HABERLER
Dini Haber

ŞÜPHESİZ (!) ŞÜPHELER

din, DP, islamiyet, İnancını sorgularken, Anlamını bilmediğin bir kitabın dinine inanmak, Müslüman değilsen kusurlu musun, İnancını gizlemek, Dini sorgulama ve araştırma, Çevre korkusu ve din, The Invasion, Türkçe adıyla İstila. 2007 yapımı, Nicole KIDMAN ve Daniel CRAIG’ in başrollerini paylaştığı bir film. Filmi izlemediyseniz, spoiler vermeden, konusundan biraz bahsedeyim; aslında konu biraz klişe bilim kurgu senaryosu. Bir ABD uzay gemisi parçalanarak dünyaya düşer ve mikroorganizma uzaylılar insanların vücudunu ele geçiriyor. Nicole KIDMAN bu “dönüşen” insanlar arasında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Aralarında hareket edebilmek için onlar gibi davranıp hareket ediyor.

Neden bu filmi örnek tuttum bilmiyorum. Aslında sanki biraz “biz” varız içerisinde. O uzaylılar arasında Nicole KIDMAN kendisini yalnız hissediyordu. Onlar gibi hareket etse de onlardan değildi.

Unutulmaz “Alacakaranlık” serisinin yazarı Stephanie MEYER’ in bir başka romanı örnek bizim için. Kitabın adı “Göçebe” orijinal adı “HOST”. Filmi de yapıldı bu kitabın. Kitapta insan vücutlarını ele geçiren şirin ipekimsi uzaylılar vardı. İnsanları ele geçirdiklerinde gözlerinde açık mavi renkte parlak bir halka oluşuyordu. Filmin kahramanları aynı uzaylılar gibi davranarak hayatta kalmaya ve kendilerini yakalatmamaya çalışıyorlardı. Onlarda da bir yalnızlık vardı. Bireysel ya da ikili gruplar haline insanlar dolaşıyordu, eğer bir grubun üyesi iseniz, gizli kalmak şartıyla hayatta kalıyordunuz.

Bireysel yalnızlık hissi özellikle Sandra BULLOCK ve George CLOONEY’ in başrolünü oynadığı GRAVITY (Yerçekimi) adlı filmde mükemmel hissettiriliyor. 2013 yapımı bu filmde insanın “kendiyle” mücadelesi arka planda güzel anlatılıyordu.

Toplumda yalnızlık veya bireysel yalnızlık kavramını işleyen ismini sayamadığımız birçok film var. Hatta bu konuda ülkemizden verilebilecek en güzel örnek 1980’lerde Ahmet MEKİN’ in başrolünü oynadığı, TRT’nin kült yapımları arasında yerini alan ilk bilim kurgu dizimiz diyebileceğimiz “Kavanozdaki Adam” dır.

İster grup içerisinde, ister bireysel yalnızlık olsun. İnsanlar yalnızlık kavramına uzaktır. Elbette insan bazen yalnız kalmak ve “bireysel” aktiviteler yapmaktan haz duyabilir. Bazı durumlarda bu bir ihtiyaçta olabilir. Ancak, genel yapı olarak ortak yaşam biçimine göre evrilmiş insanoğlu kendine bağımlı olmayan yalnızlık durumlarında psikolojik yönden büyük baskı altındadır. Bu baskı altında yalnızlık hissini ortadan kaldırmaya yönelik istemli veya istemsiz davranış ve düşünceler geliştiririz. 2000 yılı yapımı, Tom HANKS’ in başrolünü oynadığı Cast Away “Yeni Hayat” adlı filmde, filmin kahramanı Tom HANKS yalnız kaldığı ada da yalnızlıktan “delirmemek” için Willy adını verdiği (çünkü topun markası WILSON idi) bir voleybol topu ile arkadaşlık kuruyordu. Kafasında onun bir cansız cisim olduğunu bildiği halde, onu kendi düşüncelerinin karşıtlığını betimleyen bir varlık/unsur olarak “canlılaştırıyordu”.

Günümüzde sorgulayan, araştıran ve öğrenen insanoğlu yeni öğrendiği ve gerçekliği kanıtlanmış olgular karşısında yaşadığı kavramsal karmaşıklık içerisinde çıkış yolları aramakta ve bunun getirdiği yalnızlığın sancılarını çekmektedir.

