HABERLER
Dini Haber
Açıklanamayanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Açıklanamayanlar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

ANTİK SİTELER ARASINDAKİ AÇIKLANAMAYAN BENZERLİKLER

Göbekli Tepe'de bulunan tasarım öğeleri, Paskalya Adası'ndaki devasa Moai Heykelleri, Tiahuanaco ve dünyadaki diğer antik yerler üzerinde de bulunur. Bu nasıl mümkün olabilir?

Atalarımızı, kültürlerini, kökenlerini ve yaşam biçimlerini incelediğimiz gerçeğine rağmen, geçmişimizle ilgili birçok soruyu cevaplayamadık.

Dünyanın dört bir yanına dağılmış olan sayısız anıt, atalarımızın geride bıraktığı eski bir mesajdır, kapsamlı çalışmalara rağmen, henüz çözemediğimiz bir mesaj.

Dünya üzerindeki en esrarengiz antik tapınaklardan biri ülkemiz Türkiye'de Urfa şehrinde bulunuyor.
Orada araştırmacıların MÖ 9.600 civarında yapıldığını söyledikleri antik bir tapınak kompleksi bulunmakta.

A, Açıklanamayanlar, Göbeklitepe, Açıklanamayan benzerlikler,Antik siteler,Antik kazılar,Anik heykellerin benzerlikleri,Antik heykellerdeki duruş,
Göbekli Tepe birçok uzman tarafından dünyanın en eski tapınağı olarak düşünülür fakat önemine rağmen çok az şey biliyoruz.

Bu antik tapınak kompleksi sadece çağından dolayı önemli değil, çünkü kimler tarafından yapıldığı ve ilginç bir şekilde sunduğu sembolizm ile aynı zamanda büyük bir önem taşıyor,.

Göbekli Tepe'ye yakından bakarsanız, dünyanın birçok yerinde bulabileceğimiz tuhaf bir duruş ve sembolizm fark edeceksiniz. Örneğin, Paskalya Adası'ndaki Moai ile Göbekli Tepe'deki sütunlar arasında ilginç bir benzerlik göze çarpıyor. Her iki arkeolojik alanda da eski inşaatçılar aynı sembolojiyi (duruşu) kullanmışlardır.

Peki bu sadece bir tesadüf mü?
Göbekli Tepe'nin arkeolojik alanı, ana yapı motifi 30 ila 60 ton arasında değişen büyük taş sütunlar olan birkaç tapınaktan oluşmaktadır.

Her nasılsa, binlerce yıl önce, “ilkel” kültürler taş ocağı işletmeyi, taşımayı ve bir şeyler inşa etmeyi başarabilmemiz gerektiğini söyler.

Bu esrarengiz T-şekilli sütunlar, tilki, aslan, yılan gibi bir çok hayvanın tasvirleriyle karmaşık bir şekilde dekore edilmiştir.

Ancak Göbekli Tepe'deki çeşitli hayvan tasvirlerine ek olarak bazı sütunlarda insansı karakteristik özellikleri olan heykeller görüyoruz.

Göbekli Tepe'nin T şeklindeki dikilitaşlarının yüzeyinde ve insansı eller vardır ve araştırmacılarca bu insanın tasfiri olarak düşünülmektedir.

Göbekli Tepe'nin kurucuları, t-biçimli heykellerinin üzerine tanrılarının temsili olanın uzun el ve kollar oymuşlardır.

Bununla birlikte bu son derece ilginç sembolizm sadece Göbekli Tepe'ye özgü değildir ve dünyanın dört bir yanındaki çeşitli arkeolojik sitelerde bulunur.

Dünyanın dört bir yanından Pasifik Okyanusu'nun ortasındaki Paskalya Adası'na doğru gidersek, büyük Moai heykellerini ve onların Göbekli Tepe'nin taş sütunlarına benzer bir şekilde ilginç sembolizmlerini görürüz.

Büyük Moai heykeli elleri göbeğinin üzerinde bulunur halde, kutsal bir pozisyonda, karmaşık bir şekilde oyulmuştu. Pek çok yazar bu duruşun doğum veya yeniden doğumu tasvir etmeyi amaçladığını kabul eder.

Fakat bu sembolizmin hem Göbekli Tepe'de hem de Paskalya Adası'nda olması ve aynı olması nasıl mümkün? Bu sadece bir tesadüf mü?

Cilalı taş devrine ait yerleşmeler olan ve Türkiye'de bulunan Nevali Çori ve Kilisik'in benzer tasarım unsurlarını barındırdığı göze çarpmaktadır.
Ama bu kadar da değil.

Bolivya'daki Tiahuanaco, Meksika ve Mezopotamya'daki arkeolojik sitelerdeki heykeller de aynı sembolizme sahiptir; Elleri bir araya gelen büyük taş heykeller.

