HABERLER
Dini Haber
İslamda kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İslamda kadın etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

CUMA GÜNÜ VE KUR'AN'DA KADININ ŞAHİTLİĞİ

MT, din, islamiyet, Kadınlar neden Cuma'ya gitmezdi, Kadının şahitliği, 2 kadının şahitliği, İslamiyet öncesi kadın, Tanrıçalar dönemi, İmamenin onayı, Bakara 282, İslamda kadın,
Yazdıklarım düşündüklerimden ibarettir. Ve çok derin olmasına rağmen yazıya kısa kısa yazarak sığdırmaya çalışıyorum. Neyse, bu günkü yazım cuma günü ve namazı üzerine olacak.

İslam toplumunda genelde cuma günü camiye sadece erkekler girer ve sadece erkeklere hitap edilir. Bu durum normaldir.

Karışık ama basit terimler kullanıcam.
Kutsal kitaplar yazılana kadar kadın tanrıçalar dönemi geçerliydi (Mö 1300 ve ms 610 yılına kadarki bölüm). Kutsallık (ilahilik) , kadının elindeydi. Bu bir üstünlük değil doğanın bir kanunuydu.

Aslında cuma günü politik, sosyal, kültürel, spiritüel/ruhsal, ve astroloji toplantısı günüdür, bir tür senato toplantısı veya haftalık ritüel denebilir. Öncesinde bazı ibadetler (farz) yaşanır tabiki. Fakat sonrasında bazı konular ele alınırdı. İmamlıkta (özel imam yeri camideki) imame kadın ve yanında mutlak bir genç bayan olurdu. Yani her günkü cuma namazında mutlaka iki kadın şahit olmalıydı. Bu iki kadın (imame ve yardımcısı bayan) toplumun öncülüğünü yapıyor ve tüm bilimsel çalışmaları halktan dinleyerek anlatılanlara şahit olurdu.

Fakat, bugün Kuran'ı Kerim'de iki kadının şahitliği ile ilgili ayet var, bende tam oraya geleceğim:  Bakara suresi 282 ayete.

Orda iki kadının mutlak şahitliğinden ve hatırlamak-zorlanmak gibi durumlardan bahsediyor çünkü toplumun en yaşlı kadını imameydi ve mistik-ruhsal anlamda en yetkili kişi idi. O yüzden genç kadınlar kolluk kuvveti olarak yanında yer alırdı.

2/BAKARA-282: "Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adaletle yazsın. Hiçbir kâtip Allah'ın kendisine öğrettiği gibi yazmaktan geri durmasın; (her şeyi olduğu gibi) yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu) da yazdırsın, Rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın. Şayet borçlu sefih veya aklı zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, velisi adaletle yazdırsın. Erkeklerinizden iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden bir erkek ile -biri yanılırsa diğerinin ona hatırlatması için- iki kadın (olsun). Çağırıldıkları vakit şahitler gelmemezlik etmesin. Büyük veya küçük, vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız Allah nezdinde daha adaletli, şehadet için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak aranızda yapıp bitirdiğiniz peşin bir ticaret olursa, bu durum farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda siz..."

Yukarıda gördüğünüz gibi diyanet ve diğer yalancıların çevirisi iki kadının şahitliği bir erkeğe bedeldir diye bahseder, kesinlikle yanlıştır! Bu iki kadının şahitliği olmadan ülkenin, şehrin,  kurum kararları alınamazdı. Bu o dönemde bulunan mistik bir kuraldı.


İki kadın huzurunda tartışılmamış ve karara bağlanmamış hiç bir olay, toplumsal kural olarak kabul edilmezdi. Kesinlikle imameler  (2 kadın) huzurunda tartışılmamış hiç bir yasa geçerli değildi.
Bu iki kadının şahitliği ve mührü olmadan anlaşmalar imkansızdı.

Yani bırakalım kadının kabul edilmeyen şahitliğini, tam tersine iki baş imamenin şahitliği yoksa hiç bir antlaşma kabul olunmazdı. Tabiat kanunun üzerine kurulan ve yaşanmış bir dönemde bir tür aile  içinde annelerin kutsal olduğunu belirten olgular olarak düşünmenizi istiyorum.

İnsanlık düşüncelerini farklı ve çok boyutlu dünya düzenine alıştırarak bu krizden çıkabilir. Ben dünyayı binlerce tanrının ve tanrıçanın yaşam stilini anlamaya çalışarak geçirdim. Ve yaşanmış olayların günümüze nasıl ışık olabileceğini sorguladım.

Peki bu camilere niye kadınlar gitmiyordu??
Çünkü çoluk çocuktan ve toplumsal düzenin anneye verdiği sorumluluktan dolayı kadına zaman kalmıyordu. Birde yemek kültürü vardır, ana eli değmeyen hiç bir yemek yenmez, böyle bir günde aile içindeki kadın en kutsal bölümdedir. Zaten baş imame kadın olduğu için kadınlar rahattı çünkü en fazla dedikodu yoluyla bir birine haber taşıyan telefondan bile hızlı, düşünün kadınlardılar.

Erkeklerde camilere sadece evin temsilcilik görevini yapan kişiler olarak giderdi. Kadın anne olduğu gibi bir aşçıdırda ve kültürel olarak bütün boyutların parlak güneşidir. Yani Cuma'ya gitmeye gerek yoktur kadın için. Genç kız ve erkeklerin  ise dünya umurlarında değildi nerde bir eğlence-bayram varsa oradaydılar.
Ticaretteyse zaten evin ekonomisi kadında, hanımağa misali.
Muhammed'in karısı Hatice örneği yeter sanırım. (Bahsetmiştim önceki yazılarımda).

