HABERLER
Dini Haber

CENNET VE CEHENNEME GİRİŞ ŞİFRESİ

Yazan: Demon Product
DP, din, islamiyet, Allah'ın cehennemlik yaratması,Allah'ın cennetlik yaratması,Kur'an'da kader çelişkisi,Kur'an'da öteki dünya çelişkisi,Cennete gitmek,Cennete gidemeyenler, Hidayete erdirilmemiş

CENNET VE CEHENNEME GİRİŞ ŞİFRESİ


Arkadaşlar arasında bir muziplik yapana hemen yapıştırırız: “Ulan cehennemlik adamsın, hiç öyle yapılır mı?” ya da iyi bir şey yapanı görünce: “Tam cennetlik maşallah” deriz. Yani bir tarafta ödül âlemi, diğer tarafta ceza âlemi. Burası sınav âlemiydi. Burası geçici bir yer. Neye göre geçici? Sonsuz âleme göre. Ölümden sonraki sonsuz yaşam. Peki, sonsuz yaşamda bizi nereleri bekliyor? Cennet ve Cehennem.

Bir düşünün. Sonsuz huzur, huriler, cennet şarapları, her türlü mutluluğun yaşandığı bir yer… Cennet… Ve diğer taraf. Sonsuz ızdırap, acı, kötülük, hüsran… Yani cehennem…

Hangisini tercih edersiniz? Elbette cennet. Kim bu imkânları ve nimetleri reddedebilir ki? Aklı başında olan biri acı ve ıstırap ister mi? Tabii ki cenneti ister.

Şimdi inançlı olan herkes cennete gitmek ister ve dünyevi hayatını buna göre şekillendirir. Çok kısa bir semavi din sıralaması yapacak olursak, bildiğimiz üzere önce hanif bir din vardı. Onu bilmiyoruz. Allah kelamı idi. Ardından Sabiilik geldik. Sabiilikte Allah’ın yeryüzüne indirdiği dinlerdendi. Sonra Yahudilik, Hristiyanlık ve son olarak Müslümanlık. Eğer yaşadığınız dönemde geçerli olan dine mensup iseniz sorun yok.
Ama örneğin Yahudisiniz. Yaklaşık 45-50 yaşlarındasınız. Tevrat’ta müjdelenen cennete kavuşmak için tüm ibadetlerinizi yapıyorsunuz. Sonra bir marangoz çıka geliyor. “Dininizi saptırdınız. Sizlere müjdeci olarak yeni yaklaşımı sunuyorum. Artık böyle yapacaksınız çünkü son peygamber benim. Sözlerim ile cennete gideceksiniz (İsa)” diyor. Tepkiniz ne olurdu? Diyelim ki onun sözlerini deli saçması nitelendirdiniz. İşte şimdi ayvayı yediniz çünkü cennet gitti.

Diyelim ki doğru bir Hristiyan’sınız. Amacınız cennet hayatı. Bütün ibadetlerinizi yapıyorsunuz. Kiliseden dışarı çıkmıyor, bütün ritüelleri yerine getiriyor, incilinizi elinizden düşürmüyorsunuz. Sonra biri gelip diyor ki ”Son peygamber benim. Son uyarıcı da benim. Bana tabi olun. Yoksa cennete gidemezsiniz. Ayrıca cizye verene kadar sizinle savaşırım!”. Eğer bu kişiye tabi olmazsanız, yani ona inanmaz ve sihirbaz olarak nitelendirirseniz cennet yine gitti.

Bu bahsettiklerimi inkâr mı ediyorsunuz? Yani, şüphesiz âlemlerin rabbinin rahmeti yücedir. O kimlerin cennete veya cehheneme gideceğini bilir, başka din bile olsa belki gider. Abuk sabuk yorum yapma mı diyorsunuz? Hadi ayete bakalım:

Al-i İmran/85: "Kim İslamiyet’ten başka bir dine yönelirse onun ki kabul edilmeyecektir."

Tamam mı? İslamiyet dışındakiler cennet görmeyecek. Anlaşıldı sanırım. Şimdi başka bir ayete göz atalım:

Bakara-62: "Şüphe yok ki, iman edenler, yani Yahudilerden, Hıristiyanlardan ve Sabilerden Allah’a ve ahiret gününe inanıp salih amel işleyenler için, Rab’leri katında mükâfatları vardır. Onlar için bir korku yoktur. Onlar mahzun da olmazlar."

Şimdi bilmem anlatabildim mi? Siz de haklısınız. Yani hem onlar da gidebilecek, hem de gidemeyecek. Karar sizin. İster Al-i İmran-85’i baz alıp “Onlar cennet göremeyecek, cehennem yakıtı olacaklar!” deyin. İsterseniz de Bakara-62’ yi baz alıp, “Onlardan da mükafat alacak olanlar vardır!” deyin. Seçim sizin.

Kısaca tüm semavi dine mensup insanlar, hatta olmayanlarda, kendi inanç dünyasının cennetine kavuşmaya çalışır. Dünya hayatını buna göre şekillendirir. Ancak sizin ne derece azgın, ne derece sapkın olduğunuz önceden yazılmış. Yani figüransınız.
Değil misiniz?

Bakara / 30: "Ve düşünün ki; Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” dediği vakit; “Orada fesat çıkaracak ve kanlar dökecek bir mahlûk mu yaratacaksın? Biz hamd ile tesbih ve seni takdis edip dururken?” dediler. “Her halde ben sizin bilemeyeceğiniz şeyler bilirim.” Buyurdu."

Yani siz yaratılmadan önce ne olduğunuz belli. Fesat çıkaran ve kanlar döken mahlûklarsınız.
 Şimdi burayı bir inceleyelim,

Şüphesiz gaybı bilen tek varlık olan Allah iken nasıl oluyor da daha siz yaratılmadan melekler sizin hakkınızda hüküm veriyor? Sizin ne yapacağınızı nereden biliyorlar?

Bakara Suresi, 33. ayet: (Allah) "Ey Âdem, bunları onlara isimleriyle haber ver" dedi. O, bunları onlara isimleriyle haber verince de dedi ki: "Size demedim mi, göklerin ve yerin gaybını gerçekten Ben bilirim, gizli tuttuklarınızı ve açığa vurduklarınızı da Ben bilirim."

Melekler sürekli ibadet eden ve sorgulamayan, nurdan yaratılmış varlıklarken nasıl olurda Allah’ın emrini sorgularlar? “fesat çıkarıp kanlar dökecek mahlûk” tabiri ile neden onun kararını eleştirirler? Melekler daha sonra “Tamam” dedikleri için affedildiler de, sadece şeytan uymadığı için mi lanetlendi? Allah şüphesiz gaybı biliyorken neden melekler ile diyalog ihtiyacı duysun? Sonsuz kudret sahibi yaratıcının fikir danışmasına neden gerek olsun?

Şimdi vaad edilen Cennet’e ulaşmaya çalışıyorsunuz diyelim. Eğer hidayete erdirilmemiş iseniz durum yine kötü.

En’am/125: "Allah kimi doğru yola koymak isterse, onun kalbini İslamiyet’ e açar. Kimi de saptırmak isterse kalbini dar ve sıkıntılı kılar. Allah inanmayanları küfür bataklığında kılar."

Diyelim ki ben inanmak istiyorum. Neden kalbime hidayet düşürülmüyor? Neden kalbim İslamiyet’e açılmıyor? Neden küfür bataklığında bırakılıyorum ki? Hiç bile bile ceza almaya veya sonsuz acıya tıpış tıpış gider mi insan?

A’raf/178: "Allah kimi hidayete erdirirse, doğru yolu bulan odur. Kimi de şaşırtırsa, işte asıl ziyana uğrayanlar onlardır."

Zümer/22: "Allah kimin kalbini İslam’ a açmışsa, o Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Allah’ı anmak konusunda kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık bir sapıklık içerisindedirler."

Şüphesiz beni yaratan, kaderimi bir kılan âlemlerin rabbi neden benim kalbimi daha doğmadan katılaşmış kılsın ki? Beni neden şüphesiz müminlerden yaratmadı?

Nahl/93: "Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, ama o istediğini saptırır, istediğini doğru yola eriştirir. İşlediklerinizden ant olsun ki sorumlu tutulacaksınız."

Ayrıca bakınız: Fatır/8, Müdessir/31-42 vb.

Kısacası ne yaparsanız yapın. Eğer hidayete erdirilenlerden değilseniz. Ne yapsanız boş. O halde ne yapmalıyız? Hidayetin gönlümüzde hâsıl olması için bekleyecek miyiz? Neden hiç şüphesiz sonsuz nimetler ile nimetlenenlerden olamıyoruz?

Araf 178’ de bahsedildiği gibi şaşırtılmak kim ister? Kim kalbini hidayetten uzak tutmak ister ki? Bu noktada bir sıkıntı var.
Peki, neden herkes bu nimetlerden faydalanamıyor? Bir göz atalım:

Secde/13: "Biz dileseydik, herkese hidayet verirdik, fakat cehennemi tamamen cin ve insanlarla dolduracağıma dair benden söz çıkmıştır."

Neden biz cehenneme yakıt olarak tasarlandık ki? Tüm hayatını iyiliğe ve güzelliğe adayanların tek suçu Müslüman olmamak mı? Mükâfatları cehenneme yakıt olmak mı? Madem biz tüm yaratılmışlara –Hatta Meleklere bile- üstün kılındık, neden cehenneme yakıt olarak piyasaya sürülüyoruz?
Neden Yakıt olacağıma dair bir söz veriliyor?

Hud/118-119: "Eğer Rabbin dileseydi insanları tek bir ümmet kılardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri bir yana, hala ayrılıktadırlar; esasen onları bunun için yaratmışızdır. Rabbinin, andolsun ki hep insan ve cinlerle dolduracağım, sözü yerine gelmiştir."

Neden tüm varlıklara üstün kılınan insanoğlu ayrılık için yaratıldılar? Bizler neden melekler gibi bir fıtrat üzerine yaratılmadık? Bu bizim üzerimize bir lanet mi? Eğer kaderimde yakıt olmak varsa neden bu dünyaya geldim? Ben kimin sınavıyım? Yakıt olacağım kesin ise bu dünyada ki amacım ve hedefim ne olabilir? Herkes iyilik ve güzellik üzerine olsa ne olurdu? Sorun mu çıkardı? 6 yaşındaki bir çocuk tecavüze uğrayıp öldürüldüğünde bunu yapan aminoasit yığını yakıt ise neden baştan hiç yaratılmamış kılınmadı? O yaratılmasaydı kötülüklerde olmayacaktı. Bu kimin sınavı? (Bkz. A.KARA makaleleri)

A’raf/179: "Andolsun ki biz cin ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır.
Daha önce belirttiğim gibi birçoğumuz yakıtız. O halde cennetlik olanların sınavı olarak mı tasarlandık. Yani bu dünyada cennetlik olanlar benim üzerimden sınav olacak, sonra yaradılış gayem gereği cehenneme yakıt olacağım. Bu mudur? Hiç insanların çoğunu yakıt yapacağım diye ant içip söz vermek sonsuz merhamet sahibi, kudret sahibi yaratıcıya yakışıyor mu? Siz yakıştırıyor musunuz?"

Zuhruf/32: "Dünya hayatında ki geçimlerini aralarında böldük ve bazılarını, bazılarından üstün kıldık."

Evet, yoruma gerek yok sanırım. Parası olan parası olmayanı ezer. Onlar üstün kılındı çünkü. Eğer parası olan ezerse fakir onun sınavı olduğundan zengin cehennemlik. Eğer zenginin parasını görüp bende niye yok derse bir fakir, o halde isyandan cehennemlik. Yani zenginler, fakirin sınavı. Kısacası Zengin zenginliğini bilecek, fakir de fakirliğini bilecek. Herkes haddini bilecek.

Benim kafam karıştı, sizi bilmem. Gerçi kafamın karışması normal. Şüphesiz sapmışlardan ve zalimlerden olduğumdan olsa gerek…

Neyse Cennet’e kimler girebilecek? Bir bakalım:

"İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur." (NİSA/13)

"Muhacir ve Ensar'dan İslâm'a ilk önce girenlerin başta gelenleri ve iyi amellerle onların ardınca gidenler var ya, işte Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah'dan razı oldular ve onlara, altlarında ırmaklar akan cennetler hazırladı ki, içlerinde ebedi kalacaklar. İşte büyük ve muhteşem kurtuluş budur." (TEVBE/100)

"İman edip salih ameller işleyenler, işte öyleleri de cennet ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar."(BAKARA/82)

"Allahtan korkanlar, elbette cennetlerde ve pınarların başındadırlar." (HİCR/45)

"Allah mümin erkeklere ve mümin kadınlara, altlarından ırmaklar akan cennetler vaad buyurdu. Orada ebedi kalacaklardır. Hem de Adn cennetlerinde hoş meskenler vaad etmiştir. Allah'ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte asıl büyük kurtuluş da budur." (TEVBE/72)

Bir dakika bir dakika. Adn Cennetlerinden mi bahsedildi? Kaç tane cennet var? Aden benim bildiğim şu an Irak coğrafyasında kalıyor. Kaç cennet var? Aden cennetleri acaba başka hangi inançlarda vardı? Kopya mı? Baş harfi Sümer ve Babil desem? Muazzez İlmiye ÇIĞ desem? Bu sitede bir ton makale var desem?

