Biz yeni nesil, tıpkı istediğin gibi bilimin ve aklın yolundan gidiyor, sorguluyor, araştırıyoruz.
BİLGİLENDİRME
A.Kara adıyla hazırlanan makaleler bana aittir. Farklı isim veya takma adların yer aldığı makaleler gönüllü yazar arkadaşların yazıp gönderdiği metinlerdir. Örneğin: Kirpi, Demon Product, Kainatta Toz Zerresi, vb.
● Kadınların yazıp gönderdiği dinden çıkış süreçlerini bir kadın olarak seslendirip onların sesi olmak, tüm kadınlara cesaret aşılamak ister misiniz? O halde, TIK!
En eski Yahudi metinlerinde net bir Şeytan figürü yoktu. Şeytan olarak
adlandırılabilecek en eski meleklerden biri olarak, bazen tanrının düşmanı
gibi görünen bazen ise onun kirli işlerini yapan Mastema'ydı (מַשְׂטֵמָה).
Erken dönem Yahudi düşüncesinde zıtlık ilkesini temsil etmek üzere insanların
yarattığı, şeytan benzeri bir figürdü. Hemen hemen şeytanla özdeştir.
Adı Hoşea 9:7,8 de "düşmanlık" anlamına gelen ortak bir isim olarak yer
alır. Ölü Deniz Yazmaları'nda şeytanın başka bir adı olan Belial ile
bağlantılı olduğu görülür. Dolayısıyla bu terim eski Yahudi edebiyatındaki
zıtlık eğiliminin tipik örneklerindendir.
Diğer adıyla Mastemat, suçlayıcı, tıpkı şeytan gibi ayartıcı, baştan çıkarıcı
ve Tanrı'nın hizmeti altında cellatlık yapan bir figürdür. Aynı zamanda
adaletsizlik, mahkum etme ve düşmanlık meleğidir. Düşen meleklerin çocukları
olan Nefilimlerin soyunu komuta etmiştir. Tanrının emri altında olsa da bütün
kötülüklerin babasıdır.
Mastema'nın kökeni Eski Ahit anlatılarındaki birçok geleneksel hikayede rol
oynayan Yahudi apokrif eseri olan Jübileler diğer adıyla Küçük Yaratılış
kitabına dayanır. Adının normal anlamı "sar ha-Mastemah" yani "Mastema'nın
prensi" dir ve kitapta anlamı aynı zamanda "düşmanlığın prensi" olarak önümüze
çıkar.
Jübileler Kitabına bakıldığında Mastema'nın, Rabbin ana düşmanı olan güçlü bir
melek olarak tasvir edildiği görülürken diğer yandan sadece Yahve'ye isyan
eden bir melek gibi görünmektedir. İnanışa göre Büyük Tufan bittikten sonra
Mastema'yı takip eden meleklerin bir kısmı uçurumlara hapsedilmişti. Mastema
tanrıdan, insanoğlunun üzerindeki iradesini gösterebilmesi amacıyla bir
kısmının serbest bırakılmasını istemişti. Tanrı bunun kesinlikle iyi bir
fikir olduğunu söyleyerek şeytanların onda birini özgür bırakıp Mastema'nın
hizmetine vermişti. [1]
Jübileler Kitabı'ndaki ilgili metin şöyledir:
Ruhların lideri Mastema geldiğinde şöyle dedi: "Yaratıcı Rab, onlardan
bazılarını (kötü ruhları) özgür bırak, beni dinlesin ve onlara söylediğim
her şeyi yapsınlar. Aksi halde emrim altında hiçbir ruh olmazsa irademin
yetkisini insanlar arasında kullanamam. Çünkü onları helak edici ve
saptırıcı olarak kullanıyorum. Çünkü insanların şerri büyüktür." Sonra tanrı
onların onda birinin kendisine bırakılmasını emrederek, kalan kısmı
uçurumlara hapsetti. [Jüb. 10:8-9]
MASTEMA, TANRI VE İBRAHİM
İbrahim'i sınamak isteyen Tanrı değil, onun Tanrı'ya olan bağlılığını
zedelemek isteyen Mastema'ydı. [2] Kimilerine göre yaptıkları ile İsrail'in
yükselişinde önemli rol oynamıştı. Jübileler Kitabı'nda yazana göre
İbrahim'den oğlu İshak'ı kurban etmesini isteyen tanrı değil Mastema'dır.
Mastema, Yahudilerin tanrısı Yahve'ye İbrahim'in çocuğunu kurban edemeyeceğini
söyler. Yani tanrıya o denli bağlı olmadığını iddia eder. Yahve duruma
müdahale etmeyerek Mastema'nın yapmak istediği şeyi göstermesine izin verir.
İbrahim gerçekten çocuğunu kurban etmeye kalkınca tanrı araya girerek İshak'ı
kurtarınca Mastema utanır.
Jübileler Kitabı'nda olaylar nasıl anlatılmış görelim ve buna Mastema'nın
Tanrı ile İbrahim hakkında konuşmasıyla başlayalım:
"... Gökte İbrahim ile ilgili, O'nun sözüne ve her türlü zorluğa rağmen
Rabbine sadık olduğunu söyleyen sesler vardı. Sonra Prens Mastema geldi ve
Tanrının huzurunda şöyle dedi: "İbrahim gerçekten oğlu İshak'ı seviyor ve
onu herkesten daha hoş buluyor. Onu bir sunak üzerinde kurban olarak
sunmasını iste. O zaman bu emri yerine getirip getirmediğini görecek ve
kendisini sınadığınız her şeye sadık olup olmadığını bileceksiniz."
[Jüb. 17:15-16]
Gördüğünüz gibi Mastema burada bir nevi kralın aklına girerek onu eyleme
geçiren, kışkırtan bir vezir gibidir.
Tanrı ile bu konuşmasından sonra olay İbrahim'den oğlu İshak'ı kurban
etmesinin istenmesine gelir. Şöyle yazar:
"Rab ona dedi ki: "İbrahim, İbrahim"! "Evet?" diye cevapladı. Oğlunu,
sevdiğin sevgili İshak'ı al ve yüksek tepeye git" dedi. Sana göstereceğim
dağlardan birinde onu sun." [Jüb. 18:1-2]
Akabinde İbrahim, İshak ve hizmetçileri le birlikte şafak sökerken yola çıkar.
Yolculuklarının üçüncü, ilk ayın 14. gününde İbrahim gidilecek alanı uzaktan
görür. Hizmetkarlarını bir kuyunun yanında bırakıp İshak'ı yanına alarak dağa
çıkar.
Olayın devamı Jübileler Kitabı'nda nasıl anlatılıyor bakalım:
Rab'bin dağının bulunduğu yere yaklaştığında bir sunak yaptı ve odunu
sunağın üzerine yerleştirdi. Sonra oğlu İshak'ı bağladı, onu sunağın
üzerindeki odunun üzerine koydu ve İshak'ı kurban etmek için bıçağı almak
üzere elini uzattı. Sonra ben (=Mevcudiyet Meleği) O'nun ve Mastema'nın
önünde durdum. Rab dedi ki: "Ona söyle, elini çocuğun üzerine indirmesin ve
ona bir şey yapmasın, çünkü onun Rab'den korkan biri olduğunu biliyorum."
Bunun üzerine ben gökten ona seslendim ve dedim ki: " İbrahim, İbrahim!'
Şaşırdı ve: 'Evet?' dedi. Dedim ki "Elini çocuğun üzerine koyma ve ona bir
şey yapma, çünkü şimdi senin Rab'den korkan biri olduğunu biliyorum. İlk
oğlunu kurban vermeyi reddetmedin.' [Böylece] Mastema prensi utandırıldı. [Jüb. 18:7-12]
Peki olay nasıl son buldu, ona da yazanları okuyarak bakalım:
İbrahim hizmetçilerinin yanına gitti. Yola çıktılar ve birlikte Beerşeba'ya
gittiler. İbrahim yemin alanında yaşadı. Her yıl yedi gün boyunca bu bayramı
sevinçle kutladı. Gidip sağ salim geri döndüğü yedi güne uygun olarak
bayrama Rab'bin bayramı adı verdi. İsrail ve onun soyundan gelenlerle ilgili
olarak göksel levhalarda yazan ve emredilen şudur: [Onlar] bu bayramı yedi
gün boyunca mutluluk bayramı ile birlikte kutlayacaklardır.
[Jüb. 18:17-19]
Jübileler Kitabı'nın özelliklerinden biri bu hikayeye tarih veriyor olmasıdır.
1.ayın 11.gününde dağa ulaşan İbrahim 13 veya 14. gün geldiğinde koç kurban
eder. [3]
MASTEMA, TANRI VE MUSA
Mısır'dan Çıkış 12:23'de Rabbin Mısırlıları öldürmek için geleceği yazarken
Jübileler Kitabı'nda ilginç bir şekilde bunu yapan, yıkımı getirenler
Mastema'nın egemenliği altında olan kötü ruhlardır. [להשחית Jüb. 10:8] Yani
Mısır'da ilk doğan oğulların öldürülmesi kötü ruhlar tarafından
gerçekleştiriliyordu. Çünkü Mastema bağlanmış, kilitli durumdaydı. [48:15] Bu
yüzden emrindeki ruhlar bir nevi tanrının temsilcileri olmuşlardı. Bu ruhlar,
Tanrı'nın emri gereği Paskalya sunusu verenlere zarar vermeyecekti. İlgili
metinler şöyledir:
Çünkü bu gece -bayram ve sevincin başlangıcında- Mısır'da paskalya sunusunu
yiyordunuz ki, Mastema'nın bütün güçleri Mısır diyarındaki her doğan ilk
çocuğu, değirmen taşındaki tutsak cariyenin ilk doğan çocuğunu ve sığırların
da ilk yavrularını öldürmek için gönderilmişti. Rabbin onlara verdiği şey
şudur: Kapısında bir yaşında kuzunun kanını gördükleri her evin üzerinden es
geçecek, o evlere öldürmek için girmeyecek, kurtarmak için üzerinden
geçecekler. [Jüb. 49:2-3]
Bu şeytanın öne çıktığı diğer önemli nokta Mısır'dan Çıkış'tır. Jübileler
Kitabı'na göre Musa Mısır'a döndüğünde onu öldürmeye çalışan tanrı değil
Mastema'dır.
"Mastema prensinin sen Mısır'a, konaklama yerine dönerken sana ne yapmak
istediğini biliyorsun. Bütün gücüyle seni öldürmek istediğini, senin tüm
gücünle Mısırlıları cezalandırmak, intikam almak için gönderildiğini gördüğü
için Mısırlıları senin elinden kurtarmak istemedi mi?"
[Jüb. 48:2-3]
Bu metinler Tevrat, Mısır'dan Çıkış 4:24'deki "Ve o konaklama yerine gidiyordu
ve YHVH onunla karşılaşıp öldürmeye çalıştı" ifadesiyle paralellik gösterir.
Ayrıca Firavun'un yüreğini katılaştıran da odur (Midraş Abkir'de Uzza). Hatta
Musa ve Harun büyü yapmak için Firavun'un karşısına çıktığında Mısırlı
büyücülere yardım ettiği iddia edilir. Yani bu varlık İsrail halkını ve
Yahve'nin takipçilerini aldatmaya çalışan, onlarla uğraşan bir baş belası
gibidir.
Jübileler Kitabı'nda tüm ulusların ruhlar tarafından yönetildiği ve bu
ruhların başında Mastema'nın bulunduğu yazdığı gibi , sünnetsizler hoş
karşılanmadığından olsa gerek aynı zamanda sünneti uygulamayan toplumların
hükümdarı olarak kabul edilmiştir. Yani pagan toplumların ve beraberindeki
kötü ruhların hükümdarı olarak görülmüştür. Buna karşılık İsrail'in ise tanrı
Yahve tarafından yönetildiğine inanılmıştır.
Mastema tanrının rakibi olmasına rağmen diğer yandan enteresan bir şekilde
tanrı tarafından insanlığı cezalandırmak ve putperest ulusların gardiyanı
olarak hareket etmek için kullanılıyor gibi görünmektedir.
Örneğin sünnet olmanın kişiyi Mastema'nın yönetiminden tanrının yönetimine
aktardığı söylenir. Yani çağın sonunda tüm insanlığın bu iblisten kurtularak
tanrının egemenliğine teslim olacağı ima edilir.
MÖ. ilk binyıl içinde güneybatı Asya'da iyi ve kötü arasındaki kozmik savaş
inanışının popülerlik kazandığı görülür. Bunun en erken örneklerinden biri
Zerdüştlükte evreni yöneten iyi ve kötü ruh ya da gücün savaş halinde
olmasıdır.
MÖ. 550-330 aralığında hüküm sürmüş Ahameniş İmparatorluğunun başlıca dini
olan Zerdüştlüğün Babil sürgünü sonrası Pers İmparatorluğunda yaşamış olan
Yahudi düşünürleri etkilemiş olması mümkündür. Yani Mastema Yahudilikte ifade
edilen ahlaki ikiliğin bir örneğini temsil edebilir.
Mastema ulusları yönetse de bir gün onun yönetimi altındaki ulusların
Yahve'nin saltanatına geçeceğine, Eski Hristiyanlar gibi eski Yahudiler de bir
gün dünyanın eski mükemmel haline geri döneceğine inanıyorlardı. Dünyanın
sonunda tekrar yenilenip iyiliğin hüküm süreceğine dair bu inanış uzun yıllar
var olmuştu.
Batı genel olarak artık kıyameti ve Mesih'in ikinci kez geleceğini bekleyerek
yaşıyor olmasa da hala bazı Hristiyanlar bir gün kötülerin yenileceğine,
dünyanın şimdikinden çok daha iyi bir hale geleceğine inanıyorlar.
KÖKEN-ORTAYA ÇIKIŞ
Jübileler kitabı MÖ. 2. yy'da Yohanan Hurkanus döneminde yazılmıştır.
Hurcanus MÖ. 166'daki Makabi isyanından sonra kurulan Hasmon hanedanlığının
baş rahibiydi. MÖ.134'de göreve başlamış ve 104'e kadar hüküm sürmüştü.
