HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HATHOR

A, mısır mitolojisi, mitoloji,Hathor,Ra,Ra'nın kızı,Horus'un eşi,Ra'nın günahkarları cezalandırışı,Hathor'un katliamı,Mısır mitleri,Hathor miti,Dendara,Kadınların tanrıçası
Hathor, Ra'nın kızı ve kadınların, sevginin, güzellik, zevk ve müziğin tanrıçasıdır. İnek, bir ineğin kulaklarına sahip bir kadın ve bir inek boynuzunun başlığını giyen bir kadın gibi 3 farklı şekilde tasvir edilmiştir. Bu son tezahürde, boynuzları arasındaki güneş diskini-dairesini tutmaktadır. Horus'un eşiydi ve onun adı aslında "Horus Evi" anlamına geliyordu. En ünlüleri Dendara'da bulunan adına inşa edilmiş birçok tapınak vardı.

Hathor'un birde karanlık yüzü vardı. Ra'nın onu günah işleyen insanları cezalandırması için gönderdiğine inanıyordu, fakat Hathor yeryüzünde öyle bir kanlı dehşete boğmuştu ki Ra onu geri gelmeye ikna etmeye kesin olarak kararlıydı. Onu kandırarak, adamotu (kankurutan) ve katledilenlerin insan kanları ile karıştırılmış geniş miktarda bira hazırlayarak içirdiler. İnsanları öldürmek onun susuzluğundan ibaretti ve Hathor birayı içip sarhoş olunca katliamına devam edemedi.

Yazan: A.Kara

YAHUDİ MİTOLOJİSİ

A, din, yahudilik, Yahudi mitolojisi, Yahudiliğin Hristiyanlığı etkileyişi, Yahudiliğin temelleri, Marduk'un evreni yaratışı, Eski Ahit, Cain ve Abel, Haggadah, Tanah, mitoloji, Midraş, Yaratılış,
Eski İsrail'liler Kenan'a yerleşen Semitik bir halkdı. Zamanla modern İsrail ulusunun bugün olduğu İsrail ve Yahuda krallıklarını kurdular. M.Ö. 722'de Asuriler İsrail Krallığını kontrol altına almışlardır. Babiller M.Ö. 586'da Yahuda'yı fethetti, Kudüs şehrini yok etti ve sakinlerini birkaç yıl Babil'e sürgün etti. Sonunda Yahuda halkı Yahudiler olarak bilinir hale geldi.

Yıllar boyunca Yahudiler, bazıları Tanrı'yı oluşturan kutsal kitaplar ürettiler; bunlar, Hristiyanlar'ın İncil'in Eski Antlaşma olarak bildiği bir dizi belgedir. Bu kitaplar, erken İsraillilerin tarihi, hakkındaki efsaneleri ve dini inançları hakkında bilgi içerir. Eski Yahudi hikayeleri, eski Semitik mitolojiden etkilenmiştir. Bağlantılar, Cain ile Abel arasındaki kavgada ve büyük tufandan gemi inşa ederek kurtulan Nuh efsaneleri ile kendini açıkça belli etmektedir. Aynı şekilde, Eski Ahit'te Yaratılış  Kitabı'ndaki yaratılış hikayesi, Mezopotamya mitlerindeki Marduk'un evreni yaratışı ile ilgili ciddi paralellikler içeriyor. Bununla birlikte, Yahudi geleneği ile önceki Semitik mitoloji arasındaki en önemli fark Yahudiliğin tek tanrılı olmasıdır. Tanrıların lideri-en güçlüsü yerine, bazen RAB diye bilinen, tek, çok güçlü bir Tanrı'ya atıfta bulunmuştur.

Yahudilik yüzyıllar boyu geliştikçe, eski metinler üzerinde yeni hikayeler, kutsal kitaplar ve yorumlar ortaya çıkmaya başladı. Midraş terimi, orta çağ döneminden daha eski veya öncesine kadar birçok mit, efsane, masal ve öyküler de dahil olmak üzere Yahudi kutsal edebiyatının bu geniş gövdesini ifade eder. Bu anlatıların adı Haggadah yada "söylüyorum" dur ve bu metinler eğlence ve eğitimi aynı anda yaşatmıştır.

Haggadah metinlerindeki anlatılar sayesinde 500-1500 arasındaki boşluklar doldurulmuş oluyor. Örneğin, Yaratılış kitabı Cain'in Abel'i nasıl öldürdüğüne dair bir bölüm içerir. Haggadah, kimsenin tanık olmadığı ilk ölüm olması nedeniyle, kimsenin Abel'in bedeniyle ne yapacağını bilmediğini söylüyor. Cain ve Abel'in babası olan Adam'ın, yerde bir delik açarak ölü kuşu gömen kuzgunu gördüğünü ve kendisinin de aynı şekilde Abel'i gömmeye karar verdiğini anlatıyor.

Yahudi geleneği Yahudiliğin bir atılımı olarak başlayan tek tanrılı inanç olan Hristiyanlığı etkilemiştir. İki din birçok kutsal öykü ve metin paylaşmaktadır. Tanah, özellikle de Yaratılış ve Göç kitaplarında Tanrı'nın dünyayı yaratması, Adem ve Havva, Eden Bahçesi, Nuh ve tufan, Musa ve Çıkış gibi Hristiyanlığın parçası olan hikayeler bulunur. Bununla birlikte, İsa'nın hayatını ve eserlerini ele alan Yeni Antlaşma Hristiyanlığa özgüdür.

Yazan-Çeviren-Derleyen: A.Kara

SABİİLİK'DE HAYAT, IŞIK VE ÖLÜMSÜZLÜK

A, din, mandeanizm, Sabiilik,Sabiilerin inancı,Mandeanların inancı,Sabiilerde hayat,Sabiilerde Işık,Işık kralı,Sabiilerde suyun önemi,Melka d Nhura,Mandeanizm'de ölümden sonra,El-Matatathi,Sabiilerde ahiret
MANDEANİZM'DE HAYAT
Hayat Nasurai'nin Aramca "Yaşamak" veya hayatın kendisi anlamına gelen "Hayyi" dediği bir Tanrı varlığının tanınmasıdır. Büyük Yaşam (veya Yüce Tanrı), evrenin yaratıcı ve devam eden gücünün bir kişiliğidir ve her zaman kişiliksiz çoğul olarak söylenir, gizem ve soyutlama olarak kalır. Chai (Yaşam) harflerini kolye gibi asılı olarak giymek, Mandean'ın hayata olan saygısı ile ilişkilidir. Büyük Yaşamın sembolü "yaşayan" su ya da bahçeyi akıtır. Bu nedenle, akarsular Nasurai ayinlerinde merkezi bir yere sahiptir, dolayısıyla nehirlerin yakınında yaşama gerekliliğini doğurur.

