravaggio'nun eserinde de aynı şekillerle betimlenmiştir fakat
çok daha realistiktir.
Guido Reni’nin eserinde ise diğerlerinin aksine Dionysos küçük bir
çocuktur ve bu onun doğduktan sonra orman perilerine emanet edilmesine
atıfta bulunur.
Çocuğun şarap içip gölcüğe işemesini de Homeros’un İlyada'sındaki şarap
tanımı ile açıklayabiliriz. Şarap içince ne olur der Homeros: içine bir
hoşluk yayılır, uykun gelir, birde bol bol işersin tabi..
[13] Isler-Kerényi, C., & Watson, W. (2007). Dionysos in Archaic
Greece: An Understanding through Images. Leiden; Boston: Brill.
[14] Brockett, Oscar Gross (1968). History of the Theatre. Boston:
Allyn & Bacon. pp. 18–26.
[15] Riu, Xavier (1999). Dionysism and Comedy. Rowman and Littlefield.
p. 105. ISBN 9780847694426.
[16] Corrente, Paola. 2012. Dioniso y los Dying gods: paralelos
metodológicos. Tesis doctoral, Universidad Complutense de Madrid.
[17] "DIONYSUS GOD OF - Greek Mythology". www.theoi.com.
[77] Pseudo-Apollodorus, Bibliotheca Library and Epitome, 1.3.2.
"Orpheus also invented the mysteries of Dionysus, and having been torn
in pieces by the Maenads he is buried in Pieria."
[78] Dickie, M.W. 1995. The Dionysiac Mysteries. In Pella, ZPE 109,
81-86.
Ey büyük atamız Ülgen Sen sırlı kalpağında Üç renkli şerit taşırsın Senin tahtına üç merdiven çıkar Sen binmek için atları yarattın Sen uzun saçlı kadınları yarattın Sen dünyayı barışla süsledin Sen toprağa sonsuzluk verdin Oradan hiç vakit kötülük gelmez Oradan hiç ses gelmez Sen yeri güvenli bir yerde yaptın Sen insanın güzel kalbini yarattın Üç renkli papağıyla süslü atamız Bay Ülgen Sana kurban sunarak sana sığınırız Akılla yükseliriz.
Türk mitolojisini incelerken göz ardı edilmemesi gereken önemli noktalar vardır. Diğer birçok toplum gibi Türkler de çevre toplumları etkilemiş ve onlardan etkilenmiştir. Farklı Türk topluluklarının bir zamanlar farklı din ve inanışlara sahip olmaları ve farklı kültürlerle ilişki içinde olmaları nedeni ile efsanelerinde ufak değişiklikler ile bu etkilerin görülmesi normaldir.
Bir diğer önemli etken, Yunanlılar mitoslarını önce yazıya döküp sonra sözlü olarak hayatlarına dahil etmiş yani kayıt altına almışken maalesef Türkler mitoslarının büyük çoğunluğunu yazıya dökmemiş daha ziyade sözlü anlatımlar yolu ile devam ettirmişlerdir. Yazıya dökme çok sonra gerçekleşmiştir ki bunlar da sayıca azdır. Şuan Türk mitlerine dair birçok bilgiyi Rus Türkologlar ve Çin metinleri sayesinde biliyoruz.
Yazar ve şairlerimiz bile Türk mitoslarını ve kültürünü işlemek yerine Arap ve Fars kültürünü işlemeyi tercih etmişlerdir ki bu durumu özellikle Divan şairlerimizde görürüz. İşte benim de Türk mitolojisi üzerine ağırlık verme nedenim bu olacaktır.
Türkler başta Tengricilik olarak bilinen ve bilindiği kadarı ile tek tanrılı olan bir dine sahiptiler. Fakat ilerleyen süreçte göç, savaş, ticaret gibi nedenlerle tanıştıkları politeist topluluklar ile tek tanrıcılıktan çok tanrıcılığa geçiş yapmışlardır ve bu durum en belirgin şekilde Tuva, Yakut ve Altay Türklerinde görülür.
Türklerdeki bu birden fazla tanrı-tanrıçalara ek olarak yarı ilahların olduğu da görülür. Türklere zorla İslamiyet gömleği giydirmeye çalışanlar Türk mitoslarında görülen onlarca tanrı-tanrıça için "bunlar tanrı değildir, sadece ruhtur" derler fakat aklı olan herkesin anlayabileceği üzere durum böyle değildir. Çünkü efsane ve inanışlarda "ruh" olduğu iddia edilen güçlere kurbanlar sunulup dualar edildiğini hatta onların da yaratma eyleminde bulunduğunu, bir şeyleri var ettiğini görürüz. Örneğin Erlik'in yer yada insan yaratabilmesi gibi.
Dolayısı ile "onlar tanrı değildir, Türkler hep tek tanrılıydı" diyemezsiniz çünkü eğer Müslümanlar Cebrail'e yada Mikail'e tapıyor, onlara kurbanlar kesiyor, dualar ediyor olsaydı ve inanışa göre bu melekler insan gibi canlılar yaratıyor olsalardı bu durumda onlar da melek değil tanrı olurdu.
İşte Tengricilik sonrası oluşan çok tanrılı Türk Şaman inanışına tam da bu nedenle tek tanrılı denemez. Tek tanrıcılık söylemi Türkleri İslam çatısı altında tutmak isteyenlerin kullandığı temelsiz bir iddiadır.