Şimdi bizlerin, zamanın ne kadar gerisinde olduğunu (kendi düşüncem) ve aslında bu zamana ulaşılmasını mümkün kılan bir güzergah matematiksel olarak mümkün, sıfır noktasında olduğumuzu belirtebilirim. (Sufiler),  gecmisten gelip geleceğe giden zamanı durdurup içinde bulunduğumuz anı keşfetmeliyiz, cehennemden korkmayın ben yanarım yerinize.

Buda düşündüğümüz düzene farklı boyutlarından bakabilmektir, daha iyi bir dünya düzenine ulaşmanın yolunu üstlenmektir.  Buda sorumluluk gerektirir.

Kimseye akıl vermek veya yol göstermek haddim değildir. Şimdi bugünkü düzen o döneme uygun olmak zorunda diye bahsetmiyorum bunlardan. Sadece tarihten öğrendiklerimi ve doğru bulduğumu düşündüğüm ve hayal gücümün bana verdiği özgüvenle sorguluyorum. Birde yaşadıklarım, tecrübelerim.

Sonuç; eğitimden tut sanata kadar nasıl bir zihniyetin altında kandırıldığımızı düşünüyorum. Bırakalım imam hatipleri, ilahiyat fakülteleri bile kaldırılmalı, mesele bu kadar ciddi. Hepsine verecek ve ikna edecek bir cevabımız var.
Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

KADINLAR TARLANIZDIR, İSTEDİĞİNİZ YERDEN TARLANIZA GİRİN

AY, din, islamiyet, İslamda kadın, Kadınlar tarlanızdır,İstediğiniz yerden tarlanıza girin,Kadına tarla benzetmesi,Bakara 223,Hz Ömer'in cinsel konuları,Kur-an'ın faydasız ayetleri,Kur-an'da arkadan birleşme
Ömer'le ilişkili olan Bakara Suresinin 223. ayetinde yine ÖMER'İN cinselliği söz konusudur.
Ömer bir gün Muhammed'e gidip, 'Helak oldum' diyor, yaptığına çare arıyor. Muhammed, seni helak eden ne ki! Diye sorunca; Ömer, 'BEN DÜN GECE BİNİTİMLE ARKADAN YAPTIM, BİNİTİMİ TERS ÇEVİRDİM...' diyor. Muhammed buna hiç karşılık vermeden, arada bir kelime bile konuşmadan, 'KADINLAR TARLANIZDIR' ayetinin o anda indiğini söylüyor. Burada yakışıksız hatta kadınlara hakaret anlamına gelen terimler var; Mesela Ömer diyor ki ben BİNİTİMİ ters çevirdim (tenzih ederim ama) kadın hayvan mı ki Ömer böyle bir ifade kullanıyor? Hala bu terim bazı Hanzo erkekler tarafından kullanılıyor. Birde ayet o kadar acilen gönderiliyor ki daha MUHAMMED Ömer'le bir kelime etmeden maşallah Cebrail hazır. Bir kelime etmeden AYET geliyor.

İbn-i Ömer'in azatlı kölesi Nafi anlatıyor:
"Bir gün ben ibn-i Ömer'in yanında KUR-AN tuttum o da ezberden Bakara Suresi'ni okudu. Bu ayete gelince bana 'sen bu ayetin ne ile ilgili olduğunu bilir misin?' dedi. Ben, 'Hayır' dedim. İbn-i Ömer, 'Bu ayet şu hususta inmiştir (yukarıdaki husus)' dedi ve sonra kaldığı yerden devam etti" diyor.

İnsanlık tarihinin yaklaşık 4-6 milyon yıllık bir geçmişi var. İnsanlar önden mi yapmışlar arakadan mı yapmışlar bu bir sorun olmamış ve insanlar üremeye devam etmiştir de ALLAH neden gelip MUHAMMED zamanında buna müdahale ediyor, ARKADAN da tutsanız sorun yoktur diyor? Sanki bu devrim mi, olağan-üstü bir olay mı?

Bu tanrılık bir iş midir ki kalkıp bunun için ayet göndersin. Dünya da yedi milyar insan can çekişiyor insanlar kıran kırana birbirini yiyorlar ama ALLAH gelmiş çiftler arasında yaşanan cinsel ilişkiyi anlatıyor. İyi düşünülürse bu bilgiler insanı daha hızlı bir şekilde ATEİST yapıyor. Tanrı ve bu işler Olacak iş mi?

Kaynaklar:
Tirmizi Bakara suresi 223, Ahmet b. Hambel, ibn-i abbas no:2980, Taberi, Bakara suresi 223, Taberani Mucem-i Kebir c.12/10-11 no:12317, Sahih-i ibn-i Hibban c.9/514, no:4202, Begavi Bakara 223, c.1/259, Buhari bakara suresi ayet 223, Bab 39/4526 ve 4527.

