HABERLER
Dini Haber
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
yahudilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SERAF MELEKLERİ (SERAFİM)

Hazırlayan: A.Kara

SERAF (SARAF) MELEKLERİ

"Yanan biri" anlamına gelen Seraf'tan İncil'in Kral James versiyonunda Serafim şeklinde bahsedilir. Arapçadaki karşılığı مشرفين musharifin'dir.  En yüce meleklerdendir. Eski Yahudi kaynaklarında göksel varlıklar (melekler) olarak geçerler. Bu varlıklar daha sonra Musevilik, Hristiyanlık ve İslam'da da rol oynamışlardır. [1] "Seraf " İbranicedeki çoğulu olan "Serafim"den türetilmiştir. Halbuki İbranicedeki tekili "śārāf (שָׂרָף)"tır. [2]

Hristiyanlık Serafları'ı melek sıralamasında en yüksek seviyeye koyarken, 12. yy'da yaşamış olan Sefaradi Yahudisi, filozof, başhaham, Talmud bilgini ve çoğaltıcısı Musa bin Meymūn (30 Mart 1135 – 13 Aralık 1204) Musevilikteki melek hiyerarşisinde 10 melek statüsünün yer aldığı Musevi melek hiyerarşisinde onları beşinci sıraya koymuştur. [3][4][5]

Yeşaya Kitabındaki bir bölüm bu terim hakkında oldukça farklı bir anlatıya sahiptir. Onları tanrı'nın tahtı etrafında uçan altı kanatlı varlıklar olarak tanımlar.

Yeşaya 6: 1-7:
Kral Uzziya’nın öldüğü yıl yüce ve görkemli Rab’bi gördüm; tahtta oturuyordu, giysisinin etekleri tapınağı dolduruyordu. Üzerinde Seraflar duruyordu; her birinin altı kanadı vardı; ikisiyle yüzlerini, ikisiyle ayaklarını örtüyor, öbür ikisiyle de uçuyorlardı.
Birbirlerine şöyle sesleniyorlardı:
“Her Şeye Egemen RAB
Kutsal, kutsal, kutsaldır.
Yüceliği bütün dünyayı dolduruyor.”
Seraflar’ın sesinden kapı söveleriyle eşikler sarsıldı, tapınak dumanla doldu.
“Vay başıma! Mahvoldum” dedim, “Çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral’ı, Her Şeye Egemen RAB’bi gözlerimle gördüm.”
Seraflar’dan biri bana doğru uçtu, elinde sunaktan maşayla aldığı bir kor vardı; onunla ağzıma dokunarak, “İşte bu kor dudaklarına değdi, suçun silindi, günahın bağışlandı” dedi.

Gördüğünüz üzere bu metinler "Seraflar"ı, Tanrı'nın işlerini yapmak konusunda tutkulu olan kanatlı göksel varlıklar olarak tanımlar. [8] Fakat metindeki bu ifadelere rağmen Tevrat'ta yüksek melekler statüsünün bulunmadığını ve bu durumun yalnızca De Coelesti Hierarchia veya Summa Theologiae gibi sonraki kaynaklarda ortaya çıktığını ve ilahi elçilerin bir bölümü olarak kabul edildiğini iddia eden bir İbrani bilgin de olmuştur. [9]

Seraflar'dan Hanok (Enoch) Kitabı'nda ve Vahiy Kitabı'nda da göksel varlıklar olarak bahsedilir. MÖ 2. yüzyıla tarihlenen Hanok Kitabı'nda [10] Tanrı'nın tahtına en yakın duran göksel yaratıklar olarak Kerub'lardan (çoğulu Kerubim yada Keruvim) bahsedilen bölümde Seraflar yani yüksek meleklerden de birlikte bahsedilir. Buradaki Keruvim'ler İslam'a Kerubiyyun melekleri olarak geçmişlerdir. [20] İslami teolojide bazen cennetin 6. katında bazen ise Allah'ın tahtının yanında bulunan melekler olarak tanımlanırlar.
İncil dışı kaynaklarda bazen Akyəst olarak adlandırılırlar. Eritre ve Kuzey Etiyopya'da konuşulmuş eski bir Sami dili olan Geez (Ge'ez) dilinde "yılanlar", "ejderhalar" anlamına geldiği gibi cehennem için kullanılan alternatif bir terimdir. [11][12][13]

Kenan'da yüksek melekleri sergilemek için kullanılan motiflerin orijinal kaynaklarının antik Mısır'daki Uraeus ikonografisine dayandığı konusunda fikir birliği vardır. [6]

Seraf, Serafim kelimesi İşaya Kitabında dört kez geçmektedir (6: 2–6, 14:29, 30: 6). Fakat enteresan olan şudur ki İşaya 6: 2–6'da bir tür göksel varlığı veya meleği tanımlamak için kullanılan bu kelimenin diğer kullanımları yılanlarla ilgilidir, yılanlara atıfta bulunur. [7]

Dolayısı ile yılan = "melek"tir. Bazen düşmüş melek efsanelerinin etkisi ile şeytan-iblis ile ilişkilendirilmiştir. Bunun örneklerinden biri Şeytan'ın cennette, Aden bahçesinde Adem ve Havva'ya yılan kılığında görünmesi efsanesidir. 

Hanok'un İkinci Kitabında Seraf ve Kerub meleklerin yanında iki göksel varlık sınıfından daha bahsedilir. Bunlar feniks ve chalkydri'dir (khalkýdrai). Her ikisi de 4. veya 6. cennette bulunan, on iki kanadı olan, gün doğumunda şarkı söyleyen, "güneşin uçan ögeleri" olarak tanımlanır. [14]

Yeşaya'da 6 kanatlı Seraflar'ın tanrının üstünde durduğu söyleniyordu. Vahiy kitabında bahsedilen 6 kanatlı melekler ise tanrının tahtının çevresinde bulunmaktadır ve kanatları gözlerle kaplıdır.

Vahiy Kitabı 4: 4-8:
Tahtın çevresinde yirmi dört ayrı taht vardı. Bu tahtlara başlarında altın taçlar olan, beyaz giysilere bürünmüş yirmi dört ihtiyar oturmuştu. 5 Tahttan şimşekler çakıyor, uğultular, gök gürlemeleri işitiliyordu. Tahtın önünde alev alev yanan yedi meşale vardı. Bunlar Tanrı’nın yedi ruhudur. 6 Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı. Tahtın ortasında ve çevresinde, önü ve arkası gözlerle kaplı dört yaratık duruyordu. 7 Birinci yaratık aslana, ikincisi danaya benziyordu. Üçüncü yaratığın yüzü insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık uçan bir kartalı andırıyordu. 8 Dört yaratığın her birinin altışar kanadı vardı. Yaratıkların her yanı, kanatlarının alt tarafı bile gözlerle kaplıydı. Gece gündüz durup dinlenmeden şöyle diyorlar:
“Kutsal, kutsal, kutsaldır,
Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı,
Var olmuş, var olan ve gelecek olan.”

Bu varlıklardan ayrıca Dünya'nın Kökeni Üzerine (On the Origin of the World) adlı gnostik metinlerde de bahsedilmektedir. [15]

Seraf'lar Yahudi Kabalasında, Beriah (Briah) Alemi'nin yüksek melekleridir. Beriah ise "Yaratılış", ilk yaratılmış alem, ve ilahi anlayıştır. [16]
İnanışa göre Beriah alemi Kabaladaki Yaşam Ağacı'nın tepesinde yer alan 4 alemden ikincisidir. Bu 4 alemin en tepesindeki alem ise Atzilut'tur. İşte Kabala'ya göre 2. alemde bulunan Seraf meleklerinden 1.alemi görüp onun mutlak tanrısallığından uzak olduğunu fark edenler yanmaya başlar. Bu yanma öyle uzun ve süreklidir ki melek kendini geçersiz kılar. Böylece Tanrı'ya yükselir ve yerine geri döner.

Bunların altındaki 3. alem Yetzirah'dır. Burası "Oluşum", arketipsel yaratılış ve ilahi duygular alemidir. Bu alemde Hezekiel'in vizyonlarında bahsedilen, kendisinin farkında olan ve içgüdüsel duygularla Tanrı'ya hizmet eden aslan, öküz ve kartal suratlı Hayyot melekleri vardır.

Serafim, modern Ortodoks Yahudiliğin melek hiyerarşisinin bir parçasıdır. Seraf'lardan İşaya'nın vizyonu, Yahudilerin ayinlerde okudukları temel dua olan Amida ve onun bir parçası olan Keduşah da dahil olmak üzere günlük Yahudi hayatında ve birkaç başka duada bahsedilir.  

Muhafazakâr Yahudiler meleklerle ilgili geleneksel öğretileri korur ve ayinlerde onlardan bahseder. Fakat bu meleklere olan inanç tüm Yahudilerde aynı değildir. Reform Yahudileri ve Yeniden Yapılandırılmış Yahudiliğinin inananları meleklerin tasvir ve görüntülerini genellikle sembolik işaretler olarak ele alırlar.

MÖ 8. yüzyıldan kalma eski bir Yahudi mührü melekleri bir peygamber olarak görevlendirirken diğer yandan onlardan tıpkı İşaya'nın vizyonlarındaki gibi uçucu ama insani özelliklere sahip varlıklar olarak bahseder. [17]

MS beşinci yüzyıl ortalarında yaşamış olan ve gerçek kişiliğini gizlemiş olan Hristiyan düşünürü Sahte Dionisos (Pseudo-Dionysius the Areopagite) kendi Göksel Hiyerarşisini oluştururken (vii) yüksek meleklerin ortaçağ tahayyülündeki ateşli doğasını tespit etmek için İşaya Kitabı'ndan yararlandı. Onun görüşüne göre Seraf melekleri yalnızca tanrıyı öven ilahiler-sözler zikretmiyor aynı zamanda tanrının kurduğu düzenin korunmasına da yardım ediyorlardı. Haham geleneğindeki metinlerden yararlanan Sahte Dionisos, Serafim kelimesine "tutuşanlar veya ateş sağlayanlar" gibi etimolojik anlamlar verdi. [18]

Ne kadar tanıdık değil mi? Sizce Muhammed'e boşuna mı eskilerin masalları demişler?
Musevilikteki sürekli Rabbi öven, tespih eden, onun işlerine yardım eden melek inanışı İslam'a aynen geçmiş. Bu inanıştan dolayı her şeye kadir, istediğini anında yapabilen, ol deyince olduran dedikleri Allah'a, Cebrail, Mikail gibi melekler yardım ederler. Halbuki her şey ol dediğinde olan bir gücün hiçbir şeyi yaptırmak için başka varlıklara ihtiyacı olmaması gerekir.