Yohanan Hurkanus, Kuzey Filistin'deki toprakları fethederek ve rakipleri
olan Samirilerin Gerizim Dağı'ndaki tapınağını yok ederek Yahudiye ulusunun
topraklarını genişletmesiyle bilinir. Güneydeki Edomluları boyunduruk
altına almış ve onları Museviliğe geçmeye zorlamıştır. Her ne kadar
toprakları tek bir din altında birleştirerek egemenliğini pekiştirmenin bir
yolu olarak Museviliği kullanıyor olsa da Helenistik kültüre de sempati
duyan biriydi. Bu yüzden Ferisiler gibi bazı Yahudi mezhepleri öfkeleniyor,
onun yüksek rahip olarak görev yapmasını sorguluyordu.
İşte Jübileler Kitabı büyük olasılıkla bu bağlamda yazılmıştı. Çünkü kitabın
ele aldığı temalar arasında Yahudi Yasasına sıkı sıkıya bağlanma ve tanrı ile
karanlık güçlerin savaşı yani tanrı ile Mastema'nın kozmik savaşı yer
alıyordu.
İşin ilginç yanı bu şeytan figürünün ortaya çıktığı dönemdir. Çünkü bu dönemde
Yahudi halkı kendilerini Yahudi olmayanlardan ayırmanın yanı sıra dinine sadık
Yahudileri mürted olan Yahudilerden ayırma konusunda büyük endişe duymuş,
aşırı Yahudi milliyetçiliği patlak vermişti.
Yani Mastema figürünün öne çıkış nedeni bir kısım Yahudinin kendilerini diğer
uluslardan ve dinine sadık olmayan Yahudilerden ayırma girişimidir. Bu durum
sonucunda sadık Yahudiler tanrının yani iyinin yanında yer alan seçilmiş halk
iken diğer uluslar ve dinden dönen Yahudiler tanrıya karşı gerçekleşen kozmik
savaşta Mastema'nın yönetimi altında yer alan insanlar sayılmışlardı.
Jübileler Kitabı ve Mastema figüründen sorumlu olduğu düşünülen 3 topluluk
vardır. Bunlar Ferisiler, Esseniler ve Hristiyanlık karşıtı Yahudilerdir.
Makkabi isyanından sonra ortaya çıkan önemli bir mezhep olan Ferisiler
hahamların ve modern Yahudilerin kökleri kabul edilebilecek bir çok şeyin
öncüleri olduklarından Yahudi tarihi için önemlidirler. Ferisiler genellikle
Yahudi yasalarını ve tarihini öğrenmeyi kendine görev edinmiş sıradan
insanlardı. Tevrat'a ek olarak, Tevrat'ı yorumlamalarına yardım eden ve
Musa'ya kadar uzanan bir sözlü gelenek olduğuna inanıyorlardı.
Yahudilerin, Yahudi yasalarını izleyerek diğer uluslarla evlenmeyip
kendilerini Yahudi olmayanlardan ayırmaları gerektiğini söylüyorlar, ayrıca
ölülerin yeniden dirileceğine ve Mesih'in geleceğine inanıyorlardı.
Dolayısıyla bu mezhep birçok yönden modern Yahudiliğin ve erken Hristiyanlığın
yükselişinde rol oynamıştı.
Ferisiler kendilerini Helenistik dünyadan tamamen koparmak isteyen fanatikler
ve Esseniler ile Helenistik kültürün kendilerine uygun yönlerini benimseyen
Sadukiler arasında bir orta yol bulmuşlardı. Bugün İbrahimi dinlerin sahip
olduğu birçok fikre ve muhtemelen farklı ulusların asi melekler tarafından
yönetildiğine, gerçekleşecek son savaşta bu meleklerin yenileceğine
inanıyorlardı. Ferisiler hakkındaki tüm kanıtlar ele alındığında Mastema
kavramını yaratanların MÖ. 2.yy Ferisileri olduğu görülmektedir.
KAYNAKLAR
Vanderkam (1989) The Book of Jubilees; Melekler Sözlüğü, Gustav Davidson,
Sel Yayıncılık, s. 226
Dimant, Biblical Basis, 117-140; Yoshiko Reed, Enochic and Mosaic
Traditions in Jubilees, 353-368
Dimant, D.: The Biblical Basis of Non-Biblical Additions. The Sacrifice of
Isaac in Jubilees in Light of the Story of Job, in: Zaphenath-Paneah (FS
E. Qimron), ed. D. Sivan, D. Talshir, and C. Cohen, Beer-Sheva 2009,
117-140, p.122
Driscoll, James F. 1911. Pharisees. Catholic Encyclopedia.
Antik dönemin en esrarengiz toplumlarından biri Urartulardır. Başından
beri komşuları olan Asurluların rakibi olduklarından onlara dair birçok anlatıya
Asur yazıtları aracılığı ile ulaşmak mümkündür.
Urartu Krallığı, Anadolu, Kafkasya ve kuzeybatı İran'a uzanan çok çeşitli
kabilelerden oluşan, etnik ve dilsel olarak farklı bir halktan oluşuyordu.
Urartuları ilk olarak MÖ. 1200'lerin ortalarında, Asur hükümdarı
I.Şalmaneser'in geride bıraktığı yazıtlarda görüyoruz. Bu yazıtlarda
"Uruartri" olarak bahsedilen Urartular, güçlü Neo-Asur İmparatorluğunun
süregelen saldırılarına maruz kalan Ermeni arazilerinin küçük krallıklarından
biri olarak anılır.
Urartu panteonundan ilk olarak, krallığın 14.kralı İşpuni zamanında söz
edilmiştir. İşpuni yaklaşık olarak MÖ. 828'den 810'a kadar hüküm sürmüş ve
komşuları olan Manna Krallığının başkenti Muşaşir'i ele geçirerek krallık
topraklarını fethetmişti. Daha sonra bu şehir Urartu krallığının dini
başkenti yapılmış ve yavaş yavaş en kutsal şehirleri haline dönüştürülmüştü.
Peki MÖ. 860 ile 590 aralığında var olmuş olan bu devletin tanrıları
nelerdir? Nasıl bir tanrı anlayışı ve panteon hakimdi?
1) HALDİ
İlk olarak Haldi isimli savaş tanrısına bakalım. Araştırmacılar Kaldi ya da
Haldi isimli bu Urartu tanrısının yerel değil, devralınmış bir tanrı olduğunu
söylerler. Bunun kral İşpuni döneminde kabul edilen ve tanrılar panteonunda
baş pozisyona oturtulan bir tanrı olduğu konusunda hemfikirlerdir.
Aynı zamanda çeşitli kaynaklar bunun Muşaşir kasabasında tapılan, az bilinen
ve Urartular şehri fethedildiğinde devralınan bir Akad tanrısı olduğu
belirtilir. Haldi'nin yani baş Urartu tanrısı ve hanedanın koruyucusu olarak
seçilmesinin, farklı kavimleri Urartu egemenliği altında birleştirmek ve
böylece yeni bir kolektif kimlik yaratmak amacıyla yapıldığı ileri
sürülmektedir.
Haldi'nin doğasının antik Yunan'ın güneş tanrısı Helios ile benzerlikleri
vardır. Haldi genel olarak insanlığa her şeyi veren tanrıydı ancak savaşlar ve
zaferlerle de bağlantılıydı. Savaşa girecek olan Urartu kralları ona dua
ederek başarılı olmayı dilerlerdi.
Haldi genel olarak bir aslanın tepesinde duran kanatlı, güçlü bir adam olarak
tasvir edilmişti. Tapınaklarının en büyüğü Muşaşir'de bulunuyordu ve bu
tapınak genel olarak yay, mızrak, kılıç, balta, kalkan gibi savaş aletleri ile
süslendiğinden "silah evleri" olarak adlandırılıyorlardı.
Kaldi isminin Hurri dilinde "yüksek" anlamına gelen "Haldi" kelimesiyle
ilişkili olabileceği üzerinde durulur. Hurrice, Hurriler tarafından konuşulan,
soyu tükenmiş bir Hurri-Urartu dilidir. Bu durum Urartu panteonunun büyük
kısmının yerli olmadığının, Hurri, Hitit, Akad, Luvi ve diğer komşu
kültürlerin panteonlarından alındığı fikrini destekleyen başka bir örnektir.
Urartu kralları, Urartu ile ilgili tüm arkeolojik buluntularda en çok öne
çıkan tanrı olan Haldi'yi onurlandırmak için dikilitaşlar dikmiş ve
zaferlerini üzerlerine yazmışlardır.
Bazı yazıtlarda Kaldi'nin karısı, belirsiz bir tanrıça olan Bagmaştu iken
karısı olarak çoğunlukla tanrıça Arubani'ye atıf yapılmıştır.
2) ARUBANİ
Baş tanrı Haldi'nin karısı olan Arubani, Urartuların bereket ve sanat
tanrıçasıydı. Aynı zamanda sanatkarların koruyucu tanrısı olduğu da kuvvetli
bir ihtimaldir.
Oturan, ellerini kullarına bir şeyler verir şekilde kaldırmış, bir eliyle
doğurganlığın simgelerinden olan ağaç dalını tutmuş şekilde tasvir edilmiştir.
Bazıları onun Ermeni tanrıçası Anahit'in erken, proto varyantı olduğunu öne
sürmüşlerdir. Arubani gibi Anahit de bereket, şifa, bilgelik ve su
tanrıçasıydı.
Arubani'nin adı, Varubani veya Uarubani gibi farklı şekillerde de
görülebildiği gibi bazı Asur metinleri onu tanrıça Bagmaştu ile
ilişkilendirmiştir.
Baş tanrı Haldi'nin ve dinin merkezi olan Muşaşir aynı zamanda eşi Arubani'nin
de ibadet merkeziydi.
3) TEİŠEBA
Teispas olarak da bilinen Teiseba önemli bir Urartu tanrısıydı. Gök gürültüsü,
yağmur gibi hava durumlarıyla ilişkiliydi hatta bazen savaşla bile
bağdaştırıldığı oluyordu.
Bazı kaynaklar bunun panteondaki 3. tanrı olduğunu söyler ve aynı olmasalar
bile Asurluların yağmur tanrısı Adad'a özellikle de Hurrilerin fırtına ve
yağmur tanrısı Teşub'a oldukça benzerdir.
Urartular bu tanrılarını onurlandırmak için Teişebaini şehrini inşa
etmişlerdi. Kökenleri MÖ.7.'yy'a kadar dayanan bu kasaba Ararat Vadisi'nde
bulunuyordu. 1939'da bölgede yapılan ilk kazılarda bu tanrıya adanmış birçok
tapınak kompleksi, üzerinde adının bulunduğu heykelcikler ve yazıtlar ortaya
çıkmıştı. Elinde disk şeklinde bir gürz, diğer elinde savaş baltası tutan ve
üzeri boğa boynuzlu bir savaş miğferi kuşanmış şekilde tasvir edilmiştir.
Bunlar onun savaş ve gök gürültüsü yönlerini simgeleyen sembollerdi.
Karısı, Hurrilerin tanrıçası Hebat ile bağlantılı olan Huba idi. Hebat "tüm
canlıların" ana tanrıçasıydı ve muhtemelen Huba'da benzer role sahipti. Ancak
tanrıça Huba hakkında fazla bilgi bulunmamakta.
4) ŠİUİNİ
Daha çok Şivini adıyla bilinen Siuini bir başka büyük Urartu tanrısıydı.
Teişeba ve Haldi ile birlikte Urartu teslisini oluşturuyorlardı. Genellikle
uzun saçlı, tek dizi üzerine çökmüş ve başının üzerinde güneş diski tutan genç
bir adam olarak tasvir edilmiştir. Bu yönleriyle bir Hurri tanrısı olan Simigi
ile oldukça benzerdir. Bilgelik ve adalet tanrısı olan Şivini'nin Asur güneş
tanrısı Şamaş'ın Urartu varyantı olduğu görüşünde olanlar vardır.
5) SELARDİ (SİELARDİ)
Bir başka tanrı, kısmen tanımlanabilmiş ve Urartular için büyük önem arz eden
Selardi'dir. Adının Melardi olabileceğine ve bir ay tanrısı olduğuna dair
kanıtlar vardır. Araştırmacılar bu tanrının kadın mı yoksa erkek mi olduğu
konusunda ikiye bölünmüşlerdir. Kimine göre Selardi adı "kadın, kız kardeş"
anlamına gelen "Siela" ile "güneş tanrısı anlamına gelen "Ardi"nin
karışımıdır. Eğer bu doğru ise bir tanrıça olan Selardi, güneş tanrısının kız
kardeşi olur. Eski Yakın Doğu'da ay genellikle güneşin kız kardeşi olarak
kabul edilirdi.
Ayrıca onu Urartu prensi ve efsanevi Kral I. Rusa'nın oğlu Melartua ile de
ilişkilendirirler. Melardi ve Melartua isimlerinin ay anlamına gelen "meghard"
kelimesinden geldiği düşünülmektedir.
Yine de kimilerine göre Selardi kadın değil erkektir ve Babil'in ay tanrısı
Sin'in Urartu inancındaki karşılığıdır.
Bunların yanı sıra kara tanrıçası Epaninaue, deniz veya su tanrıçası
Dsvininaue, dağların tanrıçası Babaninaue ve yıldız tanrıçası Sardi gibi başka
tanrılar da vardı. Yerleştikleri çoğu kasabaya genellikle kendi yerel tanrı ya
da tanrıçalarının adları verilirdi. Örneğin: "Kumanu'nun tanrısı" gibi.
DİNİ UYGULAMALARDAKİ TANRILAR
Arkeologlar yıllar boyunca Urartu'yu inceleyince panteonlarına ilişkin daha
fazla ayrıntı ortaya çıktı. Yine de keşfedilen tanrıların birçoğunda dair
bilgiler hala yüzeyseldir ve bazı dağınık isimler ve detayların yanı sıra bu
tanrı ve tanrıçalar hakkında fazla bir şey bilinmemektedir. Bu isimlerden
bazıları, tanrıça İştar'ın olası Urartu versiyonu olan toprak tanrısı Saris
ve Kral III. Rusa'nın hizmetkarı olduğunu belirttiği gizemli bir tanrı olan
Šebitu'dur.
Urartu kültürünün tüm yönlerini bir bütün olarak incelediğimizde, panteon ve
dinin Urartu yaşamının birçok yönüne yansıdığını görebiliriz. Elbette Urartu
kralları ve liderleri için din, birçok kabileyi kendi yönetimleri altında
birleştirmelerine ve bir bakıma yönetimlerini merkezileştirmelerine olanak
sağlayan önemli bir araçtı.