KADIN, ŞEYTAN TAŞLAMA VE DİN

MT, din, islamiyet, Şeytan taşlama, İslam ve putperestlik, Şeytan taşlama putperestlik, Kabe kadın taşlama yeridir, Hac, Kabe, İslamda kadın, Din kadınları cahil bırakır, Recm, Kabe kadın sığınma yeriydi, Hac nedir? Kız çocukları öldürüldüğü içinmiş, köleliği kaldırmak içinmiş bilmem ne bilmem ne. Yaw he he.
Özellikle kadın arkadaşlardan böyle bir başlık attığım için beni bağışlamalarını rica ediyorum. Dinde recm cezasını bilirsiniz. Hala İslam ülkelerinde kullanılan vahşi bir metodoloji den bahsediyorum. Ülkemizde de eğer farkındaysak uygulamak isteyen gerici, akıl yoksunu var.
Kadına Şeytan benzetmeleri ve benzer bir çok deyim kadını şeytan gören bir zihniyetten bahsediyorum. Neredeyse eşya gibi, bide namus kavramı (ayrıca yazacağım) sankim erkeğin mali, iradesiz ve erkek egemenlerin hizmetkarı olarak belirlemiş din.
Birey Bundan dışarı çıkmaz, isyankar ve Özgür ruhlu olmazsa.

Her birey bu oynanan oyunun içindedir. Herkes sorumludur.
Annemiz, eşimiz, kızımız, kız kardeşimiz ve hepimiz doğal haliyle dünyaya gelen birer varlığız! Hiç birimizin diğerinden üstünlüğü yoktur! Bu yüzden Bir birimizin yaşam hakkına saygı duymak zorundayız! Çünkü biz insanız.
Adem hava olaylarını bir çok arkadaş değinmiş ben hiç girmeyecem. Ve daha ilk başta bir hata olduğunu belirterek yola çıkmalıyız.

Kabe (hac) ziyareti sırasında şeytan taşlama kuralıda var.
Bakın tevaf ederken yaşlılar (son zamanlarda gençler de popüler olmaya başladı) oradaki şeytan değilde bir kadın taşlama yeri olduğunu tahmin bile edemez.
Hacdan yeni dönen yaşlı dayımın anlatımında inanılmaz bir rahatlık ve öz güveni vardı! Çok sevinmişti şeytanı/kadını taşladığı için, gariban. Bunun bir ticaret ve politik kısmına hiç girmiyorum! Matematiği iyi olan bir arkadaş bize bilgi verebilir, uluslar arası organizasyonlar falan, ve milyonların içinde bulunduğu bir yapılanma.

Neyse, şimdi recm konusuna gelelim! O dönem (dinin kurumsallaşma dönemi) Araplarda, bazı bölgelerde daha kadın tam baskı altına alınmamıştı.
Yavaşça kurumsal olan bu erkek egemen zihniyet Ahtapot gibi beynin tüm insani fonksiyonel bilgi merkezini cehaletle doldurarak, bazende ruhsal gıdayı (Tanrı mistiği) sunarak yönetimini kurar.
Baskılar diz boyu, bazı kadınlar bunu kabullenmek zorunda değillerdi, nede olsa Hatice gibi bir ticaretçi kadın yetiştirmiş ahlak anlayışı var. Kadınlar bunun bilincinde. Öyle basit değil hemen yukarıdan iki satır geldi hadi bunu uygula, bir alt yapı lazım neredeyse bir nesil/ömür değişti bu dönemde.

Bu tür baskıların kadın özgürlüğü için kabullenmesi elbette imkansız.
Sadece ülkemizdeki dini kurumlara bir baksak yeterli bir örnektir! Çünkü o yönetimdir bunu uygulayan. O yüzden yönetim kesinlikle laik ve seküler olmalı.

Bugün şeytanın taşlandığı yer bir kadın sığınma yeri idi.

Bir kadın, kocasının baskılarına dayanmaz ve ev benzeri bir yerde yaşamaya karar verir, aslında bir tür sığınma yeri.
Ve derken birileri toplumu galeyana getirip o kadını recm (taşlama) ile vahşice cezalandırır. İşte o günden bir güne oradaki taşlanan kadın şeytana büründürülmüş olarak ta bu noktaya gelir! Madımak olayına benzer! Eğitimli olmayan toplumlar bu tür galeyana gelmeye müsaittir.
O dönemde erkeğin ben merkezci yapısı da müsait, baskıcı bir siyasi din gelişmekte idi.
Ve sonuç ortada.
Din önce kadını cahil bıraktı, ardından köleleştirdi, eşya gibi kullandı, isyan edene de taş attı.
Basit, çok değil 10,15 yıl bir yönetim, dinin para ettiği yerlerde toplumu nasıl değiştirdiğini bilmemek kör olmaktır! O, toplumu öyle bir rezil eder ki, bugünkü yönetimler açık bir delildir, 1400 yıl öncesine gitmeye gerek yok! Şeytana ve kadına aynı taş atılmıştır.

Açıkça ya DİN insan haklarına uyar, ya insan dinin yasalarına uyar.
(Not, benden belge istemeyin, bana da Ateş bilgi veriyor)

Yazan: Metin T.

KADINLAR AÇISINDAN KUR-AN''IN EN TALİHSİZ SURESİ

AY, din, islamiyet, İslamda kadın, Kur'an da kadın, Nisa suresi, Nisa suresinde kadın, Din ve kadın, Müslümanlıkta kadın, Kur'an-ı Kerim'de kadın, Nisa 34, Nisa 128, Kadınları dövün ayeti, Yataklarında yalnız bırakın, Bu surenin adı kadınlar suresi; ancak ne yazık ki kadınlar acısından Kur-an'ın en talihsiz suresidir.

“...Erkekler kadınlar üzerinde hakimdirler. İyi kadınlar; gönülden boyun eğenler(dir)... Serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz kadınlara öğüt verin, yataklarında onları yalnız bırakın, nihayet dövün. Size itaat ediyorlarsa aleyhlerine yol aramayın” (4 Nisa 34).