Seraf'lar Hristiyan teolojisinde ayrıca İsa ile de ilişkilendirilmişlerdir. İskenderiye'li Kilise Babası Origenes, İlk İlkeler Üzerine (On First Principles) adlı çalışmasında Yeşaya Kitabı'ndaki Serafim'in, Mesih ve Kutsal Ruh'un fiziksel temsilleri olduğunu yazmıştır. Gerekçesi ise "Tanrı dışında hiçbir gücün bir şeyin başlangıcını ve evrenin sonunu tam olarak bilemeyeceği" görüşüdür. Bu yüzden Origenes, Serafim'i tanrının ilahi bilgeliğinden verdiği tanrısal bilgilerle yükselen varlıklar olarak tanımlamıştır. Yazısında şöyle der: 

Yine de, bu güçler, Tanrı'nın Oğlu'nun ve Kutsal Ruh'un vahyiyle öğrenmiş olsalar da - kesinlikle büyük miktarda bilgi edinebilecekler ve daha yüksekte olanlar, daha aşağıda olanlardan çok daha fazlasını elde edebilecekler - yine de onların her şeyi (bilgiyi) kavramaları imkansızdır; çünkü şöyle yazılmıştır: "Tanrı'nın işlerinin çoğu gizlidir". [19]

Origenes daha sonra Seraflar'ın bu bilgilere sahip olma nedeninin onların Tanrının Oğlu ve Kutsal Ruh tarafından mesh edilmiş (kutsal yağ ile yağlanmış) olmalarına bağladı. Bu tür iddialarda bulunduğu için eleştirilere maruz kalarak Hristiyan kilisesi tarafından kafir ilan edildi. Bununla birlikte Yeşaya'da da bahsedildiği üzere, onun Serafim hakkındaki teorisinin yansımaları diğer erken Hristiyan literatüründe ve ikinci yüzyıl boyunca erken Hristiyan inancında yansıtılacaktır.

Rahip Thomas Aquinas, Summa Theologiae adlı eserinde Serafim yani yüksek meleklerin doğasına ilişkin şöyle bir açıklama sunar:

"Serafim" adı sadece hayırseverlikten değil, şevk ya da ateş kelimesiyle ifade edilen aşırı hayırseverlikten gelir. Dolayısıyla Dionisos (Coel. Hier. Vii) "Serafim" ismini aşırı ısı içeren ateşin özelliklerine göre açıklar. Şimdi ateş ile ilgili üç ihtimali düşünebiliriz.

Birincisi, yukarı doğru ve sürekli olan hareket. Bu onların inatçı bir şekilde Tanrı'ya ulaşma isteği taşıdıklarını gösterir.

İkincisi, ateşe bakıldığında gözle görülemeyen ancak belli bir keskinlikle, en nüfuz edici eylem olarak var olan ve en küçük şeylere bile büyük bir coşkuyla ulaşabilen, delici etkileri olan "ısı"dır. Bu meleklerin kendilerine tabi olanlar üzerinde güçlü bir şekilde uyguladıkları, onları benzer bir şevkle uyandıran ve onları ateşleriyle tamamen temizleyen eylemleri anlamına gelir.

Üçüncüsü, ateşin netliği veya parlaklığının kalitesidir. Bu meleklerin kendi içlerinde sönmez bir ışığa sahip olduklarını ve aynı zamanda başkalarını da mükemmel şekilde aydınlattıklarını gösterir.

Birçok makalemde neredeyse her dinin temelinde Işığa tapınmanın olduğunu, sadece her toplum ve dinin bunu farklı şekilde, farklı isimler, ayinler altında uyguladığını belirterek bazı toplum ve dinlerde bunun Güneş yada Ateş olabileceğini ifade ettim.
Ateşe, ışığa ilahi anlamlar yüklenen bu anlayışın izlerini çoğu kez bu makalede, Seraf melekleri konusunda da görmek mümkün.

DECCAL VE KÖKENLERİ

Yazan: A.Kara

İSLAM, MUSEVİLİK VE HRİSTİYANLIKTA DECCAL

Deccal, Hristiyan eskatolojisinde (dünyanın sonu ile ilgili konular) Mesih karşıtı, Musevilikte ise Armilos (Armilus) olarak bilinir. İslam'a göre Deccal, ahir zamanda ortaya çıkıp insanları saptıracak, fitne yayacak, kendini önce peygamber olarak tanıtacak, daha sonra ise tanrı olduğunu iddia edecek olan kişidir. Tabi bazı İslam alimlerince bir kişi değil de, bir ideoloji yada akım olduğu görüşü de ortaya atılmıştır.
İnanışa göre Deccal, Mesih tarafından öldürülecektir fakat Şia'ya göre onu öldürecek olan Mesih değil Mehdi'dir. [1][2]

Deccal'in ortaya çıkacağı yerle ilgili farklı rivayetler vardır ancak genellikle doğudan ortaya çıkacağı söylenir. Tek gözü kör olarak tanımlansa da hangi gözünün kör olduğu tartışmalıdır. Fakat ağırlıklı olarak sağ gözünün kör olduğuna dair rivayet ve görüşler hakimdir. Kusurlu bir göze sahip olmanın, genellikle kötü hedeflere ulaşmak için daha fazla güç verdiği düşünülür. [4]

İnanışa göre Deccal, Mekke ve Medine hariç her şehre girerek tüm dünyayı dolaşacaktır. [5] Sahte bir Mesih olarak insanları kandıracağına, aralarında Yahudiler, Bedeviler ve sihirbazlar da dahil olmak üzere birçok kişinin onun tarafından aldatılıp safına katılacağına ve bir iblis ordusunun ona yardım edeceğine inanılır.
Rivayetlere göre yine de onun en güvenilir destekçileri Yahudiler olacaktır. Deccal'in takipçilerinin çoğunluğunu oluşturan bu Yahudiler kavramı muhtemelen Hristiyanların Deccal efsanelerinden bir kalıntıdır. [6]

Deccal, hastaları iyileştirerek, ölüleri dirilterek, bitki örtüsünün aşırı büyümesine, çiftlik hayvanlarının daha çok üremesine ve ölmesine neden olarak ve güneşin hareketini durdurarak bazı mucizeler gerçekleştirecektir. [6]
Onun mucizeleri, İsa'nın gerçekleştirdiğine inanılan mucizelere benzer. İkisi arasındaki ilişki belirsizdir. Bir rivayette İsa'nın Kabe'yi tavaf derken Deccal'in onu takip ettiği ve ondan İsa'nın kötü, karanlık bir kopyası olarak bahsedildiği görülür [45]

Pek çok versiyonda anlatılanlara bakıldığında Deccal İsa'nın kötü bir varyantı gibidir. [7] İsa'nın Kuran'daki muğlak statüsüne benzer şekilde, ilahî olmayan ama yine de bir insandan daha fazlası olan Deccal, görünüşe göre alışılagelmiş birçok peygamberden daha niteliklidir. Bazı kesimler onu daha çok bir insan olarak görse de İslami geleneklerde insan formunda bir şeytan-iblis olarak tanımlanmaktadır. [8]

●►Sünniler İsa'nın safranla hafif boyanmış iki elbise giymiş ve elleri iki meleğin omuzlarına dayanır vaziyette Şam'daki Emevi Camii'sinin (Şam Ulu Camii) Doğu Minaresine ineceğine inanırlar.
Başını eğdiğinde, saçından su akıyormuş gibi görünecek, başını kaldırdığında ise saçları incilerle donatılmış gibi parıldayacaktır. Onun nefesi gözünün görebileceği yere kadar uzanacak ve kokusunu koklayan her inançsız ölecektir. [15]

Deccal, daha sonra Meryem oğlu İsa tarafından yakalanıp öldürüleceği, Tel Aviv'in 15 kilometre güneydoğusundaki Arap-Yahudi şehri Lod'un kapısına kadar kovalanacaktır.
Daha sonra Mesih'in haçı kıracağına, domuzu öldüreceğine, cizyeyi kaldıracağına ve tüm uluslar arasında barışı sağlayacağına inanılır.
İsa'nın kuralı adil olacak ve herkes tek gerçek dine dahil olmak için ona akın edecek. [16]

Haç'ın kırılmasının Hristiyanlığın sahte bir din olarak ilan edilmesini ve Haç'a duyulan saygının sona ereceğini sembolize ettiği söylenir.
Domuzun öldürülmesinin ardındaki anlam din adamları tarafından hala tartışılmaktadır. Bazıları, domuzun üç İbrahim inancının öğretilerine aykırı olduğunu ve Hristiyanların, Yahudiler ve Müslümanların aksine domuz eti tüketmeyi yasaklayan Kutsal Kitap kurallarına aykırı davrandıklarını düşünerek domuzun öldürülmesinin Hristiyanların bu yanlışını işaret edip ortadan kaldırdığını söylemektedir.

Şimdi hadislerdeki anlatılara bakalım:

1) "Ben, Deccal ile beraber olanı ondan daha iyi bilirim. Onun yanında akar iki nehir vardır. Onlardan biri dış görünüş itibarıyla beyaz bir sudur, diğeri alevlenmiş bir ateştir. Sizden biri ona yetişirse ateş olarak gördüğü nehre gelsin. Sonra başını daldırıp ondan içsin, çünkü o, soğuk bir sudur. Deccal’in sol gözü yoktur, üzerinde kalın bir perde vardır. İki gözü arasında kâfir yazılıdır. Okuması olan olmayan her Müslüman o yazıyı okur." [3]

2) Bize Abdullah ibn Mesleme, Mâlik'ten; o da Nâfi'den: o da Abdullah ibn Umer(R)'den tahdîs etti ki, Rasûlullah (S) şöyle buyurmuştur: "Ben bu gece ru'yâmda kendimi Ka'be'nin yanında buldum. Ve ben orada esmer bir adam gördüm ki, o görmekte olduğun esmer erkeklerin en güzeli idi, onun kulak memelerine geçmiş bir saçı vardı ki, o da görmekte olduğun saçların en güzeli nev'inden olup, bunları taramış idi. Ve bu saçlar su damlatıyordu. Bu zât iki adam üzerine -yâhud: İki adamın omuzları üzerine- dayanarak Ka'be'yi tavaf ediyordu. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum.
— Bu, Meryem 'in oğlu Mesih 'tir, denildi.

Bu sırada ben, düz değil çok kıvırcık saçlı, sağ gözü sakat, sanki salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibi olan bir adamla karşılaştım. Ben:
— Bu kimdir? diye sordum. Bana:
— Deccâl Mesih'tir, denildi" [45]

3) “Ebû Saîd el–Hudrî’den rivayet edildiğine göre Peygamber şöyle buyurdu:
“Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa doğru gider. Deccâlin silâhlı adamları onun önüne çıkarak:
– Nereye gitmek istiyorsun? diye sorarlar.
– Şu ortaya çıkan adamın yanına, der. Deccâlin adamları:
– Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun? diye sorarlar. O da:
– Bizim Rabbimizin gizli bir yanı yok ki onu bırakıp başkasına inanalım, der. Deccâlin bazı adamları:
– Öldürün şunu, derler. Bir kısmı ise:
– İlahınız deccal, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı mı! derler ve o mü’mini deccâlin yanına götürürler. O mü’min deccâli görünce diğer mü’minlere:
– Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah’ın kendisinden bahsettiği deccâldir, diye seslenir. O zaman deccâl adamlarına:
– Bunu iyice bir dövün, der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl tekrar, “Yakalayın şunu, yarın kafasını”, der. Onun sırtını, karnını dayaktan geçirirler. Bu defa deccâl, “Bana iman etmiyor musun?” diye sorar. O mü’min:
– Sen yalancı Mesîh’sin, der.

Deccâlin emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler. Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten sonra ona:

– Ayağa kalk! der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar:
– Bana iman ediyor musun? diye sorar. O da:
– Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti, dedikten sonra halka dönerek, ‘Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp diriltemez’, der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır haline dönüştürür; bu sebeple deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine deccâl onun ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu cehenneme attığını zanneder. Halbuki o cennete atılmıştır.”

