HABERLER
Dini Haber
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

PANDORA'NIN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ ♀


PANDORA'NIN DİNDEN KURTULMA SÜRECİ

Öncelikle kendi hikayemi paylaşmama beni teşvik eden diğer paylaşımcılara teşekkür etmek istiyorum. Onları dinlerken ne kadar benzer hikayeler olduğuna şaşırıyorum.

Ben büyük aile bireyleri ile birlikte yaşanan bir evde büyüdüm. Bahsettiğim kişiler babaannem ve dedem. Annem ve babam aslında modern insanlardı ama babaannem ve dedem son derece muhafazakarlardı. Babam işi sebebi ile sürekli yurt dışında yada şehir dışında olurdu. Biz de annemle babaannem ve dedemle kalırdık. Annem kendisini babamın ailesine kabul ettirebilmek için kendinden bazı tavizler vermiş, evlenmeden önce yaşadığı hayatı değiştirmişti. Babaannemle ev sohbetlerine ,çeşitli dini konuların abartılı ve gerçek dışı şekilde konuşulduğu kadın toplantılarına katılıyor, tabı bu sırada beni de götürüyordu.

Ben baş örtülü olmayı bir mecburiyet olarak görüyor, açık olan yada biraz rahat giyinen kişilerin cayır cayır yanacağına inanıyordum. Büyüyünce en çok istediğim şey kapanmak ve anne olmaktı. Dini baskı ve hurafeler ile çocukluk yaşadım. Cinlerin beni gece aynaya baktım diye çarpabileceğine, saçlarımın görünmesi sebebi ile cehennemde saçlarımdan asılacağıma ,iç çamaşırımın bir erkek tarafından görünmesi sebebi ile çocuğumun onun bunun çocuğu olacağına falan inanıyordum.

Her sene mahalledeki caminin Kur'an kursuna katılıyordum. Dini olan her şeyi sorgu ve sualsiz doğru kabul ediyordum. Hatta çocuk yaşlarımda bile akranlarımın din konusundaki bilgi eksiklikleri beni rahatsız ediyordu. Kardeşim doğana kadar evin şımarık tek çocuğu olarak bu süreç böyle devam etti. Bir erkek kardeşim oldu ve onun büyümesi ile bazı şeyler gözüme batmaya başladı. Mesela benim akşam ezanından sonra dışarıda olamazken kardeşimin benden küçük olmasına rağmen dışarıda kalabilmesi. Ya da bana sürekli oranı buranı kapat baskısı yapılırken kardeşimin istediğini giyebilmesi gibi. Bu tip sorular ile kendimi karıştıramazdım ,çünkü herkesin bildiği üzere dini çok sorgularsak delirirdik. Yani din ile ilgili insanı bir şeyler rahatsız etse bile bunu kendine itiraf etmesi çok kolay olmuyor.

Lise çağlarımda arkadaşlarıma dini konularda bilgiler veriyor hayatımı dine göre yaşayabildiğim kadarı ile yaşıyordum. Arkadaşlarıma kadınların yüksek sesle konuşup gülmesinin günah olduğunu söylüyordum. Felsefe öğretmeninin din konusundaki sözlerini içten içe hırçınlıkla dinliyordum ve dine inanmayan herkesten nefret ediyordum. Fakat bir süre sonra felsefe öğretmenim benim senelerdir kendime bir sorup bir caydığım kadın erkek eşitliği konusuna değindi. O gün içimde bir sevinç oluştu çünkü beni senelerdir kemiren bu konunun başka biri tarafından da dile getirildiğini görmüştüm. Bu andan sonra biraz daha düşündüklerimi dile getirebilir olmuştum. Tabi öyle her ortamda konuşamazdınız, uygun koşulların ve kişilerin olması gerekiyordu. Ailemizin çevresindeki kolu komşu yada akrabalar benim bu düşüncelerimi asla bilmemeliydi. Onlar kızlarını hafız olsun diye yatılı kurslara gönderiyor, hatta babamı beni pozitif bilimler okumaya zorladığı için kınıyorlardı. Bir de benim din ile ilgili soru işaretlerimin olduğunu öğrenirlerse anne ve babamı zor duruma düşürürdüm.

Derken üniversiteye başladım ve biyoloji bölümünü seçtim. Üniversitenin ilk yıllarında da okulda misyonerlik yaptım maalesef. Üniversitede bazı arkadaşlarıma Kur'an okumayı öğretmişliğim bile vardı. Bazı arkadaşlarımla din ve bilim arasında seviyeli tartışmalar yapardık ve ben dini daha iyi savunabilmek için mealler ve tefsirler okumaya başlamıştım. Sürekli yanma korkusuyla görmezden geldiğim sorularım daha beter bir şekilde gözüme batmaya başlamıştı. Çünkü Kur'an'ın doğru düzgün kadınlara hitap etmediğini görmüştüm. Kabullenemediğim ve ağlayarak diğer meallerde nasıl yazıldığını araştırdığım ayetler oldu. Dinimin bana biçtiği rol çocuk bakıp iffetimi korumaktı, bu kadar. Evlenme yaşı ,çoklu evlilik, örtünme, miras hakkı, şahitlik gibi konulardaki adaletsizlik alenen yazıyordu ve bunlar adaletli olduğu söylenen bir tanrı tarafından yazılmıştı.
Zaten biyoloji gibi bir bölümde okuyup da din ile bilimi aynı anda yorumlamaya çalışmak çok zor bir süreç. Bir taraf sana doğanın düzenini ve gerçekliğini tüm açıklığı ile anlatıyor diğer taraf ise sorgulamaman gerektiğini, asla varlığından emin olamayacağın kavramlara inanmanı bekliyor. Bir de meallerde kadınlar hakkında yazan sürekli itaate ve acizliğe yönelik ayetler beni iyiden iyiye dinden soğutmaya başlamıştı. Bilimde kadın ve erkek bir düzenin iki eşit parçasıydı, din ise erkeklerin kadınlardan üstün kılındığını söylüyordu, tıpkı Nisa 34'deki gibi. Bu ikilem içinde içimde yavaş yavaş bilim gerçeklikleri daha ağır basmaya başladı. Arkadaş ortamımda her dinden her etnik kökenden insan olması ile daha farklı bakış açıları ve dine yönelik daha başka sorular gördüm. Sadece kendi aklıma takılan sorulardan sıyrılıp onların paylaştığı sorular üzerine de kafa yormaya başladım ve dinler ile ilişkim tamamen koptu diyebilirim.

Velhasıl ben şu an 28 yaşındayım, babaannem hala ne zaman başımı kapatacağımı soruyor.​Evlendim, eşim özgür düşünceli ve kadını sindirerek kendini yücelttiğine inanmayacak kadar akıllı biri. Kardeşimi ben büyüttüm sayılır, ona kadın erkek eşitliği ve bu düzenin oluşması için onun nasıl bir adam olması gerektiğini anlattım. Şimdi benden çok daha eşitlikçi, kadınların fikirsiz ve eğitimsiz bırakılmamaları ve sosyal hayattan soyutlanmamaları gerektiğine inanıyor. Benden yaşça küçük kadınlarla bu konuyu özellikle konuşuyorum. Dine inanmak isteyen inansın ama o sadece bir inanç ve biz gerçek bir dünyada yaşıyoruz diyorum. Sen hayatının kalanında eşine, babana ya da herhangi bir erkeğe fikren ,fiilen yada maddi olarak bağımlı yaşamayı ya da onlardan aşağıda görülmeyi kendi insanlık onuruna açıklayabilecek misin diye soruyorum. Burada demek istediğim şey kadınların erkeklerin arkalarından yürümeleri gerektiği, yetişkin bir kadının bile bir erkekten izin almadan bir yere gidemeyeceği, cinsel anlamda erkek her istediğinde ona karşılık vermek zorunda olurken erkeğin kadına karşı aynı mecburiyette olmaması ,kadının erkeğe itaat etmek zorunda olması gibi konulardır.

Diyeceğim şu ki bir insanın aydınlanması ve gözünü açması aslında neleri beraberinde getiriyor. Bir çok insanın dini sebeplerle kendini ifade etmekten geri durduğunu görebiliriz. Bu kadın ya da erkek fark etmez. Dinin hayatlarımızda bir çok şeyi yaşamamıza engel olduğu çok açık. Din insanlara iyiliği güzelliği öğretmiyor, sadece yüzyıllar önceki toplumsal anlayış içindeki rolleri günümüzde de sürdürmemizi istiyor. İnsanlar sadece dindar olunarak ahlaklı ve iyi bir insan olunabileceğini düşünüyor. Çünkü onlara göre dinin temeli iyi insan olmak. Ben insanların iyi, vicdanlı ve adil olabilmek için bir dine inanmak zorunda olduklarını düşünmüyorum. Aklın ve özgür düşüncenin toplumları daha yaşanabilir kılacağına inanıyorum ve dinler özgür düşüncenin karşısında birer engel.

Bana fikirlerimi ve hikayemi paylaşabilmem için imkan sağladığınız için çok teşekkür ederim. Yaptığınız işe ve dönüşümünü anlatan herkese çok saygı duyuyorum. Güzel günlerimiz olsun, hoşça kalın..

SİZDEN GELENLER | Yazan: Pandora

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İPEK'İN DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ ♀


İPEK'İN DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ ♀

Merhaba ben İpek. Kimliğimin gizli olmasını istediğim için bu yazıyı gerçek ismimi kullanarak yazmıyorum. Keşke inanç gibi kişiye özel olan her şeyi özgürce söyleyebileceğimiz bir topluma sahip olabilseydik... Fakat ne yazık ki toplumumuzda sayıları azımsanamayacak cinste olan bazı insanlar tarafından, Müslüman olmamak vatan haini olmakla eş değer tutuluyor... Ne kadar acı değil mi? Neyse, bugün sizlere dinden ayrılış hikayemden bahsetmek istiyorum. 21 yaşındayım ve aslında kendimi bildim bileli sorgulayan bir insandım. İç Anadolu'da muhafazakar denilebilecek bir şehirde doğdum. Tam beş yaşındayken annem tarafından Kur'an kursuna kaydedildim. Henüz okumayı yazmayı bile bilmezken iki hafta gibi kısa bir sürede Arap alfabesi ve Kur'an'a geçiş aşaması olan cüz dediğimiz eğitimi bitirip Kur'an okumaya başladım. O yaşta bu başarı başta Kur'an hocam olmak üzere ailemi ve akrabalarımı şaşırtmış, gururlandırmıştı. Ben ise benimle gurur duyan ailemin gözüne daha fazla girebilmek için Kur'an kursundan çıktıktan sonra bile arkadaşlarıma ip atlayıp top oynamıyor onun yerine akşama kadar evde kuran okumaya devam ediyordum.

Ailenin en küçük çocuğu bendim diğer kardeşlerimle de aramda epeyce bir yaş farkı vardı. Büyük kardeşlerim din eğitimi almadan büyümüşlerdi, namaz kılmayı Kur'an okumayı bilmezlerdi. Bu yüzden ben ailemin projesiydim. Onların yapamadığı her şeyi ben yapmalı ve kusursuz bir Müslüman olarak yetişmeliydim... Yedi yaşına geldiğimde okula başladığım sıralarda Arapça okumaya alıştığım için ve Arapça sağdan sola okunduğu için alfabemizi öğrenmekte zorlanmasam da harfleri birleştirip okumakta epeyce zorlanmıştım. O günler gerçekten zordu. Okula öğleden sonra gidiyor ve akşam üzeri çıkıyordum. Küçük yaşlarda arkadaşlarımla oyun oynamak yerine Kur'an kursunda vakit geçirdiğim için içten içe pişmanlık duymaya başlamıştım. Çocukluğumu yaşayamadığımı düşünüyordum.

Birinci sınıf bittiğinde, anneme yaz tatilinde Kur'an kursuna gitmek istemediğimi söyledim. Yüzündeki hayal kırıklığını hala hatırlıyorum. O yaz gitmek istemiyor olmamı anlayışla karşılamış olsa da ikinci sınıfa geçtiğimde Kur'an okumayı unuttuğumu fark etmiş ve adeta evde fırtınalar estirmişti. 2.sınıfın yaz tatili döneminde beni apar topar Kur'an kursuna tekrar kaydettirdi ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi ki...
Ben Türk'tüm ve Türkçe kitaplar okuyup anlamak istiyor bilmediğim bir dili okuyarak zaman kaybetmek istemiyordum. Düşüncelerim bu yöndeydi. Aynı zamanda aklımda binlerce soru vardı. Hocalar tarafından Hristiyanların cehenneme gideceği bizim ise cennette olacağımız söyleniyor, ne kadar erken tesettüre girersek o kadar hayırlı kul olacağımız vurgulanıyor ve bizden kötü durumda olanlara bakarak şükür etmemiz eğitimleri veriliyordu. Bir gün hocamız dışarıda yalın ayak dolaşarak kağıt toplayan bir çocuğu göstererek şöyle demişti. " Allaha şükredin şuan onun yerinde siz olabilirdiniz ama şuan buradasınız ve Allaha ibadet ediyorsunuz. Ne kadar şanslısınız farkına varın ve Allaha teşekkür edin. "

Bu konu hep aklıma takılmıştı çünkü hoca Hristiyan bir ailede doğmadığımız için, bizden kötü şartlarda yaşayanlar gibi olmadığımız için hep şükür etmemizi istiyordu

Bir başkasına bakarak halimize şükretmek doğru muydu? Bir görme engelliye bakarak iyi ki kör değilim Tanrım demek ve şükretmek ne kadar alçakçaydı. Bunu Tanrı kelamını okuyan ve bizden büyük olan insanlar mı söylüyordu bize? Ya onlar Allah'ı yanlış tanımış ya da ben yanlış tanımıştım. Gel zaman git zaman 15 yaşıma geldiğimde bir karar alıp Tevrat'ı, Zebur'u, İncil'i ve Kur'an'ı sırayla okudum.

İşte o zaman aydınlanma fırtınaları esiyordu zihnimde. İçimde hala adını koyamadığım bir sevinç yeşermişti. Sanki hapisten çıkmış gibiydim, kuş gibi özgürdüm. Çok mutluydum çünkü ortalama 70 yıl olan insan ömrünün sadece on beş yılını kaybederek yırtmıştım. Durum daha beter olabilirdi, otuzlu, kırklı yaşlarda dinlerin insan ürünü olduğunu fark edebilirdim. Ben şanslıydım. İçimde bir hazine saklıyor gibi dinsiz olmamı sakladım. Çünkü benim hazine dediğim bu birikim ailem, akrabalarım ve arkadaşlarım için bir çöplük hatta bataklık olarak nitelendirilebilir ve onların inandığı, doğru yol dediği çıkmaz sokağa tekrar dönmem için bu birikimim yıkıma uğratılabilirdi. Nasıl derseniz, en basitinden "kafayı yedi" diyerek beni hocalara götürmeye zorlayabilirlerdi...

16 yaşındayken ne kadar gizlesem de dinsiz olduğumu farkında olmadan belli ediyordum ve annem ciddi anlamda şüpheler duyuyor ve endişeleniyordu. Bir gün odamda İncilimi buldu. Dinleri araştırırken Tevrat'ı, Zebur'u, İncil'i, Kur'an'ı, hatta Zerdüştlüğün kitabı olan Avesta'yı bile okumuştum.

Anneme merak ettiğim için okuduğumu söylesem de annem şüphelerinin üzerine İncili de bulmasıyla artık beni Hristiyan olarak damgalamıştı. "Sende bir değişiklik olduğunun farkındayım oruç tutmamandan belli sen Hristiyan olmuşsun" diyerek evde fırtınalar estiriyordu. Bu olayın üzerine kavgalı gürültülü bir sene geçirmiştik. Annem benim içten içe gizli Hristiyan olduğumu düşünüyor ve sonsuza kadar cehennemde yanacağım fikrine kapılıp kendini yıpratıyordu. Onun yıprandığını fark ettiğimde Müslüman gibi yaşamaya devam etmeye karar verdim. Ramazan aylarında oruç tutuyor akşamları da namaz kılıp gözüne batmıyordum. Bir gün İlahiyat okuyan arkadaşlarımdan birine içinde bulunduğum durumu anlattım. Müslüman olmadığımı hiçbir dine inanmadığımı ve bunlara araştırarak karar kıldığımı söyledim.

Bana "haşa olur mu öyle şey" demişti. İsmini bilmediğim bir tarikata gidiyordu kendisi yeterli bilgiye sahip olmadığını söyleyip beni tarikattan bir hocayla görüştürerek aklımdaki bütün sorulara cevaplar verdireceğini ve gerçek İslam'ı öğreneceğimi söyledi. Teklifini kabul edip iki gün müsaade istedim ve aklımdaki bütün soruları, ayetleri, hadisleri kağıtlara yazıp dosya haline getirerek buluşmaya gittim. 

Hazırlıklı gittiğimi gören hocanın yüzü düşmüştü. Ahzab 37 gibi birçok ayeti, hadisleri ve çelişkileri ardı ardına söylüyordum. Tefsir diyerek kestirip atıyor, tefsir önemli diyordu. Onunla aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:

+ Kuran-ı Kerimin tefsire ihtiyacı olduğunu mu söylüyorsunuz?
- Evet bunun hakkında hadis de vardır. Fakat tefsirleri ancak müfessirler yaparlar onun şartları vardır.
+Peki bu şartları Tanrı mı belirliyor?
- Eee şey... aslında...
+ Tamam başka bir şey sormak istiyorum. Tanrı kelamı neden tefsire ihtiyaç duyar? Sen bir kitap yazsan ve o kitap yüzlerce yıl sonra "aslında hoca şöyle demek istiyor burada" diyerek bazı insanlar tarafından yorumlansa doğru olur mu? O zaman senin yazdığın kitap değişmez mi? Amacından sapmaz mı? Kur'an Allah tarafından korunuyor ve asla değiştirilemez diyorsunuz. Tefsire ihtiyaç duyduğu için zaten değiştirilmesine lüzum yok ki. Herkes "Allah burada böyle demek istiyor" diyerek yorum yapıyor. Sonra da Kur'an apaçık bir kitaptır diyorsunuz. Arapçada bir kelimenin binlerce anlamı var demiştiniz. Sizin dediğiniz üzere diyorum, bu nasıl bir tanrı ki insanlığa olan mesajını bir kelimenin binlerce anlamı olan Arap dilinde indiriyor, bir de üstüne üstlük değiştirilmeyeceğini vaat edip tefsir yapılmasına göz yumuyor. Bu kargaşayı kendi başlatıyor.

İşte konuşmamız böyle sürüp gitmişti. Birçok ayet hadis tartışmamızın sonunda bana sadece "Sen aklını çok kullanma" , "çok sorgularsan dinden çıkarsın, yanarsın" demişti. "Allaha şirk koşuyorsun, doğru yolu bulasın diye senin için dua edeceğim" gibi kelamlar edip gitmişti.

Şunu demek istiyorum dostlar.
Aklınızı kullanın. Müslümanlar diyor ya hani "inanmazsan yanarsın ama inanmak bir şey kaybettirmez" diye, ben de şöyle söylüyorum ; Eğer bir Tanrı varsa ve sizi ölümden sonra sorguya çekecekse, neden benim adıma uydurulan bunca şeye inandın diyerek te sorguya çekebilir. Şunu sakın unutmayın düşünme yetisini bize veren eğer Tanrıysa, kullanalım diye vermiştir.
SİZDEN GELENLER | Yazan: İpek

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NEO'NUN DİNİ TERK SÜRECİ ♀


NEO'NUN DİNİ TERK SÜRECİ ♀

Merhabalar. Tanınmamak amacıyla gerçek ismimi ve yaşadığım şehri vermek istemiyorum. Ama kendimi uyanmış gibi hissettiğim için Neo rumuzu ile tanıtabilirim sanırım.

