HABERLER
Dini Haber
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

UYANIŞ VE AYDINLANMAM



UYANIŞ VE AYDINLANMAM
(Takipçilerimden Şu Tigin'in Hikayesi)

Orta halli bir ailenin ilk evladı olarak İstanbul’da doğdum. Babam tutucu bir dindardı. Hiçbir ibadetini aksatmaz, muhafazakâr gazete aboneliğimiz eksik olmazdı. Annem ise modernist İslam akımlarına daha yakındı. Klasik din anlayışının hurafeleri aklına yatmadığından sıklıkla babamla görüş ayrılığına düşüyorlardı. Dini hikayeleri sıkça dinleyerek büyüdüm. Dine yönelmem için fazla baskı görmemiş olsam da bilinçaltıma işlendi bir kere. Dönemsel olarak bazen ibadetlerime dikkat ediyor bazen salıyordum. Ama pek çok konu bir türlü benim de kafama yatmıyordu.

Kafama yatmayan bu konulardan hatırladığım en eskisi; insanların eşit şartlarda yaşamadıkları bir dünyadan hesaba çekilecek olmaları konusuydu. Orta okul din derslerinde hocalarım dahil pek çok büyüğüme sorduğum soru şuydu: Biri zengin bir ailede doğmuş, varlıklı bir hayat sürmüş ve diğeri çok zor şartlarda doğup yaşamış iki kişi var. İkisi de her yönden dört dörtlük insanlar ve imkanları oranında her şeyi dinen ve insani olarak doğru yapar ve ölürler. Bunların öteki tarafta akıbeti ne olur? Bunları cennette eşit mertebeye koysan zenginlik içerisinde yaşayana torpil olmuş olursun. İki tarafta da gel keyfim gel. Yok büyük zorluklar çekmiş olanı daha üst mertebeye koysan bu sefer de zengin olanın kabahati zengin aileye doğmuş olmak mıdır? Cevapların özeti kem küm işte. Sıkışınca da sen küçüksün, anlamazsın, Allah'ın bileceği iş falan filan. Zamanla beni de inandırdılar. Ben anlamıyordum demek ki. Aklım yetmiyor olmalıydı. İlk meal okumamı yaptığımda lisedeydim. Evdeki Elmalılı mealini okumaya giriştim. O zamanlar konduramamıştım ama hayal kırıklığına uğramıştım. O zamanlar kabul etmiyordum ama Kur'an bana hiçbir şey katmamıştı. Kitaplığımızdaki ilmihallere, koca koca tefsirlere girdim ama yine olmadı. Kısacık ayetten sayfalarca hikâye çıkarıyorlardı. Yine kabahati kendimde buldum. Ben anlamıyor olmalıydım.

Gel zaman git zaman üniversite bitti, iş hayatı başladı. İş yerim İstanbul’un muhafazakâr bir  muhitinde olduğu için din konusunda ahkam kesen çok oluyordu. Kelli felli zengin iş yeri sahipleri dindarlık yarışında. Her sene aksatmadan ailecek umreye giden mi ararsın, sıkça çevre camilere yüklü bağışlar yapan mı, yoksa ramazanda kendi gibi diğer zenginlere gösterişli iftar yemekleri veren mi? Ama hepsi birbirinin kirli çamaşırlarını bilirler, arkadan birbirlerini yerlerdi. Gerçekten temiz insan desen bir elin parmaklarını geçmez. Sağa sola vaaz veriyorlar ama bana hepsi hurafe gibi geliyor. Baktım hepsi kendince din alimi ben de dedim ki: “Oğlum artık kemale erdin. Akşamları çalışarak yurt dışında üniversite okumuş, çift ana dal yapmış adamsın. Dünya vizyonun da var, evren anlayışın da. Artık oku öğren de sana bilgiçlik tasladıklarında tak diye cevabını ver.”

Artık kendime güveniyordum. Çeşitli okumalar yapmış, hem batı hem uzak doğu kültürlerini görmüş, çeşitli belgesel yayınlarını takıp etmiş biriydim. İslam coğrafyasının çarpıklığı, yüce yaratıcının mesajını anlayamadıklarından olmalıydı. Bir de dış mihraklar yüzünden tabi :) Sonuçta batı medeniyeti evrimine bizden 600 yıl önce başlamıştı. İslam coğrafyası da artık olgunluğuna ulaşmalıydı. Modernist İslam anlayışının güzide temsilcilerini biraz takip ettim ama olmadı. Kur'an'daki ilahi ve evrensel mesajı kendim anlamalıydım.

Bu sefer teknolojiden faydalandım ve Kur'an uygulamasını indirip kulaklıkları taktım. Notlar alarak dinlemeye başladım. Bir aydınlanma bekliyorum anlayacağınız. Sonlara doğru, başlardaki hayal kırıklığım yerini öfkeye bıraktı. Allah'a bildiğin kızmıştım. “Göndere göndere bunu mu gönderdin? Neresi apaçık bunun? Ben anlamıyorsam cahil cühela nasıl anlasın?!!” diyordum.

Kozmik aydınlanma beklerken çöl hikayeleri bulunca tepkim bu olmuştu. Çünkü hala bir konu kafamda değişmez hakikat idi. O da bunun direk tanrı sözü olduğuydu. Malum nesillerdir her bireyin kafasına çakılmış bir dogmadır bu. Sonraki aylarda yavaş yavaş sinirim geçti. Arada abdest almadan cumaya gidiyor, kılar gibi yaparken bu toplu ritüeli dışarıdan biri gibi gözlemliyordum. İçimden Allah'a "neden böyle" deyip duruyordum. Bütün bunların anlamı neydi? İlahi aydınlanma beklentim uçup gittikçe, kafam Kur'an'da dosdoğru anlatılan konulara gitmeye başladı. Peygambere zorluk olmasın diye şunları şunları helal kıldık , sana şunu nikahladık, elinizin altında bulunan cariyeler şöyledir böyledir. Bu ne arkadaş? Peygamber adamın Dalay Lama gibi olması gerekmez mi? Dünya nimetlerini aşmış, ulvi aydınlanma yaşamış biri olması gerekmez mi? Gel gelelim burada sayısız eşler ve kadın köleler de var savaş ve ganimet de. Bir de cennet var hurili murili. Kafamda bunlar eko yaparken bir düşünce birden filiz verdi: “Ya denklemin değişmezi değişse. Yani ya tanrı sözü değilse”. O an biliyordum. Kalbimde biliyordum ama zihnimin bu düşünceyi ilerletmesine izin vermedim. Belki de boşluğa düşmekten korkuyordum. Dogmaların dışında bir aydınlanma aradım ve yaklaşık bir sene içerisinde 25’ten fazla kitabı yuttuktan sonra buldum. Batı toplumu bireysel gelişime odaklanmıştı. Zihinsel gelişim, ruhsal, bilimsel ve toplumsal gelişimin hepsi bir ortak paydaya doğru evriliyordu, o da insan potansiyeliydi. İnanılmaz şeylere kadirdi insan. Batı medeniyeti bu anlayışla devamlı kendilerini ileri götürecek insanlar yetiştirebiliyordu. Onlar "her anını güzelleştir" diyordu, İslam ise "bu dünya boş" diyordu. Onlar bilgi peşinde koşuyordu biz ise bir akıl kafesinde oturuyorduk.

İnsan, zekâ ve öz bilinç sahibi bir varlıktır ve evrenle derin bir bağı vardır. Bu anlayış beni huzura erdirdi. Düşülecek bir boşluk yoktu. Artık geri dönüp etraflıca bakmanın zamanı gelmişti. Eşelemeye başladım ve eşeledikçe taşlar yerine oturdu. Kur'an'da konuştuğu söylenen yaratıcı yanlışlar yapıyor, kendi ile çelişiyor, aynı şeyleri tekrar edip duruyor ve olacakları bilmiyormuşçasına olaylar olduktan sonra düzeltme ayetleri gönderiyordu. Adaletin diğer adı Ömer, peygambere: “eşlerine söyle örtünsünler” deyince hop diye örtünme ayetleri geliyor, gerdanlık meselesinde ise Aişe’nin temiz olduğunu göstermek için o’nun malum durumunu bekliyordu. Daha neler neler.

Din derslerine varıncaya kadar bahsi geçen, peygambere atılan iftira ve dedikoduların hepsinin sağlam zeminleri vardı. Bütün bunlar İslam’ın kendi otantik kaynaklarında çatır çatır yazıyordu ancak toplumumuza uymayan kısımlar ya çeviri hileleriyle değiştiriliyor ya da sahih de olsa dilimize hiç çevrilmiyordu. İngilizce çeviriler gün gibi ortadaydı. İslam dünyasının içinde bulunduğu berbat girdabın sebebi tam merkezindeydi. Bu dinde kölelik, baskı, çocuk istismarı, kadına şiddet, ayrımcılık, savaş, ganimet hepsi vardı. Asla kusursuz bir yaratıcıdan geliyor olamazdı. Değildi de zaten. İlkel toplum mühendisliğiydi o kadar.

Birileri Yahudi inancından Hristiyanlığı nasıl türettiyse, aynı coğrafyada başka birileri de başka bir din türetmiş ve bununla kalabalık kitleleri çekerek güç sahibi olmuştu. Bu zincir yüzyıllar boyunca devam etmiş, Atatürk’ün büyük çabasına karşın bugüne kadar gelmişti. Biliyorum ki inanç başka din başka şey. Olağanüstü pek çok şeye inanıyorum ama dinde olağanüstü bir şey yok. Din, düşünceye sınırlama getiren bir kamplaşma taktiğidir. İlkel çağlarda insanları ortak hareket ederek gelişmeye teşvik etmiş ve günümüzde çoktan vadesini doldurmuştur. Evet günümüzde gelişmiş batı kaynaklı güçler İslam coğrafyasındaki karmaşaya katkı sağlamıyor değiller ancak sorunun kaynağı İslam anlayışının kendisi. Toplumun ilerleyememe sebebi bireysel gelişimi, eğitimi baskılayan, bu dünyayı bırak diyen bu ilkel anlayış. Dediklerime alışıldık tepkiyi veren Müslüman arkadaşlara sesleniyorum. Bu coğrafya bu dinle bu hale geldi.

Demek ki olmuyor dostlar, burada bir yanlışlık var. Bir de tersini deneyin. Okuma dediklerini bir okuyun, bakma dediklerine bir bakın, kafanızı bulandırın biraz. Birileri sizi bu halde tutmaya çalışıyor. Hem de nesillerdir. Hayatını eksik ibadetler veya aklından geçen düşünceler yüzünden suçluluk duygusuyla geçirmek nasıl bir şey iyi bilirim. Artık dinsizim ve inanın ki bilinçaltımın ne kadar derinlerine yazılmışsa artık, benim bile kulağıma tuhaf geliyor.

Kardeşim benden de hızlı gözünü açtı, hakkını teslim edeyim. Ailece uyandık aslında. Kanalınızın da buna katkısı oldu. Öyle dedikleri gibi dinsiz olunca da azıtmıyorsun. Aksine suçu atacak bir şeytan figürü olmayınca daha fazla sorumluluk sahibi oluyor insan. Kabul ettiğim anlayış olarak kendime bir kategori veremiyorum. Arayışçıyım diyelim. Türk toplumuna gelince söyleyeceğim: “Yeter artık bu yükü omuzladığın. Hafifle ve yoluna bak. Bilgi çağındasın, zihnini kafesten çıkar”

SİZDEN GELENLER | Yazan: Şu Tigin

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN KURTULAN İMAM HATİPLİ



DİNDEN KURTULAN İMAM HATİPLİ
(Bir Takipçimin Agnostisizm'e Uzanan Yolculuğu)


Merhaba, ben FreeThinker.
Muhafazakar bir ailede büyüdüm.Babam imam olmamı istiyordu onun için beni İmam Hatip’e yazdırdı 1997-1998 imam hatip lisesi mezunuyum. İmam hatip’de bize Kuran’ı Arapça okuttular seçme hadisleri de Türkçe öğrettiler. Prof. Dr. Tarihselci Mustafa Öztürk’ün öğrencilerindenim tefsir derslerimize girerdi. Köyde arada sırada ramazanlarda teravih namazı kıldırdım imamlık yaptım imama yardım ettim. Lise bitince Üniversiteyi de kazanamayınca Amerika'ya gitmeye karar verdim. 21 yaşımda Gurbete çıkınca hayat başladı. 32 yaşımda Ailemin aracılığı ile aile dostumuzun kızı olan aynı memleketten imam hatip mezunu eşimle tanışıp nişanlandım ve nişanımızı ve düğünümüzü dini usullere göre Kuranı kerim okutarak yaptık. Bu arada elimden geldiği kadar buradaki dini aktivitelere iştirak ettim, bir defasında sakalı şerif getirmişlerdi camiye herkes sıraya dizildi tabii ki bende,sakalı şerifi öpenler, elleyip yüzüne sürenler sonra sıra bana gelince bende elimi sürüp yüzüme sürdüm o anı hiç unutamıyorum, kendimi çok kötü hissetmiştim daha sonra  ne işim var bu insanların içinde diye kendime kızmıştım.