MANDEANİZM'DE  IŞIK
İkincisi ışığın hayat verme gücüdür. Melka d Nhura (Işık Kralı) ışığın kişiselleştirilmiş halidir ve sağlık, güç, erdem veren ışık ruhları ile temsil edilir. Mandaralıların etik sisteminde, Zerdüştlerde de olduğu gibi, temizlik, vücut sağlığı, vicdan sağlığı ve ahlaki yasalara aklın saflığı da itaatle eşlik etmelidir. Temiz ve saf akıl için disiplin kılavuzlarındaki bir cümle şöyle der: Yaşam ışığını görebilirler.

MANDEANİZM'DE  ÖLÜMSÜZLÜK
Ölümsüzlük dinin üçüncü önemli ayinidir; ruhun ölümsüzlüğüne olan inanç ve atalarının ruhlarıyla doğrudan ve ilahi olan yakın ilişkiyi ele alır. Vücut küçümsenirken, ruhun kaderi temel endişe kaynağıdır. Bir sonraki hayatın varlığına olan inancın içinde ödül ve ceza vardır. İnanışa göre günahkarlar El-Matatathi'de cezalandırılacak ve ardından Cennete girecektir. Allah, merhametli ve affedici olduğu için ebedi ceza yoktur.

Yazan-Çeviren: A.Kara

HİNDU KAVRAMI "ATMAN"

A, din, hinduizm, Atman, Hindu kavramları, Hinduizm'de ego, Hinduizm'de benlik, Hinduizm maneviyatı, Hindular neye inanır?, Manevi tecrübe ve reenkarnasyon,
Atman 'ebedi ben' demektir. Atman, egonun ötesinde gerçek benliğe veya sahte benliğe atıfta bulunur. Genellikle "hayalet" veya "ruh" olarak adlandırılır ve varlığımızın altında yatan gerçek özümüzü gösterir.

Kişisellik üzerine, Tanrı'nın sonsuz hizmetkarı olarak benlikten Tanrı ile özdeşleştirilen kendine kadar uzanan çok sayıda ilginç bakış açısı vardır. Benliğin ebedi olarak anlaşılması, aynı sonsuzluğun geçici cisimlerde yaşayabilmesi için reenkarnasyon fikrini desteklemektedir.

Atman fikri, benlik fikrini, maddi varlık olmaktan ziyade manevi bir şey olarak görür ve bu nedenle, maddi dünyadan ayrılmayı vurgulayan ve sofuluğa yükselmek gibi uygulamaları teşvik eden Hinduizmin güçlü bir boyutu vardır. Böylece, bu dünyada manevi bir varlık, atman, bir insanın manevi bir tecrübeye sahip olmasının insan olmasından daha önemli olduğunu söyler.

Yazan-Çeviren: A.Kara

PAGANİZMDE ÇOK TANRICILIK

A,din, Paganizm, Paganizmde çok tanrısalcılık,Paganizmde birden fazla Tanrı ve Tanrıça,Paganizmde Tanrılar,Paganlara göre Tanrılar,Paganizm ve Isis,Paganizmde çoğulculuk ve çeşitlilik
Paganizmde Çok Tanrısalcılık: Çoğulculuk ve Çeşitlilik
Paganizmin birçok tanrısı, Doğa'nın çeşitliliğinin tanınmasıdır. Bazı putperestler tanrıçaları ve tanrıları, bu dünyadaki farklı insan topluluğuna çok benzeyen bir topluluk olarak görürler. Eski çağlardan beri İsis ve Osiris'in takipçileri ve modern dünyadaki doğa merkezli Paganlar gibi diğerleri, bütün tanrıçaları bir Büyük Tanrıça olarak, tüm tanrıları bir Büyük Tanrı olarak görürler ve bunların tümü evrenin ahenkli etkileşimi olan büyük Tanrı'lardırlar.

Yine de başkaları, Heraklitus'un M.Ö. 5. yüzyılda yazdığı gibi, ya da Her Şeyin Büyük Tanrıça Anası olan İsis'in ilk sözü olduğu gibi "her ikisi de Zeus olarak adlandırılmasını ve istememesini" öngören yüce bir ilahi ilke olduğunu düşünmektedir. İmparator Julian gibi diğerleri, Hristiyan eskiden Paganizmin büyük restoratörü ve günümüzde birçok Hindu mistiği, her şeyin kaynağı ve kaynağı olan soyut bir Yüksek Prensibe inanmaktadır. Ancak bu son Paganlar bile, diğer ruhani varlıkların, belki daha büyük bir varlığa sahip olmakla birlikte kendilerinin ilahi olduklarını ve yanlış veya kısmi tanrısallıklar olmadığını kabul etmektedirler. Bir'e tapan putperestler, tek tanrılı prensiplere inananlar olarak tanrısal prensipte tanrısal, tek imanlılar olarak, diğer gerçek tanrıların yanı sıra diğer bütün tanrıların sahte olduğu düşünülür.

Kaynak:
Pagan federasyonu

Yazan: A.Kara

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK"

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Var oldukları sürece Orta Çağ'ın cadıları olarak adlandırıldılar ve muhtemelen eski dinin taraftarlarıydı. Örneğin Dionysos'un ayinleri, sözde cadıların ayinlerini hatırlatıyordu. Bu törenler genellikle geceleri, doğurganlık veya yeraltı dünyasının güçleriyle ilişkili yerlerde gerçekleşirdi. İbadet edenler ağırlıklı olarak meşaleler ve fallik (erkeklik organı sembolü) resimler taşıyan kadınlardı. Dionysus'un kendisi kaba tüylü, boynuzluydu ve doğurganlığı simgeleyen bir keçi tarafından temsil edildi. Ritürllerde şarap içilir, coşkulu danslar yapılır ve hayvanlar kurban edilirdi.

Akdeniz tanrıları erken bir aşamada Hristiyanlık tarafından Şeytan olarak adlandırıldı. Daha sonra Kelt ve Cermen tanrıları da aynı tavırdan nasibini alınca onlara ibadet edenler Şeytana ibadet edenler gibi mahkum edildi. Kilise liderleri Hristiyan halkı Şeytan'ın güçlü, kötü niyetli temsilcileri olduklarını iddia ettikleri bu topluluklara karşı zulmetmeye teşvik etti.

Avrupada tek suçları Hristiyanlığı reddetmek olan ve sayısı bile bilinemeyen yüzbinlerce kişi yıllar boyunca  yargılanıp öldürüldü. Yaptıkları yargılama ve idamları on üçüncü yüzyılda cadıların öldürülmesine açıkça izin veren Papa 9. Gregorius gibi insanlara borçluydular.

Almanya'da Konrad adında bir papa işkencenin en şaşırtıcı itirafları ortaya çıkardığını keşfetti. İnsanlara ne kadar çok işkence yapılırsa yaptıkları itiraflar o kadar şaşırtıcı oluyordu. İşkence görenler itiraflarına başkalarını dahil etmek zorunda bırakıldıkları gibi, bunu yaptıklarında da paçayı kurtaramıyor ve itiraf ettikleri kişi ile birlikte işkence görüyorlardı. Konrad'ın din ile dolmuş beyni neredeyse herkesin işkence altında iken herhangi bir şeyi itiraf edilebileceği gerçeğini fark etmiyordu. Kafasındaki kurgu dünyada büyücülerin arttığı ve Hristiyan dünyasının tehlikede olduğu idi.