Urartu Krallığı'nın kralları, kayalık burunlar üzerinde bulunan, genellikle
kayaya oyulmuş ve mağara şeklinde olan gösterişli ve büyük mezarlara
gömülürdü. Bunun bir örneği dağın içine oyulmuş birçok odanın bulunduğu
başkent Tuşpa'daki kraliyet nekropolüdür. Tuşpa günümüzdeki Van şehridir.
Bu gösterişli ve zengin mezarların inşası kesinlikle çok çaba gerektirmiştir
ve çoğunun bir, iki veya üç odası vardır. Ne yazık ki bu mezarların çoğu
devasa taş levhalarla kapatılmış olmalarına rağmen antik çağda
yağmalanmıştır. Ancak içlerinde kalan çok az şey bize Urartu tanrılarına
derin bir saygı duyulduğunu göstermeye yetiyor.
Ayrıca bozulmamış mezarlar Urartuların dini inançlarının büyük bir kısmını
ortaya koymaktadır. Silahlar, kalkanlar, kaplar ve mobilyalar da dahil olmak
üzere enfes mezar eşyalarıyla birlikte taş lahitlere gömülmüşlerdir. Bu
onların belki de baş tanrılarından biriyle bağlantılı olan bir öbür dünyaya
inandıklarını gösterir.
KURBAN GELENEĞİ
Urartu tanrıları dini sanatta da yer almıştır. Örneğin üç baş tanrı olan
Kaldi, Şivini ve Teişeba bronz figürler kullanılarak en çok temsil edilenler
olmuşlardır. Bu bronz figürler Urartuların tanrıların fiziksel görünümlerini
nasıl tasavvur ettiklerine dair mükemmel örneklerdir.
Ayrıca bir çoğu tanrıça temsilleri olan, hayvan kemiklerinden yapılmış,
kimliği belirsiz bazı figürler de bulunmaktadır. Temsil edilen yaratıklar
arasında akrep-adam, kuş-adam veya balık-adam gibi melez formlar görülür.
Bunların iblisler, efsanevi yaratıklar veya tanrılar olup olmadığı bilinmiyor.
Fakat bu melezlerin genellikle depoların ve diğer nesnelerin duvarlarına
çizilmiş olduğu göz önünde bulundurulursa bu durum onların bir tür koruyucu
ruh olduğunu gösterir.
Birçok antik dinde olduğu gibi kurbanlar Urartuların günlük dini yaşamının
önemli bir parçasıydı. Urartular kurban olarak değerli eşyalarını sunarken
aynı zamanda keçi, inek, koyun, boğa gibi çeşitli hayvanları da kurban
ediyorlardı. Örneğin Haldi bir savaş tanrısı olduğundan ona değerli
silahlarını, örneğin baltalarını sunuyorlardı. Bununla bağlantılı olarak II.
Sargon zamanında yapılmış bir antik Asur yazıtı Muşaşir kentinde tanrı
Haldi'nin tapınağında depolanan büyük silah yığınlarından bahseder. Yazıt
tapınakta bulunanları şöyle anlatır:
"25.212 bronz kalkan, 1.514 bronz cirit ve 305.412 kılıç... Altından yapılmış
büyük bir kılıç, bele takılabilen bir silah, altın işlemeli 96 gümüş mızrak,
gümüş yay ve cirit, 12 ağır kalkan, 33 gümüş savaş arabası..."
Diğer kurban ve adakların çoğu devasa bronz kazanlar kullanılarak yapılırdı.
Bu gösterişli bronz kaplar muhtemelen büyük miktarda şarap, bal likörü veya
tanrıları yatıştırmak için sunulan diğer önemli yiyecekleri içeriyordu.
Urartu'da var olan kültür şimdilik bir sır olarak kalsa da zamanla bu kültüre
dair yeni kanıtlar ortaya çıkıyor. Çok sayıda Urartu bölgesinde arkeolojik
kazılar devam etmekte. Dolayısıyla şimdilik tanrıları hakkında çok şey
bilmesek bile ilerleyen yıllarda çokça yeni bilgi edinilecektir. Gerçekleşecek
yeni keşifleri sabırsızlıkla bekliyorum.
KAYNAKLAR
"Haldi (ancient god)". Encyclopædia Britannica.
Astour, Michael C. (1987). Studies on the Civilization and Culture of Nuzi
and the Hurrians. p. 48.
Zimansky (2012). Imagining Haldi.
Lurker, Manfred (2004). A Dictionary of Gods and Goddesses, Devils and
Demons, p. 325.
Yervand Grekyan, (2018) "Urartian State Mythology".
Cartwright, M. 2018. Urartu Religion. World History Encyclopedia.
Chahin, M. 2001. The Kingdom of Armenia: A History.
Marek, C. 2018. In the Land of a Thousand Gods: A History of Asia Minor in
the Ancient World.
Various, 2014. Assyria to Iberia at the Dawn of the Classical Age.
Metropolitan Museum of Art.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
18 YIL BOYUNCA ŞEYTANIN ELE GEÇİRDİĞİ SÖYLENEN ADAM : GEORGE LUKİNS
Paranormal olayların gerçek olup olmadığı ve bu olaylara dair anlatılar
her zaman insanlar için merak konusu olmuştur. Yıllar boyunca doğrudan şeytani
ele geçirme ile bağlantılı olmayan pek çok doğal olmayan olay rapor
edilmiştir.
Tarihin tozlu sayfaları arasında yer alan ve özellikle
Hristiyanlar için kafa karıştırıcı durum haline gelmiş olan bir olay da George
Lukins'in şeytani ele geçirilmesidir. Lukins aynı zamanda "Yatton Daemoniac"
olarak biliniyordu.
Aslına bakarsanız George Lukins vakası o zamanlar da iyi biliyordu ve
1778'de İngiltere'de büyük popülerlik kazanmıştı. Garip vakalardan biri olan
bu olayın ne olduğunu öğrenebilmek amacıyla şeytani ele geçirme olduğu
söylenen bu olayın derinliklerine inelim.
Kariyerindeki en tartışmalı davalardan biri ile karşılaşan rahip Joseph
Easterbrook İngiltere, Bristol'deki Tapınak Kilisesi'nde bir Anglikan
papazıydı. 31 Mayıs 1778'de cemaatinin bir üyesi sıra dışı bir istekle ona
geldi. Anlattığına göre kilise cemaatinden olan Sarah Baber yakın zamanda
Somerset yakınındaki Yatton kasabasını ziyaret etmiş ve bir adamın
açıklanamayan duruma maruz kaldığına tanık olmuştu.
Söz konusu adamın 40 yaşlarındaki bir terzi olan George Lukins olduğunu
belirtmiş, adamın günlük nöbetler geçirdiğini, bu nöbetler sırasında farklı
ses tonlarında yüksek sesle şarkı söylediğini ve çığlıklar attığını
anlatmıştı. Nöbet geçirirken çıkardığı bazı sesler insan sesine
benzemiyordu. Lukins ayrıca saldırgan tavır takınıyor, küfürler ediyor,
tanımlanamayan sözler söylüyor ve iğrenç tutumlarda bulunuyordu. Kadının
dediğine göre Lukins trans halindeyken kendine doktorların yardım
edemeyeceğini de söylemişti. [1]
Sarah olaydan uzun yıllar önce Yatton'da yaşayan bir kadındı ve
Lukins hakkında farklı bir izlenim oluşturmuştu. Lukins'in düzenli
olarak kiliseye giden, dindar ve toplum tarafından iyi olarak bilinen bir
adam olduğunu doğruluyordu. Fakat Lukins'in şeytan tarafından ele geçirilme
sürecinin 18 yıl önce başladığını söylüyordu. Yani kadının dediğine göre
adam tam 18 yıldır şeytani bir hakimiyet altındaydı.
Lukins'in ele geçirilmesine dair birçok açıklama var. Bunlardan birine göre
ailesi onu birkaç doktora götürmüş ancak tüm çabalarına rağmen düzensiz
davranışının nedenini bulamayınca olanları hayal kırıklığıyla
karşılamışlardı.
Lukins'in Londra'daki Aziz George Hastanesinde 18 ay boyunca gözlem altında
tutulması bile önerilmişti. Bu hastanede 20 hafta kaldıktan sonra tıp
camiası onun tedavi edilemez olduğu söylemişti. Nöbetleri geçmiyordu ve
halkın hakkında yaydığı dedikodular kısa sürede onu lanetlemiş, büyülenmiş
veya bir iblis tarafından ele geçirilen adam olarak damgalamıştı. [2]
Anlatılana göre aslında Lukins'in kendisi de geçirdiği nöbetler konusunda
şaşkındı. İfadesine göre, ele geçirilmesi bir Noel Baba oyununda rol aldığı
sırada başlamıştı. O yıllarda genç olan Lukins sokakta ilerlerken
birinin ona çok sert bir tokat attığını görmüş ve bilincini kaybederek yere
yığılmıştı.
O sıralar adamı tanıyanlar onun alkol tükettiğini söylüyor ve kimileri onun
yediği bu tokada "ilahi tokat" diyordu. Tokat olayından kısa bir süre sonra
adam nöbetler geçirip anormal davranışlar gösteriyor, nöbet sırasında köpek
gibi havlıyordu. Özellikle sağ elinin açıklanamayan ve güçlü bir şekilde
seğirdiği söyleniyordu. [1]
George Lukins'in yerel toplumun lanetli olduğunu söylemeye başlaması çok
uzun sürmemişti. Ayrıca kendisine yedi şeytanın musallat olduğunu ve bunları
ortadan kaldırabilmek için 7 din adamının gerekli olduğunu iddia ediyordu.
İşte tüm bu olaylar sonucunda Sarah Baber adlı kadın Lukins'i Bristol'e
getirmek için düzenlemeler yapan peder Easterbook'a başvurmuştu.
Peder Easterbrook, Bristol'e varır varmaz Lukins'i inceler. Adamı incelemek
için toplanan meslektaşları ile birlikte gördükleri karşısında şaşırırlar.
Lukins'in sergilediği ifadeler, tuhaf sesler ve saldırganlıkla birlikte
seyreden açıklanamayan kasılmalar rahibi ve bazı meslektaşlarını bunun
gerçek bir ele geçirilme vakası olduğu konusunda ikna eder. Ancak rahibin
meslektaşlarından bazıları adamın bir varlık tarafından ele geçirildiğinden
şüpheliydiler.
Şeytan çıkarma ayininin gerekli olduğu söyleniyor, diğer yandan o dönem
yayınlanan bazı makaleler bunu eleştiriyor ve adamın aslında epilepsi ve
Aziz Vitus'un dansı rahatsızlığına sahip olduğunu söylüyordu. Aziz Vitus'un
dansı denen rahatsızlığın diğer adları Aziz John'un dansı, Koreomanya
(choreomania) veya Dans Vebası'dır. İnanışa göre bu rahatsızlığa neden olan
şey Aziz Vitus'un ya da Vaftizci Yahya'nın lanetiydi. Sırf bu yüzden
lanetten kurtulmak umuduyla Vaftizci Yahya'ya dua ediyor ya da Aziz Vitus'a
adanmış yerlere hac ziyareti yapıyorlardı. Bu rahatsızlık Kara Veba'dan
birkaç yıl sonra meydana gelmiş, tedavi edilemedikleri görülünce hasta
insanların çoğu yalnızlığa terk edilmiş ya da kasabalardan kovulmuştu.
[1][3]
Bu rahatsızlık 17.yy'da "Sydenham chorea" adını almıştır. Bu bir sinir
sistemi hastalığıdır ve vücudun kontrolsüz hareket etmesine neden
olur. Bazı bilim insanları bunu "kolektif zihinsel bozukluk" ve
"kolektif histerik bozukluk" olarak tanımlamışlardır. Yine de büyük bir
kitle bunu iblislerin veya şeytanın ele geçirmesi olarak görmüş ve tıpkı
rahip Easterbrook gibi şeytan çıkarmaya başvurmuştur.
Rahip, Lukins için dua etmek ve bir şeytan çıkarma ayini
gerçekleştirmek için bölgedeki John Valton ve John Wesley gibi Protestan
mezhebi üyelerinden yardım istedi. Rahip olayla ilgili tüm söylentileri
susturmak amacıyla yerel bir gazete olan Bristol Gazette'de şeytan çıkarma
ile ilgili bir açıklama yayınladı. Kayıtlar George Lukins'in şeytan olduğunu
ve Te Deum'un ters bir varyantını söylerken şiddetli öfke nöbetleri
sergilediğini iddia ettiğini belirtiyordu.
Daha iyi anlaşılması için kısa bir bilgi vereyim. Te Deum, Latince "Te Deum
Iaudamus" yani "Seni, Ey Tanrı, Övüyoruz" adlı Latince bir Hristiyan
ilahisidir. "Ambrose" İlahisi olarak da bilinir. Rahibin iddiasına göre
Lukins nöbetleri sırasında bu ilahiyi tersten okumakta yani güya
tanrıya hakaret etmektedir. [4]
Lukins'i ziyaret etmeye gidenlerden biri, adamın uzun kasılmalar
geçirdiğini, kasılma sonrası içindeki iblisin dile gelerek öfke içinde
birkaç kez "ruhunu cehenneme gönder" dediğini, "buraya gelerek benim
otoritemden kurtulabileceğini mi sandın?, Hepsi boşuna. Cehennemdeki şeytani
inimin üzerine yemin ederim ki bu sana her zamandakinden on bin kat daha
beter acı verecek!" gibi sözler sarf ettiğini ve akabinde bir süre donakalan
adamın bu sözleri alaycı şekilde tekrarladığını, kadınsı ses tonuyla çeşitli
şarkılar söylediğini, küfürler ettiğini, bunları yaparken sesinin başka
tonlarda çıktığını anlatmıştı.