Ama eğer kadınlar erkeklerin kendilerine karşı baş kaldırmalarından endişe ederse ne olur?

Yine yanıtı kur-an'dan alalım. O zaman ya tekrar anlaşın, aranızı düzeltin veya olmazsa güzellikle ayrılın. Surenin 128. Ayetinde. Aynı olumsuz tavır kadından gelirse çeşitli cezalar var, hatta dövülür; ama erkekten gelirse, 'Eh anlaşamıyorsanız o zaman ayrılın' 'deniliyor

kadının serkeşliği halinde kocaya dayak atma hakkını tanıdığı (ve en azından kadını yatağına almamayı emrettiği) halde, erkeğin serkeşliği halinde kadına “endişesine hakim olup kocası ile anlaşmasın!” emretmiştir.

Allah'ın emridir diye öne sürdüğü bu hükmü Muhammed, son nefesini vereceği ana kadar her fırsatta kocalara hatırlatmaktan geri kalmamıştır. Kendisini ölüme sürükleyecek olan hastalığı sırasında veda haccı vesilesiyle son hutbesini verirken dahi onlara şu öğütte bulunmayı ihmal etmemiştir:
“Ey ahali... Tanrı (size karılarınızı) yataktan ayırmayı ve... onları dövmeyi helal etmiştir“

Dikkat edilecek olursa dayakla ilgili yukarıdaki ayetin güttüğü amaç, her şeyden önce kadını itaatkar kılmaktır. İyi” kadınların gönülden boyun eğer nitelikte olduklarını hatırlattıktan sonra dayak hatırlatmasını yapmaktadır. Kadının serkeşliği, itaatsizliği, huysuzluğu hallerinde koca, onu, dayak atarak hizaya getirmelidir. Söylemeye gerek yoktur ki serkeşlik, ilgisizlik ve huysuzluk kadınlara özgü bir şey değildir. Çoğu kez erkeklerde de görülen bir şeydir. Ancak ne var ki Muhammed, erkeğin serkeşliğinin ya da ilgisizliğinin ve huysuzluğunun ceremesini dahi kadına yükler. Çünkü böyle bir halde kadın, kocasıyla anlaşmaya ve onu mutlaka hoşnut etmeye çalışmalıdır. Nitekim Kuran’a koyduğu şu ayet bunun kanıtıdır: “Eğer kadın, kocasının serkeşliğinden veya aldırışsızlığından endişe ederse, aralarında anlaşmaya çalışmalarında kendilerine bir engel yoktur”(4 Nisa 128)

Ve bunu ne için koymuştur, bilir misiniz? Sırf kendi çıkarları İçin. Daha doğrusu eşi Sevde’nin cinsi münasebet sırasını Ayşe’ye devretmesini sağlamak için.
Nitekim İbn-i Sa’d’in Ayşe’ye müntehi bir senedie Vakid’den rivayetine göre Ayşe şöyle demiştir:
“Şevde... çok yaşlı idi. Nöbetini bana hibe etmişti. Resul-i Ekrem’i memnun etmek istiyordu” Bunun üzerine: -Eğer bir kadın, kocasının yanına yaklaşmamasından, yahut yüz çevirmesinden korkarsa, bu kadının, kocasıyla aralarında bir barış yolu bulup geçimlerini düzeltmelerinde bir beis yoktur’- ayet-i...indi... “

Hemen belirtelim ki Sevde’nin davranışı öyle kendiliğinden olan ve sırf Muhammed’i memnun etmek için girişilen bir davranış değildi. Muhammed onu, yaşlanıyor diye boşamaya kalkmıştı. Ve zavallı kadıncağız o yaşlı halinde sokağa atılmamak için ve Muhammed’in Ayşe’ye fazlasıyla düşkün olduğunu bildiğinden, nöbetini ona devretmeyi teklif etmişti.İşte bu teklif üzerinedir ki Muhammed, sanki Tanrı bu tür davranışları gerekli görmüş gibi, Kuran’a,
“Eğer bir kadın, kocasının yanın yaklaşmamasından, yahut yüz çevirmesinden korkarsa, bu kadının kocasıyla aralarında bir barış yolu bulup geçinmelerini düzeltmelerinde bir beis yoktur...” (4 Nisa 128) hükmünü koymuştur.

Haksızlığın derecesini görüyor musunuz? Koca, karısının serkeşliğinden şüphe ettiği an onu dövecek, buna karşılık kadın kocasının serkeşliğine tanık
olduğu zaman onu hoşnut edecek. Görülüyor ki erkeğin kadına karşı haksız bir davranışının cezasını yine kadın çekmektedir. yukarıdaki ayet’de sözü geçen “serkeşlik etmelerinden endişelendiğiniz” deyimi geniş anlam taşır; şöyle ki, sadece kocasına itaat etmekte kusur eden kadınları değil, fakat dinsel görevlerini yerine getirmeyenleri de kapsar. Böylece koca, dayak yoluna başvurmak suretiyle karısını namaz kılmaya, ya da oruç tutmaya zorlayabilir. Öte yandan dayak, sadece “serkeşlik” halinin vukuuna bağlanmış değildir, serkeşlik olayına tanık olmasa dahi koca, karısının serkeşlik edeceğinden kuşkuya düşmesi halinde onu dövebilir. Her ne kadar dayak atmadan önce karısına öğütte bulunması ve eğer bu fayda vermez ise onu yatağına almaması gerekirse de, kadının yularına hakim olmanın ve onu “kuzu” gibi yapmanın, ancak dayak ile sağlanacağını bilmelidir. Kuran’da dayağın ne şekilde atılacağı ve tarzı bildirilmemiştir. Fakat

Muhammed’in kocalara öğüdü şudur ki karılarını döverlerken “kemiklerini kırmadan”, “suratlarına vurmadan” ve “kanatmadan” bu işi görmelidirler. Fakat döverken iyice acıtmalıdırlar. Bunun dışında dikkat etmeleri gereken şey, karılarını döverken cariyelerini döver gibi dövmemeleridir.