Önemli olan şudur ki çok tanrıcılık utanılacak, rahatsız olunacak bir durum değildir, zaten eski insanlar yaşadıkları dönem gereği gök cisimlerini, gerçekleşen tabiat olaylarını, doğayı, yaşadıkları doğada gördükleri süreçleri, hayvanları ve onların hareketlerini anlamlandırabilmek için tanrı ve tanrıçalar, yarı tanrılar, koruyucu-lanetleyici ruhlar ve efsaneler yaratmışlardır.
Fakat bunlara rağmen her fırsatta Türkleri İslam'ın içinde tutmak isteyen dindar güruh ısrarla "Türkler zaten tek tanrıya inanıyordu" diye diretir, politeizme dair bu inanış ve efsaneleri görmezden gelir. Tengrizm sonrası Türk inancında gök ile yer, ışık ve karanlık, iyi ve kötü gibi ikili düşünce yani dualizm net şekilde görülür. Çok tanrıcılığa geçişimiz ile Tengri'nin yerini birden fazla tanrı almıştır ki en önemlilerinden biri de tanrı Ülgen'dir.
Araştırmacılara göre özellikle yazılı olarak korunmuş olan az sayıdaki Türk mitosları Hristiyanlık, Lamaizm ve Budizm etkisi ile kısmen değişikliğe uğramış-etkilenmiştir. Altay bölgesi geçmişte Kalmuk egemenliği altında kaldığından özellikle Altay Türklerinin efsanelerinde Moğol etkisi görülür. Örneğin Altayların tanrıların başına "Bay" eki koyması Moğollardan geçen ve beylik gösteren bir ektir. Aynı şekilde çoğu Türk topluluğunda Ülgen büyük tanrının kendisi iken bazılarında onun büyük tanrının kendisi değil, ikinci dereceden bir yardımcı yaratıcı tanrı olduğunu görürüz. Bunların dışında İslamiyet ile tanışılması ile bazı mitlerdeki İslam etkisi de göze çarpar ve maalesef Türk mitosları hakkında kitaplar yazan yazarlarımız bir çok Müslüman gibi "İslam hep vardı, Allah tek din gönderdi" demeye çalıştığı için özellikle İslamiyet ve Hristiyanlık etkisi görülen Türk inanış ve efsanelerini anlatırken bunlarla ilgisi olmayan ve Türklerin özü sayılabilecek Şamanizm inancının temelini oluşturduğu mitosları göz ardı ederler. Zaten bu güruha İslam, Hristiyanlık ve Musevilik dinlerinin kökenini oluşturanın da Sümer ve Babil inanışları ve temelde antik Sümer dini olduğunu anlattığımda bile klasik 124.000 peygamber gönderildi safsatasına başvuruyorlar.
Bazı araştırmacılara göre Hristiyanlığın mitler üzerindeki etkisi fazla değildir ve mitoslarda özellikle Türklerin sahiplendiği dinlerden biri olan ve Uygurların MS 763'de aldıkları Maniheizm dininin izleri görülür. Ek olarak Budizm'in ve Şamanizm inancının etkileri yanı sıra eski İran inanış ve mitoslarının da etkisi vardır; ki zaten Mani dininin esas prensipleri de İran kültürünün bir çok unsurunu barındırır. Fakat bunlar ayrıca ele alınması gereken konulardır ve ilerde farklı Türk topluluklarının efsanelerini anlatırken hangi toplumla etkileşim içinde olduklarını işlenen mitler üzerinden anlatacağım.
Türkler uzun süre göçebe olarak yaşadığından ve dünyanın farklı noktalarında birçok farklı boy ve topluluklara bölündüklerinden bu farklı boyların iletişim içindeki diğer kültürlerin din ve inanışlarının her birinden etkilenmiş olmaları oldukça olasıdır. Tüm bunların dışında detayına indikçe antik Sümer'den miras kalan betimleme ve inanışların da bazı Türk boylarının efsanelerinde yer bulduğunu göreceğiz. Örneğin Sümerlerin 7 katlı gök inanışının Yakut Türklerinde de görülmesi gibi.
EVRENİN YARATILIŞI
Başlangıçta her taraf karanlıktır. Tengis adında, hiçbir kıyısı olmayan bir su, ilkel okyanus vardır ve bu suyun derinliklerinde Ag Ene yani Ak Ana yaşamaktadır. Suyun üstünde ise uçmakta olan tanrı Ülgen, bilhassa Altay Türklerinin deyimiyle Bay-Ülgen yer alır. Oyrotlar ona Kurbustan, bazı Altay kavimleri Oçurman, Kuday, Kara Han bazıları ise Burhan Bakşi derlerdi.
Her yer su ile dolu olduğundan yaratıcı ruh Ülgen konacak yer bulamamaktadır. Ak Ana sudan çıkar ve Ülgen'e yeri yaratmasını söyler. Böylece Ülgen Ag Ene'nin emrine uyarak üzerinde yaşadığımız dünyayı ve tüm evreni yaratır. Burada önemli bir nokta vardır ki farklı bir efsanede Ak Ana tanrı Ülgen'e yeryüzünü yaratma emrini verdikten sonra bir taş fırlayarak Ülgen'in önüne gelir, öyle ki Ülgen bu taş ile dünyayı yaratır. Peki "bu taşı Ülgen'in önüne kim fırlatmıştır?"