Rahip Easterbrook'un ricası üzerine şeytanın ele geçirdiği söylenen adam
için dua etmeyi kabul eden John Wesley, Protestan üyelerinden başka bir
rahip ile temasa geçmişti. Rahip gönderdiği mektupta şöyle diyordu:
"Bir süre önce yedi bakandan birinden George Lukins için dua etmemi
isteyen bir mektup aldım. Tanrı'nın önünde haykırdım, "Rab, ben böyle bir
işe uygun değilim; bir şeytanla karşılaşmaya inancım yok." Fakat güçlü bir
şekilde uygulandı, "Tanrım bu senin kudretindir". Buluşmamızdan bir gün
önce Lukins'i görmeye gittim ve öyle bir inanç buldum ki, ona işkence
ettiğini söylediği yedi şeytanla karşılaşabildim. Hiç şüphem yoktu,
kurtuluş gelecekti. Tanıştığımızda Rab duayı duydu ve yoksulu
kurtardı." - John Valton [5][1]
Protestan şeytan çıkarma ayinleri iblisin vücudu terk etmesi için
uygulanan emirler, övgüler ve ayinler de dahil olmak üzere Katolik şeytan
çıkarma ayinlerine benziyordu. Dualar ve ilahilere emirler eşlik etmek
zorundaydı ve bu süreç Kutsal Üçleme yani "Baba, Oğul ve Kutsal Ruh adına"
formülü kullanılarak şeytanın kovulmasıyla sona ererdi.
1788 yılında, adam 44 yaşındayken bir şeytan çıkarma düzenlenmişti.
Anlatılanlara göre din adamları iblise Lukins'in bedenini terk ederek
cehenneme geri dönmesini emrettikten sonra adam normale dönmüş gibi
görünüyordu. Rahip Easterbrook'un kayıtlarına göre adam Rab İsa'yı övmüş,
duasını okumuş ve çabalarından dolayı din adamlarına teşekkür etmiştir.
[1]
İŞİN ASLI
Fakat tüm bu anlatılara rağmen konudan şüphe duyanlar ikna olmamışlardı.
Lukins hakkındaki hikaye yayınlandıktan hemen sonra Yatton'da yaşayan ve onu
tanıyan birçok insan ortaya çıkarak ele geçirilme hikayesinin uydurma
olduğunu söyledi. Lukins o bölgede vantrilokluk yani karından konuşma ve
taklit yeteneği ile tanınan, bilinen biriydi ve görünüşe göre biraz da
hastalık hastasıydı.
Çok geçmeden ülke çapındaki din adamları ve tıp doktorları bu vakayı
tartışmaya başladılar. Genel fikir birliği rahipler aleyhindeydi. Lukins
hakkında çeşitli teoriler ortaya atıldı. Bunlar adamın ağır bir hastalık
hastası olduğu (Hipokondriya), sara hastası olduğu hatta bir köpek
tarafından ısırıldığı gibi çeşitli iddialardı.
Davanın üzeri kapanmamıştı ve rahip Easterbrook dolandırıcılık ile
suçlanıyordu. Bunun üzerine rahip 1788'de "Yatton Daemoniac" olarak bilinen
bir inceleme yazarak kendini ve diğer rahipleri haklı çıkarmaya ve
sahtekarlık suçlamalarından kurtulmaya çalışmıştı. [6][7]
Şeytan çıkarma ayininin ardından iyileştiği söylenen Lukins resmen ortada
kalmıştı. Yatton'a dönmüştü ama ısrarla Bristol'e dönmek için girişimde
bulunuyordu. Parasız kalmıştı ve Bristol'deki hiç kimse onun yol parasını
ödeme niyetinde de değildi. Bu yüzden Yatton kasabasında kalmıştı. Dilenerek
ve küçük kitaplar satarak yoksulluk içinde yaşayan adam Şubat 1805'te ölmüş,
ölüm nedeni hakkında bilgi verilmemişti.
Rahip Easterbrook'a gelirsek, modern çağdaki insanların bu şeytan çıkarma
olayına inanmakta zorluk çekeceğini söylüyordu. Anlatılanların ne kadar
doğru olduğu ve Easterbook'un tanıklığının ne kadarına inanılabileceği
kişinin kendisinin bileceği bir iş. Bana göre 7 iblisin ele geçirdiği
söylenen adam muhtemelen hem epilepsi hastası hem de içinde yaşadığı
toplumun din masallarından fazlasıyla etkilenmiş, sıyırma noktasına gelmiş
ve kendini içine iblislerin girdiğine inandırmış birisiydi. Hastalık hastası
olması ise tüm bunlara daha da uygun bir zemin hazırlıyordu. Kendini
şartlandırdığı ve inandırdığından dolayı şeytan çıkarma ayini sonrasında
iyileşiyor çünkü iyileştiğine inanıyor. Hatta belki de rahipler hile
yaparak, bir hikaye kurgulayarak adamı kullanmış daha sonra onu bir köşeye
atmışlardı. Rahipler ve medya popüler hale gelen bu olayı halkı korkutmak ve
dine bağlamak için ballandıra ballandıra anlatmışlardı.
O gün ve bugün bile hala şeytan çıkarma için birçok insan kiliseye,
rahiplere başvuruyor. Üstelik bunlardan bazıları ölüyor ya da kolu, bacağı
kırılarak hastanelik oluyor..
KAYNAKLAR
A narrative of the extraordinary case of George Lukins (of Yatton,
Somersetshire) who was possessed of evil spirits, for near eighteen
years... A letter from the Rev. W. R. W. (Bristol, Printed).
Philadelphia : Re-printed by Thomas T. Stiles, No. 10, Cypress-Alley.
1805. (Surgeon General's Library, 353432)
Encyclopaedia Britannica (1823); Or A Dictionary of Arts, Sciences, and
Miscellaneous Literature, vol. 17, p. 235.
"Sydenham Chorea Information Page | National Institute of Neurological
Disorders and Stroke". (www.ninds.nih.gov)
The Mirror of literature, amusement, and instruction, Volume 4. J.
Limbird, 143, Strand. 1824.
History of Wesleyan Methodism: Wesley And His Times (2005).
Authentic anecdotes of George Lukins, the Yatton daemoniac. G. Routh.
Patients and Practitioners (2003). Cambridge University Press.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
MİTOLOJİLERDE TUTULMALAR (GÜNEŞ TUTULMASI, AY TUTULMASI)
Dünya genelinde binlerce farklı kültür sahip oldukları inanışlar gereği güneş ve
ay tutulmalarına dair farklı efsaneler üretmiş, değişiklik gösteren inançlara
sahip olmuşlardır. Bu makalede kültürel efsanelere özetler halinde değinerek
keyifli bir dünya turu yapacağız.
Türk-Moğol Mitolojisi
Türk mitolojisinde Yelbegen* adlı çok başlı, insan yiyen, yılan benzeri bir
ejderha vardır. Yel "rüzgar, büyü, şeytani" gibi anlamlara gelirken böke
teriminden türeyen "begen" "dev sürüngen, ejderha" demektir. Zaman içinde
farklı formlara girerek ogre benzeri birçok kafası olan devasa bir canavara
dönüşmüştür. İnsanları yiyen devler aynı zamanda atların da düşmanıdır ve
onları yerler. Koca ağızlı, uzun dişli ve koca kulaklı bu yaratıkların farklı
türleri vardır.
Moğol dünyasında "Yelmogus" olarak geçer (mogus = böke). Fakat Moğol varyantı
Altaylardan farklı olarak doğası gereği ejderhalardan ayrı ve onlara zıt
kutuplu bir yaratıktır. Genellikle karanlık ve düşmanca yerlerde yaşayan bu
yaratık, saf kötülüğe, korkunç görüntüye sahip, erişilemeyen yerleri koruyan
bir canavardır. 3,7 veya 9 başlı olarak bahsedilen bu yaratık ateş püskürtür.
İnsanüstü güce ve üstün büyü yeteneğine sahip, çok zeki, zengindir. Çocuk
yapabileceği doğurgan kadınlara karşı şehvet besler. Buna rağmen saygı duyulan
bir yaratıktır ve tamamen kötü bir yaratık olarak kabul edilmez.
Bir Altay efsanesine göre Yelbegen adlı 7 kafalı yaratık Güneş ve Ay'dan
intikam alarak onları yer. Bu dev yaratık bazen yıldızları ağzında çiğneyip
parçalara ayırıp tükürürdü. Bu yüzden yıldızlar ondan uzaklaşarak göğe
kaçardı. Tanrı Ülgen onu durdurmak için yaratığa oklarını fırlatırdı. Bu
inanıştan dolayı Ay tutulması gerçekleştiğinde Altay Türkleri "7 başlı dev
Yelbegen yine Ay'ı yedi" derlerdi. [1] [2] [3]
* Diğer adları: Yilbegan, Yilbeğen, Yelbeğen, Cilbeğen'dir. Tatar dilinde
Cilbegan'dır. Yegen ya da Yeken olarak kısaltılır.
Doğu Asya ve Çin Mitolojisi
Çeşitli Doğu Asya efsanesinde Güneş'in veya ayın bir hayvan tarafından yendiği
düşüncesi vardır. Suç genellikle köpek, 3 ayaklı dev bir kurbağa, jaguar ve
diğer çeşitli canlılar üzerine atılırdı. Çin kültürü de aynı düşünceye
sahipti. Çince'de tutulma için en temel kelime (日食) re shi'dir ve "Güneşi
yemek" anlamına gelir.
Antik Çin'de Güneş tutulmalarının genellikle göksel bir ejderhanın Güneş'le
yüz yüze gelip onu yutmasıyla gerçekleştiğine inanılıyordu. Bu yüzden eski
Çin'de tutulmadan bahseden kayıtlarda "Güneş yendi" yazdığı görülür. Bu
inanıştan dolayı insanlar ejderhayı korkutup Güneş'i kurtarmak için tutulma
boyunca davul çalıyor, bağırarak yüksek sesler çıkarıyorlardı.
Çeşitli Çin toplumlarında insanlar bir ejderha veya vahşi hayvanlar Ay'ı
yiyemesin diye çan çalıyorlardı. Bu inanç sadece sıradan halk arasında
uygulanmıyordu. Örneğin 19.yy'da gerçekleşen bir ay tutulması sırasında Çin
donanması toplarını ateşleyerek ejderhayı korkutmaya çalışmıştı. Güneş bir
süre sonra aynı göründüğünden bu taktiğin işe yaradığına inanıyorlardı.
Tutulma sırasında davul çalınması ve yüksek ses çıkarılması Vietnam gibi diğer
Doğu Asya kültürlerinde de görülüyor olsa da onlar bunun için farklı bir neden
sunarlar. Onlara göre tutulmalar efendisi uyumakta olan bir kurbağanın güneş
ve ayı yutması ile gerçekleşir. Bu yüzden gürültü çıkararak kurbağanın
efendisini uyandırmaya çalışırlar. Böylece uyanan sahip, kurbağasını
öksürterek Güneş ve Ay'ı serbest bırakır.
Fakat belirtmekte fayda var ki eski Çin halklarının çoğu Güneş tutulmaları
hakkında olduğunun aksine Ay tutulmalarından rahatsız değildi, hatta bazı
kaynaklarda yazanlara göre bu sıradan bir olaydı. Ancak istisnalar
olabiliyordu. Örneğin Zhou Hanedanlığı döneminde kırmızı Ay'ın yaklaşmakta
olan bir kıtlık veya felaketin habercisi olduğuna inanılırdı.
Japon Mitolojisi
Japonlar tüm yaşamın, bereketin ve mahsulün kaynağı olarak kabul ettikleri
Güneş tanrıçası Amaterasu'ya taparlardı. Onlara göre tanrıça gittiği zaman
tutulma yaşanıyordu. Göz kamaştırıcı güzelliğinin, tatlılığının ve ne kadar
faydalı olduğunun anlaşılması için ona aynaların gösterilmesi gerekiyordu. Bu
farkındalık onu tekrar ortaya çıkarak dünyaya fayda sağlamaya teşvik edecekti.
Yerli Avustralya Mitolojisinde
Avustralya'da yüzlerce Aborjin grubu olduğundan tutulmaların gerçekleşme
nedenlerine dair farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır. Bunlar o kadar fazladır
ki hepsini tek bir çalışmada ele almak mümkün değildir. Aralarından bazılarına
özet olarak değinelim:
* Birkaç Avustralya yerli grubuna göre Güneş kadın, Ay ise erkektir. Kadın
olan ve Yhi olarak adlandırılan Güneş'in Bahloo adındaki Ay'ı takip ettiğine
inanırlar. Bunlar tıpkı insanlar gibi zaman zaman birbirleri ile kavga
ederler. Örneğin Bahloo yani erkek Ay, kadın olan Güneşin ona sırnaşıp
yaklaşmasından hoşlanmadığında, rahatsız olduğunda kavgaya tutuşurlar. Bundan
rahatsız olan Yhi, Bahloo'yu öldürerek intikam almaya çalışır. Ancak Bahloo
göksel olaylarla ilgilenen birtakım ruhlar tarafından kurtarılır. Bazı
efsanelerde ikisi de birbirine aşık çifttirler.
* Yolngu (Yolŋu) halkına göre tutulma, güneş ile ay arasındaki cinsel
birlikteliğin sonucudur. Güney Avustralya'daki Virangu (Wirangu) halkı da
benzer bir inanışa sahiptir. Hatta onlara göre karı koca olan güneş ve ay
cinsel birliktelik yaşarken bir ruh gelerek onların mahremiyetini insanlardan
gizlemek için güneş ve ayı perdeler.
* Bir diğer Aborjin inanışı tıpkı Araplarda da görüldüğü gibi tutulmaların
yaklaşmakta olan bir felaketin, kötü alametin, hastalık ve ölümlerin habercisi
olduğudur. Hatta kara büyünün bile işareti sayılmıştır. İnsanlar tutulmada
yaşanacak kötülükleri önlemek için reçeteler yazmış, ilahiler söylemiş, güneşe
kutsal taşlar ve bumeranglar fırlatmışlardır. [4]
* Başka bir Aborjin grubu olan Vardaman halkı tutulma gerçekleştiğinde bir
şeyin güneşin üzerini kapadığını biliyorlardı. Ama onlara göre bunu yapan Tia
[5] adında devasa bir karatavuktu. [6] Diğer Aborjin gruplarına göre bu olayın
nedenleri arasında pelerinlerini güneşin üzerine koyan ya da güneşin önünü
kapamak için dağları ve tepeleri hareket ettiren büyücüler [7] , güneşi
eli veya vücuduyla kapatan bir adam (vaddingga) yer alır. [8] [9]
* Bazı rivayetlere göre Ay yiyecek çalan ve ihtiyacından fazlasını tüketen bir
varlıktır. Bu onu daha da şişman yapar. Çaldıkları yüzünden cezalandırılarak
kesilir; böylece ölene kadar giderek incelir. Aynı döngü bu şekilde devam
eder. Bu inanış insanlara açgözlülüğün kötü sonla sonuçlanabileceğini anlatan
bir ibret olarak kabul edilir. [9]
* Yirkle kabilelerine göre tutulmalar Ay'ın hastalanmasının sonucudur.