Ben Türkiye’nin en laik ve demokratik şehrinde doğmuş, büyümüş ömrü hayatında 29 yaşına kadar din baskısı nedir bilmemiş bir kadınım. Ailem asla aşırı dindar yahut da yobaz değildi. Annem ve babam özellikle kız çocuklarını okutabilmek için aşırı çaba gösterdiler. Hepimiz güzel üniversitelerde okuduk, iyi meslekler edindik. Bu açıdan çok şanslı olduğumu itiraf etmeliyim. Çevremdeki insanlar o kadar açık görüşlü insanlardı ve bize İslam dini o kadar güzel anlatıldı ki 30'lu yaşlara kadar dini sorgulamak aklımın ucundan bile geçmedi.

Üniversitedeyken evdeki Kur'an mealini okumaya başladığımı ve bitirmeye çok az kala bıraktığımı hatırlıyorum. Çok şaşırmıştım. O zamanki aklımla bile okuduklarım bana hiç de ilahi gelmemişti. Her şeyin efendisi, tüm bilgilerin, ilimlerin sahibi yüce Tanrı’nın kitabı çok çelişkili ve garipti. Aradığım şeyleri bulamamıştım. Tanrı’ya ait bir şey bu kadar alelade olmamalıydı. Eğer kalan kısmını da okursam bir şeylerin kopacağından korkmuştum. Çok az kalmıştı ama okumadım. İnsanda biraz ümit kalmalıydı değil mi?

Sonra çok uzun bir süre Kur'an'ı elime almadım, din muhabbetlerinden kaçındım. Benim bir Tanrım vardı ve sevgi doluydu. Beni sakınırdı, bundan emindim. Zaten asla din baskısı yaşamamıştım ki! Niye dini bu denli acımasızca yargılamalıydım? Ama özel sektörde çalışmaktan yorulup kpss ye girmem hayatımı tamamıyla değiştirdi. Hayatım boyunca yaptığım her şeyde başarılı olmuştum. Kpss de beni zorlamadı, çok yüksek bir puan alıp Karadeniz bölgesinde bulunan küçük bir şehrin daha da küçük bir ilçesine atanmıştım ve bu da işlerin iyiden iyiye sarpa sarmasına neden olacaktı.

Dindar ve yobaz insanların içindeydim artık. Daha işe ilk başladığım günlerde bile rahatsızlık duyuyordum. Çalışma ortamım kötüydü. İş arkadaşlarımın bana söylediği bazı şeyleri aktarmak istiyorum sizlere:

“Bence kadınlar memuriyete aranmamalı. Eğer senin yerine bir erkek atanmış olsaydı, bütün bir aile kurtulmuş olacaktı. Sen şimdi bütün bir ailenin rızkını yiyorsun.” (İyi ama, emek verdim?)

“Biz, siz bilmem nereliler gibi gavur değiliz.” ( Aman sakın bizim gibi olmayın siz, çok meraklı değiliz hani.)

“Bana sakın dışarıdayken selam falan verme. Biz, siz bilmem nereliler gibi kadın-erkek yol ortasında konuşmayız. Bizim bir ahlakımız var!”(Ahlâkınız batsın!)

Eve tesisatçı çağırırsın, evde erkek yok diye gelmez. Gelirse de evin giriş kapısını açık bırakıp evi buz gibi eder. Sanki ona ne yapabilirim ki?

Tüpçüyü arayıp tüp istersin, telefon numaran bütün ilçeye yayılır ve Bütün sözde dindar abazalar gece gündüz arar. Hepsi seninle yatmak istiyordur. Cüret edip de:

“Siz bilmem nerede hepiniz birbirinizle yatıyormuşsunuz. Sen niye benimle yatmıyorsun?”
“Sen bilmem kaç santime nasıl hayır diyorsun?” gibi sözler ederler.

Evli barklı adamların ahlaksız teklifleri de cabası. Eğer bir cehennem varsa artık onun içindeydim. Oysa ben hayatım boyunca hiç böyle şeyler yapmamıştım. Yalnızdım ya, kimsem yoktu ya, yabancıydım ya...

Artık düşündüğüm tek bir şey vardı. Hadi ben ahlaksız bir gavurdum. Peki sizin ahlâkınız neredeydi? Bu insanlar sözde dindar ve benden daha namusluydu. Eee. Bana niçin böyle davranıyorlardı? Demek ki dinin ahlakla bir alakası yoktu!

Biraz zaman geçti beni kabullendiler. Kadınlar zaten beni hiç rahatsız etmiyorlardı. Hatta çok iyi kız arkadaşlar da edinmiştim, onları seviyordum. Ama yaşadıklarım beni yaralamıştı artık. İçime dokunuyordu işte kabullenemiyordum! Kadın olmak çok zordu.

Sorgulamaya başlamıştım. Sorguluyor ve hep aynı cümleyle bitiriyordum. “Bunlar kendini Müslüman zannediyor! Hepsi ahlaksız, hepsi cahil! Müslümanlık böyle bir din değil. Benim Tanrım ile bunlarınki aynı olamaz. Benimki sevgi dolu; onların ki korkunç, zalim...”

Hatta bu küçük yerde geceleri uyumadan dua eder, onları adeta Tanrı’ya şikayet ederdim. Hatta bu Tanrı ile yaptığım gece sohbetlerim vazgeçilmezim olmuştu. Başka kimsem yoktu ki!

Kendimi kitap okumaya vermiştim. Klasikler, mitoloji, tarih... Her türden kitap. Haftada 5 kitap filan okuyordum. Böyle 2 yıl geçti. Yerimi değiştirdiler. Atandığım yer yine küçüktü ama bir nebze de olsa diğerinden daha rahattım. Artık çok profesyonelleşmiştim, insanlar bir iki yoklayıp beni rahat bıraktılar. Aksiydim, öfkeliydim. Yine kimsem yoktu tabi kitaplar dışında.

Sonra garip rüyalar görmeye başladım, garip olaylar, yeni evrenler... Merak etmeyin vahiy filan gelmedi. Farklı bir dünya oluşuyordu kafamda ve ben de tasarladıklarımı yazmaya karar verdim. Kendi kurgularımın bu denli sıra dışı şeyler olabileceğini asla tahmin edemezdim. Ben ve roman yazmak...

Evet roman yazıyordum hem de fantastik tarzda!! Bir haritam vardı, Bir kurgum vardı, yeni kültürler, milletler tasarlamıştım. Onlara tarih bile yazmıştım. Ama bir şeyler eksikti. Dinler!!

Kesinlikle tıkanmıştım. Yeni dini öğretiler karalayıp hemen yok ediyordum. Kutsiyet kavramı kafamı karıştırıyordu. Beynimdeki duvarlar belki çatırdamıştı ama işte yerli yerindeydi. Neyden çekiniyordum.

Yunan mitolojisi ve İskandinav mitolojisine aşinaydım. Diğer mitleri de karıştırmaya başladım. Ama olmuyordu işte beynimdeki örümcekler izin vermiyordu.

Covid virüsü patlak verdi, evlere kapandık. Ramazan ayı geldi. Geçen yıl da her yıl olduğu gibi orucumu tam tuttum. İyice yalnızlaşmıştım. Kitabımı da yazamıyordum. TV deki ağlak din alimleri sinirimi bozuyordu ve Tanrımla daha çok konuşuyordum. Kur'an'ı yeniden okumaya karar verdim. Amacım yıllar önce yarım kalan işimi bitirip, bu sefer daha açık görüşlü olmaktı. Ama yine yıllar önceki gibi olmuştum. "Yahu bu kitap hiç de ilahi değildi. Tövbe, tövbe... Neo, saçmalama kızım. Ama yani şimdi baksana ne yazıyor? Günaha girme canım sende aaa. Töbeee!"

Evet Bazı ayetler beni rahatsız ediyordu. Tanrım kabullenemiyordum. Bana öğretilenler bunlar değildi. Böyle kaprisli, kin dolu, acımasız bir tanrı?

Sonunda yine bitiremeden bıraktım. Kalbim kırılmıştı. Geceleri Tanrımla konuşuyor önce ağlayıp sitem ediyor sonra kendimi affettirmeye çalışıyordum.

Romanımı da yazamıyordum artık kesinlikle. En iyisi mitoloji ile ilgili okumaktı. Ama bu sefer fena sıkılmıştım. Diamond Tema’da beni uyandırmıştı. Kafamda gevelediğim, kendime itiraf edemediğim her şeyi çat çat söylüyordu. Akacak kan damarda durmaz derler. Tüm videolarını art arda izledim diyebilirim. Demek benim gibi buhranlar yaşayan bir sürü insan vardı! Yalnız değildim! İçim rahatlamıştı.

Sonra bir gün malum bildirim: Din ve Mitoloji ile Diamond Tema ortak yayını...Beynimdeki duvarlar yıkılmaya başlamıştı. İkinci dalga şoku beni biraz kötü etmişti. Yıllardır bir yalanla konuşuyordum! Ya da bilemiyorum kim ile konuşuyordum?! Her şey yalanmış. Öyle kötüydüm ki, Din ve Mitoloji kanalına bakmaya uzun zaman cesaret edemedim. Roman yazmayı da bir yana bırakmıştım. Bir fantastik kurgu romanı yazmaya kalkıp dinden çıkan tek kişi bendim galiba. Bir aydan fazla evde, işte her yerde ağladım.

Şu anda büyük bir boşluk içindeyim. Yaşadıklarımı kimseyle paylaşamıyorum. Çünkü dindar bir yerde yaşıyorum. Korkuyorum. Artık konuşup durduğum Tanrım da yok! Çok daha yalnızdım. Artık ateist miyim ? Agnostik miyim ? Bilmiyorum. Ama artık Müslümanların ya da diğer semavi dinlerin Tanrılarına inanmam mümkün değil.

Din ve Mitoloji kanalında bu tür hikayeler görünce paylaşmam gerektiğini düşündüm. En azından beni hiç tanımasalar bile, birileri içimdeki gerçeği bilmeliydi...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Neo

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

BİR KAFKASLININ SORGULAMASI


MARDAKİ ADAM'IN SORGULAMASI

YouTube'da bazıları beni Mardaki Adam diye bilirler.

Ben Güney Kafkasya’da, Azərbaycan’ın kuzeyinde, Kafkas halkının yaşadığı bir köyde, ailenin en küçük oğlu olarak dünyaya geldim. Bizim buralar Sovyetler Birliği’nden kaldığı için insanların çoğunun dinle o kadar da yakınlığı olmaz. Müslümanım der geçer. Sadece her on yada on beş kişiden biri dindardır. Ben psikolojik olarak küçüklüğümden beri diğerlerinden farklıydım. Henüz 5 yaşındayken babam eve Türkiye kanallarını gösteren bir cihaz (supermax) almıştı. Gezmeyi sevmeyen biri olduğumdan, evde oturup Türk kanalları, yabancı çizgi filmler, Türkçe dublaj filmler izleyerek geçti çocukluğum. Nitekim bu sonralar bende ciddi sorunlar yaşatmıştı. Özellikle okul arkadaşlarımın çoğunda Türkiye kanalları olmadığı için ve onlar benim kadar televizyon izlemediği için onlarla aramda bir noktadan sonra fark oluşuyordu ve ben yalnızlaşıyordum. Fakat bu Türk kanalları ve ardından gelen You Tube, aynı zamanda bazı akrabalarımın dindar oluşu benim İslam'a yakınlaşmamı sağladı ve onuncu sınıfın sonlarına doğru ben artık namaza başladım. Artık camiye gidiyor, oradakilerle arkadaşlık kuruyordum. İnternette yine dini kanalları izliyordum. Artık bir çevrem oluşmuş. Adeta duraksamış hayatıma bir amaç gelmişti. İlk zamanlar adını tam söylemesem, köşk desem çoğunluk tanıyacaktır. İşte o malum grupların sıkı bir taraftarı ve aşırı bir İslam fanatiği olmuştum. İnternette, özellikle Facebook'ta o zamana kadar varlıklarından bile haberdar olmadığım ateistlere saldırmaya "Ulan Ateistler her şey tesadüfen mi oldu" gibi gibi şeyler söylemeye de başlamıştım. Facebook'taki ateist gruplarında da gerçek İslam bu değil gibi şeyler yazardım. Şaka bir yana ben onları yazarken hem İslam'la ilgili hiç bir şey araştırmamış hem de daha "Gerçek İslam bu değil" klişesinden bile haberdar değildim. "Afganistan'da bir kadını öldürmüşler" yok o gerçek İslam değil, "Turan Dursun'u katletmişler" yok o gerçek İslam değil. Gerçek İslam barış, dostluk, kardeşlik, iyilik dinidir. Hakkını yemeyim İslam'ın hatta bir çok dinin güzel yanları da var. Kardeşlik te kuruyor üstelik. İlk zamanlar müziğin tamamen haram olduğunu zannettiğim için evde müzik açıldığı zaman kulaklarımı tıkardım. Sonra yine bir dindar yakınım yok öyle bir şey demişti. Tekrar müzik dinlemeye başlamıştım. DİN için bir çok insanla tartıştım. Okulda Müslümanlar bir-birilerini kesip biçiyor diyen arkadaşımla mı dersin, babamla mı dersin..
Camide bile bize ilk defa mezhep ile ilgili konuştuklarında biz şafileriz demişlerdi. Ben hiç sorgu-sual etmeden kabul etmiştim. Şiiler yanlış yolda, Hristiyanlık ve Yahudilik zaten tahrif olmuş, ateistler desen her şeye tesadüf diyor. Halbuki Kur'an'da bir çok bilimsel mucize var. Oh be. Ergen yaşta hakikati bulmuştum. Allah bana yeter deyip ateşli bir İslam fanatiği olmuştum.

O dönemler YouTube'da Türk You Tube kanallarını izleyip tarih tutkunu olmuştum. İslam tarihi, Türk tarihi gibi alanlara merak salmıştım. Okulun son senesinde üniversiteye hazırlanmaya başladım ve başkalarının yıllarca çalışıp yapamadığını yaptım ve sadece on aylık hazırlıkla üniversiteyi kazandım. Artık hayatımda ilk kez doğru düzgün bir şekilde köyden çıkmıştım. Bakü'ye geldim. Burada dindar bir yurtta kaldım. Yurt yine Türkiyeli bir cemaat tarafından kurulmuştu. Yurtta Şii de vardı, Sünni de, hatta ikinci yıldan itibaren Vahabi ve hadis inkârcısı bile görmüştüm. Fakat çoğunluk ehli-sünnetti, benimle aynı yerden gelenler bile vardı.
İlk senem gayet güzel geçti. Arapça Kur'an okumayı öğrendim. Her hafta dini sohbetlere katıldım. Hatta ilk zamanlarımda şahsi bir sloganım bile olmuştu: "Benim için hayatta ilk başta gelen şey din, din, din"...

İlk senenin ortalarına doğru artık eskiden özellikle bir zamanlar kitap düşmanı olan ben artık kitap ve edebiyat okumaya başladım. Artık yavaş-yavaş kitaplar hayatımda önemli bir yer teşkil etmeye başlamıştı. Bir süre sonra dedim ki keşke şu çocukluğu televizyonla değil kitaplarla geçirseydim. Üniversite dersleri, orda gördüklerim, Güney Azerbaycan'dan gelen ve en güzel dinin hümanizm olduğunu söyleyen birine "İslam hümanist bir dindir" dediğim günler hala aklımda. Artık hem kitaplarla, hem de internette, tarih, edebiyat, sosyoloji, ilahiyat, siyaset, felsefe gibi alanlarla ilgili bilgiler ediniyordum. E yurtta malum her tip var; tarih okuyanda psikoloji okuyanda, aşırı dindarı da. Hiç unutmam Türk bir hadis inkârcısı vardı. Hatta Azerbaycanlı, dünya düzdür diyen de vardı. Ama çoğunluk gayet iyi, eğitimli, akıllı ve dindar bireylerdi.

Şiileri de ilk defa orda tanıdım. Gel gelelim ikinci senenin başlarına. Artık 2015 yılının martından 2017-nin sonlarına kadar olan normal dindarlık dönemi sona ermiş ve sorgulayan dindar dönemi başlamıştı. Eee, dünya edebiyatı okuyup ayrı-ayrı düşünceleri tanıyorsun, dünya tarihi okuyup ayrı-ayrı milletleri tanıyorsun, farklı düşüncelerin olduğu yurtta kalıyorsun, üniversitede ve internette bir çok şey öğreniyorsun. Hatta ikinci yılın başında Bakü'deki bir Ortodoks kilisesine gitmiştim Ortodoksların nasıl içten ibadet ettiğini, nasıl içten inandıklarını gördüm. Adeta biz her akşam, akşam ve yatsı namazlarında veya cuma namazlarında nasılsak öyleydiler. E bu nereye kadar devam edebilirdi ki? Bir noktada zaten patlak vermeye başlayacaktı. Ve bir YouTube videosu bunu tetikledi ve ben ikinci senenin başlarında sorgulamaya başladım. Başlarda buna karşı çıktım ve hep İslam'ı haklı çıkarmaya çalıştım. Bu da doğal tabi din için bu kadar şey yapmışsın, bir çok insanın üstünden çizgi çekmişsin, babanla dahi tartışmışsın, arkadaşlarının çoğu yurttan, ki onlarında çoğu dindar.
Fakat zamanla iman dağımda yarıklar oluşmaya başlamıştı. Aklıma ilk takılan sorular "ya ben yanılıyorsam?" ve "ya başka bir yerde doğsaydım?" olmuştu. Ya ben yanılıyorsam , ya doğru din Hristiyanlıksa, ya İncil tahrif olmamışsa, ya Tanrı bu dünyayı Yahudiler için, diğer milletleri de onlara hizmet için yarattıysa. Ya Tanrı bize hiç karışmıyorsa? Ya Tanrı yoksa? Gibi sorular.

Sonra da aklıma en çok takılan şey coğrafyaydı ki bu hala çöze bildiğim bir sorun değil. Coğrafya ve zaman insanın zindanları gibi. Düşünüyordum, Azerbaycan'ın çoğu dine önem vermez ama dini açıdan bizim gibi kuzeydekiler, yani ülkenin en kuzeyindekiler Sünni, geride kalanların çoğu Şii idi.

Gittiğim kilisenin adı Rus Ortodoks kilisesiydi ve orda Rusça İncil okunuyordu. Rahipler dahi Rus'tu. Hatta Azerbaycan Türkçesi ile doğru düzgün konuşamıyordu aralarından biri. Orda ibadet edenlerde çoğunlukla Rus'tu.

Üniversitede Şii bir grup arkadaşım vardı. Kendisi sonradan dine yönelmiş bir kızdı ve bize "Şiilik bir mezhep değil, bir makam. O makama herkes ulaşamaz" demişti. "Hadi oradan" diyorum bende. Kendisi Şii coğrafyasında dünyaya gelmişti. Ya İsrail'de doğsaydı. Bu coğrafya meselesi kafamı allak bullak etti.

Niye İtalya'daki Hristiyanların çoğu Katolik te Rusların çoğu Ortodoks? Niye Hindistan'da ineğe tapılıyor da İsrail halkı Yahudi? Uzak Doğu çoğunlukla dinsiz ama Arabistan'da niye çoğunluk Hanbeli? ABD çoğunlukla Protestan veya farklı gruplara ayrılmış. Zavallı Afrikalı ne yapsın onun dünyadan haberi yok. Ya bana bunu diyen kız Finlandiya'da aşırı ateist yada İran'da aşırı Şii bir ailede doğsaydı? Ya Mısırdan aşırı Müslüman, İsviçre'den aşırı Kalvenci bir ailede ya da M.Ö. Roma'da doğsaydı? Bunun gibi sorularla kafam dolmuştu. Vikingler arasında, Rönesans dönemi Avrupa'sında, 1000 yıl önce kızıl derililer arasında bir çok yer var. Şimdi bazıları "şahsın haberi yoksa mükellef değil" diyorlar. Bende diyorum ki madem haberi yok, o zaman ilk olarak onu yaratmanın anlamı neydi? İkincisi madem haberi olmayana sıkıntı yok o zaman bu dini niye bu kadar yaydılar? Yaymasaydılar, tebliğ etmeseydiler zaten cehennem diye bir yere gitmezdik. Yani dini tebliğ edenler aslında bizi bir bakıma cehenneme gidebilecek bir yola sokuyor.