Resûlullah sözünü şöyle tamamladı:
“İşte bu mü’min, âlemlerin Rabbine göre insanların en büyük şehididir.” [41]

4) Abdullah ibn Umer (R) şöyle demiştir: Peygamber(S)'in yanında Deccâl zikrolundu. Bunun üzerine Peygamber: "Şübhesiz Allah sizin üzerinize gizli olmaz. Çünkü Allah sakat gözlü değildir" buyurdu ve eliyle kendi gözüne işaret etti. "Mesih Deccâl ise, sağ gözü sakattır. Sanki onun gözü, salkımındaki emsalinden dışarı çıkmış iri bir üzüm tanesi gibidir" buyurdu. [42]

5) Bana İbrâhîm ibnu Sa'd, babası Sa'd ibn İbrahim'den; o da dedesi İbrâhîm ibn Abdirrahmân ibn Avf tan; o da Ebû Bek-re(R)'den tahdîs etti ki, Peygamber (S):
"Medine'ye Deccâl Mesih'in (değil kendisi) korkusu (bile) giremeyecektir. O fitne günlerinde Medine'nin yedi kapısı olacak, her kapı önünde (koruyucu) iki melek bulunacaktır" buyurmuştur. [43]

6) Hz. Ebu Hüreyre anlatıyor: "Resulullah buyurdular ki: "Kıyametin üç alameti vardır, onlar zuhur edince, "daha once inanmamış olanların artık inanmaları da onlara fayda vermez" (En'am, 158) Güneşin battığı yerden doğması, Deccal, Dabbetu'l-arz." [44]

●►Kadıyânîlik'te (yada Ahmedîyye / Kadıyânîyye) Deccal'in ortaya çıkışına ilişkin kehanetlerdeki Deccal tek bir kişi olmaktan ziyade Hristiyanlık gibi sahte bir dine odaklanmış olan spesifik bir gruptur. 
Ahmedîler Deccal'i özellikle İstanbul'un fethinden kısa bir süre sonra, 15.yy'da Keşif Çağı ile başlayan ve Sanayi Devrimi ile hızlanarak dünya çapında yayılan Avrupa ülkeleri ve Hristiyanlık dini ile özdeşleştirir. [17] [18] [19] [20] [21]

Diğer eskatolojik temalarda olduğu gibi Ahmedîye hareketinin kurucusu Mirza Gulâm Ahmed'de bu konu hakkında kapsamlı yazılar yazdı.

Deccal'in özellikle Gulâm Ahmed tarafından kolonici misyonerlerle özdeşleştirilmesi, Deccal'in Adem'in yaratılışından bu yana ortaya çıkan en büyük musibet olarak anlatıldığı hadisindeki anlatımlar ve Kehf, Fatiha gibi belirli Kur'an ayetleri ve hadislerle ilişkilendirerek ortaya çıkmıştır. Böylece Deccal'in hükümdarlığının Hristiyanlığın hakimiyetine denk geldiğini söylemiştir. [24] [22]

Deccal'in hadis literatüründe anlatılan sıfatları, sembolik temsiller olarak ele alınıp, Kur'an ayetleriyle uyumlu hale getirilerek Allah'ın taklit edilemez sıfatlarından ödün vermeyecek şekilde yorumlanır. Örneğin Deccal'in sol gözü aşırı büyük iken sağ gözünün kör olması onun (onların) dini ve manevi anlayıştan yoksun, ancak maddi ve bilimsel başarıda mükemmel olduğunun göstergesi olarak yorumlanır. [23] Aynı şekilde Deccal'in Mekke ve Medine'ye girmeyecek olması da kolonici misyonerlerin bu iki yere ulaşmadaki başarısızlığının işareti olarak yorumlanmaktadır. [24]

●►Şia'da ise peygamber evinden on ikinci imam olarak gördükleri Mehdi'nin yeniden ortaya çıkışının alametlerinden biri Deccal'in gelişidir. [25]

Bir Şii hadisi şöyledir: "Mehdi'yi inkar eden Allah'ı inkâr etmiş, Deccal'ı kabul eden de Allah'ı inkâr etmiş (kâfir olmuştur)."
Muhammed'e atfedilen bu Şii hadisi Deccal'in dönüşünü ve Mehdi'nin yeniden zuhur etmesi olayını vurgulamaktadır. [26]

Bir başka hadiste şöyle yazar:
Deccal ile ilgili soru sorulduğunda Ali şu açıklamayı yaptı:
Deccal'in adı Said bin Said'dir. Dolayısıyla ona destek olan talihsizdir. Ve onu inkar edenler şanslıdırlar. İsfahan'ın Yahoodiya köyünden çıkacak. Alnında okuma yazma bilmeyenlerin bile okuyabileceği şekilde şöyle yazacak: "Kafir".

Denizlere atlayacak. Güneş onu takip edecek. Önünde bir duman dağı olacak ve onu beyaz bir dağ izleyecek, ki bu dağ kıtlık zamanlarında bir yiyecek (ekmek) dağı zannedilecek. Beyaz bir eşek üzerine monte edilecek. O eşeğin bir adımı bir mil olacak. Hangi kaynak veya kuyuya ulaşırsa ulaşsın onu sonsuza kadar kurutacak. Cinlerden, insanlardan ve şeytanlardan doğuda ve batıda herkesin duyabileceği kadar yüksek sesle seslenecek. [28][29]

Şii'lere göre Deccal, insani ihtiyaçları olan tek gözlü bir adam olmasına rağmen takipçilerine kendisinin tanrı olduğunu söyleyecektir. Muhammed Deccal'in bu aldatıcı iddiasıyla ilgili olarak sahabeyi ve müminleri şiddetle uyarmıştır.
Bir hadise göre "Deccal, gerçekten de annesi tarafından Mısır'da doğurulacak ve doğuşu ile ortaya çıkışı arasından otuz yıl geçecek.
Şam'ın doğu kapısına inecek ve ardından halifeliğin verileceği Doğu'da görünecek."

Müslim'in bir rivayetine göre Deccal'in, Yemen Denizi'ndeki bir adada, bir manastır veya sarayda hapsedildiği söylenir. Bazı hadisler onun Horasan'dan çıkacağını bildirirken, bazıları Şam ile Irak arasında bir yerde görüneceğini söylüyor.[27]

İnsanlar onun sihri ve büyücülüğü tarafından aldatılacak ve onun Mesih olduğu iddia edilecek. Ortaya çıktığı ilk gün 70.000 Yahudi onu takip edecek. Yeşil başlık takacaklar. Onu kendilerine vaat edilen kurtarıcı, kutsal kitaplarında anlatılan kişi olarak kabul edecekler. Bu inançlarının asıl nedeni de Müslümanlara düşmanlıkları olacaktır.
İnanışa göre Deccal Müslümanlara karşı savaşacaktır ki bu aslında siyonistlerin ve Yahudilerin asıl amacı olacaktı. Bu yüzden Deccal'in Siyonizm uğruna terörü ve yıkımı artırmaya devam edeceği söylenir.

Cafer el-Sadık, Hz.Muhammed'den, Deccal'in takipçilerinin çoğunun gayri meşru ilişkiden doğan insanlar, alkolikler, şarkıcılar, müzisyenler, bedeviler ve kadınlar olacağını aktarır. Mekke, Medine ve Kudüs dışında tüm dünyayı dolaşacak. Yeryüzü öylesine kontrolünde olacak ki harabeler bile hazineye dönüşecek ve onun emriyle yeryüzü bitki örtüsü filizlenecektir. İner inmez bir nehrin akmasını ve sonra geri dönmesini ve son olarak kurumasını emredecek ve nehir onun emrini takip edecektir.
Dağlar, bulutlar ve rüzgar bile onun tarafından kontrol edilecek. Bundan dolayı takipçileri giderek artacak ve sonunda kendisini Tanrı ilan edecek. [25]

Bir hadis dünyanın dönüşeceği durumunu şöyle anlatır. "Deccal'in gelişinden beş yıl önce kuraklık olacak ve hiçbir şey ekilmeyecek. Öyle ki tüm toynaklı hayvanlar yok olacak". Onun ortaya çıkmasından sonra dünya şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kalacak. Yanında yiyecek ve su olacak. Pek çok kişi onun taleplerini sadece yiyecek ve su için kabul edecek, tüm dünyaya zulüm edecek ve onu kabul etmeyen öldürülecektir. [30][31][32][33]

Deccal'in asıl amacı halkın fitnesi ve imtihanıdır, ona uyan İslam'dan çıkar, onu inkar eden mümin olur ve müminlere en kötü şekilde işkence edilir. [25]

Mehdi tekrar ortaya çıktığında İsa'yı temsilcisi olarak atayacaktır. İsa Deccal'e saldıracak ve onu Lod kapısında yakalayacaktır. Ali'nin rivayetlerine göre Mehdi döndüğünde namaz kıldıracak ve İsa onu takip edecek. [34][35][25]

Ali, bir vaazında Deccal'in yenilgisinden bahsederek Deccal'in Hicaz'a doğru yola çıkacağını ve İsa'nın Harşa geçidinde onu durduracağını söyler.
İsa ona korkunç bir şekilde haykıracak ve sağlam bir darbe indirecek. Deccal tıpkı ateşte eriyen kurşun gibi yanan bir ateşte eriyecek. [36][25]

Muhammed el-Bekir, Deccal'in doğacağı zamanda insanların Allah'ı bilmeyeceklerini, dolayısıyla Deccal'in kendisinin Allah olduğunu iddia etmesinin kolay olacağını anlatmıştır. İsa bu sırada göklerden inecektir. Mehdi'nin önderliğinde dua edecek ve Deccal'i öldürecek böylece Mehdi'nin tüm dünyaya barış ve sükunet yaymasına yardımcı olacaktır. [37]

●►Musevilikte Deccal'in adı Armilus'tur (Hebrew: ארמילוס‎). Armilus (Armilos veya Armilius) [9] Orta Çağ Yahudi eskatolojisinde Mesih karşıtı bir figürdür.
Adının Roma'nın kurucularından biri olan Romulus'tan veya Zerdüştlükteki şeytani ilke Ahriman'dan (Arimainyus = Armalgus) türetilmiş olabileceği düşünülür. [12]

Armilo'dan bahseden ilk metin, VII. Yüzyıldan kalma Zerubbabel Kıyametidir. 1519'da Konstantinopoli'de yayınlanan ve 11.yüzyıldan kalma midraşik bir metin olan Midraş Vayoşa, Armilus'u kel, kısmen sağır, sakat ve cüzzamlı olarak tasvir eder. [13] [14] Zerubbabel ise onu fiziksel olarak insanlık dışı, muazzam bir boy ve kırmızı gözlere, altın rengi saçlara, yeşil tene ve iki başa ait olarak tanımlamaktadır. [38][14]
Bu figür, tüm Dünya'yı fethedecek ve Kudüs'ü merkezi haline getirerek Allah'ın Elçisi veya gerçek Mesih tarafından yok edilene kadar inananlara zulüm edeceğine inanılan Hristiyan ve İslam'daki Deccal'in ortaçağ yorumlarıyla karşılaştırılabilir. Onun kaçınılmaz sonu ise Mesih Çağı'nda iyinin kötüye karşı nihai zaferini simgeler.