"Allah, müminlerden, canlarını ve mallarını, kendilerine cennet vermek üzere satın almıştır: Allah yolunda çarpışacaklar da öldürecekler ve öldürülecekler. Bu, Tevrat'ta da, İncil'de de Kur'ân'da da Allah'ın kendi üzerine yüklendiği bir ahittir. Allah'dan ziyade ahdine riayet edecek kim vardır? O halde yaptığınız alış-veriş ahdinden dolayı size müjdeler olsun! Ve işte o büyük kurtuluş budur." (TEVBE/111)

Gerçekten durum karışık. Önceden benim ne olduğumu melekler biliyor ve bizi fesat çıkaran ilan ediyor; üstelik gaybı şüphesiz Allah bilmesine rağmen. Sonra her ne yaparsam yapayım eğer bana hidayet verilmediyse iman edemeyeceğim ve cennete kavuşamayacağım söyleniyor. Ardından benim aslında cennete yakıt olarak yaratıldığım söyleniyor. Müslüman olmayanların cennete gidemeyeceği söyleniyor, ama başka bir yerde Müslüman olmayanlarında mükâfat alacakları söyleniyor yani, yakıt olmayacaklar. Ben niye yakıtım o zaman? Ardından Cennet’e kimlerin girebileceği anlatılıyor. Aklıma “Kibar Feyzo” filminden Kemal Sunal’ın meşhur amele pazarı repliği geldi. Hani amele pazarında kamyonete adam seçme sahnesi:

-Ee Beeeeeennn???,
-Sen gelme ulan ayı!

Şimdi beni cımbızla seçip ayıkladığım ayetler ile milleti kandırmak ile suçlayacaksınız. Eyvallah. Örnek verdiğim ayetlerin bulunduğu surelerin tamamını bir okuyun. Ama anlayarak sağlam okuyun. İnanmak istiyorsanız elbette inanın. Din inanç işidir. Ancak sadece neye inandığınızı bilin. Bildiğinize inanın. Sağlıcakla kalın.

MUHAMMED'İN MİTOLOJİK ATI "BURAK"

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Burk-E-Albani / البُراق‎ ‎ / el-Burak
Muhammed'in Mitolojik Atı

Burak'ın tavus kuşu kuyruğu yerine at kuyruğu vardır. Fakat birçok sefer aşırı benzerliğinden dolayı at kuyruğundan farklı olarak Kamadhenu'yla yakından ilişkilendirilmiş ve tavus kuşu kuyruğuyla (çoğu zaman Hindistan'ın sembolü olmuştur) resmedilmiştir.

Tanrıça Shri Kamadhenu bazen bir inek olarak tasvir edildiği gibi bazen bir tavus kuşu kuyruğu ve güzel bir kadının kafası ile mistik bir kanatlı inek olarak da tasvir edilir. Bu ikonografi Muhammed'i gece yolculuğuna sırtında taşıyan dişi at olan Burak'ınkine çok benzer.

Mistik Kamadhenu kanatlı bir inek olarak tanımlanırken, Burak kanatlı bir at olarak tanımlanmaktadır.

Kadın başlı, at gövdeli ve tavus kuşu kuyruklu Burak, Hz. Muhammed'in Miraçta, Yedi Gökten Kudüs'e gidişinde bindiği bir dişi melektir.

Tıpkı tek boynuzlu Unicorn gibi bir kadının kafasına sahip olan, kanatlı At benzeri yaratık olduğu söylenen Burak İslam'daki dişil İlahiliğin bir örneğidir ve 7 kat gökten Muhammed'in Miraç yolculuğunun aracı olmuştur. İnanışa göre Muhammed alevden bir enerji ile çevrilmiş ve melekler eşliğinde Burak'a binmiştir.

Ayrıca İslam inancında, eşi Sare ile yaşayan İbrahim peygamberin diğer eşi Hacer ve oğlu İsmail'i ziyaret etmek için Mekke'ye giderken Burak'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine Burak ile geri döndüğü ifade edilmektedir.

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Yukarıdaki görselde gördüğünüz Hindu Tanrıçası Kamadhenu ile Burak arasında bariz benzerlikler vardır. Kamadhenu'da tıpkı Burak gibi genellikle kanatlarla ve tavus kuşunun kuyruğuyla tasvir edilmiş, dilek yerine geçen bir canlı olarak kullanılmıştır.

Muhammed, Burak'a Binerek Cennete Uçuyor
Burak (Arapça: البُراق el-Burak "yıldırım"), peygamberleri taşıyan göksel bir yaratık olarak tanımlanan bir mitolojik attır. En sık anlatılan hikayede 7. yüzyılda, Burak'ın İslam peygamberi Muhammed'i Mekke'den Kudüs'e, İsrail'e ve Mi'raç ya da “Gece Yolculuğu”na götürür ve bunlar Kur'an'da da yer almaktadır.

Kanatlı bir at olan Burak, Mısır mitlerinin meşhur yaratıklarından olan sfenksler ile de benzerlikler içermektedir. Bazı çizimlerde ise Burak'ın siyah saçları ve kulağındaki küpesi ile bir kadın yüzü vardır. Muhammed de sade bir elbise giymiştir. Bu resim tarzı Uzak Doğu sanatının etkisini göstermektedir.

Sahih-i Buhari'den bir alıntı yaparak Burak'ı nasıl tarif ettiğine bakalım:
“... Sonra bir katırdan daha küçük ve eşekten daha büyük beyaz bir hayvan bana getirildi.” ... "Hayvansalın adımı (o kadar genişti ki) hayvanın görüş alanının en uzak noktasına ulaştı."

Başka bir açıklama:
"Ardından Cebrail, güzel yüzlü ve dizginlenmiş Burak'ı, eşekten daha büyük, ancak katırdan daha küçük, uzun, beyaz bir canavarı getirdi. O, toynaklarını bakışlarının en uzak sınırına yerleştirebilirdi. Uzun kulakları vardı. Ne zaman bir dağla karşılaşırsa, arka ayakları uzardı ve yokuş aşağı gittiğinde ise ön bacakları uzardı. Bacaklarına kuvvet veren iki kanadı vardı."

Yine Sahih Buhari Hadislerinden,
İsra ve Mirac Hakkında Malik İbn-i Sa`Saa Hadisi (HadisNo: 1551)
...Daha sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binit getirildi. -Râvî (Enes İbn-i Mâlik): "Bunun adı Burak`tır ki o, adımını gözünün irişebildiği yerin müntehâsına atardı" demişti:- Ben bunun üzerine bindirildim...

Taberî’nin naklettiği bir rivayette Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi ziyarete giderken bu bineği kullandığı belirtilmekte ve bu sebeple buraktan “İbrâhim’in bineği” (dâbbetü İbrâhim) şeklinde söz edilmektedir (Tefsîr, XV, 5, 10). Ayrıca kıyamet günü, mahşer yerinde bulunan ümmetlerine ulaşabilmeleri için peygamberlere binek verileceği, Sâlih peygamber devesine binerken Muhammed’in de kızı Fâtıma ile birlikte buraka bineceği ve o gün Burak'ın sadece kendisine tahsis edileceği gibi hususlar da konu ile ilgili rivayetlerdendir.

Kaynaklar:
Lisânü’l-Arab, “brk” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “brk” md.; Müsned, III, 148; IV, 208; Buhârî, “Bedǿü’l-halk”, 6, “Menâkıbü’l-ensâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 264; Nesâî, “Salât”, 1; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 396-398; İbn Sa‘d, et-Tabakāt, I, 214; Taberî, Tefsîr (Bulak), XV, 4-5, 10, 12, 13; Hâkim, el-Müstedrek, II, 360; IV, 606; Demîrî, Hayâtü’l-hayevân, I, 165-168; B. Carra de Vaux, “Burak”, İA, II, 804; R. Paret, “al-Burāk”, EI² (İng.), I, 1310-1311, Hint mitolojisi Kamadhenu;  Journeys in holy lands: The Evolution of the Abraham-Ishmael Legends in Islamic Exegesis, Reuven Firestone, State University of New York Press, New York, 1990

Yazan: A.Kara

YUNUS SURESİNİ KİM YAZDI? YAZDIRDI?

Yazan: Demon Product
DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,

Birkaç ay önce yazdığım “Alak Suresini Kim Yazdı, Yazdırdı” adlı makalemin başlığına benzer şekilde bu yazıya da başlık yaptım. O yazı sonrası yediğim küfrün ve hakaretin haddi hesabı yoktu. Çok eleştiri aldım ancak hiç biri antitez değildi. Herkes kendince akıl verdi. Yalnız gözden kaçan bir husus, o yazıda ben yorum yapmamıştım? İddiaları ve yazılanları ortaya koydum, ancak cevap vermedim. Sadece herkesçe ortak olan soruları sordum. Bu yazıda da aynı olacak. Sorular bol, kaynaklar bol, ama cevap yok. Cevabı siz bulacaksınız.

Küçükken dini filmlere bayılırdım. 1976 yılı yapımı Mısırlı Mustafa AKKAD’ın yapımcılığını üstlendiği Çağrı filmi özellikle önemli bir yere sahipti benim için. Sanatsal olarak hala aynı diyebilirim. O filmi TV’de ilk izlediğimde o küçük bedenimde mevcut olan bütün tüyler diken diken olmuştu. Anthony QUEEN’in canlandırdığı Hamza karakterinin, Usta Yunanlı oyuncu Irene PAPPAS’ın canlandırdığı Hind karakteri tarafından Vahşi adlı köleye öldürtülmesi ve sonrası çok etkilemişti beni. Sadece bu mu? Hayır. Müzikler, İlahiler, Bilal-i Habeşi ve ilk ezan, Ebu Sufyan’ın dahi İslamiyet’e dönüşü… Bir Din daha güzel anlatılamazdı. Bu nedenle büyük gurur duyuyor, inanmayanalar ve başka dine mensuplara acıyordum. Nasıl olurda bunca ayete, örneğe ve ispata rağmen inanmıyorlardı?

Özellikle O meşhur müziği çaldığında neredeyse gözlerimin dolduğunu hissediyordum. İşte bu nedenle dini filmlere yönelmiştim. Hiç kimsenin anlatamadığı, gösteremediği, öğretemediği bir biçimde dinimizi anlatıyorlardı. Bunların arasında bir Türk filmi de vardı. Usta oyuncumuz Cüneyt GÖKÇER’in canlandırdığı Hz. Ömer filmi… Bu filmde beni en çok etkileyen sahne, Hz. Ömer’in tam kardeşini Müslüman olduğu için öldürecekken duyduğu Kurandan etkilenmesi idi. İçeri elinde kılıcı ile giriyor, Kuran okuyan adama “Sen ne okuyorsun öyle?” diye soruyor. Arkasından da “Okudukların adeta kalbime dokundu!” diyor. Sonuç mu? Kelime-i Şehadet getirip Müslüman oluyor.


Özetle birçoğumuzda olduğu gibi ama az ama çok bu filmler oldukça etkilemişti ve dinimi bunlardan da öğrenmiştim. Doğru bir Müslüman olarak yaşadığım söylenemezdi. Önceki yazılarımı okuyanlar zaten kendi hayatımdan sunduğum kesitlerden bu çıkarımda bulunabilirler. Açıkçası doğru bir Müslüman olmak için uğraşıyordum. Cennetle müjdelenen, peygambere komşu olacak müminlerden olmalıydım. Kimisi cennet hurileri ve cennet şarabı ile dalga geçiyordu. Onlarla zaten baş edilemezdi ki, ne söylesek illa bir karşıt savunma mekanizması geliştiriyorlardı. Apaçık ayetleri reddediyor, bunca ibrete rağmen ders almıyorlardı. Nasıl olurda Allah’ın kelamı ve kitabı ile dalga geçilir ki? Hiç mi beyin yok bunlarda derdim. Ramazan aylarında bu filmler kaplıyor ekranları. Nasıl ibret almıyorlardı?

Ne zaman tekrar tekrar Çağrı filmi ve benzeri dini filmleri izlesem büyük pişmanlıklar duyuyordum. Namazımı düzenli kıldığım çok zaman dahi olmuştu. Ama arada sapıyordum. İçime bir kıskançlık düşmüştü. Şeytan vesvese düşürmüştü kalbime. Aklıma Hz. Ömer geldi. Onu etkileyen o sahnede ki gibi neden Kuran ayetleri okunduğunda benim “kalbime dokunmuyordu?”. Siz ce sıkı sıkı sarılsam olacak mıydı? Değme hocalara taş çıkartacak kadar sarılıyordum. Belki de sarıldığımı sanıyordum. Beni eleştireceklere açık kapı kalsın.

“Eeee! Demek ki istememişsin, kalben isteseydin olurdu. İman isteyene verilir!” geyiğini bir kenara atın. En azından inandığını dinin ve kitabın ayetine ters düşmeyin. Neden mi?

Hadi Yunus Suresi 100. Ayete bir göz atalım:
"Ve mâ kâne li nefsin en tu’mine illâ bi iznillâh(iznillâhi), ve yec’alur ricse alâllezîne lâ ya’kılûn(ya’kılûne). Ve Allah’ın izni olmaksızın, bir kimsenin (bir nefsin) mü’min olması (mümkün) olamaz. Ve (Allah), akıl etmeyen kimselerin üzerine ceza (azap) verir."