Çünkü Muhammed şöyle emretmiştir:
“Hiç biriniz karısını, cariyesini döver şekilde dövmesin ve şunu düşünsün ki dayak attığı günün gecesinde belki de onunla yatakta birleşecektir." Cariye sanki insandan değilmiş ve sanki o “kemikleri kırılırcasına” dövülebilirmiş kanısını yaratan bu hükmün şaşkınlık uyandırdığını inkar etmek güçtür. Fakat ne var ki Müslümanlar Muhammed’in cariyelere layık gördüğü bu dayak şeklinin, nikahlı karılara uygulanmamasını “İnsani” nitelikte bir davranış olarak övgüyle anmayı marifet bilmişlerdir.

Kaynak:
Tecrid-i Sarih, Diyanet tercemesi, no: 1821, Müslim, Reda, 43 ve diğer hadis külliyatı.
Nisa Suresi'nin Tefsiri 34. Ayet

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

AY, Aşere-i Mübeşşere, Cennete girecekleri müjdelenen, islamiyet, din, Hz Muhammed, İslamda kadın, Aşerei Mübeşşerede neden kadın yok, İslam erkek dinidir, İslam erkeği kayırır, Cennetle müjdelenenler,
Muhammed tarafından Cennet'e girecekleri dünyadayken müjdelenen on Sahabi (Muhammed'in arkadaşı) demektir.

Aşere-i mübeşşere şunlardır:
1.Halife Ebu Bekir, 2.Halife Ömer, 3.Halife Osman, 4.Halife Ali, 5.Talha bin Ubeydullah, 6.Zübeyr bin Avvam, 7.Abdurrahman bin Avf, 8.Sa’d bin Ebi Vakkas, 9.Said bin Zeyd, 10.Ubeyde bin Cerrah.

Aşere-i Mübeşşere'de Neden Hiç Kadın Yok?
Dikkatinizi çekmiştir, aralarında bir tane bile kadın yok. Neden aşağıdaki kadınlardan biri, böyle bir rütbeyle şereflendirilmemiş acaba:
  • Annesi Amine: Muhammed’i doğurduğunda kocasını 6 ay önce kaybetmişti ve 6 yaşına kadar binbir güçlük içinde büyüttüğü söylenir.
  • İlk karısı Hatice: Hayat deneyimi ve servetiyle ailesini uzun süre taşıdı. Muhammed Hira dağından titremeler içinde döndüğünde ‘Sen peygamber olacaksın!’ diyerek onu cesaretlendirdi. Müslümanlığı kabul eden ilk kişiydi.
  • En sevdiği eşi Ayşe: Yakın arkadaşlarından Ebu Bekir’in kızıydı. 9 yaşındayken nikah kıymıştı.
  • Çok sevdiği kızı Fatma: Hatice’den olma kızı ve Halife Ali’nin karısı. İleriki yıllarda büyük oğlu Hasan karısı tarafından zehirlenerek, küçük oğlu Hüseyin Kerbela’da Yezit’in askerleri tarafından kafası kesilerek öldürülmüştür.
  • 'Adaylar hep akrabalardan' denmesin diye başka herhangi bir mümine…olamaz mıydı?

İNANÇ ÜZERİNE

Daha çok küçük yaşta tanıştık kutsal kelimeler ile. Omzumuza asılan askı-çanta içerisinde Kuran-ı Kerim vardı. Kızlar bazen iki elleri arasına sıkıca tutarak getirirlerdi.

Kızların arasında ilkokul arkadaşlarımızda vardı. Onlarla okuldayken teneffüslerde oyun oynar, simidimizi paylaşırdık. Bazen kavga eder, bazen birlik olurduk. Arkadaştık neticede. Arada öğretmene birbirimizi şikayet etsek de içimizde kötülük yoktu. Ailelerimiz de görüşürdü bir kısmının ailesi ile. Mutluyduk beraberken kısacası. Yaz tatillerine geldiğimizde bisiklet hastalığımız vardı. Onların bisikletinde arıza olduğunda yani “pedal diş attığında” (yani zincir dişlilerden sıyrılarak çıktığında) yardıma biz giderdik. Erkektik neticede, yardımcı olmalıydık. Onlar bizim arkadaşımız, kardeşimizdi. Tek farklılığımız cinsiyetlerimizdi. Evet bazılar bizde daha farklı duygular yaratıyordu. Onları görünce kalbimiz bir başka atıyor, konuşamıyorduk. Tuhaf ama güzel duyguydu bunlar.