8. Papa tehdidi algılamıştı. 5 Aralık 1484'te "cadılar" boğa boğuyor", diyerek cadılara karşı son derece şiddet uygulanması çağrısında bulundu. Cadıların erkeğin cinsel eylemi yerine getirmesini ve kadınları gebe kalmasını engellediğini yazdı. Bu ve diğer yollarla şeytanlar insanların "cinsel yaşamlarını" engelliyorlardı (Kötü güçler asla masum Hristiyanları cinsel konularda ele alma şansını kaybetmemiş görünüyorlar. Tanrıların Çekici isimli bu kitap tanrıça Diana'ya ibadet eden kadınların gerçekte şeytanın ajanları olduğu ve rakip tanrıların son izlerini kaldırmak için bir sebep oluşturduğu kanısını güçlendirdi.
Yazarlara göre durum şöyleydi: "... bu kadınlar, Diana veya Herodias'la birlikte olduklarını hayal ettikleri halde, gerçekte onlar, bu tür bir putperest adlarla kendini çağıran şeytanla beraberler .... ". [Malleus Maleficarum]

Malleus Maleficarum cadıların keşfi, incelenmesi, işkence edilmesi, yargılanması ve infazına ilişkin pratik talimatlar veren bir "soruşturmacı" el kitabıydı. Bu, 1486'da yayınlanınca, Batı Hristiyanlık boyunca engizisyon mahkemeleri üyelerine ve hakimlere kadar dağıtıldı. Basılacak ilk kitaplardan biriydi. 1520 yılına kadar on dört kez yeniden basılmıştı. Cinsel fanteziyle doludur: Şeytanlarla tanışmak ve onunla çiftleşmek için havada uçan cadılar; kuşlardaki civcivler gibi yaşayan insan cinsel organlarını "yuvalarından kesmişler; iblisler erkeklerle çiftleşir, sonra da cinsiyeti uykuda olan kadınlarla birleştirmek için değiştirirler, ve onları eski erkek partnerlerinden kaçak olarak edinmiş insan spermleri ile embriyo haline getirirler. Kitap, binlerce kişiye işkence etmek ve öldürmek için kullanıldı. Yazarlara göre, büyü, Tanrı'nın ihtişamına karşı hem sapkın hem de vatan hainliği barındırıyordu;

Seviyesi ne olursa olsun herhangi biri, böyle bir suçlama üzerine işkenceye maruz kalabilir ve suçunu itiraf etse bile, suçunu itiraf etmesine rağmen, işine alınmasına izin verilirse, yasalara göre öngörülen diğer işkenceleri sırasıyla yaşamalı, suçlarıyla orantılı olarak cezalandırılmalıydı.

Yasal teknik kolaylıkla kabul edilebilir. Roma kanunları büyücüler için yeni yasalar çıkardılar, bu da "büyücü" ve "cadı" kelimelerini yeniden tanımlayarak işkence yoluyla büyünün itiraflarını çıkardığı için cadılara genişletilebilirdi. İtiraflar, işkence yoluyla garanti altına alındı ​​ve bu itiraflar, büyü gerçeğini doğruladı. İtiraflarla gelen büyü gerçeği cadı diye etiketlenen insanlara karşı terörü ateşledi. Terör de suçlamaları yarattı. Suçlamalar işkence yapılması çağrısında bulundu. Ve işkence itirafları ve daha çok suçlamayı üretti. Bu kısır daire, kilisenin otoritesi tarafından çalıştırılan büyük ve korkunç bir çarktı. Sorulan sorular, suçların işlenip işlenmediği değil, nerede ve ne zaman suçlar işlendiği ve kimlerin karıştığı idi. Suçluluk zaten varsayılıyordu. Doldurulması gerekenler sadece ayrıntılardı.

Sadece 1524'te, 1.000'den fazla kişi Como bölgesi içinde mahkum edildi ve yakıldı. 1587-1593 yılları arasında Trier Başpiskoposu (Johann von Schönburg) 368 cadı yaktı. 1623-1631 yılları arasında Würzburg Piskoposu (Philip Adolf von Ehrenberg) 900 kadar cadı yaktı ve bunların çoğu henüz çocuktu. 900 kişiyi cadı diye yakmak bir engizisyon mahkemesi üyesi için alışılmadık bir durum değildi. Bazı engizisyon mahkemesi üyeleri sayıları kaydetmemişti bile. Bamberg Piskoposu (Johann Georg II), komple hücreler ve işkence odaları ile yapılmış ünlü bir cadde evine sahipti. Ev sık kullanılan işkence aletlerini içeriyordu: Kelebek vidaları, bacak mengeneleri, sivri uçlu demir kırbaçlar, haşlanmış kireç banyoları, askılar ve diğer cihazlar. İşkenceyi dayanılmaz hale getirmek için ağırlıklar bazen kurbanın ayaklarına veya testislerine tutturuldu. Piskopos, 1633 yılına kadar on yılda 600'den fazla kişiyi yaktı. Johannes Junius, Bamberg'deki kurbanlardan biriydi. 24 Temmuz 1624 tarihli bir mektubunu kızına gizlice ulaştırması için bir gardiyana rüşvet verdi:

"... ve sonra da geldi - En yüksek cennetteki Tanrının merhameti yok - uygulayıcı ve baş parmak vidalarını üzerime taktı, her iki el de birbirine bağlıydı, böylece kanlar çivilerin etrafından  her yere aktı, yazdıklarımdan görebildiğin gibi, bu yüzden ellerimi 4 hafta kullanamadım ... Sonra beni soyup ellerimi arkamdan bağladılar ve beni strappado' ya çektiler (Strappado; kişinin kollarının arkasından bağlanarak yukarıya çekildiği vinç sistemli bir işkence aleti). Sonra cennet ve yeryüzünün bittiğini düşündüm; sekiz kez beni çekip tekrar aşağı bıraktılar, çok acı çektiğim için itiraf ettim ... Ama hepsi bir yalandı ... Sonra işlediğim suçları söylemek zorundaydım ... O yüzden onlara çocuklarımı öldüreceğimi söyledim, ama bunun yerine bir atı öldürdüm dedim. Hiçbir yardımı olmadı. Ben de kutsal bir kek aldım ve onun kutsallığını bozdum. Bunu söylediğimde beni rahat bıraktılar ... İyi geceler, çünkü babanız Johannes Junius sizi asla daha fazla göremeyecek."