Zerubbabel Kitabı veya Zerubbabel Kıyameti olarak da adlandırılan Sefer Zerubabel MS 7. yüzyılın başında yazılmış bir ortaçağ İbranice kıyamet kitabıdır ve Zerubbabel'in görülerine, rüyalarına dayanır. Tıpkı Daniel Kitabı gibi. [9] İsrail tarihinde önemli bir rol alan Zerubbabel [10] [11] MÖ 6. yüzyılda İkinci Tapınağın temelini atan ve Davud'un neslinden olan son kişidir. [9]

Armilus'un Bizans imparatoru Herakleios için bir kriptogram (şifreli yazı) olduğu ve Sefer Zerubbabel'de anlatılan olayların Herakleios'a karşı gerçekleştirilen Yahudi isyanına denk geldiği düşünülmektedir. [10]

Midraş Vayoşa (Midrash Vayosha) Zerubbabel ve diğer metinlerde kendisinden bahsedilen Mesih karşıtı Armilus, zamanın sonunda ortaya çıkacak ve İsrail'e büyük sıkıntı çektirip daha sonra İsrail'i fethedilecek bir kraldır.
Armilus Yahudilere sırt çevirir ve kendini Tanrıları olarak tanımaya zorlar. Fakat Musa'nın mucizelerini gösteremeyince insanların gözünde şeytan konumuna düşer. [39][40] Canavar daha sonra Yecüc ve Mecüc de dahil olmak üzere bir putperest ordusunun başında Yahudilere savaş açar ve bir Nehemya'lının önderliğinde savaşmaya giden 30.000 Yahudi ile yüzleşir. [38] Armilus ve güçleri galip gelerek Yahudileri katleder ve onları çölde büyük sıkıntıların ortasında yaşamaya zorlar, ta ki Tanrı mesih Davut'u ve peygamberi İlyas'ı melekleri ile birlikte gönderene kadar. Bu sefer kötüler Tanrı ile yüzleşir ve yenilirler. Mesih nefesinin gücüyle Armilus'u yok eder Zerubbabel'de Mecüc'ün yerini alır ve Mesih ben Joseph'i yener. [11]

Şeytan ve bir bakirenin ya da Şeytan ve bir heykelin soyu olduğu söylenen bu figürün kökeni, Hristiyan öğretisi, efsanesi ve kutsal metinleriyle olan çeşitliliği ve açık ilişkisi nedeniyle Yahudi Ansiklopedisi tarafından sorgulanabilir olarak kabul edilir. ] [12]

●►Hristiyanlıktaki Deccal, yani Mesih karşıtı tek bir kişidir fakat aynı zamanda Hristiyanlığa karşı olan ve İsa'ya inanmayanlardan da Mesih karşıtı diye bahsedilir ve onlar tıpkı Müslümanlar gibi "Rab Mesih değildir" diyecektir.

Bazıları Vahiy 13'deki denizden çıkan canavar veya yerden çıkan canavarın da Deccal olduğunu, sadece burada ondan canavar olarak bahsedildiğini söylese de bu anlatılar Deccal değil de Dabbe'tül-Arz tanımına daha yakındır. 

Deccal anlatımları için İncil'e göz atalım.

1.Yuhanna 2:18: "Çocuklar, bu son saattir. Mesih Karşıtı’nın geleceğini duydunuz. Nitekim şimdiden çok sayıda Mesih karşıtı türemiş bulunuyor. Son saat olduğunu bundan biliyoruz."

1.Yuhanna 4:3: "İsa’yı kabul etmeyen hiçbir ruh Tanrı’dan değildir. Böylesi, Mesih Karşıtı’nın ruhudur. Onun geleceğini duydunuz. Zaten o şimdiden dünyadadır."

2.Selanikliler 2:3-4: Hiç kimse hiçbir şekilde sizi aldatmasın. Çünkü imandan dönüş başlamadıkça, mahvolacak olan o yasa tanımaz adam ortaya çıkmadıkça o gün gelmeyecektir. Bu adam, tanrı diye anılan ya da tapılan her şeye karşı gelerek kendini hepsinden yüce gösterecek, hatta kendisini Tanrı ilan ederek Tanrı’nın Tapınağı’nda oturacaktır.

2.Selanikliler 2:9-12: Yasa tanımaz adam, her türlü mucizede, yanıltıcı belirtilerle harikalarda ve mahvolanları aldatan her türlü kötülükte sergilenen Şeytan’ın etkinliğiyle gelecek. Mahvolanlar, gerçeği sevmeye ve böylece kurtulmaya yanaşmadıklarından mahvoluyorlar. İşte bu nedenle Tanrı yalana kanmaları için onların üzerine yanıltıcı bir güç gönderiyor. Öyle ki, gerçeğe inanmayan ve kötülükten hoşlananların hepsi yargılansın.

Markos 13:5-6; Matta 24:4-5: İsa onlara anlatmaya başladı: “Sakın kimse sizi saptırmasın” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ diyerek benim adımla gelip birçok kişiyi saptıracaklar.

Luka 21:8: İsa, “Sakın sizi saptırmasınlar” dedi. “Birçokları, ‘Ben O’yum’ ve ‘Zaman yaklaştı’ diyerek benim adımla gelecekler. Onların ardından gitmeyin.

İSRAİLOĞULLARI, KEMİK VADİSİ VE YAHUDİ TİPİ

Hazırlayan: A.Kara

KEMİK VADİSİNDE DİRİLTİLEN İSRAİLOĞULLARI

Kuru Kemikler Vadisi'nin görüsü Hezekiel'in en güçlü kehanetlerinden biridir. Bu vizyonda Hezekiel kendisini İsrail kökenli kuru insan kemikleriyle dolu bir vadide bulur. Tanrı onları diriltir ve İsrail topraklarına götüreceğini söyler.

Hezekiel 37:1-14 (Kuru Kemikler):
RAB’bin eli üzerimdeydi, Ruhu’yla beni dışarı çıkardı, kemiklerle dolu bir ovanın ortasına koydu. Beni onların arasında her yöne dolaştırdı. Ovada her yere yayılmış, tamamen kurumuş pek çok kemik vardı.  RAB, “İnsanoğlu, bu kemikler canlanabilir mi?” diye sordu.
Ben, “Sen bilirsin, ey Egemen RAB” diye yanıtladım.
Bunun üzerine, “Bu kemikler üzerine peygamberlik et” dedi, “Onlara de ki, ‘Kuru kemikler, RAB’bin sözünü dinleyin! Egemen RAB bu kemiklere şöyle diyor: İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. Size kaslar verecek, üzerinizde et oluşturacağım, sizi deriyle kaplayacağım. İçinize ruh koyacağım, canlanacaksınız. O zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız.’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Ben peygamberlik ederken bir gürültü oldu, bir takırtı duyuldu. Kemikler birbirleriyle birleşiyordu. Baktım, işte üzerlerinde kaslar, etler oluşuyor, üstlerini deri kaplıyordu. Ama onlarda ruh yoktu.
Sonra bana şöyle dedi: “Rüzgara peygamberlik et, insanoğlu, peygamberlik et ve de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey rüzgar, gel dört yandan es. Bu öldürülmüşlerin üzerine üfle ki canlansınlar!’ ”
Böylece bana verilen buyruk uyarınca peygamberlik ettim. Onların içine soluk girince canlanıp ayağa kalktılar. Çok, çok büyük bir kalabalık oluşturuyorlardı.
Sonra bana, “İnsanoğlu, bu kemikler bütün İsrail halkını simgeliyor” dedi, “Onlar, ‘Kemiklerimiz kurudu, umudumuz yok oldu, bittik’ diyorlar. Bu yüzden peygamberlik et ve onlara de ki, ‘Egemen RAB şöyle diyor: Ey halkım, mezarlarınızı açıp sizi oradan çıkaracak, İsrail ülkesine geri getireceğim. Mezarlarınızı açıp sizi çıkardığım zaman benim RAB olduğumu anlayacaksınız, ey halkım. Ruhumu içinize koyacağım, canlanacaksınız. Sizi kendi ülkenize yerleştireceğim. O zaman, bunu söyleyenin ve yapanın ben RAB olduğumu anlayacaksınız.’ ” Böyle diyor RAB.

Kitaplarından mucizeler türetmeye çalışanlar sadece Müslümanlar değiller. Bazı Hezekiel savunucuları "Günümüzde kuru kemiklerden DNA'lar çıkarılabiliyor, böylece Hezekiel'in vizyonu gerçekleşmiş ve doğrulanmış oluyor" dese de yukarıdaki metnin anlattığı şeyin bu konuyla zerre ilgisi yoktur. Bilime, tıbba herhangi bir göndermede bulunmaz.

Zaten bu metinlerdeki kuru kemikler ile vurgulanmak istenen şey tanrının yaratma gücüne vurgu yapmaktır. Yani bakın, tanrı öyle güçlü ki, ölmüş etli bedenlerden yada çevresinde et bulunan kemiklerden değil, öleli uzun zaman olmuş ve etrafında hiçbir et-kas kalmamış kemiklerden bile insan yaratabiliyor. Fakat her ne hikmetse, bu durumda mucize yada keramet arayanlar "tanrı onları yeniden diriltmek için kemiklerine neden ihtiyaç duydu?, Yoktan var edemiyor mu?" diye sormuyor.

Hezekiel'in kehanetleri, Yahudilerin Babil'e sürgününden sonra 6. yüzyılda (MÖ 601-582) yazılmıştır. Bu vizyonun Yahudi halkının sürekliliği konusundan bahsettiği düşünülmüş ve Talmud'da konuya dair iki yorum önermiştir.

İlk yorum, bu metinlerin tamamen kinaye içerdiği (alegori olduğu) görüşüydü. İkinci yorum ise Babil sürgünlerinin İsrail'e geri döndüğü ve Yahudi soyunu sürdürdüğü görüşüdür.

İncil'i gerektiğinde ihtiyaçlarına hizmet etmesi için kullanan Siyonizm hareketi, İsrail Devletini Hezekiel kehanetlerinin gerçekleşmesinin sonucu olarak gördü ve sürgünde yaşayanların toplanmasını istedi.

Peki İlkçilerin (Primordiyalistler) iddia ettiği gibi günümüz Yahudilerinin soyu eski İsrailoğullarına mı dayanıyor? Yoksa Yahudiliğe dönmüş yada döndürülmüş, akabinde milliyetçi fikirlerin benimsetildiği insanlardan mı geldiler?
Bazılarının bu soru için hazır cevapları vardır. Asimilasyona yenik düşen zayıf diaspora Yahudilerini eleştirir ve gerçek İsrailoğulları olarak kaldığını düşündükleri Yahudileri kucaklarlar.

Hangi Yahudi topluluklarının eski İsrailoğullarını en doğru şekilde temsil ettiğine karar vermenin tek yolunu İsrail tarihini incelemektir. Bu nedenle 19. yüzyılın sonlarında "Jüdische Typus" yani "Yahudi tipi" arayışı başlatılmıştı.

Antropologlar Filistin'i araştırıp yerli halkı inceledi ve topladıkları antropolojik ölçüleri Yahudilerle karşılaştırdılar. Yani toplanan yüz ölçülerini, şekillerini, gözler arası mesafeyi, burun yapılarını, çeneleri ve birçok bölümü kıyasladılar. Fakat bu çalışmanın sonuçları, en azından bu çalışmaları yapan ve "Yahudi tipinin" yansımasını görmek isteyen Aşkenaz Yahudileri için inanılmaz hayal kırıklığı yarattı. Çünkü Yemenli Yahudiler antropolojik olarak en çok gezgin bedevilere benziyorlardı. Aşkenaz Yahudileri her şeyden çok Kafkas tipine benziyorlardı (Efron 1994).

Tabi Siyonist liderlerin Yahudileri anavatanlarına dönmeye, savaşmaya ve belki de ölmeye çağıran  milliyetçi hareketlerinin oluşumunda duymak istedikleri şey bu değildi.