Gün geldi ailelerimiz bizleri Kuran kursuna verdiler. Ailelerimiz aydın sayılırdı. Amaçları Kuranı, yani dinimizi öğrenmemiz ve doğru şekilde yaşamamızdı. Hurafelerden uzak, sadece Allah'a kulluk eden, peygamberin sünnetinden dışarı çıkmayan kimselerden olmalıydık. Bu fikir bizi heyecanlandırıyordu. Artık ibadeti tam anlamıyla yapacaktık. Müjdelenen cennet bize yakınlaşacak, daha da önemlisi Hz. Muhammed in yolunda bir mümin olacaktık. Mutluyduk. Büyük heyecan içerisinde tespih ve takkelerimizi hazırlıyorduk. Doğru insan olmalıydık. Doğru insan olmanın tek yolu mümin olmaktan geçiyordu. Aksi zaten düşünülemezdi. 7 yaşımdan beri her yaz giderdim. Haytalığımdan sebep 11-12 yaşıma gelmeme rağmen bir türlü üst seviyeye geçemezdim. Mümin olmak zorundaydım ama işte… Gel de anlat içine…

Kuran kursuna gittiğimizde büyük abilerimiz vardı. Onlar birkaç seviye yukarıdaydılar. Arapça konusunda uzman olanlar ağzından çıkan ayet ve sureler bizde mükemmel duygular uyandırıyordu. Onlar bizim rol modelimizdi. Bize yasaklar ve uyulması gereken kurallar konusunda bilgiler de aktarıyorlardı.

Hocamız… Hoca, bizim için adeta liderdi. Neredeyse öl dese ölecektik. Ulaşılması güç bir varlıktı bizim için. Kahramandı. İdoller arasında en üst mertebe onundu. Hele rahlenin arkasına yavaşça bir kurulması vardı ki sanırsınız devasa bir uzay gemisi yeryüzüne iniş yapıyor. Gözleri hep aşağı bakardı, ancak ne zaman o bakışlar bize döner, o zaman kaskatı kesilirdik. Neden? Çünkü o kusursuzdu, bizde öyle olmalıydık. O mümin kademesinin en üst seviyesini temsil ediyordu. Müminleri o yetiştiriyordu. O eğer size derse ki sen doğru yoldasın, o zaman siz cennetle müjdelenen kimselerdendiniz. Onun ağzından çıkan kelimeler sizin sosyal statünüzü, ahiret hayatındaki rolünüzü, kısaca sizin ne “mal” olduğunuzu tanımlıyordu.

Büyük bir hevesle başlamıştık duaları ve sureleri ezberlemeye, bir yandan da namaz kılmayı. Babam düzenli namazını kılardı. Özenirdim ona. O kusursuz bir mümindi. Ona layık olmalıydım. Bu nedenle hoca benim için “o mükemmel” demeliydi.

Ne zaman bir sure veya dua öğrensen soluğu babamın yanında alırdım. Öğrendiğim duayı yada sureyi ona okurdum. Arada unuttuğum kelimeler olduğunda bana hatırlatırdı. Hele ki bana “aferin oğluma” dediğinde dünyalar benim olurdu. Hemen hocama giderdim. Ona minnet borçluydum. Beni babama ve dinime uygun bir mümin olarak o yetiştiriyordu çünkü. “Daha çok yolun var” derdi hep hocam. İyi insandı açıkçası. Konuşması ve ses tonu sanki bu dünyaya ait değildi. Farklı bir ahenk vardı.

Kurs hafta içi günleriydi, farklı saatlerde kızlar geliyordu kursa. Onların hocası başkaydı. Sebebini tam bilmiyordum. Onlar bizden farklı bir zaman diliminde eğitim alıyordu. Aynı sınıfta değildik.

Bir keresinde camiye gitmem gerekmişti. Kızlardan biri ilkokulda sınıf arkadaşımdı. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Kardeş gibiydik. Ona bir şey sormam gerekiyordu, sebebini tam hatırlamıyorum. Tam kapıya yöneldim arkamdan bir ses “Senin ne işin var burada?” Hocamın sesiydi, kız arkadaşımı görmem gerektiğini söyledim. “ o içeride sen giremezsin” dedi. “Sebebini sormadım. Hocamdı neticede. Vardır bir sebebi dedim. O sırada tesadüfen arkadaşım kursa geç kalmış koştura koştura geliyordu. Beni görünce gülümsedi. Nefes nefese kalmış bir elinde Kuran, diğer elinde başörtüsü koşturuyordu. Terliklerini sağa sola fırlatıp içeri daldı. Baş örtüsünü takacak vakti bile bulamıştı anlaşılan.

Hocam o halde görünce bakışları değişti. Sanki karakter değişimi yaşamıştı. Anlam veremedim. Arkasını döndü. Tam kapıda yanıma geldi bir şeyler diyecekti ki içeriden tok bir kadın sesi: “Neredesin kız? Bu hal ne başın açık elinde Kuran la. Yanacaksın gideceksin, gavur olmaya mı niyetlendin?”. Şok olmuştum. Arkadaşım neden yanacaktı ki? Ne yapmıştı? Niye gavur olmuştu?

Hocam tekrar bana döndü. Sen git şimdi, sonra konuşursun dedi. Niye görüşemezdim ki? Anlamamıştım o zaman. Tam arkamı döndüm gidiyordum, arkamdan arkadaşım ağlaya ağlaya çıktı. Dudakları titriyordu. “Ne oldu” dedim? Konuşamam dedi. Kötü hissetmiştim. Karnıma sanki ağrı saplanmıştı. Onu hıçkırarak ağlarken görmemiştim. Kardeşim sayılırdı o benim. Sırdaşım, canım arkadaşımdı. Boğazıma yumruk düğümlendi adeta. O zaman bir nevi erkeklik duygularım açığa çıkmaya başlamıştı. Kendimi kontrol edemiyordum. Onu bu duruma sokan her kim ise onun canını yakmalıydım. Arkadaşımı ağlatamazdı. Onu ağlatana zarar vermeliydim. Yumruklarımı sıktım. Damarlarımın şiştiğini ve vücut ısımın arttığını hissediyordum. İçeri girecektim ve gerekeni yapacaktım. Karşımda kimin olduğu önemli değildi.