Şimdi bu ayeti cımbızla seçtiniz, aslında orada anlatılmak istenen o değil, şu söylenmek istemiş, o sürenin tamamı okunmadan, hangi dönemde ve ne için indiği bilinmeden yorum yapılmaz gibi saçma sapan ayet bükme operasyonlarınızı bir kenara atın. Ayette her şey açık ve seçik. Allah’ın izni olmaksızın bir kimsenin mümin olması mümkün olamaz diyor. Var mı ötesi? İstediğiniz meallere bakın, istediğiniz boyuttan ve açıdan bakın. Hatta imkân varsa Avengers Marvel Evrenindeki THANOS edasıyla evrenin tüm boyutlarından bakın. İsterseniz FRINGE dizisinde Profesör Walter gibi paralel evrene geçip bakın ya da Stranger Things dizisindeki veletler gibi diğer alt boyuta geçip bakın. Anlam açık ve seçik. Yani ne yaparsanız yapın, ne düşünürseniz düşünün. Allah izin vermedikçe OLMAZ!

Yok, hatalı isem, yani aslında eğip büken sizler haklıysanız bir de şu ayete bir göz atın derim. Bu arada verdiğim ayetleri bulundukları sureleri ile baştan sonra anlayarak, tüm tefsirleri ile siz de okuyun. Kasas 56’ ya bir bakalım:

Kasas-56: “Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.”

O halde ümit etmeye devam. Allah bizi de “dilerse” doğru yola koyar. O halde neden cehennem ile cezalandırılıyorum? Ömer’in, ayrıca onca sahabe ve Müslüman kanı dökmüş, işkence etmiş olan Ebu Süfyan’ın, hatta ve hatta Hamza’nın azmettiricisi, Hamza’nın ciğerini (bazı rivayetlerde kalbi) çiğneyerek yiyen Hind’in bile hidayete erdirildiği, sahabe olarak cennet ile müjdelendiği bir dünyada ben neden hidayetten yoksun bırakılıyorum? Cevap var mı?


Neyse bu konu da o kadar çok örnek verildi ki, o kadar çok makale yazıldı ki bu konuda, Site başyazarı ve Yöneticisi A. KARA dostumun “Neden Deist Oldum?” yazı serisinde bu konuyu gayet güzel işlemişti. Bir göz atmanızı tavsiye ederim.

Sanırım buraya kadar sadece bu hususu irdeleyeceğimi düşündünüz. Açıkçası giriş bile yapmadım sayılır. Yunus 100’den kapıyı açtım ancak ana konu Yunus’un bizatihi kendisi.

Hani şu kocaman bir Yunus balığının (İncil ve Tevrata göre büyük bir balık veya balina) bir vakit karnında taşıdığı, diyar diyar gezdirdiği ve daha sonra sahile bıraktığı Peygamber. Üç aşağı beş yukarı çoğunuz bilir hikâyeyi.

Şimdi Yunus hikâyesinin kökeni ne? Açıkçası Yahudi kökenli bile değil. Bu efsane Asurlulara dayanıyor. Ninova’lı Yunus’un hikâyesi (Tevrat’ta Johannes ve İncil’de Jonah, Sümer ve Babil’de Oannes).

İslami literatüre baktığımızda, Ninovalı Yunus’u Allah (Rab) uyarıyor git insanları uyar doğru yola ulaştır diye (Yunus 100 ve Kasas 50 ile çelişmedi mi?).

İnanca göre Yunus Ninova halkına gönderilen peygamberdir ve azaptan kurtulan tek halk Ninova halkıdır. Azap yaklaşmaktayken tövbe ettikleri ve tövbelerinin Allah tarafından kabul edilerek affedildiklerine inanılır.

Ninova halkına peygamber olarak gönderilen Yunus, 33 yıl onları tanrının dinine davet etmiş, kendisine bu süre içerisinde sadece iki kişi inanmıştır (Sahihi Buhâri ve Tecridi Sarih Tercümesi, IX, 152) . Bu durum kendisinin canını sıkmış, ALLAH'ın izni olmadan Ninova'dan ayrılıp Akdeniz’e kadar giderek bir gemiye binmiştir.

DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,
Hikâyeye göre Yunus’un bindiği gemi denizin ortasına geldiğinde fırtına çıkar, gemidekiler orada günahkâr birinin olduğunu, O'nu denize atarak fırtınadan kurtulacaklarını düşünürler. Çekilen kur'a sonucu Yunus peygambere çıktığı için denize atarlar ve (Saffat 141-146) O'nu büyük bir balık yutar. Yunus hatasını anlayıp balığın karnında dua eder ve duası kabul edilir. Ama balığın karnında bizi andı, tespih etti, biz de onu hasta bir halde ağaçsız, boş bir yere attık ve üzerine kabak türünden bir ağaç bitirdik.” (es-Saffat 145- 146)

Balık Yunus’u sırasıyla Nil nehrine, Fars denizine, el-Betâik Denizi'ne ve Dicle'ye götürüp, Nusaybin topraklarında düz ve geniş bir yere atar (Râzî, XXVI, 165).

Bir başka rivayete göre, balık O’nu önce Eyle’ye sonra Dicle’ye götürmüş, sonra da Ninova’ya atmıştır (Taberî, XXIII, 125, Kurtubî, XV, 80). Yunus tekrar kavmine döndürülür ve 100 bin kişi O’na inanır.

Hikâyeye farklı bir yaklaşıma bakalım, “Hazret-i Yunus Aleyhisselâm'ın kıssa-i meşhuresinin hülâsası: Denize atılmış, büyük bir balık onu yutmuş. Deniz fırtınalı ve gece dağdağalı ve karanlık ve her taraftan ümid kesik bir vaziyette münacatı, ona sür'aten vasıta-i necat olmuştur” (Bediüzzaman Said Nursi Lem’alar, 1. Lema).

Şimdi şöyle bir isimler eşitlemesi ya da evrimi yapalım. Yok, eğer bu isim eşitlemesine inanmıyorsanız istediğiniz teoloji ve “sağlam kaynaklı” ilahiyat kitaplarına bakabilirsiniz.

Oannes = Ohannes = Johannes = İōnas = Yōnah = Yonah = Yunus
Şimdi bu isimler eşitlemesinde ya da isim evriminde ilk faz olan OANNES kimdir? Nedir?

Bir göz atalım:
Sümer tradisyonunda ilah Enki’nin sularda olduğu söylenir. Bu ilah balık kuyruğuyla tasvir edilir ve Oannes denilen balık insanlarla ilişkilendirilir. Sümero Semitik tradisyonda balık teni, derinlerin lordu Ea Oannes rahipleri tarafından hayvan formunda bir elbise olarak kullanılırdı; Oannes aynı zamanda balık-keçi ya da balık-koç olarak tasvir edilir. Oannes’ lerin yeryüzünde daha önceleri yaşamış bilge varlıklar olduğu söylenir. Sümer tradisyonuna göre tufandan önce yedi bilge kişi denizden çıkıp şehirlere dağılmış ve oralarda insanlığa uygarlığı öğretmişler.

Dogon tradisyonuna göre ise her şeyi var eden ve tek olan Amma, kâinatın sevk ve idaresiyle uğraşmaz, âlemimizin sevk ve idaresiyle nommo agonnolar denilen bir üçlü meşkuldür ve bu üçlü balık biçiminde tasvir edilir, ayrıca içlerinden “O-nommo” hem balık hem insan biçiminde temsil edilir. Babil tradisyonunda ise Oannes’in adı akılla donatılmış varlık anlamına gelir. Bazı tradisyonlarda ruhsal planlar balık-insan olarak tanımlanmışlardır.

Babil tarihçisi Berosus M.Ö.4.üncü y.y.’da bu balık adam inancının kökeni ile ilgili kayda sahiptir. En eski geleneklere göre Kalde ve Babil, sudan gelen “yarı balık-yarı insan” birisinin yönetimindeydi. Hz. Yunus zamanında insanlar onun peygamberliğine inanırlardı. H. Clay Trumbull şöyle yazar:
“…Tarihçe kayıtlara geçen ani ve yaygın Ninova inancı ile Yunus’un mucizesi bir tesadüf değildir..”

Berosis bu tanrının adını Odacon’un çeşitli tezahürlerinden bahsederken, Asur Balık Tanrısı “OANNES” olarak verir. Ünlü Asurolog Dr. Herman V. Hilprecht, Yunancaya geçmiş şekliyle aynı olan Oannes’in Yunus’tan geldiğinden bahseder.

“Yunas” kelimesinin Ninova’da kalıntıları da Yunus kıssasının doğruluğuna işaret eder.
Kısacası Asurlulara (ki onlar İsrail oğlu değiller) dayanan mitolojik bir hikâye söz konusu.

Sümerlerde olan OANNES efsanesi Babil’e, oradan Asur’a, oradan da İsrail oğullarına ve dolayısı ile semavi dinlere giriş yaptı.

DP, Yunus suresi,Yunus suresini kim yazdı,Kur'an çelişkileri,Yunus suresi orjinal bir sure değildir,Yunus suresinin kökenleri,Kur'an'ın kökeni,Vişnu ve Manu efsanesi,Hint efsanesinde büyük tufan,Manu ve Yunus, islamiyet,
Hadi rotayı Ortadoğu’dan Hindistan’a çevirelim. Vişnu ve Manu efsanesine:
Manu Tufanı’nda (Yani azgın dalgalar Yunus’taki gibi coştuğunda) Tanrı, Vişnu adında başka bir Tanrı’yı balık olarak gönderir. Başta küçük bir balık olan Vişnu’yu Manu yakalar, Manu oltayı çektikçe Vişnu büyümeye başlar, en sonunda denizi kaplar. Vişnu daha sonra gerçek kimliğini Manuya açıklar. Vişnu Manu’ya hayvanları ve tohumları koruması için bir de gemi yapmasını söyler. Yani Vişnu balığın adeta içinden çıkarak insanımsı bir formda Manu’ yu, dolayısı ile insanları uyarır:

“İyi yürekli adam, şimdi iyi dinle! Çok yakında dünya sular altında kalacak, herşey kaybolacak. Güçlü bir gemi inşa etmelisin. Büyük bir ip de al gemiye. Yanına 7 Bilge al. Bütün bitkilerin tohumunu ve her hayvandan bir çift al gemiye. Sana bir balık olarak geleceğim. Kafamda boynuzlarım olacak. Beni iyi dinle, yoksa kurtulamazsın bu tufandan.”

Bu konu ile ilgili antik hint rölyef ve çizimlerine; ayrıca hikâye detaylarına bakıldığında Yunus hikâyesi ile büyük benzerlikler göze çarpar.

Bu arada Hint tufan hikâyesinde Manu’nun 3 oğlu olduğu anlatılmaktadır… Bir dakika… Dejavu mu oldunuz? Bu hikâye tanıdık mı geldi? Biz Yunus’ tan bahsediyorduk?

  • Manu’nun olayı Tufan’da geçiyor.
  • Manu’nun 3 oğlu var,
  • Manu’ya gemi yapması söyleniyor,
  • Manu’ya her cins canlı alması söyleniyor,
  • Manu insanlığın yeni atası kabul ediliyor,
  • Manu’nun gemisi Malaya dağlarında karaya oturuyor ve canlı hayat yeniden çoğalıyor.

Yahu bu hikâye bir yerden tanıdık geldi ama çıkartamadım. Yunus’ tan bahsederken konu ne oldu da buralara geldi anlamadım. Manu acaba bir peygamberin hayatı ve hikâyesi ile benzerlik mi gösterdi ne?

Çağrı filminden yola çıktık, bizim çabamız mümin olmamıza yeter mi? Yoksa hidayet mi verilmeli den sağa döndük, Yunus kıssasına hem mitoloji hem de dini kaynaklardan bir göz attık.

Yunus kıssasının bir benzerinin Hint Mitolojisinde Manu ve Vişnu iletişimi ile benzerlik taşıdığını gördük ki bu benzerliği ben kurmadım, istediğiniz yerde istediğiniz araştırmayı yapın.

Oradan Manu’nun tufan hikâyesine geçtik.


Biraz Puzzle (Yap-Boz) gibi oldu özür dilerim. Kafanızı kaldırın, antik mitolojileri detaylıca inceleyin, Sümer ve Babil’den kalma efsaneleri iyice okuyun ki Muazzez İlmiye ÇIĞ’ ın bu konudaki kitapları adeta hazine niteliğinde. Bu sitede de Antik Ortadoğu mitolojileri ile ilgili makale ve bilgiler ton ile mevcut. Parçaları birleştirdiğinizde göreceksiniz.

Yunus 100 ve Kasas 50’ de belirtildiği üzere gün olurda kalbime hidayet verilirse ne mutlu bana… Ne mutlu bize…

Geçenlerde bana ders vermek isteyen birisi şöyle söyledi: “Tek başına kitap yetmez, nasıl ders kitabını okumak yetmiyor ve öğretmene ihtiyaç duyuyorsan, sağlam hocaya git ki imanın kuvvetlenip doğru yola girsin!”. Yahu iyide bana hidayeti Yunus 100 ve Kasas 50 deki gibi vermiyorsa çabalar beyhude değil mi? Onu da geçtim bu ders veren arkadaş keşke inandığı dinin kitabını bir açıp okusaydı, o kitapta aracı kabul etmediğini, şüphesiz, apaçık uyarı niteliğinde anlayalım diye gönderildiğini yazmıyor mu? Dininden çıktın be arkadaş. Ayete ters düştün. Adam tuttu inandığı dinin kitabını ortaokul Fen kitabı ile bir tuttu iyi mi? Eğer kitap evrensel ise ne aracıya ne de hocaya ihtiyaç duyarsın. Eğer kitap söylediğin gibi ise onu söyleyen de, ileten de, dikte ettiren de sana yeter. Yok, yetmiyorsa illa hoca lazım diyorsan beni geç sen kendi imanını kontrol ettir.
Sağlıcakla kalın.