Böyle olunca bir "Yahudi tipi" örneği görme amacını terk ederek yeni bir paradigma belirlediler: Günümüzdeki tüm Yahudilerin ortak olan özelliklerini incelemek ve "Yahudi tipi"nin özelliklerini onlardan türetmek (Elhaik 2016). Yani baktılar geçmişe yönelik yapılan incelemeler günümüzdeki Yahudi dediğimiz kişilere benzerlik göstermiyor, "o halde Yahudi olarak gördüğümüz kendi insanlarımızın özellikleri üzerinden bir "Yahudi tipi" çıkaralım dediler.
Fakat çalışma sonunda Yahudileri Yahudi olmayanlardan ayırmayı sağlayacak, Yahudiliğe dair hiçbir biyobelirteç bulamadılar. Yine de akıllarda şu soru kaldı: "Din dışında hiçbir ortak yanı olmayan Yahudilerden hangisi Eski İsrailoğulları'nın en iyi temsiliydi?"
Bu sefer 2 yöntem de tutmayınca başka bir yola girdiler. Aşkenaz Yahudi araştırmacılar arasındaki yeni yöntem neredeyse oybirliğiyle kararlaştırılmıştı: " 'Jüdische Typus'u kendi görüntülerimize göre şekillendirelim. "

Genetikçiler bu yöntemi doğru göstermek için iki şeyi desteklemeyi ve kanıtlamayı amaçlayan geniş bir literatür üretmeye başladı:
1) Genetik üstünlükleri
2) İsrail ile olan genetik bağları, bölge üzerindeki iddiaları daha sonra "işçi göçmeni" oldukları gerekçesiyle reddedilen Levanten (Avrupa asıllı yakın doğulu) popülasyonlarına benzerliklerini göstererek kanıtlamak. (Falk 2017)

Kirsh (2003), genetikçilerin ve hekimlerin sonuçları nasıl manipüle ettiklerini gösterdi ve bu çalışmaları sosyolojik ve tarihi yönden ulusal bir kimlik oluşturarak Siyonist anlatıyı doğrulamak için bir araç olarak kullandıklarını vurguladı.

Odadaki mamut, eski İsraillilerin DNA'larının günümüz Yahudileriyle benzerliğini test etmeye izin verecek herhangi bir genetik kanıtın eksikliğiydi. Kimse mamutların canlanacağını hayal etmediği için bundan tamamen kaçtılar.
Özellikle günümüz Yahudilerinin ve Aşkenaz Yahudilerinin, yalnızca birbirleriyle akraba olmakla kalmayıp aynı zamanda Yahudi olmayanların gen akışına tüm bu süre boyunca direnen eski İsrailoğullarının yaşayan kopyaları olduğunu varsaymak çok daha kolaydı. Günümüz Yahudileri ile eski İsrailliler arasındaki hayali bağlantıya rağmen ilkçi kampın iddiaları doğrudan kabul gördü.

Bu kampın üyeleri tarafından üretilen "Kohen geni" (Skorecki et al. 1997) ya da "Dört mitokondriyal anne" (Behar et al. 2004) efsanesi, bir kişinin Yahudilik sertifikası almak için doğru şirketten genetik bir test istemesinin yeterli olduğu Genetik Yahudilik döneminin temelini oluşturdu.

Paleogenomcular tüm bunları değiştirdi. Alandaki gelişmeler sayesinde, eski insanlardan DNA çıkarmak ve mitokondriyal haplogruplarını* ve hatta otozomal DNA'yı tanımlamak mümkün hale geldi. Bu dikkate değer ilerleme, düşünülemez olana izin verdi: Eski İsrailoğullarının kuru kemikleri sayesinde hikayelerinin yeniden canlanması.

*Benzer haplotip gruplarının tümünde ortak atadan gelen aynı tek nükleotid polimorfizmi (SNP) mutasyonuna sahip gen serilerinin oluşturduğu gruba Haplogrup denir.

Bu kemiklerden elde edilen DNA bu insanların kim olduğunu, neye benzediklerini, ne yediklerini ve hangi hastalıkları taşıdıklarını söyleyebilir (Nielsen et al. 2017; Prohaska et al. 2019). Yani eğer günümüz Yahudileri eski İsrailoğullarının soyundan gelmemişlerse onların gerçekte kim olduğunu bulmayı sağlayacaktır.

Bu yüzden Eski İsrailliler de dahil olmak üzere günümüz insanlarının DNA'sını çeşitli insanların iskeletlerinden çıkarılan antik DNA'lar ile karşılaştırmaya izin veren İlkel DNA testi geliştirildi.

Eski İsrailoğullarının izleri Rekafet nehri vadisinin yakınındaki Rakefet mağarası (Menaşe), Benjamin kabilesinin toprakları olan Motza Tachtit bölgesi ve Peki’in olmak üzere 3 yerde görüldü.

Kimin eski İsrailoğullarına daha yakın olduğu sorusunun cevabı, eski İsrailoğulları ve Yahudilerin yaklaşık 50 kemiğinden çıkarılan DNA'da ve daha pek çok şeyde yatıyordu. Günümüz Yahudileri yada eski Yahudiler, Ostrer'in iddia ettiği gibi köken olarak çoğunlukla Orta Doğulular mıydı?

Çeşitli topluluklardan 80 Yahudinin test sonuçları incelenip bulgular netleştiğinde sonuçlar Yahudiler için biraz üzücüydü. İsrail'deki Rakefet Vadisi'ndeki kuru kemikleri bulunan eski İsrailoğullarına en çok benzeyen Yahudiler Yemen ve Mezopotamya Yahudileriydi. Ancak bu genetik benzerlik bile % 15'ten azdı. Bu sonuç, Aşkenaz Yahudileri ile Avrupa asıllı yakın doğulu soyları arasındaki benzerliğin ortalama %5 olması ile de uyumludur. (Das et al. 2017)

Yine de bu ortalamalar tüm Yahudi toplulukları arasındaki yüksek heterojenliği maskeler. Çünkü insanlık tarihi boyunca farklı milletler ile karışmamış topluluk kalmamıştır demek yanlış olmaz.

Bölgenin yaşadığı birçok popülasyon değişimi nedeniyle, zamanla değişen çok çeşitli mitokondriyal haplogruplar görülebilir. MS birinci yüzyıldaki Yahudiler üzerinde yapılan bir analiz, bugün Aşkenaz Yahudilerinin % 10'undan azında bulunan T haplogrubunun yaygınlığını doğrulamıştır. (Matheson et al. 2009) Şaşırtıcı olmayan şekilde tek bir iskelet bile, kökeni tarih öncesi Avrupa'da olan sözde dört Aşkenaz Yahudi annesi ile eşleşmedi. (Costa et al. 2013) Fakat Neolitik İspanya'da bu "annelerden" biriyle tam bir eşleşme bulundu (Haak et al. 2015).

Tarih öncesi çağlardan bugüne kadarki tek eşleşme bu, ancak Doğu Avrupa ve Kafkasya'dan antik DNA dizileri oluşturulacağı için çok daha fazlasının gelmesi beklenebilir. İlginç bir şekilde eski İsrailoğullarının Y kromozomal haplotipleri tipik olarak bugün Afrika'da, Orta Doğu ve Avrupa'da daha düşük frekanslarda bulunan E1b1 ve T1 haplotipleridir.

Gelecekte yapılacak dünyanın diğer bölgelerini kapsayan testler belki Yahudi soyunun geri kalan kısmını açıklamaya yardımcı olabilir. Fakat "Genetik Yahudiliğin", insanların Yahudiliklerini modern olanlar yerine eski İsrailoğulları ve Yahudilerle benzerliklerine göre tanımladıkları "İlkel Yahudiliğe" evrimleşmeyeceğini de ancak zaman söyleyecektir.

YAHUDİ İNCİLİNDEKİ ENDOR CADISI

Hazırlayan: A.Kara

PEYGAMBER RUHUYLA İLETİŞİME GEÇEN ENDOR CADISI

Efsaneye göre Endor, İncil'deki peygamberlerden Samuel'in ruhunu çağıran bir medyumdur. Eski Ahit'ten de tanınır ancak daha sonra diğer geleneklerin de parçası haline geldi.

Endor Cadısı, Yahudilik, Hristiyanlık ve pagan ruhçuluk uygulayıcıları için önemli bir efsane olmuştur. Endor (Eyn-Dor) Cadısı Eski Ahit'te, Samuel'in Birinci Kitabı, bölüm 28:3-25'te anlatılan en gizemli insanlardan biri olarak görünür.

Endor Cadısı ayrıca Sirak'ın (Sirach) Yahudi Kitabında da yer alır (46: 19-20) ve אֵ֥שֶׁת בַּֽעֲלַת־אֹ֖וב בְּעֵ֥ין דֹּֽור ('êšeṯ ba‘ălaṯ-'ōḇ bə-'Êndōr)," Endor'da tanıdık ruha sahip bir kadın "olarak anılır.

Pasajlarda cadının adı verilmemiştir ancak haham geleneğinde muhtemelen Saul’un kuzeni ve ordusunun başkomutanı Abner’in annesiydi. Madian rahibinin kızı Sedecla olması da muhtemeldir. İsmi, İsrail'in Aşağı Celile bölgesindeki Jezreel Vadisi'nde bulunan Kenan köyü Endor (veya En Dor, Ein Dor) ile bağlantılıdır.

Saul (Tâlût, Şaul veya Şaul Ben Kiş), İsrail Krallığı ve Yahuda'nın ilk kralıydı. Saltanatı yaklaşık olarak MÖ 11. yüzyılın sonlarına tarihlenmektedir. Hem Saul hem de Endor Cadısı sadece efsaneler olarak değil tarihsel kişiler olarak görünür.

İncil'de Samuel öldüğünde cesedinin Yeruşalim'in 8 km kuzeybatısındaki Ramah'a gömüldüğü söylenir. İsrail'in yeni kralı Saul olur. Filistililer ile mücadelesinde doğru yolu seçmek için Tanrı'nın bilgeliğine başvurur. Sorunu çözmek ve toplanan dğşman kuvvetlerine karşı harekete geçmek ister.

Saul rüyalarında görüşüp soru sorduğu peygamberlerden veya başka yerlerden herhangi bir yanıt alamadı. İsrail içinde ve çevresinde yaşayan tüm olası büyücülere ve ruh çağırıcılara danıştı. Güçlü bir medyum arıyordu. Sonunda Endor'da yaşayan bir kadının varlığını keşfetti. Bu cadı Samuel'in hayaletini görebildiğini iddia ediyordu. İncil'de şöyle der:

1.Samuel, 28:7-9:
Bunun üzerine Saul görevlilerine, “Bana bir cinci kadın bulun da varıp ona danışayım” diye buyruk verdi. Görevliler, “Eyn-Dor’da bir cinci kadın var” dediler.
Böylece Saul başka giysilere bürünüp kılığını değiştirdi. Geceleyin yanına iki kişi alıp kadının yaşadığı yere gitti. Kadına, “Lütfen benim için ruhlara danış ve sana söyleyeceğim kişiyi çağır” dedi.
Ama kadın ona şu karşılığı verdi: “Saul’un neler yaptığını, cincilerle ruhlara danışanları ülkeden kovduğunu biliyorsun. Öyleyse neden beni öldürmek için tuzak kuruyorsun?”