Cevap aranan soru şu: "Bu antik kültürlerin arkeolojik sitelerinin tümünü birbirine bağlayan şeyin ortak bir tasarımcısı olması mümkün mü?"

Yazan & Çeviren: Anu

MANNA : TANRININ YEMEĞİ

Yazan: A.Kara
MANNA NEDİR?
TANRININ CENNETTEN GÖNDERDİĞİ BİR YİYECEK Mİ? YOKSA UZAYLI NİMETİ Mİ?

Manna, Mana olarak da bilinir. İncil'e göre, büyük göçü izleyen kırk yıllık süreleri boyunca çölde yolculuk ederken Tanrı tarafından İsraillilere verilen  gizemli bir maddeydi. İncil'de, İsraillilerin köle oldukları Mısır'dan, vaat edilmiş topraklara nasıl geldiğini anlatılmaktadır.

İnanışa göre göç sırasında Sina Çölü'nü geçmek zorunda kaldılar. Fakat kaçınılmaz olarak, bir sürü İsraillinin olduğu ve çok az bitki büyüyen bir çöl toprağı olduğu için yiyecekleri tükeniyordu. Bu noktada, halkın açlıktan ölmesini önlemek için Tanrı cennetten Manna denen yiyeceği indirdi.

Yeryüzüne geldiğinde Manna bir çeşit tohum olarak tanımlanır. Bu tohumlar dünyaya düştükleri gün ile ilişkilendirildiler. Manna Cuma günleri hariç her gün İsraillilerin yiyecek ihtiyacını karşılıyordu. Cuma gününün hariç olması ise sonraki gün olan Cumartesinin Şabat günü olmasıdır.

Manna, Mısır'dan Çıkış 16: 1–36'da iki kez tarif edilmiştir.
Mısır'dan Çıkış'ın (Exodus) İncil kitabında, Manna'nın her gece ve her sabah, çiy ortadan kalktıktan ve güneşin ısısından dolayı erimeden önce toplanması gerektiği yazılmıştır.

Tarihi hesaplara göre, Manna geceleri çiğ ile birlikte geliyordu.
Manna, beyaz renkli, kişnişe benzer bir tohum olarak tarif edilir. Öğütülüp pişirildikten sonra ballı gofretlere benzer olduğu görülür, ancak bazı açıklamalarda Hint mürü (bir çeşit hint yiyeceği) ile aynı renk olarak tarif edilir.

İbranice İncil’e bir bakarsak, Manna’ya atıfta bulunan iki açıklama bulabiliriz:
Çıkış 16: 1–36'da ve bir kez daha numara 11: 1–9'da ilk açıklamayı buluyoruz.
Çıkış'ta, manna, zemindeki dona benzeyen “ince, pul gibi bir şey” olarak tanımlanmaktadır. Çıkış'ta Manna renk olarak kırağıya benzer olarak tanımlanmaktadır. ‘Yiyecek’, güneş tarafından erimeden önce toplanmalıydı. Çıkış, manna'nın tadını ballı gofretler gibi tanımlamaktadır.

"İsrail halkı ona manna ekmeği adını verdi. Kişniş tohumu gibi beyazdı ve balla yapılmış gofretler gibi tadı vardı." Çıkış 16:31

Musa şöyle buyurmuştur: “ Rab buydu ki :“ Bir manna yiyin ve gelecek nesiller gelsin, böylece sizi Mısır'dan getirdiğimde vahşi doğada yemeniz için verdiğim ekmeği görebilirler." Çıkış 16:32

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Sayılar Kitabında (Eski Ahitte 4. kitap) mannanın tüm gece boyunca çiğ ile birlikte geldiği ayrıntılı olarak geçmektedir. Ayrıca Sayılar Kitabında mannanın, Etiyopya, Eritre ve Afrika'da yetişen ağaçlardan elde edilen yarı şeffaf bir margarin-sakız reçinesi olan bdellium'a benzediğine dair detaylar göze çarpmaktadır.

GİZEMLİ MANNA
Yani inanışa göre Manna, halkı aç bırakmamak için Tanrı tarafından gönderilen bir yiyecektir ama hala ne olduğunu bilinmiyor.

Çıkış kitabında İsrailliler'in “saklanan kokulu solucanlar gibi" diye tabir ettikleri olayda her gün manaları toplayıp depoladıklarına dair söylemler görünmektedir.

Ancak Manna, 16: 23–24'te açıkça belirttiği gibi Şabat'tan bir gün önce toplanarak depolandı.
Musa, “RAB’bin buyruğu şudur” dedi, “ ‘Yarın dinlenme günü, RAB için kutsal Şabat Günü’dür. Pişireceğinizi pişirin, haşlayacağınızı haşlayın. Artakalanı bir kenara koyun, sabaha kalsın.’ ” Böylece, Musa'nın emrettiği gibi onu sabaha kadar sakladılar ve o da kokuşmadı ya da kurtlanmadı."