Yazar notu: Son derece sığ, gereksiz yere uzun, cahilce ve yüzeysel yazmaya ısrarla devam edeceğim. Cahilliğime verin.

Kaynaklar:
1. Ambrose John Wilson, "The Sign of prophet Jonah and its Modern Confirmations"The Princeton Theological Review 25 (1927):638
2. H. Clay Trumbul ,"Jonah in Nineveh", Journal of Biblical Literature

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 2

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 2

Barış heyecanla içeri girer, muhtar ayağa kalkarak Barış’ı kucaklar.
- Hoşgeldin oğlum.

Barış:
- Gerçekten benim de bir sürüm olacak mı ?

Muhtar Barış’ı tekrar kucaklayarak candan bir sevgi ile başını okşar.
Muhtar:
- Tabi ki bir sürün olacak fakat bu senin çabalarınla emeğinle hırsın ve ideallerinle olacak, sakın sürün olduğunda bizim sürüleri de unutma.

Barış:
- Kesinlikle unutmam bu iyiliğini hiç bir zaman unutmam tek isteğim evimi yaptırmak ve güzel bir yuva kurmak bunu senin sayende başaracağım.

Muhtar:
- Sana her zaman güvendim, inancımı boşa çıkarmayacağını yıllar içinde bana ispatladın benim ve köylülerin sevgisini ve güvenini kazandın, yarın sabahtan gel seninle şehire gidelim.

Barış başını sallayarak tamam der, koşarak eve gider, sobasını yakarak hemen yatağına girer, soba odayı ısıttığında kalkarak güzel bir kahvaltı hazırlar kendine, sobaya biraz daha odun atarak hayaller kurmaya başlar. Sabah olduğunda muhtar arabasıyla gelir, Barış heyacanla arabaya biner şehre doğru giderler.

Muhtar:
- Halâ heyacanını atamamışsın.
Barış:
- Muhtar amca gerçekten çok mutluyum, artık benim de bir sürüm olacağına inanmak, evimi yaptırmak hayal gibiydi, bunların gerçekleşeceğine inanmak bana mutluluk verdi, baba sevgisini hiç bilmesem de seni babam gibi sever ve sayarım.

Muhtar arabayı durdurarak Barış’a sarılır ve gözleri dolar, muhtarın erkek çocuğu olmadığından Barışı kendi çocuğu gibi sevmiştir. Şehire inerek Barış’a çorap, kazak, eksikleri olan her şeyi alır, daha sonra da bir lokantaya giderek yemek yerler.

Barış:
- İlk defa ömrümde lokantada yemek yedim gerçekten çok hoşuma gitti.

Yemeklerini yedikten sonra  lokantadan çıkarlar. Muhtar çok otoriter, konuşmaları tane tane olan bir karekteri vardır. Muhtar ve Barış köye dönerler, muhtar Barış’ın cebine bir miktar para koyarak evine bırakır. Barış muhtarın elini öperek çok teşekkür eder. Muhtar, Barış’ı evine bakarak ne kadar kötü durumda olduğuna çok üzülür fakat Barış’ın kendi ayakları üzerinde durarak bunları başarmasını ister. Aradan iki ay zaman geçer  bahar gelmiştir, sürülerin yaylaya gitme zamanı yaklaşmıştır. Barış kendi sürüsü olacağı için mutlu olarak hazırlanmıştır, yaylaya gitmesine üç, dört gün kalmıştır, cuma namazını kılmak için camiye gider,  camide din görevlisinin  sözleri dikkatini çeker.

Din görevlisi:
-Ey cemaat sen tanrı için ne yaptın ki ne istiyorsun kul olarak ?

Barış bu sözleri duyduğunda bir anda düşünmeye başlar, bu söze odaklanmıştır. Namaz bittiğinde herkes caminin yanından ayrıldığında din görevlisinin yanına giderek söylediği sözlerin ne anlamının olduğunu sorar.

Din görevlisi:
- Tanrı o kadar büyüktür ki sonsuz merhameti vardır, yoksullara zor durumda olanlara yardım edelim ki yüce tanrıda bize yardım etsin, biz kulluğumuzu yerine getirirsek tanrı da bizi mükafatlandırır, önce kendimize tanrı için ne yapıyoruz demeliyiz, namaz kılıyormuyuz, fitre, zekat veriyormuyuz, orucumuzu tuttuk mu, kulluğumuzu yaptık mı diye sorgulamalıyız kendimizi.

Barış heyacanla:
- Hocam nasıl iyi bir kul oluruz.

Din görevlisi:
- İyi bir kul olmak için beş vakit namazımızı kılıp, insanlara iyi davranıp, bol bol dua etmeliyiz, biz ne kadar ibadet edersek yüce tanrı da bizi o kadar mükafatlandırır.

Barış:
- Hocam bana okuyabileceğim din kitapları verir misin ?

Din görevlisi, Barış’ın sırtına elini atarak camide bulunan birçok din kitabı verir. Barış dini kitapları alarak evine gider. Barış eve geldiğinde din görevlisinin sözlerini düşünmeye başlar; Ben bir tek cuma ve bayram namazlarını kılıyorum demek ki iyi bir kul olamadım, fakat kimseye de her hangi bir kötülük düşünmedim, benim daha çok dini bilgiye ihtiyacım var, diye düşünür. O gece ve yayla dönemine kadar dini kitapların hiç birine bakmaz sadece daha iyi bir kul nasıl olabilirim diye düşünmeye başlar. Yaylaya gittiğinde aradan bir iki gün geçer ve bütün dini kitapları bir ay içerisinde okur, Barış beş vakit namaz kılmaya başlar ve her gece din kitaplarını okuyarak yatar.

Aradan bir iki ay geçmiştir, koyunların yavrulama dönemleri yaklaşmıştır. Barış bu sürede beş vakit namazı kılarken her vakit namazının peşine de geçmiş vakit namazlarını kaza eder, kaza namazları bittiğinde de iki rekat yüce tanrı için namaz kılar, geceleri sabaha karşı teveccüh namazı  da kılmaya başlar. Barış ibadetini tam olarak ve fazlasıyla yapmaya başlar ve devamlı koyunların bazılarının ikiz doğurmasını ister tanrıdan. Yayla dönemi boyunca kuzular hiç ikiz doğurmaz, Barış koyunların neden ikiz doğum yapmadığına bir anlam veremez, sürüyü çok iyi ot olan yaylalara götürmüştür; "Yüce tanrı böyle buyurdu demek ki" der, ben kulluğumu yeni yapmaya başladım, yıllardır ibadet etmedim, koyunları otlattım, kışın avlandım, boş hayatlar içinde geçirdim, yüce tanrım beni affet bağışla diyerek tanrıdan saatlerce af diler, seni buldum ya tanrım bu bana yeter. Barış içinde olan heyecanı ve bulduğu inancın karşısında hiç bir üzüntü ve keder etmez, sürüyü köye getirdiğinde sürüde ölen hiç bir koyun yoktur, sahiplerine teslim eder. Muhtar, Barış’ın yanına gelerek kucaklar.

Diğer sayfalar:
◄ [1] , [3] ►

PROMETHEUS

GF, mitoloji, Prometheus, Prometheus'un hikayesi, Prometheus'un kurtuluşu, Prometheus ile şeytan ilişkisi, Prometheus'un çamurdan insan yaratışı, Enki ve Prometheus, yunan mitolojisi, din ve mitoloji,
PROMETHEUS
(ATEŞ HIRSIZI, DEVRİMCİ VE ŞEYTAN)


Adı “önceden gören” anlamına gelen Prometheus, titanların soyundan gelir. Hesiodos’a göre, Lapetos’la Klymene’nin; Aiskhylos’a göre ise Prometheus Gaia’nın oğludur. İnsanların yaratıcısı ve onlara ateşi veren kişi olarak tanımlanan Prometheus’un Atlas, Menoitios, Epimetheus adında üç kardeşi vardır.

Titan soyundan gelen Prometheus ve kardeşleri akıl gücü bakımından diğer tanrılardan üstündür ve bu gücü Zeus’a karşı gelmek için kullanırlar. Fakat akıl gücü Zeus’un tekelindedir ve Zeus dünya egemenliğini bu güçle ele geçirmiştir. Bu gücü başkasında görmek, içinde bitmek bilmez bir öfke doğurur. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur. Sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus’u aldatma ve küçük düşürmek için kullanır.
Aiskhylos’a göre Prometheus bir kahindir ve nasıl Gaia Kronos’a devrileceğini haber verdiyse, Prometheus da Zeus’un bir gün tahttan düşeceğini bilir. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus’u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Zamanla dört kardeş de bu üstünlükleri yüzünden Zeus tarafından eşi görülmemiş cezalara çarptırılır. Kardeşlerden ilk ikisi Atlas’la Menoitios, tanrılarla titanlar arasındaki ünlü savaşa katılmış ve Zeus tarafından Atlas gök kubbeyi omuzlarında taşımakla, Menoitos da yerin dibine kapatılmakla cezalandırılmıştır. Zeus, Prometheus’un karaciğerini kartallara yedirerek, Epimetheus’u da ilk kadın Pandora’yı kendisine eş etmekle cezalandıracaktır.

İnsanın Prometheus tarafından maddeden yaratıldığı, daha doğru bir deyimle “yapıldığı” mitosu, geç bir dönemde İÖ 4. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Prometheus suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bedenine biçim verir. Sonra çamurdan yapılmış bu bedene yaşam soluğunu üfler.
Bir başka mitosa göre Prometheus, ilk insanın yalnızca yapıcısıdır, onu yalnızca biçimleyen kişidir. İlk insana hayatı, ruhu Athena vermiştir.

İlk kaynaklardan beri Prometheus insanların dostu olarak  anılmaktadır. Hesiodos şöyle bir olay anlatır ;

"Ölümsüz tanrılarla ölümlü insanların
Mekone’de çatıştığı zamanlardı o zamanlar,
O günlerden bir gün, Prometheus yaranmak için
Koca bir öküzü ikiye böldü getirdi sofraya:
Zeus’u aldatmak istiyordu aslında;
Öküzün yarısı yağlı etler ve barsaklardı
Karın derisi altında saklı,
Öbür yarısı yalın kemiklerdi sadece
Ak yağlar altında kurnazca saklanmış …
Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası
Ey İapetosoğlu, soyluların soylusu, dedi ona,
Hiç de haklı bir paylaştırma değil bu dostum.
Böyle alaylı alaylı konuştu engin akıllı Zeus,
Sinsi düşünceli Prometheus hafifçe gülümseyip
Kurnazlığını saklamaya çalıştı ve dedi:
Ulular ulusu Zeus, ölmez tanrıların en şanslısı,
Göğsündeki yürek hangi payı istiyorsa onu al. "


Zeus “öküzün ak yağlarını” kaldırıp kemikleri görünce yüreğini bir öfke sarmıştır. Tanrılar tanrısı aslında Prometheus’un kurnazlığını anlamış, ama   önleyememiştir. “Bilmişlerin en bilmişi” dediği Iapetosoğlu’nun bu yaptığını cezasız bırakmaz. Ölümlülerin elinden ateşi alır. Ama  Prometheus bir kez daha aldatır tanrılar tanrısı Zeus’u.
Bir bahane ile Zeus'un gönlünü almayı başaran Prometheus , Tanrılara gelecekten haber verme bahanesi ile Olympos'a çıkar ve güneşin alev alev yanan ışığından bir parça çalarak bir rezene kabı içinde saklayarak geri döner , böylece ateşi yeniden insanlara verir ..
Başka bir anlatıya göre ise Prometheus , ateşi Zeus'un oğlu demirci Tanrı Hephaistos'un kaynak ocağından alır .
Her iki anlatıya göre de Prometheus ateşi Olympos Tanrılarından çalıp insanlığa armağan etmiştir .
Aiskhylos “ateşi çalmakla” ilgili miti yeniden kurgulayarak farklı bir boyut kazandırır ve ona simgesel bir anlam yükler. Prometheus, mitolojideki gibi yalnızca ateşi çalıp onu başkalarına ulaştıran bir hırsız değildir. O aynı zamanda insanlığın eğiticisidir. Prometheus insanlara ateşi vermiş, böylece insanoğlu da bu dehayı kullanarak kendi büyüklüğünün ve gücünün sınırsızlığını kanıtlamıştır.

Prometheus, öteki kardeşleri gibi tanrıların düzenine karşı çıkmış, ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanları yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Bu yüzden de Zeus, Demirci Tanrı Hepaistos’a, onu yer yüzünün diğer ucunda bulunan Kafkas Dağı’nda bir kayaya çırılçıplak bir şekilde zincirleme emri verir.
Ardından tanrılarca görevlendirilen bir kartal, Prometheus’un sürekli olarak her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirir. Bu olaylardan sonra Prometheus,  “Prometheus Desmotes (Zincire Vurulmuş Prometheus)” adıyla anılmıştır.

Prometheus’tan sonra Zeus, insanları da cezalandırmak için kadını yaratır ve tanrıça görünümlü o güzel bedeni topraktan su ile yoğurmasını ve çekici kılmasını Hephaistos’a buyurur. Athena bedeni uyumlu olarak süsler, Afrodit yüzüne zarafet ve dayanılmaz arzu serper, ulak Hermes ise ona şeytani bir zeka ve kandırma yetisi üfler. Ayrıca konuşma yetisi de verir.