Araştırmalara devam ettim. Bir çok hocayı dinledim. Ama en çok ehli sünnet hocalar. Hadis inkarcılığı en baştan saçma gelmişti. Sanki İslam'ı modern döneme uyarlama çabaları. Şimdi bunu dinleyen bazı hadis inkârcıları kesin "ya bu Sünnilik yüzünden bu hale geldi" diyecek. Ben de onlara "hadi oradan, dini kesip biçmeye çalışmayın, din neyse onu kabul etmişim, sizin dediğiniz yollardan ben çoktan geçtim" derim.

Hele şu on 19'culuk varya tam bir zırva. Sorgularken neler neler gördüm kelimeler kifayetsiz kalır. Annenin diz kapağı da olsa şehvet uyandırır diyenimi ararsın, kız çocukları pantolon giyemez diyenimi, kızlar okula gidemez diyenimi dersin, demagoji fırtınası yapanımı dersin, sokakta ateist parçalayıp gerçek ateist karşısında zırvalayan mı, namaz kılma oranı 75% olsa dünyanın süper gücü oluruz diyen mi dersin.. Görende sanacak ki ABD, Çin, Japonya 7/24 namaz kılıyor.
Atatürk'e hakaret edip Stalin'i evliya yapanı bir taraftan. Sahi bu insanlar neden Atatürk düşmanı? Tamam Osmanlı'nın Türk ve İslam tarihinde yeri büyük fakat Osmanlı zaten çöküyordu. Atatürk'ün yaptıkları, dinsizlerin hiçte bize anlatıldığı gibi olmaması..
Hristiyanların içinden Newton, ateistlerin içinden Niçe, deistlerin içinden Viktor Hugo, Müslümanların içinden El Biruni gibi adamlar çıkmıştı. Her tarafın alimi de vardı cahili de.

Kendimle, aklımla, vicdanımla büyük bir psikolojik savaş verdim. Kendimi nasıl yerlere sürüklediğimi gördüm. Hala ibadetlere devam ediyordum. Kur'an mucizeleri diye anlatılan şeylerin gerçek yüzü, Gazali düşüncesi, suçluluk psikolojisi aşılamaya çalışanlar, kandırmayı başaranlar, Rönesans, Reform, insanın inancından ibaret olmaması gibi-gibi şeyler.

Kur'an mucizeleri diye anlatılan şeylerin ayet cımbızlama ve numeroloji olması. Yıllarca salavat getirdiğim adamın 13 yaşındaki bir kızın babasını ve kardeşini öldürüp aynı gece onun koynuna girmesi, İbn Rüşd'ün Gazali'ye karşı çıkması, Ömer Hayyam'ın rubaileri, Şeriat mı Laiklik mi kapışması, evrim ve yaratılış davası..
Azerbaycan'ın bile modern dönem düşüncesi Mirza Feteli Ahundzade ile başlıyor, ki kendisi de dine karşı biriydi. O zamanlar mollaların Azerbaycan halkına yaptıkları.. Ama beni en çok etkileyen İslam'da dinden çıkanların öldürülmesi, yani mürtedin öldürülmesi mevzusuydu. Zamanında hümanist, insana, insan düşüncesine saygılı dediğim dinin içinde böyle bir şey olduğunu öğrenince inanamadım.

Müslüman şeriatı savunmalı fakat ben namaz kılan dindar bir Müslümanken bile rahat-rahat sorgulaya bilmemi meğer laikliğe borçluymuşum. 700-1200-lü yıllarda İslam'ın altın çağının 80% kısmının dahi antik Yunan üstüne kurulması. Tamam doğrudur o dönemler Müslümanlar büyük işler yapmış. Sadece Yunandan aldılar bitti demek doğru değil. Müthiş bir dönemdir, ama bu döneme her şeyi vahye bağlayan Gazali düşüncesinin verdiği zarar büyüktür.
İslam coğrafyasında okuma yazma bilen insanın, en çok olduğu, daha gelişmiş, daha özgürlükçü ülkeler olan Türk dünyası ülkelerinin, yani Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan gibi ülkelerin bunu Müslümanların ilk emri olan oku emrine riayet etmesine değil, ateist bir kuruluş olan SSCB-nin onları zorla okula göndermesine borçlular. SSCB-yi ve sosyalizmi hiç sevmesem de gerçek bu çünkü Sovyetler Birliği kurulana kadar bu bölgelerde okuma-yazma bilen insan sayı çok-çok düşüktü.

Üstüne tarih boyunca öldürülmüş 440 milyon Müslümanın 420 milyonunu yine Müslümanın öldürmüş olması. Avrupa'da 150 yıl bilimsel devrim yaşanırken Avrupa'nın tam merkezinde at koşturan Osmanlının bu devrimden 0% pay alması, insanlara her haline şükür edin diyenlerin çoğunun lüks içinde yaşaması. Özgürlükçü, seküler düşünce derken nerelere vardım. Adeta çıkışı olmayan labirentte hakikati arıyor ama aynı yerlerde dönüp duruyordum. Manevi bir buhran içindeydim, diğer yandan da cehennem korkusu. Bütün bunların üzerine OKB. psikolojim o kadar bozulmuştu ki bir ara yurtta namaz kılan bazı arkadaşlarımın boynuna sarılıp "hakikat ne ulaaan?" demek gelirdi içimden. Kendimi yüksek bir binadan atmayı dahi düşündüm.

Dinlerin insanlığa faydası olmuştur, doğrudur. Mimarlık eserleri, tablolar, edebiyat vs. Fakat bugün artık yarardan çok zararı dokunuyor. Batı'nın 1500 yıllık karanlık çağı Orta Doğunun hali. Mezhep savaşları, Şeyhülislam yüzünden rasathanenin yıkılması, matbaanın geç alınması falan derken kayış kopmuş gidiyordu. Sokakta ateist bükenler neden buna ses çıkarmıyordu. Neden her şeyi her seferinde saçma sapan örneklerle açıklamaya çalışıp üstüne analojiyi doğru kurmuyorlardı.
Tam da her şey yavaş-yavaş biterken artık son döneme girdim, itiraf dönemi. Kendime yanıldığımı itiraf etmem ve dinden uzak bir düşünce kurmam epey zaman aldı fakat zamanla o iş de halloldu. Tam iki yıllık sorgulamanın sonuna geliyordum ki uzun süre takip ettiğim, hatta ilk zamanlarımda baya sıkı bir taraftarı olduğum, sonraları bazı açıklamaları hoşuma gitmediği için ara-ara izlediğim malum kanalın evrim ile ilgili videosu çıkmıştı. Evrim ağacının ona verdiği cevabı izledim. Yazık, yıllarca izledik, güvendik ve yalancı olduklarını öğrendik.

Evrim ile ilgili daha öncede araştırma yapmıştım ama çok değil, o videodan sonra evrim ve yaratılış ile ilgili biraz daha araştırma yaptım. Hala devam ediyorum. Evrim ile ilgili bir kitap okuyorum. İnternetten bilimsel videolar izledim. Yaratılışçıların inançlı insanların korkularına oynamaları, açık-açık yalan söylemeleri, cımbızlamaları vs.
Evrim bazı modern takılan din adamları dışında kabul edilmeyen bir şeydi. Evrime karşı çıkan bazı din adamlarının videolarını izledim ve onların cehaletlerini gördüm. Hatta biri "teneke al ve iphone'a dönüşmesini bekle" demiş. He kardeşim, sen bunu düşünebiliyorsun ama bu konu ile ilgilenen birçok bilim adamı düşünemiyor. Evrimin bir doğa yasası olduğunu anlamıştım. O dindar kanallarında metodunu çözdüm. Her seferinde meseleyi bir yaratıcı var, bir yaratıcı var demeye getiriyorlar ki, Aristoteles'in "İlahi efir" anlayışına benziyor. Sonra da konuyu buradan rap diye kendi inandıkları teist tanrıya bağlıyorlar. 

Vardığım hakikatler şunlar:

Edebiyat: Dünya edebiyatı mutlaka okunmalı bize çok faydası var. Ama kendi edebiyatımızı da okumalıyız.

Tarih: Son 2500 yılda büyükten küçüğe her millet en bir kere de olsa kendi sözünü söylemiş. Türkler 16 imparatorlukla, Farslar Ahameniş'lerle, Ruslar Rus imparatorluğu ile, Moğollar Cengiz Han'la, ABD dolarla, Almanlar iki dünya harbinde yenilip yeniden kalkınmalarıyla, Fransızlar Napolyonla, İngilizler dünyanın yarısı sömürgeleştirmeleriyle vs.
Ve biz bugün varız ve dünya bize hiç bir şey borçlu değil. Dün Atilla Papa'ya diz çöktürdü diye hiç kimse bize madalya takmayacak.

Biyoloji: Evrim bir doğa yasası.

Sosyoloji: "Her asırda bir kaç kişi düşünür, geride kalanlar onları takip eder." C. Meriç

Hayat: Dünya bir yarış meydanı kaçanlar düşenlere bakmıyor.

Doğu-Batı meselesi: Ben batıyı sadece alkışlıyorum. Tamam karanlık, emperyalist bir tarafı var orası doğru. Fakat bir batılı gibi düşünün. İlk büyük filozoflar sizden çıkmış, ilk cumhuriyeti siz kurmuşsunuz sonra doğudan Hristiyanlık diye bir din geliyor ve 1500 yıllık karanlık çağ. O dönem kilise, cehalet, veba, engizisyon, cadı avı, ateşte yakma derken yaşanan sefillik. Orta çağ batı tarih ve edebiyatını özellikle "Dekameron"-u okuyunca bunu daha iyi anlıyoruz.
Sonra Coğrafi keşifler, Rönesans, Reform derken kendini bilime, sanata ve gelişmeye veriyorsun ve sonuçta dünya devi oluyorsun. Biz şimdi adamlara İslam desek, İslam ve bilim desek adamlarda dönüp bize "biz Doğudan gelen bir dine bir kere inandık ve bu yüzden 1500 yıl yerin dibine battık, neden bunu ikinci defa yapalım? derse ne diyeceğiz?

Felsefe: Felsefede evet ahmakça şeyler olabilir. Fakat bu onun baştan sona ahmaklık olduğu ve atılması gerektiği anlamına gelmez.

Yaratıcı meselesi: Antik Yunanda bile tanrı var diyen Sokrates, yok diyen Epikür, bilinemez diyen Sektus gibileri vardı. 2500 yıl geçti. Bir sürü savaş, müzakere, filozof, ilahiyatçı, sanatçı, Agustinus, Gazali, İbn Er Ravendi, Rene Descartes, Kant, Hume gibi isimlerden sonra hala tanrı var mı yok mu diye tartışma devam ediyorsa bu tanrının bilinmediği anlamına gelir.

Din: Din dindar insanların büyük bir kısmı için tamamen dünyaya geldikleri coğrafya ve zamana bağlı. Teravih namazlarında gördüğüm dindar Müslümanların küçük çocuklarını da, kiliseye ailecek ibadet için gelen karı-kocanın küçük oğlu ve ellerindeki kızlarını da hatırlıyorum. Hatta benimle kiliseye giden arkadaşım onları görünce "küçük yaşta beyinlerini dolduruyorlar" demişti Ben o anda şok geçirmiştim çünkü bunu diyen arkadaşım hafızdı ve çocukluğu medresede geçmişti. Benim şahsi kanaatim dinde dinsizlikte bomboş şeyler. Ben sonu -izm ile biten hiç bir şeyi kabul etmemeye karar verdim. Belki bazılarınız az önce yazdıklarıma bakıp bana agnostik demişti. Hayır sonu -izm ile biten bir şeyi kabul edince kendimi bir kalıba sokmuş gibi hissediyorum. Hayatta inanç ve inançsızlıktan daha fazlası var. Bir insan inancından ibaret değildir. Teşekkür ederim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Mardaki Adam

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ORHAN K'NIN DİNDEN AYRILMA SÜRECİ



ORHAN K’NIN DİNDEN AYRILMA SÜRECİ


Ülkemizde herkes dindar bir aileden gelir iyi veya kötü. Ama kimileri daha koyu Müslüman olan, kimileri ise daha modern bir ailede doğarlar ve büyürler. Benimki ise koyu denilecek bir Müslüman aileydi. Etkileri hala hafızamdan silinmeyen, dünya yaşamına dini inanç çerçevesinden bakan bir ailede yetiştim ve büyütüldüm. Ama ailem benim aşırı merak ve soru sorma içgüdülerimin bir gün gelip gelişip büyüyeceğini bilmiyordu…

İslam dininden ayrılma sürecimi dönemlere ayıracak olursak çocukluk, gençlik ve olgunluk çağı olarak 3 döneme ayırabiliriz. Çocukluk dönemimde yani 20 li yaşlarıma kadar diyelim koyu bir Müslümandım. Ailemde 5 vakit namazımı kılmayan yok gibiydi. Ben ise kılardım ama aklımda hep aynı soru olurdu. Zaten bu soru olmasa dinden ayrılma sürecim gerçekleşmezdi. Neden Allah denilen varlık insanlığa gönderdiği bilgileri tekrar kendine okumamızı isteyebilirdi? Hem de başka bir dilde Arapça olarak. 

Ailem hep üzerimde baskı kurardı. "Namazlarını geçirme oğlum", "bak cehennemde yanarsın", "kaynar sular içirirler bak heee" diye sürekli korkutulmaya maruz kalarak yaşadım.

Babam ne zaman beni sorguya çeker gibi "namazını kıldın mı?" diye üstelese "kılmadım, sen ne yapacaksın benim namazımı, beraber mi yanacağız cehennemde?" diye isyan ederdim. Ama haklıydım. Madem teker teker sorguya çekilecektik, nefsi müdafaamı kendim yapardım. Ulen nelere inanmışız yaaa…

Derken ilkokul süreci ve ardından ortaokula kayıt olmam gerekiyordu. Bilin bakalım hangi ortaokula kayıt oldum? Tabi ki de İmam Hatip Lisesine. Hiç şaşmaz, dini bir aileden dini bir okula yazıldım tabi. Babamın beni "oğlum bak hem orada karatede öğretiyorlarmış" (bizim zamanımızda baya meşhurdu Jackie Chan, Bruce lee filmleri gibi) diyerek kandırdığı cümlesi hala kulaklarımdadır. İnanmıştım bende saf gibi. Yakışır mıydı inançlı birisine yalan söylemek, hemde kendi oğluna. Ama olsundu, tövbe kapısı hep açıktı onlara göre. İlk golü orada yemiştim.

3 yıl süren imam hatip yıllarımdan sonra ailemin dini baskısı artarak devam ediyordu. Onların doğrularına onlara göre cehennemde yanmamalıydım. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. Onlar baskı yaptıkça ben daha çok soğuyordum bu dinden.

Birkaç zaman sonra babamın bana bir teklifle gelmesi beni çok şaşırtmıştı. Tamda benim o gün için aradığım bir teklifti diyebilirim. Bunalmıştım yaşadığım evden. Başka bir şehir de yani İstanbul da Kur'an kursunda yatılı olarak ikamet edilebilecek bir yerde dini eğitim görmem isteniyordu. Uzun bir düşünme arasından sonra kabul ettim. Baskıdan biraz olsun kurtulacaktım. Ama bir karar vermek zorundaydım. Gideceğim yer İslam dinin A’dan Z’ye öğretileceği ve yaşatılacağı bir yerdi. Bir açıdan da evden uzaklaşma daha doğrusu kaçma fikri beni tetikliyordu. Psikolojimin nasıl olduğun varın siz düşünün. Baskılardan dolayı evinden kaçmak, rahat nefes alabileceği bir alanının olması. Tüm bunlar toplanınca siz ne yapardınız…?

Ne dinmiş be arkadaş. Her neyse şimdi ki durağım İstanbul yıl 1997 yaşım ise 15. İrticanın patladığı yıllar 28 şubat dönemini bizzat yaşayarak gördüğüm yıllar. Başımıza gelmeyen kalmadı, tepemizden helikopterler, kapımızdan polislerin eksik olmadığı yıllardı. Uzun uzun girmek istemiyorum konulara,  aksiyon ve macera dolu yıllardı. Benim içinse Kur'an kursu dışında özgür yaşadığım yıllardı. 1 yılım bu şekilde geldi geçti. 1 yıl sonra yine baba ocağına döndüm. Çünkü gönderildiğim o irtica yuvası bende derin izler bırakarak kapanmıştı…

Sonra lise yıllarım başlamıştı. Döndüğüm de sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Yürüyüşüm bile bir değişmişti, unutmuştum. Çok garip değil mi? Size garip gelebilir ama öyleydi işte. Hem unutmak istediğim hem de unutamadığım yıllar. Yazarken bile zorlandığım anılarımın tazelendiği yıllar. Düşünüyorum da çok kasvetli ve ağır bir süreç yaşamışım.

Soru sorma ve çok yoğun düşünme yıllarımdan sonra yaşım olmuştu 34. Yani olgunluk çağlarıma gelmiştim. Para ve gelecek yönünden iyi ama, iş stresi olarak yüksek düzeyde bir mesleğe başlamıştım. 

Yavaş yavaş dinden uyanma, farkına varma, şaşırma, sürekli beyin fırtınalarının yaşandığı kopma noktalarına doğru ilerliyordum bu dönemde. Çünkü her şeyi yaşamama sebep olan en önemli kaynaklara ulaşmaya başlamıştım. Yani kitaplara. Kişisel gelişim kitaplarıyla başlamıştım. Erdal Demirkıran kitapları özellikle benim düşünce dünyamı değiştirmişti. Aradığım soruların cevaplarına bir bir ulaşıyordum kitaplar yoluyla.

Bu dönemim de böyle 4-5 yıl kadar sürdü. Daha sonraki süreçlerde kitaplardan arta kalan zamanlarımda artık internetin de yardımıyla daha çok bilgiye ve bilgi dolu videolara ulaşabiliyordum.
Youtube dünyasına giriş yapmıştım. Herkes eğlence, film, müzik ile vakit geçirirken ben nerede esrarengiz, tarihi olaylar, beyin geliştirici yayınlar varsa onlarla ilgileniyordum.
Beynim hiç olmadığı kadar açılmıştı. Adeta düşünce dünyamın nirvanasındaydım. Artık ben eski ben değildim. Bunu sadece ben değil arkadaşlarımda söylüyordu. Hatta içimde gizli bir kibir bile oluşmaya başlamıştı. Ne oluyordu bana? Bilmek mi iyiydi bilmemek mi bunu da bilememiştim.

Bundan 1 yıl kadar önce tamda bu zamanlar artık emin olmaya başlamıştım ama yinede de başıma bir şey gelirse diye korkuyordum. Yani yine korku çıkmıştı karşıma. Ama dedim ya emin olmalıydım artık. Kendim kendime karşı gelmeliydim. Yalnızlaşacağımın farkındaydım ama ne olursa olsun gerçekleri öğrenmeliydim. 

Youtube'de gezinirken sürekli biri çıkıyordu karşıma; Yakup deniz diye biri. Ama ben hep "bu kim ya? falan diyordum. Farklı başlıklar altında ara ara videolar çıkarıyordu. En sonunda dayanamadım kendimi toparladım, açtım videoyu. Adam dosdoğru konuşuyordu kafadan attığı hiçbir şey yoktu. Ondan sonra sırasıyla Gig tv, Kütüphane Görevlisi, sizin kanalınız Din ve Mitoloji. Ne kadar aykırı site varsa hepsine bir hışımla dalıp dalıp çıkıyordum. Biz nelere inanıyorduk böyle …

İlla bir şeye inanacaksak bilime inanmalıydık. Evrime inanmalıydık. Hayvanların arasında akrabalık olduğuna inanıyorduk ama sıra bize geldiğinde kendimizi üstün bir varlık zannediyorduk. Maymundan gelmediğimiz belliydi ama ortak atadan geliyorduk. Tüm veriler bu yöndeydi. Belge varsa inançta olmalıydı. Gerçeklerle yüzleşmeliydik. Bu dünyada rahat yaşayan biri neden hiç bilmediği bir hayali alemin uydurmalarıyla vakit harcasın ki? Biz tanrının deneme tahtası mıydık?