Peki, Manna nedir? Bazılarının inandığı gibi Tanrı tarafından sağlanan doğal olarak bol miktarda yiyecek midir?

A, yahudilik, Manna, Tanrının yemeği, Mısır'dan Çıkış ve Manna, Tanrının cennetten yiyecek göndermesi, İsrail oğullarına manna gönderen, Mısır'dan Çıkış 16:1-36, din, Açıklanamayanlar,
Bazıları, Tevrat'ın ruhani yorum ve yorumlarının bir koleksiyonu olan Zohar'ın mannaya ait tanımlarını baz almayı tercih eder.

Antik astronot kuramcıları tarafından belirtildiği gibi Zohar, farklı büyüklükteki beyinleri, farklı tüpler ve farklı ışık kaynakları ile bağlantılı olan farklı büyüklükteki yüzleri tanımlar. Teologlar bunun Tanrı'nın bir açıklaması olduğunu öne sürmelerine rağmen antik astronot kuramcıları Zohar'da anlatılan şeyin mutlak bir tanrı figürü değil bir makine türü olduğunu iddia eder.
Yani bazı araştırmacılar henüz tanımlanmamış gizemli bir gıda kaynağı olan "manna"yı üreten bir makine olduğunu düşünüyorlar.

Manna makinesi teorisi, İsraillilerin bu makineyi nereden aldıklarına dair iki açıklama sunuyor.
Daha tartışmalı bir diğer teori ise uzaylıların çölde açlık çeken Mısırlılara yardım etmek için bir jest olarak onlara bu makineyi verdiği fakat Mısır'dan ayrılırken bunu İsrailoğullarının geri alarak yanlarında götürdüğüdür. Yani her iki iddia da temelsiz ve absürttür. Fakat insanoğlu mistisizm veya uzaylı sevdası peşinde koşmaktan vazgeçmeyecek gibi görünüyor. Hemen bir örneğine bakalım:

MANNA MAKİNESİ
1978'de George Sassoon ve Rodney Dale, Zohar'ın “Günlerin Kadını” adlı bir bölümün tercümesine dayanan bir kitap yazdılar ve manna adlı besinin bir makine tarafından üretildiğini iddia ettiler.

ENDONEZYA'DAKİ DEV HEYKELLER

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Endonezya'daki Dev Taş Heykeller Dünya Dışı Astronotların Tasvirleri Mi?

Lore Lindu Ulusal Parkı insan biçiminde tasvirleri olan 400'den fazla megalitik heykel içermektedir ve bunlardan bazılarının ağırlığı 10 tona yakındır.

Bada Vadisi, Lore Lindu Ulusal Parkı içinde, Endonezya'nın Sulawesi adasında yer almaktadır.
Buradaki yüzlerce heykelin 14. yüzyıla kadar uzandığına inanılıyor ve yerel Badaik dilinde vatu (“taş”) ve Endonezya dilinde arca (“heykel”) olarak adlandırılıyorlar.
Bu dev heykellerin ve onları yapanların amacı tam olarak bilinmemektedir.

Bu megalitler 14. yüzyıldan beri yerel olarak belgelenmiş olmalarına rağmen, 1908 yılında batılı arkeologlar tarafından ancak keşfedilebilmiştir.

Amaçları bilinmeyen ve tarihleri 1000 ila 5.000 arasında değişen düzinelerce heykel vardır. Bu ise Paskalya Adası'nın ilk Moai heykelinden en az 500 yıl daha yaşlı olabilecekleri anlamına gelir.

Bazı araştırmacılar, Laos ile Kamboçya'daki megalit örneklerinin ve Endonezya'daki parçaların farklı  heykel kültürüyle ilişkili olduklarına inanmaktadır. Ancak, Bada Vadisi heykelleri, morfolojileri (şekil bilimi) nedeniyle Güneydoğu Asya'nın tümüne göre benzersizdir.

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Yerel efsaneler onları ataların kültüyle ilişkilendirir, ama aynı zamanda çok eski zamanlardaki kurban edicilerle, yağmacılar ve suçlulara dair efsaneler ile de ilişkilendirir.

Örneğin: "Tokala’ea" adında birinin taşa dönüşmüş bir tecavüzcü olduğu söylenir; Kayadaki derin kesikler ise bıçaklardan gelen izleri gösterir.
Tadulako adında bir başka heykel ise efsaneye göre bir zamanlar güvenilir bir köy korucusunun pirinç çaldığı için taşa dönüştüğünü, ihanet ettiği köylülere çevrilerek vadi boyunca onlara bakmaya bırakıldığını anlatmaktadır.

Hala günümüzde bazı yerliler taşların doğaüstü güçlere sahip olduklarına, kendi başlarına hareket edebildiklerine inanmaktalar. Kimileri ise onların binlerce yıl önce cennetten gelen insan atalarına dair izler olarak görmekteler. Tabi ki bu görüşün bir dayanağı, ikna edici delilleri yoktur.