Bir Teleüt miti Ülgen'in önüne taşı fırlatan başka bir gücün-yaratıcının olduğunu ispatlamaktadır çünkü bu mit Ülgen'in yaratılışını anlatır:
Üstyügünin üç sürgek Üç ocoktu Bay Ülgen Kögö Mönkö jarılgan Kök syürgekten yekelgen
Yani şöyle demektedir: Üste üç ateşli gök Üç kutsal ocaklı Bay Ülgen Kögö Mönkö tarafından yaratılan Mavi gök tarafından oluşturulan
Ülgen her bakımdan mükemmel, her şeyi bilen, eksiksiz bir varlıktır. Evreni ve onun katlarını yarattığı gibi, güneş, ay, yıldız ve tüm gök cisimlerini, hayvanları, bitkileri, ateşi ve yerleşim alanlarını yaratır ve insanları korur.
Daha sonra Ülgen gök cisimlerinin hareketlerini belirler, düzenler. Yıldırım, yağmur, tufan, poyraz gibi doğa kuvvetlerini yaratır ve yönetir.
Ayrıca kutsal rengi beyaz olan ve beyaz bir ışık olduğuna da inanılan Ülgen insan iradesi için Yüce Kanunu yaratır. Bu kanunlar insanların yapması ve yapmaması gerekenler, kötü ruhlardan ve yanlışlardan kaçınma yolları gibi kanunlardır.
Ülgen daha sonra kutsal ruhlara görevler vermiş ve teşkilatlanmayı sağlamıştır.
Şamanların Kam davullarından da gördüğümüz üzere eski inanışımıza göre evren dik konumdaki bir ok veya Temir Kazık denen bir kazık ile tutulan 3 bölümden oluşur. Bunlar: Gök, yeryüzü ve yeraltıdır.
Şamanların mitolojik anlatılarında da bu 3 bölüme rastlamak mümkündür. Yakut şamanları bunlara "üüheegi daydı" yani yukarı dünya, "orto daydı" yani orta dünya ve "allaraa daydı" yani aşağı dünya derken Kırgız Türkleri aşağı dünya için insanın geri çıkamayacağı karanlık alem anlamına gelen "adam kayra çıkısız ordaydı" derler.
Bu 3 bölümün her biri de kendi içinde farklı özelliklere ve katlara sahiptir. Örneğin göğün Altaylara göre 17, Telütlerde 16, Tuvalılarda 33 veya 9, Yakutlarda tıpkı Sümer ve Babilde olduğu gibi 7 katmandan oluştuğuna inanılır yani ortak bir görüş bulunmamaktadır.
Fakat özellikle Yakutlara göre göğün 7,9,12,17 kat olacak şekilde farklı tasavvurları bulunur ve 7 rakamının özellikle ağırlıkta olduğu göze çarpar, tıpkı Sümer medeniyetindeki 7 gibi.
Tıpkı gökyüzüne dair 7 rakamının öne çıkması gibi kadim Türklere göre yer altı dünyası da 7 veya 9 katlıdır fakat Altaylara göre bu rakam 17'dir.
7 kat gök ile 7 kat yeraltı tabakasının ortasında ise yaratılan insanlar yaşamaktadır.
Yer altı dünyasının hakimi ise tabiatı gereği kötü olan ve Körmes olarak da çağrılan tanrı Erlik'tir. Altay yaratılış mitoslarına göre Erlik de tıpkı Gök Tanrı Ülgen gibi başlangıçtan beri vardır.
Fakat orta dünyada yaşayanlar sadece insanlar değildir burada aynı zamanda iyeler bulunmaktadır. Bu yüzden insan yaşamı demir kazık tarafından tutulan yukarı ve aşağı dünyanın ruhları ile ve orta dünyanın ruhlarıyla bağlantılıdır.
Temir kazık denen ve evrenin 3 katını birleştiren bu oka aynı zamanda Dünya Dağı, Dünya Ağacı da derlerdi. Moğol ve Tunguzlar ise ona Altın Direk demekteydi. Bu ok, direk, kazık veya ağacın dünyayı sarsıntılardan koruduğuna inanılırdı. Bu dünya ağacı denen yapı da tanrı ve yardımcı tanrılar, ruhlar tarafından korunurdu ve bu ağacın yıkılmasının ya da bu demir direğin kopmasının felakete yol açacağına, dünyanın sonunu getireceğine inanılırdı.
İnsanın yaratılışı konusunda ise yine çeşitli Türk topluluklarında birbirinden farklı anlatı ve inanışlar mevcuttur. Konuya dair Altay yaratılış efsanesine bir bakalım insan nasıl yaratılıyor:
Yine günlerden bir gün, Tanrı Ülgen denize, Bakarak duruyordu, şaşırdı birden bire, Toprağın üzerinde, birde kil duruyordu. Toprak üstündeki şey, dedi, nedir acaba, İnsan oğlu bu olsun, insana olsun baba, Görünmeye başladı, insan gibi bir şekil, Birden insan olmuştu, toprak üstündeki kil.