Artık dinlerle ilgili anlatılan her şeyden emindim. Hepsi koskoca bir yalandı. Zaten aklı olan bir insan bunlara inanamazdı. Baktım ki ben aslımı bulmuştum. Kurtulmuştum, özgürleşmiştim, arınmıştım bu dinden ve tüm diğer dinlerden.
Yalnız olmadığım farkına vardım. Şimdi neye mi inanıyorum, evrime ve evrenin enerjisine. İspatlanabilirlik derecesine göre her şeye. Yolunu kaybetmişlere yol gösterdiğiniz için sizlere ve bu yolda emek harcayanlara teşekkürlerimi sunuyorum. Sağlıcakla kalın.
Ne mutlu Türküm diyene…

SİZDEN GELENLER | Yazan: Orhan K.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

AFGANİSTAN DOĞUMLU NURULLAH'IN DİNİ TERK SÜRECİ



DİNİ TERK SÜRECİ
(Nurullah T.)

Merhaba, 45 yaşına kadar Müslümandım. Afganistan'daki bir köyde doğdum. Babam medrese mezunu bir molla olmasına rağmen oruç tutmazdı, içki içerdi ve kim bilir daha neler yapardı. Ben asla içki içmedim, 12 yaşımdan itibaren 5 vakit namazımı eda edegeldim. Ailem ve çevrem benimle gurur duyardı. Türkiye'de dil öğrenirken yurttaki oda arkadaşlarımdan biri (İstanbul Ünv. Elektronik Müh. öğrencisi idi) bana ateist olduğunu söylediğinde sert bir tokat yemiş gibi hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Tanrıya inanmayan birisi ile 19 yaşıma kadar hiç karşılaşmamıştım.

Üniversite yıllarında Birlik Vakfı sohbetlerine, ilerleyen yıllarda çeşitli nurcu grupların toplantılarına katıldım. Okumayı sevdiğim için Faik Bulut gibi yazarların kitaplarını da okuyordum. Farsça bildiğim için risale-i nurları okuyup anlamak kolay oluyordu. O zamanlar aklı başında insanların neden bu kadar basit konuları anlamakta güçlük çektiklerine hep şaşırarak bakardım. Bana çok basit gelirdi. Ayet ile hadisi ayırt edebilecek kadar Arapça bilgisine de sahibim.

Üniversite yıllarında hep kuran okurdum, namazımı aksatmazdım ve sürekli kendimi geliştirirdim. Yüksek lisansı bitirip 2004 yılında doktora eğitimine başlayınca felsefi konularla tanışmakla birlikte dindarlığımda azalma olmadığını hatırlıyorum. 3 kişilik doktora dersinde hocanın bir gün namaz kılan birisini anlatırken "filanca öğrenci üniversiteye girmiş hala namaz kılıyor" diye alaycı gülüşünü hala hatırlarım. Çok zoruma gitmişti.

1998 yılında evlendiğimde eşimin başörtüsü takmasını istedim. Bunu gören akrabalarımız da teker teker başlarını örtmeye başladılar çünkü biz rol modeldik. En eğitimlileri bendim.

2010 yılında iş icabı uzakdoğu'ya yerleşmemiz gerektiğinde, çocukların iyi İngilizce öğrenmeleri için iyi bir fırsat olur diye kabul etmiştim. İyi de oldu. Tayland gibi seks turizminin gelişmiş olduğu bir ülkede bulunup dini yaşamak oldukça zor idi. Arabanın klimasını açık bırakarak eşimle cuma namazına (o bölgede camilerin dörtte biri kadınlarla dolu olur) gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Akşam namazı sırasında otobanda trafik sıkışık iken arabayı kenara çekip çimlerin üzerinde namaz kılardım etraftakilerin şaşkın bakışları arasında. Çin'de çok seyahat etmişliğim var, hava limanlarında vakit namazlarını eda ederdim. Hiçbir seyahatimde orucu ihmal etmezdim. Sahurda "helal" bisküvi ile idare ederdim. Almanya ve İtalya seyahatlerimde de ramazan ayında denk geldiği olurdu, hiçbir günü kaza etmezdim.

Tayland'da işe gelip giderken hep İngilizce mealli kuran dinlerdim arabada. Özellikle Nisa suresinin ilk ayetini Abdulbasit çok iyi okurdu. Hiçbir cuma namazını kaçırmazdım. F tipi nurcuların sohbetlerine katılırdım ve onları çok takdir ederdim. Nurculuk içime sinmediği için bir türlü ısınıp onlardan biri olamadım ama ben konuşurken çok saygılı dinlerlerdi.

40'tan fazla ülke gezdim ve en az 15 ülkede cuma namazı kıldım. Almanya ve Rusya'daki camilerde çorap kokusu olmadığı için keşke Türkiye'deki camilerde de benzer durumu yaşayabilsek diye defalarca söylemişliğim vardır. En pis camilerin Çin'in Sincan Bölgesinde, Afganistan'da ve Hindistan'da olduğunu gözlemledim. 2013 yılında Mehmet Okuyan'ın bir videosunu seyredince "aha, işte bu, tam düşündüklerimi söylüyor" dedim kendime. Yurt dışından kendisine mail yazdım ve kitaplarını okuyacağımı söyledim.

Müslüman iken bile hiçbir zaman miraç hadisesine bir türlü inanamadım. Belki de araştırmalarım 2013 yılında artmaya başladı. Dini kavramları daha iyi anlamak için kuşkudan uzak bir sorgulama operasyonuna başladım. Hep hikmet aradım. Okuduklarımla seyahatlerim sırasında gördüklerimi bağdaştırmaya, dini anlamlandırmaya çalıştım. Farklı kitaplar okudum.

2018 sonları idi sanırım, YouTube'da Yakup Deniz'in, Abdullah Sameer'in, David Wood'un ve Hassan Radwan gibi insanların videolarını seyretmeye başlayınca inancım sarsılmaya başladı, önce namazı yarım yamalak kılmaya başladım, sonra bıraktım. Eşim kuşkulandı. Ona da anlattım. O da inancını yitirmek üzere. Özellikle The Masked Arab kanalındaki videoyu seyredince yeter artık dedim. Özgürlüğüme kavuştuğum için çok mutluyum.

Gayet güzel videolar yapıyorsunuz. Takdirle izliyorum.
Keşke Ex-Muslims of America gibi topluluklarımız olsa diyorum bazen.
Esen kalın.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Nurullah T.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NEDEN DİNDEN ÇIKTIM? (Turan)



TURAN'IN DİNİ TERK SÜRECİ
(Takipçilerimden Turan'ın Hikayesi)

Dünyaya geldiğimde çok dindar bir ailenin çocuğu olarak geldim, Allah'a, İslam'a ve Muhammed'e çok sıkı derecede bağlı bir aile düşünün. Ben çok küçükken (9-13 yaş) kandillerde televizyon başına otururduk ve orada Arapça dualar edilir ve Arapça ilahiler okunurdu. Ben ise bunların anlamlarını bilmeden son derece hayran bir biçimde izlerdim.

Ben çok küçükken ezan okumayı çok severdim, çıkardım bir taşın üstüne ezan okurdum ve etrafımda ki kişiler bunu çok olumlu karşılarlar ve adeta bana bu davranışı yaptığım için ‘’iyi çocuk’’, ‘’akıllı’’ sıfatlarını uygun görürlerdi.

Kur’an kurslarına gitmeyi hiç sevmezdim, ama ailem beni ikna etmek için bir hayli gayret sarf ederdi. Ama ben Kur’an kurslarına gidip, orada ders görmenin bir işkence olduğunu da düşünürdüm. Yani isteyerek gitmezdim, daha sonra koca bir yaz mevsimini Arapların harflerine adamıştım. Artık sözde Allah’ın kitabı Kur’an-ı okuyabiliyordum.
Ben Kur’an-ı okuduğum için bana hediyeler, övgüler yağıyordu. Adeta dünyaya yararlı olacak yeni bir şey keşfetmişim gibi etrafımda muhteşem bir sevgi gösterisine maruz kalıyordum. Tabi ki bende o sevgi seline kapılıp her gün Kur’an okuyordum. Bir süre sonra okumayı bıraktım ve doğal olarak Arap harflerini unuttum. Bunun için bana birçok kez kızıldı. Fakat ben küçük olduğum için hiç bir şeyin farkında değildim.
 
Hemen hemen her hafta Cuma namazlarını kaçırmazdım, ille de gitmem lazımdı. Aslında gitmek istemediğim zaman bile zorla göndermeye çalışıyorlardı. Ben Cuma namazlarına gidiyordum, hoca hutbe okuyordu fakat en sonunda Arapça dualar ediyordu. Küçük çapta olan sorgulamalarım o zaman başladı, ‘’Neden anlamını bilmediğimiz bir şeyi okuyoruz ? ‘’ diye kendi kendime soruyordum. Bu arada Ramazan aylarında 1 ay orucumun hepsini düzenli bir şekilde tutardım, aksatmamaya özen gösterirdim. Sanki bu bir başarı gibi kendimle gurur duyardım. Aradan zaman geçti ve babamı kanserden kaybettim, hayatım resmen değişti kendimi araştırmaya adadım.

Daha sonra Lise yıllarına geldim. Lise yıllarında tarihe olan ilgim anlatılmayacak kadar çoktu, İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Sina Akşin vb. tarihçilerin kitaplarını okumaya başlamıştım. Özellikle Halil İnalcık’ın Devlet-i Aliyye adlı eserinin ikinci cildini okuduktan sonra kafamda şu netleşti ‘’Osmanlı’nın yıkılmasında dinin etkisi çok fazla’’.
Ardından Cumhuriyet tarihinde ki bazı ayaklanmaların ‘’Din’’ adına yapıldığını okudum.  Tarih araştırmalarım devam ederken Atatürk’ün din konusunda ki görüşlerini okudum. Üstelik Atatürk bunları çok güzel bir şekilde açıklıyordu. Daha sonra elime Kur’an-ı aldım ve altını çize çize okumaya başladım. Beni derinden etkileyen ayetleri not ettim. Daha sonra Caner Taslaman, Emre Dorman, Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, Yaşar Nuri Öztürk gibi isimleri okudum ve aklıma takılan soruları güzel bir şekilde açıkladıkları için çok sevindim. ‘’İşte bu be ! ”, “İslam sen ne yüce bir dinsin ” dedim. “ Din değil, gericilikten korkacaksın.” diyordum kendi kendime.
Bu süreç içerisinde Muhammed’in hayatı hakkında birçok şey okudum, diğer kutsal kitapları da okudum.

Fakat hayatım İlhan Arsel’in 3 Cilt Kur’an Eleştirisi kitabını okuyunca tamamen değişti. Ardından Arif Tekin’in eserlerini okudum ve artık imanım ciddi derecede sarsılmıştı. Bakıyordum da bizim sözde modernist İslamcı tayfa ayetleri eğip bükmekten ve din satmaktan başka bir işe yaramıyordu. Son darbeyi Turan Dursun vurmuştu; Din Bu adlı serinin 2.cildini okuyunca dinden kesin olarak çıkmış oldum. Richard Dawkins gibi yazarlar da aydınlanmamda önemli bir yer tutmuşlardır. Muazzez İlmiye Çığ’ın Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni  adlı eserde beni ciddi derecede etkilemiştir. Şu anda “ Deistim” veya “Ateistim” diye kesin bir şey söyleyemiyorum, okumalarım devam ediyor. Fakat şundan eminin: DİNLER BİLİMİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELDİR VE İNSAN AKLININ ÜRÜNÜDÜR.

"Şeriat bir felakettir. Özgürlükten, demokrasiden, insanlıktan yana olan herkesin bu felaketi önlemede katkısı bulunmalıdır."
-TURAN DURSUN

(2000'e Doğru-19 Mart 1989, yıl 3, sayı 12)

SİZDEN GELENLER | Yazan: Turan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

DİN VE KIRMIZI ASA ARGÜMANLARI ELEŞTİRİSİ



DİN VE KIRMIZI ASA (GAZALİ'NİN NEDENSELLİĞİ) ARGÜMANLARI ELEŞTİRİSİ

Öncelikle yazımı okumaya gelen ve sorgulayan arkadaşlara şunu söylemek isterim. Bir kere yazı uzun ancak bilimi, ateistleri ve evrimi anlamak istiyorsanız üşenmeyeceksiniz, üşeniyorsanız da etrafta ‘ateistler cahil, aptal, onlar hak yolda değil, cehenneme gidecektir’ diye gezmeyin. Bilmemek değik öğrenmemek ayıp ancak öğrenmeye de istekli olmak gerekir. Benim gördüğüm şudur: Dindar camiada insanlar ‘gerçek manada’ bir sorgulama yapmıyorlar. Dini açıdan sorgulama, kafadaki soru işaretlerinden kurtulmak, imanı güçlendirmek adına yapılır. Doğruyu bulmak için değil. Denir ki ‘ben sorguluyorum ancak vesveselerimden kurtulacağım, kafamdaki soru işaretlerimi gidereceğim ve imanımı pekiştireceğim.’ ‘sorguluyorum ama bu sorgulamanın sonucunda din tekrardan galip gelecek, Allah’ın varlığını, Kuran’ın hak kitap olduğunu daha iyi anlayacağım, göreceğim, imanı güçlenmiş olarak çıkacağım’ yani sorgulamanın başında, sorgulamadan dinin galip çıkacağına baştan ön kabul ile sorgulanır.

Ancak bu gerçek manada bir sorgulama değildir, gerçek sorgulama:

‘bu din veya dinler doğru mu değil mi? Tanrısal bir varlk var mı yok mu? Allah yoksa eğer, gerekirse ben onu da bulacağım, önemli olan gerçeğin ne olduğu’ . Bu yaklaşımla sorgulanır ancak dini camiada sorgulama yapılırken hep dine meğlederek, dini kafada, orayı görecek şekilde cevaplar aranır, taraflı bir (tırnak içerisinde) ‘sorgulama’ vardır, objektif olunmaz; kendi dinleri için uyguladıkları standartları diğer dinler veya farklı görüşler için uygulamazlar veya diğer görüşlere yaklaşım biçimleri ile kendi dinlerine olan yaklaşım biçimleri aynı değildir çünkü amaç inanmak istedikleri şeyi sözüm ona ‘kanıtlamak’tır. Başlayalım..

Girizgah ve özet

Kısa bir Hadise

[Osman bulut ile Twitter'dan yazıştım, kendisine ‘bilimde naturalizm "inancı" yoktur, bilim materyalist değildir yani maddeyi tanrılaştırmaz’ dedim. Bilim, delil, kanıt, gözlem, ölçülebilirlik ve test edilebilirlik üzerinden gider dedim, bana "sen bilimi anlamamışsın" dedi, Kırmızı Hap 3'ü izledin ancak evrim konusunda hiç bir fikrin yok öyle mi? dedim, daha önce 2 yerde evrimi bilmediğini söyledin dedim (ki evrim konusuna giremez, evrim bir gerçektir ve din ile çelişir, hatta kırmızı asa'da ''milyonlarca, milyarlarca yıl öncesine, göremeyeceğimiz zamanlara gitmeyelim, ben şu an fail olan Allah'tan bahsediyorum, şu anda anne karnında inşaası devam eden 10 binlerce bebekten bahsediyorum'' diyerek bir manevra yapmış ve evrim konusuna girmemiştir, bir de çıkıp evrim ağacı bize niye cevap vermiyor diyor, sen bir kere, ‘evrimi bilmiyorum’ dedin ve evrimden kaçtın zaten, kırmızı asa evrim ilgili değildi + adamlar sizinle uğraşmak yerine bilim anlatıyorlar. Bir kere, sözler köşküne, gelen yoğun istek üzerine, bir cevap verdi, o video da kırmızı asanın aksine, direk evrim ile ilgiliydi), deizm argümanı kullanıyorsunuz, deist argümanlarıyla teizmi kanıtlamaya çalışıyorsunuz dedim ve bana "ezbere konuşuyorsun" dedi ve beni Twitter'dan blokladı. Deizm argümanı kullanıyorsunuz iddiasına verdiği cevap bir yazıktır. Deizmin ne olduğunu anlamamış, diyor ki, deist tanrısı pasiftir bu evreni yaratan ve sonra hiç karışmayan tanrıdır, ben şu anda fail olan, her an fail olan, bu yaprağı düşüren Allah'tan bahsediyorum diyor, sonra kurandan ayet gösteriyor, bak bu yaprağı düşüren Allah'tır, gibi sonra bunu da Allah'ın varlığına kanıt sayıyor.

1. si bunun kuranda yazması bir kanıt değildir, çünkü bir insanın rahatlıkla düşünebileceği bir şeydir bir tanrının bu yaprağı düşürmesi, çiçekleri topraktan çıkarması vs.
2. si bir deist de her an fail olan ve bu evreni işleten, o yaprağı düşüren tanrıya inanabilir ki, yani sen deizmi de yanlış göstermiş oluyorsun.
Velhasılkerem ister kabul etsin ister etmesin, kırmızı asa tamamen deist argümanları üzerine kuruludur]

Normalde tartışmalar hep Tanrı’nın varlığı üzerinden gidiyor ve Tartışma ‘kesinlik bir yaratıcı var’ diyen MUTLAK TESİTLER ile ‘bir yaratıcı yok’ diyen POZİTİF ATEİST argümanlar arasında gittiğinden bir sonuca varılamıyor.

Dinciler, bir ateist ile dini tartışırken şunu derler: ‘yani bir tanrı var ki biz bunları konuşuyoruz, bir yaratıcı olmadıktan sonra dini ve peygamberi konuşmanın bir anlamı var mıdır?’ diyorlar. Ancak bu evrenin bir yaratıcısının olması, senin inandığın dine ve peygambere bir kanıt teşkil etmez ki. Aslında önce yaratıcıyı değil de dini konuşmak lazım, çünkü Din doğru ise, yaratıcı da otomatik olarak var demektir ancak din doğru değilse o zaman Deistik-Panteistik tanrıları tartışmaya geçeriz.

İşin din kısmının tartışması genelde yarım yamalak bırakılır, tartışmaları dinleyenler de bir şey anlamazlar. Bu yüzdendir ki Kafile’den Osman bulut ile Ateizm Derneği’nin tartışması izleyenlere bir şey katmamıştır ama aynı zamanda Efe Aydal ile Serkan Aktaş'ın Younow üzerinden yaptığı tartışmalarda da Serkan Aktaş, Efe Aydal’ı, sokaktan çevirdikleri ‘ateistler’ gibi imana getirememişlerdir çünkü Tanrı’nın varlığı kısmı geçildikten sonra işin din kısmında düzgün bir savunma yapılamamıştır ki istenilse de yapılamaz.

Aslında işe önce Din kısmından başlamak gerekse de geleneği bozmayıp önce Tanrı’nın varlığı neden kesin olarak bilinemez, ortaya sürülen kanıtlar neden kişiseldir ve bir delil niteliği taşımaz, bunu açıklayıp daha sonradan Dini, İslam özelinde eleştireceğim.

1. Kısım, Gerçeğe Ulaşmak ve Bilim 

Bölüm 1: Bir yaratıcı veya üstün bir güç var mı?

Çoğumuz dindar bir çevrede ve dini söylemlerin etkisinde büyüdüğümüzden bir yaratıcının kesinlikle var olması gerektiğini düşünürüz. Ben ise bu konudaki Agnostik tutumumu anlatmak istiyorum. Bunu şu anki bilgimizle bilmemiz mümkün değildir.