Arkamı dönüp camiye yönelmişken arkadaşım kolumu tuttu. “Nereye gidiyorsun bir dur” dedi. Duramazdım. İntikam alınmalıydı. Mümin olma yolundaydım. O benim aynı zamanda din kardeşimdi. Ona verilen zarar bana da verilmişti neticede.

“Olmaz” dedim. “sana kim ne yaptı çabuk söyle! Gidip ağzını burnunu dümdüz edeceğim” dedim. Sinirimden kelimelerime dahi hakim olamıyordum. Bu duyguyu ilk kez yaşıyordum. Arkadaşım, “dur kimse bir şey yapmadı. Suçlu benim” dedi. Dona kaldım. Ne yapmıştı ki suçlu oldu? Kurstan bir nevi atılmıştı. “Sana söyleyemem” dedi. Acaba geç kaldığı için mi fırça yemişti? Sebebi her ne olursa olsun böyle kovulmamalıydı. “Söyle yoksa dalıyorum içeri” dedim.

“Olmaz yapamam” dedi. Çıldıracaktım. Beni korumaya çalışıyor diye düşündüm. Korunmaya ihtiyacım yoktu. Hocamla da aram iyiydi. Gerekirse ona durumu anlatır, suçluya ceza verdiririm gücüm yetmese bile diye düşünüyordum.

“Olmaz” diyordu sadece. Bana güvenmediğini ve arkadaşı olarak görmediğini düşündüm. Çocuktum. Gözlerim doldu sinirimden. “Ben seni düşüneyim ama sen kimin ne yaptığını söyleme, tamam, sen beni arkadaşın görmüyorsun” dedim. Bu sefer daha kötü ağlamaya başladı. “ne olur yapma yanımda dur beni eve götür” dedi. İçimde git geller yaşıyordum. Neler oluyordu?

“Bak” dedim. “ Biz kardeş sayılırız. Söyle gerekeni yapayım yoksa kendimi kötü hissedeceğim” dedim. “Tamam, ama ne olur benden nefret etme” dedi. Neden ondan nefret edeyim ki? Arkadaşım o benim. “Söyleeeeeee” dedim. Önce sıkıldı, utangaç bir tavır aldı. Anlayamıyordum, ne olabilir di ki bu kadar söylemesi zor?

“Ben hastayım” dedi. “allah allah” dedim. Kimse kimseyi hasta diye kovmazdı. “Bende hastayım burnum akıyor, yaz nezlesi oldum, benden geçmiştir. Ama niye kovdular ki?” Dedim.

“Öyle değil, kanıyorum ben, karnımda ağrı da var çok fena” dedi ardından. Birisi bir şey mi yapmıştı? Düşmüş müydü? Neresi kanıyordu?

Devamını getirmedim. Canı yanıyordu belli ki. Sonra konuşabileceğimiz düşündüm. Eve yaklaşınca ayrıldı yanımdan. Eve gittim. Aklım kurcalanıyordu. Ailesi evde değildi. Anne ve babası çalışıyordu. Tek çocuktu. Yalnız olması içime dokunmuştu. Ailelerimiz görüşüyordu ne de olsa.

Anneme bir koşu anlattım durumu. “ne kanaması?” dedi. “Bilmiyorum anne kanıyormuş” dedim. Kadıncağız önce yatak odasına gitti nedense. Çekmeceleri kurcaladı, bir şeyler aldı ve dışarı fırladı. O çekmeceler bana yasaktı. Açmazdım. Delikanlı adam sözü vermiştim anneme. Tartışılmaz bir biçimde uyuyordum bu kurala. Her daim uyacaktım da….

Annem akşama kadar gelmedi. Ne zaman ki annesi eve gelmiş, o da geldi. Bir heyecan sordum: “anne ne olmuş, neresi kanıyormuş, bir şeyi var mı, iyi mi, neden bu saate kadar gelmedin?…………….” sorulaaaaar sorulaaaaar. Annem gülümsedi. “İyi, bir şeyi yok. Yarasını koparmış o kanıyormuş. Kan durmamış. Hallettik. Ben de üzülmesin diye yanında durdum” dedi. Kafamda taşlar yerine bir nebze oturmuştu.

Ertesi gün kurs bitimi eve dönerken onu gördüm. Pencereden dışarı bakıyordu. Selamlaştık. Arkadaşlarımla programımız vardı. Yukarı mahalle ile maçımız vardı. Önceki hafta fena duman etmişlerdi bizi. Yenmeliydik bu sefer. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum.

Kız arkadaşımı evden çıkarken gördüm. Önceki günden eser yoktu. Yanına gittim “iyi misin?” dedim. Gülümseyerek “iyiyim, sağol” dedi.