Arkeologlar, kadınlardaki uzun saçlar gibi, tüm heykellerin genital organlar ve yüz özelliklerinin temsiliyle farklılaştırılmış olduklarını görerek onları erkek ve dişi heykeller olarak tanımlamışlardır.

Diğer ufak heykellerde ise basit çizgilerle kaş, yanak ve çene bölümleri gösterilen yüzler vardır. Dev heykel figürlerinin çoğu yalnızdır, az sayıda heykelin gruplar halinde olduğu görülür. Bazı heykeller 4 buçuk metre boyundadır ve birçok araştırmacıda ciddi merak uyandırmışlardır.

Bazı heykellerin ise hayvanları temsil ettiği görülmektedir. İnsanları temsil edenlerin iri gözleri ve uzun, düz bedenleri ve devasa kafaları vardır. Heykellerin çoğu düşmüş veya nehirlerin kıyısında ya da tarlanın ortasında yarı gömülü şekilde kalmıştır.

Bada Vadisi Kalambas adı verilen, tek bir taş bloktan oyulmuş dairesel blokları ile iyi bilinmektedir.
Çeşitli şekil ve boylardaki bu yapılar tüm vadi boyunca bulunabilirler.

Arkeologlar, bir Kalambas'ın merkezi kısmının dairesel bir deliğe sahip olduğunu, diğerlerinin ise ortada bir bölümde iki adet dairesel delik bulunduğunu görmüşlerdir. Kalambasların gerçek kullanım nedeni bir sır olarak kalmasına rağmen, bazıları bu devasa kapların soylular ya da krallar için küvet olarak kullanıldığını söylüyor.

Bazı yazarlar ise bu devasa dairesel çömleklerin bir zamanlar tabut olarak ya da suyun depolanması için bir araç olarak kullanıldığını belirtmektedir. Arkeologlar, Kalambasların bir zamanlar etraflarında iri taş kapaklar bulunduğunu bu yüzden banyo olarak kullanılmadıklarını belirtmektedirler. Yani büyük ölçekli devasa taş heykeller olan Kalambasların gerçek amaçları arkeologların çözemediği derin bir gizem olmaya devam etmekte.

Çeviren & Yazan: A.Kara

GÖBEKLİTEPE SİRİUS'A İBADET EDİLEN BİR GÖZLEMEVİ MİYDİ?

Göbeklitepe,A, Açıklanamayanlar, Göbeklitepe'nin gizemi,Urfa Göbeklitepe,Göbeklitepe'de Sirius yıldızına mı tapılıyordu?,Sirius yıldızı ve Göbeklitepe,Göbeklitepe hakkında merak edilenler,Türkiye'nin gizemli bölgeleri
Dünyanın en eski tapınağı olan Türkiye'nin güneyindeki Göbeklitepe, büyük bir kozmik rasathane olarak inşa edilmiş olabilir ve inşa edenler köpek yıldızı Sirius'a tapmış olabilirler.

Göbeklitepe'nin (Urfa, Türkiye) megalitik duvarları, bugüne kadar bilinen ve M.Ö. 10 binyıla kadar uzanan en eski taş yapılardır. Bu yapılar için astronomik hedeflerin muhtemel varlığı analiz edilir ve güney gökyüzü üzerinde yeni, son derece parlak bir yıldız olan Sirius'un görüntüsünü kutlamak ve ardışık olarak takip etmek için yönlendirilmiş hatta orijinal olarak yapılmış olabileceği düşünülmektedir.

Sirius, takımyıldızı gökyüzündeki en parlak yıldızdır ve tarih boyunca sayısız eski uygarlık tarafından tapılmıştır. Bu yıldız çok önemliydi, örneğin eski Mısırlılar, takvimlerini  ve Nil Nehri'ni su basmasını bu yıldıza dayandırdılar. Bu ilişkiden, köpek günleri kavramı çıktı. Köpek günleri yazın çok sıcak, boğucu günlerine verilen bir isimdir.

Bu tarihsel olarak Yunan ve Roma astrolojisinin ısı, kuraklık, ani gök gürültülü sağanak yağmur, uyuşukluk, ateşlenmek, kuduz köpekler ve kötü şansla bağlantılı yıldız Sirius'un yükselişini izleyen dönemdir. Ancak geçmişte yaşamış olan sayısız eski uygarlık bu yıldızın büyük önem taşıdığını düşünüyordu.

Örneğin, Dogon, Sirius'un varlığından haberdardı ve gökyüzündeki en parlak yıldızın, Sirius'a (Sigi tolo veya “Sigui'nin yıldızı”) iki eşlik eden yıldıza sahip olduğuna inanıyorlardı. Bunlar Sirius A'nın birinci ve ikinci arkadaşları pō tolo (Digitaria yıldızı), ve ęmmę ya tolo idi (kadın Sorghum yıldızı).