Bu efsanede tıpkı daha önce Sümer efsanelerinde de gördüğümüz ve daha sonra İbrahimi dinlere geçen inanış gibi insanın kilden-balçıktan yaratılışı söz konusudur. Efsanelerin farklılıklar gösterdiğini söylemiştim, işte bu efsanenin devamında da yaratılan ilk insan Erlik'tir. Destan şöyle devam eder:
İnsanda toplanmıştı, her çeşitten yeterlik, Bu ilk insanın ise, adı olmuştu Erlik. İnsanı yaratan Tanrı, ortalardan kayboldu, Erlik de yola çıktı, arayıp onu buldu. Tanrının gönlü temiz, yücelerden yüceydi, -Bir küçük kardeşim ol! Diye, Erlik'e dedi. Erlik Tanrı Ülgen'in kardeşi olmuş idi, Fakat nedense kalbi, hırs ile dolmuş idi.
Anlayacağınız üzere bu Altay destanında yaratılan ilk insan daha sonraları kötülük ve yer altı tanrısına dönüşen ve Ülgen'in kardeşi olduğuna inanılan Erlik'tir. Daha sonra birçok efsanede gördüğümüz üzere iyi tanrı kötü tabiatlı olan tanrıyı yer altına gönderir.
Efsanenin devamında Ülgen'in Erlik dışında başka insanlar yarattığı görülürken aynı zamanda yine Sümer'in kutsal 7 rakamı karşımıza çıkar:
Tanrı baktı ki. Erlik, pek bir işe yaramaz, Erlik’in varlığıyle bu dünya da yaşamaz. Yarattı Mandı-Şire, adlı bir kahramanı, Dedi, Erlik yerine korusun bu insanı. Mandı-Şire’den başka , kemikleri kamıştan, Yedi kişi yarattı, etleri de topraktan, Nefesiyle üfledi, tuttu kulaklarına, Yedi insanın hemen, can geldi ruhlarına..
Başta da dediğim gibi Türkler çok farklı kültürel yapılara ve etkileşimde bulundukları kültür ve coğrafyalara sahip olduğundan efsaneleri de değişiklik gösterir. Örneğin kimine göre Erlik baştan beri varken kimine göre Ülgen'in yaratması ile meydana gelmiştir.
Yakutlarda ise insanın yaratılışı farklılık gösterir, efsane şöyledir: Tanrı insan biçiminde 7 şekil yaratır, ve bunların hepsine can vererek 7 erkek yaratır. Akabinde 4 kadın yaratan tanrı bu kadınları 4 erkek ile evlendirir. Böyle olunca kadınsız kalan 3 erkek böyle iş mi olur diyerek gidip tanrıya şikayet ederler fakat tanrı onları dikkate almaz. Ne cevap verir ne de kadın.
Kadınsız kalan bu 3 erkek kadınların etrafında dolanmaya başlar ve insanoğlu vefasız olur. Sonunda nasıl olduğu bilinmez bu 3 erkek 3 kadın daha bulur, evlenir ve 3 oğulları olur. Tanrının eş verdiği çiftlerin de 4 kızı olur. Bunlar birbirleri ile evlendirilince bir kız açıkta kalır fakat erkeklerden biri onu karısının üstüne alır. Bu suretle çok kadınla evlenme adeti meydana gelir. Bu kalan kızı ben alayım diye uğraşırken erkekler de vefasız olurlar; ki efsaneye göre erkeklerin vefasızlığı da buradan gelir. [3]
Yakutlar ile Altayların yaratılış efsanesi arasındaki farklılıklar hem onların kültürel yapılarını hem de kutsiyet atfettikleri rakamları göz önüne serer; ki Yakutlara ait son efsanede 3 rakamı sıkça göze çarpmaktadır.
Bir başka yaratılış mitosunda yine Erlik'in başta beri var olduğu görülmektedir ve bu efsane dağ ve çıkıntıların nasıl meydana geldiğini ve yeraltı dünyasının oluşumunu anlatır.
Bu mitosa göre Ülgen dünyayı nasıl yaratacağını düşünürken suyun yüzündeki bir köpüğün içinde bir insanın yüzmekte olduğunu görür, bu insan Erlik'tir. Erlik Ülgen'e kızmayacağı taktirde ona suyun altından toprak bulabileceğini söyleyip suyun dibine dalar ve orada bulduğu bir dağdan bir parça toprak koparıp ağzına alıp su yüzüne geri çıkar. Ağzındaki toprağı Ülgen'in avucuna tükürünce Ülgen tıpkı Ak Ana'nın ona söylediği gibi "ettim pyuttı" diyince sonsuz suyun ortasında bir kara parçası oluşur. Ülgen Erlik'e tekrar çamur getirmesini söyleyince Erlik su altına dalar fakat artık kendine ait bir dünya kurmak istemektedir; bu yüzden çamurun bir kısmını verse de kalanını ağzında saklar. Ülgen tekrar yaratma işine girişip "ettim pyuttı" diyince toprak büyümeye başlar fakat Erlik'in ağzında sakladığı toprak da büyümektedir. Erlik boğulmamak için ağzında sakladığı toprağı yere tükürünce normalde bir tepsi gibi dümdüz olan kara yani dünya yüzeyi engebeli bir hal alır, dere ve tepeler bu şekilde oluşur.
Hem düz olan dünyanın bozulmasına hem de Erlik'in ağzında toprak saklamasına öfkelenen Ülgen hiddetlenerek Erlik'i azarlamakta, Erlik ise henüz orada yeni bitmiş bir ağaca yaslanır vaziyette dinlemektedir. Erlik neden böyle yaptığını açıkladığında onu azarlamakta olan Ülgen bir karara varır ve Erlik'e yeryüzünü yasaklar. Bunun üzerine Erlik "o halde bana bu ağacın yetişebileceği büyüklükte bir yer ver" der ve Ülgen bunu reddeder.