Biz insanlar bir şekilde kendimizi bu dünya üzerinde bulduk, nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi hep merak ettik ve varlığı sorguladık.  Bunu sorgularken ve gerçeğe ulaşmaya çalışırken bilmemiz gereken en önemli şey gerçeğe sadece akıl yoluyla ulaşılamayacağıdır, Açıklayayım:

Biz bu gerçekliği merak ediyoruz, kendimizi bir şeyin içerisinde bulduk ancak bu gerçeği anlamakta kullandığımız şeyler hep bu evren içerisinde gördüğümüz şeylerden yola çıkılarak üretiliyor ve/ veya insan aklının ürünü. Gerçeği anlamaya çalışırken ve sorgularken herhangi bir ön yargıda bulunmamamız gerekiyor. İçinde bulunduğumuz gerçeklik her türlü şekilde oluşmuş olabilir, bize mantıklı gelsin gelmesin, hoşumuza gitsin gitmesin, sıradan olsun uçuk kaçık bir şey olsun, garip olsun sıradan olsun, sonsuz farklı ihtimal var ve mutlak gerçeklik dediğimiz şey her türlü forma ve özelliğe sahip olabilir veya her türlü şekilde oluşmuş olabilir dolayısıyla bizim bu evren içerisinden kendi sınırlı aklımız ve bilgimizle yaptığımız çıkarımlar ve akıl yürütmeler bizi gerçekliğe ulaştırmaz çünkü evren bizim mantığımıza göre oluşmadı, bu evreni biz yaratmadık, dolayısıyla kendi aklımızdan, kendi aklımıza göre, hoşumuza giden veya dinlerde olduğu gibi insani özellikle sahip tanrılar uydurmamız, kendimizce bir felsefe inşa etmemiz, kendi kafamızda kurguladığımız taslaklar, kişiseldir ve bilimsel olarak kanıtlanmadığı müddetçe bunlar ‘var/gerçek’ kabul edilemez.

Burada bir örnekle şunu açıklayayım:

Teistler (veya Deistler), ‘bu evren muhteşem, bir ahenk var, düzen var; insan vücudu çok kompleks, damarlar, kemikler, sinirler, kaslar iç içe geçmiş, karmaşık bir sistem, karşıdaki dağlar, tepemizdeki yıldızlar, koskoca evren, çiçekler, böcekler, canlılık vs’ diyerek buradan bir Tanrı’nın varlığına ulaşıyorlar.

Tanrının olmadığını ileri sürenlerden ise şu argümanı duyabilirsiniz: ‘Bu evren kaotik, kainat bir keşmekeş, canlılar birbirini yiyor, atomlar, hava akımları, gaz bulutları her şey kaotik hareket ediyor, çok fazla atom birbiriyle etkileşim haline bir hareket gerçekleştiriyorlar, gök taşları birbirine ve gezegenlere çarpıyor, doğal afetler, hastalıklar, kıtlık, virüsler sürekli evrimleşiyor, (yeni) hastalıklarla mücadeleler, doğuştan gelen ve canlıların yapısındaki kusurlar, doğal yaşamın +18 görüntüsü (kirlilik, zor hayatta kalma, rahatsız edici olgular, dışkılama, doğum, kan, acı vs), yıldız patlamaları, bizi umursayan bir varlığın olmaması, kainatın tehlikeli bir yer olması vs. örnek vererek tanrının olmadığına ulaşıyorlar ancak gerçek şu ki Düzen-Kaos, İyilik-Kötülük, Muhteşemlik-Çirkinlik, Kusur-Kusursuzluk vb tanımlamalar bize göre olan tanımlamalardır, kainatta objektif bir anlam veya objektif bir mana yoktur, anlam veya mana, ona bakan bilinç tarafından verilir, o olguyu sen anlamlandırırsın; bu evren de bizim gibi bir akla, mantığa sahip ve bu evrendeki şeyler vasıtasıyla, evrimsel süreçlerle oluşmuş biz bilinçlere, mesaj verme, bizleri etkileme amacı güden bir tanrı tarafından yaratılmış olmak zorunda olmadığından bu argümanlar hiçbir şeyi kanıtlamaz. Peki bu evreni kim yarattı o zaman? Bunu bilmiyoruz, peki neden bilemeyiz?

Esasında dinci arkadaşlardan duyacağınız argümanlar özetle şudur, bunu böyle saatlere yayıyorlar, upuzun anlatıyorlar, insanın damarından girip göbeğinden çıkıyorlar, atomlara, kainata, çiçeklere oradan okyanusa dalıp kara delikten çıkıyorlar ancak uzatmaya gerek yok.
Argüman iki kelime bir şey, o da şudur: Bir saatin saatçisi vardır ve o saatçi bu saati yapabilmek için şu şu şu ilimlere sahip olmalıdır (saat bir ilim üzere yapılmıştır) + Kırmızı asanın bunun üzerine söylediği şey ise bu saatin çarklarını döndüren yani o sistemi fiziksel olarak icra ettiren, akıl sahibi birinin olduğudur.

Argüman aslında bu. Burada Saat=Evren, Saatçi=Tanrı olarak alınır. Argüman kadar basit aslında.

Şimdi bunun neden bir kanıt olmadığını açıklayayım. Öncelikle bu nedensellik (yani ‘saati yapan bir saatçi vardır, ormanda yerde bir Laptop görseniz onu bir insanın yaptığını bilirsiniz’ argümanı) bizim bu evren içerisindeki gözlemlerimizden yaptığımız bir çıkarımdır. Bu evrenin içinde olan varlıklar için geçerli olan bir fenomendir ‘nedensellik’ ancak bu nedensellik olduğu gibi, aynen, bire bir, bu evren için de geçerli olmak zorunda olmadığından bu mantıkla bu evrenin bir yaratıcı vardır diyemeyiz (başta söylediğim olay, gerçeklik her türlü şekilde oluşmuş olabilir, biz mantıklı gelsin veya gelmesin, biz onu keşfetmiş olalım veya olmayalım, hoşumuza gitsin veya gitmesin... gerçekler bunlardan bağımsız olarak gerçektir). Burada şunu sormak istiyorum, madem ki bu evren sanatlı, manalı, ilimli, muhteşem olduğundan bir yaratıcıya ihtiyaç duyuyor o zaman Allah nasıl bir yaratıcıya ihtiyaç duymuyor? Eğer Allah gibi bir varlık bir yaratıcıya ihtiyaç duymuyorsa bu evren neden bir yaratıcı tarafından yaratılmış olmak zorunda olsun? Eğer bu evren (tırnak içerisinde) ‘tesadüfen’ oluşamayacak kadar hassas ayarlı veya muhteşem ise, çok daha muhteşem ve ilimli, her şeyi yaratabilecek yapıya, sisteme vs sahip bir varlık nasıl kendi kendine veya yaratıcısız oluştu? Esasında bu argüman kendini çürütüyor çünkü bu şuna benziyor: ilkokul çocuğunun yapabileceği sıradan bir pastel boyalı resim (Evren) kendi kendine oluşmuş olamaz, bu resmin bir ressamı vardır ancak Mona Lisa tablosu’nun (Allah’ın/Tanrının) bir ressamı yok öyle mi? Veya şöyle söyleyeyim, boyaları rastgele saçtığımda bu pastel boyalı resim ortaya çıkamaz ancak Mona-Lisa tablosu ortaya çıkar öyle mi? Esasında burada Resmin ressamı vardır argümanı bir sıkıntıya giriyor çünkü o resmi yapan ressamın da bir yaratıcısı (Tanrı/Allah) olduğunu söylüyoruz, peki o Allah’ın bir Allah’ı olamaz mı? Bilmem fark ettiniz mi örnekler hep bu evren içerisinde gördüğümüz olaylardan esinlenme, evrenin içerisindeki nedenselliğin aynen, olduğu gibi, bu evrenin kendisi için de geçerli olup olmadığını bilmediğimizden buradan bir sonuç çıkmaz. Burada bir varlığın (yani Allah’ın) yaratıcısız oluşabildiği söyleniyor o zaman evren neden yaratıcısız oluşamasın ki? Evet, Allah ile evren farklı varlıklar, kıyaslanamaz diyebilirsiniz ancak evrenin kendisi de bir olgudur ve bu olgu, bir yaratıcı tarafından yaratılmış olmak zorunda değildir.

Burada olay tamamen kişisel tahminlere dayanıyor, herhangi bir kanıt teşkil etmeyen şahsi inançlar, size göre olan şeylerdir ve gerçeklik bu düşüncelerden bağımsız olarak gerçektir. O yüzden sadece akıl yürütmeyle gerçeğe ulaşamayız çünkü gerçeklik bizim mantığımıza göre oluşmuş olmak zorunda değil, her türlü oluşmuş olabilir ve bu evrenin içindeki nedensellik bu evrenin kendisi için geçerli olmayabilir. Bu evrenin içindeki koşullar ile bu evrenin bulunduğu ortamın koşulları veya bu evrenin kendisine geçerli olan şartlar aynı olmayabilir, o yüzden bu evren içerisinden yaptığımız çıkarımlar bizi gerçeğe ulaştırmaz.

Şimdi gelelim Kırmızı Asa’nın ‘evren bir yaratıcı tarafından fiziksel olarak işletiliyor’ iddiasında:

Bu da doğru olabilir ancak elimizde tek alternatif değildir. Dinciler hep bir analoji üzerinden gidiyor, ben de bir tane analojiyle açıklayayım o zaman: Nasıl ki bir simülasyonun, işlemci fiziklerini; ekran kartı ise grafiklerini, görsellerini fiili olarak işliyor, render ediyor/işliyor belki evrenimiz böyle bir şeydir ve denildiği gibi biri tarafından çalıştırılıyordur, yani o yaprağı biri düşürüyor bu evreni fiziki olarak icra ediyor, havada savrulan atomları o güç hareket ettiriyor olabilir.

Ancak nasıl ki bir bilgisayarı mühendis tasarlıyor, yapıyor ancak bilgisayar yapıldıktan sonra çalışırken işlemcinin fanlarını o mühendis döndürmüyor, kablolardan elektriği o mühendis bizzat geçirmiyor yani fiziksel olarak o sistemi mühendis icra etmiyorsa evrenimiz de belki tasarlanmış ve yaratılmıştır ancak kendiliğinden işleyebilecek şekilde donatılmıştır/yapılmıştır, bunun da doğru olmadığını bilemeyiz.

Belki bu evrenin dışı veya mutlak gerçeklik dep-değişik, hayal bile edemeyeceğimiz, başka bir olgu türüne, başka bir sınıflandırmaya giren, bambaşka bir şeydir illa yaratıcılık veya yaratıcısızlık arasına sıkışmış da değiliz; veya aklımıza gelen her şey olabilir, ama uçuk kaçık ama sıradan, ama mantıklı ama mantıksız, her şey olabilir, sonsuz farklı ihtimal var, hepsi de doğru olabilir ve düşünce bizi tek başına gerçeğe ulaştırmaz.


Burada, Kırmızı Asa argümanlarına ithafen, Panteist/Pandeist görüşün (Evren=Tanrı) doğru olmadığını nereden bileceğiz ? İlla bu tanrı Allah olmak zorunda mıdır? Bununla İslam kanıtlanabilir mi? Elbette hayır. Ancak Ateistlere ‘Tokat’ gibi sunulan cevapların tamamına yakını bu.

Kendileri ‘bilimin ön kabulleri var, inançları var’ derken kendi iddialarının da ispatsız bir varsayıma dayandığını görmezden geliyorlar. ‘bilimin varsayımlarının yanlış olabileceği hiç düşünülmüyor’ diyorlar ancak kendi varsayımlarının da doğru olmayabileceğini hiç hesaba katmıyorlar. (Çifte standartla yaklaşmak demiş miydim?)

Bölüm 2: Bilimsel olarak yaratıcıya ulaşmak ve Kafile’nin Kırmızı Asa ithamları

İlk bölümde neden tanrının varlığının veya yokluğunun bilinemeyeceğini açıkladım, şimdi bilimsel olarak gerçeğe nasıl ulaşırız, bilim neden güvenilirdir, esasında BİLİM NEDİR bunlara bakacağım ve kırmızı asa’nın bilim ve ateizm yanlışlarını açıklayacağım.

Öncelikle Kırmızı Asa’da ve pek çok dinci kanalda belirtilen, ‘Ateistlerin ‘Tesadüf’ inancı’ iddiasının yalan olduğunu belirtmekle başlamak istiyorum.

Osman Bulut, Kırmızı Asa’da şunu söyledi ‘Yeni ateistler tesadüf kelimesinden korkuyorlar, eski ateistler bunu sıkça dile getirmiş olsalar da...’ bunu açıklamadan önce arada şunu söylemek istiyorum, sizler de ‘Deizm’ kelimesinden korkuyorsunuz çünkü argümanlarınız tamamen deizm/panteizm üzerine kurulu, Osman bulut bunu ‘biz deist argümanları kullanmıyoruz, ben her an fail olan Tanrı’yı kastederek Allah’ı kanıtlamış oluyorum’ diyor ancak bunun Allah’ı kanıtlamadığının farkında değil veya şarlatanlık yapıyor, ayrıca deizmin ve türevlerinin ne olduğunun da farkında değil.

Peki Ateistler kör bir tesadüfe mi inanırlar? Esasında ateistlerin bir ‘Ateizm Din Kitabı’ yoktur, ateistler tek bir kalıba sokulamaz, bu arkadaş (ve diğer dinci kanallar) kendi yaptıkları videolarda karşı tarafı kendi istediği gibi gösterip onu çürütüyorlar (saman adam safsatası) ve insanları bir sahte ikilem içine sokuyorlar yani ‘ya onların tasvir ettiği tarzda bir Müslümansın ya da onların anlattığı gibi bir ateistsin’. Bu yüzden ‘Deizm’ kelimesinden korkuyorlar, çünkü Tanrı’nın varlığı hakkında argümanlar getirilebilse de Din ve vahiy (Kuran, Muhammed’in peygamberliği) kanıtlanamaz. Zaten kendi aralarından, dini sorgulayan bir arkadaşı, sorularına düzgün cevap veremeyince aralarından atmışlar, ‘hile-i şerriye’ ile ilgili bir soruydu (işine geldiği gibi sorguluyorlar, işlerine geldiği kısmı görüyorlar demiş miydim?).

Konumuza dönecek olursak, Ateist kelime anlamıyla A-Tesit (Tesit olmayan) yani dini inancı olmayan demektir ve bahsedilen ‘materyalist veya Tanrının kesinlikle olmadığını iddia eden veya ‘tesadüfçü’ ateistler, Ateizm spektrumunun en uç kısmında yer alır ve bunlara Pozitif Ateist, Mutlak Ateist veya Gnostik Ateist denir. Normalde bir ateist bir yaratıcının kesinlikle olmadığını anlamış bir kişi değil, bir tanrının olmak zorunda olmadığını anlamış kişidir. Ateistler aslında zayıf agnostiklerdir, bir Ateist ‘yaratıcı kesinlikle yoktur’ demez, ben yaratıcıya gerek görmüyorum, varlığını kanıtlayana kadar ona vardır diyemem/onu yok kabul ederim’ der, bize göre yaratıcının var olma ihtimali %50’dir, ki nasıl bir yaratıcı veya yaratıcı sebep? O kişiden kişiye değişir, bir bilgimiz yok o konuda. Zaten Bilimsel düşündüğünü söyleyen, ‘inanmak değil bilmek istiyorum’ diyen, inançların bir şeye kanıt olmadığını anlamış bir kişinin Tanrı’nın olmadığını iddia etmesi bir çelişkidir, biz Ateistler veya Bilimsel düşünen insanlar da zaten her şeyi kör bir tesadüfe bağlamıyoruz. Efe Aydal ile Serkan Aktaş tartışırken Efe Aydal tanrının varlığını şu an bilmediğimizi ve evrenin varoluşu-bigbang en son bilimsel görüşü aktardıktan sonra Serkan Aktaş ‘bakın, en iyi bilim adamlarınız bile çözemedi, cevaplayamadı’ demişti. Bir şeyin bilinmiyor olması, dinci olarak senin iddianı doğru çıkarmaz ki? God of the Gaps (Boşlukların tanrısı) denilen şey de budur zaten, bilmediğin yerde direk (kendi inandığı) tanrının yaptığını söylemek. Kerem Cankoçak profesörümüz gibi, Tanrı’nın olmadığını, evrenin tasarlanmamış olduğunu kendince anlatan, Hardcore Materyalistçi kişilere ben de katılmıyorum ancak bu kişileri ve bunların düşüncelerini eleştirerek kendi düşüncenizi kanıtlayamaz ve bunu bilime ve ateizme komple mal edemezsiniz. Ayrıca Sadece Mutlak Ateizm ve bu arkadaşların anlattığı tarzda bir İslam arasına sıkışmış değiliz, hayat böyle bir siyah beyazdan ibaret değildir, kendinizce neye inanmak istiyorsanız onda özgürsünüz.

Gelelim Kırmızı Asa’nın, Bilim konusunda nerede yanıldığına;

Öncelikle bilim nasıl işler onu bir anlatalım, bu arkadaşlar bilimin naturalizm ‘inancını’ eleştirmişler ancak bilimdeki naturalizm nasıl bir naturalizm ve bilimde inançlar var mı? Bunları açıklayayım. 

Öncelikle ‘felsefi’ natüralizm ile ‘metodolojik’ natüralizm’i birbirinden ayırmalıyız, felsefi natüralizm’e göre şu gördüğümüz doğadan başka hiçbir şey yoktur, bilimde kullanılan metodolojik natüralizm ise felsefi olanından farklıdır, metodolojik natüralizm’e göre, üzerine objektifçe mutabık olabileceğimiz şey, şu gördüğümüz doğa’dır yani olayları herkes kendi şahsi inançlarıyla açıklayabilir kimisi der Zeus yaptı, kimisi der X tanrısı kimsi de Y tanrısı kimsi der Z tanrısı... Bilimsel olarak gerçeğe ulaşmaya çalışıyorsak, olaya şahsi inançlarımızı katamayız, bilimin dini kanıtlamak veya çökertmek gibi bir amacı yoktur, bilimin amacı gerçeğe ulaşmaya çalışmaktır. Burada ‘şahsi inançlarımızla olaya yaklaşamayız’ derken kastedilen Tanrısızlık veya Felsefi bir natüralizm değildir, burada Natürel (yani doğa)= mutlak gerçekliktir, eğer bir tanrı varsa o da ‘mutlak gerçeklik’ kapsamına girer ancak insan kolay yoldan cevaba ulaşma, bilmediği yerde cevap uydurma meyilinde olduğu için ‘bunu tanrı yaptı’, ‘bir tanrı var’ düşüncelerine girmeye meyillidir. Ancak olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirdiğinden ve başta anlattığım (akıl yürütmeyle tanrıya ulaşılamayacağı) olaydan ötürü şu an ‘bir tanrı yaptı’ veya ‘bir tanrı vardır’ diyemiyoruz. ‘Bu evrenin kendisi olağan üstü bir kanıt değil midir zaten’ denecek olursa da bu da geçersizdir, çünkü bu evrenin muhteşemliği ve olağanüstülüğü bize göre bir olağanüstülük olduğu için kendi düşüncelerimizle vardığımız bu sonuç bizi gerçeğe götürmez. ‘Evrenin bu yapısı ve olağanüstülüğü bir tanrıyı gerektirmez mi?’ denilirse de gene ‘evrenin böyle olmasının, yaratıcıyı gerektirip gerektirmediğini bilmiyoruz, gerçeklik bizim mantığımıza göre oluşmuş olmak zorunda değil, nedensellik ilkesi aynen bu evren için de geçerli midir ya da evrenin dışında veya evrenin kendisi için nasıl bir nedensellik geçerlidir veya hangi koşullar vardır bunu bilmediğimizden bu bizi bir yere götürmez’ demek durumundayız.

Buradan şuna geliyorum, bilim felsefi değil metodolojik olarak natüralisttir ve bilim natüralist olmaktan daha çok empiriktir (bilgi temellidir) Celal Şengör’ün de vurguladığı hep buydu zaten, deney, gözlem, ölçülebilirlik, test edilebilirlik. Eğer bir tanrı varsa benim onu tespit edebiliyor olmam, onu ölçebiliyor olmam lazım. Doğaüstü veya Metafizik denilen şey bilimsel olarak kanıtlanacaksa benim ona dokunabiliyor onu gözlemleyebiliyor olmam lazım.