Hermes ona Pandora (bütün tanrılardan armağan) adını verir. Pandora’ya kapalı bir küp emanet ederek onu Epimetheus’a götürür. Kardeşi Prometheus, Zeus’tan hiçbir armağan almaması konusunda Epimetheus’u boşuna uyarmıştır. Epimetheus, Pandora’nın çekiciliğine karşı koyamaz ve Pandora’yı eş olarak kabul eder.
Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kendisine düğün hediyesi olarak verilen küpü açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda küpü kapatır maalesef küpün içinde kalan tek şey ise “umut”tur.

Prometheus’un kurtuluşu ise şu şekilde olur ;  Zeus’un geleceği ile ilgili bir gizi yalnızca  Prometheus biliyordu. Zeus’un birlikte olacağı bir kadından doğacak bir çocuk babasının krallığına son verecekti. Bu kadının kim olduğunu öğrenip onu bekleyen tehlikeyi savuşturmak için zincire vurulan Prometheus’u salıvermek zorunda kalır ve onun zincirlerini çözer  Prometheus’un karaciğerini kemiren kartalı öldürsün diye de Herkales’i yollar.
Promethes, onu Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu tanrısal işkenceden kurtaran Herakles’e, “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yok” der, böylelikle de insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur. Yeniden tanrılar katına kabul edilen Prometheus gizi açıklar. Zeus, Nereus’un kızı Thetis’e gönül vermiştir. Thetis’in doğuracağı çocuk babasından daha güçlü olacaktır. Zeus, Thetis ile birleştiği taktirde krallığı son bulacaktır. Tanrılar kendilerini korumak için Thetis’in bir ölümlüyle evlenmesini sağlarlar. Bunun sonucunda, Thetis’in oğlu, yaralanmaz ama ölümlü savaşçı Akhilleus olacaktır.

Prometheus'un hikayesine baktığımızda, Tanrı karşıtı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  Baş Tanrı ya karşı gelir. Ateşi çalıp insanlara verir,  ışık getirir. Yani aslında Şeytantır !
Böylece en önemli Tanrısal güçlerden birini insana vermiş olur yani ateşi !
Bu şu demektir; yapıcı ve yakıcı  bilgi !! Zeus'un yıldırımına bağlı kalmadan yakılmış ateşi sürdürmek için uğraşmadan ateş yakmak.
Bir başka deyişle Tanrı olmak. Zira ateş kullanılarak çömlek yapılır, silah elde edilir. Prometheus insanı çamurdan çömlekçi çarkında yaratır. Gerçek Tanrı odur.
Onun Sümerde ki karşılığı Enki'dir.
Yerin efendisi ve suların tanrısı.
İnsanı yaratan ve tufan dahil baş Tanrı’nın gazabından koruyan odur.  Ayrıca Enki kurnaz olarak sıfatlandırılır. Aynı şekilde Prometheus da önceden düşünendir.
Bu fikirsel bazda da bir başka paralellik arzeder.  Ölüm / ölümsüzlük / elma / bilgi testinde insan dişisine elmayı tercih etmesini yoksa öldürülecekkerini ,  ölümsüzlüğün hayal olduğunu söyleyen Enki'dir. Bu Havva’ya  elmayı yediren  şeytan ile aynıdır.
Tanrı bilgi ağacının meyvesini yasak etmiştir. İnsanı cahil bırakır.
Oysa şeytan ve Enki insanı bilgi ile donatır. Prometheus da ateşin bilgisini insana verir.
Seks ve bilginin çoğalması ile meyve olan çocuk ve bilgi bir tutulmuştur.
Venüs,  İştar, Lilith ile Samael kuzey yıldızı ile birdir.
Her halükarda Adem'i erkek üstünlüğünü reddeden ana tanrıçalar onlardır. Ancak Enki ve Prometheus farklıdır, onlar insanı yaratan Tanrı’lar olarak hep insanı korur. Bilgi ile aydınlatır, ışık getirir. Bu sebeple baş Tanrı ile savaşırlar.
Şeytana bu dünyanın Kralı denir.
Bu tamamen Enki ile özdeşleşir.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

ENDONEZYA'DAKİ DEV HEYKELLER

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Endonezya'daki Dev Taş Heykeller Dünya Dışı Astronotların Tasvirleri Mi?

Lore Lindu Ulusal Parkı insan biçiminde tasvirleri olan 400'den fazla megalitik heykel içermektedir ve bunlardan bazılarının ağırlığı 10 tona yakındır.

Bada Vadisi, Lore Lindu Ulusal Parkı içinde, Endonezya'nın Sulawesi adasında yer almaktadır.
Buradaki yüzlerce heykelin 14. yüzyıla kadar uzandığına inanılıyor ve yerel Badaik dilinde vatu (“taş”) ve Endonezya dilinde arca (“heykel”) olarak adlandırılıyorlar.
Bu dev heykellerin ve onları yapanların amacı tam olarak bilinmemektedir.

Bu megalitler 14. yüzyıldan beri yerel olarak belgelenmiş olmalarına rağmen, 1908 yılında batılı arkeologlar tarafından ancak keşfedilebilmiştir.

Amaçları bilinmeyen ve tarihleri 1000 ila 5.000 arasında değişen düzinelerce heykel vardır. Bu ise Paskalya Adası'nın ilk Moai heykelinden en az 500 yıl daha yaşlı olabilecekleri anlamına gelir.

Bazı araştırmacılar, Laos ile Kamboçya'daki megalit örneklerinin ve Endonezya'daki parçaların farklı  heykel kültürüyle ilişkili olduklarına inanmaktadır. Ancak, Bada Vadisi heykelleri, morfolojileri (şekil bilimi) nedeniyle Güneydoğu Asya'nın tümüne göre benzersizdir.

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Yerel efsaneler onları ataların kültüyle ilişkilendirir, ama aynı zamanda çok eski zamanlardaki kurban edicilerle, yağmacılar ve suçlulara dair efsaneler ile de ilişkilendirir.

Örneğin: "Tokala’ea" adında birinin taşa dönüşmüş bir tecavüzcü olduğu söylenir; Kayadaki derin kesikler ise bıçaklardan gelen izleri gösterir.
Tadulako adında bir başka heykel ise efsaneye göre bir zamanlar güvenilir bir köy korucusunun pirinç çaldığı için taşa dönüştüğünü, ihanet ettiği köylülere çevrilerek vadi boyunca onlara bakmaya bırakıldığını anlatmaktadır.

Hala günümüzde bazı yerliler taşların doğaüstü güçlere sahip olduklarına, kendi başlarına hareket edebildiklerine inanmaktalar. Kimileri ise onların binlerce yıl önce cennetten gelen insan atalarına dair izler olarak görmekteler. Tabi ki bu görüşün bir dayanağı, ikna edici delilleri yoktur.

Arkeologlar, kadınlardaki uzun saçlar gibi, tüm heykellerin genital organlar ve yüz özelliklerinin temsiliyle farklılaştırılmış olduklarını görerek onları erkek ve dişi heykeller olarak tanımlamışlardır.

Diğer ufak heykellerde ise basit çizgilerle kaş, yanak ve çene bölümleri gösterilen yüzler vardır. Dev heykel figürlerinin çoğu yalnızdır, az sayıda heykelin gruplar halinde olduğu görülür. Bazı heykeller 4 buçuk metre boyundadır ve birçok araştırmacıda ciddi merak uyandırmışlardır.

Bazı heykellerin ise hayvanları temsil ettiği görülmektedir. İnsanları temsil edenlerin iri gözleri ve uzun, düz bedenleri ve devasa kafaları vardır. Heykellerin çoğu düşmüş veya nehirlerin kıyısında ya da tarlanın ortasında yarı gömülü şekilde kalmıştır.

Bada Vadisi Kalambas adı verilen, tek bir taş bloktan oyulmuş dairesel blokları ile iyi bilinmektedir.
Çeşitli şekil ve boylardaki bu yapılar tüm vadi boyunca bulunabilirler.

Arkeologlar, bir Kalambas'ın merkezi kısmının dairesel bir deliğe sahip olduğunu, diğerlerinin ise ortada bir bölümde iki adet dairesel delik bulunduğunu görmüşlerdir. Kalambasların gerçek kullanım nedeni bir sır olarak kalmasına rağmen, bazıları bu devasa kapların soylular ya da krallar için küvet olarak kullanıldığını söylüyor.

Bazı yazarlar ise bu devasa dairesel çömleklerin bir zamanlar tabut olarak ya da suyun depolanması için bir araç olarak kullanıldığını belirtmektedir. Arkeologlar, Kalambasların bir zamanlar etraflarında iri taş kapaklar bulunduğunu bu yüzden banyo olarak kullanılmadıklarını belirtmektedirler. Yani büyük ölçekli devasa taş heykeller olan Kalambasların gerçek amaçları arkeologların çözemediği derin bir gizem olmaya devam etmekte.

Çeviren & Yazan: A.Kara

KUTSAL KİTAPLARDAKİ AYETLER NASIL OLUŞTU?

din, islamiyet, MT, Mezopotamya ve dinler,Mezopotamya'nın kutsal kitaplara yansıması,Mezopotamya ve cennet,Mezopotamya genel evleri,Arap tüccarların Mezopotamya ziyaretleri,Kur'an ayetleri ve Mezopotamya
Kutsal kitapların bazı ayetlerinin nasıl oluştuğuna bir bakalım. Biraz ayıp olsada bildiğim gerçeği yansıtmaya çalışıyorum.

M.Ö Elçilerin ve ticaret kervanlarının buluştuğu ve yaşadığı tecrübelerin merkezi, medeniyetin beşiğinde (Mezopotamya) yaşanmakta olanları görüp, bunları kendisi yaşayıp kendi toplumuna anlattığı önemli bilgilerdir ayetler.

Bu yazımda Kuran'ı Kerim yazılışı üzerinde duracağım.
Ne demek istediğim anlaşılması açısından bir kaç örnek vermem gerekebilir.

Elçin'in ticari kimliği önemli olduğu içindir ki her ticari seferinde ülkesine döndüğü zaman Mezopotamya'da görüp yaşadıklarını çevresindeki insanlara anlatır. Hele birde bu elçi 25 yaşlarında bir gençse, asma üzüm bahçeli edeni -Latince cennet- şarabın bol bol ırmak gibi aktığı nehirleri, 72 huriyi, kenevir otu gibi şeyleri mutlaka tadacak ve anlatacaktır. Neyse daha fazla ayıba kaçmasın yoksa beni taşlarsınız.

Bu nasıl olur? Çok normal, çünkü uzaklarda nelerin olduğunu ancak gidip görenler bilir.
Çok değil 30 yıl önce Almanya'dan gelen akrabaların taşıdığı haberler ve başka medeniyete dair bilgiler, anlatım biçimleri ve sonrasında kameranın, şimdi ise internetin çıkışı ile herşey (görüp-yaşadıklarını anlatmak) daha kolay tabiiki.

Arap ticaretçilerin kumaş, hurma, parfüm, incir karşılığında yağ, şarap, bilim, felsefeye dair bilgilere kavuştukları bilinir. Aynı zamanda bu kişiler (Elçi, kervancı, ve şairler) gördüklerini çevrelerine anlatırlardı, bunun içindir ki çok geniş katılımlı ortamlar oluşurdu. O tarihlerde Mezopotamya'ya ayak basan ve geri gelen her insan çok çok önemliydi (bu insan Kureyşli'de olabilir) söyleyecekleri ayet kadar değerli ki zaten bugünkü ayetler detaylı incelenirse durum anlaşılır. En azından ben öyle düşünüyorum.

Müzik,dans ve şarap eşliğinde kurulan köy sofrasında (taverna) etrafındaki insanlara görüp yaşadıkları veya duyduklarını anlatır elçi-ve ticaretçiler. Şair geleneğinde önemli olan Arap ileri gelenleri bu elçilerin söylediklerini tanrıçanın (Allah'ın) sözleri olarak yazarlar.

Elçin'in her seferinden sonra anlattıklarını yazan kalemler bunu daha sonra bir kitaba dönüştürür ve yaşamakta olan  medeniyeti sürekli güncel tutarlar ta ki M.S. 8.yüzyıla kadar.

Ve bu kitabın yazarı elbette bir tanrıçadır, işte buda Müslümanların dediği Allah'tır.
Ama nasıl olur ?
Şimdi anlaşılır bir dilden gideceğim.

Meraklı  bir şekilde medeniyetten gelecek olan mesajları önce sözlü alan ve daha sonra bunu yazılı hale dönüştüren toplum öncüleri (şair,yazar) hazırladıkları bu kitabı müthiş bir yöntem ve sanat  kullanarak sayfalarındaki yazının altında bulunan resmin (sembol) de yardımıyla kopyasını imkansız kılarlar. Böylece buda toplumun ihtiyacı olan medeni ve kültürel arşivde yerini alır.

Dikkat ederseniz dinler ne zaman hükmetmeye başladı ise gerçek kitapların hepsini yakıp yok etmişlerdir. Bakalım, bu kadar iddialı olmak nasıl olur? Bunu nasıl anlatacağımı merak edenlerin eğer önceki yazılarımı takip etme şansları olduysa anlaşılması daha rahat olacaktır.