* Bir diğer görüşe göre tutulmaların nedeni çeşitli kötü ruhların güneş
üzerine yerleşmeleri, onu karanlığa boğmalarıdır. [9]
Maya ve İnka Mitolojisinde
Maya ve İnka mitolojisine göre Ay tutulmasının ve ayın kırmızıya bürünmesinin
nedeni bir jaguarın ayı yutmasıdır. [10] İnkalar Ay'ı yiyen jaguarın dünyaya
inip tüm hayvanları yemesinden korkarlardı. Onun bunu yapmasını engellemek
için jaguarı korkutmak amacıyla mızraklarını, silahlarını çıkarıp Ay'a doğru
bağırırlardı.
Mezopotamya ve Mısır Mitolojisinde
Mezopotamyalılara göre Ay tutulmasının nedeni 7 iblisin saldırısıydı. Bu
saldırı sadece gökyüzü ile sınırlı kalmıyor aynı zamanda eş zamanlı olarak
yeryüzündeki kralın saldırıya uğraması şeklinde algılanıyordu. [10] Kralı
saldırıdan kurtarmak için sahte bir kral ilan eder ve bu zavallı adama
saldırırlardı. Tutulma bittikten sonra kukla kral zehirlenir veya öldürülürdü.
Babilliler de tutulmanın kötü alamet ve işaretler olduğuna inanmış,
krallarının ölümünün bir göstergesi olabileceğini düşünmüşlerdi. [11] Bu
yüzden tutulma gerçekleşirken kralı korumak gerekirdi. Asıl kralın yerine kral
gibi giyinmiş sahte bir kral yerleştirirdi. İblislerin sahte kralı gerçek kral
zannedecekleri ve eğer herhangi bir felaket olacaksa bunu yaşayacak olanın
sahte kral olduğuna inanıyorlardı.
Öte yandan erken Mısır tarihlerine ait bazı kayıtlar onların göklerin
tanrıçası olarak kabul ettikleri Nut* adlı bir tanrıçaya tapındıklarını
göstermektedir. Her gece güneşi yediğine ve ertesi sabah onu tekrar
doğurduğuna inanılıyordu. [12] Tutulmalar onunla ilişkilendiriliyordu.
* Diğer adları Nu ya da Nuit'dir.
Arap Mitolojisinde
İslam öncesi Araplara göre tutulmalar biri öldüğünde veya doğduğunda
gerçekleşiyordu. [13] Gökler onların dünyadaki olaylarla ilgili duygu ve
hislerini gösterme yoluydu.
Eskimo Mitolojisinde
Inuit (Eskimo) halkları Grönland, Kanada ve Alaska'nın arktik bölgelerinde
yaşayan bir dizi yerli halktır. Kültür olarak benzer oldukları kabul edilir.
Onların inanışlarına göre tutulmalar erkek ve kız kardeş olan iki tanrı [14]
arasındaki kavga sonucu gerçekleşir. Güneş tanrıçası Malina'nın erkek kardeşi
olan Ay tanrısı Anningan'a kızarak uzaklaştığına inanırlar. Ancak her
defasında abisi onu yakalamayı başarıyordu. Bu da bir tutulmaya neden
oluyordu. İnanışa göre bu tanrılar birbirleri ile iyi anlaşamadığından her yıl
tutulmalar olmaya devam ediyor.
Kızılderili Mitolojisinde
Birçok Kızılderili toplumu olduğundan tutulmalara karşı çeşitli inanışları
vardır. Örneğin Pomo halkına göre tutulmalar bir kavganın sonucuydu ama bu
kavga dev bir ayı ile güneş ve ay arasındadır. [15] Ayı kavgadan dolayı
kızgındır ama Güneş değildir. Duruma öfkelenen ayı Güneş'i ısırır. Daha sonra
Ay'ı da ısırır. Bu yüzden Pomo dilinde "tutulma" için kullanılan kelime
"ısırılmış" anlamına gelir. Bazı düşünürlere göre ay tutulmasının neden güneş
tutulmasından iki hafta sonra gerçekleştiğini ancak bu şekilde
açıklayabilmişlerdi.
Çoktav halklarının inanışına göre kötü bir sincap Güneş'i kemirerek Güneş
tutulmasına neden olur. [16] İnsanların çığlık atarak ve feryat ederek
sincabı korkutup uzaklaştırması gerektiğine inanırlar.
Ojibva ve Kri efsanelerine göre için için yanan bir cüce Güneş'ten intikam
almak ister. Güneşi tuzağa düşürüp yakaladığında dünyada bir tutulma görülür.
[17] Birkaç hayvan yakalanan Güneş'i kurtarırlar ancak bunların arasında
ipleri keserek güneşi serbest bırakacak dişlere sahip olan hayvan faredir.
Onun ipleri kesmesi ile tutulma bittikten sonra güneş tekrar serbest kalır.
Başka bir Kızılderili kabilesi olan Çippeva halkı sönen güneşi yeniden
tutuşturmak için gökyüzüne yanan oklar atardı. [18]
Perulular aynı uygulamayı güneşi engelleyen hayvanı korkutup uzaklaştırmak
için yapıyorlardı.
Hupa ve Luiseno kabileleri tutulma sırasında Ay'ın hastalandığına, eşleri veya
kabile halkı tarafından iyileştirilmesi gerektiğine inanıyorlardı. Bu nedenle
iyileşmeyi kolaylaştırmak için şiirler ve ilahiler söylerlerdi.
Afrika Mitolojisi
Togo'da yaşayan Karaçi halkı güneşin ay ile evlendiğine inanır. Bu ikisinin
birlikteliğinden birçok yıldız doğar. Ancak ikili bir süre sonra anlaşamaz ve
birbirlerinden ayrılırlar. Gökyüzünde görülen çoğu olay onların
etkileşimlerinin sonucudur. Ay Güneş'in alanına girdiğinde Güneş ile birlikte
kalan yıldızlar eski anneleriyle ve onunla birlikte giden yıldızlarla
savaşırlar. Bunun sonucunda yağışlar ve fırtınalar meydana gelir. Kavganın
uzamasını istemeyen anne onlara çok renkli dokuma bir kumaş olan gökkuşağını
gönderir.
Bazen ise Güneş eski karısının alanına girerek onu yakalar ve yemeye çalışır.
İnsanlar bunu bir güneş tutulması olarak görür. Bu yüzden güneşi korkutmak ve
Ay'ı yutmasını engellemek için davul çalarlar.
Afrika'da yaygın olan başka bir efsaneye göre tanrıçanın doğurduğu ikiz tanrı
vardır. Dişi olan Mavu, erkek olan Lisa'dır. Bu ikiz kardeşler sevişmek için
bir araya geldiklerinde tutulma gerçekleşir.
Hint Mitolojisi
Bhagavad Gita (Rabbin Ezgisi) ve Vişnu Puranalarında yer alan hikayelere göre
Svarbhanu adlı iblisin kopmuş başı Güneş'i yer. O kopmuş başın kutsal
kitaplardaki adı ölümsüz olduğu düşünülen Rahu'dur. Hindu kutsal
kitaplarındaki hikayeye göre Rahu, ölümsüzlük içeceğine engel oldukları için
Güneş ve Ay'dan intikam alacağına yemin eder. Sonunda ölümsüzlük içeceğini
elde etse de intikam hırsıyla Güneş ve Ay'ı yakalayarak zaman zaman onları
yutar. İnanışa göre bunun uzun sürmemesinin nedeni Rahu'nun bir bedeni
olmamasıdır. Yani yuttuklarını aslında gerçek anlamda yutamaz, Ay ve Güneş
ağzının arkasından çıkarak serbest kalırlar. Bu yüzden Güneş ve Ay'ın eski
yerlerine dönmesi çok zaman almaz.
Hindular Güneş tutulması sırasında bazı şeyleri yapmazlar. Peki bu sırada uzak
durdukları şeyler nelerdir, bakalım:
Tapınaklarda ibadet etmek ve putlara dokunmak yasaktır. Tutulma sırasında
tapınak kapıları genellikle kilitli tutulur. Tutulma bittikten sonra
putlar Ganj nehrinden gelen suyla yıkanırlar.
Bazı dindar Hindular gökten inen zararlı şeyler yüzünden o gün yemek
pişirilmemesi gerektiğine inandıkları için günü oruç tutarak geçirirler.
Tutulma sırasında uyumak, işemek, boşaltım yapmak ve cinsel ilişki gibi
temel insani ihtiyaçlar yasaktır.
Şeytanların özellikle bu zamanlarda hamile kadınları aradığına inanılır.
Bu nedenle dışarı çıkmamalı ve mutfakta iş yapmamalıdırlar. Bazıları
bağdaş kurup oturmalarını bile yasaklar. Tutulmanın hamile kadınlar ve
bebekleri üzerinde etkili olduğu yönünde bilimsel bir dayanak olmasa da
başka kültürlerde de benzer inanışın var olduğu görünür.
Güneş tutulması sırasında yaptıkları ise şunlardır:
İlahiler, şarkılar ve mantralar söyleyerek kendilerini tutulmanın kötü
etkilerinden korumaya çalışırlar.
Eğer tutulmadan önce yemek artıkları bitirilemezse üzerlerini kapaklarla
kapatır ve yanlarına bazı yapraklar koyarlar. Genellikle fesleğen ve tulsi
yaprakları kullanılır.
Ganj nehrinin arındırıcı olduğuna inandıkları için Hindu rahipleri
insanların bu nehirde yıkanmasının onları tutulmanın kötü etkilerinden
arındıracağını söylerler. Bazı ev eşyalarına da Ganj nehrinden aldıkları
sudan serperler.
Yunan Mitolojisi
Greklere göre Güneş tutulmasının nedeni tanrının kızgın olduğunun işaretiydi.
Bunu kıyamet ve yıkımın başlamak üzere olduğunun göstergesi olarak
görmüşlerdi. Bu yüzden tanrıyı kızdıracak eylemlerden kaçınmalıydılar.
Yunan tarihçi Heredot'un kayıtlarına göre bir zamanlar iki azılı düşman olan
Lidyalılar ve Medler Anadolu'nun kontrolünü ele geçirmek için savaşmaktayken
Güneş tutulması olur. Gündüz aniden günün karardığını görüp tanrının kızdığını
düşünerek savaşın sona ermesini isterler. Her iki taraf da hemen silahlarını
bırakınca tutulma savaşı olarak bilinen Halys savaşı sona ermiş oldu. [19]
Viking Mitolojisi
Viking irfanında ve İskandinav Cermen mitolojisinde tutulmaların
gerçekleşmesinin nedeni Skoll (Sköll) ve Hati adlı iki büyük kurdun Ay ve
Güneş'i yemeye kalkmalarıdır. [20][21] Biri Ay veya Güneş'i kovalamaya
çalışırken diğeri göksel avını avlayıp yemeye çalışır. Bunu başarırlarsa
tutulma gerçekleşir.
Diğer birçok kültürde olduğu gibi göklerdeki bu kavganın son bulması için
insanların aralarındaki anlaşmazlıkları ve kavgaları çözmeleri gerektiğine
inanırlar. Birbirleriyle barışık olmalıdırlar. Bazı savaşlar bu inançtan
dolayı sona ermiştir.
Hristiyan Mitolojisi
Hristiyanlar tutulmaların insanların yaşam ve ölümleri nedeniyle
gerçekleştiğine inanırlar. İsa'nın doğumu nedeniyle Beytüllahim (Bethlehem)
yıldızının ortaya çıktığına, ölümü ile güneşin karardığına inanıyorlar. [10]
Tarih boyunca tutulmaları tanrıdan bir mesaj olarak gördükleri birçok durum
vardır. Örneğin Haçlı seferleri sırasında tutulma nedeniyle kan kırmızısı olan
Ay'ı gördüklerinde bunu Tanrı'nın düşmanlarını helak ettiğinin bir işareti
olarak kabul etmişlerdi. [22] Ay'ın aksine Güneş tutulmasını ise kendi
yıkımlarının göstergesi olarak kabul ediyorlardı.
Yahudi Mitolojisi
Musevilik genel olarak doğa olaylarını Tanrı'nın büyüklüğünün ifadesi olarak
görse de [23] bazı Talmud pasajlarına göre güneş ve ay tutulmalarının kötü bir
zamanın işaretleri olduğuna dair paralel bir inanç var gibi görünmektedir.
[24]
Talmud, güneş tutulmasını tanımlamak için "Güneşe çarpmak" terimini kullanır.
Şu ifade bunu daha detaylıca açıklamaktadır:
"Güneş tutulması tüm dünya için kötü bir işarettir. Tıpkı bir insan kralın
tebaası için bir şölen yapıp önlerine bir fener koymasına benzer. Onlara
kızdığı zaman hizmetçisine 'Feneri çıkar ve onları karanlıkta bırak!' der".
[Sukkah 29a]
Ayrıca Talmud, güneş tutulmalarının 4 nedenden dolayı gerçekleştiğini açıklar
:
"Hahamlarımız öğretti, güneş tutulması dört şey yüzünden olur:
1: Bir "Av Bet Din" yani Haham Başkanı öldüğünde ve gerektiği gibi
methedilmediğinde;
2: Nişanlı bir kız şehirde yüksek sesle bağırırsa ve onu [tecavüze uğramaktan]
kurtaracak kimse yoksa;
3: Eşcinsellik nedeniyle;
4: İki kardeş aynı anda öldürülürlerse." [Sukkah 29a : 13]
Günümüzde güneş tutulmasının gerçek nedeni bilindiği için Yahudi bilginler
bahsedilen Talmud metinlerini mecazi anlam barındırıyorlar diyerek
geçiştirdiler. Bazı hahamlara göre ise gelecekte gerçekleşecek ilahi fikir ve
mesajlar taşımaktadırlar.