Tüm bu inanılmaz detaylara ek olarak, Göbeklitepe'ye doğru yönelmek ve yeryüzündeki en eski tapınaklardan birini inşa eden bu insanların din ve inançlarını Sirius ibadeti etrafında kurmuş olma ihtimali üzerinde durmak gerekir.

Türkiye'nin güneyindeki Göbeklitepe, 11 bin yıldan daha eski bir tarihte olduğuna inanılan bir sitedir. Hayvan figürleri ve diğer unsurların yazılı olduğu bir dizi T şeklinde taş sütunlarla çevrili 20 avluya sahip antik bir tapınaktır.

Bu yapıların merkezindeki birbirine paralel yerleştirilen iki taş sütun ne anlama geldiğini tam olarak anlamaya çalışan akademisyenlerin merakını artırmaktadır.

Göbeklitepe, arkeologların uygarlık ve insan kültürünün kökenleri hakkındaki fikirlerini kökten değiştirmiştir.

Daha önce yerleşik bir uygarlık kurmanın tarım, sanat ve din konusunda geliştirme dürtülerini tetiklediği düşünülüyordu. Ancak, birçok yazar ve akademisyen Göbeklitepe'nin inşaatçılarının sadece avcı ve toplayıcı olduklarına inanmaktadır.

Daha eski sanat motifleri ve dini tezahürleri olduğu gerçeğinin ötesinde, Göbeklitepe'deki bulgular, tarımın gelişmesinden önce tapınakların kurulduğunu ve yerleşimlerin kurulduğunu göstermektedir (en azından Göbeklitepe yakınında tarımın geliştiğine dair herhangi bir endikasyon bulunmamıştır).

Başka bir deyişle, göçebe avcılar mimarlık, sanat ve din alanında kendilerini geliştirdiler ve bunu büyük bir patlama ile yaptılar.


GÖBEKLİTEPE DEV BİR GÖZLEMEVİ Mİ?

Arkeoastronomer Giulio Magli'ye göre, bu tapınak bir gözlemevi ve Sirius yıldızı için bir ibadet yeri olarak inşa edilmiş olabilir.

Magli, "Tapınağın bu yıldızın doğumunu izleyecek şekilde inşa edildiğini düşünüyorum, gökyüzündeki yeni bir nesnenin ortaya çıkmasının yeni bir dine bile yol açtığını hayal edebilirsiniz." diyor.

Bu yıldız, Dünya'nın ekseninin beklenen devinimi nedeniyle bu alanda M.Ö. 9300 yılına kadar ufukta olacak ve ihtişamlı bir şekilde ortaya çıkacaktı.

Magli, Göbeklitepe'nin varolan haritalarının ve bölgenin uydu görüntülerinin yardımıyla her bir mahfazanın içindeki iki megalitin arasından ve paralel geçen hayali bir çizgi çizdi.

Kazı yapılan halkalardan üçünün, Sirius'un M.Ö. 9100, M.Ö. 8750'de ve M.Ö. 8300'de ufukta yer alan noktalarla hizalı olduğu tespit edilmiştir.

Tapınak bu yıldızın “doğumu” etrafında inşa edilmiş olabilir ve hatta dinin yıldızı bu parlak yıldızın etrafında merkezlenmiş olabilirdi.

Göbeklitepe'yi anlamaya yönelik heyecan verici gelişmelere rağmen, sonuçların ön plana çıkması, Magli'nin strese girmesidir.

Arkeoastronomer, daha doğru hesaplamalara ihtiyaç duyulacağına ve yatay ve düşey açıları ölçmek için bir cihaz olan teodolit gibi aletlerin kullanıldığı tam bir araştırmanın yapılması gerektiğine inanmaktadır.

Ayrıca uzman, Göbeklitepe'deki yapıların inşa edildiği dizinin belirsiz olduğunu, yani buranın halkının ufukta farklı noktalarda yükselen Sirius'u takip etmek için inşa edildiğini söylemenin zor olduğunu belirtiyor.

Çeviren & Yazan: A.Kara

GİZEMLİ NAZCA ÇİZGİLERİ YILDIZ İNSANLARINA BİR MESAJ MI ?

Peru'da faaliyet gösteren havayollarında uçuş gerçekleştiren yolcuların 1927'de Nazca çölünün zemininde fark ettikleri işaretler ve büyük rakamlar sanki yukarıdan gelenleri ağırlıyor gibiydi. Bu semboller yeryüzünde iken fark edilmiyor, ancak çok yüksekten bakıldığında anlaşılıyordu.

Dünyanın dört bir yanından gelen turistlerle dolu uçaklar hızla Nazca'nın gökyüzünü fethederek bölgede 100'den fazla tasarımı keşfetti. Bu garip geoglifler hayvanları, ilginç geometrik tasarımları ve hatta insansı figürleri betimliyorlardı.