A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Cadıların varlığını inkar etmek "açık biçimde sapkınlık"idi. Roger Bacon cadılık, büyücülük ve dolandırıcılık ile atfedildi, ancak Bacon kendini bir kafir olarak kınadı. İspanyol engizisyon mahkemesi görevlileri, büyü yapmayı delilik ve sanrılar olarak nitelendiriyorlar ve belki de kızartılacak başka balıkları olan Yahudileri ve Müslümanları ele almak için laik yetkilileri terk ettiler. Batı Hristiyanlık boyunca cadılar Kilise tarafından yakıldı veya Devlet tarafından asıldı. Hakim olan görüş, yanlışlıkla suçlanan herkesi kurtarmak için Tanrı'nın kendisi tarafından müdahale edileceği idi.

Friedrich von Spee, bir itirafçı olarak Würzburg'daki süreci yakından gördü. Malleus Maleficarum'un yazarlarının "yaratıcı ve kurnazca işkenceleri" vasıtasıyla Almanya'ya cadılığın tanıtımının yapılmasından sorumlu olduklarını belirtti. Her ne kadar Von Spee kurbanlar arasında yalnızca masumiyeti bulmuş olsa ve herkesin işkence altında itiraf edeceğini kabul etmiş olsa da, yine de protesto etmeksizin, masumların kazıklar üzerinde tutuklu olarak yakılışını izlemeye devam etti. 1631'de Cautio Criminalis adında bir teşhir yazısı yayınladı ve Engizisyon kendisine ulaşmadan önce dertten ölmek için iyi bir servet aldı. Kitabında, kullanılan teknikleri ortaya koydu ve suistimalleri sıraladı. Cadılar şeytani bir hayat sürdüyse açık bir şekilde suçludur, ancak cadıların özellikle erdemli görünerek aldattığı bilindiğinden iyi bir hayat sürdüyse eşit derecede zararlıdır "dedi. Ceza evine konulurken benzer iki yönlü bir argüman uygulandı:
  1. Eğer işkence çekenlerin görüntü veya seslerinden dolayı korkuyor ise, bu onun kesinlikle suçlu ve günahkar olduğunun kanıtıydı.
  2. Eğer bu, suçlamanın kanıtı sayılmaz ise, bu sefer de cadıların çok iyi masum taklidi yapabildiği ve cesur bir cepheden oluştukları söylenir ve bu da suçluluk kanıtı sayılırdı.
Sanığa yardım eden ya da prosedürü protesto eden herkes, bir büyücüyü destekleyen kişiler olarak etiketlenmişti, hal böyle olunca herkes ölüm korkusu yüzünden sessiz kaldı. Duruşma boyunca mahkumların verdiği savunmalar bile not edilmiyordu, böylece mükemmel bir savunması olsa bile göz ardı edilebiliyordu. İşkence iki aşamalı olarak gerçekleşiyordu, fakat sadece ikincisi işkence olarak nitelendirildi;
  1. Kurban, ilk aşamada itiraf etmiş olursa, işkence yapılmaksızın suçunu itiraf ettiği söylenirdi.
  2. İşkence görürken kurbanın gözleri yumuksa, işkence eden kişiler "gülüyor" diyorlardı. Eğer kendinden geçmişse "uyuyor" yada "büyülendi" deniyordu. İşkence altında ölürse "Şeytan onun boynunu kırdı" diyorlardı. Hiçbir çıkış yolu yoktu. İtiraf etmek de, itiraf etmeyi reddetmek de ölüme yol açtı.
Her ne kadar işkenceler itiraf elde etmek için her zaman yeterli olsa da, işkence başarısızlığı gibi durumlarda Hristiyan yetkililere de deliller verilmesi sağlandı. Rahipler kilise otoritesine uyduğu sürece, genellikle başkalarına uygulanan muamele türünden kurtuldular, ancak kilise makamları uygunsuz görürse, rahipler de aynı işkencelere maruz kalabilirdi.

Loudan'da büyü yapmakla suçlanan bir Fransız rahip olan Urbain Grandier, ilk duruşmasında beraat etti ancak ikinci bir davada Kardinal Richlieu tarafından atanan savcılar Grandier ve Şeytan'ın imzaladığı ve bir dizi iblis tarafından mühürlenen iki pakt ürettiler - Lucifer, Beelzebub , Astori, Elimi ve Laviathan'ın hepsi bu pakta karışmıştı. Bunun sonucunda Grandier suçlu bulundu ve ölüme mahkum edildi. Onu suçlu bulan yargıçlar, "bu olağanüstü soruna", hemen hemen ölümcül olmayan bir işkence biçimine sokulmalarını emretti ve genellikle yargılanmadan kısa süre önce mağdurlara uygulandı. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te tehlikede can verdi. ve bu nedenle genellikle kurbanlara idam edilmeden kısa süre önce verildi. Grandier, işkence altında bile olsa büyücüyü itiraf etmedi, ancak sahtekarlıkların gücüyle suçlu bulundu ve 1634'te kazık üzerinde canlı canlı yakılarak öldürüldü.

Fail popüler biri değil ya da bir yabancı ise, neredeyse herhangi bir hareketi büyücülük sayılabilirdi. Yaşlı kadınlardan birçoğu evcil hayvan beslediği için bile kazık üzerinde yakılarak öldürüldü.

"Kırışık yüzlü, çatık kaşlı, dudakları kıllı, şaşı gözlü, bir gıcırtılı ses veya azarlayıcı dilli .... ve yanında bir köpek ya da kedi olan her yaşlı kadın için, sadece şüphelenilmekle kalınmıyor, aynı zamanda cadı olarak telaffuz ediliyordu." John Gaule, Select Cases of Conscience Touching Witches and Witchcraft , 1646

A, din, hristiyanlık, Hristiyanların cadı zulmü, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanlık tarihi ve cadılık, Hristiyanların cadı suçlaması,
Şeytanı güçlendirme gücüne sahip oldukları düşünülen genç çocuklar yazısal hiçbir değeri olmayan uydurma belgeler okunurken canlı canlı yakıldı. Büyücünün etkinliğini inkar edenlerin, cezalandırmada az gayret gösterenlerin tehlikede olduğu çağrısında bulunuldu. Johann Weyer "De Praestigiis Daemonum" isimli büyü konulu kitabında, büyücülük vakalarının doğal açıklamalara sahip olduğunu ve açıkça belli olduğunu (gerçekten açıkça belli olduğunu), cadıların yalnızca zihinsel rahatsızlıktan muzdarip olduğunu savundu. Kendisi büyü ile suçlanıyordu. Trier'deki seküler bir yargıç olan Dietrich Flade, yerel piskoposunun tatları için bir cadde avcısı olarak yeteri kadar hevesli değildi. Yerel cadı deliliğini kontrol altına almaya çalışırken, kendisi büyücülük ile suçlandı. Zaten kendini diri diri yakan bir kadından sonra birçok insan kendilerini yaralamaya teşvik edildiler (yanmadan önce boğulması gerektiğine teşvik ediliyorlardı). Flade'nin kaderi mühürlendi. İşkence altında, yerel bitkilere zarar vermek için çamurları salyangoz haline getirdiğini itiraf etti ve 1589'da Trier'de idam edildi.