Kuran'ı Kerim genelde zeytin, incir (şarap-üzüm) hurma deve falan bahseder. Fakat şunu da söylemeden geçmeyeceğim, kurandaki ayetler doğru çevrilmiyor ve anlamları gerçeğe zıt olarak ifade ediliyor. Özellikle belirtmeliyim ki Kuran'daki Tanrının bir kadın olması bütün her şeyi biraz daha gün yüzüne çıkarır.


Müminun süresi 20.ayet Toros eteklerinde bulunan zeytin ağacı ve mamullerini konu alır.
Cennet, şarap ve seks ayetleri ise Tanrıçanın toplumun huzuru ve bekası için kurduğu genel ev kurallarıdır. Ne alaka? diyorsanız şöyle:

Bugün cinsellik tüm Arap dünyasında ve ülkemizde zina adı altında yasak (haram), cezalarla baskı altında ve insan haklarını ihlal eden olaylar yaşanıyor. İnsanın en doğal hakkı olan seks ve şarap (alkol) elinden alınıyor (Kimseye gidin alkolik olun veya seks alemlerine akın demiyorum. Fakat kesinlikle iki yetişkin arasındaki ilişki veya içeceğim alkol sakallı bir imamın onayından geçmek zorunda değildir.)

Ve cennet diye tabir edilen ruhani dünya, aslında hiç alakası olmayan hayali bir yerde mükafat olarak lanse edilen, fakat zorba, vahşi, egoist, ve uyanık erkek Tanrının isteklerini yerine getirme şartı ile belirlenen durumdur. (Kulluk-kölelik gereksizdir.) Bu ise sadece zorba bir erkeğin kafasındaki ahlaksız teorilerden ibarettir.

Dikkat edersek dindeki cins üstünlüğü (maskilist) en çok bu ahmakça erkek egemen sistemin altındaki toplumlarda oluşur. Bu da beraberinde taciz, tecavüz, recm, intihar, ahlak bozukluğu, kadına baskı, ve köleliği getirir. Buna feodalizm denir.

Toplumun en hassas olduğu ve özellikle baskı altında tutulmaya çalışılan seks, alkol ve o bazı ürünler yasak olduğu sürece doğal olarak insanda (hissi olan) en vahşi halini alır. Nasıl mı?

Bakın, örneğin İmamın bir tanesi bu baskılardan dolayı kendi kız kardeşine tecavüz etti, Ensar vakfı gibiler vahşileşip kız ve erkek savunmasız çocuklara tecavüz etti, Özgecan olayı zaten vahşet, ülkedeki kadın ölümleri yüzünden ağlamak istiyorum. Ve bu olaylar tüm bunlara göz yuman ahlaksız  zihniyet, yanlış anlatılmış ve anlaşılmış din sayesinde gerçekleşti. Peki gerçek dine gerek var mı?

Birde tanrıçalar döneminde yaşananlara bakalım.
Tanrıçalar ise çok güzel yöntemlerle ticaretçi, bekar, eşinden uzak, yaşlı, ve önemli elçilerin seks ihtiyacını karşılamak için veya vahşi, tecavüzcü, köleci, saldırgan, geri-zekalı erkekten toplumu korumanın önlemini almak için cinselliğin felsefesini özgürce ve kutsallıkla benimsemiş (dönemin genel evlerindeki kendini tanrıya adayan rahibelerin tanrı için, kutsal dedikleri seks eylemlerini gerçekleştirmesi) yazmış ve önlemini almıştır.

Nedir bu önlem ve bilgi?
Tanrıçalar tarihte Sümerler'den (M.Ö 4000) Fenikelilere ve günümüze kadar süregelmiştir.
Arap yarım adasına Astarte'nin dönemindeki bilgiler taşınmıştır.

Gönüllü olarak tanrıçanın hizmetinde çalışan 72 milletten rahibeler özel evlerde erkeklerin cenneti yaşamasına yardımcı olur, içinde şarabın sınırsız olduğu, kenevir otu vs. (kutsal kitaplardaki) ürünlerle beraber ücret karşılığında ayinlere tabii olurlardı.

Filo-Sufi Ömer Hayyam hazretleri derki:
Irmaklarından şaraplar akar cenneti ala meyhanemidir?
72 huri diyorsun cenneti ala kerhane midir?

Nisa suresinin 34. ayetinden şimdilik bahsedemem size çok ayıp gelecektir.
Neyse gördüklerinden dolayı başı dönen kervancı sonrasında bu unutulması imkansız hatta anlatırken heyecan dolu anları çevresine anlatırdı.

Tanrıça (Allah) aynı zamanda bu elçiler vasıtasıyla bu mesajı kendi toplumlarına da bildirmelerini özellikle belirtmiştir (onlara yaşatarak). Elçin'in bu kutsal mesajı kendi toplumuna nasıl heyecanla anlattığını eminim sizler de tahmin ediyorsunuz..
Eğer okursanız Sümerolog Sayın M. İlmiye Çığ anlatmak istediklerime biraz yardımcı olacaktır.

Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

ŞEYTANIN SUÇU YOK

A,din,şeytan,Şeytanın suçu yok,Şeytanın ardına sığınan,Şeytanı bahane etmek,Şeytan uydurması,Kötülüğe kılıf bulmak,Şeytana uydum geyiği
Aaah aah şu insanoğlu... Nasıl bişey olduk biz, tasvir etmeye kalksam bünyem kaldırmaz kusarım klavyeme; Kösele ayakkabı giyip yürürken tezeğe basmaktan bile daha iğrenç. Her türlü düzenbazlığı yapan, her haltı yiyen, adına insan denen, çakma varlıklarla doldu etrafımız. Ellerinde de mükemmel bi koz var, kumar masasındaki Joker adeta, inanılmaz bir koz...


Birine, hatta engelli birine tecavüz eder, şerefsizlik bu ya, "psikolojim bozuk, yada abazanlıktan deveyi bile yılın en seksi kadını seçecek haldeyim, rüyalarımda sağa sola sallanan toplar, asfalt makinesiyle yeri kıran kadınlar, birbirini kırbaçlayan Rihanna'lar görüyorum" demez. İçindeki öküzü bastıramayıp tecavüz eder, birinin hayatını karartır, sonra elindeki kozu atar ortaya: "Şeytana uydum!"

Din adı altında yardım derneği için para topluyoruz der, kermes kurar, insanlara hayır adı altında her şeyi satarlar, toplanan parayla hayatında para kazanmak nedir bilmeyen karısına landrover cip alırlar, sorsan paranın ön yüzünde ne var, asgari ücret ne kadar hiç bilmezler. Yardım adı altında toplanan paralarla sırayla birbirlerine cip, villa falan alırlar. Yakalandıkları zamanda (çoğu zaman yakalanmazlar) yine "şeytana uyduk" derler.

Adam öldürür, yada eşlerini döverler. Sanki şeytan gelip kafalarına silah dayamış "gebert şu kadını" demiş gibi triplere girer, birden dünyanın en üzgün insanının surat ifadesini takınırlar. Sorunlu insanın sorunu olduğunu görmesinin önüne konmuş en büyük engeldir şu şeytana uydum olayı. "Kişiliksizim, psikopatım yada beynim d-tüme kaçmış" demezsin, "şeytana uydum" der, b-ku şeytana atarak kendi sorumluluğundan yırtmaya çalışırsın.

Gider hırsızlık yapar, zaten açlık sınırında yaşayan, sabah kahvaltısında kapı kulu, akşam yemeğinde masayı kemiren halkın hayat mücadelesi yetmezmiş gibi, bide hırsızlığın götürüleriyle uğraştırırsın. Çalışmadan kazanmanın, totoşluğun yolunu bulmuş, yaptığı soygunlardan beleş para kazanmanın dibine vurmuştur, yakalandığı zaman "şeytana uydum" diyerek sıyrılmaya çalışır ve çoğunlukla "şeytana uydum" demeyi unutanlardan daha az ceza alır...

Ne çakalsınız nan siz varyaaa, bu yaptıklarınızla var olmayan şeytanı kendinizde var ediyorsunuz, eğer şeytan var olsaydı sizi görse o bile şaşar kalır "nan bu insanlar ne kadar acımasız" veya "bana gerek yokmuş ki, beni geri al" diyebilir. Bence asıl şeytan sizlersiniz be totoşlar, altından kalkamadığınız, açığa çıkan her bi haltınızdan sonra olup olmadığı bile belli olmayan şeytana iftira atarak kurtulmaya çalışır, birilerinin hayatını karartır, insana istemeden konulu videolarda başrol oynatırsınız...


Yazan: A.Kara

SİHİZM'E KISA BİR BAKIŞ

Düzenleyen & Çeviren: A.Kara
Sihizm, Sihizm nedir?, Sihizm'e kısa bir bakış,Sihizm hakkında bilgiler,Gurular,A,din,Sih inançları,Hindistan dinleri,Pencap dinleri,Guru Granth Sahib,Sihizm inanışları

Dünyada 20 milyon Sih var ve en yoğun oldukları yer Hindistan'ın Pencap bölgesidir. 2001 yılında yapılan nüfus sayımında İngiltere'de 336.000 Sih yaşadığı belirtilmiştir.

Sihizm 16. yüzyılda şimdiki Hindistan ve Pakistan olan Pencap bölgesinde kuruldu. Guru Nanak tarafından kurulmuş ve onun öğretilerini ve onu takip eden 9 Sih gurusunun öğretilerini temel almıştır.

Tek tanrılı bir din olan Sihizm'de en önemli şey, bireyin içsel inanç durumudur. Sihizm sadece ritüeller yerine iyi eylemler yapmanın önemini vurgular.

Sihler iyi bir yaşam sürmenin yolunun şöyle olduğuna inanır:
  • Tanrı'yı her zaman kalbinde ve aklında tut,
  • Dürüstçe yaşa ve sıkı çalış,
  • Herkese eşit davran,
  • Cömert ol,
  • Başkalarına hizmet et.
  • Sih ibadet yerine Gurdvara denir.
  • Sihlerin kutsal kitabı Guru Granth Sahib'dir.
Onuncu Sih Guru, ölümünden sonra Sihlerin manevi rehberinin o kitapta yer alan öğretiler olacağını, böylece Guru Granth Sahib'in şimdi bir Guru'nun statüsüne sahip olduğunu ve Sihlerin ona insan Guru'larına vereceği saygıyı göstereceğini açıkladı.

Sih inancına girmiş olan kadın ve erkek topluluğu Khalsa'dır. Khalsa, 1999 yılında 300. yıldönümünü kutlamıştır.

Guru Gobind Singh, Sihlerin Guru Granth Sahib'de cevap bulamadıkları yerlerde, kutsal kitaplarının ilkelerine dayanarak bir topluluk olarak sorunları belirlemeleri gerektiğine karar verdi.

Kaynak: BBC

BUDİZM VE DÖRT ASİL GERÇEK

Hazırlayan: A.Kara
budizm, A, din, 4 asil gerçek, Budizm ve 4 asil gerçek, Budizm 8 aşamalı yol, Acıyı bırakma yolu, Acının durması, Nirvana, Nirvana nedir?, Acı çekmenin gerçekliği, Budizm öğretisi,

Buda, 2500 yıl önce "Ben acı çekmeyi, kökenini bırakmayı ve yolu öğretiyorum. Bütün öğrettiğim budur" demiştir.

Dört Asil Gerçek, Buda'nın öğretilerinin özünü içerir. Budistlere göre Buda'nın bodhi ağacın altında yaptığı meditasyon sırasında anlayabildiği bu dört ilke vardı.
  1. Acının gerçekliği (Dukkha)
  2. Acının kaynağı gerçek (Samudāya)
  3. Acının sona ermesi gerçeği (Nirodha)
  4. Acının kesilmesine giden yolun gerçekliği (Magga)
Buda genellikle bir doktorla karşılaştırılır. İlk iki gerçekte, problemi teşhis edip (acıyı) nedenini belirlemiştir. Üçüncü yüce gerçek ise bunların bir çaresi olduğunun farkına varılmasıdır.
4. yol olan Asıl Hakikat ise acıdan kurtuluşa ulaşmanın yoluna giden reçetedir.

İLK ASİL GERÇEK
Acı Çekmek (Dukkha)
Acı birçok formda gelir. Üç açık acı türü Buda'nın sarayının dışındaki ilk yolculuğunda gördüğü ilk üç mekana tekabül eder: yaşlılık, hastalık ve ölüm.

Ama Buda'ya göre, acı sorunu çok daha derine inmektedir. Hayat ideal değildir çünkü çoğunlukla insanların beklentilerini karşılayamaz.

İnsan arzular ve isteklere tabidir, ama bu arzuları tatmin edebilmekle birlikte, tatmin sadece geçicidir. Zevk uzun sürmez ya da sürekli elde ederse monoton hale gelir.

Hastalık ya da yaşlanma gibi dışsal nedenlerden yoksun olduğumuzda bile, tatminsizizdir. Bu ise acı çekmenin gerçekliğidir.

Bu öğretiyle karşılaşan bazı insanlar bunu kötümser bulabilirler. Budistler bunu iyimser veya kötümser değil gerçekçi buluyorlar. Buda'nın öğretileri acı çekmeye son vermez; daha ziyade, bu konuda neler yapılabileceğini ve nasıl sonlandırılabileceğini anlatır.