Sonra kızım ardından da oğlum dünyaya geldi. 2 yaşındayken oğluma  otizm teşhisi konuldu çok üzülmüştüm ve neden böyle oldu diye soru sormaya başladım. Nerede yanlış yaptım? demeye başladım. Sonra "ben Allah’a hakkıyla ibadet etmiyorum, bu benim sınavım" dedim ve dini konulara merak sararak internetten dini videolar izlemeye başladım. Malum hurafeciyi, herkesin tanıdığı Cübbeli Ahmet'in saçmalıklarını gördüm, bunda bir tuhaflık olduğunu, akla ters geldiğini fark ettim ve akla mantığa uygun anlatmaya çalışan modernistleri dinlemeye ve hadisleri inkar etmeye başladım.

Namazların sadece farzını kılıyordum artık. Dinimi öğrenmeliydim. Eğer bir yaratıcıdan mesaj geldiyse onu anlayıp okumalıydım sonra (Edip yüksel) dinlemeye ve 19  mucizesi adlı kitabı ve onun mealini aldım ayrıca Hakkı Yılmaz ve bütün modernistleri dinledim ve Kur'an meallerini aldım.

Artık namazı ritüelden çıkarıp tek rekat olacak şekilde içimden geldiği şekilde Türkçe dualarla kılmaya, secdede aynı şekilde dualar etmeye başlamıştım. Cuma namazları için evime yakın olan Pakistanlıların camisine giderdim oraya da artık gitmek istemiyordum çünkü hutbede akla mantığa ters hadisler okuyorlardı. Artık hutbeyi dinlemiyor sadece namaza yakın vakitte gidip farzı kılıp çıkıyordum.

Modernist kişileri dinlerken kafamda tanrı kavramı bir türlü oturmuyordu, madem benim çocuğum benim sınavım, neden benim Hristiyan komşumun çocuğu spastik, zihinsel engelli ve kadın Müslüman değil. Nasıl olur da cehenneme gider? Zaten bu dünyada cehennemi yaşıyor, o çocuğu yedir içir, altını temizle, ömür boyu çile.. diye kafamdaki sorulara cevap aradım durdum.

Bakara 62. Şüphesiz, iman edenler; Yahudilerden, Hristiyanlardan ve Sâbiîler’den de Allah’a ve âhiret gününe inanıp sâlih amel işleyenler için rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler.
Ayetine göre onunda cennete gidebileceğine karar verdim. Sorular çoğalmaya başladı. Neden ateistlerin hasta ve engelli çocukları var? neyin sınavını veriyorlar? zaten inanmıyorlar ki?

Hayvanlar neden acımasızca ölüyor ve öldürülüyor. Neden dünyanın bir köşesinde açlıktan çocuklar ölüyor? neyin sınavını veriyorlar? neden 3 semavi din hep Ortadoğu’ya gelmiş? şeklindeki sorular çoğalıyordu. Allah böyle olamaz diyordum.

11 yaşımdan 39 yaşıma kadar orucumu hiç eksiksiz tuttum, namazlarımı 5 vakit kılamasamda kılmaya çalıştım, iyi bir Müslüman olmaya çalıştım. Bu sene Ramazanın 9. Günü reformistlerden birisi ben oruç tutarken arada su içiyorum deyince (Hakkı yılmaz) dedim bu nasıl bir din herkes kafasına göre farklı bir şeyler söylüyor.
Sinirlendim inanmıyorum bu dine, tutmuyorum oruç falan dedim ve orucumu bozdum. Eğer yanacaksam da yanacağım umurumda değil dedim ve aynı günün akşamı YouTube’dan dini eleştiren sayfalara bakmak geldi içimden.
Korkarak ta olsa baktım ve ilk Efe Aydal'ın videolarına baktım. Daha sonra Yakup Deniz adlı amcanın videolarına denk geldim. 2 kısa ayet açıklamalı videosunu izleyince bu işte bir şey var dedim ve diğer videolarını izlemeye başladım.

Kur'an'ı Kerim'in mealini defalarca okumuştum ama hiç fark edememiştim çünkü inandığım için hiç sorgulamadan okumuştum. Derken Gig tv, Din ve mitoloji gibi sayfaları takip ettim, evrimi  araştırdım ve gerçek olduğu kanısına varıp evrenin büyüklüğü, galaksiler, gezegenler gibi konuları araştırdım.
Diğer dinleri eleştiren yabancı bilim insanlarına kulak verdim ve izlediğim İslam’la ilgili videolarda Kur'an’ı Kerimi elime alıp anlatılanları dinledim, kaynakları inceledim ve artık Müslüman değildim. Çünkü dinlerin insan uydurması olduğunu biliyordum. İmam Hatip'den hafız arkadaşım var, Amerika'da yaşıyor. Karadeniz bölgesi Kur'an'ı en güzel, hatasız okuma birincisi ve ateist. Çok nadir konuşuyorduk onunla. Dinden çıktığını duymuştum ve onu aradım ve onunda sorgulayarak, araştırarak bu dinden çıktığını öğrendim.

O da sizin kanalınızı takip ediyor, bana dinden çıkış hikayemi sizinle paylaşmamı söyledi ve bende neden olmasın dedim.

Kız Kardeşime inanmadığımı söyledim. Ona Nisa suresinin 34.ayetinde erkeğin kadının yöneticisi olduğundan ve Nisa 11-12.ayetlerde mirasta erkeğin kadının iki katı fazla pay alacağının yazdığından bahsettim. Nasıl inanırsın bunlara dedim? Böyle bir yaratıcı olur mu? diye sordum. Bana verdiği cevap "ben kabul etmiyorum o ayetleri, Rabbimin bir bildiği vardır" oldu.

Şimdi çok daha iyi anlıyorum ki Türkiye'de yaşayan Müslümanların çoğu zaten Kur'an’a göre yaşamıyor ve onları bu dinde tutan en önemli faktör korku ve bilgisizlik. Ben kendimi Müslüman zannediyorken kendi kafamda kendi Tanrımı yaratmışım ve onun İslamla alakası olmadığını şimdi anlıyorum. Çünkü inandığım kitapta yazanlardan haberim yoktu.

Dini terk edince içime bir huzur doldu, ahlakın, vicdanın dinle hiçbir alakası olmadığını ve iyi bir insan olmak için bir dine inanmaya gerek olmadığını, inançlı olduğum zamanlar başka dinden insanlara nasıl ayrı bir açıdan baktığımı fark ettim.
Ayrıca ne kadar cahil olduğumu ve yaşadığım dünyadan  haberim olmadığını, dinin bana çizmiş olduğu kırmızı çizgileri aşınca dinin benliğime ve zihnime nasıl pranga vurduğunu fark ettim. Gerçek dünyayı, hayatı ve canlıları daha iyi anlamaya başladım.

Asıl şeytanlığın ve kötülüğün din’de olduğunu anladım çünkü beni ve diğer insanları bir kategoriye ayırıyordu. Ama şimdi Müslüman değilim, sadece insanım ve benimle insanlar arasına engel koyan bir dinim yok, mutluyum.
Şu an Agnostiğim, tanrının varlığıyla uğraşmıyorum artık. Yaşadığım hayatı nasıl cennete çevirebilirim onu düşünüyorum. Kendimi geliştirmeye ve daha bilinçli bir insan olmaya çalışıyorum, nasıl daha iyi bir insan olup insanlığa fayda sağlayabilirim diye düşünüyorum. Sağlıcakla kalın.

SİZDEN GELENLER | Yazan: FreeThinker

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İSLAMİYET'TEN ATEİZME



İSLAMİYET'TEN ATEİZME
(Takipçilerimden B.Salman'ın Hikayesi)

Merhabalar dilimin döndüğünce sizlerle dinden çıkış hikayemi paylaşacağım.
Öncelikle kendimi tanıtayım 1984 Kırıkkale doğumluyum ve 25 yaşına kadar koyu ülkücü ve Müslüman olarak orada yaşadım küçük ve çoğunluğu muhafazakar bir şehirdir.

İlkokul yıllarında yaz tatillerinde mahalle camisindeki kuran kursuna giderdim, süreleri ezberlemiş ve Arapça okuyabiliyordum kılabiliğim kadarda vakit namazlarını kılıyordum. İlkokul 4. ve 5. sınıfta din dersinde süre ezberlemekte zorluk çekmiyor genelde sürelerin Türkçe anlamları dikkatimi çekiyordu en çok beğenip hoşlandığım ise Tebbet süresi her okuduğumda Ebu Lehep kafiri cehennemde azap çekiyor diye kendimce onun ateşine bir odunda ben atıyorum derdim ama git gide içimden Allah neden beddua ettiriyor diye bir düşünce sarmaya başladı. Ortaokulda 1.sınıfta din dersinde Hz. Muhammedin hayatı Ebu Leheb'in peygambere yaptıklarını işlerken dayanamadım öğretmene sordum:
+ Hocam dinimizde beddua günah değil mi?
- Günah tabi ki oğlum öyle şey olur mu
+ Allah veya peygamber Tebbet süresinde neden beddua ediyor? namazda beddua okunur mu?
- Allah öyle uygun görmüş, öyle emretmiş sen namaz kılarken Tebbet'i okumazsın olur biter, bunu sorgulamak bizlere düşmez hele sana hiç düşmez kafir olursun şimdi çık dışarı aklını başına alana kadarda bir daha benim dersime girme dedi.

Okul hayatımda ilk defa dersten atılmıştım ve böyle devam ederse derslere girmeyecektim ailem öğrenirse onlara ne diyeceğim babamın vereceği cevapta din öğretmeninden farksızdı yani ve aldığım bir cevap değil nefretti teneffüste gidip özür diledim konuyu kapattık ama din dersi ve dinden uzaklaşmaya başlamıştım ailem namaz kıl dedikçe bir bahaneler uyduruyor kendimi odaya kapatıyor kıldım diyor cumaya git dediklerinde ise evden çıkıp mahallede gezip cumanın çıkış saatinde eve geliyordum aradan yıllar geçti askerlik çağım geldi tabi bu arada sigara ve ara sırada olsa alkole başlamıştım. O dönem annem hastalandı teşhisi MS'di (Multiple Skleroz: beyinde ve omurilikte, mesajları taşıyan sinir telleri etrafındaki koruyucu kılıfın (miyelin kılıfı) hastalığıdır)

Askerlik bitti iş hayatı falan derken annemin hastalığı iyice ilerlemişti 2008 de vefat etti, 5 yıl çekti bu hastalığı. Dine bağlı olmasam bile her gece annem için Allah'a dua etmiştim, artık iyice uzaklaşmaya başlıyordum. Hani Allah affederdi duaları, boş çevirmezdi ama benimkini çevirmişti, derken bir evlilik yaptım, boşandım.
2011 de Kırıkkale'den çıkıp Kocaeli'de bir arkadaşla bekar evi tutmuş güvenlik görevlisi olarak çalışıyordum ama alkol, sigara, bar, pavyon, karı-kız hayatım iyice raydan çıkmış, çoğu zaman geceden kalma işe gider olmuştum. Arkadaşım da memleketine dönmüştü, evde tek kalıyordum, günümü gün edip yalnız kaldığım gecelerde ise cin, peri, şeytan, muska, büyü gibi şeylere sarmıştım.

2013 sonlarında ikinci evliliğimi yaptım ve boş zamanlarımda tarih araştırmaya başladım. Göktürkler, Hunlar, Moğollar vs. ama asla Osmanlı dönemine girmiyordum. Namaz, oruç, abdest hiçbir şey yok. Tabi eşimle tartışmalarımız oluyor, bana dini falan anlatıyor, ben de annem için ettiğim duaları,  inandığımı fakat farklı bir yaratıcıya inandığımı, onun da Allah olmadığını söylüyordum.

Bazen de din konulu videolar, podcastlar dinleyip izlemeye başladım. Muazzez İlmiye Çığ'ın, Sümerler-Gılgamış Destanı'nı dinledim, o kadar etkilendim ki bütün ilgim dinlere yöneldi.
Yahudilik, Hristiyanlık, Zerdüştlük, Hinduizm, Müslümanlık derken dinler arasındaki hikayelerin aynı olması çok ilgimi çekmişti.

Turan Dursun'un kitapları, Twitter'da takip ettiğim birkaç sayfa, Youtube'da dinlediğim podcastler... Müslümanlık böyle bir şey olamaz. Zamanında inandığım din, taptığım tanrı bu olamaz deyip söylenen ayetleri, hadisleri karşılaştırıyorum.. Adam doğru söylüyor, meğer bizler körü körüne inanıyormuşuz. O ayetleri bilsek bile orada asıl anlatılmak istenen ............ budur diyenlere inanıp Rivayetçi İslam alimlerinin çizdiği yoldan gitmişiz. Bir zamanlar bir yaratıcı olabilir fikrim ise tamamen kayboldu, bütün dinler birbirinin kopyası, bir pazar yeri, pazarlama aracı olduğu kanaatine vardım.

35 yıllık hayatımda beğendiğim bir söz ve yapılması gereken bir doğru var ise "Yer yüzünde ne yazıldıysa insan yazdı ne söylendiyse insan söyledi" sözüdür. Çok doğru bir tespit ve inancın ne olursa olsun kutsal kitapları okurken o dine mensup değilde kendini inançsız yerine koyacaksın ki okuduğun o kelimeleri tek tek anlayasın.