Adil yargılanmaya yaklaşacak herhangi bir soru yoktu. Doğal adaletin tüm unsurları terk edildi. Sanığın sanıklardan ziyade cadı ya da sihirbaz olarak anılmasıyla daha en başta suçlu oldukları kabul ediliyordu. Tüzük gereğince, sanıkların suçlamacılarının kimliğini bilmesine izin verilmedi (Malleus Maleficarum III, q 2). Hearsay kanıtları mahkeme tarafından kabul edildi (III, q 6). Bilinen itirafçıların kanıtı, imanın gayreti içinde olduğu sürece kabul edildi (III, q 4). Sanığın ailesinin diğer üyelerinin daha erken mahkum edilmesi, hatta büyücü şüphelileri olması bile kanıt olarak sayılırdı (III, q6). Bu, tüm ailelere zulme yol açtı. Tek bir ailenin sekiz üyesi 18 ay boyunca 1630 yılına kadar büyücülük suçlaması yüzünden idam edildi.  Sanığı "vücutlarının en gizli kısımlarında bile adlandırılamayacakları" bile olsa, bazı sihirli çekiciliğini gizleyebilecekleri gerekçesiyle sıyrılmış, tıraşlanmış ve yakından araştırılmışlardı (III, q 15, burada metin şunu varsayıyor: sanık bir kadın olurdu). İşkence "sık sık ve yoğun şekilde" uygulanacaktı (III, q 14). Sanığın avukat hakkı yoktu ve hakim savunma için avukata izin verdiyse, avukat sanık seçemezdi (III, q 10). Savunma danışmanı görevlendirildiyse, kritik delilleri (şahitlerin isimleri gibi) görmeye hakkı yoktu ve sapkınlığı savunmakla yükümlü olma riski altındaydılar (III, q 10).

Bazen kaba kuvvet yalancılıkla takviye edildi. Yazarlar, büyücü diye suçlananlara, cadı avcılarının duymak istediklerini söylemelerini önerdi. İstihbaratçılar, yalnızca itiraf ederlerse suçluları ölümle mahkûm etmeyeceğini teminat altına alabilirlerdi (III, q 14), fakat bu bir hileydi, çünkü hâlâ bir şekilde suçlananları öldürüyorlardı. Suçlanan kişi başkalarını dahil ederse, daha az ceza verileceğine inanmaya yönlendiriliyordu. İtiraf ettiğinde ise birkaç ay boyunca hayatta kalabileceği ekmek ve sudan oluşan bir diyetle ömür boyu hapis cezasına çarptırılıyordu. Bir başka seçenekse yakmadan önce bir süre ceza evine sokmaktı. Üçüncü bir seçenek, ceza evine gönderilmesini reddetmek ve onun yerine bir ölüm cezası vererek ölüm cezasına çarptırmaktı (III, q 14).

Sanıkların tümü ilk suç için idam ettirilmedi, ancak diğer kanunlardaki gibi, sözde suçun tekrarlanması fiili olarak ölümü garanti etti. Bir şüphe uyuşmazlığı, dini bir hakimin şüphelinin öldürülmesini sağlamak için yeterli gerekçesi oldu (II, q 6, Bölüm 16). Cümleyi yazılı olarak kaydettirmeye gerek yoktu (III q 18). Temyiz yoktu, ancak sanıklar kötü muamele görmüştü (II, q 1, C.16). Sivil makamlar, dini bir mahkemenin cezasını uygulamakla yükümlü olsalar da, geçici Lordlar'ın müdahale etmesi yasaklandı (II, q 1, C.16) (II, q 1, C.16). Canon kanunu, davayı denemek için bir dindar hakim, ancak ölüm cezasını yerine getirmek için laik bir kişi istedi (III). Ölüm cezasının uygulanmasını izlemek için gelen kişilere hoşgörüyle yaklaşıldı (III, q 29 ff.).

Çeviren-Derleyen-Yazan: A.Kara

NUH TUFANININ SÜMER'DEKİ KÖKENİ

A, mitoloji, sümer mitolojisi, Sümerler, Nuh Tufanı, Nuh Tufanı Sümer kökenlidir, Nuh Tufanı Sümerler tarafından yazılmıştır, Sümer tabletlerinde büyük tufan, Utnapiştim,
Sümer'den gelen bir diğer temel Semitik efsane, insanlar, tanrıları öfkelendirdikten sonra dünyayı saran bir sel felaketidir. Tanrılar tarafından (ya da Tanrı tarafından) bir tekne inşa edilmesi yönünde uyarıda bulunulan bir kişi, tıpkı Nuh gibi ailesi ile birlikte Tanrıyı dinleyerek botuyla kurtuluyor ve insanların neslinin devam etmesini sağlıyorlar.

Çağdaş Irak'ta 1800'lü yılların ortalarında yapılan kazılarda, birçok Mezopotamya dönemi tableti ele geçirildi. Bunların arasında Babil seli efsanesi "Gılgamış Destanı" da yer aldı . Bu serinin 11. tabletinde sel baskını (büyük tufan) yazıyordu ve bazı farklılıklar olsa da olayın büyük kısmı Tevrat, İncil ve Kur'an'da yer verilen Nuh Tufanı'na benziyordu.

Tablette yer alan bu efsaneye göre, arkadaşı Enkidu'yu kaybettikten sonra ölümsüzlüğün sırrını aramaya başlayan Utnapiştim anlatılıyor. Utnapiştim'e insanların çıkardığı sesler nedeni ile tanrıların uyuyamadıklarını ve bu yüzden dünyayı sular altına almayı istediklerini anlatıyor. Bilgelik tanrısı Ea, Utnapiştim'e evini tekne haline getirmesini, bütün canlı varlıkların tohumunu almasını ve teknesindeki insanlara Enlil'in  gazabından kurtulmalarını söyleyerek uyardı. Utnapiştim, buna uyarak 7 gün içinde tekne yapmış ve bütün hayvanları, zanaatkârları onunla birlikte götürmüştür. Gelen sel tanrıları korku içinde kaçıracak kadar korkunçtu. Dünya 6 gün boyunca sular altında kalmış ve sular 7. günü geriye çekilmişti. Daha sonra tekne Mt'de dinlenmeye başladı. Nisir ve Utnapiştim bir güvercin, sonra bir kırlangıç, sonra bir kuzgun gönderdi. Kuzgun geri dönmediğinde o bir fedakarlık yaptı ve tanrılar fedakarlık üzerine bir araya geldi.