İKİNCİ ASİL GERÇEK
Acının Kökeni (Samudāya)
Günlük problemlerimiz kolaylıkla tanımlanabilir nedenlere sahip olabilir: Susuzluk, yaralanmadan kaynaklanan acı, sevilen birinin kaybından doğan üzüntü gibi. Asıl hakikatlerinin ikincisindeyse, Buddha tüm ıstırapların sebebini bulmuş olduğunu iddia etti ve bu bizim endişelerimizden çok daha derine kök salmış bir şeydi.

Buda, tüm ıstırabın kökünün istemek yani tanhā olduğunu söyledi. Bu 3 farklı şekilde gelirdi:
Kötülüğün 3 kökü, 3 ateş veya 3 zehir.

Kötülüğün üç kökü
Bunlar acı çekmenin üç temel nedenidir:
  1. Horoz, aç gözlülük ve hırsı,
  2. Domuz, cehalet ve vesveseyi,
  3. Yılan, nefret ve yıkıcı dürtüleri sembolize ederdi.
Dil ile ilgili not: Tanhā, budist kutsal metinlerinin dili olan Pali'den bir terimdir. Budistler, aydınlanma ve başkaları için iyi dilekler arzusu gibi olumlu arzuların olabileceğini kabul ederler. Bu tür arzular için tarafsız terim ise Chanda'dır.

ÜÇÜNCÜ ASİL GERÇEK
Acının Durması (Nirodha)
Buda, arzunun söndürülmesinin, acı çekmeye yol açan şeyin, kendini bağlanmadan kurtarmak olduğunu öğretti.
Buda'nın insan hayatında bunun mümkün olduğuna dair canlı bir örnek olduğu düşünülmektedir.

Nirvana (Mutluluk-Söndürme)
Nirvana söndürmek demektir. Nirvanaya ulaşan kişinin aydınlanması açgözlülük, kuruntuve nefretin üç ateşini söndürdüğü anlamına gelir.

Nirvana'ya ulaşan biri zannedildiği gibi göksel bir alemde kaybolmaz. Nirvana, insanların ulaşabileceği bir akıl durumu olarak daha iyi anlaşılmaktadır. Olumsuz duygular ve korkular olmadan derin bir ruhsal sevinç halidir. Budistlere göre aydınlanmaya erişen biri, tüm canlılar için şefkatle dolmuştur.

Ölümden sonra aydınlanmış bir insan yeniden doğuş döngüsünden kurtulur, ancak Budizm bundan sonra ne olacağı konusunda kesin bir cevap vermez.

Buda, takipçilerinin nirvana hakkında çok fazla soru sormasını engellemiştir. Onlardan acıdan kurtulmak için ellerinden geleni yapmaya konsantre olmalarını istedi. Soru sormak, hayatını kurtarmaya çalışan doktorla kelime oyunu yapmak gibidir.

DÖRDÜNCÜ ASİL GERÇEK
Acıyı bırakma yolu (Magga)
Son Asil Gerçek, Buda'nın acıların sona ermesi için verdiği reçetedir. Bu sekiz katlı yol olarak adlandırılan bir dizi ilkedir. Buda'nın aydınlanma arayışında bulduğu zevk ve şiddetli çileciliği önler.

(Dharma çarkı, sekiz aşamalı yolu sembolize etmektedir.)

SEKİZ AŞAMALI YOL
Sekiz aşama, sırayla alınmamakta, aksine birbirlerini desteklemek ve güçlendirmektir.

1) Doğru Anlama - Sammā ditthi
Budist öğretileri kabul etmek. (Buda öğretilerini takipçilerine asla körü körüne inandırmak istemedi, takipçileri bunları uygulayıp kendilerini sorguya çekip doğruluklarına kendileri karar verdiler.)

2) Doğru Niyet - Sammā san̄kappa
Doğru tutumları geliştirmeye yönelik bir taahhüt.

3) Doğru Konuşma - Sammā vācā
Dürüst bir şekilde konuşmak, iftiradan, dedikodudan ve küfürlü konuşmadan kaçınmak.

4) Doğru Eylem - Sammā kammanta
Barışçıl ve uyumlu davranmak; çalmaktan, öldürmekten ve duyusal zevkte aşırı müsamahadan kaçınmak.

5) Doğru Geçim - Sammā ājīva
İnsanları istismar etmek ya da hayvanları öldürmek, sarhoş edici ya da silah ticareti yapmak gibi insanlığa zarar veren şekilde yaşamaktan kaçınmak.

6) Doğru Çaba - Sammā vāyāma
Zihnin olumlu hallerini geliştirmek; kendini kötü, zararlı ve sağlıksız durumdan kurtarmak ve gelecekte ortaya çıkmasını önlemek.

7) Doğru Farkındalık - Sammā sati
Beden, duyular, duygular ve zihin durumları hakkında farkındalık geliştirmek.

8) Doğru Konsantrasyon - Sammā samādhi
Farkındalık için gerekli olan zihinsel odağı geliştirmek.

Sekiz aşama, Bilgelik (doğru anlayış ve niyet), Etik Davranış (doğru konuşma, eylem ve geçim) ve Meditasyon (doğru çaba, dikkat ve konsantrasyon) olarak gruplandırılabilir.

Buda, sekiz aşamalı yolu nehri geçmek için kullanılan bir sal gibi aydınlanmanın bir aracı olarak tanımladı. Biri karşı kıyıya ulaştığında, artık sala ihtiyaç duymayacak ve onu geride bırakacaktır.

DÜZ DÜNYANIN EVRİMİ

DP,din, islamiyet, Düz dünya,Dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünya,Dünya ile ilgili tesfirler,Ankebut 20,Enbiya 30,Casiye 4,Nuh 14,Bakara 164,Kur'anda dünya
Günümüz eğitim sisteminde Liselerde Dil ve Anlatım adlı bir ders vardır. İletişim, kültür, dil yapısı ve tarihi, kelime, cümle ve benzeri birçok bilgi bu derste gelecek kuşaklarımıza aktarılır. Gençlerimizin özellikle okuduğunu doğru anlamaları ve doğru yorumlamaları, ayrıca doğru kelime ve cümle kurulumu sağlamaları istenir.

Okuduğunu doğru anlama ve doğru yorumlama kavramlarının bu noktada altı çizilmesi gereklidir. Maalesef günümüzde en sık rastladığımız sorun yanlış anlama ve yanlış yorumlama.

Peki, neden ortak anlam ve yorum üretemiyoruz? Cevaplar çok basit. Dilimize hâkim değiliz. Anlamak istediklerimiz için ise ön yargı, din, bireysel fikirler gibi faktörler devreye giriyor. Davranış Bilimciler ve Gelişim Uzmanlarına göre birçok faktör var. Ben sadece birkaçına yer vereceğim. Bu bile yeterli olacaktır.

Ortak bir veriyi okuyoruz ancak farklı anlamlar yüklüyoruz. Neden? Dil ve Anlatım eksikliğinden olabilir mi? Açıkçası öncül inançlar bunu yönlendiriyor. İnançlarımız ve bireysel ihtiyaçlarımız algılarımızı, görgülerimizi, döngümüzü, düşüncelerimizi, kısacası her şeyimizi biçimlendiriyor. Bu konu sadece bizim dilimiz için değil. Tüm dillerde ortak sorun. Neden? Çünkü temel düzeyde iki kişi arasındaki iletişimde dahi bu faktörler devrede. Karşınızdaki kişiden çıkan kelimeler veya düşünceler sizin “imbiğinizde” damıtılırken farklı anlamlar kazanıyorlar. Kabul ediyorum biraz karmaşık oldu. Hadi örnekleyelim:

Önümüze bir bilgi sunuluyor. Bu bilgiyi kabul edip etmemek size bağlı. Mesela dünyanın düz veya yuvarlak olması. İstendiği kadar kanıt verilsin ve ortaya konulsun önemli değil. Eğer söz konusu bilgi sizin önyargı ve dininiz ile çelişiyorsa reddedersiniz. Hatta bu bilgiyi reddeden alternatif teorisyenleri takip edip onlardan yararlanırsınız.  Sizin için dünya düzdür. Ne kadar kanıt olursa olsun. Siz karşı reddiyeler düzersiniz. İnandığınız kitap ve inanç ile çeliştiği için “Bizi yolumuzdan saptırmak isteyenler için uydurulmuş şeytan işi düşünceler!” der sıyrılırsınız. Neticede inanmak istemediğiniz için sizi yargılayan ve tu kaka ilan eden kimse ya da bir organizasyon yok. Bu ilk kademe savunma mekanizmasıdır.

Diyelim ki bu bilgi önünüze öylesine kanıtlar ile sunuldu ki kıvırma şansınız yok. Alenen ortada olan kanıtlanmış bir bilgi ile karşı karşıyasınız. O halde hemen 2. Kademe savunma mekanizması devreye girer. Hususiyetle ayet ya da hüküm bükme-kıvırma faaliyetleri başlar. “Nereye bu bilgiyi adapte ederim?” uzmanları boş ve uygun buldukları yere monte ederler.  Bunu gören siz, “Evet, bu husus inandığımız dinin kitabında da varmış. Şimdiye dek göremememizin sebebi şu ana kadar bulunmamış olması.” der ve geçersiniz. Hatta artık bir takım din âlimleri bu bilgiye ait yeni yorumları ilgili dinin kutsal kitabına monte etmeye başlarlar.

Daha sonra veri kemikleşir, sizde çağa uyan ve geleceğe ışık tutan dininiz ile yeni ufuklara yelken açarsınız.


Bir süre önce üzerine reddiyeler dizilen, yayımlanan, neredeyse canlar verilen “bilgi”, artık kutsal kitabın bir parçasıdır. O reddiyeler unutulur gider. Eğer reddiyeyi dizen şahıs o dinin vakti zamanında sağlam önderlerinden ise, reddiye amacının aslında iyi niyetli olduğu,  doğruya kavuşmak istendiği söylenir konu kapanır.

Sanırım bu noktaya kadar hepimiz hem fikiriz. Dini inancına sıkı sıkıya bağlı okurlarımız dahi bizimle hem fikirdir. Sonuçta inanılan dinin kutsal kitabında çelişki olmaz. Bulunan her yeni bilimsel gelişme, her yeni icat zaten kutsal kitapta kodludur.

Gelelim sadedimize. “Şimdi burada anlatılmak istenen esas olarak şu…” diye başlayan o kadar tartışmaya girdim ki… Neden yazıya Dil ve Anlatım kavramı ile başladım şimdi anlaşılabilmişimdir umarım.

Ortada bir veri var. Siz nasıl inanmak isterseniz öyle görürsünüz. Bu kapsamda alternatif kanıtlar üretir, teoriler sunarsınız. Bunun sonu yok.

Şimdi konuyu ülkemizin büyük çoğunluğunun inandığı dine getirelim. Evrim Teorisini dini çevreler şiddetle reddediyor. Önlerine kanıt konulduğunda ise net ispat istiyorlar. Evrim Teorisi ya da Alternatif Yaratılış senaryoları üzerinde çok durmayacağım. Sitede bol miktarda makale ve kitap mevcut. Düşünün. Ya dini çevrelerin üzerinde muhalefet edemeyeceği net kanıtlar (ki şimdiye dek ortaya koyulan kanıtlar zaten net) ortaya konursa?

O zaman hemen ayet bükme operasyonları başlayacak ve kanıt aranacak evrim için. Aslında çok aramaya da gerek yok. Kuranda evrim teorisini destekleyen veriler çok sayıda mevcut. Yarın öbür gün çok aramasınlar diye birkaçını aşağıda sıraladım. Eğer detay istenirse Sayın Caner TASLAMAN ve Emre DORMAN hocaları onlara Evrim Teorisinin aslında Kuran ve İslam ile çelişmediğini “şüphesiz kanıtları ile” anlatırlar.

De ki: "Arz'da gezip dolaşın ve yaratmanın nasıl başladığına bakın. Sonra Allah, 'ahir(son) yaratma'yı inşa edecektir. Muhakkak Allah, her şeye Kadir'dir."
[ANKEBUT(29)/20]

"Hakkı örtenler, görmedi mi, muhakkak gökler ve Arz bitişik(aynı) idi, o ikisini ayırdık. Ve her canlı şeyi, sudan yarattık. İman etmiyorlar mı?"
[ENBİYA(21)/30]

"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda, gerçek ilim sahibi bir kavim için, ayetler(deliller) vardır."
[CASİYE(45)/4]

"Muhakkak O, sizi, 'tavır-tavır'aşama-aşama) yaratmıştır."
[NUH(71)/14]

"Muhakkak, göklerin ve Arz'ın yaratılmasında, gece ile gündüzün arka arkaya gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle, denizde yüzen gemilerde, Allah'ın, Gök'ten indirdiği suda ve onunla Yeryüzü'nü ölümünden sonra diriltmesinde, her canlıyı, orada üretip-yaymasında; rüzgârları estirmesinde; bulutların, Gök'le-Arz arasında, 'müsahhar'(boyun eğdirilmiş) kılınmasında; akleden bir topluluk için ayetler vardır."
[BAKARA(2)/164]

Buraya kadar biraz retorik yaptığımı kabul ediyorum. Olaya kendi penceremden baktığım doğru. O halde size farklı bir örnek vermek isterim. Sizce dünya düz mü yoksa yuvarlak mı? Cevap hazırdır. Yuvarlak. Yani hemen az ileriki sokaktaki cami hocasına sorsak: “Hocam dünya düz mü yoksa yuvarlak mı?” diye, alacağımız yanıt hazırdır: “ Hiç şüphesiz âlemlerin rabbi olan Cenabı Allah, en güzel ve doğru şekli ile yuvarlak surette yaratmıştır.”