Gördüğünüz gibi farklı toplumların tutulmalara dair inanışları onların yerel
inanışlarını yansıtmasının yanı sıra çoğu zaman halkların yaşam biçimlerinin
ve coğrafi şartlarının izlerini taşımaktadır. Hayal gücü büyük olan insan
yaşadığı her çağda elindeki imkanlar dahilinde türlü olaylara açıklama
getirmeye çalışmış, geçerliliğini yitirenler mitoloji olmuştur.
KAYNAKLAR
Cilbegän/Җилбегән". Tatar Encyclopaedia (in Tatar). Kazan: The Republic of
Tatarstan Academy of Sciences. Institution of the Tatar Encyclopaedia.
2002.
Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Celal Beydili, Yurt Yayınevi
Türk Söylence Sözlüğü, Deniz Karakurt, Türkiye, 2011
Duane Hamacher and Ray Norris, “Eclipses in Australian Aboriginal
Astronomy,” Journal of Astronomical History and Heritage 14, no. 2 (May
13, 2011): 103-14.
A.g.e.
Stuart Gary, “Ancient Aborigines Understood Eclipses,”; Natalie Muller,
“Fear of Eclipse Widespread in Aboriginal Culture,” Australian Geographic,
2011.
Bates, D., 1985. The Native Tribes of Western Australia, Edited by Isobel
White. Canberra, National Library of Australia : 232
Bates, D., 1904-1912. The Papers of Daisy Bates, notebooks, folio
reference 26/113, National Museum of Australia, Canberra : 6a,
74
Hamacher, A.g.e.
Daniel Brown, 2018. “Blood Moon: Lunar Eclipse Myths from around the
World,” The Conversation.
Gonzalo Rubio, 2017. “How Eclipses Were Regarded as Omens in the Ancient
World,” The Conversation.
“Nut | Egyptian Goddess,” in Encyclopaedia Britannica.
Nawar Fakry Ezzi, (August 24, 2017) “The ‘Sinful’ Eclipse,” Saudi Gazette.
Aparna Kher, 2021, “Solar Eclipse Myths,”; Stefanie Waldek, 2018, “How 5
Ancient Cultures Explained Solar Eclipses,” HISTORY.
Kher, “Solar Eclipse Myths.”
“Eclipse of the Sun Blamed on Black Squirrel - A Choctaw Legend” (First
People: American Indian Legend, 2005)
Melissa Petruzzello, “The Sun Was Eaten: 6 Ways Cultures Have Explained
Eclipses,” in Encyclopedia Britannica, 2020.
William Axford, 2017, “Myths and Legends about Solar Eclipses,” Chron.
Herodotus, The Histories, I,74
V. KUMARA SWAMY, 2020, “Solar Eclipse: Myths And Superstitions From Around
the World,”; Waldek, a.g.e.
Morrison, Jessica (2017). Eclipses.
Beth Spacey, 2021, “Medieval Christians Saw the Lunar Eclipse as a Sign
from God - but They Also Understood the Science".
Emily McFarlan Miller, “Signs and Wonder: How People of Different Faiths
View the Total Solar Eclipse,” RNS.
Ilana Sichel, 2017, “The Talmud Says Eclipses Are a Bad Omen. Sorry.,”
Jewish Telegraphic Agency.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
İslam, Hristiyanlık ve Musevilik gibi bir çok dinin kökenlerinin Sümer, Babil,
Akad ve Antik Mısır dinlerine dayandığı, bu efsanelerin, efsaneyi alan
toplumlar tarafından değiştirilerek kendi din ve kültürlerine uyarlandığı
açıktır. Bunların en büyük delilleri elde edilen arkeolojik kanıtlardır.
Tabletler, kabartmalar, mezar metinleri, parşömenler, büyü kapları, put ve
heykeller, tapınak metinleri gibi yüzbinleri geçen elle tutulur deliller bu
durumu kanıtlamaktadır.
Kendinden önceki çok tanrılı toplumların dininden alınan ve uyarlanan bu
efsanelerin en önemlilerinden biri de kaburgadan yaratılış efsanesidir. Kur'an
ve kutsal olarak görülen diğer kitaplara Havva'nın Adem'in kaburgasından
yaratıldığı şeklinde geçen söz konusu efsane insanları değil de tanrıları konu
edinen bir cennet mitidir. Olayın geçtiği yer Sümer tanrılarının cenneti ve
İbrahimi dinlerdeki Aden bahçesinin öncülü olan Dilmun'dur. Nuh Tufanı
efsanesinin kökeni olan Gılgamış Destanı'nda Sümerlilerce cennet bahçesi
olarak tanımlanan bu yer aynı zamanda Sümer halkının kutsal topraklarıdır.
[1][2]
Dilmun öyle bir ülkedir ki temizlik, saflık ve aydınlık hakimdir, hayvanlar
birbirlerine saldırmaz, zarar vermez, insanlar yaşlanmaz, kimse hasta olmaz.
Dünyanın her yerinden ahşap, taş, değerli mineraller, yün, baharat gibi
zenginliklerin bulunduğu kentsel bir alışveriş merkezi gibidir. Tahılları,
hurmaları ve konutlarıyla övünülmektedir. Hiçbir genç kız yıkanmaz çünkü
kirlenmek yoktur, hiçbir erkek nehre yelken açmaz çünkü avlanma, yemek için
uğraşma ihtiyacı yoktur, hiçbir haberci dolaşmaz, ne sevinç şarkısı ne de
feryat vardır. [3] Fakat tüm güzelliklerine rağmen Dilmun diyarının bir kusur
vardır, içme suyundan mahrumdur. Enki, Dilmun tanrıçası Ninsikila'nın (=
Ninhursag) yakarması üzerine içme suyu (tatlı su) getirilir.
Enki üreme organıyla bataklıkta kanallar kazar ve sazlıkları “sular-döller”.
Öyle ki organı elbisesinden dışarı çıkar (Güç, verimlilik göstergesi). Daha
sonra Enki, bu bataklıklara girmeyi yasaklar ve Ninhursag'ı onunla yatmaya
davet eder.
Ninhursag (Nintu, Ki, Ninmah, Damgalnuna) ile Enki birleşince bitki tanrıçası
Ninsar, diğer adıyla Ninmu'ya hamile kalır. Zaman tanrıların katında farklı
akmaktadır; tıpkı İbrahimi dinlerde olduğu gibi. Ninhursag'ın hamileliği şöyle
anlatılır:
Ninhursag’a “yürek suyu”nu akıttı,
O da “yürek suyu’nu, Enki’nin tohumunu aldı.
Bir gün ona bir aydır,
İki gün ona iki aydır,
Üç gün ona üç aydır,
Dört gün ona dört aydır,
Beş gün (ona beş aydır,)
Altı gün (ona altı aydır,)
Yedi gün (ona yedi aydır,)
Sekiz gün (ona sekiz aydır,)
Dokuz gün ona dokuz aydır, “kadınlık” ayıdır,
... kaymak gibi, ... kaymak gibi, leziz tereyağı gibi,
Ülkenin anası Nintu, ... kaymak gibi, (... kaymak gibi, leziz tereyağı
gibi,)
Ninsar’ı doğurdu.
Ninsar "Yeşilliğin Kadını" demektir. Kızı Ninsar dünyaya gelip büyüdüğünde
Enki karaya çıkarak onu gebe bırakınca Ninkura, onu da gebe bırakınca başka
bir bitki tanrıçası Uttu dünyaya gelir (Dikkat: Güneş tanrı Utu değil; Uttu.
Uttu giysi tanrıçasıdır.). Tüm bu birleşmeler için Enki'nin kayığa binip
karaya çıktığı yazar. Dolayısıyla bunlar suyun karaya taşıp bitkilere
temasının, setler oluşturmasının ve tarımsal verimliliğin devam etmesinin
erotik anlatılarıdır. Bu doğumların ve cinsel birleşmelerin tümünün ağrısız
olduğuna özellikle vurgu yapılmış, hatta kaymak gibi oldu, yağ gibi oldu gibi
ifadelere yer verilmiştir.
Farklı bir arkeolojik eser parçasında yazan 20 satırlık metine göre ise
Ninkura'yı gebe bırakınca Ninimma doğmuş, Ninimma'da gebe bırakılınca Uttu
dünyaya gelmiştir. Yani Enki "cennetteki hileci" tabletine göre 3 kızıyla
birlikte olmuştur. Bağımsız parçacıkta yazan da eklenirse bu sayı 4 olur. [4]
Hal böyle olunca Enki'nin Uttu'yu da gebe bırakacağını öngören Ninhursag onu
uyararak Enki ona yaklaşırsa nasıl davranacağına dair öğütler verir. Bu
tavsiyeler sonrası Uttu, Enki'den elma, üzüm ve salatalık gibi bazı hediyeler
ister. [5] Bu istenenler muhtemelen düğün hediyeleridir. Enki hediyeleri
hazırlayıp getirir ve Uttu ile birleşirler. Fakat diğer tanrıçaların aksine
Uttu ile birleşmelerinde Uttu'nun ağrıları olmuş, canı yanmıştır:
Uttu munus sag-ga a ḫaš-ĝu im-me a bar-ĝu a ša-ba-ĝu im-[me]
Güzel kadın Uttu "oy uyluğum" dedi, "oy dışım (bedenim)" dedi, "oy içim
(rahmim)" dedi.
Tanrıça ah vah edince Ninhursag gelip Enki'nin menisini/sularını onun
uyluğundan siler ve ortaya sekiz adet bitki çıkarır. [6] Bu kısım okunamaz
durumda olduğundan 8 bitkiyi nasıl yarattığı bilinmese de Uttu'dan aldığı
Enki'nin suları ile kendi toprağını suladığı kuvvetle muhtemeldir. Özellikle
böyle söylüyorum çünkü unutmayın ki cinsel görünen bu ifadeler doğanın
canlandırılması, suyun toprakla buluşması ve bitkilerin yeşermesini
anlatmaktadır.
Bataklıktaki Enki, Ninhursag'ın yarattığı yasaklı bitkileri gözetler ve onlar
hakkında ulağı tanrı İsimud'a danışır. İsimud her bitkiye isim verir,
köklerinden keser veya çeker ve sırayla her birini yiyen Enki'ye verir.
Metinin bir kısmına bakalım:
Bu şekilde Enki, her bitkinin “kalbini bilir” ve “kaderini belirler”. Bunun
sonucunda Ninhursag çılgına döner ve "hayat veren gözünü" ondan çekerek
Enki'yi lanetler. [13]
Tanrıçanın lanetini duyan tanrılar dehşete kapılırken lanetlenen Enki 8 farklı
yerinden hastalığa yakalanır ve adeta ölüye dönüşür. Sonra efsanede bir tilki
belirir. Tilki, Enlil'e Ninhursag'ı geri getirmeyi teklif edince Enlil'de
karşılığında ona şehrinde bir ağaç ve şöhret vaat eder. Tilki zanaatıyla
kendini süsler ve kurnazca Ninhursag'a yaklaşır. Ninhursag iyileştirmeye ikna
olunca Enki'yi vulvasının (dişilik organı) yanına oturtur. Enki'ye
ağrıyan-hastalanan yerlerini sorar. Bunlar baş, saç, burun, ağız/diş, boğaz,
kol, kaburga ve kalçasıdır. Tanrıça ağrı içindeki her bölge için şifa
tanrıları doğurur; bu tanrı ve tanrıçalar Enki'yi sağlığına kavuşturur, yaşama
döndürür. Bu tanrılar özünde Enki'nin ağrıyan yerlerine atıfta bulunmaktadır.
İsimleri doğrudan bu bölgelerin ismidir.
Önemli olan kısım da işte tam burasıdır. Hastalanan yerlerden biri kaburgaydı.
Hasta olan her bölge için tanrıların çağrıldığı şiirin kaburga ile ilgili
kısmı şöyledir:
šeš-ĝu a-na-zu a-ra-gig
"Kardeşim, neren hastalandı?"
ti-ĝu ma-[gig]
"Kaburgam hastalandı."
nin-ti im-ma-ra-an-[tu-ud]
Ninti’yi orasından doğurdu. / Ninti'ye yaşam verdim senin için.
Ti (𒋾) "kaburga", Nin (𒊩𒌆) ise "hanım, kadın" demektir. Yani Ninti (𒊩𒌆𒋾)
"Kaburga Hanımı" demektir. [7] Kaburga kemiği ile var olmuştur. [11] Tevrat'ta
Adem'in eşinin Adem'in kaburgasından, Kur'an'da ise Havva'nın Adem'den
yaratıldığı anlatılır. Kur'an'da yaratılan kadının adı geçmezken Tevrat'taki
adı Havva'dır (חַוָּה). Diğer adı Eve'dir.
Yaratılış 2: 21-25:RAB Tanrı Adem’e derin bir uyku verdi. Adem uyurken, RAB Tanrı onun
kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Adem’den aldığı
kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.
Adem, “İşte, bu benim kemiklerimden alınmış kemik, Etimden alınmış
ettir” dedi,
“Ona ‘Kadın’ denilecek,
Çünkü o adamdan alındı.”
Bu nedenle adam annesini babasını bırakıp karısına bağlanacak, ikisi
tek beden olacak. Adem de karısı da çıplaktılar, henüz utanç nedir
bilmiyorlardı.
Nisa 1:Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan,
ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten
sakının...
A'raf 189:Sizi bir tek candan yaratan, kendisiyle mutlu olsun diye
ondan da eşini yaratan O’dur...
Nisa 1:"...Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan,
ikisinden birçok erkek ve kadın üretip yayan rabbinize itaatsizlikten
sakının."
İbranilerin onca organ varken kadının yaratılışı anlatılarında kaburgayı
tercih etmişlerinin nedenlerini biraz açalım. Kitab-ı Mukaddes'e göre Havva
adı anlam olarak aşağı yukarı "yaşatan dişi", "yaşam kaynağı" gibi anlamlara
gelir.
Tevrat'a göre herkesin annesi olduğuna inanılan ve Adem'e eş olarak
kaburgasından yaratılan kadına Havva ismini veren kişi Adem'dir.
Tekvin 3:20'de şöyle yazar:
Adem karısına Havva adını verdi. Çünkü o bütün insanların annesiydi.
Kitab-ı Mukaddes yazarı Havvâ adını "yaşamak, yaşatmak" anlamına gelen "hâyah"
ın kökünden türediği ile [8] veya "hayat" anlamına gelen "hayya" [9]
kelimesine dayandığı şeklinde açıklar.