Fakat Ülgen merhametli bir tanrıdır ve Erlik'in ağlamalarına, sızlanmalarına dayanamayarak ona "tamam, bu yeri götürebilirsin ama onunla ne yapacaksın" diye sorar; ki Erlik Ülgen'in onay verdiğini
duyar duymaz yer altına girerek ortadan kaybolur.
Daha sonra bir kırlangıç ağzındaki çimlerle Ülgen'in yanına gelerek bunları yere atar ve böylece çimler yaratılır. Sonrasında ormanları yaratan Ülgen bu eyleminden de sonra insanları yaratır.
Bir çok Türk toplumu Ülgen'in insanı yaratmadan çok daha önce hizmetçiler yarattığına inanmaktadır ki bunu da sonraki onlarca Türk mitosu makalesinden birinde ele alacağım.
Kalaçev A., "Poezdka k Telengam na Altay", Jivaya Starina, vıp.3-4, St.Petesburg, 1896, s.484
Potapov L.P., Altayskiy Şamanizm, s.246
Çoban, Ramazan Volkan. Türk Mitolojisinde Kötülük Tanrısı Erlik'in İnanıştaki Yeri, Tasviri ve Kökeni
Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Celal Beydili, Yurt Yayınevi (Sayfa - 24)
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi (Cilt-1)
Fuzuli Bayat - Kadim Türklerin Mitolojik Hikayeleri
●►Üye olarak platforma destek olabilirsiniz: KATIL ●►Patreon üyeliği için: PATREON
Çerokiler (Cherokee) geçmişte Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğu eyaletlerinde,
özellikle Kuzey ve Güney Karolina da, Georgia ve Doğu Tennessee'de yaşamış
fakat ilerleyen süreçte istilacılar tarafından yurtlarından sürülerek
platolarda yaşamak zorunda kalmış Kızılderili halkıdır. [a]
Çerokilerde bazı inançlar, hikayeler ve şarkılar korundukları farklı
topluluklarda biraz daha farklı biçimlerde mevcuttur. Fakat çoğunlukla ortak bir
teoloji sistemi oluştururlar.
ÇEROKİ İNANÇLARININ TEMELLERİ
Çerokilere göre ruhanilik günlük yaşamın dokusuna işlemiştir. Fiziksel dünya
ruhani dünyadan ayrı değildir. Bir ve aynıdırlar.
Tarihçi Theda Perdue "Cherokee Women: Gender and Culture Change (1700-1835)"
adlı kitabında [2] şunları yazmıştır:
"Çerokiler ruhsal ve fiziksel alemleri birbirinden ayırmadı, onları bir
olarak gördüler ve dinlerini bir dizi özel günlük törenle ve halka açık
törenlerle uyguladılar."
Çerokiler evrende varoluşsal bir düzen olduğuna inanıyordu [3]. Bu kavram
kozmoloji olarak adlandırılır. Evrenin üç farklı, ancak birbiriyle
bağlantılı seviyeden oluştuğuna inanıyorlardı: Öngörülebilirlik ile
tanımlanan "Üst Dünya" geçmişin alanıdır ve ateşle temsil edilirdi.
Değişimlerle tanımlanan "Alt Dünya" geleceğin kontrolündedir ve onu temsil
eden sudur. , Üst ve Alt Dünyalar arasında yaşayan insanların bulunduğu bu
Dünya veya Merkez ise şimdiki zamanın alanıdır. [3] [2]
Diğer bazı dinlerin aksine Çeroki inanç sisteminde insanlar yeryüzüne,
bitkilere veya hayvanlara hükmetmez veya üzerinde hakimiyet kurmaz. Bunun
yerine insanlar tüm yaratılışla birlikte var olur ve bağlılık içinde
yaşarlar. İnsanlar aralarındaki dengeyi korumak için tüm dünyalar arasında
ara buluculuk yaparlar. Bunu yapmanın yolu etraflarındaki Ruhsal Gücün
içinde hareket etmeyi ve çalışmayı öğrenmektir. Bitkiler ve hayvanların,
yeryüzündeki nehirler, dağlar, mağaralar ve diğer oluşumların bile ruhsal
gücü vardır. Theda Perdue ve Michael Green "The Columbia Guide to American
Indians of the Southeast" [4] adlı kitaplarında şöyle yazmıştır:
"Bu özellikler onlara dünyanın başlangıcını, orada yaşayan manevi güçleri
ve ona karşı sorumluluklarını hatırlatan anımsatıcı araçlar görevi
görüyordu."
KUTSAL ATEŞ
Daha önce de belirttiğim gibi ateş Çeroki ve Güneydoğu Amerika Birleşik
Devletleri'ndeki diğer Kızılderililer için önemli bir unsurdur. Çerokilere
göre Kutsal Ateş yaratılışın saflığını ve yeryüzünde yaşarken gördükleri
güneşi temsil eder [5]. Kızılderililerin çoğu ateşi ve güneşi yaşlı kadınlar
olarak görür. Bu yüzden de hazırladıkları her yemeğin bir kısmını ateşe
verirler, aksi takdirde kendilerinden intikam alacağından korkarlardı.