Bu konuda Evrim Ağacı’nın ve Celal Şengör’ün şu 2 videosunu izlemenizi tavsiye ederim :

1) [Evrim Ağacı] Evrim Tesadüfler Üzerine Mi Kurulu? - Bilmiyorum Demenin Gücü
2) [Celal Şengör] Tesadüf-Bilim

Kırmızı Asa’da yasalar iş yapmaz argümanın saçmalığını yukarıda anlatmıştım, evrenin illa ki bir işleticisi olmak zorunda değil, tabii ki kesin ‘olamaz’ diyemeyiz ancak onu göremediğimiz, ölçemediğimiz ve etkisiz eleman olduğu için yok kabul ediyoruz (aksi ispatlanıncaya kadar). Allah o yaprağı her seferinde düşürmeyi seçiyor ancak mucize denilebilecek şekilde o yaprağı düşürmemeyi seçmiyorsa bu gerçekten bir seçim midir? Eğer sürekli aynı şeyi seçiyorsa o etkisiz elemandır. Bu yasaları işleten icra ettiren sonsuz varlı varlık veya farklı olgu türü uydurulabilir ancak bunlar kanıtlanana kadar bunar vardır diyemeyiz yani yok kabul ederiz.

Bilimde kaos ne demek ondan da bahsetmek istiyorum. 

Celal Şengör, ‘kainat bir keşmekeş’ derken veya bizler kaos’tan bahsederken aslında kastedilen ile şunun arasında bir fark yoktur, kırmızı asa’da atomların ‘belli kurallara uyarak hareket etmesi düzendir’ iddiası şu yüzden yanlış, 2 oda var, biri derli-toplu diğeri dağınık, şimdi desek ki ‘dağınık odadaki etrafa savrulmuş kıyafetleri oluşturan atomlar belli kurallara uyuyorlar demek ki oda da düzenli’ bu saçma olurdu öyle değil mi? Bizim kastettiğimiz kaos veya ‘kainat bir keşmekeş’ derken kastedilen, dinlerde bahsedildiği gibi bizi umursayan bir tanrının emaresi olmaması, doğada canlıların birbirini yemesi, her türün bir şekilde hayatta kalmaya çalışması, hastalıklarla, virüslerle boğuşmamız, evrimleşen virüslerle yeni hastalıklarla uğraşmamız, canlı vücudundaki kusurlar, doğal felaketler, gök taşı düşmeleri, asteroidlerin çarpışmaları, yıldız patlamaları, hava akımlarının-hava moleküllerinin ‘kaotik’ hareket etmesi gibi şeylerdir.

Kaos’tan veya Kaotiklikten kastedilen, aynı zamanda ‘öngörülemezlik’tir, örneğin yarinki hava durumunu yüksek doğrulukta tahmin edebilirken 1 ay sonrasını tahmin edemememiz, çünkü çok fazla etmen, çok fazla ölçülemeyen eleman, çok fazla atom var ve bunların her birinin yerini ve bütün özelliklerini %100 doğrulukla bilemediğimiz, bilebilsek bile hesaplayabilecek güçte olmadığımızdan ‘tesadüf’ veya ‘kaos’ denilip geçilir. Yani zar atmak gibi ya da 1/560 ihtimal gibi bir rastgeleliğe bağlanmıyor her şey. Ki bir ihtimalin çok düşük olması, onun imkansız olduğu anlamına gelmez.

Evrimsel süreçte ilk canlılığın okyanuslarda başladığı düşünülüyor, Dünya’nin bilinen en eski durağanlaşmış devri ile ilk bakteri kalıntıları arasında 735 milyon yıl gibi bir süre var, okyanustaki koşuular altında çok ilkel hücresel yapıların oluşma ihtimali elbette yüksek değil ancak 735 milyon yıl boyunca sürekli denendiğinde elbet bir noktada oluşabilmiş olması mantık dışı değildir, evrim konusunu daha detaylı araştırırsınız, burada detayına inmeyeceğim. Kaos derken ne kastedildiğini daha iyi anlamak istiyorsanız Evrim Ağacı’nın şu yazı dizisini okuyunuz:
https://evrimagaci.org/yazi-dizisi/kaos-teorisi-39

Bilim nasıl işler?

Bilimin temelinde gözlem, test edilebilirlik ve yanlışlanabilirlik vardır.

İnsanın bilim macerası da önce yalan söyleyerek başlamıştır çünkü hiçbir şey bilmiyorduk, akıl yürüterek bazı varsayımlarda bulunduk ve bu varsayımları test ettik, bu varsayımlar test edilip yanlışlandıktan sonra eski hipotezi terk edip eldeki yeni veriler ışığında alternatif açıklamalar geliştirir ve veri gelmeye başladığında yanlış olanları eleriz, esasında bilim mutlak gerçekliği vereceğim, her şeyi cevaplandıracağım diye bir iddiada bulunmaz, neyin tam (%100) doğru olduğundan ziyade, neyin doğru olmadığını vermede daha başarılıdır. Tanrı konusunda da bu böyledir, Bilimsel olarak henüz tanrının ispatlanamamasının sebebi natüralizm ‘inancı’ değil, veri eksikliğidir, zira en başta felsefenin ve akıl yürütmenin bizi gerçeğe ulaştırmayacağından bahsetmiştim. Bu alternatif açıklamaları, tanrı ile ilgili farklı görüşleri aklımızın bir köşesinde tutarız ve veri gelmeye başladıkça bunlar içinden yanlış olanlarını eler, yeni bilgilere göre de farklı fikirler inşa ederiz ve bunları sürekli test ederiz, sınarız. Bilimin (metodolojik) natüralist olmaktan ziyade empirik (bilgi temelli) olması yani. Asla ‘mutlak gerçek, en doğru gerçek budur’ iddiası yoktur bilim ile dinin ayrıştığı nokta da burasıdır, Din, iman gereği vahiy ile geldiği iddia edilen cümlelerin tanrıdan ve kesin doğru olduğu dolayısıyla asla sorgulanamaz olduğunu söyler (sorgulansa bile bunun hikmetini anlamak veya neden doğru olduğunu anlamak üzere bir ‘sorgulama’ vardır, gerçek anlamda bir sorgulama yoktur). Bu yüzdendir ki 1400 senedir din kanıtlanmaya çalışılıyor, yok o tefsir yanlış o çeviri yanlış, yok illa Arapçasından okuman lazım yok o kelimeyle şu kastediliyor denerek kıvrılıyor çünkü söylenenler doğru değil.

Bilim sürekli değişiyorsa ona nasıl güvenelim?

Ona güvenme nedeniniz de tam olarak budur zaten. Bilim, insanlığın öğrenme ve anlama çalışmalarının bütünüdür, insanlık olarak boyutumuz küçük, zekamız sınırlı, kudretimiz az dolayısıyla tabii ki her şeyi bilmiyoruz ve zamanla bilgimizin ve düşüncelerimizin değişmesi çok normaldir. Ancak bilim dogmatiklikten uzaklığı, değişime ve her türlü iddiayı değerlendirmeye-tartışmaya açıklığı, uyguladığı yöntem ile elimizdeki, gerçeğe ulaşmakta kullanabileceğimiz en makul yöntemdir eğer eksiklikleri varsa veya yönteminde yanlışlar varsa bunu da düzeltmeye açıktır ki bugüne kadar da düzeltmiştir eğer bilimsel metodoloji yanlışsa, felsefenin tek başına bizi gerçeğe götürmediğinin, en başta anlattıklarımın da farkında olarak, ‘ben akıl yoluyla şuna ulaşıyorum, bu mutlak gerçekliktir, dinim bunu söylüyor, bunu anlayamayanlar, kainatı vahiysiz/ruhsuz anlama gafletine!! düşenler cahildir ve cehenneme gidecektirler’ gibi saçma sapan argümanlar yerine akılcı ve düzgün bir yaklaşım getirin, sizden önce bilim bunu kabullenir zaten.

Konuyla ilgili bir video ‘Sürekli Değişen Bilime Neiçin Güvenelim?’: https://www.youtube.com/watch?v=MOIoAGnSitY

Bilimde ‘yok kabul etmek’ ne demektir?

İnsanlar olarak gerçeği anlamaya çalışıyoruz, bilmediklerimizi öğrenmeye çalışıyoruz bu noktada aklımıza pek çok farklı alternatif açıklama gelebilir ancak bunlar kesin doğru olmak zorunda olmadığından, varlığı kanıtlanana kadar ‘yok’ kabul edilir, yok kabul etmek, onun olmadığını iddia etmek değil, varlığını kanıtlayana kadar ona ‘vardır’ dememektir. Şu an solucan deliklerinin olabileceği düşünülüyor örneğin ancak gözlemlenmediği için ‘yok’ kabul ediliyor, bu onun olmadığını iddia etmek anlamına gelmiyor, ‘’gözlemlemedim o yüzden ‘vardır’ diyemem ancak var olabilir, elimdeki bilgilerle de çelişmiyor’’ demektir. (insan boşluk doldurma ve bilmediği yerde bir şeylere uydurma meyilinde olduğundan bugün açıklanamayan veya gizemli bazı olaylara ‘cin’ gibi failler atfedilmesi veya bir şeyler uydurulması da insanın bu kusurundan kaynaklanır.)

Konuyla ilgili bir Podcast [Efe Aydal] 26 Yıl sonra deist olan adam: https://www.youtube.com/watch?v=G1FLmNjVzw4

Konuyla ilgili olarak açıklamacı olması açısından, Nurcu arkadaşlar gibi ben de bir Analoji yapayım :) Pisagor teoremini biliyorsun, a^2+b^2=c^2, aslında bu, kosinüs teoreminden gelir, Kosnüs teoremi der ki: ‘bir üçgenin iki kenarının uzunluğu ve bu iki kenarın arasındaki açı (veya o açının kosinüsü) bilinoyrsa, üçüncü kenarın da uzunluğu bulunabilir’ der ve bunun formulünü verir, asıl formul şudur, a^2 + b^2 = c^2 - 2ab(cosß), Dik üçgende Cosisnüs 90 derece = 0 olduğundan formul a kare + b kare = c kare olur, ancak düşün ki henüz pisagor teoremi ispatlanmış ancak kosinüs teoremi bilinmiyor, şimdi, bu pisagor teoreminin nereden geldiğiyle iligli bir sürü iddia var, herkes farklı bir formul atıyor ortaya ancak biz bu formulleri, kesin olarak kanıtlayana kadar yok kabul ederiz, bunları kanıtlayana kadar bunlar vardır diyemez ve matematik kitabımızın içine alamayız, ''bak, henüz matematik kitabımın içinde yok" Yok kabul etmek olmadığını iddia etmek değildir, formulü henüz doğrulamadım, doalyısıyla bütün geometriyi bu, doğruluğundan emin olmadığımız/ şaibeli formul üzerine kuramam çünki bu alternatif formulleri test etmedim ve doğruluğunu onaylamadım, bunlardan herhangi birini, sırf birisi öneriyor diye test etmeden matematik kitabımın içine alamam, alırsam ne olur bir düşün? Zaten yanlışsa yanlışlığı ortaya çıkacak ve değiştirmek durumunda kalacağım, dindeki bu kabuller, yanlışlandığı taktirde, sen bu iddiandan vaz geçer misin? geçmezsin çünki din, en doğru olduğunu, tanrı kelamının yanlış olmadığını iddia eder, bu yüzden dogmatiktir, bu yüzden Bilim ile uyuşamaz, Bu Nurcu kanallar da bilimsel düşünceyle dinlerinin uyuşmadığını fark edince, bu sefer bilime saldırdılar. Önceden din ile bilim uyuşur denirdi, şimdi ise iş yavaştan bilimi reddetmeye doğru kayıyor gibi görünüyor. Kosinüs Teoremi ne zaman test edildi, kanıtlandı ondan sonra matematiğe dahil oldu, bilim de böyle işler, tekrar ediyorum, kanıt ve gözlem üzerine gider bilim.

2.Kısım, Din ve Dindeki çıkmazlar

Din dediğimiz olgu, insanların zamanında açıklayamadığı olaylara cevap bulmak adına tanrı veya tanrılar uydurduğu ve doğayı/doğa olaylarını bu tanrılara bağladığı, kendi ahlak kurallarını daha iyi uygulayabilmek veya kendi kafalarınca bir toplum/gelenek inşa etmek ve toplumu bu halde tutmak adına uydurdukları, yazdıkları hikayelerdir. Kuran’ı alıp baştan sona okuyun, insan eliyle yazılamayacak herhangi bir ifade göremezsiniz, veya evreni duygularla/vahiyle anlama denilen şey de tamamen insanidir ve hiçbir tanrısal veya tanrıdan geldiğini kanıtlayabilecek bir taraf bulundurmaz. Nurcuların Said Nursi felsefesi farklı farklı dini görüşler, mezhepler vs bunlara bakın, hepsi insanların kendilerince inşa ettikleri dünya görüşleridir, yeryüzünde ne yazıldıysa insan yazdı, ne söylendiyse insan söyledi, bunu çürütebilecek herhangi bir argümanla gelemezler.

1.Bölüm: Kusursuz tanrının kendisine inanması için insan yaratması, merhametli tanrı ve imtihan çıkmazları

Dinlerin insanlar tarafından uydurulduğunu söylemiştim şimdi bazı dini sıkıntılara bakarak bunu daha iyi anlayalım. Burada soracağımız sorular Deist tanrısı veya bu evrenin herhangi bir yaratıcısı için geçerli olmaz ancak insanlar tarafından hayal edilen ve insansı özelliklerde olan, dinlerde geçen Tanrılara yöneltilebilir sorulardır bunlar. Biz ateistlerin reddettiği Tanrı, Deistik tanrılar değil, Teistik (dinlerde geçen) Tanrılardır, ben de burada İslam özelinde eleştirimi sunacağım.

Her şeye kadir kusursuz bir Tanrı’nın kendisine inanması/onu tanıyıp ibadet etmesi için varlık yaratması

Eğer bu tanrı Sonsuz kusursuz ise kendisine inanılmasına veya tapınılmasına ihtiyacı yoktur, ve kusursuz bir varlık belki de hiçbir şey yaratmaz çünkü sonsuz kusursuzdur. Filmlerde veya animelerde gördüğümüz ‘kusursuz küre’ gibi her şeye nötr bir varlık olması muhtemeldir.

Eğer kendisine tapılmasına ihtiyacı yoksa neden namaz gibi ibadetleri yerine getirmeyenler cehenneme atılacak?

Eğer kendisine inanılması için insanları yaratmadıysa, buna ihtiyacı yoksa neden yarattı ve neden kendisine inanmayanlar sırf inanmadığı için cehenneme gidecek?

Tanrı’nın insanı imtihan etmekteki amacı nedir? Tanrı Bizi yaptıklarımızdan sorumlu tutamaz çünkü bizi yaratan Allah olduğu için (dine göre), A’dan Z’ye bizim yaptığımız her şeyden o sorumludur. İmtihan edip aralarından seçeceğim demesi zaten bir mantıksızlık, neden seçiyorsun? Ne gereği var?

Buna ek olarak seçme dediğimiz olay olabilmesi için bizlerin, Allah’ın varlığından bağımsız olarak var olmamız lazım, yani olanlar arasından seçersin, önce yaratıp sonra seçmezsin. Öğrencileri zekasına göre seçebilirsiniz çünkü onların zeki olup olmaması sizden bağımsızdır veya ÖSYM öğrencileri seçer çünkü öğrencilerin kalitesi o sınavı yapanlardan bağımsızdır, kim daha iyi ona bakacağım diyerek bir sınav geliştirmiş kendince, ancak Allah önce yaratıyor sonra ben hanginiz cennetlik hanginiz cehennemlik onlar arasından seçeceğim diyor. Beni sen yarattın zaten, eğer günah işliyorsam veya sana inanmıyorsam beni sana inanmayacak şekilde yaratan da sensin. Özgür irade var mıdır? Var ise ne kadar özgürdür ve neden herkese aynı özgür irade verilmemiştir? Neden herkese aynı zeka ve algılayış biçimi verilmemiştir? Bizi bu şekilde yaratan Allah yaptıklarımızdan dolayı bizi sorumlu tutamaz çünkü bizi bu şekilde davranacak biçimde yaratan o zaten. Nasıl ki Telefonu üreten firma A’dan Z’ye o telefonun her şeyinden sorumluysa, Allah da bizim her şeyimizden sorumludur. Kuranı okursanız ‘biz sizi şöyle yaratırız böyle yaratırız’ ‘Allah sizi şu konuda zayıf yaratmıştır’ şeklinde ayetler de mevcuttur. Bu dediğime yüzde yüz işaret etmese de dediklerime bir işaret vardır ve benim bu argümanım Allah’ın bizleri ve evreni yaratması dolayısıyla yaratanın, yarattığı üzerinde sorumluluk sahibi olmasındandır.

Eğer Kırmızı Asa’da denildiği gibi, her şeyi Allah işletiyorsa zaten biz de bu simülasyonun bir parçasıyızdır ‘yok, biz özgür iradeliyiz vs deniyorsa da ondan bahsettim zaten’

İmtihan adil değil

Herkese Aynı zeka veya aynı ‘özgür’ irade verilmemesine ek olarak herkesin yaşam ömür uzunluğu farklı, imtihanı farklı, imtihan zorluğu farklı, koşullar farklı vs.

Öyle bir sınav düşünün ki herkes için soru sayıları rastgele, soru uzunlukları rastgele, soru zorlukları rastgele, sınav uzunluğu rastgele ve hatta bazıları sınava girmeden geçiyor (çocukken ölenlerin cennetlik olması)

Bugün insanlar hangi coğrafyada veya ailede doğduysa oranın dinini benimsiyor. ‘Ben başka ülkede doğsaydım gene araştırır bulur Müslüman olurdum’ diyen bir kişi acaba kendi dinine gösterdiği özeni diğer dinlere de göstermiş midir? Kuranın Arapçasını okumak lazım diyen biri diğer dinleri ana dillerinde okumuş, üzerine düşünmüş ve kafa yormuş mudur acaba? Tanrı’nın kendisini

Allah’ın vizyonu

Denir ki ‘iyi ile kötünün mücadelesi kıyamete kadar devam edecek’ veya ‘iyi ile kötü ayrışsın diye imtihan ediliyor’

Tanrı statüsünde, sonsuz mükemmel ve Kur'an’da kendisine ‘yüksek ilim sahibi’ diyen bir varlığın vizyonunun bizi 60-85 sene dünyada imtihan edip, birbirimize kırdırıp cennete veya cehenneme atacak olması sorunsalı. Madem merhametli bir Allah var bizi burada oyalayacağına direk cennetine alabilir, eğer dünyada kalmanın sebebi, bazı şeyleri anlamak, imtihanı ve zorluğu görüp sonradan rahata ermek ise;

1)Allah bizi, dünyada bir şeyler deneyimlemeden de cennetteki nimetlerin kıymetini bileceğimiz bir şekilde yaratamaz mıydı?

2)Herkes bu dünyada alması gereken dersleri, tecrübeleri alıyor mu ki? Herkesin hayatı ve hayatının uzunluğu farklı.

Eğer amaç cenneti hak etmek ise zaten ne kasıyorsun direk koy. Zaten bizi yaratan varlık bizim her şeyimizden sorumlu olduğundan hak etme olayı da bir sorunsal haline geliyor.

‘Andolsun ki biz, cinlerin ve insanların çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır; düşünmezler onunla; gözleri vardır, görmezler o gözlerle; kulakları vardır, duymazlar o kulaklarla. Onlar dört ayaklı hayvanlara benzerler, hatta daha da sapıktır onlar. Onlardır gaflette kalanların ta kendileri’ 7:179

‘Allah onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür (hatem) vurmuştur, gözlerinde de perde vardır, onlara büyük bir azab vardır." (Bakara 2/7)

‘Onlardan seni Kur’an okurken dinleyenler de vardır. Fakat onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne örtüler çektik, kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mûcizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde, "Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. 6:25’’

Bu ayetler de imtihan konusunda dediklerimi destekler nitelikte ve düşündürücü. Tabii ki bunlar bir şekilde savunulmaya çalışılır ona da geleceğim.