Sümercede kaburga kemiğine de "ti" denir ve Dilmun şiirinde Enki'nin hasta
organlarından biri kaburgasıdır. Fakat Sümercede "ti" aynı zamanda "yaşatmak"
anlamına geldiğinden kaburga kemiğini iyileştiren kadın sadece "Kaburga
Kemiğinin Hanımı" değil aynı zamanda Kitabı Mukaddes'teki gibi "Yaşatan Hanım"
anlamına da gelir. [10] Yani Sümer dilinde bu iki anlam özdeş hale gelmiştir;
-ti hem yaşam hem kaburgadır.
Enki'den bahsedilen söz konusu Dilmun şiiri Tevrat'taki Havva kıssasının
temelini oluşturmuş [12], buradan da diğer dinlere geçmiştir. İbrahimi dinler
üzerindeki etkisini oldukça fazladır. Birkaç örnek vereyim.
Efsanede güneş tanrısının* topraktan tatlı su çıkarmasını anımsatır şekilde
Tekvin 2:6'da şöyle yazar:
"Ve yerden buğu yükseldi ve bütün toprağın yüzünü suladı".
* Enki'nin ricası üzerine içme suyunu getiren Güneş-Tanrı Utu'dur.
Efsanede yazana göre tanrıçalar ağrı ve sancı çekmeden, yağ gibi doğum
yapmaktadır. Bu durum İbrani geleneğinde Havva'ya edilen lanetin arka planına,
kaderinde çocuklarını çile çekerek taşıyıp ağrı içinde doğurmak olduğu
inancına ışık tutar.
Enki yasak olan 8 bitkiyi yediği için lanetlenirken Adem ile Havva bilgi
ağacının yasak meyvesini yediklerinden dolayı lanetlenmişlerdir.
Ulağı İsimud 8 bitkiye isim verip yemesi için Enki'ye uzatırken Enki onun
bitkileri isimlendirmesine engel olmamış, onaylamış dolayısı ile yeni
yaratılan bitkilere birlikte isim vermişlerdir. Benzer şekilde Tevrat'ın
yaratılışı anlatan Ruhban metnine ait bölümünde (Tekvin 1:27; 5:2) ilk
insanın erkek ve dişi olarak yaratıldığı, Yahvist metne ait başka bir
bölümde (Tekvin 2:18-23) önce erkeğin, daha sonra kadının yaratıldığı
vurgulanır. Buna göre ilk olarak yaratılan erkek aynı zamanda varlıkların
isim babasıdır. Tanrı'nın onun için yarattığı kır hayvanlarına ve kuşlara
isimlerini verir. Tıpkı Enki ve İsimud'un bitkilere isim vermesi gibi.
Havva'yı kaburgasından yaratmadan önce Adem'e derin bir uyku verildiğinden
bahsedilir. Aynı şekilde Ninti yaratılmadan önce Enki de derin bir uyku
halindedir.
Kısacası Enki ve Ninhursag efsanesinin değişime uğrayarak Tevrat'a oradan da
ufak değişiklikler ile Kur'an'a geçtiği açıktır. Sümer efsanesinde
kaburgadan yaratılan tanrıça figürü İbrahimi dinlerin tek tanrıcı
ilkelerinin etkisi ile sıradan, ölümlü bir insan haline getirilmiş
ve çamurdan yaratılan Adem'e eş yapılmıştır. Tüm bunların ışığında,
tanrısal mesajlar denen bu metinler gerçekten de eskilerin masallarıdır.
KAYNAKLAR
Rice, Michael (1991). Egypt's Making: The Origins of Ancient Egypt
5000-2000 BC, p. 230.
Edward Conklin (1998). Getting Back Into the Garden of Eden. p. 10.
P. Attinger, "Enki and Ninhursage: Zeitschrift für Assyriologie 74,"
1984:13-28
Attinger, a.g.e., 19
Attinger a.g.e. 21n41 and 23n46
Attinger 1984:25n48 and 49
Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, Çev: Alaeddin Şenel, s. 158
La Sainte Bible: La Bible de Jérusalem, s. 12; Ligier, s. 222
Ancien Testament (Traduction œcuménique de la Bible), Paris 1980, s. 49
Kramer, Samuel Noah (1963). The Sumerians: Their history, culture, and
character. p. 149.
Coulter, Charles R.; Turner, Patricia (2012). Encyclopedia of Ancient
Deities. p. 348
Lerner, Gerda (1986). History of Women vol. 1 : The Creation of
Patriarchy. p. 184-185.; Meagher, Robert Emmet (2002). The meaning of
Helen: In search of an ancient icon. Wauconda, III. p. 153, note 51.
Samuel Noah Kramer : Sümer Mitolojisi
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Anubis; Batılıların İlki, Kutsal Toprakların Efendisi, Kutsal Dağının
Üzerinde Olan, Dokuz Yayın Hükümdarı, Milyonları Yutan Köpek, Köpeklerin
Efendisi, Sırların Efendisi, Mumyalama Yerinde Olan, İlahi Mahfazanın En
Başı ![10][11]
Antik Mısırda Anpu veya Inpu adıyla bilinen tanrının Yunancası
Anubis'tir. [8][9] Anpu adının kökü eski Mısır dilinde "Kraliyet çocuğu"
iken Inpu'nun kökü olan "inp" çürümek anlamına gelmektedir.
Antik dönem insanlarının doğayı, hayvanları gözlemleme sonucu oluşmuş
tanrılardan biridir. Eski Mısır'da çakalların ölüler ve mezarları
etrafında dolaştığı, insan cesetlerini çıkarıp yedikleri görüldüğünden
ölüm ve ölü bedenler çakal ile ilişkilendirilmiştir.[18] Böylece Antik
Mısır'da tamamen çakal ya da çakal başlı insan biçimindeki ölüm,
cenaze, ahiret, yeraltı dünyası, mezarlıklar ve mumlayama ile
bağlantılı olan Anubis var olmuştur.
Kutsal hayvanı Mısır köpeklerinden biri olan altın Afrika kurdudur. Bu
hayvanın eski* ismi "altın Afrika
çakalıdır". [2][3][4]
Mezarların başında dolaşan çakalın ölüleri koruduğu düşünülmüş ve bu
bağlamda Anubis de ölüleri koruyan, kollayan yücelten bir tanrı halini
almış, hatta tanrı Osiris'i bile mumyaladığına dair inanç türemiştir.
Mezarları kazarak ölüleri çıkaran, parçalayıp yiyen çakal nasıl olur
da onları koruyan bir figür haline dönüştü diyebilirsiniz. Buradaki
mantık şöyle işliyordu. Cesetlerinin bir çakal ya da civardaki köpek
türleri tarafından parçalanacağından endişe eden insanlar ölülerinin
ya da öldüklerinde kendi bedenlerinin korunması umuduyla kendi türleri
ile savaşarak insanları koruyacak bir çakal seçmişlerdi. Yani endişe
duydukları çakallardan onları koruyacak olan yine bir çakaldı.
Özellikle Erken Hanedanlık döneminde, Hor-Aha, Djer ve diğer 1.
Hanedanlık firavunlarının taş yazıtlarında tamamen hayvan görünümüyle
yani büsbütün bir çakal olarak tasvir edilmiştir. [12][17]
Karısı yine kendisi gibi çakal olan Anput, kızı ise yılan tanrıça
Kebeçet'tir. Fakat Anubis'in soyu konusunda farklılıklar mevcuttur.
Örneğin erken mitolojide Ra'nın oğlu iken [14] 1.Ara Dönem'e (MÖ
2181-2055) ait tabut metinlerinde inek tanrıça Hesat ya da kedi başlı
tanrıça Bastet'in oğludur. [23] Başka bir gelenek onu Ra ve Neftis'in
oğlu olarak tasvir ederken [14] Yunan tarihçi Plutarhos, O'nun Neftis
ve Osiris'in gayri meşru oğlu olduğunu fakat Osiris'in karısı Isis
tarafından evlat edinildiğini belirtmiş ve şöyle yazmıştır: [24]
Isis, Osiris'in kız kardeşini sevdiğini ve onunla ilişki içinde
olduğunu öğrenip, bunun kanıtı olarak Osiris'in Neftis'e bıraktığı
bir yonca çelengini gördüğünde etrafta bir bebek arıyordu. Çünkü
Set'ten korkan Neftis bebek doğduktan sonra onu terk etmişti.
Köpekler büyük zorluklar içinde Isis'e yardım ederek bebeği
bulmasını sağlamışlardı. Isis onu bulunca bebeği büyüttü, [büyüyen
bebek] Anubis adıyla onun koruyucusu ve müttefiki oldu.
Köpek başlı ya da tamamen köpek şeklinde tasvir edilen ve Anubis'ten
farklı olarak gri ya da beyaz kürklü olan Vepvavet, Anubis'in erkek
kardeşiydi. Tarihçiler zamanla bu iki figürün birleştiğini
varsaymaktadırlar. [7]
Her toplumda tanrıların zaman zaman farklı roller üstlendiği ya da
rollerinin tamamen değiştiği görülür. Anubis'e de farklı roller
yüklenmiştir. Örneğin; 1. Hanedanlık döneminde (MÖ 3100-2890)
mezarların koruyucusu ve kralların mumyacısı olan çakal başlı
Anubis, Orta Krallık döneminde (MÖ 2055-1650) yer altı dünyasının
efendisi olan Osiris'in rolünü devralınca Anubis'in görevleri
arasına ruhları öbür dünyaya yönlendirmek eklenmişti. [32]
Benzer görev bazen inek başlı tanrıça Hathor tarafından uygulanmış
olsa da bu görevi yerine getiren kişi olarak daha çok Anubis tercih
edilmiştir. Firavun döneminin sonlarına doğru (MÖ 664-332) Anubis
genellikle insanları canlılar dünyasından öteki dünyaya
yönlendirirken tasvir edilmiştir. [20][33]
Böylece Anubis diğer tanrılarla birlikte bir ruhun öteki aleme
gitmeye uygun olup olmadığının test edildiği "Kalbin Tartılması"
adlı uygulamada yer alır hale gelmişti. Ahirete kimin gideceği
konusunda Osiris'e yardım ediyor ve ölülere rehberlik yapıyordu
[5][11]
İnanışa göre "İki Gerçeğin Salonu" adlı yerde, ölüp yer altına gelen
ruhun kalbi terazide tartılırdı. [11] Anubis terazinin dilini
kontrol ettikten sonra teraziye konan ölünün kalbi iyi, adaletli ve
dengeli bir yaşamı simgeleyen Ma'at tüyüne veya gerçeğe karşı
tartılırdı; ki Ma'at denge ve adalet tanrıçasıydı. Anubis'in
genellikle ayakta ya da diz çökmüş vaziyette altın bir terazi
tutarken tasvir edilmesinin sebebi bu inanıştı. [10]
Ma'at tüyü karşısında tartılan kalp eşit ya da hafif gelirse kişinin
"Ka" sı yani ruhu tekrar doğması için Duat adlı ölüler aleminden
cennete yani Aaru'ya gönderilirdi. Eğer kalp ağır gelirse, kişinin
kötülük yaptığı, dengeli, adaletli bir yaşam sürmediği anlamına
gelirdi ve kalbi, "ölü yiyici", "kalplerin yiyicisi", "insan yiyen"
sıfatları ile anılan bir yaratık olan timsah başlı Ammit tarafından
yenerek yok edilir ve kalbin sahibi Duat'ta kalmaya mahkum
edilirdi. Tanrıların katibi Thoth ise tartma işleminin sonucunu
yazardı. [6][23][24][25]
Bir diğer geleneğe göre Anubis, ruhu kalbini tartacak olan Osiris'in
önüne getirir. Kalp tartıldıktan sonra, merhumun Maat'ın
Müfettişleri ona bakarken Ani papirüsünde yazanları diğer adıyla 42
Saflık Beyanı, 42 Olumsuz İtirafı okuması gerekir. [6][5]
Antik Mısır dinindeki "Kalbin Tartılması" uygulaması ilerleyen
süreçte İbrahimi dinlere "günah ve sevapların tartılması" şeklinde
geçmiştir. Dönem insanının düşünme ve duygusal eylemlerin yöneticisi
yani akıl etmeyi sağlayan organ olarak inandığı kalp aynı şekilde
İslam'a geçmiş ve ayetlerde düşünme eylemini yapan organ olarak yer
almıştır.
Antik Mısır'da sıvılaştırılarak kafatasından dışarı akıtılan beyin
önemsiz görülürken, önemli görülen organlar çıkarılıp kanopik
kaplarda saklanırdı. Ruhun parçası olarak görülen kalp öyle
önemliydi ki asla bedenden çıkarılmazdı. Yani kalp en önemli organ
iken beyin değersiz bir çöptü.
Fakat bazen önemli görülen kalp ve bağırsaklar çıkarıldıktan sonra
ölüleri koruduğuna inanılan 4 tanrının balmumundan yapılmış kapları
içine konarak mumyanın bedenine geri yerleştirilirdi. [21][22]
Eski Mısır'dan İslam'a geçen bu inanışın izlerini ve bilimsel
yanlışının üzerini örtmek isteyenler ise "kalp" kelimesini meal ve
tefsirlerde ısrarla beyin olarak çevirmiş ve hiçbir ispatı
olmamasına rağmen "kalp burada mecaz olarak kullanılmıştır"
açıklamasını getirmişlerdir.
"Kur'an bir biyoloji kitabı olmadığından tüm organları ve
işlevlerini açıklamak zorunda değildir. Kur'an'da defalarca
akıldan, akıl etmekten bahsedilmiştir."
diyenler olsa da bu bir şeyi değiştirmemektedir. Çünkü akıl
etmekten, düşünmekten yani beynin sorumlu olduğu işlerden
bahsederken sürekli kalpten bahsedilmekte ve bir tanecik ayette bile
beyin kelimesi geçmemektedir. Bu durum tıpkı eski Mısır'da olduğu
gibi İslam'da da beynin işlevlerini yerine getiren organın kalp
olduğuna inanıldığının ispatıdır. Duygusal davranmak ya da saldırgan
bir tavır almak bu gerçeği değiştirmeyecektir.