Hemen Yasin-40 burada örnek ve kanıt olarak ilk aşamada ortaya konur. Ancak Yasin-40’ ın kaç farklı tefsir evriminden geçtiğini azıcık araştırınca görürsünüz. Gök nasıl Yörünge oldu… Kısacası şu Yörünge geyiği ile kendinizi kandırmayın.

Şimdi bu noktada bir sıkıntı yok. Ancak kendi inandığı dinin kitabını kendi dili ile okuyan, farklı yaklaşım ve yorumlara hâkim, tüm dünya Müslümanlarının (kendi mezhebi dışındakilerin dahi) farklı görüşte olmalarına rağmen bilgisine ve fikrine saygı duydukları Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden Şeyh Abdül Aziz Bin Baz’ın fetvası şöyle:

“Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kâfir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıblenin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi” (Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkânsızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller ”adlı kitabı.1975)

Peki, Şeyh Abdül Aziz Bin Baz neden böyle bir fetva verdi, cevabı çok açık. Çünkü eski İslam ve Kuran âlimlerinin büyük çoğunluğu buna inanıyordu. Eski tefsirlerden küçük bir örnek:
“Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi.” (Naziat, 30)

TESFİRLER

Taberi, Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Kâbe, dünya yaratılmadan iki bin sene önce su üzerinde dört direk üzerine kuruldu. Sonra yeryüzü kabenin altından yayıldı”
|Taberi (3/61, 24/208); Ebu’s-Seyh, el-Azamet (4/1381)|

Taberi, Abdullah Ibn Amr radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Allah Kâbe’yi yeryüzünü yaratmadan iki bin sene önce yarattı, dünyayı da oradan yaydı”
|Taberi (24/208) Beyhaki, Suab (3/431) Ibn Ishak, es-Siyra (1/27)|

Katade şöyle demiştir: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” "Dehâhâ"; "Yayıp sermek" demektir.
|Taberi (24/210)|


Suyuti, Durru’l-Mensur’da şöyle demiştir: Abd Ibn Humeyd ve Ibn Ebi Hatim Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyorlar: “Bir adam Ibn Abbas’a dedi ki: Allah’in Kitabında iki ayet bir birine muhalif.” Ibn Abbas radiyAllahu anhuma: “Sen bunu ancak görüşünle söylüyorsun, oku bakalım” dedi. Adam: “De ki: "Arzı iki günde yaratan Allah’ı siz mi inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz?” (Fussilet, 9) ayetinden “Çeşitli rızıklarını arayıp soranlar için tam dört günde takdir etmiş, sonra yaratmak için, gaz halinde bulunan gökyüzüne yönelmiştir” (Fussilet, 11) ayetine kadar okudu. Sonra da “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” (Naziat, 30) ayetini okudu. Ibn Abbas radiyAllahu anhuma söyle cevap verdi: “Yer, gök yaratılmadan önce yaratıldı. Sonra sema yaratıldı, sonra yer, sema yaratıldıktan sonra yayıldı. “Dehaha” sözü ancak "yaymak, sermek" demektir.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Ibn Munzir, Ibrahim en-Nehai’den rivayet ediyor: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı”, Dünya Mekke’den yayılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Katade söyle demistir: “Bana ulaştığına göre dünya Mekke’den yayılmıştır”
|Taberi (11/531) Abdurrazzak, Tefsir (2/213)|

Abd Ibn Humeyd, Ata’dan rivayet ediyor: “Bana ulaştığına göre dünya Kâbe’nin altından yayılıp uzatılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Biraz internet üzerinde veya evinizde basılı tefsir ve mealler varsa onlardan da birçok kontrol yapabilirsiniz.

Bu noktada daha önce bahsettiğim üzere bir paradoks bizleri bekliyor. Eğer siz evrim teorisi var derseniz şiddetle karşı çıkılır. Eğer varlığı sağlam kanıtlar ile ortaya konulursa o zaman da “Zaten kutsal kitabımızda vardı. Çağlar öncesinden bize ışık tutuyor!” denilir. Aynen dünya düzdür ya da yuvarlaktır geyiğinde olduğu gibi. Gerçi Biruni gibi dünyanın yuvarlak olduğunu savunan İslam Âlimleri vardı. Onların da bu bilgiye nereden ve ne şekilde sahip olduğu zaten belli.

Kısacası bir Evrim var. Hatta bu evrim dinde de yaşanıyor. Dün başka bir şey söylenirken bugün başka bir şey söyleniyor. Her ne hikmetse her iki görüşün kanıtları da kutsal kitapta yer bulabiliyor.

Daha önce bahsettiğim gibi Evrim Teorisi için yarın İslam Âlemi toplanıp: “Evet vardır. Kuranda da ayetlerde de bahsedilmiştir!” diye açıklama yaparsa hiç mi hiç şaşırmayacağım. Çünkü dünyanın düz mü yuvarlak mı olduğu konusunda bunu yaptılar. Önce düz dediler buna kanıt getirdiler, sonra yuvarlak deyip ona kanıt getirdiler.

Önünüzde birçok kaynak var. Bir zahmet objektif bir biçimde araştırın ve okuyun.
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Bazı yorumlar ve mesajlar ile olumsuz eleştiri alıyorum. Eleştirileriniz için sonsuz teşekkürler. Yalnız yazılarımı sığ ve sıradan bir dil ile yazdığım konusunda eleştiri aldım geçenlerde. Bu görüşe katılıyorum. Aynı sığlıkta ve sıradanlıkta yazmaya devam edeceğim. Zaten amacım da bu. Sıradan olmak iyidir. Yazdıklarımızı görebilmek veya araştırmak için CALTECH, MIT, Stanford, ODTÜ gibi kurumlarda akademisyen veya o seviyede uzman olmaya gerek yok. Yazdıklarımız ile ilgili zaten her yerde kaos mevcut. Kimse ortak bir görüşte ittifak olamıyor. Benden yanıtları beklemeyin. Ben sadece görülmek istenmeyen çelişkili hususları göz önüne getiriyorum o kadar. Siz yine inanmaya devam edin.

Bu arada dünya YUVARLAK DEĞİL!!! Geoid : )

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 1

Yazan: Zübeyde Savaş
Zübeyde SAVAŞ, 15 yıl tanrı ve ateizm, Tanrılar nasıl oluştu?, Farklı tanrılar, Küçük çocuklara tanrı masalları, Gerçek hayat hikayesi, din,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 1

Tanrıların nasıl oluştuğunu öğrenmek için farklı kültürler içinde bulundum, inandıkları tanrıların ortak noktası yoksulu seven ve yardım eden diye anlatılır. Bulunduğum topluluklar içinde başka tanrılardan bahsettiğimde, anlattığım tanrının masal olduğunu ve kendi tanrılarının gerçek olduğunu savunuyorlardı, binlerce yıl önce yaşanmış tanrılardan bahsettiğimde, insanların bu tanrıları yarattığını anlatırlardı. Tanrı gerçekliğini savunan kişi, küçük yaşlarda bilinç altına verilmiş ya da tanrıyı savunarak yaşamını sağlayan kişilerdi.

Dünya üzerinde ateist olanların sayısı her geçen gün artmaktadır. İnsanların bilimsel gerçekliği kabul etmesi kolay olurken tanrı masalı küçük yaşlarda çocuklara bilinç altlarına yerleştirilir. Tanrı gerçekliği doğru olduğunu zannettiğinden gençlik yıllarına geldiğinde bilimsel gerçeklik ile tanışır. Bilimsel gerçekliği kabul etmeyenler ya da bilinç altlarına yerleştirilen tanrı masalı, aile ve çevre etkisiyle bunu gerçeklik olarak yaşamaya başlar. Bu şekilde yaşam sürenler bilimsel gerçekliği anlamaları için iki sebep vardır.

1-Umut ve korku duyguları kullanılarak yaratılan tanrı ve tanrılar bu gerçekliği kabul edenler  yaşamları boyunca mutlu oldukları anı tanrıdan geldiğine inanırlar, kötü olayları tanrının yarattığı şeytana bağlarlar, gülünç olan, başlarına gelen kötü olayları tanrıdan geldiğine inanmazlar. Tanrı gerçekliğine inananlar yaşadıkları kötü olayları aracı olmadan ( şeytan ), yoksulluğunun sebebi tanrıdan olduğuna inandıklarında tanrının bir masal olduğunu kolayca anlarlar.

2- Tanrı gerçekliğini kabul ederek yoksul hayat sürenler yaşadıkları hayatdan kurtulmak için tanrıdan  mucize bekler. Tanrı mucizesi hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinden ellerinde masalın parçası olan cennet kalır. Tanrı mucizesini  anlatanlar masalı süsleyenlerdir. Bütün tanrıların mucizeleri neredeyse tamamı yoksulun kurtulduğu yaşamı anlatılır, komik olan dünya üzerinde yoksul sayısı artmaktadır, bu gerçekliği anlayanlar bilimsel gerçekliği kabul edenlerdir.

Bir tanrıya inanıyorsanız başka tanrıları ve beraberinde yazılan kitapları, ibadet şekillerini incelediğinizde masallarında nasıl oluştuğunu görebilirsiniz. Bir tanrı insanlar üzerinde etkisini kaybettiğinde yerine başka tanrı gelmiştir. Bu günümüze kadar bu şekilde gelmiştir, yüzlerce tanrı örnekleri verebiliriz. Tanrıları yaratanlar insanlardan başkası değildir.

On beş yıl boyunca yaşanan gerçek bir hayat hikayesi kaleme alınmıştır. Bu tamamen gerçek olan ve halâ hayatda olan kişinin yazdığı günlüktür. Kişinin ismi ve yerleri değiştirilmiştir. Hayata zar zor tutunan insanların ve yoksullar üzerinde tanrıların nasıl etki yarattığını anlamış olurken, tanrıların da neden yaratıldığını da anlamış oluruz.

Barış Anadolu'nun kırsal alanında yaşayan yirmi bir yaşında bir gençtir, anne ve babasını altı yaşında iken trafik kazasında kaybetmiştir, Barış’ı köylüler büyütmüştür. Barış’ın evi köyün üst tarafında taştan üç odalı tek katlı bir evdi, evde bir sobası, tahtadan yaptığı bir divanı, pencereler ise naylon ile kaplıydı, yağmur yağdığında evin içine yağar, kışınsa evde durulacak bir hali yoktu. Dört tane de koyun köpeği vardır, köpekler Barış’ın bakışlarıyla ne demek istediğini anlar. Barış’ın anne ve babası  çobanlık yapmışlardır, Barış da aynı mesleği devam ettirerek köylülerin koyunlarını çobanlık yaparak geçimini sağlardı. Kışları bazı yabancılar gelerek kurtlara verici takarlar, Barış onlara kurtları yakalamalarında yardımcı olurdu, çobanlığı sayesinde bütün bölgeyi çok iyi bilirdi, askerlik görevini yaptıktan sonra köyüne gelerek çobanlığa devam etmiştir. Barış’ı bütün köylüler çok sever, dürüstlüğüne ve sözüne güvenirlerdi, yardım severliğiyle bilinir, koyunlarını hiç tereddüt etmeden Barış’a teslim ederlerdi. Köylüler Barış’ın çobanlık yaptığı yıllar içerisinde çok büyük kazançlar elde etmiş ve sürülerini çoğaltmışlardır.

Askerden geleli üç ay olmuştu. Barış’ın tek isteği evinin çatısını yaptırmak ev eşyalarını  almak ve güzel bir evi olmasını isterdi. Aralık ayının ilk cumasıydı, Barış evinden çıkarak cuma namazına gitti, cuma namazı kılındıktan sonra muhtar köylüleri camide toplanmasını istedi, muhtar köylülere:

- Arkadaşlar bildiğiniz üzere Barış vatani görevini yaptı, yıllardır rahmetli babası da dahil koyunlarımıza güvenle baktılar,  Barış’ı kendi çocuğum gibi sever ve güvenirim, artık Barış’ın da evlenme zamanı geldi bu nedenle Barış’a sahip çıkarak bir yuva kurmasını sağlayalım.

Köylüler muhtarın sözlerine katıldılar ve hak verdiler. Barış hiç beklemediği bu sözler karşısında çok duygulanır ve şaşkınlığını gizleyemez, gözleri dolar.

Muhtar:
- Ben derim ki bu baharın koyunlarımızın ikiz olanlarından birisi Barış’ın olsun, bu sayede Barış’ında bir sürüsü olur, yıllardır üç beş kuruşa koyunlarımıza en iyi şekilde hizmet etti, bence bizim verebileceğimiz en güzel hediye de bu olacaktır.

Köylüler muhtarın bu sözünü onaylayarak Barış’ı tebrik ederler, bütün köylü Barış’ı çok sevdiği için muhtarın bu fikrini destekler. Barış hiç beklemediği bu sözleri duyduğu andan itibaren bir sürüsü olacağını ve evini tamir ettireceği için daha çok kendine güvenir, Barış yaylaları ve koyunları düşünüp mutluluktan uçarak evine gider, evinin damlamayan bir odasında  sobaya odun atarak çay bırakır o kadar mutludur ki hayeller kurarak çayı demlemeden uyur. Sabah kalktığında bunun bir rüya mı gerçek mi olduğunu anlayamaz, kahvaltı bile yapmadan muhtarın evine koşar, muhtarın evine geldiğinde kapıyı açar.

Diğer sayfalar:
[2] ►