Bu belirttiğim noktalara cevap verilmeye çalışılsa da ‘dinini kanıtlamak için’ değil de ‘bu din doğru mu değil mi’ diye sorgulayan birisi için her şey açık ve nettir ve verilen cevaplar avutma ve kıvırma olması bir yana bu kitabın insan eliyle yazılmış olduğu, tanrısal olmadığı gerçeğine bir etki edemeyecek, kitabın Tanrı’dan geldiğini kanıtlayamayacak; sadece kendine bir şeyi cevaplamış olup o cevabı da kendilerine mantıklı geldiği için kabul edecekler ancak objektifçe bakan biri bunun ne olduğunu görür.

2.Bölüm: Kötülük problemi nasıl yorumlanmalıdır ve Kusur-İmtihan savunması 

‘Tanrı varsa neden kötülük var, canlılar birbirini yiyor, kötülüklere neden izin veriliyor’
Bu, başlarda bahsettiğim sebeplerden ötürü Deist Tanrısını çürütmese de dinlerdeki tanrılara yöneltilebilecek bir sorudur. Esasında bu konuda dinciler işine gelen cevabı alıyor ve kendince bir mantık-felsefe-hikmet inşa edip oraya oturtuyorlar.

Bence bizi 80 sene yaşatıp öldüreceğine direk cennete alsın bu merhametli tanrı.
Bunu ‘kötü bir şey olacak ki iyinin kıymetini bilesin’ gibisinden açıklayacaklar. Din içerisinde kabul edilebilir bir açıklama ancak her kötülük de bu şekilde açıklanabilir mi? Doğadaki her kötülük bu şekilde açıklanabilir mi? Orasını bir düşünün.

Örneğin; bana göre eğer dindeki gibi bir tanrı bu evreni yaratmış olsaydı canlıların böyle birbirini yediği, kabul edilebilir sınırın ötesinde bir vahşilik olmamalıydı; Tarım ve Hayvancılık, FarmWille oyunundaki gibi daha barışçıl ve tatlı olmalıydı, tabii ki gene ağaçlara bakmak, hayvanlarla ilgilenmek vs olabilir, hastalıklar olabilir ancak düzen bu kadar vahşi olmamalıydı. Ancak biri de çıkıp der ki ‘benim bununla bir sıkıntım yok, bu bence bu sıfatlara sahip bir tanrıyla çelişmez, imtihan için uygun vs’ diyebilir. Ancak bu gene kişiseldir. Eğer objektifçe bakarsanız mevcut gerçeklik acaba dinlerdeki Tanrıların (merhametli, adaletli, kusursuz) yaratmış olmasını bekleyeceğimiz bir düzen midir? Tamam bi seviyeye kadar imtihan denilebilir ancak her şeye de imtihan denilebilir mi? Mevcut gerçeklik, evrendeki tehlikeler, entropi, evrim, doğanın vahşiliği ve tehlikeliliği, komple düşünüldüğünde, makul bir sınırı aşmıyor mu? Orasını siz düşünün.

Esasında dinlerdeki Tanrılar bu evreni yaratmadığı, biz mevcut gerçekliğe göre kendimizce bir Tanrı uydurduğumuz için bu konuşmalar ve cevaplar hep. Mevcut gerçekliğe göre bir din yazmışız ve gerçeklikteki kötülük-iyilik kavramlarını bu şekilde bir mantığa oturtuyoruz, verilecek hiçbir cevap, bu dinin tanrı tarafından yazıldığını (insanın ürünü olmadığını) kanıtlayamayacaktır, sadece bir avutma olacaktır, kişisel olacaktır, üzerine düşünmek size kalmış.

'Onlar kusur değil imtihan'

Bizler, insan vücudundaki ve kainattaki kusurlardan bahsederken hep ‘imtihan, bir hikmeti var, şöyle olsaydı iyi olur muydu, düzgün bir sınav veya imtihan olur muydu?’ gibi cevaplar verilmekte.

Esasında bazı şeylere ‘imtihan’ diyebilirsiniz ama her şeye diyemezsiniz:
Örneğin insan uçamayan bir varlıktır, bir kara hayvanı olmamamız, uçamıyor olmamız, bu şekilde sınırlandırılmış olmamız belki imtihan olarak görülebilir ancak insanlardaki 20 yaş dişlerine imtihan diyemezsiniz, bu bir tasarım hatasıdır, eğer biz tasarlanmış bir canlı olsaydık, bu kusurun olmaması gerekirdi. Kas gücümüzün sınırlı olmasına imtihan denebilir ancak iskeletimizin en önemli kısmı, 2 ayak üzerinde durmamızı sağlayan omurgadaki kusurlara imtihan denilemez. Evrimsel kalıntılar ‘son halimizle ortaya çıktığımız, Allah tarafından tasarlandığımız’ iddiasının suya düşmesine sebep olur.

Her şeyi bilemememiz, gözlerimizin çok iyi olmaması gibi şeyler imtihan olarak gösterilebilir ancak üreme sistemindeki kusurlar, zor doğum yapma, dirseğimizdeki zayıf ve ara sıra bir yere çarptığımız, açıktaki o zayıf sinir imtihan değil bir tasarım hatasıdır. Eğer gördüğümüz her güzel şeye ‘Allah’ın hikmeti’ ve ‘Allah’ın yarattığına kanıttır’ diyeceksek ve her sıkıntılı yerde, her kötü şeye ‘ama o imtihan, bir hikmeti var, vardır Allah’ın bir bildiği’ vs diye geçiştireceksek bu bizi gerçeğe ulaştırır mı? Bu samimi bir sorgulama mıdır? Ve çifte standart değil midir? Objektiflikten uzaklaşmak değil midir?

Evrim ile din %100 çelişir

Bu konuda kıvırmaya gerek yok, evrim ile din çelişir eğer evrim doğruysa biz Adem ve Havva’dan gelmedik ve canlılar bugün olduğu şekliyle bir anda dünyada var edilmediler. Evrim doğru olduğuna göre din doğru olamaz.

Evrim, bilimdeki en sağlam teorilerden biridir, evrimin bilimsel olarak doğru olmadığı iddiası tamamen zırvadır. Evrimin ne olduğunu anlamak, Teori-Kanun farkı nedir? Evrim Teorisi ispatlanmamış mıdır? Gibi soruların cevabını almak ve evrimi öğrenmek isterseniz konuyla ilgili başlangıç videolarını aşağıya bırakıyorum, oynatma listemde de var zaten bu videolar:

[Efe Aydal] Kırmızı Hap 3 - Evrim neden bilimdir yaradılışçılık neden dindir? 

Bu iki video başlangıç olarak işinizi görür, daha da öğrenmek isterseniz oynatma listesindeki evrim ile ilgili diğer videolara bakabilir, Türkçe kaynak olarak ‘Evrim Ağacı’ ve ‘Bilim Fili’ makaleleri (ki bilimsel makalelere referanslıdır), ‘Understanding evolution’ Evolution 101 İngilizce (https://evolution.berkeley.edu/evolibrary/article/evo_01) ve Türkçe (http://www.evrimianlamak.org/e/Ana_Sayfa) internet siteleri, yayınlanmış bir sürü makale, yabancı siteler, belgeseller... elinizde pek çok kaynak mevcuttur. Evrim Ağacı’nın da bu konuda Türkçe yayınlanmış kitapları mevcuttur onlara da bakabilirsiniz.

Efe Aydal ve Serkan Aktaş’ın (şu tartışmalarında: https://www.youtube.com/watch?v=UwXwn68hFzo) ‘Kainatta israf var mı?’ konusu üzerine olan tartışmalarına ithafen yazdığım bir Youtube yorumunu da buraya bırakıyorum:

'Kırmızı asa argümanlarına cevap Bölüm 2' isimli videonun altına sperm konusuyla ilgili attığım yorum: Erkeklerde Testislerin vücut dışında olması, dişilerdeki adet ve zor doğum yapma, iki cinsin üreme sistemindeki kanser ve sıkıntılar, iç adet kanaması, üreme sisteminin komple kusurları vs örnek olarak verilebilir. Efe Aydal ile Serkan Aktaş, bir yayında tartışırken 'kainatta israf var mı' diye tartışılıyordu, Efe, 'hayvan gibi var' demişti, Serkan ise 'sana öyle geliyor ancak bunun bir hikmeti var demişti', işte mevzu sperm sayısına geldi, neden çok sperm üretiliyor diye, Serkan: 'Allah o 1 spermi, diğerlerinin arasında koruyarak iletiyor' dedi Efe: 'Peki neden 'ben Allahsal gücümü kullanıyorum deyip' onu korumuyor' dedi Serkan: 'Ancak her şey bir hikmet üzerine, o vesileyle onu koruyor' dedi. Şimdi üreme sistemini araştırırken öğrendiklerimin bir kısmını yazayım. Dişilerde Serviks denen, rahim boşluğuna açılan kısım, meninin bir kısmını içine almaz, servikten geçen spermlerin bir kısmı da, dişi bağışıklık sistemi hücreleri tarafından ''Yabancı Hücre'' olarak algılanıp yok edilir, bu, kalitesiz spermleri eleme yöntemi de değildir, rastgele, tuttuğunu koparır, hangisini alabilirse yakalar ve bağışıklık sistemi hücreleri, yakalayabildiği spermleri hücre içinde sindirerek yok eder, şimdi burada bir ara not, nasıl bir 'akıllı tasarım' ki, karşı cinsinin üreme hücresini 'yabancı madde' olarak algılayıp yok etmeye çalışıyor?, Bu mükemmel tasarım mıdır?, Daha bitmedi, rahme giren spermlerin bir kısmı rahim duvarındaki boşluklara takılabiliyor, veya oraya girip oradan ayrılmak ve yumurtaya yönelmek istemeyebiliyorlar, yumurtaya yönelenlerin bazıları da yanlış kanala (yumurtanın olmadığı kanala) girebiliyor, günün sonunda yumurtayla yüz yüze 20 tane kadar sperm gelebiliyor ve 1 tanesi döllüyor (aslında en hızlı sperm otomatikman kazanır diye bir şey yok çünkü rastgele eleme de söz konusu, ancak hızın veya başka etmenlerin yarışta etkisi yok denemez,). Bu yüzden, yumurtayı dölleyebilmek için bir erkek bir çok sperm üretmek ve ona kaynak harcamak zorunda. Bu yüzden, çok fazla sperm üretebilmek ve sperm üretimini sağlayabilmek için erkeklerde Testisler vücut dışına atılmıştır. Bunlar erkek için fiziksel bir sıkıntı oluşturmuş durumda, çünkü hem fazla ve sürekli sperm üretmeli kaynak harcamalı, hormon üretmeli ama vücut sıcaklığında üretim yapamadığından fiziksel sıkıntı oluşturuyor. Fazla ve sürekli sperm ürettirip kaynak israfı yaptıran Allah, aynı zamanda spermleri vücut sıcaklığında üretilebilecek şekilde de tasarlamadığı için testisleri, dışarıda bacak arasında sallanan t-şaklar erkeğe büyük sıkıntı çıkartıyor, sünnet törenlerinde rezil edilen erkek (ki madem sünnet gerekliydi, Allah bizi tasarlarken hata mı yaptı da sünnet gerekiyor? Kendisine Kuran’da ‘yüksel ilim sahibi’ diyen, Tanrı statüsündeki bir varlığın erkeklerin p-pisine kafayı takmasını benim aklım almıyor), bu yetmezmiş gibi bu organıyla dalga geçiliyor, hayatı boyunca sıkıntı yaşıyor bu organ yüzünden, ayrıca skrotum içinde bulunan bu iki top, fiziksel olarak sadece çok zarar görebilir durumda değil, aynı zamanda damar bağlantıları ve sperm iletim kanalları da, kıvrılarak kangrene yol açabilir, kanser riski var vs.. (istenmeyen ereksiyonları ve o bacak arasındaki çıkıntının kötü tasarımını saymıyorum bile.) O bacak arasındaki 'mal', bir erkeğe ciddi sıkıntılar çıkartır (maalesef). Kadınlarda ise her ay, günler süren kanamalar, kaynak israfı ve sıkıntı oluşturduğu gibi, rahim dışı döllenme, dar doğum kanalları gibi kusurlar da 'akıllı tasarım' iddiasını suya bırakıyor. Araştırarak siz de başka şeyler de görebilir ve üzerine düşünebilirsiniz. Bu olay, kesinlikle bilinçli bir tasarımı değil, 'ne zaman döllenme olacağını tam bilemeyen ve güzel tasarım ortaya çıkaramayan' evrimin bir sonucudur ancak, neyse ki genetik mühendisliğindeki gelişmelerle bu sorunları çözebileceğiz, 'bilim çalışır çünkü işe yarar', Kırmızı Asa'da verilen ''iPhone'u, çivi çakmak için kullanan adam'' örneği tamamen zırva...

3.Bölüm: İmansız Ahlak, Kainatı vahiysiz anlamanın düşürdüğü gaflet!

Ahlak konusundan önce gene Osman Bulut’un saman adam safsatasına değinmek isterim.
Kainatı Vahiysiz anlamak insanı gaflete mi düşürürmüş? İnsan Bilimsel Bakınca ve Ateist oluna kainata hayret ve ilgi duyamaz, büyülenemez, hayranlık duyamaz mıymışız? Gene kendi programında ‘boş kaleye gol atmak’ olarak tanımlanabilecek bir durum. Ateist olmak veya bilim insanı olmak, evrene bakıp duygulanmamak, ihtişamından zevk almamak, hayrete düşmemek vs ruhsuzlukları gerektirmez. Dine inanmıyor olmak demek, Ahlaksız, ruhsuz, zevkine düşkün, şerefsiz, insanlıktan uzaklaşmış birisi olmayı gerektirmez. Ayrıca burada başka bir mantık safsatası olarak ‘vahiysiz evreni anlamak’ derken ‘Müslüman olmadan evreni anlamak’ kastedilmekte ve ‘Deistik veya başka bir inançta evren bu şekilde yorumlanamaz, başka tarz bakış açıları veya farklı motivasyonla benzer bir evren algısına/görüşüne erişilemez’ kastedilerek insanlar bir tür sahte ikilem içerisine sokulmuştur. İlla Müslüman olmaya veya ‘vahye’ gerek yok arkadaşlar, evreni anlamlandırmak için. Bir De-Facto Ateist olan Çağrı Mert Bakırcı’nın ‘Naturalizm bizi gerçeğe ulaştırır mı’ Sorusuna verdiği yanıtta kendisinden de bunu görüyoruz: https://evrimagaci.org/soru/gercegin-ne-oldugunu-biliyor-muyuz-bilmiyorsak-nasil-naturalizm-bizi-gercege-en-cok-yaklastiran-seydir-diyoruz-4034

Ahlak

Ahlak kuralları tanrısal değildir, insanlar tarafından belirlenmiştir. İnsanlar önce ahlak kuralları yazmış sonra bunları daha etkili uygulayabilmek veya kilitlemek adına dinlere başvurmuşlardır. Zaten İslam dinindeki Arap kültürü ve ahlakı, o coğrafyanın toplum algısı ritüelleri vs de Kur'an’ın evrensel ve her devre hitap edemeyeceğinin göstergesidir. Bize ‘Maden ateistsin o zaman neden hırsızlık yapmıyorsun’ diyenler eğer Müslüman iseler bugün eşcinselliği lanetlemeliler. Ahlak kuralları da topluma, coğrafyaya, zamana göre değişirler, bugün kutuplarda ve kutba yakın bölgelerde namaz ve oruç ibadetlerinin gerçekleştirilemeyeceğinden haberi olmayan, dünyayı düz zanneden Allah, Toplumun yeni dinamikleri, ileride Genetiği değiştirilmiş insanlar gibi konularda etik nasıl belirlenir, bu konuda söz söyleyemez. ‘ben ateist olsam tecavüz ederdim’ veya ‘madem ateistsin ahlakını nereden alıyorsun?’ ‘inanç olmadan ahlak olmaz’ argümanları, Ateizm Çürütücü argümanlar arasında en komik olanlarıdır, çünkü asıl ahlaksızların, asıl kaypakların, asıl güvenilmezlerin kendileri olduklarını açığa vuruyorlar.

Bazı Nurcu kanalların ahlak üzerine, saman adam safsatasıyla yaptıkları (dinsizleri kendi istedikleri gibi gösterdikleri ve insanları bir sahte ikilem içine soktukları (ya o tarz bir dinsizsin ya böyle bir inanansın) videoları:

Kafile (silinen videosu): https://www.youtube.com/watch?v=0iAWRwzCwMU
Son Liman (Burak Tokur ve Osman Bulut): https://www.youtube.com/watch?v=HJ_BLONdoj4
Lem’alem-Ateistler ahlaksız mıdır?: https://www.youtube.com/watch?v=0AHq8nSbIyg
Sorgulayan Müslüman-Tanrısız ahlak neden olmaz: https://www.youtube.com/watch?v=g5ght-siz_s

Ahlak, akla ve mantığa dayalıdır ve hep öyle olmuştur. Dindeki sorgulanamaz bir ahlak ise ahlak değildir. Aslında inançlı ile inançsızın ahlakı arasında şöyle bir fark vardır. Bir Müslümana sorduğunuzda size ‘Allah bu ahlak yasalarını koymuştur çünkü topluma şöyle böyle yararı var, Allah bunu şu şu şu yüzden emretmiştir, şöyle yararlıdır, yardımlaşmak vs şu yüzden güzeldir...’ size bunun mantığını da açıklar. Bizler de bu yüzden ahlaklıyız, aradaki tek fark ‘bunu yaparsan cennete gidersin yapmazsan cehenneme gidersin’ olayı yok. ‘Zaten inanç olmasa ahlak olmaz’ veya ‘ben inançsız olsam ahlaksız olurum’ diyen tipler, ahlak ve etikten anlamayan insanlardır, güvenilmeyen, ileride düşünceleri değişirse veya birlikte iş yaptığın bir sana zarar verebilecek veya ihanet edebilecek kişilerdir.

Bugün uzaya roket fırlatan ve sefalet içinde sürünün toplumların arasındaki farktır bu. Bugün Kanada’ya gidin, onları ülkelerine bağlayan şey ne din, ne dil ne ırktır; Onları bir arada tutan şey Anayasa’dır, Toplumsal Sözleşmeleridir yani belirlediği etik değerleridir. ‘Ateistler İslama daha uygun yaşıyor’ sözünü ilahiyatçılar, Müslümanlar söylüyorsa, Hollanda gibi Ateist nüfusun fazla olduğu ülkelerdeki refah, Müslüman olmayan Japonya, Güney Kore gibi yerlerdeki toplumsal etik değerlerin getirdi güven, huzur ve refah ortamı, konuyu daha fazla uzatmaya gerek bırakmamaktadır.

Sıkıyorsa ahlaksız olun, ahlak kuralları olmayan, belli etik değerleri olmayan toplumlar çökmeye mahkumdur. Genel mantık gereği ahlaklı olunur, dünyada bir cenneti yaşatması, güven ve huzuru sağlaması, gelişmeye ve gelişmiş toplumun nimetlerinden faydalandırması, mutluluğu, dostane arkadaşlık ortamlarına olanak tanıması, düzgün bir hayat sürebilmemizi sağlaması, insanın mutlu bir hayat sürmesini sağlamasından dolayı yani MANTIKLI olduğundan dolayı ahlaklı olunur. Dinin dogmatikliğinin ve değişmezliğinin, sorgulanamazlığının bir sıkıntısı da burada yatmaktadır, zamanla ahlak kuralları da değişir, değişen topluma, yeni olgulara göre ahlak, etik, racon vs düzenlenir. Bugün hocalara sorulan ‘şu günah mı, bu günah mı, şu caiz mi’, ‘taşıyıcı annelik?’ gibi sorularının kıvrandırmasının sebebi de buradan kaynaklanmaktadır. Dünyayı düz zanneden, 7 günde evreni yaratan, kutuplarda ve kutba yakın yerlerde nasıl ibadet edilebileceğinden haberi olmayan (oralarda gün ve saatin şaştığını bilmeyen), ‘gelişmeye karşı değiliz, din bilime ve gelişmeye açıktır’ deyip de uzayda, başka gezegenlerde, ISS’te nasıl ibadet edilir’in cevabını veremeyen, bizi bu dünyaya hapseden, başka gezegenlere, diyarlara gidilemez diyen din, ve kendisi gibi düşünmeyenlere ‘Cahil’ ve ‘Cehennemlik’ diyen Osman Bulut gibileri bize ahlak öğretecek hadde değildirler.