Özellikle DİN kavramını sorgulayan insanların -genelde- başlangıç noktası reddetmek değildir. Amaçları yaratıcıya kesin ve yalın olarak ulaşmak, inandığı dinin gereklerini ve kurallarını kendi kaynaklarından beslenerek öğrenmektir. Bu noktada insanlar, yaratıcılarına ulaşan yolu kapsayan DİN kavramını daha iyi öğrenerek doğru kul olma yolunda hareket etmek istemektedirler. Ancak karşılaştıkları çelişkiler, bilim dışılıklar, farklılıklar ve hayatın pratikleri ile uyuşmayan durumlar ile karşılaştıklarında bocalamaktadırlar. Bu durum ile karşılaşan insanın önünde seçenekler sınırlıdır:
  1. Sorgulamayı bırak, araştırma, öğrenme ve söylenenleri yaparak mümin ol. Anlamını bilmediğin bir dilde okuduğun kitabın ve cümlelerin seni sonsuz hayatta mutluluğa ulaştıracağına inan.
  2. Yalnız kalmamak için inanıyormuş gibi yapmaya devam et çünkü sen kusurlusun, inanan herkes normal. Bunları araştırmak ve sorgulamak imanı sakatlandığından tövbe istiğfar et ve kendindeki kusuru kabullen. Sorun sende.
  3. Kimseye bir şey söyleme yoksa ailen ve sevdiklerin seni reddeder. İş ve sosyal hayatın tehlikeye girer. Bu yüzden düşünceni kendine sakla ve gizli bir deist/ateist/agnostik/ …-ist olarak yaşamını devam ettir. Soran olduğunda inançlı olduğunu söyle; yani yalan söyle ki hayatın aynı güzellikte devam etsin.
  4. “Araştırarak ve sorgulayarak ulaştığın bilgi aslında doğru bilgidir” gerçekliğinden hareketle hür bir biçimde kendini ifade edersin ve insanların seni böyle kabul etmesini istersin.
Bu seçenekler bazı durumlarda artırılabilir; ancak, temel düzeyde durum budur. Özellikle 3 numaralı seçenek toplumumuzda en yaygın olanıdır. 4 numaralı seçenek ve 1 numaralı seçenek hemen hemen eşit seviyedeyken 2 numaralı seçenek de 3 numaralı seçenek kadar olmasa da üst seviyelerdedir.

Bu bir araştırmanın sonucundan ziyade bireysel gözlem ve konuşmalara/mesajlara dayandığından net ve kesin rakam/oran veremiyorum. Doğruluğuna dair inanç size kalmış.

2 ve 3 numaralı seçenekler kapsamına giren bir kişi olduğunuza şuradan kanaat getiriyorum, çünkü bu sitedesin ve bu yazıyı okuyorsun. 1 ve ya 4 numara kapsamında isen gezinti veya araştırma için bu sitede olduğunuzu söyleyebilirim.
Anlamını dahi bilmediğiniz kelimeleri mırıldandığınızda, bir mucize ya da değişim olacak diye bekliyorsunuz. Çünkü inanmak istiyorsunuz. Olmadığında ise “vardır bunda da bir hayır” diyerek isteğinizi öteliyor veya ket vuruyorsunuz. Fakat araştırdıkça öğrendikleriniz ister istemez “şüphesiz” şüphelere neden oluyor. Araştırarak ve sorgulayarak öğrendiğiniz bilgiler sizde içinden çıkılmaz düşünsel sancılara neden oluyor. İnsanlara biraz konuyu açtığınızda hemen “Sus tövbe de!. Öyle şey mi olur? Sen bir hocaya sor, kafana göre araştırma. Çok derine inersen çıkamazsın. Bu mevzular çok derin kafayı yersin. Bak yemişsin zaten. Allah seni ıslah etsin (Bkz. A.KARA’ nın bu sitede ki “Islah Talebi” yazısı). Oooo o şey öyle değil. Bak alimler onu illa açıklamıştır. Sen iyi okumamışsın ya da iyi araştırmamışsındır. Bunca hoca, alim yanılıyorlar sen mi doğrusun?”

Hele ki en ironik durum ise şu tepkiyi aldığımızdandır ki: “Atalarımız, Babalarımız ve Analarımız yalan mı söylüyor?” dediklerinde en iyi cevabı aslında yine Kuran veriyor: Bakara 170: Onlara, Allah’ın indirdiğine uyun! denildiğinde, Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)a uyarız! derler. Peki ama, ataları bir şey anlamayan, doğru yolu bulamayan kimseler olsalar da mı?