Din ve Mitoloji kanalına bizler için böyle bir imkan tanıdığı için teşekkür eder, başarılarının ve sesimizi daha büyük kitlelere ulaştırmalarını dilerim saygılarımla, B.SALMAN.

SİZDEN GELENLER | Yazan: B.Salman

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

VİCDAN VE AKLA UZANAN SÜREÇ



VİCDAN VE AKLA UZANAN SÜREÇ
(Takipçilerimden Devrik Tümcelerim'in Hikayesi)

Yaklaşık bir yıldır bu vb kanalları takip ediyorum. Hazırlanan videoları dikkatlice izliyorum.  Ben de aydınlanma sürecimi sizlerle paylaşmak istedim.  Adım Mustafa. Annem bu ismi kulağıma fısıldarken benimle ilgili kim bilir ne hayalleri vardı. ;)

Ben hikayemi taa ortaokuldan başlatmak istiyorum: Ortaokulda okurken İslam Tarihi isimli bir dersimiz vardı. O dersin öğretmeni bize Arapların İslam öncesi yaşamlarından bahsetmişti.  Hepiniz bilirsiniz hikayeyi... Kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyordu vs... Tabi bizde inanmaya gönüllüydük. Hani "kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyorsa erkekler bir biriyle mi çiftleşip çoğalıyorlardı?" gibi bir soru sormak aklımıza gelmedi. Gelmezdi de... Sonuçta anneden deden öğrendiğimiz dindi bu.

O dersten hatırladığım diğer ikinci bir konu ise Zeyd Bin Harisi idi. Hani şu Hatice'nin kölesi olan Zeyd. Peygamber ile evlenirken peygambere hediye edilen Zeyd. sonra peygamber tarafından azat edilip evlat edinilen Zeyd... Öğretmenimiz bize Zeyd'in hikayesini bu şekilde anlatınca hepimizin kalbi yumuşamıştı adeta. Sevinçliydik, mutluyduk. Çünkü biz Müslümandık.

O yıllar pek bir şey sorguladığımı hatırlamıyorum. Ramazanlarda orucumu tutar akşamları da teravih namazlarına giderdim. Daha sonraki yıllarımda pek dindar bir insan olmadım, olamadım. Bilmiyorum neden? Cumaları da bırakınca arkadaşlar arasında kendime "Ben az Müslümanım" demeye başladım.

Daha sonraki yıllarımda hac ibadetini çok sorguladım. Yani her şeyi, kainatı, evreni, güneşi,  yıldızları yaratan tanrı neden insanları bir şehre çağırsın ki? Yemen'de ya da Dünya'nın değişik coğrafyalarında bir yığın insan açlıktan ölürken neden bütün Müslümanlar Arabistan'a gidip kurban kesip gelsin?

Sonra üç semavi dinin de kutsal mekanları neden hep aynı bölgede diye bir soru takıldı aklıma. Filistin örneğin. Üç din için de kutsal. Tanrı acaba bu üç dine inanan insanlara gidin Filistin'de bir birinizi kesin mi diyordu?  Ve peygamberler neden hep aynı bölgeye gönderildi. Sorular... sorular...

15 temmuz bendeki uyanışın başka bir sebebiydi.  Hani  bunlardan zarar gelmez dediğimiz namazlı, niyazlı insanların topluma neler yapmaya çalıştığını canlı canlı izledik.

Sonra İŞİD beni çok aydınlattı. Adamlar İslamı hiç eğip bükmeden dosdoğru uyguladılar. Hani bizim ilahiyat profları ayetlerin orasını burasını düzeltmeye çalışıyorlar ya; onlar öyle yapmadı. Ne yazıyorsa o. Gerçek İslamı gözümüze gözümüze soktular.

Neyse yıllarım geçti böyle... Şu an 40 yaşımdayım. Twitter'da gezinirken bazen ülke gündeminde "Kuran oku ateist ol" gibi başlık etiketleri görüyordum. İlgimi cezbeden birkaç tweet görmüş olmalıyım ki araştırmaya koyuldum. Youtube 'ta Yakup Deniz isimli bi abinin videosuna denk geldim. Video başlığında "Muhammet'in geliniyle olan evliliği" gibi bir şey yazıyordu. O video beni çok sarstı. İzledim. Adam iftira da atmıyordu. Anlattıklarını Azhap suresinin ayetleriyle delillendiriyordu. Yıkılmıştım. İlk olarak ortaokuldaki öğretmenim aklıma geldi.
Hani Zeyd azat edilmişti?
Hani evlat edilmişti Zeyd?
O nasıl bir azat edinmişlik ki adam karısına bile sahip çıkamıyordu? Bi erkek olarak kendimi Zeyd in yerine koydum, kaldıramadım durumu.

Sonra bu tarz videoları izlemeye ve videolarda anlatılan ayetleri incelemeye başladım. Tam bir şok hali içindeydim. O koskoca, her şeyi yaratan Tanrı, Muhammet istediği karısıyla yatar diye ayet bile göndermişti güya.

O uyanışımın başladığı günler geceleri uykuya dalmadan önce hep yaratıcıya dua ettim; Allah'ım ben bir yol ayrımındayım. Eğer yanlış yoldaysam döndür beni diye. Güya kendimce rüyada bir işaret bekledim safça. :)

Birileriyle konuşmak istiyordum ama kiminle? Herkesle konuşulmazdı bu durum. Bazen sokağa çıkıp "Muhammet hepimizi kandırmış!" diye haykırmak istiyordum. İlk olarak Twitter'dan bazen sohbet ettiğim bir arkadaşıma anlattım durumumu. Nasılsa tanıdığım biri değil, sadece Twitter'dan tanışıyoruz diye düşündüm sanırım. ;)Terslemedi beni. Neden, niçin anlamaya çalıştı. Ben de gerekçelerimi sıraladım. Arkadaşımın bana ters tepki göstermemesinden  epey cesaret aldım.

Sonra çok eskiden beri arkadaşlığım olar bir yakınımla konuşmak istedim. Konuşmak diyorum da yazıyordum aslında. Konuşacak kadar cesaretim yoktu henüz. Yine bir gün Twitter'da gezinirken karşıma  Muhammet'in hayatını kolaylaştıran ayetler ile ilgili bir görsel çıktı. Bir fotoğraf karesine 3-5 ayet yazılmıştı. Eminim hepiniz görmüşsünüzdür bu vb. görselleri. O görseli indirip arkadaşıma gönderdim. Sordum bunlar ne diyor diye. Arkadaşım bana cevap olarak Kur-anda bu ayetler yok; bunlar iftira atmak için hazırlanmış dedi. Ben de aynı ayetleri diyanetten alıp tekrar gönderdim. Arkadaş biraz sessizleştikten sonra savunmaya geçti. Oradan buradan bir şeyler kopyalayıp atıyordu bana. Ben de ona öğrendiğim yeni ayetleri gönderdim. Kabuğuna çekildi arkadaş. Yazdıklarımı okumamaya başladı. Çok gitmedim üstüne. Sonuçta onu ikna komasına sokmaya hakkım yoktu.

Oğlum 2 yaşlarındayken ona kendi uydurduğum masalları anlatırdım. Bazen yanım uzanıp "Baba hadi bana masal anlat" derdi. Ben de başlardım anlatmaya. Masalda hayvanları konuştururdum. Oğlum bazen dinlerken uyuyup kalırdı. Üç yaşına gelince anlattığım masalları sorgulamaya başladı. Masalda  oğlum güya ormanda gezinirken sevimli bir ayıyla karşılaşıyor, ayı ona gel oyun oynayalım diyordu. Oğlum o gün sordu bana "Baba ayılar konuşur mu?" diye. Üç yaşındaki çocuk ayının konuşmasını sorgularken koca koca insanlar denizin yarılmasına veya bir peygamberin hayvanlarla konuşmasına nasıl inanabilir ki? Din bence büyüklere anlatılan masallardan başka bir şey değil.

Ben şu an ne olduğuma karar vermedim. Deist miyim, ateist mi? Kavramlara ve isimlere pek takılmıyorum artık. İçimde birkaç bin yıllık uykudan uyanmış olmanın dinginliği var. Benim dinim vicdanımdır. Ve bana göre yaratıcının en büyük ayeti AKILdır.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Devrik Tümcelerim

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NASIL ATEİST OLDUM? (Hayırsız Evlat)



NASIL ATEİST OLDUM?
(18 Ayar Ateistin 24 Ayar Ateist Olma Süreci)

Sürecimi okuyan herkese esenlikler diliyorum.

Bu, kendini 24 ayar ateist zanneden 18 ayar bir ateistin, 24 ayar ateist olma hikayesidir.

Babam, annemle evlenip üç çocuktan sonra köyden ''ilk'' çıkan olup Ankara'ya taşınmış. Sonra ben doğmuşum. Ankara dediysem, merkezine değil kenarına. Bahçeli Evlerinin üst tarafı, Emek Mahallesinin yanı. Diğer yanı Balgat'tı. Bizim evin bahçesinin dibinden devletin buğday tarlası başlıyor, 300 metre ilerideki Amerikan Üssüne kadar. Deniz Gezmiş'in Amerikalıları kaçırdığı üs..

Bahçeli, Emek, Balgat arasında devasa bir arazi içinde, üçerli-dörderli, ''grup gecekondulardan'' oluşan, toplamda 60-70 haneden ibaret bir mahalle. Adı ''Serpme evler''. Bizim ev kenarda, üç haneli gurubun içinde.

Yıl 1966 ya da 67. O yıllarda mahalle arasında yoğurtçu, kalaycı, bileyici, lahmacuncu, dondurmacı, elma şekerci, pamuk şekerci, berber, velhasıl aklınıza gelebilecek bütün satıcılar fazla bağırmadan gezerlerdi. Sünnetçi de bunlardan biriydi..

Sünnet olduğum günün bazı ayrıntılarını hala hatırlıyorum. Evin ortasında, seyrek saçı olan bir sünnetçinin elindeki çantayı halının üstüne koyması, içinden parlak bir ustura çıkarması, benim bakışlarımın parlak usturanın keskin kenarında kilitlenmesi, sünnetçinin önümde eğilmesi, kısa ve  eskin bir acı... ve hemen peşinden pudra sürülmesi ..İslam'la ilk tanışmam böyle oldu. Girerken kesmişlerdi. Ama ben bunun farkında değildim tabi. Bu her çocuğun başına gelen bir şeydi. Allah'ın adı henüz yoktu.

Yıl 1968, Altı yaşındayım.. Dayım köyden bize gelmiş, bizim evde kalıyordu.. İki odalı evimizin salonunda bütün çocuklar bir yatakta ve dayım öteki yatakta yatardık. O zaman henüz lambalı radyomuz yoktu...

Dayım her gece ışığı söndürdükten sonra, yataklarımızda yatarken bize masallar anlatırdı.. En çok da Adem ile Havva'yı anlatırdı. Bu masalı defalarca dinledik ama bıkmadık hiç..

Bu yüzden İslam'da en iyi bildiğim şey, hatta tek şey, Ademle Havva'nın hikayesidir. Onların Cennetten kovulmalarına çok üzülürdüm. Şeytan kötü biriydi, Adem'le Havva'nın kovulmasını istiyordu ve bunu başarmıştı. Allah iyi biriydi, onları uyarmıştı ''bu elmayı yemeyin'' demişti. Ama onlar yiyince, Allah da mecbur kalmıştı onları cennetten kovmaya. Keşke yemeselerdi de Allah da onları kovmak zorunda kalmasaydı. Allah ne yapsın dı?. Aynen böyle düşünüyordum o zaman, hala aklımdadır böyle düşündüğüm. Allah'ın suçu yok, bütün suç kötü Şeytanda..

Allah adını ilk defa dayımdan duymasam da, ne işe yaradığını ilk defa dayımdan öğrenmiştim. Allah, Adem'le Havva'yı yaratan kişiydi..
Şeytan'ı Allah'ın yarattığını söylememiş, ya da az söylemiş olmalı ki, ben şeytanı ayrı bir kötü kişi  olarak biliyordum. Daha önce Allah adını sadece küfürlerde veya birine kızdıklarında duymuştum.. Annem bana kızdığı zaman ''Allah belanı versin senin'' diye bağırırdı. Burada sözü geçen ''Allah'' kelimesi beni hiç ilgilendirmezdi, beni ilgilendiren şey annemin bana kızdığıydı. Bu küfürler arasında ''Ermeni dölü, Yezit tohumu'' da vardı. Bir de annem başka birine kızdığında ''Firavun, firavun bu'' derdi. ''Şeytan'' da başkalarına karşı kullanılan kötü bir sözdü. Bizden büyük çocuklar kavgalı tartışmalarında, birbirlerinin Allah'ına küfrediyorlardı. Bir de kitaplarına. Başka küfürler de ediyorlardı ama konumuz bu değil şimdi.