Açıklanamayanlar,A, antik çağ, Nazca Çizgileri,Yıldız insanları,Uzaylılar var mı?,Uzaylılar geçmişte dünyayı ziyaret etti mi?,Gizemli yerler,Nazca Sembolleri,Gizemli geoglifler, Antik tarih, din ve mitoloji,

Ancak, belki de Nazca ile ilgili en heyecan verici şeylerden biri, bu çizimlerin 320 km'lik bir alana dağılmış olmasıdır.

Bu rakamlar muazzamdır ve onları sadece gökyüzünden fark edebilirsiniz. Eğer zeminde duruyorsanız, çizimler görülemez, hiçbir şey fark edilemez. Bu yüzden bu çizimlerin amacı neydi? sorusu üzerinde duruluyor. Nazca'da sadece uçarken görebileceğiniz 150'den fazla geometrik şekil bulunuyor.

Nazca'da bulunan en büyük figür yaklaşık. 1000 fit yüksekliğinde ve en uzun olanı 14,4 km uzunluğunda. Peki neden Nazca? Nasıl ve hangi amaçla inşa edilmişler?

Arkeologlara göre, bu gizemli çizimlerin 1.ve8. yüzyıllar arasında bölgede yaşayan Nazca halkı tarafından yaratıldığına inanılıyor.

Çizgiler çöl yüzeyini oluşturan kırmızımsı demir oksit çakıl taşlarının dikkatli bir şekilde taşınmasıyla oluşturulmuşlar. Çizgilere bakıldığında kireçlenmiş ve erozyona dirençli yapısıyla yüksek miktarda kir içeren bir yapı ortaya çıkmıştır.

Bu hatların bu kadar uzun süre hayatta kalmasının nedeni, bölgedeki hava koşullarının uygun olması, yağışın çok az ve rüzgarın neredeyse hiç olmamasıdır. Eğer bugün Nazca'ya giderseniz ve yere bir şey çizerseniz uzun bir süre orada kalacaktır.

Açıklanamayanlar,A, antik çağ, Nazca Çizgileri,Yıldız insanları,Uzaylılar var mı?,Uzaylılar geçmişte dünyayı ziyaret etti mi?,Gizemli yerler,Nazca Sembolleri,Gizemli geoglifler, Antik tarih, din ve mitoloji,

Bugün sormamız gereken soru, eski Nazca halkının bu çizimleri ne amaçla yaptıklarıdır. Bu figürlerin gökyüzündeki büyüklüğünü gerçekten takdir edilesidir ama bu çizimlerin yapıldığı zamanlarda uçak yoktu, bu yüzden bunu kimin için tasarladıkları düşünülmesi gereken kısımdır. Onlara rehberlik edecek bir şeye ya da birine ihtiyaç duymaları gerekirdi, çünkü bu çizgiler kesin, net ve doğrular. Çizimlerin nasıl ilerlediğini, doğru olup olmadığını gözlemlemek için bir yola sahip olmadan onların böyle bir doğruluğa ulaştığına inanmak zordur, bir şekilde yönlendirilmiş olmalıdırlar.
Öylece başlayarak hata yapmadan 1000 metreden fazla veya 8km'nin üzerinde bir rakam çizemezsiniz.

Nazca çizgilerinin sebebi olarak dünya dışı varlıklar gösterilebilir mi? Birçok araştırmacı için cevap evettir. Çünkü insanlık tarihinin o döneminde, uçabilme yeteneğine sahip olabilecek tek şey dünya dışı varlıklardı (bu varlıklar birçok antik dönem eserinde, yaşam bölgelerinde de resmedilmiştir. En basit örneği ise Mısır piramitlerinin yüzeyindeki çizimlerdir).

Nazca'nın bazı bölümleri oldukça gizemlidir. Son derece hassas üçgenler gibi inanılmaz tasarımlara sahiptir. Üçgenlerin bazıları, inanılmaz bir güçle zeminden en az 30 inç aşağı iten bir şey tarafından yapılmış gibi görünüyor. Eski Nazca halkı bunu yapabilir mi? Nasıl yapacaklar, ayaklarıyla iterek mi? Çölün içine altı 9,6 km'lik “mükemmel” bir üçgeni nasıl indirirsiniz?

Sizce bu çizgilerin amacı nedir? Uzaydan gelen ziyaretçiler için “navigasyon” belirteçleri olarak kullanılmış olabilirler mi? Ya da yerlilerin yaptığı bu çizgiler binlerce yıl önce onları ziyaret edenleri tanrı bilip onları anmak için mi yapıldı?

Açıklanamayanlar,A, antik çağ, Nazca Çizgileri,Yıldız insanları,Uzaylılar var mı?,Uzaylılar geçmişte dünyayı ziyaret etti mi?,Gizemli yerler,Nazca Sembolleri,Gizemli geoglifler, Antik tarih, din ve mitoloji,

Efsaneye göre gizemli İnka yaratıcısı tanrı Viracocha geçmişte Nazca Çizgileri ve glifleri için canlıları görevlendirdi.