Gördüğünüz gibi, bu efsanede Nuh'un seliyle çok benzerlikler var, fakat aynı zamanda pek çok farklılık var. Felaketten sadece Nuh'un ailesi sağ çıkmıştı, Nuh ve zanaatkârlar değil. Dünyanın günahı ve kötülüğü üzerine üzülen ve ceza veren tek bir Tanrı vardır ve bu da selin sebebi olmuştur. Birden fazla tanrı karakterinin çok fazla gürültü çıkaran erkekler tarafından rahatsız edilmesi ile başlamamıştı Tufan. Kutsal Kitap'ta sel yaklaşık bir yıl sürdü, ancak bu efsanede yalnızca bir hafta oldu. Nuh her türden iki tane almıştı ancak, Utnapiştim hayvanların tohumlarını aldı. Nuh kuzgunu güvercinden önce göndermişti. Bunun nedeni, kuzgunların leş yiyici olması, güvercinlerin vejetaryen olmasıydı ve amaçlardan biri bitki hayatının mevcut olup olmadığını öğrenmekti. Hikayede ise önce güvercin sonra kuzgun gönderiliyor

Gılgamış destanında inşa edilen tekne kübiktir (uzunluk, genişlik ve yükseklik hepsi eşittir) ve 7 katlıdır. Kutsal varsayılan kitaplardaki Nuh'un gemisi ise dikdörtgen şeklinde ve hassas ölçülere sahipti.

Tanrıların onların arzularına uyduğu ve insanın tohumunu koruduğu için mutluydu. Tanrıların güven ve sadakati karşılığında kendisine ve eşine ölümsüzlüğün armağanı ve göksel tanrılar arasında bir yer verilmişti.

Yazan: A.Kara

İSLAM MİTOLOJİSİ

İslam, Hristiyanlık gibi, Pagan & Yahudi geleneklerinden gelişmiş tek tanrılı bir Semitik inançtır (İslamiyet öncesi Arap dini paganizm yani putperestlikti). MS622 sonrası, Muhammed adlı bir Arap kendini Tanrı'nın peygamberi olarak ilan etti. İslami gelenek İbrahim'i, Nuh'u, Musa'yı ve Yahudiliğin diğer eski patriklerini daha önceki peygamberler olarak tanır. Müslümanlar, İslam'ı takip edenler, İsa'nın peygamber olduğuna da inanmaktadırlar.

Muhammed'e bildirildiğine inanılan Allah'ın sözleri, İslami kutsal metin olan Kuran'da yer almaktadır. Zaman geçtikçe, İslam dünyasındaki Müslüman akademisyenler ve öğretmenler Muhammed ve onun takipçileriyle ilgili daha fazla bilgi yanı sıra İslam hukukunun yorumları ve peygamberlerin sözlerini de eklemişlerdir. Semitik, Fars ve Yunan mitolojisinin unsurlarını ya da Muhammed, ailesini ve İslam tarihindeki diğer kilit figürleri anlatan hikayeler eklediler.

Böyle bir hikaye anlatımı resmi olarak İslam'ın bir parçası değilse de ve bazen İslami yetkililer tarafından cesaret kırıcı olsa da, birçok Müslümana hitap ediyordu. İslam yeni alanlara yayılırken, yerel gelenekler ve efsaneler temel İslam inançlarıyla karıştı. Örneğin, Pakistan'da, sevgiyle ölmekte olan kızlarla ilgili eski halk hikayeleri, Allah'la birleşmeye özlem duyan ruhların simgesi olarak görülüyordu.

Muhammed'i çevreleyen efsanelerin birçoğu ona mucizevi olaylar hediye etti. Bazı masallarda Muhammed'in zehirli et yemek üzerindeyken etin onu yememesi konusunda Muhammed'i uyardığı söyleniyor. Bir efsaneye göre ise, melek Cebrail, Burak adındaki kanatlı bir ata bindirdiği Muhammed'e eşlik ederek diğer peygamberlerle tanıştığı cennete mistik bir yolculuğa çıkarıyor.

Aynı şekilde, mistik İslam kardeşliklerini kuran tarihsel figürler, aslanlara binmek ve hastayı iyileştirmek gibi mucizelerin öyküleri ile bağlantılı hale geldi. Bazı durumlarda, bu efsane İslam öncesi tanrı ya da kahramanlar hakkında geleneksel efsanelere sahiptir. Büyük İskender hakkında romantik hikayeler, Musa'nın bir arkadaşı olduğu söylenen bir İslami efsanevi figür olan ve yolcuların koruyucusu olan Khir hakkındaki hikayelerin bazılarını renklendirmiş olabilir.

Yazan: A.Kara

ŞAMANİZM VE TENGRİ SEVEN MÜSLÜMAN

islamiyet, din, A, Şamanizm seven müslüman, Tengrici müslüman, Hem müslüman hem Tengrici, Türkler nasıl müslüman oldu?, Talkan ve Curcan katliamları, Kılıç zoruyla müslüman olan şaman Türkler

ŞAMANİZM VE TENGRİ SEVEN MÜSLÜMAN

Bir konuda beni aydınlatmanızı istiyorum? İslam dininin yeni bir sürümü daha çıktı da benim haberim mi yok? Adı da "Şamanislamizm" falan mı?

Yok yok ben kesinlikle eminim, Şamanislamizm diye bir din çıktı fakat benim haberim olmamış.
Aksi halde nasıl olur da, bir sürü insan profiline kam davulu fotoğrafı yükleyip, üzerine Tengricilik sembolleri ve eski Türk Şaman toplumunun sembolleri ile yazılar bulunan profil fotoğrafları yükleyip bunları severken diğer yandan da Müslüman olabilir ki !?

Eğer olabiliyor ise, helal olsun derim, 3 yemeği aynı tabakta karıştırıp mideyi bulandırmadan yemek zor iştir çünkü. Neyse, midesi sağlam olan yesin bir şey diyemem de, parmağına kam davullu, tengrili yüzükler takıp, Şamanizm paylaşımları yapıp duran, Şamanizm seven ama aynı zamanda Müslümanım diyip sabah akşam Muhammed'i savunan bu arkadaşlara birkaç soru sormak istiyorum:

1-Profiline koyduğun kam davulu, Atan olan eski Türk Şamanların davulu. Peki bu Türk şamanları babam mı zorla Müslüman yaptı? Talkan ve Curcan katliamlarını babam mı yapıp Türkleri katletti? Şimdi sorup geldim, babam öyle bir şey yapmamış, fakat sizin o çok sevdiğiniz, öpüp baş ucunuza koyduğunuz Arap Müslümanlar bunu yaptılar haberiniz olsun.

2-Talkan ve Curcan katliamlarını bilmiyor isen, bu cehaletini neye borçlusun? (Çekinme araştır bu katliamları ve fazlasını, araştırmak bedava)

3-Bu katliamları biliyor, fakat bildiğin halde, "Teke Tek"e çıkan İslam bilgini gibi "İyi ki Türklerin kafalarını kesti yahu, yoksa Türkler Müslüman olmazdı" diyen adam kadar pişkin ve suratsız mısın? Yani senin ecdadını kılıçtan geçirmiş ve Arap siyasetini sana din diye yutturmuş bu insanları savunurken, diğer yandan o çok sevdiğin kam davulu eğer var ise "vicdanını" sızlatıp, yine eğer kullanıyor isen "aklını, zihnini" rahatsız edip düşünmeye sevk etmiyor mu?