Göz önüne almadığımız bir diğer husus diğer İslam ülkeleri. Onlarda dinin uygulama ve pratikleri bizden baya farklı. Hatta ülkemizdeki gibi Sünni olanlarda bile. En basit hali ile kullandıkları ana dilleri Arapça nedeni ile Dini “bilerek ve anlayarak” yaşayan Suudi Arabistan da kabir ziyareti, ölüm sonrası mevlitler okumalar vs. yasaktır. Daha çok örnek verilebilir bu konuda. Böyle bir halde aldığınız cevap yine ilginçtir: “Boş ver Arapları, dinimizi en güzel ve en doğru biz yaşıyoruz”. İyi de ana dili Arapça olan onlar, inandıkları dinin kitabını okuyarak anlayabilen onlar. İbadetlerini inanarak yapabilen onlar. Burada yine bir cevap verme yeteneği bile geliştirilebiliyorlar ki :”O Atatürk yok mu o Atatürk… Atalarımızın dili Arapçayı kaldırdı. İnsanlar kuranı ve dini unuttu bunun yüzünden…” Burada yine atlanan bir konu, Anadolu nüfusunun sadece %8 lik kısmı okuma-yazma bilgisine sahipti ki Arapçayı sadece alfabe olarak kullandıklarından Arapça kelimelerin Türkçe karşılıklarını bilmiyorlardı. Bu arada karşıt vatandaşların cevabı yine ve yine hazır: “Ooooo o istatistikleri dinsizler içki masalarında söylediler. Sırf bu millet dinini unutsun diye uydurdular. Yoksa bu millet %90 ve üst seviyelerde Arapça okuma-yazma bildiğinden dinini anlayabiliyor ve uygulayabiliyordu, ah o Latin alfabesini getirenler yokmuuuuuu!….”. Artık bu Ad Hominem tipi tartışma bir sonsuzluk denizine sürüklenir gider.

Sizin içiniz de doldurulamaz boşluklar ve cevapsız sorular arttıkça artar.

Şüphesiz (!) şüpheler ve yine Şüphesiz (!) şüpheler…

İşte bu noktada yalnızlık hali sizi el geçiriyor. Yazının başında bahsettiğimiz Hollywood yapımı filmlerde olduğu gibi ya toplum içerisinde ya da kendi içinizde yalnız kalıyorsunuz. Bu “zorunlu” yalnızlıkta sizi çeşitli sorunlar ile baş başa bırakabiliyor. Sanki kapkaranlık bir oda da çığlık atıyorsunuz sesiniz çıkmıyor. Kimse sizi fark etmiyor. Kendinizi “ucube” hissediyorsunuz.

Sizin cesaretinizi bir nebze artıran ise aynı sizin gibi düşünen insanların varlığını bilmek ve onlar ile edindiğinizi bilgi ve tecrübeleri paylaşmak büyük bir mutluluk kaynağı oluyor. Bundan ziyade sizin gibi insanların var olduğunu ve bunların sayılarının bir hayli yüksek olduğunu bilmek psikolojik yönden bir rahatlama getiriyor. “ucube” olmadığınızın farkına varıyorsunuz. Çeşitli sorunlardan kurtulmak için düzenlenen terapileri birçoğumuz biliriz. En azından bazı tiyatro ve filmlerde bu terapiler karşımıza çıkar. Şu an bulunduğunuz site ve benzeri siteler sayesinde insanlar en azından yalnız olmadıklarının farkına varıyorlar. Bu hali ile bir terapi ortamı oluştuğunu söyleyebiliriz.

İnsanlar konuşarak ve kabullenerek, birbirleri ile paylaşarak sorunları aşıyor ve kendilerini tekrar özgür bireyler olarak görüyor; ayrıca, kendisi gibi insanlardan oluşan bir yapının parçası haline geldiklerinden mutlu oluyorlar.

Öğreniyoruz ve öğrendikçe gelişiyoruz. Şahsi görüşüme göre ki bana bu nokta da katılmayabilirsiniz, Yaratıcı bizi inanmaya ve sorgulamaya kodlamış. Bu inanmanın özünde araştırma, sorgulama ve bilimi ön plana alarak ve bilgiye ulaşarak yalın bir yaratıcı inancı var. Ötekileştirmeden. Öldürmeden. İyilik Yaparak. Kardeşçe. Saygı Duyarak. Birlik Olarak….

“Tek bir Tanrı’ya inanıyorum... Yeryüzü yaşamı ötesindeki mutluluğa inanıyorum; insanlar arası eşitliğe ve sevgiye inanıyorum ve şuna da inanıyorum ki, dinsel görevler adil olmayı, hemcinslerimizi mutlu kılma çabalarını kapsar... (Thomas PAINE 1897-Akıl Çağı)”

"Eski Ahit'in müstehcen hikayelerle, şeheviliklerle, gaddarlıklarla, intikamcılıklarla dolu sayfalarını okuduğumuzda, bu kitabın Tanrı sözleri olmaktan çok, şeytan sözleri olduğunu söylemenin daha uygun olduğunu anlarız... Bu kitapları Tanrı kitapları olarak benimsemeyi Yaradan’a karşı saygısızlık sayarım. (Thomas PAINE)”

Yazar Notu: Üst iki paragrafta yer alan ve Thomas PAINE’ den yapılan alıntıların kaynağı Wikipedia’ dır.

Özel Teşekkür: İyi olan tüm insanlar, yaşam kaynağım ailem ve yolumda bana desteğini esirgemeyen canım ablam “GraB” J .

Yazan: Demon Product
« ÖNCEKİ YAYIN
SONRAKİ YAYIN »