Hayalet önce rahatsız edilmekten şikayet eder ancak zamanla Endor Cadısı ile işbirliği yapmaya başlar. Bir kehanet iletir ve Saul'un ertesi gün gerçekleşecek bir savaşta ordusuyla birlikte yok olacağını söyler.

Saul şok olur ve hayaletin sözlerini dinlememeye karar verir. Endor Cadısı belki de bilge hayaleti dinleyeceğini umarak onu neşelendirmeye çalışır. Fakat Saul düşmana saldırmaya karar verir ve ordusu yenilir. Savaştan sonra kral Saul intihar eder.

Endor Cadısı'nın hikayesi Yahudiler, Hıristiyanlar ve Paganlar aracılığıyla hayatta kaldı. Hikayesi, ortaçağ Yahudi metni Yalkut Shimoni'de ünlendi ancak birçok Hristiyan metninde de yer aldı. Yüzyıllar boyunca piskoposlar bu hikayenin popüler olmasının teolojik nedenleri hakkında tartıştılar. Onlar için en endişe verici olan şey inanışa göre kadının sihir kullanıyor olmasıydı. Fakat MÖ 2. yüzyıl Septuaginta'sı söz konusu kadını '' vantrilok '' yani "karnından konuşan" biri olarak tanımlar.

Hikayenin devamına 1.Samuel'deki aynı bölümden devam edelim:
1.Samuel, 28:10-14:
Saul, “Yaşayan RAB’bin adıyla derim ki, bundan sana bir kötülük gelmeyecek” diye ant içti.
Bunun üzerine kadın, “Sana kimi çağırayım?” diye sordu.
Saul, “Bana Samuel’i çağır” dedi.
Kadın, Samuel’i görünce çığlık atarak, “Sen Saul’sun! Neden beni kandırdın?” dedi.
Kral ona, “Korkma!” dedi, “Ne görüyorsun?”
Kadın, “Yerin altından çıkan bir ilah görüyorum” diye karşılık verdi.
Saul, “Neye benziyor?” diye sordu.
Kadın, “Cüppe giymiş yaşlı bir adam yukarıya çıkıyor” dedi. O zaman Saul onun Samuel olduğunu anladı; eğilip yüzüstü yere kapandı.

1. yüzyılda yaşamış olan Josephus'a göre hikaye tamamen inandırıcıydı. Endor Cadısı'nın hikayesi, eserlerinde ondan bahseden Martin Luther ve John Calvin için de ilginçti. Bazı ortaçağ eserlerinde yazarların onun bir iblis olup olmadığını merak ettikleri görülür. Bazıları için ise antik bir cadı örneğidir.

İncil'deki ilgili bölüm çağrılan Samuel'in ruhu ile kral Saul'un konuşması ile devam eder:
1.Samuel, 28:15-25:
Samuel Saul’a, “Neden beni çağırtıp rahatsız ettin?” dedi.
Saul, “Büyük sıkıntı içindeyim” diye yanıtladı, “Filistliler bana karşı savaşıyor ve Tanrı da beni terk etti. Artık bana ne peygamberler aracılığıyla, ne de düşlerle yanıt veriyor. Bu yüzden, ne yapmam gerektiğini bana bildirmen için seni çağırttım.”
Samuel, “RAB seni terk edip sana düşman olduğuna göre, neden bana danışıyorsun?” dedi, “RAB benim aracılığımla söylediğini yaptı, krallığı senden alıp soydaşın Davut’a verdi. Çünkü sen RAB’bin buyruğuna uymadın, O’nun alevlenen öfkesini Amalekliler’e uygulamadın. RAB bugün bunları bu yüzden başına getirdi. RAB seni de, İsrail halkını da Filistliler’in eline teslim edecek. Yarın sen ve oğulların bana katılacaksınız. RAB İsrail ordusunu da Filistliler’in eline teslim edecek.”
Saul birden boylu boyunca yere düştü. Samuel’in sözlerinden ötürü büyük korkuya kapıldı. Gücü de kalmamıştı; çünkü bütün gün, bütün gece yemek yememişti. Kadın Saul’a yaklaştı. Onun büyük şaşkınlık içinde olduğunu görünce, “Bak, kölen sözünü dinledi” dedi, “Canımı tehlikeye atarak benden istediğini yaptım. Şimdi lütfen kölenin söyleyeceğini dinle. İzin ver de, önüne biraz yemek koyayım. Yoluna devam edecek gücün olması için yemek yemelisin.”
Ama Saul, “Yemem” diyerek reddetti. Ancak hizmetkârlarıyla kadın zorlayınca, onların dediğini yaptı. Yerden kalkıp yatağın üzerine oturdu. Kadının evinde besili bir dana vardı. Kadın onu hemen kesti. Un alıp yoğurdu ve mayasız ekmek pişirdi. Sonra Saul’la görevlilerinin önüne koydu. Onlar da yediler. Sonra o gece kalkıp gittiler.

Endor Cadısı Avrupa'daki fantezi sanatının hayranları ve dini inancı olan veya olmayan birçok insan için popüler bir motif haline geldi. Büyücülükle ilgili ilk efsanevi kadınlardan biri olarak bilinir. Bazı din uzmanları onun bir peygamber olarak kabul edilebileceğini bile öne sürmüştür. Hikayesi birçok sanatçı ve yazarın hayal gücünü etkilemiştir.

Çağlar boyunca birçok eser İncil'deki bu cadı hikayesinden ilham almıştır. Ayrıca birçok başka masal, roman ve şiirde de yer aldı. Endor Cadısı, Star Wars'da bile görülür. Hatta Ewokların yaşadığı gezegene bile Endor adı verilmiştir.

Tüm bunların dışında Avrupa'nın karanlık tarihindeki cadı avı olayları, Salem'da yaşanan felaketler ve engizisyon mahkemelerinin cadı yargılamaları, yani yüzbinlerce insanın katledilmesiyle sonuçlanan olaylar İbrani mitolojisindeki bu tarz metinler yüzünden ortaya çıkmış ve körüklenmiştir.

YAHUDİ MİSTİSİZMİ VE GOLEM

Hazırlayan: A.Kara

DİABLO VE BENZERİ OYUNLARDAKİ "GOLEM"İN İBRANİ KÖKLERİ

Gotik korku romanı Frankenstein bir bilim insanın tanrı rolünü üstlenerek canlı yaratmaya çalışmasını işler. Yarattığı şey bir bakıma Golem'dir ve buna benzer hikayeler Yahudi hikayelerinde de vardır. Ancak tabi ki bazı keskin farklılıklar içerirler.

Örneğin Frankenstein adlı canavar kadavra ve vücut parçalarının karışımından yaratılmış olarak tasvir edilirken Golem'in kilden yapıldığı söylenir. Ek olarak Frankenstein canavarına hayat veren araç bilim iken Golem'e hayat veren araç mistik yollardır.

Ayrıca Diablo oynamış biriyseniz kil, demir ve et parçalarından Golem yaratan Nekromansi karakterine de yabancı değilsiniz demektir. Frankenstein romanına ilham veren şey eskiden Avrupada kadavra ticaretinin artması hatta karaborsaya düşmesi midir yoksa Yahudi söylencelerindeki Golem midir bilinmez. Ama Diablo gibi birçok oyundaki Golem adlı yaratıklar doğrudan Yahudi efsanelerindeki Golemden alınmıştır, esinlenilmiştir.

Golem sözcüğü İbranice'de "şekilsiz kütle" veya "bitmemiş madde" anlamlarına gelir.

Bir Talmud efsanesine göre Adem yaratıldığında 12 saat boyunca bir Golem (גולם) halinde, ruhsuz bir beden olarak beklemiştir. Başka bir efsanede Yeremya adlı peygamberin bir Golem yaptığı söylenir. 

Bu anlatı ve inanışların kökeni Talmud'a ve erken dönem kabalistik fikirlere dayanır. Talmud ve kabalistik metinler ezoterik bilgiye sahip erdemli kişilerin inorganik maddeleri kullanarak yapay bir insan yaratabileceği, böylece tanrıyı taklit edebilecekleri fikrini doğurmuşlardı.

Kimileri Golemlerin yaratılmasına ilişkin efsanelerin yalnızca sembolik olduğuna ve bir kişinin ruhsal uyanışına atıfta bulunduğuna inansa da Golem hikayelerini farklı yorumlayan ve bu tür yaratıklar yaratmanın mümkün olduğuna inanan insanlar da vardı.

Ortaçağ Yahudi mistikleri yaratma konusuna ilgi duyuyorlardı. 1240 doğumlu İspanyalı Avram Ebulafia kabalistik yazılar yazmıştı. Fransız Yahudi kökenli bir 13. yüzyıl metni olan  Pseudo-Sa'adyah mistik yaratım yöntemlerini anlatıyordu.

Yaratılış veya Oluşum Kitabı anlamına gelen Sefer Yetzirah hakkında yazan birkaç kişi, örneğin Alman Haham El'azar (yaklaşık 1165-1230) bu kitap hakkındaki yorumunda Golem yaratma talimatlarının nasıl yerine getirilmesi gerektiği konusunda açıklamalar sunmuşlardı. Açıklamalarında genellikle ilk olarak Golem'in insanı andıran bir şekle büründürülmesi gerektiği yazıyordu.

Golem'e hayat vermek için anlatılan birkaç yol vardı. Bu yollardan birine göre Golem'i yaratacak kişi İbrani alfabesindeki harflerin bir kombinasyonunu ve Tanrı'nın gizli adını söylerken yarattığı Golem'in etrafında yürümeli veya dans etmeliydi.

Başka bir varyantta bir araya gelerek 'gerçek-doğruluk' anlamlarına gelen "emet (אמת)" kelimesini oluşturan alef, mem ve tav harflerinin Golem'in alnına yazılması gerekiyordu. Böylece Golem canlanacaktı.

Golem'in canlanabilmesinin üçüncü yolu ise bir parşömene Tanrı'nın adını yazmak ve onu Golem'in koluna veya ağzına yapıştırmaktı. Yani Tanrı'nın adı cansız bir varlığa yaşam vermeyi sağlıyordu.

Bir canlı yaratmak ve üzerinde hakimiyet kurabilmek için üzerine sözcükler yazmak veya isim koymak şarttı. Çünkü eski insanın düşünce sisteminde isim yasa koymak demekti.

El'azar'ın Golem Yaratma Tarifi

Haham El'azar Golem yaratma aşamalarına dair anlatısı kısaca şöyle idi. Dağlardaki bakir toprağı saf suyla yoğurduktan sonra ilk olarak Golem'in baş ve gövdesini şekillendireceksin. Sonra Yaratılış Kitabında uzuvlara karşılık gelen her harfi İbrani alfabesindeki harfler ile her uzuv için ayrı ayrı olacak şekilde çiftler halinde birleştireceksin. Buna "221 kapı" denir. Sonra alfabenin her harfini sesli bir harf ile birleştireceksin. Böylece ilk aşama yani Golem'in bedeni hazırlanmış olacak.
Sonra, ikinci aşamada Tetragrammaton'u yani Tanrıya atıfta bulunmak için kullanılan Yhvh harflerini İbrani alfabesinin her harf ile tek tek eşleştirecek, ortaya çıkan harf çiftlerini bütün sesli harfleri kullanarak yoğurduğun Golem'e okuyacaksın. Ayrı ayrı dizilimler kullanılmış olsa da Golem içinde Yhvh harflerini barındırdığı için  hayat bulacak. [Idel's Golem: Jewish Magic and Mystical Traditions on the Artificial Anthropoid; 221 kapıya dair tablo ve detaylar için bkz : Sefer Yetzirah, Aryeh Kaplan]

Yehuda Leib (Loev) ben Betsal'el'in Golemi

En ünlü Golem hikayelerinden diğeri 16.yy'da yaşamış önemli bir Talmud bilgini ve Yahudi mistik olan Haham Yehuda Leib ben Betsal'el diğer adıyla Maharel hakkındadır. O tarihlerde hahamın yaşadığı Prag şehri II. Rudolf tarafından yönetilen Kutsal Roma İmparatorluğu'nun bir parçasıydı. Rudolf okumuş, kültürlü bir imparator olmasına rağmen Prag Yahudileri, Yahudi karşıtı saldırılara maruz kalmışlardı.