4-Bir diğer ihtimal ile, Türklerin İslamiyeti kendisi seçtiğine, hatta Arapların gelip çiçek dağıtarak, oyun oynayarak, güle oynaya Türkleri İslamiyete çağıracak kadar kaliteli pembe bir gözlüğün mü var?

5-Eski Türkçe sembolizmiyle yazılan Tengri sözcüğünü giydiğin tişörtle dolaşırken yada camide namaz kılarken gerçekten kafan yerinde mi? Yoksa şaman atalarının Tengri'sini de Türk atalarını da gelip yeni tanrıları olan Allah adına kesenler Müslümanlar değilde başkaları mıydı? Mesela ebem?

Bir inme geldi şimdi bana, yoksa "Türkler İslamiyet ile Şereflendiler" sözüne inanıyor musun sen? Eyvaaah!... Bir insan nasıl olur da karısının kızının kolu kafası kesilerek, öldürme tehditleri ile bir dine geçerek şereflendirilir, buna nasıl inanılır, bende bu kafadan istiyorum lütfen, lütfen, lütfen.

Bence inanç konusunda tarafını seçmelisin çünkü saçmalıyorsun, hem Şamanizmi hemde İslamiyeti savunarak saçmalığın daniskasını yaşatıyorsun. Bu bilgisizliğin, tarihten habersizliğin en başında da asıl atalarını bilmezliğin en büyük işaretidir. En az Budist'im deyip elinde haçla dolaşan bir Budist kadar yada eski Türklerin kılık, kıyafet, model ve geleneklerinden haberi olmayıp gemlik zeytinine dönmüş suratı ile "Ne bu evladım sen Türk değil misin karı gibi saç uzatmışsın" diyen teyze kadar saçma...

Tarih-i Taberi | Cilt 3 (Syf-343): Her kim Türklerden baş getirirse yüz dirhem vereceğim. İmdi Müslümanlar bir bir Türklerin başını kesip getirip 100 dirhemi aldılar. Ve Türkleri dağıtıp hesapsız kırdılar ve mübalağa ile mal ve ganimet alıp yeniden dönüp Merv’e geldiler.

Hadi size iyi uykular, ama ayakta uyumayın sağlığa zararlı, sonra kan beyin yerine bacaklarda birikiyor.

Yazan: A.Kara

AİŞE ALİ'YE KARŞI SAVAŞIYOR

Hazırlayan: A.Kara
AY, din, İslamiyet, Aişe ile Ali'nin savaşı, Hz Ali ile Hz Aişe savaşıyor, Cemel Olayı, Gerdanlık Olayı, İslam iç savaşı, Hz Aile ile savaş, Hz Ali, Basra'da halife Ali ile savaşan Ayşe, Ümeyye,Huneyfe

CEMEL SAVAŞI


"Cemel" kelimesi Arapçada جَمْل ‎ "deve" anlamına gelir. Cemel Vakası, Aişe'nin devesi etrafında gerçekleştiği için bu isimle anılmıştır.

Aişe, 627 yılında (henüz 15 yaşında iken) Gerdanlık Olayı olarak da bilinen olay gerçekleşmişti. Bu olay Aişe’nin İslam Peygamberi ve kocası Muhammed’i bir sefer dönüşünde Müslüman bir askerle aldattığı iddiasıdır. Olaylar Muhammed’in Aişe’nin masumiyetini destekleyen ayetleri halka bildirmesi ve iddiaları yayan münafıkların kırbaçlanması ile sonuçlandı. Bu olay esnasında Ali’nin tavrı sebebiyle Aişe ve Ali’nin arasının açıldığı düşünülür.

Konuya bu olayda Ali'nin konuşmalarından, tavrından bahseden hadislere bakarak başlayalım:

Abdullah İbnu Ziyâd anlatıyor: "Hz. Talha, Zübeyr ve Hz. Aişe (r.a) Basra'ya yürüyünce, Hz. Ali, Ammar İbnu Yasir ve Hasan'ı (r.a) gönderdi. Bu ikisi Küfe'ye yanımıza geldiler ve minbere çıktılar. Hz. Hasan (r.a) minberin yukarısında idi. Ammar (r.a) da ondan aşağıda idi. Biz onların etrafında toplandık. Ammar'ın şöyle konuştuğunu işittim:
"Aişe, Basra'ya yürüdü. Muhakkak ki o, dünyada da ahirette de Peygamber aleyhissalatu vesselam'ın zevcesidir. Ancak Allah sizi imtihan ediyor: Kendisine mi itaat edeceksiniz, yoksa ona (Hz. Aişe'ye) mi?"
[Buhari, Fezailu'l-Ashab 30, Fiten 17]

Şakik İbnu Abdillah anlatıyor: "Ben, Ebu Musa el-Eş'ari, Ebu Mes'ud el-Ensari ve Ammar (r.a) ile oturuyordum. Ebu Mes'ud, Ammar'a:
"Senin arkadaşlarından herkese dilediğim takdirde bir kulp takabilirim. Ama sen hariçsin. Senin hakkında bir şey söyleyemem. Senin, Resulullah (sav)'a arkadaş olduğun günden beri şu işteki aceleciliğinden başka bir kusurunu görmedim!" dedi.!"

Ebu Mes'ud -zengin birisiydi- şu karşılıkta bulundu: "Ey oğlum! İki hulle (takım) getir. Birini Ebu Musa'ya ver, diğerini de Ammar'a!" Ve ilave etti: "Bunların içinde ikiniz cumaya gidin."
[Buhari, Fiten 18, Fezailu'l-Ashab 30]

Kays İbnu Abbâd (r.a) anlatıyor: "Ali (r.a)'a: "Söyle bize! (Savaş için) şu yürüyüşünü Resûlullah (s.a.v)'ın bir emrini yerine getirmek üzere mi yapıyorsun, şahsi bir içtihadın olarak mı?" diye sordum.