Dediğim gibi Allah adı küfürler sayesinde kelime dağarcığıma girmişti. İslam dinini küfürler sayesinde zorlanmadan öğreniyordum. İlerleyen gecelerde dayımdan, annemin ve babamın bile Allah tarafından yaratıldığını öğrendim. Ve hatta dayımı bile.. dünyayı ve kedileri, ağaçları ve bütün her şeyi o yaratmıştı..

Dedemin sakalları gibi bembeyaz sakalları olan birini tasvir ettim hayalimde. Allah gökyüzünde bir yerlerdeydi..

İyi biriydi, çocukları severdi, onları korurdu. Herkesin yiyeceğini o verirdi. Elden yiyecek vermezdi ama yiyecek bulmalarını o sağlardı.. Babamın bile işe gidip çalışarak eve yiyecek getirmesi onun sayesindeydi. Allah olmasaydı hepimiz açlıktan ölürdük. İyi ki vardı.

Bu bilgileri çoğunlukla benim sorularım üzerine cevap olarak vermişti.. Çok heyecanlandığımı hatırlıyorum. Artık ''her şeyi'' biliyordum ve arkadaşlarıma bunları anlatarak, onlara ne kadar bilgili olduğumu gösterecektim..

Şimdi düşünüyorum da peygamberden hiç bahsetmedi, ya da bir-iki kere adı geçtiyse bile benim dikkatimi çekmemiş olsa gerek ki aklımda kalmamış. Peygamberi okulda öğrenecektim.
Bizim aileden ve diğer büyüklerden hiç kimsenin beni karşısına oturtup Allah, veya din üzerine vaaz verdiğini hatırlamıyorum. Yaşım küçük olduğu için değil, ilerleyen yıllarda da böyle bir girişim olmadı.

Din, bizim ailede, mahallede ve çocuklar arasında çok az konuşulan bir konuydu. İslami şartlar, Kur'an, namaz, peygamber gibi konular çok az yer tutardı. İslam'ın korkutucu figürleri, cinler, periler. cehennem, İslamcıların şiddet hareketleri daha fazlaydı sohbetlerde.. Siyaset yüzde doksan ağırlıklıydı. Ecevit, Demirel, Yurt haberleri en çok konuşulan konulardı. Bundan sonra anlatacaklarımdan, cin-periyle yatıp, cin periyle kalktığımız zannedilmesin. Konumuz bu olduğu için, diğer faaliyetlerin arasından cımbızladığım anılarımdır.

Yıllar sonra annemle bir sohbet sırasında, ilkokula başlamadan önce direkten döndüğümü öğrenecektim.

Babam beni ''Kur'an kursuna'' göndermek istemiş, annem buna şiddetle karşı çıkmış, babama kızmış ve ''çocuğun zihni bulanır, o okuyup büyük adam olacak'' demiş, bu konu bir daha açılmamak üzerine kapanmış..

Sonraki yıllarda bizim eve misafirliğe gelen babamın iş arkadaşlarının konuşmalarından Müslüman olduklarını anladım. Çünkü hep onlar geldiğinde dinden namazdan Demirel'den bahsederlerdi. Demirel' ciydiler. Biz Ecevit'ciydik. Çoğu zaman tartışmalar yüksek sesle olurdu. Misafirsiz geçen gün kayıp gündü.

Büyük ihtimalle babam arkadaşlarından etkilenip beni Kur'an kursuna göndermek istemişti. Sonraki yıllarda babamı bir-iki kez namaz kılarken gördüm. Babam Müslümanmış. Annemi de sanki bir kere namaz kılarken gördüm, ama tam emin değilim.

Aslında ben de Müslümandım. Dayımdan öğrenmiştim Müslüman olduğumu.. Biri bana ''Müslüman mısın?'' diye sorduğunda ''evet Müslümanım'' demeyecektim. ''Elhamdürillah Müslümanım'' diyecektim.

''Evet Müslümanım'' dediğimde Müslüman olmuyormuşum. Bunu öğrendiğim iyi olmuştu.
Sonraki günlerde arkadaşlarıma ''sen Müslüman mısın?'' diye sorduğumda, bir kişi hariç, hepsi de ''evet Müslümanım'' diye cevap vermiş, ben de gülerek, onlarla ''Müslüman değilsiniz işte'' diyerek alay etmiştim. Doğru cevabı onlara öğretmiştim. Doğru cevap veren o bir kişi de benden büyüktü, okula bile gidiyordu.

İlk orucumu okula başlamadan tuttum. Oruç ayı başlamış, annem babam gece kalkıp yemek yiyor, sonra akşama kadar aç duruyorlardı.

Ben de heveslendim, anneme ısrar ettim, beni de kaldır, ben de oruç tutacağım diye. Annem de kaldırdı gece, birlikte yemek yedik, çok güzel bir duyguydu.

Büyüdüm artık oruç tutmaya başladım diye seviniyordum. Biraz uyuduktan sonra kalktım. Arkadaşlarla evcilik oynarken cebimde sakız varmış, çıkarıp çiğnemeye başladım. Bir süre sonra ''eyvah ben oruçtum tüh'' deyip sakızı tükürdüm yere. Ama iş işten geçmişti. Orucum bozulmuştu. Zaten karnım da acıkmıştı, eve girdim, ekmeğin ucundan büyükçe böldüm, içini boşalttım, içine biraz ''sana yağ'' sürdüm sonra toz şekeri basa basa doldurdum, azıcık suladım, şerbetini yere damlata damlata bir güzel yedim...

Bu tuttuğum son oruçtu. Bir daha oruç tutmadım hiç. Bütün gün aç kalmak saçmaydı. Zaten birkaç ay sonra Allah'la kavga edecektim ve kavgalı olduğum biri için oruç tutmamın da bir anlamı yoktu.

Allah'la kavgam yavru kediler yüzünden olmuştu.. Evimizin arkasında, biraz uzakta yavru kediler bulmuştum 4 tane. Çok küçüktüler. Anneleri yoktu. Ekmek götürdüm verdim, yemediler. Ekmeği ıslattım gene yemediler. O kadar küçüktüler ki, ağızlarını açmayı bilmiyorlardı. Allah onlara yardım eder diye kendimi avuttum, arkadaşlarımla oyuna daldım, unuttum kedileri.

Ertesi gün hala oradaydılar, ve ekmek duruyordu. Susamışlardır diye su koydum önlerine içmediler.
Tekrar yeni ekmek götürdüm ama bu sefer ekmeğe sana yağ sürdüm. Gene yemediler. Açlıktan ölecekler. Allah'a yalvardım ne olur yesinler, ölmesinler diye.
Allah hiç bir şey yapmadı. Bu yüzden Allah'a kötü sözler söylediğimi hatırlıyorum, ama ne söylediğimi hatırlamıyorum...Sonra Allah'tan özür dilediğimi. Sonra tekrar kötü sözler söylediğimi ve tekrar özür dilediğimi.. Sanırım bana bir şey yapar diye ondan korkmuştum, bu yüzden özür dileyip durmuştum..

Bu olaydan sonra bir daha Allah'tan hiç bir şey istemedim. Allah'tan soğumuştum, iyi biri değildi ..hatta kötüydü, vicdansızdı. Var olduğundan bile şüphelendim bir an.. Var olsa zavallı yavrucaklara yardım etmez miydi?.. Ama vardı.. Yoktu da biz nasıl gelmiştik dünyaya?.. Adem ile Havva'yı cennetten Allah kovmuştu?. Dayım bunları nasıl biliyordu?.. Çok bilgiliydi dayım. Her şeyi biliyordu..

Allah'ın varlığından şüphe ettiğim için pişman oldum. Günaha girmiştim. Kediler bende derin biz bıraktığı için o günlerdeki duygularımı hala büyük oranda hatırlarım. Şimdi düşünüyorum da sanırım ''ateist'' olmanın ilk adımını o gün atmıştım. Zaten İslam hakkındaki bilgim ''elhamdürillah Müslümanım'' dan ibaretti. Allah ilk darbesini almıştı..

Okula başladım. Yaz tatiline girdik. Artık mahallenin ortasında oyunlar oynamaya başlamıştık. Mahalle arazisi çok geniş ve evler seyrek olduğu için, bir-kaç tane mahalle ortası vardı ve bizim eve uzaktı.

Gündüz sadece erkeklerle maç yapar, kızlı erkekli yakan top voleybol, hava kararınca da saklambaç oynardık. Eğer ortalık zifiri karanlıksa saklambacın tadına doyum olmaz. Bazı kızlar bu oyuna katılmazdı. Saklambaç oyunu bitince kızlar evlerden çağrılır, erkekler mahallenin ortasında kocaman ateş yakar, üstünden atlar, ateşle oynar, sonra ateş azalınca çevresinde oturup, çeşitli konularda sohbet ederdik. Ateş yaktığımız akşamlar kızların bir kısmı eve daha geç giderdi. Bazen ''cinler'' hakkında olurdu sohbet. Bazen bütün hafta cin hikayeleri anlatılırdı. Bazen bir ay boyunca farklı konular gündemde olurdu.

Cin hikayelerini çoğunlukla dehşet içinde dinler ve korkardık...Korkmaktan da çok hoşlanırdık.
Sohbetlerde lafın bir an önce cinlere gelmesini sabırsızlıkla beklerdik. Bizden daha büyükler sohbetten sıkılınca ''ayı gördüm'' oynamak için eşleşip, gecenin karanlığında kaybolurlardı. Çok uzak ve karanlık yerlere gittiklerinden, hatta bazen yakın mahalle aralarına saklandıklarından ve oyun çoğu zaman gece iki-üç gibi ancak bittiğinden şimdilik bize göre değildi bu oyun. Üç-dört yıl sonra, biraz büyüyünce biz de bol bol bu oyunu oynayacaktık. Gece meyve bahçelerine dalmaya gidecek, bazen yakalanıp dayak yiyecektik. Başkasının bahçesinden meyve çalmak bana utanç verici gelirdi, her gidişimizde vicdanım rahatsız olurdu ama guruptan da kopamazdım. Çünkü çok heyecan verici ve maceralı olurdu bu seferler. Herkesin uykuya daldığı gecenin geç saatleri en iyi zamandı.

Cin hikayelerini en çok ''cinci hoca'' nın çocukları anlatırdı. Cinleri en iyi bilenler onlardı. Onlarda yalan olmazdı. Bu çocuklardan biri benden bir yaş büyük, öbürü de 1 yaş küçüktü. Bütün çocuklar hemen hemen yaşıttık. Büyük çocukların anlattıkları daha korkunç olurdu.. Mezarlıklarda yaşanan gizemli olayları, ruhların insanlara musallat olup onları çaat diye nasıl çatlattıklarını, büyüklerinden dinledikleri canavar hikayelerini anlatırlardı. Biz küçüklerin korkması büyüklerin hoşuna gider, biz korktukça daha da korkunç hikayeler anlatıp, gece sonunda evlere dağılırken bizi tek başımıza eve gidemez hale getirirlerdi. Sonra çok korkanlara ve evi uzak olanlara eşlik edip eve kadar götürürlerdi.. Allahtan bizim evle toplandığımız yer arası yaklaşık 150 metrelik artık ekilmeyen taşlı, çimenli bir tarlaydı. Ben tek başıma eve gidebiliyordum. Bizim evin bahçe ışığı genelde yanardı. Işığın verdiği güçle bir koşu evdeydim...Henüz çok küçük olduğum için eve herkes yatmadan giderdim. Ama benden 3 yaş ve 6 yaş büyük olan abilerim gece herkes yattıktan sonra da eve gelebiliyorlardı. Onlar büyüktü. Hatta onlar geniş, meyve ağaçlarıyla dolu bahçemizde oturmak için, tahtadan yaptığımız divanda da yatabiliyorlardı. Eve bile girmiyorlardı. Biraz büyüyünce ben de yatmaya başlayacaktım bahçede..

Sohbetlerde Allah'ın adı hemen hemen hiç geçmezdi. İslam'la, dinle, Kur'an'la ilgili kimse konuşmazdı.
Siyaset konuşulurdu biraz. Deniz Gezmişin maceralarından, Cüneyt Arkın filmlerinden, kızlardan, çevredeki evlerin bahçelerindeki meyve ağaçlarına dalmalardan, ev sahiplerinden kaçış planlarından vs. bahsedilirdi.

Biz küçüklerin dini ''cinler''di..Allah'ın adı yoktu, onun yerini cinler almıştı. Cinler Allah'tan daha gerçekti.

Cinler de Allah gibi kötüydüler ama, daha içimizdeydi, çevremizde ve bize daha yakındı.. Çok geçmeden ne kadar yakın ve gerçek olduklarını gözlerimle görecektim.. Allah uzaktaydı, taa göklerin kim bilir, neresindeydi..

İkinci sınıfın sonundaki yaz tatili de aynı geçti. Gene cin, peri sohbetleri yapıldı. Ama bu arada kendimi cinlerden koruma yolunu da öğrenmiştim. Besmele çekince cinler yanaşamıyormuş insana, kaçıyorlarmış. Artık her gece yatmadan besmele çekiyordum. Bir de çok karanlık yerlere girerken. Besmele ''bismillah'' dı.
Sıcak bir yaz gecesi gene böyle cinli-perili sohbet toplantısından sonra herkes evine dağıldı. O gün de hava çok karanlıktı, her zamanki Ay yoktu gökyüzünde.
Ben de eve doğru yürümeye başladım, koca bir araziden geçecektim. O gün de ev ne kadar uzakta görünüyordu. Bahçedeki ağaçlar simsiyahtı. Zaten karanlık olan arazinin içinde ondan daha da karanlık dev bir gizemli kütle gibi görünüyordu bahçedeki ağaçlar. Bahçe ışığı yanmıyordu. Saat kaçtı bilmiyorum ama, gece yarısını geçtiği kesindi. Mahalledeki diğer evlerin ışıkları da sönüktü..