Efsaneye göre haham Loev Yahudi bölgesini korumak ister. Rüyasında "İsrail'in tüm düşmanlarını yok edecek bir Golem yarat" sözünü işitir. Haham gördüğü rüyayı ateş burcunda doğmuş olan damadına ve su burcunda doğmuş olan öğrencisine anlatır. Kendisi hava burcunda doğduğundan eğer yardım ederlerse tüm elementlerin temsilcilerine sahip olacaklarını böylece bir Golem yaratabileceğini söyler.

Loev özel bir toprak hazırlar ve kabalistler gizli isimleri okuyarak etrafında döndükçe toprak beden yavaş yavaş canlanmaya, insani nitelikler kazanmaya başlar. Böylece Golem yaratılmış olur. Kimi anlatılara göre alnına veya ağzına bir sözcük tutturulduktan sonra canlanırken kimi anlatılara göre boynuna geyik derisinden yapılmış ve mistik işaretlerle süslenmiş özel bir kolye takılır. Kolye yani tılsım aynı zamanda Golem'in görünmez olmasını sağlar. Yaşam vermek için yazılan sözcükler genellikle Adam yani Adem veya hakikat anlamına gelen Emet'tir. 
Golem inanılmaz bir güce sahip olduğu için hahamın evinde ve sinagogda fiziksel güç gerektiren işlerde de yardımcı olur. 

Hikayenin başka bir versiyonu ise 1580 baharında, Yahudilerden nefret eden bir rahibin Prag'daki Hıristiyanları Paskalya sezonu yaklaşırken Yahudilere karşı kışkırtmaya çalıştığını belirtir. Bunun sonucunda Haham Loev, Paskalya mevsiminde halkını korumak için bir Golem yaratır.

Golem'in Yahudileri korumayı başardığı hikayenin sonu pek de mutlu bitmez. Golem güçlendikçe güçlenir, giderek zapt edilemez ve yıkıcı hale gelir. Golem iyilik yapmayı bırakır, çıldırmaya başlar ve masum insanlara saldırır.

Sonuç olarak Haham Loev, Tanrı'nın adını Golem'den çıkarır, böylece onu cansız bir heykele dönüştürür. Kimi anlatılara göre ise Haham can verirken üzerine tutturduğu sözcüklerin ilk harfini siler. Adam sözcüğü kan anlamına gelen "dam"a, Hemet sözcüğü ise "ölü" anlamına gelen "met"e dönüşür. Böylece Golem eskisi gibi cansız bir yığın haline gelir.

Çatıya çıkan merdivenler kaldırılmış olduğundan Golem'in haham tarafından sinagogunun tavan arasında saklandığına inanlar bile vardı. Fakat yüzlerce yıl sonra sinagog tamamen keşfedildiğinde Golem'e dair herhangi bir iz olmadığı görüldü.

Chelm'li Eliyahu'nun Golemi

Polonyalı Yahudiler arasında benzer efsaneler yaygındı. Örneğin Talmud bilgini, kabalacı ve Ba'al Şem yani Tanrı'nın gizli kutsal isimlerinin bilgisine sahip olduğunu söylenen Eliyahu'nun (Polonya'nın Chelm şehrinden) hikayesi bunlardan biridir. Hikayeye göre Eliyahu'nun yarattığı golem hergün biraz daha büyür. Başlangıçta çok küçük olan golem artık evdeki herkesten daha büyük hale gelir. Tehlikeyi sezen Eliyahu golemin alnındaki yazıdan harf silince golem cansız bir yığına dönüşür. Aynı hikayenin başka bir varyantında cansız hale gelen golemin hahamın üzerine doğru yıkılarak onu da öldürdüğü anlatılır.

Çoğu hikayede görünüşte erkek olarak tanımlanan Golemlerin Yahudi halkını kurtarmaya yardımcı olmak için yapıldığı görülür. Fakat kadın Golemler hakkında da birkaç önemli efsane vardır. Örneğin bir haham olan Horovitz'in kendisiyle seks yapması için güzel ve sessiz bir Golem yarattığı söylenir. Fakat kadın Golemlerin yemek ve temizlik yapan hizmetçiler olarak yaratılmasıyla ilgili hikayeler çok daha yaygındır.

Golemler Yahudi efsanesinin o kadar önde gelen isimleridir ki sanatçılara ve yazarlara bugüne kadar ilham vermeye devam etmişlerdir. En azından son iki yüz yıldır bu yaratıklar resim, heykel, illüstrasyon ve daha yakın zamanda video ve dijital sanat eserlerine bile girdiler.

IRKÇI BİR TANRI: YHVH

Yazan: Serdar Kaangil

IRKÇI BİR TANRI : YHVH

Allah-Tanrı farkı Musevilik, Hristiyanlık ve İslâm semitik ve ilahi kökenli olarak kabul edilen dinlerdir ki bu dinlerin en kadim olanı Museviliktir. Diğer bütün dinlerde olduğu gibi semitik kökenli dinlerin de temel unsurunu tanrı inancı oluşturur. Yine İslam ve Hristiyanlığın temelini de oluşturan Musevilik ve Tevrat’tır. Bu üç dinin ise İbrahim’e kadar dayandığı öne sürülür. Bu dinlerde ortak unsur tanrı olmasına rağmen bu tanrıya hitap ederken kullanılan İsimlerin tamamı olmasa bile, en başta gelenleri farklıdır. Bu İsimler, Yahudiler için YHVH, Hristiyanlar için Baba Tanrı, Müslümanlar için ise Allah’tır.

Her ne kadar Hristiyanlar, YHVH ismini Yehova olarak telaffuz etmiş olsalar da, YHVH’nın Yehova olduğu iddiasının kanıtı yoktur. Yehova ismi Yahudiler tarafından kabul görmez. Çünkü kendileri de YHVH’nın telaffuzunu bilmemektedir ve çok uzun zamandan beri bu adı ağızlarına almamakta olduklarından ve telaffuzu da bir yerde kayıtlı olmadığından Yehova telaffuzu doğrulanmamaktadır.

Yehova ismine ilk kez 1270 yılında kaleme alınan Raymond Martin’in "Pugio Fidei" adlı eserinde rastlanır. Söz konusu okunuşun, Papa Leo X’un itirafçısı olan Peter Galatin’in icadı olduğu ve aynı okumayı Fagius’un da (1550) ileri sürdüğü genel olarak kabul edilir. Büyük olasılıkla Peter Galatin, bu ismi Raymond Martin’in kitabından duymuştur. Yahudi inanışına göre Adem ile Havva ve iki oğlu Habil ve Kabil, tanrıyı YHVH ismiyle bilmekte ve Adem’in büyük oğlu Enoş’un zamanında tanrıya bu İsimle dua edilmekteydi.
Çünkü Musa, “Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı ve Yakup’un Tanrısı gönderdi” demiştir. Yani, YHVH atalarının tanrısıyla özdeşleşmiştir. Musa şöyle karşılık verdi: “İsrailliler`e gidip, `Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi` desem, `Adı nedir?` diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?”
Tanrı "Ben Ben'im" dedi, "İsrailliler`e de ki, "Beni size 'Ben Ben'im' diyen gönderdi". [Çıkış 3:13-14]
″İsraillilere de ki, “Beni atalarınızın Tanrısı, İbrahim`in Tanrısı, İshak`ın Tanrısı ve Yakup`un Tanrısı Rab gönderdi. Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım." [Çıkış 3:15]

İbranicede sesli harf olmadığından, bütün kelimeler sessiz harflerle yazıldığından, kelime telaffuzları sessiz harflerin arası seslilerle doldurularak sağlanırdı. Ancak kayıtlardaki YHVH'nin yasaklı oluşundan dolayı halk arasında konuşulmadığından dilden dile geçememiş ve zamanla nasıl telaffuz edildiği bilinemez olmuştu. Artık YHVH denmiyor, onun yerine “İsim” deniyordu.
Yahudi kaynaklarında, "İsim" Tanrı’nın telaffuz edilemez ve hususi ismi olan YHVH’nin yerine kullanılır ve büyük harfle yazılır. [1]

Peki YHVH neden yasaktı ya da yasak olarak algılanmıştı?

YHVH şeklindeki 4 sessiz harfin tam olarak telaffuz edilmesinin ne zaman sınırlanmaya başladığı hususunda farklı görüşler vardır. Talmud, İsim’in mâbedin tahribinden kırk yıl önce baş haham adil Simon’un ölümünden sonra hahamların İsim’in telaffuzuna son verdiklerini söyler.

Bu tarihten sonra İsim’in telaffuzu yasaklandı ve onu telaffuz edenin gelecek dünyada bir payının olmayacağı ifade edilmeye başlandı. Hatta, Hanannah ben Teradion, talebelerine İsim’in telaffuzunu öğrettiği için cezalandırıldığı nakledilir. Bu cezalandırılmanın nedeni, İsim’in ehil olmayan insanlara öğretmek olduğu söylenir. Çünkü, dört sessiz harfin kamuya açık yerlerde seslendirilmesine son verilmiş olmasına rağmen, hem birinci mabet hem de ikinci mabet boyunca bu seslendirilmenin bütünüyle ortadan kalkmadığını yalnızca kullanımının gittikçe daraldığını gösteren deliller vardır.
Dört sessiz harf mabette, haham kutsamasında tekrarlanmaktaydı:

“YHVH, Musa’ya şöyle dedi: Harun’la oğullarına de ki, ‘İsrail halkını şöyle kutsayacaksınız. Onlara diyeceksiniz ki, YHVH sizi kutsasın ve korusun; YHVH aydın yüzünü size göstersin ve size lütfetsin; YHVH yüzünü size çevirsin ve size esenlik versin. Böylece, kahinler İsrail halkını adımı anarak kutsayacaklar. Ben de onları kutsayacağım.” (Sayılar 6/ 22-27)

Zaman içinde sinagoglarda da kullanım çekincesi doğmuş olmalıdır ki, YHVH telaffuzu tamamen ortadan kalkmıştır.
YHVH’nın telaffuz edilmeme tarihini tespit etmek mümkün gözükmemektedir. Ancak bunun birdenbire değil, tarihsel bir süreç içinde ve tedricen olduğu söylenebilir. Gündelik hayattaki kullanımının terk edilmesi, hahamlara has kılınmasının yanı sıra Kitab-ı Mukaddesin son kitaplarında da gittikçe daha az görünmeye başlar. Örneğin, YHVH yerine Kyrios kullanılır. Yine Kyrios gibi Rab anlamına gelen Adonai (Adonay) kullanılmıştır. Adonai bile zamanla telaffuz edilmekten kaçınılmaya başlandı ve onun yerine İsim anlamına gelen İbranice ha-Shem’i (ya da Aramca Shema’yı) söylemek adet haline geldi.