Su, özellikle de nehir ve kaynaklar ise Çeroki inançlarının bir diğer önemli
unsurudur çünkü Yeraltı Dünyasını temsil eder. İnanışa göre bu iki unsurun
sahip oldukları güç nedeniyle birbirinden ayrı tutulması ve dengenin
sağlanması çok önemlidir. Bu nedenle Kutsal Ateş'e asla su dökülmez.
Kutsal Ateş bir büyükanne olarak onurlandırılmıştır ve onun duygular, bilinç
gibi insani özelliklere sahip olduğu düşünülür. Antropolog Peter Nabokov
"Where the Lightning Strikes: The Lives of American Indian Sacred Places"
adlı kitabında [6] şöyle bildirmektedir:
"Ateş onların adaklarını (teklif) dünyanın dört bölümü için hediyelere
dönüştüren manevi bir dönüşüm aracıydı."
Çerokiler Kutsal Ateşi, yedi zümreyi temsil eden yedi kutsal ağaç olan
huş , kayın, meşe, akçaağaç, dişbudak, akasya ve ceviz ağacı ile besleyerek
canlı tutuyordu.
DENGE
Çerokiler için dengeyi korumak varoluşları için çok önemliydi [3] [5].
Onların görüşleri birbirine zıt olan ve birbirini dengeleyen bir grup
sistemi içeren bir evren şeklindeydi. Ortak bağımlılıkları, bağlantı kurma
ve birlikte çalışma yetenekleri ile bilinen her şeyin temeli olan ortaklar
oldukları kadar düşman da değillerdi. Dairenin evreni ve evrenle olan
ilişkilerini temsil etmesinin nedeni de budur. Karşıt olan ama birbirine
bağlı olan eşit parçalar. "Çeroki Kadınları: Cinsiyet ve Kültür Değişimi,
(1700-1835) adlı kitabında Theda Perdue şöyle yazar [2]:
"Bu inanç sisteminde tıpkı yazın kış ile, hayvanların bitki ile,
çiftçiliğin avcılık ile dengelendiği gibi kadın da erkek ile
dengelenmiştir."
Hastalık ve İyileşme
Çerokiler her hastalığın hayvanlardan kaynaklandığına inanıyordu. Yazar John
Reid, "A Law of Blood: The Primative Law of the Cherokee Nation" adlı
kitabında şöyle diyor [7]:
"İnsanlara tüm insani hastalıkların öldürülen hayvanlar tarafından
intikam almak ve insanları rahatsız etmek için icat edildiği empoze
edildi."
İnanışa göre hayvanlar talihsiz insanların iştahını kaybetmesine,
hastalanmasına ve ölmesine neden olan kötü rüyalar göndererek onlara
misilleme yapacaklardır. Bu yüzden avcı bunların başına gelmesini için
öldürdüğü hayvanlardan özür diler, dua eder ve onlara ihtiyaçlarını ve bunun
önemini açıklar.
Bitkilerin hayvanların insana getirdiği her hastalık için şifa sağladığı
söylenir ve bu nedenle bazı bitkiler Çeroki tıbbının temelleri haline gelir
[8].
Saflık ve Kutsal Yerler
Saflık Çerokiler için önemli bir kavramdır. Ateş ve su veya kadın ve erkek
arasındaki ilişkiler gibi karşıt olduğuna inanılan kavramlar
karıştırıldığında bu kirlilik olarak kabul edilir. Saflığı korumak için bu
kirleticilerden ellerinden geldiğince kaçınılmalıdır. Bununla birlikte bitki
ve hayvan yemek veya erkek ve kadın arasındaki ilişki gibi bazı kirleticiler
kaçınılmazdır çünkü zorunludur. Sadece yazdan kışa kadar yaşamak bile bir
insanı kirletebilirdi. Çerokiler bunun üstesinden gelmek için sabahın erken
saatlerinde herhangi bir yemek yemeden önce yıkanırdı. Herkes yıkanmak için
nehre gider ve bu temizlenme eylemi tüm yıl boyunca nehirdeki
buzu kırmak zorunda kaldıkları kış aylarında bile yapılırdı. [6]
Nehir, "Uzun Adam" olarak adlandırılıp şefkatli bir Ruh olarak kabul
edilmişti. Antropolog Peter Nabokov [6] şunlara dikkat çeker:
"Uzun Adam, vücudunu onda yıkayan, ondan içen ve onun iyileştirici güçlerini
kullanan Çerokilere her zaman yardım etti."
"İnsan hayatındaki her kritik dönemeçte serbest akan akarsulardan gelen "yeni
suya" yani nehire girme ayini ruhsal güç verilen dualar ile yapılmalıydı.
Yaratılış İnançları
Su Böceği Dünyayı Nasıl Yarattı?
Çeroki kızılderililerinin yaratılış hikayeleri Dünya'yı deniz suyuyla çevrili,
yüzmekte olan büyük bir ada olarak tanımlar ve o, dört ana noktaya bağlanan
iplerle gökten sarkar. Efsane ilk dünyanın küçük su böceği Dâyuni'nin gökyüzü
alemi Gälûñ'lätï'den gelmesiyle ortaya çıktığını anlatır. İnanışa göre Su
Böceği nedenselliğin dışında var olan doğal neden ve sonuç yasalarından
etkilenmez ve suyun altında ne olduğunu görmeye gider. Suyun yüzeyinde koşar
ama dinlenecek sağlam bir yer bulamaz. Suyun dibine dalar ve biraz yumuşak
çamur çıkarır. Daha sonra bu çamur her yöne doğru genişler ve dünya oluşur.