Kendimi huzursuz hissettim. Tarlaya adım atar atmaz biraz ötemde bir ışık parladı yukarı doğru sonra kayboldu. Işığın parlamasıyla birlikte saçlarım kirpi dikeni gibi oldu. Hatta bütün tüylerim havaya kalktı. Bir an görüşüm kayboldu, yere çöktüm...Arkama baktım kimseler yoktu. Bir-iki evin ışığı yanıktı. Tek başımaydım...Önümde cin vardı, eve nasıl gidecektim?. Ağlamaklı oldum ama ağlamadım. Yerde kaldım bir süre. Işığın tam olarak neye benzediğini göremeden sönmüştü. Ama ''cin'' olduğu kesindi.

Geri dönüp yardım istemeyi düşündüm. Işığı yanan evlerden biri bizim köylüydü. Diğerleri de tanıdık komşulardı zaten. Ne diyecektim ki?.. Korkaklığımdan dolayı bana nasıl alaycı bakacaklarını canlandırdım gözümde. Ertesi gün arkadaşlarımın arasında alay konusu olacaktım.. Yardım yok, ya ölecektim, ya da tek başıma eve ulaşacaktım. Bir süre kendimi cesaretlendirdim. Koşarak tarlayı geçmeye karar verdim. Birden fırladım, koşmaya başladım, sonra bu koşma birinden kaçmaya dönüştü, kaçıyordum.. Bu defa arkamdan geliyorlardı. O anda bir ışık daha patladı ileride, hemen peşinden ikinci ışık.. Gözlerim sonuna kadar açık, ışığın patladığı yere baktım, bir hareket aradı gözlerim korkuyla.

Gölgeler de vardı, hareket ediyorlardı sanki. Durdum tekrar, çöktüm. Yolu da yarılamıştım. Allah geldi aklıma. Yardım istese miydim?.. Ne diyecektim.?. Sonra Allah'ın kimseye yardım etmediği geldi aklıma.

Kedilere bile etmemişti. Birden kendime çok kızdım. Nasıl unuttum bunu?. Besmeleyi.. Cinleri benden uzaklaştıracak olan besmeleyi.. Her gece yatarken aklıma geldikçe çektiğim besmele. Cinlerin korktuğu besmele. Hemen 3 defa bismillah, bismillah bismillah dedim. Öyle bir rahatlamıştım ki. Allah gibi bir işe yaramazdan yardım isteyeceğime, işe yarar bir besmele çekmek en iyisiydi. Ama gene de bu aşamada Allah hakkında ''işe yaramaz'' diye düşündüğüm için pişman oldum, Allah'tan da özür diledim. İçinde bulunduğum bu zor durumda Allah'ı da kızdırmamak lazımdı..

Besmele işe yaradı. Üç defa besmele çektikten sonra 10-15 metre koşar adım yürüyor, sonra yere çöküp sağa sola arkama bakınıyorum. üç defa daha besmele çekip tekrar yürüyordum. Sanki besmelenin etkili mesafesi 10-15 metreymiş gibi. Artık cinler korkmuş olmalı ki parlamıyorlardı. Sonunda sağ salim eve ulaşabildim..

Bir parantez daha. Dokuz yaşındaki bir çocuğa ailesi bu kadar geç saatlere kadar nasıl izin verir? sorusu aklınıza takılmış olabilir. 1960 lı yıllarda, köylerinden göç edip kent halkını oluşturan insanlar henüz ''saf köylülerdi''. Yani kent halkı ''saf ve henüz bozulmamış köylülerden oluşuyordu.. Mahalle halkı birbirini tanıyor ve nerdeyse her gece birbirlerine misafirliğe gidiyorlardı. Televizyon yoktu.

Hırsızlar ev sahibine yakalanabiliyorlardı.. Babam bizim eve giren bir bir hırsızı yakalayıp polise haber göndermişti. Tek bir polis bizim eve gelip, hırsızı önüne katmıştı. ''Yürü bakalım, sakın kaçma ha!'' diyerek hırsız önde, polis üç-dört adım arkada karakola doğru yürüyerek gitmişlerdi. Devlet (asker) ''irtica-i faaliyetleri'' önleme adı altında yobaz, gerici Müslümanlara göz açtırmıyordu. Yani ortalıkta yobaz yoktu. Yobazlar evlerinde kuluçkaya yatmış, ''gelecekteki güzel günler'' için yavrularını yetiştiriyorlardı. Yani çevre bizim için güvenliydi.

O sene, benden 5 yaş büyük olan halamın oğlu, gündüz vakti, durup dururken kolunun birini yukarı kaldırdı. Sanırım bir futbol maçı yapmıştık, maç sonrasıydı. Çünkü bu olay maç sahasının kenarında olmuştu. Çoluk çocuk çimenli bir yerde oturuyorduk. Halamın oğlu ayakta, ortadaydı. Kolunu yukarı kaldırdı, yumruğu sıkılı bir vaziyette başını yukarı kaldırıp ''Ey Allah varsan eğer bu kolumu taş yap'' diye gökyüzüne bağırdı ve öylece kaldı.

Bekledi bir süre, biz de bekledik. Kolu taş olmadı. Cesareti hayranlık vericiydi. Halamın oğlunun da bu cesur davranışından dolayı memnun olduğu yüzünden belliydi. Kolunu indirdi, ''demek ki Allah yokmuş'' dedi. Allahın yokluğunu ispatlamış olmanın verdiği gururla kendi yaşıt gurubuna katıldı.. Aslında bize hava atmış, ne kadar cesur olduğunu göstermişti.

Allah ikinci darbesini aldı.. Bu olay, sonraki birkaç gün aramızda konuşma konusu olmuştu. Onun bu davranışı çocukların çoğunu etkilemiş, Allah'ın olmayabileceği fikri kafalarının bir köşesine yazılmıştı. Ama çok inananlar ''belki daha sonra taş yapacak'' diyerek Allah'tan umutlarını kesmediler..

Daha sonra Allah onu elli beş yaşında kanser yapıp öldürerek intikamını alacaktı.. Şüphesiz Allah sabrediciydi ve öç alıcıydı. Cenazeye katılanların bir kısmı, o günkü çocuklardı ve şimdi yaşlanmış olan o çocukların yarısı cenaze namazının dışındaydılar. Namaza katılan birine yanaşıp usulca ''sen ateist değil miydin'' dediğimde, ''ayıp olur şimdi, gelenek böyle '' cevabını vermişti. Ben namazın dışında kaldım. Rahmetsizi bir Müslüman gibi gömdüler.. ''Hiç olmazsa ayaklarını kıbleye çevirselerdi, ruhu şad olurdu'' dedim yanımdaki ateiste. Her cenazede ettiğim vasiyeti tekrarladım eşime. ''Ben ölünce beni dik gömün, daha az mezar parası verirsiniz''
Bu olay Allah'ın varlığından duyduğum şüpheyi iyice güçlendirdi. Allah'tan şüphelenen tek ben değildim.

Allah'a meydan okuyan halamın oğlu hala sapasağlam aramızdaydı. Bu şüphemin benden daha büyük biri tarafından desteklenmesi ayrıca gurur vericiydi.
Bu arada cinler hakkındaki bilgi dağarcığım giderek artıyordu. Gene bir sohbette, gene cinci hocanın çocuklarından; cinlerin aynı insanlar gibi birbirleriyle evlendiklerini ve gece düğün yaptıklarını öğrendim. Gece açık arazide işerken çok dikkatli olmalıydık. Eğer yanlışlıkla cinler tam düğün yaparken üstlerine işersek, çarpılabilirdik. Şimdiye kadar çişimiz geldiğinde geze geze, keyif ala ala, şekiller çize çize, birbirimizle en uzun çizgi yapma, en uzağa işeme yarışına gire gire işerdik. İşemek ayrı bir oyundu bizim için..

O günden sonra işeyeceğimiz yeri önce ayağımızla korka korka dürtükleyip, düzeltiyorduk. Cinlerin düğün yapmadığından iyice emin olduktan sonra çabucak, çişimizi fazla dağıtmadan, tek noktaya nişanlayarak işemeye başladık. İşeyeceğimiz yer seçimi de önemliydi. Cinlerin düğün yapmayacağını düşündüğümüz taşlık, kayalık, kötü yerleri seçmeye özen gösterirdik. Çimlik çimenlik düz yerler düğün yapmak için idealdi. Bir de zifiri karanlıkta işemek sakıncalıydı. İşediğimiz yeri görmemiz daha güvenliydi.

Aydınlık yer bulamadığımda, çok karanlıkta, yere diz üstü çöker gözlerimi iyice açarak dikkatle işerdim. Gelinle damadın üstüne işemenin sonuçları korkunç olurdu. Eskiden işeme süresi uzadıkça zevk alırdım. Ama şimdi bir an önce bitsin diye kendimi sıkarak daha tazyikli işemeye çalışıyordum. Buna rağmen bir türlü bitmiyor, bu süre uzadıkça uzuyordu.

Tamam, başlarken düğün yoktu ama her an bir düğün konvoyu benim çişimin altına girebilirdi. Bu da benim oracıkta çarpılmam demekti. Bu yüzden sağa sola da bakıyordum düğün konvoyu geliyor mu diye.
Bir de çiş süresini kısaltabilsem daha iyi olacaktı.. Çarpılmak deyince, elimin, kolumun, bacaklarımın, hatta tüm vücudumun yamuk yumuk olması geliyordu aklıma. Bunlara ek olarak, ağzım yamulacak, gözlerim şaşı olacaktı..
Daha sonra cinci hocanın çocuklarından cinlerin düğünlerde davul zurna da çaldıklarını öğrendik. Bu yeni bilgiler ışığında işeme yerini kontrol etmeye dinleme de eklendi..
Zamanla, korkarak işemeyi bıraktık. Birlikteyken birbirimizden aldığımız cesaretle normal işemeye başladık. Belki de ne kadar cesur olduğumuzu birbirimize göstermek için normalleştik. Ama gene de ben yalnızken tedbirimi alıp da işiyordum. Noolur noolmazdı. Eminim onlar da yalnızken tedbirli davranıyorlardı.
Cinci hoca beni de okuyup üflemişti. O zaman daha da küçüktüm. Belki de cinli miyim diye bakmıştı.

Annemle babam yanımdaydı. Cinci hoca içi su dolu tasa, şimdi hatırlamıyorum, bir şeyler yaptı, sonra suya parmaklarını sokup ıslak elini üzerime silkeledi, sonra sudan bana bir yudum içirdi. Kötü bir tadının olduğunu hatırlıyorum. Midem bulanmıştı. O zaman daha da küçüktüm. Cinci hocanın gözleri masmaviydi. Sakalı yoktu, bıyıklıydı. Chevrolet arabası vardı, ama bizim mahallede oturuyordu. Şimdi anlıyorum ki o arabanın bir kısım parası da babamdan çıkmıştı. Kim bilir kaç para vermişti beni üfletmek için..

Artık uykumdan korkuyla uyanmalar başlamıştı. Eskiden de sıçrayarak uyandığım oluyordu ama şimdi bu daha da çoğalmıştı. Canavar çeşitliliği artmıştı. Koca bir canavar ağzını açıp beni yemek üzereyken uyanıyordum. İnsan olmayan ''şeyler'' sürekli beni kovalıyor, yakaladıklarında da uyanıyordum. Bazen bir gölge üzerime eğiliyor, bir türlü kurtulamıyordum ondan. Korkuyla uyandıktan sonra da evin bir köşesinden bir gölge çok hızlı bir şekilde açık kapıdan yan odaya kaçıyordu. Tekrar uykum geliyor, göz kapaklarım demir gibi ağırlaşıyordu. Ama gözlerimin açık olması gerekiyordu, ya gölge tekrar gelirse?

Zorla gözlerimi tekrar açıp, kapanmadan önce odayı kolaçan ediyordum. Sonunda göz kapaklarımın ağırlığı üstün geliyor, derin uykuma dönüyordum..
Yaz tatili bitmek üzereydi. Bir ay sonra üçe başlayacaktım. Artık yeterince büyümüştüm. Benim olmadığım sınır ötesi bir keşif gezisinde arkadaşlar büyük bir inşaat çukurunun suyla dolu olduğunu, tıpkı göl gibi kocaman olduğunu söyleyince oraya gidip yüzmeye karar verdik. Akşama doğru gittik. On kişiden fazlaydık, belki on beş tam hatırlamıyorum. Şimdiki Milli kütüphanenin oralarda bir yer. Apartmanlar uzaktı. Anadan doğma soyunup girdik suya. Tertemiz su çamur gibi oldu, çok eğlendik. İlk defa bu kadar büyük kütleli bir suya giriyorduk. Beş-altı sene sonra Ankara Göl başında gerçek göle girip, su yılanı tutup, mahalledeki kızları korkutacaktık. Şu anda koyu bir ''hayvan sever'' olarak yılanlara çektirdiğimiz eziyet için kendimi affetmedim hala.