Bazı efsaneler, Nazca hatlarının Viracocha'nın kendisi tarafından yaratıldığını söyler.

Viracocha Quetzalcoatl ve Kukulkan'a benzeyen Tanrı Andes'in öğretmeniydi.

Viracocha, İnka panteonunun en önemli tanrılarından biriydi ve her şeyin yaratıcısı ya da her şeyin yaratıldığı ve denizle yakından ilişkili olan bir madde olarak görülüyordu.

Juan de Betanzos tarafından kaydedilen efsaneye göre, Viracocha karanlıkta olduğu zaman Titicaca gölünden yükseldi ve ışık getirdi.

Erich von Daniken’in Nazca Hatları’yla ilgili tartışmalı teorileri, Nazca’ya seyahat etmek ve Nazca halkının kültürünü, hayatını ve tarihini incelemek için yüzlerce insanı ateşledi.

Çok sayıda tasarımda ilginç kalıplar bulmuş bazı akademisyenler vardır ve Nazca'da uygulananların geometrinin bilinen en eski örneklerinden biri olabileceği sonucuna varmışlardır.

Nazca'nın en ilgi çekici tasarımlarından biri şüphesiz örümceği temsil eden çizgidir.

Örümceğin bir bacağı uzatılmış bir çıkış yoluna sahiptir. Bu yer kabartmasını alıp çevirip döndürürerek ayna etkisini gösterirseniz, gözlemlediğiniz şey, Nazca örümceğinin Orion Takımyıldızını temsil etmesi ve uzun örümcek bacağının dünyanın en yakın komşularından biri ve en parlak yıldız olan Sirius yıldızını temsil etmesidir.

Burada bulunan şey, sadece gökten görülebilen ve yıldızları ve takımyıldızları temsil eden bir örümcek tasviridir.

Nazca'da bu karmaşık geoglifleri tasarlayan kişi, astronomi ve geometri hakkında mükemmel bir bilgiye sahip olmalıydı ve dünyadaki diğer birçok eski kültür gibi, Orion ve Sirius'un önemli olduğunu biliyordu.

Dresden Üniversitesi'nden uzmanlar Nazca çizgileri üzerinde çalıştılar. Manyetik alanı ölçtüler ve Nazca'daki bazı geogliflerin altındaki manyetik alanda değişiklikler tespit ettiler.

Ayrıca Nazca'daki testlerin yapıldığı sırada Nazca'daki bilim adamları tarafından elektrik iletkenliği ölçüldü ve elektrik iletkenliğinin hatlara göre 8000 daha yüksek olduğunu gösterdi.

Açıklanamayanlar,A, antik çağ, Nazca Çizgileri,Yıldız insanları,Uzaylılar var mı?,Uzaylılar geçmişte dünyayı ziyaret etti mi?,Gizemli yerler,Nazca Sembolleri,Gizemli geoglifler, Antik tarih, din ve mitoloji,

Peru'daki Nazca'nın Çizgileri ve Geogliflerinde deniz kuşu, el, pelikan, akbaba, dev, balina, örümcek, maymun, köpek, akrep, sinek kuşu gibi simgeler var. Bazı çizgilerin 8 fit altında manyetik alan anomalileri (kuraldışılık) var. Nazca'da onu Dünya üzerinde başka herhangi bir yerden farklı kılan bir şey var ama bizler henüz onun ne olduğunu bilmiyoruz.

Bir diğer sorulması gereken soru, nitratın geçmişte Nazca'yı ziyaret edebilecek “diğer dünya” ziyaretçileri için özel bir önemi olup olmadığıdır. Günümüz teknolojisinde nitrat pek çok ilginç şeyde kullanılmaktadır; Örneğin nitrat uzay yolculuğunda kullanılmaktadır.

Nazca sonsuz gizemlere sahip, ama cevaplar yetersiz. Asıl önemli olan bu devasa yaratıcılık ve geometri gösterisini gerçekten anlayabilecek miyiz? Bir şey kesin, Peru'nun bu bölgesi arkeologlar, bilim insanları ve tarihçiler için ilgi alanı olmaya devam edecektir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

7000 YIL ÖNCE ESKİ MEZOPOTAMYA HALKI İNSAN ŞEKLİNDEKİ SÜRÜNGENE TAPIYORDU

A, Antik tarih, Yılan insanlara tapan Ubaidliler, Kertenkele benzeri varlık, Tell Al'Ubaid, Antik Mezopotamya, Yılan insanlara tapan antik halk, Ur, Eridu, Ubaid, Arkeolojik buluntular,
Mezopotamya'da yaşayan erken dönem kültürleri hakkında inanılmaz detaylar sunan Al-Ubaid arkeolojik bölgesinden toplanan Sümer Öncesi bazı eserler vardır.