Arkadaşlarımın yanına döndüm. Maç başlayacaktı az sonra. Takımdan bir mahalle arkadaşım fısıltı ile birkaç çocuk ile konuşuyordu. Hepsi bizim mahallenin tayfası idi. Aralarında konuşup gülüşüyorlar, arada bana bakıp bir şeyler mırıldanıyorlardı. Anlam vermedim. Ancak yanlarına yaklaşınca duymaya başladım. Kız arkadaşım hakkında konuşuyorlardı. Artık bir süre camiye gidemeyecekti. Kuran’a dokunması yasaktı. Okuması ise kesinlikle yasak. Dua ve ayetleri ağzına alamazdı. Namaz kılamazdı. Kirliydi. Pisti…. Bir şeyler duymuştum daha önce bu konu hakkında ancak ne olduğu konusunda detaylı bilgim yoktu. Gülüşmelerinin sebebi ise bendim. Onu nasıl savunduğum ve caminin önündeki olayları duymuşlardı.

Camideki olayın sebebi de buymuş. Hocasına ters bir şeyler olduğunu söylemiş. Alt bölgesinde kanama olduğunu belirtmiş. Hocası ise kolundan tuttuğu gibi önce dışarı çıkarmış ve nasıl bu halde buraya girersin diye azarlamış. Zaten geç kalmasının sebebi de buymuş. Ancak sırf Allah’ın sevdiği kul olmak adına, sırf geç kalmamak için koştura koştura camiye gelmiş, ancak bu durumla karşılaşmıştı. Yaşadığı bu “kanama” hakkında annesi veya başka bir büyüğü onu bilgilendirmemişti. Korkmuştu ve anlamlaştıramamıştı.

Anneme olayı anlattığımda o durumu kavramış, dokunmamın ve açmamın yasak olduğu çekmeceden “ped” alarak ona götürmüş, ne yapması gerektiğini nazik bir dille anlatmıştı. Akabinde annesi gelince durumu ona da belirtmişler ve iş tatlıya bağlanmıştı.

Neler olduğunu çok sonra öğrendim açıkçası. İster saflık deyin ister başka bir şey… Bir zaman sonra artık ilerlemiştim. Bir yandan Türkçe mealleri okuyor, Kütüb-i Sitte'yi de mümkün mertebe takip ediyordum.

Artık bilgilerim gelişmişti. Kadınlar kötüydü. Bizi yoldan çıkarmak için tasarlanmış robotlardı adeta. Sadece annem ve arkadaşım bu tasnifin dışındaydı benim için. Aklımca torpil geçiyordum sanki onlara.

Kafama oturmayan bir şey vardı. Kanama işi aklımı kurcalamıştı. Nasıl olur da Allah’ın yarattığı bir kul ve onun verdiği bir durum kötü, pis ve aşağılık olabiliyordu? Kulluk vazifelerini bile engelliyordu bu durum. Allah bizi mükemmel ve eksiksiz yaratmıştı. Nasıl ona iftira atıyorlardı? Rabbim herkesi mükemmel ve eksiksiz yaratmışken ve bunu Kuran-ı Kerim ayeti ile bildirmişken onlar kim oluyorlardı da ona iftira atıyorlardı? Burada mantık hatası vardı.

Yaratıcım bizi kusurlu yaratmıyordu. Kusurlar sadece sınavdı. Bu durumu hocama sorduğumda aldığım yanıt kısa ve netti. “Sen şimdi anlayamazsın. İlim alanında tahsil et, iyi hocalardan eğitim al o zaman anlarsın evladım” demişti. Ona tekrar sordum: “Peki hocam niye sorayım? Cenab-ı Allah Kuran-ı Kerim’ de size apaçık kuranı indirdik diyor, anlayasınız diye diyor bu ne olacak?” dedim. Güldü. Anlarsın dedi… Zaman geçti ve ben hiçbir zaman anlayamadım. Allah nasıl olur da bizi kusurlu yaratırdı? Kadınlar neden ikinci sınıftı? Bana anlatılan din ile benim okuduğum ve anladığım din birbiri ile örtüşmüyordu. Benle tartışanlar ise sadece işlerine gelen ayetleri örnek tutarak beni aşağılama yarışına giriyorlardı. Kısır döngüydü adeta.

Sorular birbirini kovaladı. Etrafıma baktım. Herkes dinini mükemmel yaşıyordu. İbadetlerini yerine getirip cennetteki yerini garantilemeye çalışıyordu. Düşündüm. Sanırım sorun bendeydi. Deli ya da zihinsel arızalıydım. Şüphesiz bu kadar “kanıt (!)” varken nasıl sorguluyordum?

Kız arkadaşım mı? O kusurlarını kabul etmiş bir şekilde hayatına devam ediyor. Tesettürde şu an. Hiç okumadığı bir kitaba inanıyor. Hiç okumadığı bir kitabın içeriğindeki mucizeleri etrafındakilere aktarıyor. Hiç okumadığı bir kitapta bahsedilen (!) kadın haklarını anlatıyor. Hiç okumadığı kitapta bahsedilen (!) insan haklarından ve eşitlikten bahsediyor. Kardeşlikten ve birlikten bahsediyor…

Ya ben?... Ben buradayım. Okudum. Araştırdım. Sorguladım ve Anladım. Görüşüm mü? Şu an sizin düşündüğünüz ile aynı. Ben senim. Şu an kendini okuyorsun o kadar.

Yalnız değilsin. Tuhaf değilsin. Anormal değilsin. Yığın içerisinde kum tanesi değilsin. Yeter ki doğru araştır. Bu kadar araştırmanın sonunda ulaştığın bilgi ve inanç her ne ise rahat ol. Doğru şeye inanıyorsun.

Şu an bulunduğun site bile bunun göstergesi.
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product