Hava kararmaya başladı, sudan çıkıp giyindik. Sonra apartmanların olduğu tarafta on beş-yirmi metre ötede, belki daha yakın, bembeyaz uzun elbisesi ile, bembeyaz sakallı ve bembeyaz saçlı, altı katlı apartman yüksekliğinde yaşlı bir adam bize doğru bakarak kahkaha atıyordu. Kahkaha sesi şiddetliydi. Hah hah hah ha tarzındaydı. Aniden belirmişti orada. Gövdesi bize dönüktü ve gövde genişliği boyunun yüksekliğiyle orantılıydı. Elbisesi boynundan başlayıp ayaklarına kadar inen bir entariydi. Önce kahkahayı duyup, sonra mı gördük, yoksa biz onu gördükten sonra mı kahkaha attı, bundan tam emin değilim. Ama kahkaha atarken her ''hah'' deyişinde kafası yukarı kalkıyordu. Yani bildiğimiz ''Erol Taş'' kahkahasıydı..

Bütün çocuklar, hep birlikte, telaşla aksi yönde kaçmaya başladık. Kaçış yönümüz engebeli, yer yer yüksek tümsekli, kurumuş otlarla doluydu. Düz bir yere varınca durduk. Çocuklardan birinin elinde ayakkabısı ve elbisesi vardı, ama külotluydu. Çıplak ayakları ne haldeydi bilmiyorum. Çocuklardan biri ''gördünüz mü?'' dedi. Sonra her kafadan bir ses çıkıyordu. Sonra biri ''beyaz sakalları vardı'' dedi, diğerleri onayladı. Onaylayanlardan biri ''dev gibiydi'' dedi, o da onaylandı. Herkes gördüğü bir şeyi söylüyor diğerleri ''evet evet aynen öyleydi'' diye onaylıyordu. Benim yaptığım tarif de onaylandı. Kahkahasını duydunuz mu?... Duymayan yoktu.
Şimdi, şu anda, bunları yazarken düşünüyorum da, bunu hala açıklayamıyorum. O adamı gördüğümü net bir şekilde biliyorum, bundan hiç şüphem yok. Aynen tarif ettiğim gibiydi. Tek başıma olsam, beynim bana oyun oynadı, bana bunu gösterdi diyeceğim ama, diğer çocuklar?. Hep birlikte kaçmayı da açıklayabiliyorum. Ağaçtaki kuş sürüsü misali, bir kuş telaşla havalanınca, anında bütün kuşlar havalanır. Nitekim bu konuda antrenmanlıyız. Birinin bahçesine daldığımızda aramızdan biri aniden kaçarsa, diğerleri tehlikeyi görmesine gerek kalmadan kaçar.

Birinin tarifini, diğerlerinin onaylaması nasıl açıklanacak?. Belki de zaman içinde kendimi bunun böyle olduğuna inandırdım ve beynim bunu gerçek olarak kabul etti. Adamı sadece ben görmüştüm. Ve ben kaçınca herkes kaçmıştı. Ve ben adamı tarif edince biri bu tarifi onaylamış, diğerleri de tasdik ettikten sonra benim tarifimin bir ayrıntısını kendi görmüş gibi ortaya atmış ve bu tarif de onaylanmıştı. Başka bir açıklama aklıma gelmiyor.. Adamı tarif ettiğim şekilde gördüğüme ve kahkaha attığına eminim. Ben görmediysem bile beynim bunu hayal etti... Özellikle atmış olduğu kahkaha ve yüzünün ayrıntıları hala gözümün önünde. Sizin farklı bir yorumunuz var mı?.

Yıllar böyle geçti. Yıllar içinde ateist olma yolunda epeyce mesafe kat ettim. Tam ''artık ben bir ateistim'' diyecekken, orta okul ikinci sınıfta çok sevdiğim tarih öğretmenim sınıfa hitaben ilk defa duyduğum şu sözleri söyledi. ''Çocuklar, Allah'a inanmak lazım. İnanmazsanız ve Allah varsa neler kaybedeceğinizi düşünün. İnanıyorsunuz ve Allah yok. Bu durumda bir şey kaybetmezsiniz.''

Bana gayet mantıklı geldi bu sözler. Öyle ya!. İnanmanın ne gibi bir kaybı olabilir ki?..Kafam karıştı.
Olmadığından emin olduğum bir şeye inanıyor görünmek kendini kandırmaktan başka bir şey değildi.
Daha da kötüsü kendime olan saygımı zedeleyen bir şeydi bu. Allah'ın olmadığından ne kadar eminim, bundan da emin değildim. Bu sözler ''tam bir ateist'' olmamı en az iki yıl engelledi. Tam kişilik arayışında olduğum bir dönemde Bence ben, kendimi kandırıyordum. Sağa sola ben ''ateistim'' diye hava atıyordum. ama, bazen Allah'a laf sokuşturduktan sonra bismillah bile değil, ''bismillahirrahmanirrahim'' çekerken kendimden utandığımı, sonra utancımı türlü bahanelerle arsızca yendiğimi ve rahatça uyuduğumu kendimden daha ne kadar saklayacaktım.?
İnanılmaz bir şeydi bu. Allah'ın yokluğundan o kadar emindim ki. Ama gene de Allah'la kavga ettiğimde içime bir huzursuzluk çöküyordu. Sanki var olan birine hakaret ettikten sonra ''ayıp etmenin'' pişmanlığını yaşıyordum..

Orta okul yılları Cumhuriyet Lisesinde böyle geçti. Bu arada taşındık. Liseyi Dikmen Lisesinde, siyasi olaylara fazla bulaşmadan bitirdim.
Bu arada dinlerin tarihi ile ilgili çeşitli kitaplar elime geçti, okudum. Mealen, hemen hepsi de dinlerin ''sosyolojik veya ideolojik bir durum'' olduğu konusunda birleşiyorlardı. Yani ''tanrıları insanlar yaratmıştı'' Bunu açıkça yazmıyorlardı ama dinlerin ortaya çıkışını, gelişimini yorumladığımda bu sonuç çıkıyordu..
Artık tam ve kesin olarak ateisttim. Allah'la kavga ettikten sonra bismillah çekmiyordum. Ezan okuyan hocadan başlayıp, ne kadar İslami değerler varsa hepsini rahatça eleştiriyor, hatta hakaret ediyordum. Bundan dolayı da pişmanlık duymuyordum. Allah falan kesinlikle yoktu, hepsi de eskilerin masallarıydı.

Kur'an mealini de okumuştum baştan sona. Bir şey anlamamıştım, sıkıcıydı ve bana göre yazanları çoğu saçmaydı. Okuduğum en sıkıcı romandan daha sıkıcıydı bu Kur'an'ın meali. Yine de bir gariplik vardı, bir eksiklik, ama neydi?. çözemedim.

Yıl 1980 lise bitti, askeri darbe ve üniversite hayatı başladı. Gazeteler Kur'anın yeni mucizesi haberleriyle dolup taşıyordu. Kur'an'daki mucizeler bitmiyor, neredeyse her hafta bir mucize haberi yayımlanıyordu.. Tabi bu haberler benim gibi koyu ateisti etkileyecek şeyler değildi. Hepsi uydurma yalan haberdi..

Ama bir şey vardı, çözemediğim bir şey. O şeyin ne olduğunu bilmiyordum.
Bazı geceler kötü rüyalar görüp, yaratıklar tarafından uyandırılıyordum. Karanlıkta hala ürperiyor, koyu karanlıkta bir canavar çıkma ihtimaline karşı adrenalim yükseliyor, vücudum her an bir şey olma ihtimaline karşı kaçmak ya da karşı koymak için geriliyordu. Vücudumun tepkisi mantıksızdı. Beynimde bitirdiğim Allah'ın ''yan etkileri'', yani cinler, insanüstü yaratıklar bitmemişti. Nasıl olurdu?.. Allah yok olduğuna göre onların da yok olması gerekiyordu. Ama vardılar. Gece rüyalarımdaydılar. Ayda bir-iki defa da olsa beni ziyaret ediyorlardı..
Allah hala ölmemişti. Ağır yaralıydı ve gizlenmişti beynimin alt logosuna. Allah bana şah damarımdan daha yakındı.

Müslümanlar yorumlara sık sık şu sözü yazarlar; ''düşmekte olan bir uçakta ateist kalmaz'' Tam da bu durumdaydım. Her şey normal iken ateistliğime kimse laf söyleyemezdi. En ateist bendim. Ama düşmekte olan bir uçakta ateist kalabilecek miydim? Bana kalsa ben kalırdım. Ama beynimin derinliklerinde gizlenen ''bir asi nöron gurubu'' yere çakılmadan önce iktidarı ele geçirip, şu bildiriyi okumam için emir verebilirdi; ''Bismillahirrahmanirrahim.'' Bunca yıllık emeklerim bir anda boşa gidecek ve Müslüman olarak ölecektim. Ne acı!..

Uçağa binmemeye karar verdim.
Yıllar geçti, hangi yıl hatırlamıyorum, elime Turan Dursun DİN BU-1 ve DİN BU-2 kitapları geçti. Turan Dursun, yüzyılların ölümü.. Okudum. İnanılmaz ayrıntı, netlik. Basit ve etkili. Allah'ın aleyhindeki maddi ve manevi deliller çok fazlaydı. Her şey ortadaydı. Maddi delil Kur'an kitabındaki kelime ve cümlelerdi. Manevi delil, bunların akıl, vicdan ve mantıkla bağdaşmaması. Bilime aykırı bir sürü laf.
İlk defa bu kadar net bilgiler alıyordum İslam dini hakkında. Daha önce okuyup geçtiğim Kur'an ın nasıl okunacağını Turan Dursun öğretmişti bana. Roman gibi okuyup geçmeyecekmişim meğer.. Arkamdan Müslüman kovalamıyordu. Acelem neydi?

Bu bilgiler ışığında Kur'an'ın mealini tekrar, yavaş yavaş okudum. Turan Dursun doğru mu söylüyor diye onun yazdıklarıyla karşılaştırdım. Bir yalanını yakalayamadım.
Turan Dursun'dan sonra da yıllar geçti. Evlenmiş, çoluk çocuğa karışmıştım. Bu arada Turan Dursun kitapları hep yanımdaydı, neredeyse ezberlemiştim.
Ama bir gariplik vardı. Bir şey ama ne? :)) Yeter artık dediğinizi duyar gibiyim. Senin bu ''şey'' lerin de hiç bitmiyor. Tamam söz veriyorum bu son ''şey'' im.
Çok garip diye düşündüm. Ben yıllardır rüyamdan korkuyla uyanmadım. Bunu bir anda fark ettim. Geçmişimi yokladım. Evet doğruydu.. Korkulu, canavarlı rüyalar bitmişti. Ne zaman diye geriye gittiğimde Turan Dursun'la karşılaştım.. Onu okuduğumdan beri bir kere bile bir canavar tarafından uyandırılmadım. Hafızamı yokladığımda zifiri karanlıklarda vücudumun alarma geçmediğini hatırladım.
Özellikle yalnızken ve geceleri, evin içinde bir kapı gıcırdasa, perde oynasa, ya da aşırı dengede duran bir obje devrilse, ilk tepkim bir insan ya da hayvan mı var? olurdu. Sırasıyla, rüzgar ve başka nedenler.. Bunlar yoksa ''Acaba bir ruh, bir şeytani varlık mı bunu yapan''. diye aklımdan geçerdi. Sonra ''saçmalama ne ruhu?. Hala kurtulamadın şu ruhlardan'' diye kendimle alay ederdim. Ama kendimle alay etmek ''ruhların'' aklıma gelmiş olması gerçeğini değiştirmiyordu.

Artık perde oynadığı zaman, doğa üstü hiç bir seçenek aklıma bile gelmiyor.
Şu anda, şimdi, karşımda ruhlar, gölgeler ve kuyruklu şeytanlar dans etse, elimle bir yerlere vurarak tempo tutar, biraz coşup eğlenip, şeytan dişiyse ''göbek at bakayım'' deyip göbek attırdıktan sonra ''hologram teknolojisini çok geliştirmişler helal olsun gavurlara'' derim..
Artık uçağa gönül rahatlığıyla binebilirim. Bilincimin altına gizlenmiş olan ''asi nöronları'' Turan Dursun çoktan parçalayıp yok etmiş de haberim olmamış. Düşmekte olan uçakta, artık bir ateist var. Bu din öyle bir virüs ki, benim gibi ateist bir ortamda yaşayan ve on iki-on üç yaşından beri kendini ateist olarak tanımlayan birine bile bulaşabiliyor. Bir başkasının yardımı olmadan da tam olarak temizlenemiyor. Benim doktorum Turan Dursun oldu. Bir cerrah gibi, beynimin içine saklanan, ölü numarası yapıp en zayıf anımda canlanmayı bekleyen, canlanmak için uçağın düşmesini kollayan canavarı söktü attı oradan..