(Bu mitteki çamur çıkarma anlatısı Ülgen'e yardım eden Erlik'in sonsuz
okyanusun altına dalarak çamur çıkarmasını ve yeryüzünün bu şekilde
yaratıldığı Türk yaratılış efsanesini anımsatıyor.)
Su böceğinin geldiği gökyüzü alemi Gälûñ'lätï'deki diğer hayvanlar yeni
dünyaya inmeye heveslidirler ve çamurun kuru olup olmadığını görmek için ilk
önce kuşlar gönderilir. Diğerleri için hazırlık yapmak üzere şahin gönderilir
ama dünya hâlâ yumuşaktır. Kanatları yorulunca çok aşağıya iner ve yumuşak
çamuru fırçalar, böylece düz yüzeye sahip olan yeryüzünde dağ ve vadileri
oyarak şekillendirir ve dünya hazır olmadığından hayvanlar tekrar beklemeye
zorlanır. Nihayet çamur kuruduğunda hepsi gökyüzünden aşağı iner. Hava
karanlık olduğundan yanlarına güneşi de alırlar ve onu doğudan batıya doğru
giden bir yola koyarlar. Fakat güneş ilk başta çok alçakta olduğundan kırmızı
kerevit kavrulunca ısısını düşürmek için güneşi birkaç kez yükseltirler.
(Bu bölümdeki kuş gönderme anlatısının Utnapişti, Ziusudra veya Nuh'un
başrolde olduğu Tufan Efsanesin'den motifler barındırdığı açıktır.)
Hikaye ayrıca şifa ayinlerinden biriyle ilgili olan, bitkilerin ve hayvanların
nasıl belirli özellikler kazandığını anlatır. Hepsine yedi gece uyanık
kalmaları söylenir ancak yalnızca baykuş, yarasa ve panter gibi birkaç hayvan
başarılı olduğundan onlara geceleri diğerlerini görme ve avlama gücü verilir.
Aynı şekilde sadece sedir, çam, ladin ve defne ağaçları başarılı olduğundan
bunların dışındaki ağaçlar kışın yapraklarını dökmek zorunda kalır. [11]
İlk insanlar bir erkek ve kız kardeştir. Bir gün erkek kardeş kız kardeşine
bir balıkla vurur ve ona çoğalmasını söyler. Bunu takiben her
yedi günde bir çocuk doğurur ve kısa süre sonra çok fazla insan olduğu
görülünce kadınlar yılda sadece bir kez doğum yapmaya zorlanır. (Yani efsaneye
göre kadınların yılda 1 kez doğum yapabilmesinin nedeni dünyada oluşacak aşırı
nüfusu engellemektir)
Mısır ve Şifanın Öyküsü
Mısır ve Tıbbın Öyküsü yeryüzünün ve hayvanların yaratılmasıyla başlar. Dünya
karaya dönüşen çamurdan yaratılır. Hayvanlar şahinin kanatları ile dağ ve
vadileri oluşturduğu Çeroki topraklarını ve dünyayı keşfetmeye başlar. Bir
süre sonra çamur kuruyup güneş ışık sağlamak için yükseldiğinde yeryüzü
hayvanlar için yaşanabilir hale gelir. [10]
İlk kadın ve ilk erkek tartışınca kadın evini terk eder. Güneşin de yardım
ettiği ilk adam onu yaban mersini ve böğürtlenle geri dönmeye ikna etmeye
çalışır ancak başarılı olamaz. Sonunda onu sunduğu çilekler sayesinde dönmeye
ikna eder. [12]
Kadınların yılda sadece bir çocuğu olabileceği bir kuralın hüküm sürdüğü
dünyadaki ilk iki insan Kanáti ve Selu idi. İsimleri sırasıyla "Şanslı Avcı"
ve "Mısır" anlamına geliyordu. Kanáti, Selu'nun hazırlaması için bir hayvan
avlar ve eve getirir. Kanáti ve Selu'nun bir çocuğu olur ve çocukları kesilen
hayvanların kanından yaratılan başka bir oğlanla arkadaş olur. Aile, ona
"Vahşi Çocuk" der ama bu çocuğa kendilerinden biri gibi davranır. Kanáti
avlanmaya gittiğinde sürekli olarak hayvanları eve getirdiğinden bir gün
meraklı çocuklar onu gizlice takip etmeye karar verir. Kanáti'nin bir
mağaranın girişini gizleyen kayayı hareket ettirdiğini ve mağaradan çıkan
hayvanların sadece onun tarafından öldürüldüğünü keşfederler. Çocuklar gizlice
bir başlarına kayanın olduğu yere döner ve mağaranın girişini açarlar. Ancak
çocuklar mağara açıldığında birçok farklı hayvanın kaçtığını anlamazlar.
Kanáti hayvanları görür ve ne yapılması gerektiğini anlar. Mağaraya gider,
çocukları eve gönderir ve yemeleri için kaçan hayvanlardan bazılarını
yakalamaya çalışır. İnanışlarına göre bu olay insanların neden günümüzde
yiyecek sağlamak için avlaması gerektiğini açıklamaktadır.