Anubis özellikle hanedanlık dönemi başlarından siyah bir köpek
olarak tasvir ediliyordu. [12] Fakat onun siyah rengi sembolik
anlamlar taşıyordu; Mumyalamadan önce natron tuzunda günlerce
bekletilip suyu iyice çekilen insan cesetleri kararıyor, rengi
değişiyor ve mumyalama işlemi sırasında kullanılan sargılar
reçineden yapılan maddeye bulaşıyordu. [14]
Ayrıca Mısır için oldukça önemli olan ve ilahlaştırılan Nil nehrinin
bereketli alüvyonları siyahtı. Tüm bu nedenlerden dolayı siyah renk
doğurganlığı ve öbür dünyada yeniden doğma olasılığını simgeliyordu.
[28]
Mumyalama ile olan ilişkisinden dolayı ölen kişiyi
mumyalamakla görevli olan kişiler yüzlerine ölüler kentinin efendisi
ve ölülerin koruyucusu Anubis'in maskesi takarlardı.[1]
Özellikle
terazi başında diğer tanrılarla birlikte görev aldığı Orta Krallık
döneminde çakal başlı bir adam olarak tasvir edilmeye başlanmış olan
Anubis'in tamamen insan formuyla ortaya çıktığı nadir bir yer
vardır; ki bu da Abidos'ta bulunan II.Ramses'in mezarıdır.
[14][9]
Genellikle kolunda şerit, elinde bir harman
döveni tutarken tasvir edilen Anubis'in özelliklerinden biri, onun
mumyalayıcı rolünü belirten Imiut fetişiydi (jmy-vt). [29]
Eski Mısır'ın dini nesnelerinden biri olan Imiut fetişi doldurulmuş,
kafasız bir hayvan derisiydi. Bu hayvan genellikle kedi ya da boğa
olurdu. Bu fetişler kuyruk kısımlarından bir direğe bağlanır, bir
nilüfer tomurcuğu ile son bulur ve ayakta duran bir direk üzerine
yerleştirilirdi. Kökeni ve amacı tam olarak bilinmeyen bu dinin
nesnenin varlığı 1. Hanedanlığa kadar uzanmaktadır.
Cenaze
ile ilgili konularda ölünün mumyası ile ilgilenen ya da mezarının
tepesinde oturup onu korur şekilde tasvir edilen Anubis'in Yeni
Krallık müdürlerinde düşmanları üzerindeki egemenliği simgeleyen
dokuz yayın üzerinde oturduğu görülmektedir. [30]
Orta
Krallık döneminde (MÖ 2000-1700) Osiris rolünü devralan Anubis, MÖ
30'larda başlayan Roma dönemindeki mezar resimlerinde ölen kişinin
elini tutarak Osiris'e gitmesi için rehberlik ederken tasvir
edilmiştir. [20][13]
Anubis'in sıfatlarından biri olan "Kenti-Amentu" (Khenty-Amentiu)
Batılıların İlki ya da Önde Geleni anlamına geldiği gibi aynı
zamanda başka bir köpek cenaze tanrısının adıydı. Bu sıfata sahip
olmasının nedeni koruduğuna inanılan ölülerin genellikle Nil'in batı
yakasına gömülüyor olmasıydı. [14]
"Dağının Üzerinde Olan" (Tepy-djuef (tpy-ḏv.f)) sıfatı onun ölüleri
koruduğunu gösteren bir başka sıfattı ve O'nun mezarları yukarıdan
koruduğunu anlatırken "Kutsal Toprakların Efendisi" (Neb-ta-djeser
(nb-t3-ḏsr)) sıfatı Anubis'i Nekropolis çölünün tanrısı olarak
tanımlıyordu. [31][17]
Bu yönlerinden dolayı çoğu antik mezar üzerinde Anubis'e edilen
dualar yazılmıştı.
Bir Papirüs metninde yazanlar Anubis'in, Osiris'in cesedini Set'ten
koruduğunu anlatır. Bu efsaneye göre Set bir leopara dönüşerek
Osiris'in vücuduna saldırmaya çalışır. Anubis, Set'i durdurur, boyun
eğdirir ve Set'in derisini kızgın demir buçukla dağlar. Daha sonra
Set'i n derisini yüzer ve ölülerin mezarına saygısızlık edecek,
kötülük yapacak olanlara karşı bir uyarı mesajı olması için bu
deriyi giyer. [18]
Yani çakal olan Anubis'in düşmanı leopar olan Set'ti.
İşte bu yüzden ölülerle ilgilenen rahipler Anubis'in Set'e karşı
kazandığı zaferin simgesi olarak leopar derisi giyerlerdi.
Leoparların derisindeki siyah beneklerin varlığı, Anubis'in onu
(Set'i) dağladığını anlatan bu efsaneye bağlanıyordu. [19]
"Mumyalama Yerinde Olan" sıfatı Anubis'in bir Imiut ya da Imiut
fetişi olarak mumyalama ile olan ilişkisini vurguluyordu. Aynı
zamanda "tanrının kabinini yöneten kişi" olarak da anılıyordu; ki
buradaki "kabin" muhtemelen mumyalamanın yapıldığı yer ya da
firavunun mezar odası anlamlarına geliyordu. [31][17]
Osiris efsanesinde Anubis, Isis'in Osiris'i mumyalamasına yardım
eder. [20] Nitekim Osiris efsanesi ortaya çıktığında Osiris, Set
tarafından öldürüldükten sonra organlarının Anubis'e hediye edildiği
söylenmiştir. Bu efsaneden dolayı Anubis mumyalayıcıların da
koruyucu tanrısı haline gelmiştir. Ölüler Kitabı'nda Mumyalama
ayinleri sırasında genellikle dik duran mumyayı tutan çakal maskeli
bir rahip olarak yer almıştır.
Ölüler Kitabı, 151. bölümde Mumyalama odasında Anubis, Isis, Neftis
ve Horus'un 4 çocuğu bulunur. Her biri kendi sözlerini söylerler.
Bunlardan Anubis'in sözleri şöyledir:
İlahi çadırın önde gelenlerinden Anubis tarafından
konuşulan sözler [şunlardır]
O ellerini hayatın efendisinin (tabutun) üzerine koyduğu
zaman
Şu sözler söylendi:
Selam sana güzel yüzlü, görüşün efendisi, Ptah-Sokar'a
bağlı, Anubis tarafından büyütülen
Tanrılarda olan güzel yüz, kime Şu'nun (Shu)*** sütunları
verildi
Sağ gözün Akşam Teknesi, sol gözün Sabah Teknesi
Kaşların Dokuz Tanrı, kaşın Anubis
Kaşın Horus, parmakların Thoth
Saçların Ptah-Sokar
Osiris N'nin önündesin, seni görebilir
Onu doğru yola ilet ki Set'in çetesini senin için
cezalandırsın
Iunu'daki büyük tapınaktaki Ennead'ın** önünde düşmanlarını
senin için düşürsün
ve soyluların efendisi Horus'un önünde Büyük [Beyaz] Tacı
al
Aynı bölümde yer alan Anubis'in figürü şöyle der:
Uyan, izle, ey dağ olan
Anın def edildi
Saldırgan anını geri püskürttüm
Ben Osiris N'nin koruyucusuyum
ANUBİS + HERMES = HERMANUBİS
MÖ 350-30'da Ptolemaios döneminde Mısır, Yunan firavunlar
tarafından yönetilen Helenistik bir krallık haline gelmişti. Bu
etkileşim sonucu antik Mısır tanrısı Anubis, Yunan tanrısı Hermes
ile birleşmiş ve ortaya Hermanubis adlı tanrı çıkmıştı. [26][27] Bu
birleşimin en büyük nedeni iki tanrının da ruhları öbür dünyaya
yönlendirdiğine olan inanışa yani benzer olmalarına dayanıyordu.
[13]
Döneme ait, cenaze sanatında Anubis, Yunan kıyafeti giymiş erkek
veya kadınları, o zamana kadar çoktan yeraltı dünyasının hükümdarı
konumuna gelmiş olan Osiris'in huzuruna götürürken temsil ediyordu.
Mısırdaki Roma döneminde Yunan tarihçiler Anubis'in ruhlara yol
gösteren bu yönünü Yunan dininde de aynı rolü oynayan kendi
tanrıları Hermes'e atıfta bulunmak için kullandıkları "ruhların
rehberi" anlamına gelen bir Yunan terimi olan "psychopomp" olarak
tanımlamışlardı. [13]
Yunanlılar ve Romalılar, Mısır'ın hayvan başlı tanrılarını tuhaf
buluyor, ilkel olduklarını söyleyerek küçümsüyorlardı. Hatta
Anubis'e taktıkları alaycı bir isim vardı : "Havlayan".
Fakat Hermes ile birleşmesine rağmen çakal yönü ağır basmış
olmalıydı çünkü bu tanrının tapınma merkezi, Yunanca adı "köpekler
şehri" anlamına gelen Cynopolis'ti (uten-ha / Sa-ka) ve çakal başına
sahipti. Gökteki Sirius ve yeraltı alemindeki Cerberus ve Hades ile
ilişkilendirildiği olmuştu. [15]
İki tanrının birleşmesi ile oluşan yeni tanrı Mısırlı değil de
Yunanlı gibi giyiniyordu. Roma'da bu tanrıya tapınma 2. yy boyunca
devam ettiğinden Hermanubis'in adı Rönesans'ın simya ve hermetik
literatüründe de yer almaktaydı.
Platon yazdığı Diyaloglar adlı eserinde "köpek adına", "köpek hakkı
için", "Mısırlıların tanrısı olan köpek adına" gibi sözlerle hem
ettiği yeminlerini güçlendiriyor hem de yeraltı dünyasının hakemi
olan Anubis'e başvuruyordu [16]:
Sokrates'in Savunması:
22a: ... Atinalılar, köpek hakkı için size doğruyu söylemek
boynumun borcu, aşağı yukarı şöyle bir
durumla karşılaştım.
Gorgias:
c: Sokrates - Köpek aşkı için Polos, bana bir soru mu
soruyorsun, yoksa bir düşünceni mi söylüyorsun, anlamıyorum.
482a: Yoksa Mısırlıların tanrısı köpek hakkı için Kallikles,
derim ki, Kallikles hiçbir zaman
kendisiyle bağdaşamayacak, yaşadığınca çelişik bir durumda
kalacak.
Kratylos:
b: Sokrates - Köpek hakkı için! Adları kuran en eski çağ
kişilerinin, günümüz bilgelerinin çoğunun yaptığı gibi
davranışlarının kökten bir olduğunu düşünerek, biraz önce
gösterdiğim biliciliği hiç de kötü bulmuyorum...
DİPNOTLAR * 2015 yılında yapılan genetik çalışmalar sonrası taksonomi
güncellemesi yapılınca kurt sınıflandırmasında yer almıştır. ** Ennead, Heliopolis'te tapılan 9 tanrının oluşturduğu
gruptur. *** Şu, antik Mısır'da kuru hava tanrısıdır ve
gökyüzünün dayanağıdır.
KAYNAKLAR
Morales, Helen (2007). Classical mythology: a very short
introduction.
"Genome-wide evidence reveals that African and Eurasian golden
jackals are distinct species", Klaus-Peter Koepfli, John
Pollinger, Raquel Godinho, ..., Stephen J. O’Brien, Blaire Van
Valkenburgh, Robert K. Wayne.
The Papyrus of Ani
"Death in Ancient Egypt: Weighing the Heart". British Museum.
Gryglewski, Ryszard W. (2002), "Medical and Religious Aspects of
Mummification in Ancient Egypt", p.145, 146
Coulter, Charles Russell; Turner, Patricia (2000), Encyclopedia
of Ancient Deities. p. 58.
"Gods and Religion in Ancient Egypt – Anubis". Archived from the
original on 27 December 2002. Retrieved 23 June 2012.
World History Encyclopedia, "Anubis".
Encyclopaedia Britannica, "Anubis".
Wilkinson, Toby A. H. (1999), Early Dynastic Egypt, p. 262.; pp.
280–81; p. 262, 263; 188-90;
Riggs, Christina (2005), The Beautiful Burial in Roman Egypt:
Art, Identity, and Funerary Religion, pp. 166-67, 127.
Hart, George (1986), A Dictionary of Egyptian Gods and
Goddesses, p. 22, 23, 24, 25, 26
Hoerber, Robert G. (1963), "The Socratic Oath 'By the Dog'', p.
269; Helck, Wolfgang (1974). Die altägyptischen Gaue. L.
Reichert, p.113.
Platon, Diyaloglar.
Community and Identity in Ancient Egypt: The Old Kingdom
Cemetery at Qubbet el-Hawa. Vischak, Deborah.
Armour, Robert A. (2001), Gods and Myths of Ancient Egypt,
Cairo, Egypt.
Death as an Enemy: According to Ancient Egyptian Conceptions,
Zandee, Jan, p. 255.
Kinsley, David (1989), The Goddesses' Mirror: Visions of the
Divine from East and West, Albany, p. 178.
Maspero, "Pyramide du roi Ounas" in the Recueil de Travaux, iii.
p. 205.
The Religions of Ancient Egypt and Babylonia: A. H. Sayce.
British Museum : "Museum Explorer / Death in Ancient Egypt –
Weighing the heart".
Britishmuseum.org : "Gods of Ancient Egypt: Anubis".
Hart, George (2005). The Routledge Dictionary of Egyptian Gods
and Goddesses, Second Edition.
Peacock, David (2000), "The Roman Period", in Shaw, Ian (ed.),
The Oxford History of Ancient Egypt, pp. 437-38 (Hellenistic
kingdom).; Modonesi, G. (2010). La Lunga e Strabiliante Carriera
di una Divinità Egizia: Anubi. 2
A.g.e., 4-5; Plutarch, De Iside et Osiride
61; Diodorus, Bibliotheca historica i.18, 87.
Hart, a.g.e.; Freeman, a.g.e., p. 91.
Wilkinson 1999, p. 281.
Wilkinson 1999, pp. 188-90.
Hart, a.g.e. pp. 23-24; Wilkinson, a.g.e.
Freeman, Charles (1997), The Legacy of Ancient Egypt, p. 91.
Riggs, a.g.e., pp. 127, 166.
●►Patreon'dan Üye Olarak Destek Olmak İçin: PATREON ●►Youtube 'Katıl': KATIL
Çocuklar için sayı, renk, şekil vb. kavramları İngilizce olarak öğreten çizgi filmler hazırlayıp yayınladığım bir kanal açtım. Abone olur, çocuklu ailelere önerirseniz mutlu olurum. Kanala gitmek için resme tıklayabilirsiniz :)