Ama sen cinlere perilere ruhlara inanmışsın, Allah'la ilgisi yok diye düşünebilirsiniz. Ben de diyorum ki, bunlar Allah'ın yan ürünleri. Allah'ı yok edince bunların da otomatik olarak yok olması gerekir. Bu yaratıklar rüyalarınızda geziniyorsa ya da kımıldayan perdenin kımıldama sebeplerinden biri olma ihtimali aklınıza geliyorsa, kendi Turan Dursun'unuzu arama vaktiniz gelmiştir derim. Benim zamanımda Turan Dursun bulmak zordu, tesadüfen karşılaştım zaten kendisiyle. Ama bu internet çağında Turan Dursunlar bir hayli fazla ve onlara ulaşması çok kolay.

Son olarak; Herhangi bir yaratıcı fikrini taşıyanların uçağa binerken dikkatli olmalarını rica ediyorum. Beyninizin alt logosunda kılık değiştirmiş, örneğin ''yaratıcı evren'' kılığına girmiş olan ''Bizim Oğlan'', uçak yere çakılırken konuşma merkezinizi ele geçirip size istemediğiniz şeyler söyletebilir.
Herkese saygılarımı sunarım.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hayırsız Evlat

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNİ BASKILAR, İSTANBUL'DAKİ YURDA YERLEŞTİRİLME VE SONRASI

Dinden çıkış hikayesi, Dine inanmamak, İslamı terk etme nedenleri, İslamiyetten ayrılan kişilerin hikayeleri, Neden İslam'ı terk ettim?, sizden gelenler, Din yurtları,

DİNİ BASKILAR, İSTANBUL'DAKİ YURDA YERLEŞTİRİLME VE SONRASI
(Takipçilerimden Orhan K.'nın İslam'ı Terk Süreci ve Yaşadıkları)

Ülkemizde herkes dindar bir aileden gelir iyi veya kötü. Ama kimileri daha koyu Müslüman  olan, kimileri ise daha modern bir ailede doğarlar ve büyürler. Benimki ise koyu denilecek bir Müslüman aileydi. Etkileri hala hafızamdan silinmeyen, Dünya yaşamına dini inanç çerçevesinden bakan bir ailede yetiştim ve büyütüldüm. Ama bilmiyordu ki ailem benim aşırı merak ve soru sorma içgüdülerimin bir gün gelip gelişip büyüyeceğini…

İslam dininden ayrılma sürecimi dönemlere ayıracak olursak çocukluk, gençlik ve olgunluk çağı olarak 3 döneme ayırabiliriz. Çocukluk dönemimde yani 20'li yaşlarıma kadar diyelim koyu bir Müslümandım.  Ailemde 5 vakit namazımı kılmayan yok gibiydi. Ben ise kılardım ama aklımda hep aynı soru olurdu. Zaten bu soru olmasa dinden ayrılma sürecim gerçekleşmezdi. Neden Allah denilen varlık insanlığa gönderdiği bilgileri tekrar kendine okumamızı isteyebilirdi. Hem de başka bir dilde Arapça olarak. Ailem hep baskı kurardı üzerimde namazlarını geçirme oğlum bak cehennemde yanarsın kaynar sular içirirler bak haaa diye sürekli korkutma süreçleri yaşadım. Babamın her zaman sorguya çeker gibi namazını kıldın mı üsteleyişinde bende ‘’ kılmadım sen ne yapacaksın benim namazımı beraber mi yanacağız cehennemde ‘’ diye isyan ederdim. Ama haklıydım madem teker teker sorguya çekilecektik nefsi müdafaamı ben yapardım. Ulen nelere inanmışız yaaa…

Derken ilkokul süreci ve ardından ortaokula kayıt yaptırılmam gerekiyordu. Bilin bakalım hangi ortaokula kayıt oldum tabi ki de imam hatip lisesi ne. Hiç şaşmaz dini bir aileden dini bir okula tabiki de. Babamın beni "oğlum bak hem orada karatede öğretiyorlarmış" (bizim zamanımızda baya meşhurdu Jackie  Chan, Bruce lee vb. filmler) cümlesi hala kulaklarımdadır. İnanmıştım bende saf gibi. Yakışır mıydı inançlı birisine yalan söylemek hem de insanın kendi babasının. Ama sorun yok çünkü tövbe kapısı hep açıktı onlara göre. İlk golü orada yemiştim.

3 yıl süren imam hatip yıllarımdan sonra ailemin dini baskısı artarak devam ediyordu. Doğru onlara göre cehennemde yanmamalıydım. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. Onlar baskı yaptıkça ben daha çok soğuyordum bu dinden.

Birkaç zaman sonra babamın bana bir teklifle gelmesi beni çok şaşırtmıştı. Tam da benim o gün için aradığım bir teklifti diyebilirim. Bunalmıştım yaşadığım evden. Başka bir şehir de yani İstanbul'da Kur'an kursunda yatılı olarak ikamet edilebilecek bir yerde dini eğitim görmem isteniyordu. Uzun bir düşünme arasından sonra kabul ettim. Baskıdan biraz olsun kurtulacaktım. Ama bir karar vermek zorundaydım. Gideceğim yer İslam dinin A’dan  Z’ye öğretileceği ve yaşatılacağı bir yerdi. Bir açıdan da evden uzaklaşma daha doğrusu kaçma fikri beni tetikliyordu. Psikolojimin nasıl olduğun varın siz düşünün. Baskılardan dolayı evinden kaçmak, rahat nefes alabileceği bir alanının olması. Tüm bunlar toplanınca siz ne yaparsınız…

Ne dinmiş be arkadaş. Her neyse şimdi ki durağım İstanbul yıl 1997 yaşım ise 15. İrticanın patladığı yıllar 28 şubat dönemini bizzat yaşayarak gördüğüm yıllar. Başımıza gelmeyen kalmadı tepemizden helikopterlerin, kapımızdan polislerin eksik olmadığı yıllardı. Uzun uzun girmek istemiyorum konulara  işte aksiyon ve macera dolu yıllardı. Benim içinse Ku'ran kursu dışında özgür yaşadığım yıllar. 1 yılım bu şekilde geldi geçti. 1 yıl sonra yine döndüm baba ocağına. Kapanmıştı o irtica yuvası. Ama bende derin izler bırakarak…

Ve lise yıllarım başlamıştı. Normal olarak yaşadığım dönemler. Döndüğüm de sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Yürüyüşüm bile bir değişmişti, unutmuştum. Çok garip değil mi. Size garip gelebilir ama öyleydi işte.  Hem unutmak istediğim hem de unutamadığım yıllar. Yazarken bile zorlandığım anılarımın tazelendiği yıllar. Düşünüyorum da çok kasvetli ve ağır bir süreç yaşamışım.

Soru sorma ve çok yoğun düşünme yıllarımdan sonra yaşım olmuştu 34. Yani olgunluk çağlarıma gelmiştim. Para ve gelecek yönünden iyi ama, iş stresi olarak yüksek düzeyde bir mesleğe başlamıştım. Yavaş yavaş dinden  uyanma, farkına varma, şaşırma, sürekli beyin fırtınalarının yaşandığı  kopma noktalarına doğru ilerliyordum  bu dönemlerde. Çünkü bu dönemleri yaşamama sebep olan en önemli kaynaklara ulaşmaya başlamıştım. Yani kitaplara. Kişisel gelişim kitaplarıyla başlamıştım. Erdal Demirkıran  kitapları özellikle  benim düşünce dünyamı değiştirmişti. Aradığım soruların cevaplarına bir bir ulaşıyordum kitaplar yoluyla.

Bu dönemimde böyle  4-5 yıl kadar sürdü. Daha sonraki süreçlerde kitaplardan arta kalan zamanlarımda artık internetin de yardımıyla daha çok bilgi ve video olarak izleyebileceğim bilgilere de ulaşabiliyordum. Youtube  dünyasına  giriş yapmıştım. Herkes eğlence film müzikle vakit geçirirken ben nerede esrarengiz, tarihi olaylar, beyin geliştirici yayınlar varsa onlarla ilgileniyordum.  Beynim hiç olmadığı kadar açılmıştı. Adeta düşünce dünyamın nirvanasındaydım.  Artık ben eski ben değildim. Bunu sadece ben değil arkadaşlarımda söylüyordu. Hatta içimde gizli bir kibir bile oluşmaya başlamıştı. Ne oluyordu bana. Bilmek mi iyiydi bilmemek mi bunu da bilememiştim.

Bundan 1yıl kadar önce tamda bu zamanlar yaklaşıyordum biliyorum. Artık emin olmaya başlamıştım ama yine de başıma bir şey gelirse diye korkuyordum. Yine korku çıktı karşıma. Ama dedim ya emin olmalıydım artık. Ya herru ya merru. Kendim kendime karşı gelmeliydim.  Yalnızlaşacağımın farkındaydım. Ama ne olursa olsun gerçekleri öğrenmeliydim.

Youtube da gezinirken sürekli biri çıkıyordu karşıma Yakup Deniz diye biri. Ama ben hep "bu kim ya" falan diyordum, farklı başlıklar altında ara ara videolar çıkarıyordu. En sonunda dayanamadım kendimi toparladım açtım videoyu. Adam dosdoğru konuşuyor kafadan attığı hiçbir şey yoktu. Ondan sonra sırasıyla Gig Tv, Kütüphane Görevlisi, sizin kanalınız Din ve Mitoloji. Ne kadar aykırı site varsa hepsine bir hışımla dalıp dalıp çıkıyordum. Biz nelere inanıyorduk böyle…

İlla bir şeye inanacaksak bilime inanmalıydık. Evrime inanmalıydık. Hayvanlar arasında akrabalık olduğuna inanıyorduk ama sıra bize geldiğinde kendimizi üstün bir varlık zannediyorduk. Maymundan gelmediğimiz belliydi ama ortak atadan geliyorduk. Tüm veriler bu yöndeydi. Belge varsa inançta olmalıydı. Gerçeklerle yüzleşmeliydik. Bu dünyada rahat yaşayan biri neden hiç bilmediği bir hayali alemin uydurmalarıyla vakit harcasın ki. Biz deneme tahtası mıydık ki tanrı için. Artık emindim dinlerle ilgili anlatılan her şeyden. Hepsi koskoca bir yalandı. Zaten aklı olan bir insan bunlara inanamazdı. Baktım ki ben aslımı bulmuştum. Kurtulmuştum, özgürleşmiştim, arınmıştım bu dinden ve tüm diğer dinlerden. Yalnız olmadığım farkına vardım. Şimdi neye mi inanıyorum? Evrime ve evrenin enerjisine. İspatlanabilirlik derecesine göre her şeye.

Yolunu kaybetmişlere yol gösterdiğiniz için sizlere  ve bu yolda emek harcayanlara teşekkürlerimi sunuyorum. Sağlıcakla kalın. Ne Mutlu Türküm diyene…

SİZDEN GELENLER | Yazan: Orhan K.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

CEMAAT YURDU ABLALARINDAN 'FARKINDALIĞA' UZANAN SÜREÇ

Din baskısı, Dinden çıkış, Dinden çıkış hikayesi, İslamı terk etme nedenleri, İslamiyetten ayrılan kişilerin hikayeleri, sizden gelenler, Cemaat yurtları, Yurt ablaları, Tarikat yurtları,

CEMAAT YURDU ABLALARINDAN 'FARKINDALIĞA' UZANAN SÜREÇ
(Takipçilerimden Sadece İnsan'ın İslam'ı Terk Süreci)


Merhaba 22 yaşındayım ve Müslüman bir aile ve çevrede büyüdüm. Ne kadar Müslüman oldukları konusu ise çevremdeki kimse bence tam olarak inandıklarını zannettikleri dini yaşamıyorlar. Tesettürlüyüm ancak kafamın içi tesettürlü değil.

İlkokul dönemimde her yaz kuran kurslarına gittim ve severek yapıyordum, hem eğlendiğimi hemde öğrendiğimi düşündüm her zaman, yazları benim için kuran kursuna gideceğim eğlencesiyle doluydu, orada hep mutluydum kuran okuma konusunda da epey başarılı bir öğrenciydim, ortaokul ve lisede farklı cemaatlerin farklı birçok ortamında bulundum sohbetlere katıldım yine yaz ve kış tatillerinde yatılı kamplarına gidiyordum hem arkadaşlarımla vakit geçiriyor hemde öğreniyordum, öğreticilerim tarafından hep sevilirdim, yarışmalara katılır geziler yapar sohbetler ederdik. Zaten öğreticilerim her zaman iyi insanlardı, baskı veya şiddet hiç görmedim, ablalar evinde ablalarımı hep çok severdim, onları örnek alırdım. Tabi büyüdükçe kandırılışlarımı fark ettim.

Bir keresinde kandildi, hep beraber salavat getirmemiz gerektiğini sonra peygamberimizin yanımıza geleceğini söylediler, ışıklar kapatıldı, el ele tutuşup salavatlar getirmeye başladık, heyecanla bekliyordum acaba gerçekten gelecek miydi? Sonra gül kokusu duyduk, inanmıştım gerçek olduğuna, çocuktum doğru zannediyordum, tabi şimdi anlıyorum gül suyu döküldüğünü..