Dört sessiz harfin telaffuz edilmeme sebeplerinden biri, Levililer’de (24/16) yer alan metindir:

“Rabbe söven kesinlikle öldürülecektir. Bütün topluluk onu taşlayacak.
İster yerli isterse yabancı olsun, Rabbe söven herkes öldürülecektir”.

Sövgünün rabbin adıyla yapılmış olması olarak algılanan ve uygulanan bu ayetin YHVH isminin telaffuzunu engelleyen temel yasa olduğu düşünülmektedir.
Telaffuz edilmeme uygulamasının kendisinden kaynaklandığı düşünülen bir diğer ayet de Çıkış 3/15’de yer alır:

“İsrailliler’e de ki, beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim’in Tanrısı, İshak’ın Tanrısı ve
Yakub’un Tanrısı Rab gönderdi. Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım”. 

Burada “sonsuza kadar” anlamına gelen le-olam ifadesi le-allem şeklinde okunduğunda “bu benim gizlenecek ismimdir” anlamına gelmektedir.

Bir başka sebep ise;
“Senin Tanrın Rab’bin adını boş yere ağzına almayacaksın” şeklindeki Çıkış 20/7 ve Tesniye 5/11’de yer alan ve On Emir’den birini teşkil eden ifadedir.

10 Emir’de “Tanrının adını boş yere ağzına almayacaksın” demesine rağmen Musevilikle Müslümanlık arasındaki en önemli farklardan biridir bu.
Yahudiler tanrının adını hiç ağızlarına almazken, Müslümanlar ağızlarından düşürmezler.
Vallahi, billahi, tillahi, “Allah Allah”, “Hay Allah!” “Ya Allah”, “Of Allahım of”, “Öff. Allaaahh!”i “Allahısmarladık, “Allaha emanet ol”, ”Allah mesut etsin”, “Allah rahmet eylesin” vs. gibi, her sözde ve yeminde Allah’ı kullanırlar.

Gelelim YHVH’nın anlamına. YHVH’nin anlamının ne olduğuna dair bir çok açıklama ileri sürülmüştür. Temel hareket noktaları, Çıkış 3/14’de yer alan ‘ben benim’ ya da “ben ben olanım” şeklindeki anlamlandırmadır.

Burada kullanılan kelime, “vhv” kökündendir ve “olmak” anlamına gelir.
Sahası olmasından dolayı, Albright bir çok çalışmasında YHVH meselesini ele almış ve onu anlamlandırma çabasında, kelimenin kullanılış tarihini, Yahudilerin tarihini ve dinsel-kültürel olarak ilişkili oldukları kültürlerdeki uygulamaları bir alt yapı olarak kullanmıştır.
Ona göre, Söz konusu İsim, yalnızca “düşmek, olmak, var olmak” anlamlarına gelen şifahi kök HWH'den türetilebilir.

Abright’in YHVH’nin anlamının ne olduğuna dair yaklaşımı onun, kelimenin mevcut haliyle, daha uzun olan bir ismin kısaltılmış şekli olduğu teorisine dayanır.
Bu konuda ciddi bir örnek ise MÖ. 15. yüzyıl Kenan dilinde bulunmaktadır.

Burada Kenan fırtına tanrısı olan ve sürekli olarak Al’iyan olarak zikredilen Baal, aslında “savaş meydanlarında karşılaştığım şampiyonlara galip geleceğim” şeklindeki bir ismin kısaltılmış halidir ve “ben kesinlikle galip geleceğim” anlamına gelmektedir.

İbranice Kitab-ı Mukaddes Çıkış 3/14’de yer alan “ben ben olanım” cümlesi ettirgen, Yahveh, üçüncü şahıs olarak takdim edildiğinde Yahweh asher yihweh (daha sonra yihyeh), “var olanının olmasına sebep olan” anlamına gelir.
Orijinal haliyle tek başına düşünüldüğünde bu formülün doğruluğu hususunda şüphe etmek mümkün olabilir ancak söz konusu kullanıma MÖ. ikinci bin yıl Mısır metinlerinde fazlasıyla rastlanılmaktadır.

MÖ. 15. yüzyıldan kalma olan ve Amun’a yöneltilen bir ilahide şöyle denilir:
"Ey, var olanın olmasına sebep olan (yaratan) tanrı."

Albright, YHVH’nin anlamına yönelik bu teklifinin yanlışlığının ortaya konması halinde, bunun İsrail’lilerin kendi tanrılarının her şeyin yaratıcısı olduğunu kabul ettikleri gerçeğinin değiştirmeyeceğini, çünkü Kitab-ı Mukaddes’de buna dair oldukça yoğun metinlerin bulunduğunu söyler. [2][3][4]

YHVH’NİN IRKÇILIĞI / VAAD EDİLMİŞ TOPRAKLAR

Yaratılış 15:18-21: O gün RAB Avram`la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: “Mısır Irmağı`ndan büyük Fırat Irmağı`na kadar uzanan bu toprakları -Ken, Keniz, Kadmon, Hitit, Periz, Refa, Amor, Kenan, Girgaş ve Yevus topraklarını senin soyuna vereceğim.”

Tesniye 11:23: RAB bu ulusların tümünü önünüzden kovacak. Sizden daha büyük, daha güçlü ulusların topraklarını mülk edineceksiniz.
Tesniye 11:24: Ayak basacağınız her yer sizin olacak. Sınırlarınız çölden Lübnan`a, Fırat Irmağı`ndan Akdeniz`e kadar uzanacak.
Tesniye 11:25: Hiç kimse size karşı koyamayacak. Tanrınız RAB, size verdiği söz uyarınca, ayak basacağınız her yere dehşetinizi, korkunuzu saçacaktır.

Yeşu 1: 3. Musa`ya söylediğim gibi, ayak basacağınız her yeri size veriyorum.
Yeşu 1: 4. Sınırlarınız çölden Lübnan'a, büyük Fırat Irmağı`ndan bütün Hitit ülkesi dahil batıdaki Akdeniz`e kadar uzanacak.

Konuya dair görüşü savunan birkaç kişinin açıklamasına bakalım:

Theodor Herzl (1887) diyor ki:
“Kuzey sınırlarımız Kapadokya’daki dağlara kadar dayanır. Güneyde de Süveyş Kanalı’na. Sloganımız, David ve Solomon’un Filistin’i olacaktır.” 

Bu da David Ben Gurion'un (1948) açıklaması:
“Filistin’in bugünkü haritası İngiliz manda yönetimi tarafından çizilmiştir. Yahudi halkının, gençlerimizin ve yetişkinlerimizin yerine getirmesi gereken Nil’den Fırat’a kadar bir iş daha vardır.” 

Yani Yeşu'daki bu metinlere olan inanış eskiden beri vardır.

Tevrat'a bakmaya devam edelim.

Yasa’nın Tekrarı 26:19: “Tanrınız RAB sizi övgüde, ünde, onurda yarattığı bütün uluslardan üstün kılacağını, verdiği söz uyarınca kendisi için kutsal bir halk olacağınızı açıkladı.”

Yeremya 30:11: Çünkü ben seninleyim, seni kurtaracağım diyor Rab. `Seni aralarına dağıttığım bütün ulusları tümüyle yok etsem de, seni büsbütün yok etmeyecek, adaletle yola getirecek, hiç cezasız bırakmayacağım.

Yeşaya 61/ 5-6: Yabancılar sürülerinizi güdecek, Irgatınız, bağcınız olacaklar. Sizlerse RAB`bin kâhinleri, Tanrımız`ın görevlileri diye çağrılacaksınız. Ulusların servetiyle beslenecek, Zenginlikleriyle övüneceksiniz.

Tesniye 20/16-18: “Rabbin sana miras olarak vermekte olduğu bu kavimlerin şehirlerinden nefes alan kimseyi sağ bırakmayacaksın. Rabbin sana emrettiği gibi tamamen yok edeceksin.” 

Yeremya 48:10: “Rabbin işini gevşeklikle yapan lanetli olsun ve kılıcını kandan alıkoyan lanetli olsun.”

Yeremya 46:10: "Çünkü o gün her şeye egemen YHVH’nın günüdür. Düşmanlarından öç alması için öç günüdür. Kılıç doyana dek yiyecek, kanlarını kana kana içecek. Çünkü Rab, her şeye egemen YHVH kuzeyde, Fırat kıyısında kurban hazırlıyor."

Tesniye:7/1-3: “Onları tamamen yok edeceksin, onlarla ahdetmeyeceksin, onlara acımayacaksın.”

Muhammed hazretleri Yahudilerin ırkçı tanrısını ve onların ırkçı peygamberlerini almış, Arapların putperest adet ve ibadetleriyle harmanlayarak İslam’ı kurmuştur.
O’na göre YHVH Allah’tır.

Nitekim Bakara-47’de YHVH'yı tasdik eder:
"Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetimi ve sizi cümle âleme üstün kıldığımı hatırlayın."

Meallere parantez içinde “vaktiyle” ya da “bir zamanlar” eklenerek, bu ırkçı kayırmanın artık sona erdiği yansıtılmak istenmiştir ama Arapçasında bu sözcükler yoktur. Başlangıçta Yahudilerin seçilmiş bir ırk olduğunu kabul eden Muhammed'in Medine’deki Yahudilere peygamberliğini kabul ettirememesinden ve onların bir kısmını katledip bir kısmını yurtlarından sürmesinden sonra Yahudi karşıtı ayetlere yer verdiğini görüyoruz:

Maide-82: İnsanlar içinde inananlara düşmanlık bakımından en azılısı olarak Yahudilerle Allah’a ortak koşanları bulacaksın. (…)
Ahzab-27: Allah, sizi onların topraklarına, yurtlarına, mallarına ve henüz ayak basmadığınız topraklara varis kıldı. Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir.

Yani, ırkçılık bu defa tersine dönmüş, Yahudi düşmanlığı haline gelmiştir.
Yahudi Beni Kureyza kabilesinin tüyü bitmiş tüm erkeklerin kafalarının kesilerek katledilmesi bu düşmanlığın neticesidir. İslam'daki Yahudi düşmanlığı o zamandan beri devam etmektedir.

Yahudiler dinlerinde kısmen  de olsa reforma gitmişlerdir ama fanatik Yahudilerin köktendinci İslamcılardan hiçbir farkı yoktur. Onların kafasında hala Tevrat’taki YHVH’nin emir ve vaatlerine inançtan kaynaklanan ırkçı, emperyalist emeller mevcuttur. Gözleri Nil’den Fırat’a ve Batı Akdeniz’e kadar olan topraklardadır, yani Anadolu’dadır.

KAYNAKLAR
  1. Ephraim E. Urbach, The Sages Their Concepts and Beliefs, trs. Israel Abrahams, Harvard University Press, Cambridge, Massachusetts and London 2001, s. 124-134
  2. Albright, From Stone Age to Christianity, s. 261.
  3. Bir Sessizliğin ya da Yhvh’nin Tarihi
  4. YHVH’nin Telaffuz Edilmeme Olgusu Üzerine Bir Araştırma-Fuat Aydın
  5. Çıkış 3:13-15; 3:14; 20:7; 5:11
  6. Sayılar 6:22-27
  7. Levililer 24:16
  8. Yaratılış 15:18-21
  9. Tesniye 11:23-25; 20/16-18; 7:1-3
  10. Yeşu 1: 3-4
  11. Yasa’nın Tekrarı 26:19
  12. Yeremya 30:11; 48:10; 46:10
  13. Yeşaya 61:5-6
  14. Bakara 47
  15. Maide 82
  16. Ahzab 27