El-Ubaid'de arkeolojik araştırmalar sonrası uzmanların kertenkele benzeri özelliklere sahip insansı figürler olarak tanımladıkları heykelleri içeren bir dizi antik eseri ortaya çıkardılar. Bu eserler Mezopotamya'daki Ubaid Dönemi'ne kadar uzanmaktadır.

Ubaid Dönemi, yaklaşık 6500 ila 3800 yılları arasında sürmüştür ve adını Ubaid dönemine ait en eski kazının yapıldığı Tell al-‘Ubaid'den almıştır.

Ubaidiyen kültürü M.Ö. 4000 ila 5.500 arasında uzanmaktadır ve tıpkı eski Sümerler ile olduğu gibi, Ubaid halkının kökeni de arkeologlar için bir gizem olmaya devam etmektedir.

Ubaid kültürünün bilhassa çok odalı, dikdörtgen şeklindeki karakterize çamur evleriyle, büyük duvarsız yerleşimler inşa etmeye başladığı bilinmektedir.

Arkeologlar, buluntular sonrası Ubaid Döneminde toplumun kentleşmeye doğru ilerlediği konusunda kesin olarak hemfikirler. Ubaid Kültürü T şeklinde inanılmaz evler, açık avlular, döşeli sokaklar inşa etmiş ve gıda işleme araçları üretmişlerdi.

Hızla, büyük ve duvarsız yerleşim birimleri kasabalarla yer değiştirmeye başladı. Tapınaklar dikildi ve insanlar yaşam tarzlarını değiştirdi. Yeni teknolojiler ortaya çıktı ve tarih daha önce hiç olmadığı gibi yazılmaya başladı.

Bugün arkeologlar, binlerce yıl geçtikten sonra Mezopotamya'da ilk antik kentlerin yaşamına dair eski bir bulmacayı bir araya getiriyorlar.


KERTENKELE BENZERİ VARLIĞA İBADET
Eski Mezopotamya tarih açısından zengindir. Binlerce yıl önce orada yaşayan eski insanlar, bize erken kültürlerin yaşamlarına göz atmamızı sağlayan çok sayıda ipucu bıraktılar.

Tell Al’Ubaid'in arkeolojik yerinde, Ur ve Eridu antik kentlerinde, arkeologlar antik kültürler hakkındaki anlayışımıza meydan okuyan bir dizi gizemli figürü ele geçirdiler. 7000 yıldan uzun bir süre önce, Mezopotamya'nın eski sakinleri, Sürüngen benzeri varlıklara tapıyorlardı.

Arkeologlar bu kültürü anlamaya yardımcı olan bir dizi eseri ortaya çıkarmışlardı. İlginç bir şekilde, bilim adamları figürlerin çoğunun bir tür kask giydiğini ve omuzlarında bir tür dolgu malzemesi olduğunu keşfettiler.

Uzaydaki varlıklara benzeyen antik heykelciklerin kazılmasına ek olarak, arkeologlar, süt emen bebekleri tutan kadın varlıklarının çeşitli figürlerini ele geçirdiler. Ancak, bebeği tutan varlık insan değil, bir sürüngen; İnsansı karakteristik özelliklere sahip kertenkele benzer bir yaratıktı.

Antik Mezopotamya'da ortaya çıkarılan figürinlerin bazıları uzun başları, badem şeklindeki gözleri ve sürüngen benzeri özellikler ile temsil edilmiştir. Mezopotamya'nın antik halkının bu figürler ile temsil etmek istediği şey, bir sırdır.

Arkeologlar bu keşifler karşısında şaşkına uğradılar ve Ubaid kültürünün kertenkele benzeri yaratıklara ibadet eden bu garip görünümlü heykelcikleri neden oluşturduğuna dair bir açıklama yapmadılar.

Uzmanlar, figürlerin duruş şekillerinin yanı sıra, kadın figürlerinin emzirmeyi betimlediği gerçeğinden dolayı figürlerin ritüel nesneler olamayacağını öne sürdüler. Öyleyse, bu figürler ritüel ögeler değillerdi. Peki ama ne için kullanılmışlardı ve eski insanlık bize neyi anlatmaya çalışıyordu?

Mezopotamya'nın eski insanların bu heykellerle iletmek istedikleri her ne olursa olsun elbette önemliydi. Fakat sürüngen varlıklar sadece Mezopotamya'nın eski sakinleri için önemli değildi. Nereye baksak, benzer tasvirler bulabiliriz.

Aztek ve Maya tanrıları olan Quetzalcoatl ve Kukulkan gibi kertenkele benzeri yaratıklar, bir yılan şeklinde temsil edilmişlerdi. Bunlar sadece dekoratif ögeler miydi? Hayal gücünün sonucu muydu? Yoksa Ubaid kültürü gerçekten aralarında kertenkele benzeri varlıklar görüyor muydu?

Yazan & Çeviren: A.Kara