O kadar saf bir bekleyiş içindeydim ki her gece yatmadan önce peygamberi rüyamda görmek için ağlayarak dua ederdim.. Ortaokul son sınıfa geldiğimde ise başörtüsüyle tanıştım ve asla zorla kapanmadım. Ailem sadece fikirlerini anlatarak  seçimimde özgür olduğumu, nasıl istersem öyle yapmamı söylediler ve bende 15'li yaşlarda kapandım. Halimden gayet memnundum, hiç bir zaman zor gelmedi ki o zamanlar türbanlı giyim konusunda bu kadar rahat kıyafet bulunamıyordu.

Namazlarımı kılar tüm oruçlarımı tutardım, babam oruçlarımın hepsini tuttuğum için ödüller alırdı, tabii yine cemaatin ablalar evine gitmeye devam ediyordum. Ortaokul dönemimde birkaç kez kuran meali okumaya başladım ancak her seferinde anlayamadığım için ileri zamanlara ertelemiştim. Ortaokul bitti derken sırf başörtüsü için İmam Hatip'e gittim. Lise dönemim çok kötü geçti, ailevi konularda çok sıkıntılar yaşadım, asla ders çalışmazdım, üniversite içinde bir çabam yoktu, çok dağılmıştım yinede Kur'an derslerim hep yüksek gelirdi küçüklükten beri aldığım eğitimler sonucunda Arapça Kur'an okuma konusunda çok başarılıydım.

Cemaat sorunları çıktığı için babam yasaklamıştı ablalara gitmemi, kendi kendime oradaki ablalarımın iyi insanlar olduğunu düşünerek babama sinirlenmiştim. Lisede hadis dersimize giren öğretmeni hatırlıyorum, bir tek o kadın bize çelişkili sorular soruyordu ama kimse bir cevaba varamıyordu. Sorduğu kafa karıştırıcı konular aklıma takılıyordu ama üstünde durmadan geçtim çünkü ailevi olarak sürekli saçma şeylerle uğraşıyordum. Sonra üniversite sınavına girdim ve şehir dışında bir okulu kazandım. Yurda yerleştim.

Yurttan bir arkadaşımla sohbet ederken hadislerin hatalarla dolu olduğunu aslında Allah'ın emri olmayan şeyleri hadislerle onun emri gibi yapmamızdan bahsetti. İlk tokadı oradan yemiştim. Kendime gelme tokadıydı. Oturup düşündüğümde gittiğim kursların hepsinde tek öğrendiğim hadisler, sünnetler ve Kur'an'ın Arapçasıydı.

O tokattan sonra hadisleri araştırmaya başladım ve gelenekler üzerine gelişen durumları fark ettim. Hadislerle gerçekleştirdiğimiz birçok şeyin Kur'an'da olmadığını gördüm. Kadınlara yapılan haksızlıkları gördüm, adet gördüğüm için namaz kılamamam ve oruç tutamamam saçma gelmeye başlamıştı. Yıllarca benim öğrendiğim, yaşadığım, çevremde gördüğüm, çevremdeki herkesin inanıp yaptığı kuralların aslında geleneksel olduğuna inanmaya başlamıştım. Farz olmayan kurallarla dinimi zorlaştırdığımı düşünüyordum. İlk anneme durumu söyledim ve sonra babama. İkisi de ilk başta bana cevaplar vermeye çalıştı sonra işin içinden çıkamadılar ve Kur'an'da yazanın en doğrusu olacağını düşünerek karşı gelmediler (ikisi de bir kere olsun Kur'an meali bitirmemiş insanlardır).

Hadisleri artık reddediyordum, Kur'an'ı savunan biri olmuştum. Bir yıl kadar geçti öyle, zaten namaz kılmayalı yıllar olmuştu sadece bir sorgulama dönemine girerek araştırmalar yapıyordum fiili olarak hiçbirini gerçekleştirmiyordum. Sonra savunduğum Kur'an ne kadar doğru diye sorular oluşmaya başladı kafamda. Neden değiştirilmiş olmasın veya ne kadar emin olabilirdim ki Allah'tan geldiğine dedim ve Kur'an'ı araştırmaya başladım. Sonra Kur'an'daki çelişkili olaylara, ayetlere, bilime ters düşen konulara baktım. Oradan da diğer dinlere ve sonuç olarak yaratıcıyı sorgulamaya başladım. Ben burada doğmak istemedim, bu yaşamda, bu hayatta, bu ailede olmak istemedim. Neden beni buraya yolladı ki? Madem tek doğru din İslam dini neden İslam dinini yaşayan insanlar bu kadar kötü dedim, bunu sorunca "onlar geleneklerle yaşıyor, gerçek İslam'ı yaşamıyorlar" dediler. O zaman kimdi bu gerçek İslam'ı yaşayanlar? Araplar mı? Onlar mı Kur'an'ı en iyi şekilde anlayıp yaşayan topluluk? E onların da ne halde oldukları ortadaydı.

Evrensel olan Kur'an'da sadece Arap kültürüne ait bilgiler doluydu, madem bu kitap herkese inmişti hepimizin anlayacağı bir dilde inseydi dedim. Yüce olan Allah'ın buna gücü yok muydu? İşte böyle böyle yaratıcıya olan inancımı da kaybettim ve Müslümanların deyimiyle "isyan" ettim. Beni seven merhametli Allah hayatımda maruz kaldığım bunca kötülüğe izin veremezdi. Bunu görebilmek için Kur'an mealinin tamamını okumama gerek bile yoktu. Belli noktalara bakınca zaten her şey ortadaydı. Tefsirlere hiç bir zaman bakmadım çünkü bu Kur'an apaçık bir delilse onlar kadar ben de tek okuyuşta anlamalıydım. Ama nereden baksam elle tutulur bir şey göremedim.

Gerçekten düşünen, düşünmeyi seven, bu konularda ön yargısız bir yakınıma danıştım ve yüce merhametli Allah'ın tecavüz edilen bir bebeği nasıl sessiz kalarak izleyebileceğini sordum. İlk olarak kitlendi. Sonra düşündü ve ona da garip geldi. Araştırdığı çoğu yerde ''Vardır Allah'ın bir hikmeti'' sözüyle karşılaştı sonra Hızır'ın çocuğu öldürmesiyle ilgili ayeti okumuş (KEHF,80). Bana onu söyledi. Neymiş o çocuk ileride kötü bir insan olacağı için öldürülmüş, bunu hak etmiş. Buradan da "madem ne olacağımı biliyor beni neden sınava tabi tutuyor ki, zaten biliyor hangi yolu seçeceğimi" sorunu çıkıyor. Böyle düşünerek din konusunun tamamen bir saçmalıktan ibaret olduğuna vardım.

Şuan inandığım bir yaratıcı varsa bile bize anlatılan gibi bir şey değil. Bilmiyorum reenkarnasyon bile olabilir hiç bir fikrim yok. Zaten bu durum epey kafamı kurcalıyor. İlla bir kalıba gireceksem o da ben şuan insanım, benim için önemli olan insani görevlerimi yerine getirip doğru biri olup toplumsal kurallara uyup yaşamayı sürdürmeye çalışmak, kimseyi kırmamak, üzmemek, kötü şeyler yaşatmamak..

İnanın ne zarar gördüysem aşırı dinci insanlardan gördüm. Şimdi bir kesim de var "insanların davranışları ile İslam'ı ve Allah'ı sorgulama" der. Ben de sorarım onlara o insanları yaratan o kusurları veren sizin Allah'ınız ve madem bu din bu kadar doğru ardından giden insanlar neden bu kadar kötü???

Hiç bir dine mensup olmak istemiyorum sadece insan olmak, doğru bir insan olmak, çocuk yetiştireceksem doğru birini dünyaya katmak veya işimde çevremde başarılı olacaksam insanların kalbinde güzel duygular bırakmak istiyorum.

Başörtü konusuna gelincede artık gözümde türban tamamen bir simge, başka hiç bir anlam ifade etmiyor. Ama şuan giyimimden memnunum, bol ve örtülü giyinmek beni mutlu ediyor, kötü insanların bakışlarına maruz kalmamak beni rahat hissettiriyor. İlerleyen zamanlarda annemi veya babamı üzmeden başörtüsünü çıkartmak istiyorum evet ama bunu bir simge olduğu için çıkartacağım. Yoksa özgürlük anlayışım erkeklerin bakışlarını üstüme çekmekten geçmiyor. Bunu söylememin sebebi de baskıdan, başörtüyü zor görmemden veya namaza üşenmemden vb. sebeplerden dolayı dinden uzaklaştığımı düşünmemeleri içindir.

Bilmiyorum belkide toplum biraz daha bilinçlendiğinde her şey daha farklı olabilir. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Sadece İnsan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYESİ (Mstfkyl)



DİNDEN ÇIKIŞ HİKAYESİ
(Mstfkyl takma adlı takipçimden)

Yaklaşık bir yıldır bu vb. kanalları takip ediyorum. Hazırlanan videoları dikkatlice izliyorum.  Ben de aydınlanma sürecimi sizlerle paylaşmak istedim.

Ben hikayemi taa ortaokuldan başlatmak istiyorum: Ortaokulda okurken İslam Tarihi isimli bir dersimiz vardı. O dersin öğretmeni bize Arapların İslam öncesi yaşamlarından bahsetmişti.  Hepiniz bilirsiniz hikayeyi... Kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyordu vs... Tabi bizde inanmaya gönüllüydük. Hani "kız çocukları canlı canlı toprağa gömülüyorsa erkekler bir biriyle mi çiftleşip çoğalıyorlardı?" diye bir soru sormak aklımıza gelmedi. Gelmezdi de... Sonuçta anneden dededen öğrendiğimiz dindi bu.

O dersten hatırladığım diğer ikinci bir konu ise Zeyd Bin Harisi idi. Hani şu Hatice'nin kölesi olan Zeyd. Peygamber ile evlenirken peygambere hediye edilen Zeyd. sonra peygamber tarafından azat edilip evlat edinilen Zeyd... Öğretmenimiz bize Zeyd'in hikayesini bu şekilde anlatınca hepimizin kalbi yumuşamıştı adeta. Sevinçliydik, mutluyduk. Çünkü biz Müslümandık.

O yıllar pek bir şey sorguladığımı hatırlamıyorum. Ramazanlarda orucumu tutar akşamları da teravih namazlarına giderdim. Daha sonraki yıllarımda pek dindar bir insan olmadım, olamadım. Bilmiyorum neden? Cumaları da bırakınca arkadaşlar arasında kendime "Ben az Müslümanım" demeye başladım.

Daha sonraki yıllarımda hac ibadetini çok sorguladım. Yani her şeyi, kainatı, evreni, güneşi,  yıldızları yaratan tanrı neden insanları bir şehre çağırsın ki? Yemen'de ya da Dünya'nın değişik coğrafyalarında bir yığın insan açlıktan ölürken neden bütün Müslümanlar Arabistan'a gidip kurban kesip gelsin?

Sonra üç semavi dinin de kutsal mekanları neden hep aynı bölgede diye bir soru takıldı aklıma. Filistin örneğin. Üç din için de kutsal. Tanrı acaba bu üç dine inanan insanlara gidin Filistin'de bir birinizi kesin mi diyordu?  Ve peygamberler neden hep aynı bölgeye gönderildi. Sorular... sorular...

Neyse yıllarım geçti böyle... Şu an 40 yaşımdayım. Twitter'da gezinirken bazen ülke gündeminde "Kuran oku ateist ol" gibi başlık etiketleri görüyordum. İlgimi cezbeden birkaç tiwet görmüş olmalıyım ki araştırmaya koyuldum. Youtube 'ta Yakup Deniz isimli bi abinin videosuna denk geldim. Video başlığında "Muhammet'in geliniyle olan evliliği" gibi bir şey yazıyordu. O video beni çok sarstı. İzledim. Adam iftira da atmıyordu. Anlattıklarını Azhab suresinin ayetleriyle delillendiriyordu. Yıkılmıştım. İlk olarak ortaokuldaki öğretmenim aklıma geldi.
 Hani Zeyd azat edilmişti?
Hani evlat edilmişti Zeyd?
O nasıl bir azat edinmişlik ki adam karısına bile sahip çıkamıyordu? Bi erkek olarak kendimi Zeyd in yerine koydum, kaldıramadım durumu.

Sonra bu tarz videoları izlemeye ve videolarda anlatılan ayetleri incelemeye başladım. Tam bir şok hali içindeydim. O koskoca, her şeyi yaratan Tanrı, Muhammet istediği karısıyla yatar diye ayet bile göndermişti güya.

Birileriyle konuşmak istiyordum ama kiminle? Herkesle konuşulmazdı bu durum. Bazen sokağa çıkıp "Muhammet hepimizi kandırmış!" diye haykırmak istiyordum. İlk olarak Twitter'dan bazen sohbet ettiğim bir arkadaşıma anlattım durumumu. Nasılsa tanıdığım biri değil, sadece Twitter'dan tanışıyoruz diye düşündüm sanırım ;) Sonra ablama, kardeşime ve arkadaşlarıma anlattım..

SİZDEN GELENLER | Yazan: Mstfkyl

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)