Kur'an Mucizeleri 

Eğer Kur'an’ı baştan sona Türkçe mealinden okuyacak olursanız ortada mucize namına bir şey olmadığını, o dönem ki insanların bilemeyeceği herhangi bir şey yazmadığını görürsünüz. Mucize iddialarını irdeleyecek olursanız, Elmalılı Hamdi Yazır’ın çevirisi veya eski çeviriler gibi görece ‘güvenilir’ çevirilerin aksine kasıtlı olarak farklı çevirme, sanki tefsir yazarmış gibi uzun çevirme, kelimelerin anlamlarını keyfi olarak bir yerlere çekme vardır. Eğer bu mantıkla yaklaşacaksak yani gördüğümüz sıkıntılı ayetlere ‘yanlış çeviri’ veya ‘orada aslında başka bir şey kastediyor’ diyeceksek o zaman bu kitabın ‘biz insanlar onu (kuranı) anlasın diye apaçık indirdik’ dediği açık olma özelliği ortadan kalkıyor. Buna da diyorlar ki ‘Kitap açıktır, kitabı okuyan değil’ Efe Aydal’ın Kırmızı Hap’ından çakma ‘Beyaz Hap’ serisi yapan bu arkadaşlar da bu argümanı kullanıyorlar. Ayetleri açın okuyun, farklı çevirileri ve tefsirleri kıyaslayın kararınızı siz verin, siz mi kapalısınız, kuran mı açık değil yoksak her okuyan farklı bir şey mi anlamış? Eğer bu şekilde her sıkıntılı ayete bu tarz bahaneler uyduracaksak ve kelimelerde gizli anlamlara arayacaksak diğer kitaplarda ve dinlerde de mucize bulur ve sıkıntılı noktaları kapatırız. Kuran bu şekilde savunulmak durumunda kalıyor, bir sürü tefsir, hangisinin doğru olduğu belli olmayan mealler okutturuyor bunlar arasında debelendiriyorsa bu kitaba Tanrısal demek, Tanrı’ya hakarettir.

Bir Örnek üzerinden gidelim ve Mucize iddialarındaki yanlışlığı gösterelim.
Mucize olarak ileri sürülen bir ayet.:

Hayır, yıldızların çöktüğü yere (kara deliğe) yemin ederim.
Şayet bilirseniz, bu azim(büyük) bir yemindir.

[VAKIA(56)/75-76]

Orjinali | Vakıa (56): 75 Farklı çeviriler:

Abdullah Parlıyan Meali
Yıldızların düştükleri ve döndükleri yerlere yemin ederim ki veya parça parça inen Kur'ân'a yemin ederim ki

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.

İlyas Yorulmaz Meali
Gökteki yıldızların doğduğu yerlerine yemin olsun ki.

Kadri Çelik Meali
Hayır, yıldızların yörüngelerine yemin ederim ki.

Gördüğünüz gibi kara delik yok. Bunun gibi kasıtlı çarpıtma çeviriler de var (örneğin Kadri Çelik’in ‘yörüngeler’ ifadesi gibi), anlamı bir yerlere çekilerek veya birden fazla anlama gelen bir kelimenin bir anlamı seçilip buradan bir şey çıkarılmaya çalışılarak da yapılabiliyor veya çeviriler arasında detay farkları olabiliyor. Bu kelimeyle aslında bu denmek isteniyor denerek mucize çıkarılmaya çalışılır.

Kuran’da gök ve yaratılış ile ilgili ayetler:

Naziat (79): 28, Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu.

Araf Suresi, 54. ayet: Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne Yücedir.

Yunus Suresi, 3. ayet: Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O'nun izni olmadıktan sonra, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?

Bu altı gün olayı Tevrat’tan gelir, yaratılış kısmında bahseder, kuran’da ‘kendinden önce gelen kitapları tasdik edici’ olduğu yazar. Kur'an Tevratı esas aldığı için bu altı gün muhabbeti Tevrattan gelir: http://www.yolgosterici.com/tevrat/tevrat01.htm

Secde (32):4, Elmalılı Hamdi Yazır Meali: Allah O'dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin için O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık düşünmeyecek misiniz?

Fussilet Suresi, 12. ayet: Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın takdiridir.

Evreni 6 günde yaratan Allah, 2 günde gökleri tamamlıyor.

Nebe, 12: Üstünüzde yedi kat sapasağlam gök bina ettik.

Zuhruf , 12: Bütün varlık türlerini çift çift yaratan, sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyler var eden de O’dur.

Zariyat, 49: Her şeyi çift yarattık; umulur ki düşünüp öğüt alırsınız.

Burada her şeyi çiftler halinde yarattık deniyor. Günümüzde cinsiyetsiz bakteriler, tek cinsiyetli diploit partenogenez yoluyla üreten, ikiden fazla cinsiyete sahip canlılar mevcuttur (https://evrimagaci.org/canlilarda-neden-sadece-iki-cinsiyet-bulunur-73) hatta 3 ebeveynli çocuk dünyaya getirilmiştir (https://www.newscientist.com/article/2107219-exclusive-worlds-first-baby-born-with-new-3-parent-technique/)

Göğün tavan gibi olması

Tur Suresi, 5. ayet: Yükseltilmiş tavana,

Enbiya Suresi, 32. ayet: Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.

Tekvir Suresi :
1. O güneş dürüldüğünde,
2. yıldızlar bulandığında,
3. dağlar yürütüldüğünde,
4. kıyılmaz mallar bırakıldığında,
5. vahşi hayvanlar bir araya toplandığında,
6. denizler ateşlendiğinde,
7. ruhlar eşleştirildiğinde.
8. Diri diri gömülen kıza sorulduğunda;
9. hangi suçtan öldürüldü diye,
10. defterler açıldığında,
11. gök yüzü sıyrılıp açıldığında,
12. cehennem kızıştırıldığında,
13.cennet yaklaştırıldığında,
14. bir nefis (herkes) ne hazırladığını anlar.
15. Şimdi yemin ederim o sinenlere,
16. o akıp akıp yuvasına girenlere,
17. yöneldiği zaman o geceye,
18. nefeslendiği zaman o sabaha ki,
19. muhakkak o (Kur'an), şerefli bir elçinin getirdiği bir sözdür.
20. O elçi, pek güçlü, Arş'ın sahibinin katında itibarlıdır.
21. Orada kendisine itaat edilendir, güvenilendir.
22. Yoksa sizin arkadaşınız (Muhammed), delirmiş değildir.
23. Vallahi onu (Cebrail) açık ufukta gördü.


İntifar Suresi: 
1. Gökyüzü çatladığında,
2. yıldızlar döküldüğünde,
3. denizler (yarılıp) akıtıldığında,
4. kabirler deşildiğinde,
5. bir nefis (herkes) önden neyi gönderdiğini ve neyi bıraktığını bilir.
6. Ey insan, o lütfu bol olan Rabbine karşı ne aldattı seni?


Saffat (37): 6: Diyanet İşleri Meali (Eski)
Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik

Edip Yüksel Meali
Biz en aşağıdaki göğü gezegenler ile süsleyip,

Ahmet Varol Meali
Şüphesiz biz en yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.

Birileri ‘7 kat gök derken aslında atmosferin katmanlarından bahsediliyor’ mu demişti?
Atmosferin 1. Katmanında yıldızlar mı var o zaman?


Rahman (55): 33, Diyanet İşleri Meali (Eski)
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksızın geçemezsiniz ki!

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye gücünüz yeterse geçin gidin. Allah'ın verdiği bir güç olmadan geçemezsiniz.

Düz dünya, Gök bir kubbe, Göklerin ve yerin sınırına gidin, Allah’tan bir güç oladıkça orayı aşamazsınız denir.

Rad (13): 2, Diyanet İşleri Meali (Eski)
Gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden, her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay'ı buyruğu altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah'tır; ola ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.

Hac (22):65: Görünmez direklerle yükseltilen bir ‘Tavan’ olan gök, yere düşmesin diye Allah tarafından tutuluyor:

Diyanet İşleri Meali (Eski)
Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve merhametli olandır.

Elmalılı Meali (Orjinal)
Görmedin mi Allah, hakıkaten bütün Yerdekileri sizin için müsahhar kıldı, Semayı da izni olmaksızın Yere düşmekten tutuyor, hakıkaten Allah, insanlara çok ra'fetli bir rahîmdir

Mülk(67): 5, Diyanet İşleri Meali (Eski)
And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını hazırladık.

Gaşiye (88):20, Diyanet İşleri Meali (Yeni)
Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!

Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?

Erhan Aktaş Meali
Ve yeryüzüne, nasıl yayılıp döşenmiş?

Kehf Suresi Zülkarneyn:
83. Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. Dedi: "Size ondan bir hatıra okuyacağım."
84. Biz onun için yeryüzünde bir iktidar hazırladık ve ona ulaşmak istediği şeyden bir sebep verdik.
85. Derken o bir sebebi izledi.
86. Güneşin battığı yere vardığında onu, balçıklı bir kaynakta batıyor buldu. Ayrıca onun yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zulkarneyn, ya onları cezalandırırsın veya haklarında bir güzel muamelede bulunursun."
89. Sonra yine bir sebebi takip etti.
90. Nihayet güneşin doğduğu yere vardığında, güneşin kendilerini ondan koruyacak bir siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğmakta olduğunu gördü.
91. İşte böyle. Halbuki Biz, onun yanında nelerin bulunduğunu tamamen biliyorduk.
92. Sonra da başka bir sebebi takip etti.
93. Nihayet iki set arasına vardığı zaman, önlerinde neredeyse hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
94. Onlar: "Ey Zulkarneyn, haberin olsun, Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde fesat çıkarıyorlar; bu yüzden onlarla bizim aramızda bir set yapman şartıyla sana bir vergi ödesek olur mu dediler.
95. Dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar daha hayırlıdır; haydi siz bana bedenen yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım.
96. Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana üzerine erimiş bakır dökeyim!" dedi.


Görüldüğü üzere gök, yükseltilmiş bir Tavan, yere düşmesin diye Allah tarafından tutuluyor, 2 günde gökler yaratılıyor yer ve gök 6 günde yaratılıyor, en yakın gök yıldızlarla donatılmış, yıldızlar bir süs ve kayan yıldızlar şeytanlara atış taneleri olarak görülmüş. Dünya yayılmış, güneşin doğduğu ve battığı yer var, güneşin battığı yere gidilince onu batıyor buldu güneşin doğduğu yere gidince de güneşten korunamayan bir kavmin üzerine onu doğuyor buldu (güneşe yakın oldukları için, dün dünya düşünecek olursanız dünyanın sınırında güneş yeryüzüne daha yakın olur,), Gök ve Yerin sınırı var ve o sınır Allah’tan bir güç olmadıkça aşılamaz… Bunlar alt alta üst üste toplandığında kuranda bahsedilenin ‘Dün Dünya’ modeli olduğunu görüyoruz. Zaten ‘Gökyüzü’ ve ‘uzay’ ayrı ayrı belirtilmez, gezegenler görünürde yıldıza benzediğinden onlardan ayrıca belirtilmez. O dönemin bilgisi ve o dönemin kelime hazinesiyle yazılmış bir kitap.

Arapça Kur'an başka lisanlara çevrilirken olanlar, kuranı Arapça okumalısınız diyenler, Kur'an'ın evrensel olamaması, Lisanların birbirine tam çevrilebilecek olmaması vs. İnsani şartlar altında yazılmış bir kitap, insan lisanıyla yazılmış ve bu şekilde aktarılmaya çalışılan bir kitap, peygamber döneminde kitaplaştırılamamış bir kitap… bunlar ve benzerlerini siz de düşünebilirsiniz ve sorgulayabilirsiniz...

İtiraz edilemeyecek 2 örnek üzerinden Kur'an'ın her şeyi bilen bir Tanrının eseri olamayacağının gösterdim. Diğer Mucize iddiaları ile ilgili videolar:

Din ve Mitoloji-Evrenin Genişlemesi Mucizesi (!)
Din ve Mitoloji-Genişleyen Evren ve Büyük Patlama Mucizesi (!)
Efe Aydal-Kırmızı Hap’a Tokat Gibi Cevaplar 

Düşünsenize, değiştirilmiş, tahrif edilmiş denilen Tevrat ve İncil’in birer tane düzgün çevirisini bulabiliyorum ancak kuran için bir sürü çeviri var. Eğer benim attığım bu mealler yanlış ise Elmalılı Hamdi Yazır yanlış mı çevirmiştir? Veya Eski mealler yanlış ise bunca yıl insanlar yanlış bir kurana mı inandır? Eğer kuran bu kadar apaçık ise neden bu kadar çok farklı çeviri, mezhep farklı farklı tefsirler ortaya çıkmış? Allah kelamı yetmiyor mu da biz bu kadar şey arasında ‘gerçek kuran hangisi?’ diye debeleniyoruz? Kuran eğer gerçekten Tanrı kelamı ise bir sürü farklı çeviriler ve tefsir olmamalı, ne anlattığı bellidir ve okuyan anlar. Tefsir denilen şey de insanların kendince yorumlamalarıdır. Eğer tefsir madem bu kadar gerekli neden kuranın kendisine dahil edilmemiş. Hadisler de şaibelidir, bugün hadisleri kabul etmeyen Müslümanlar da mevcuttur ancak kuranı okursanız göreceksiniz ki kuran eksik bir kitap, bunu net olarak hissettiriyor. Eğer hadisler dini yaşamak için gerekliyse neden kurana dahil edilmemiş? Hadislerin korunmasına, Kur'an’ın korunmasına verilen önem kadar önem verilmediğinden hadisler bugün şaibelidir. Hatta hadis nakledicileri arasında bile tartışmalar yaşanmıştır. Kur'an’ın bile günümüze kadar ulaşan en orijinal, 1400 Yıllık tam nüshası/mushafı yoktur. Kimisi de Kuranı illa Arapça okumak lazımdır diyor, e o zaman bu kitabın evrenselliği nerede kaldı? Eğer bu kitap Tanrı tarafından yazdırıldıysa ve konuştuğumuz Lisanlar Allah tarafından yaratıldıysa, Allah bu Arapça kitabı ve Lisanları, diğer Lisanlara sıkıntısız çevrilebilecek şekilde yaratmalıydı. Kur'an'ı Arapça okumak lazım diyenler, Hak olmadığını iddia ettikleri diğer dinleri ana dillerinde okumuş mudur? Böyle bir saçmalık var mıdır? Kur'an'ın hangi çevirisi tam doğru? Hangi Tefsir Tam doğru? Gerçek Kuran-İslam hangisidir? Açıyorum Elmalılı’yı okuyorum ama yukarıda verdiğim ayetlere de birileri itiraz edecek, itirazları değerlendirip, okuyup karara varmak size kalmış. Bu kitap tek ve anlaşılabilir bir biçimde indirilmeliydi. Her okuyan farklı bir şey anlamış ki, kuranda ‘fırkalara bölünmeyin’ demesine rağmen mezhepler var, farklı görüşler var çünkü bu kitap apaçık değil, daha doğrusu Tanrısal değil, söylenenler yanlış ki insanlar farklı farklı formlara çevirmişler dini.

Kafile (kırmızı asa) kanalının kabul ettiği risaleler de Kuran’ın sözüm ona günümüz devrine olan tefsirleridir. Said Nursi ‘bunlar bana yazdırılmıştır’ demiştir. Bir nevi sahte peygamberlik gibi, Allah’tan bir şeyler geliyor yani. Veya Allah mı tefsir etmiş kuranı tekrardan? Bunun saçmalığını siz de anlamışsınızdır. Kuranın tek bir metni olmalıydı ve o metin zibilyon tane çeviriye, tefsire, görüşlere ayrışmamalıydı. Bugün kim en gerçek Müslüman, gerçek İslam veya gerçek kuran nedir diye sorduğunuzda net bir cevap alamıyorsunuz. Bu yüzden inanmıyoruz işte, böyle bir şey Tanrısal olamaz. Gidin kuranı kendiniz okuyun, mucize iddialarını kontrol edin, farklı çevirilere, tefsirlere vs bakın kendi kararınızı verin.

Verilen hiç bir cevap bu kitabın insanın ürünü olmadığını kanıtlayamayacaktır. Tüm Dünyaya kendini bir kitap ile anlatmaya çalışmış, varlığını bir kitap ile bildirmiş, peygamber döneminde bu kitabın ayetleri toplanıp tek kitap haline getirilip çoğaltılamamış ve gene insani ama bir tanrı için aciz denebilecek yöntemlerle din yayılmaya çalışılıyor. Bir Tanrı var ve insanlara kendini bir kitap yoluyla tanıtıyor öyle mi? Gerçek şu ki, bu din tanrı tarafından gönderilmedi, biz mevcut gerçekliğe göre bir tanrı uydurduk, din yazdık.

Sonsöz

Bu yazıyı insanları ve çocukları etkisi altına alan dini dogmalardan insanları kurtarmak amacıyla yazdım. Çevremize bakacak ve inceleyecek olursanız, dini dogmaların, cemaatlerin (modernist geçinenler, nurcular vs de dahil olmak üzere) nasıl negatif bir etki yaptığını, insanları sınırladığını, etkisi altına aldığını, yanlışa yönelttiğini, yanlış bilgilendirdiğini, bilim ve felsefe konusunda yanılttığını ve gelişmeye ket vurduğunu görürsünüz. İnsanlar özgür bir beyni hakkediyor o yüzden sorgulayan dostlarımıza umarım yardımcı olmuşumdur.

Kırmızı Asa serisinin zararları şunlar olmuştur:

Zaten cehalete kapılmış, bilime ve evrime düşman olmaya meyilli bu cahil toplumda ve diğer geri kalmış coğrafyada, din baskıcı rejimin pompalamaya çalıştığı zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür.

Bilimi ve Ateizm’i anlamadan insanlara yanlış aktarmış, Bilim insanlarını (Richard Dawkins, Çağrı Mert Bakırcı, Celal Şengör ve diğerleri) ve Efe Aydal’ı karikatürize etmiş, dalga konusu yapmış, bilimi anlamamasına ek olarak bu tavrı, tartışmadaki seviyeyi düşürmüştür.

İnsanların akıllarını bulandırmış ve zaten sürekli din telkiniyle yetişmiş, Kafile’nin ‘çok kötü bir video yaparak Evrim Ağacı’nın imdadına yetişti’ diyerek eleştirdiği Sözler Köşkünün argümanlarını bile doğru kabul eden bir kitle sizin cümlelerinizle gene doğru bir noktaya çekilmemişlerdir zaten siz bile doğru noktada değilsiniz.

Kafile kanalının videolarının yorumlarına bakılırsa bilime küfürler, hakaretler; olmadık yobazlıklar ve yanlış yere yönelmeler görünüyor. Acaba Kafile isimli kanal ve Osman Bulut, bu yanlış algıyı düzeltmek için ne yaptı? ‘biz bilimin şu kısmına karşı değiliz, sadece bilimle Allah’a ulaşılmaz, Ateistler şurada yanılıyor, arkadaşlar yapmayın, böyle Müslüman/ insan olunmaz’ diyor mu? Veya benzeri kuruluşlar (sözler köşkü vs) ve diğer cemaatler, Müslümanların yaptığı yanlışlar eleştirilip onlar düzeltilmeye çalışılıyor mu? Hayır maalesef.

Önceden ‘Bilim ile din çelişmez’ denerek bilim ile din kanıtlanmaya çalışılırdı. Şimdi iş yavaştan bilim karşıtlığına gidiyor gibi. Bu yazıyı sorgulayan ve gerçeği arayan özgür beyinlere yazıyorum, gerçekler er ya da geç kazanır, bu değişimi hızlandırmak he insanlara makul bir cevap sunmak adına yazdım, umarım sorgulama sürecinizde yardımcı olabilmişimdir.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hans Bilal

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)