Çocuklar ambardan yiyecek almaya giden Selu'nun yanına döner. O giderken
oğlanlara geride beklemeleri talimatını verir ama onlar itaatsizlik ederek
takip ederler. Selu'nun sırrı sepetleri mısırla doldurmak için midesini,
fasulyeyle doldurmak için ise yanlarını ovuyor olmasıydı. Selu sırrının ortaya
çıktığını biliyordur ve çocuklara son bir yemek yapar. Daha sonra o ve Kanáti
çocuklara sırları keşfedildiği için ikisinin de öleceğini açıklarlar. Kanáti
ve Selu'nun ölmesiyle birlikte erkeklerin alıştığı kolay hayat da son bulur.
Fakat eğer çocuklar Selu'nun vücudunu bir daire içinde yedi kez
sürükler ve akabinde tekrar daire içindeki toprağın üzerinde de yedi kez daha
sürükler ve bütün gece kollamak için uyanık kalırlarsa sabah olduğunda bir
mısır mahsulü beliriverir. Ne var ki oğlanlar talimatları tam olarak yerine
getiremezler ve bu yüzden mısır sadece dünyanın belirli yerlerinde yetişir.
İlk zamanlarda bitkiler, hayvanlar ve insanlar dostça birlikte yaşarlar ancak
insanların dramatik nüfus artışı dünyayı doldurunca hayvanların dolaşacak
yerleri kalmaz. İnsanlar hayvanları etleri için öldürmeye ya da yollarına
çıktıkları için ayakları ile ezerek öldürürler. Bu korkunç davranışların
cezası olarak hayvanlar insanlara bulaştırmak için hastalıklar yaratırlar.
Diğer canlılar gibi bitkiler de bir araya gelir ve hayvanların eylemleri çok
sert olacağı için meydana gelecek her hastalığa çare olacakları sonucuna
varırlar. [13] İnanışa göre bu efsane bitkilerin hastalıkların tedavisine
neden yardımcı olduğunu açıklar. Hayvanların insanları cezalandırmalarına
karşı koymak için ilaç yaratılır.
Çerokiler batıdaki topraklarda, gök kubbenin üzerinde Büyük Gökgürültüsünün ve
onun iki oğlu olan gök gürültüsünün yaşadığına inanır. Yıldırım ve gök kuşağı
içinde giyinirler. Bu yüzden rahipler gök gürültüsü için dua ederler ve O,
Güney'den yağmur ve bereket getirmek üzere insanları ziyaret eder.
Kayalıklarda, dağlarda ve şelalelerde Dünya yüzeyine yakın yaşayan gök
gürültüsü varlıklarının zaman zaman insanlara zarar verebileceğine de
inanılır. [14]
Gök gürültüsü varlıkları Yaratıcı Ruh Apportioner'ın en güçlü
hizmetkarları olarak görülür ve onların her yıl düzenlenen Yeşil Mısır
Töreni'nin ilk dansına karşılık olarak bereketli bir mısır mahsulü için yağmur
getirdiğine inanılır.
Kızılderili mitleri genel olarak öğüt verici hikayelere ev sahipliği yapar.
Çerokilere dair tüm bu inanışlar dikkate alındığında inanış ve efsanelerinde
doğanın dengesini korumanın, ihtiyaçtan fazlasını tüketmeyerek canlı hayatını
korumanın ve tabiat olaylarını anlamlandırma çabasının yattığı açıktır ve
dilden dile, kültürden kültüre, efsanelerden dinlere geçen farklı coğrafya ve
toplumlara ait mitolojilerin izlerine Çerokilerde de sıkça rastlarız.
[1] Powell, J. W. Nineteenth Annual Report of the Bureau of American
Ethnology, Part 1, 1897-98. Washington: Government Printing Office, 1900. Page
242.
[2] Perdue, Theda (1998). Cherokee Women: Gender and Culture Change,
1700-1835. U of Nebraska Press. ISBN 9780803235861.
[3] "Religion". cherokeebyblood.com. Retrieved 21 August 2020.
[4] Michael D. Green, Theda Perdue (June 22, 2005). The Columbia Guide to
American Indians of the Southeast. Columbia University Press. ISBN
9780231506021.
[5] "Cherokee Religious Traditions". encyclopedia.com. Retrieved 21 August
2020.
[6] Nabokov, Peter (March 27, 2007). Where the Lightning Strikes The Lives
of American Indian Sacred Places. Penguin Publishing Group. ISBN
9781440628597.
[7] Reid, John Phillip (2006). A Law of Blood The Primitive Law of the
Cherokee Nation. Northern Illinois University Press. ISBN 9780875806082.
[8] "Medicine". cherokeebyblood.com. Retrieved 21 August 2020.
[9] Sproul, Barbara C. (1979). Primal Myths. HarperOne
HarperCollinsPublishers. ISBN 978-0-06-067501-1. pages 254-255
[10] Norton, Terry L. (2016). Cherokee Myths and Legends: Thirty Tales
Retold. Jefferson, North Carolina: McFarland
[11] Parker, G. K. (2005). Seven Cherokee Myths: Creation, Fire, the
Primordial Parents, the Nature of Evil, the Family, Universal Suffering, and
Communal Obligation. McFarland.
[12] Neufeld, Rob (July 29, 2018). "Visiting Our Past: Asheville before
Asheville: Cherokee girls, De Soto's crimes". Asheville Citizen-Times.
Retrieved July 29, 2018.
[13] "The Story of Corn and Medicine". Creation Stories from around the
World. University of Georgia. Retrieved 12 November 2016.
[14] Mooney, James (1966). Myths of the Cherokee. Bureau of American
Ethnology. pages 257