"Resûlullah (s.a.v) bana bu yürüyüşü yapmam için herhangi bir emirde bulunmadı. Ben bunu şahsi reyimle yapıyorum!" cevabını verdi."
[Ebu Davud, Sünnet 13, (4666)]

Osman bin Affan'ın öldürülmesinden sonra Müslümanların çoğu Ali'nin hilâfetini kabul etmişti.
Fakat önce Osman'ın öldürülüşünü anlatan hadise bakalım. Çünkü bu hadis hem bazı ayetlerin geliş nedenini hemde Osman'ın öldürülüşünü detaylandırıyor:

Abdullah İbnu Selam'ın kardeşioğlu, amcası (Abdullah İbnu Selam) (ra)'ndan naklediyor. "Hz. Osman (ra) öldürülmek istendiği zaman yanına geldim. Osman bana: "Sen niye geldin?" diye sordu. "Sana yardım edeyim diye geldim" dedim. "Öyleyse halka çık. Onları benden uzaklaştır. Zira sen bana hariçte olursan, yanımda olmaktan daha faydalı olursun!" dedi. Ben de çıkıp: "Ey insanlar! Bilirsiniz, benim adım cahiliye devrinde falandı. Ama Resulullah (sav) beni Abdullah diye tesmiye buyurdu. Benim hakkımda Kitabullah'ta bir kısım ayetler nazil olmuştur. Şu ayet benim hakkımda nazil olanlardan biridir: "De ki: "Söyleyin bana, eğer bu Kur'an Allah tarafından gönderildiği halde, onu inkar ettiyseniz ve İsrailoğullarından bir şahit de Tevrat'a dayanarak onun hak kitap olduğuna şahitlik edip iman ettiği halde siz iman etmeyi büyüklüğünüze yediremezseniz, zalim olmaz mısınız? Muhakkak ki, Allah zalimler güruhuna yol göstermez" (Ahkaf 10). Keza şu ayet de benim hakkımda nazil oldu: "İnkar edenler "Sen Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber değilsin" diyorlar. De ki: "Sizinle benim aramızda şahid olarak Allah ile O'nun kitapları hakkında bilgi sahibi olanlar yeter" (Ra'd 43). Allah'ın size karşı kınına konmuş bir kılıcı var. Resulullah (sav)'ın inmiş olduğu bu beldenizde melekler size mücavir oldular. Öyleyse bu adamı öldürmekten Allah'tan korkun! Allah'tan korkun! Allah'a yemin olsun eğer onu öldürürseniz, komşularınız olan melekleri buradan tardetmiş olacaksınız ve Allah'ın size karşı kında tuttuğu kılıcı kınından çıkartacaksınız ve artık o kıyamete kadar kınına girmeyecek!" Bu sözlerim üzerine: "Şu Yahudiyi öldürün! Osman'ı öldürün" diye bağrıştılar."
[Tirmizi,Tefsir, Ahkaf]

Hatta halife adaylarından Zübeyr bin Avvam ve Talha bin Ubeydullah da Ali’ye biat etmiş, fakat daha sonra onlar da öldürülen halifenin öcünü almak için Aişe'ye katılıp Ali'ye isyan etmişlerdir. İsyan etmelerinin bir başka sebepleri ise yıllardan beri Zübeyr’le, Talha’nın Kûfe ve Basra'ya vali olmak istemeleriydi. Ali ise onların bu isteğine cevap vermeyince hac bahanesiyle Mekke'ye giderek Aişe'ye katıldılar. Ali başa geçince bir önceki halife Osman bin Affan’ın akrabaları olan Ümeyye oğullarını devlet işlerinden uzaklaştırmaya başladı. Çünkü Ümeyye oğulları, üçüncü halife Osman bin Affan’ın yakın akrabalarıydı ve İslam devletinde mevki olarak önemli yerlerde bulunuyorlardı. Bunlar Müslümanların beytülmaldan istedikleri kadar para alıp harcayabiliyorlardı. Zaten üçüncü halife Osman bin Affan’ın öldürülmesine sebeplerden biri de buydu. Mesela Suriye eyalet valisi Muaviye bin Ebu Süfyan, yıllardan beri Suriye’de Müslümanların malını sömürüyor, bu işine rağmen birkaç defa halife Osman’a şikayet geldiyse de Muaviye, yine de yaptığını yapıyordu. Bir başka örnek, Kûfe Valisi Velid bin Ukbe içkili haldeyken birkaç defa namaz kıldırmıştı. Yeni halife seçilen Ali, bunları göze alarak Ümeyye Oğulları’nı devlet idaresinden uzaklaştırmakla meşguldü ki Mekke'de Aişe'nin kıyam haberini aldı.

Aişe, Osman’a karşı isyan başlayınca hac için Mekke’ye gitmişti. Katilleri yakalamakta yavaş davrandığı gerekçesiyle Ali’ye karşı tavır aldı. Ayrıca İfk hadisesi olarak bilinen olaydaki tavrından dolayı Ali'ye öfkeliydi. Talha ve Zübeyr’i de yanına aldı ve birlikte Ali’nin hilafetinden memnun olmayanların çoğunlukta olduğunu düşündükleri Basra şehrine gittiler.

Aişe, Osman’ın öldürülmesinden önce Osman için “O kitabın hükmünü çiğnemiştir” derken Osman’ın öldürülüp yerine Ali’nin seçildiğini duyunca “Mazlum olarak öldürülmüştür" dedi.

Talha ve Zübeyr ise Osman hayatta iken onu eleştirmişler ve aleyhinde bulunmuşlar, başlangıçta Ali’ye biat etmişler, fakat umdukları valilik taleplerine olumlu cevap alamayınca ona karşı tavır almışlardı.

Basra Valisi Abdullah ile Talha ve Zübeyr’in Mekke’ye gidip hac dolayısıyla burada bulunan Aişe’ye katılmaları ve Osman’ın kanını talep etmek üzere bir araya gelmeleri, Emevi Oğulları için bulunmaz bir fırsattı.

Bu arada Ali, kendisine ilk tepki Muaviye’den geldiğinden ona karşı savaş hazırlığı yapıyordu. Fakat Aişe ve diğerlerinin Basra’ya gittiklerini haber alınca onların Basra’ya girmelerine engel olmak için hemen harekete geçti. Fakat geç kalmış ve Basralılar, Aişe’nin yanında yer almışlardı.

Aişe, 30.000 kişilik kuvvetle Basra'ya yola çıktı, çünkü Basra’da eski halife Osman bin Affan’ın taraftarları vardı. Bunun üzerine halife Ali, Basra Valisi İbn-i Huneyfe’ye mektup yazarak isyancılarla şahsen görüşmesini ve savaşın başlamasını önlemesini söyledi. Fakat Basralılar ihanet ederek İbn-i Huneyfe’yi Aişe'ye teslim ettiler. Ali, 10.000 kişilik Mâlik–El Eşder komutasında bir ordu göndererek ardınca da kendisinin Medine'den ek kuvvetle geleceğini söyledi. İki gün sonra Halife Ali, kendisinin komuta ettiği 10.000 kişilik ek kuvvetle Mâlik–El Eşder’e katıldı. Böylece Ali, 20.000 kişilik ordusu ile Aişe’nin karşısına çıktı.

7 Kasım 656’da meydana gelen Cemel Savaşı’nda Aişe’nin ordusunun mağlubiyeti, bu savaşa katılan Ümeyye Oğulları kanadının da mağlubiyeti oldu. Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr bin Avvam, bu savaşta öldürüldü.

Ali, savaşı kaybeden Aişe’ye zarar vermedi, ancak onu Medine’ye sürgün etti.

Sünni kaynaklardan sonra birde Şia'ya bakalım:

Şia'ya göre Savaşın Nedenleri

Ali’nin Görüşü
İmam Ali’nin (a.s) sözlerine göre muhaliflerin fitne ateşini körüklemelerinin iki delili vardır:

Birinci Delil: Talha ve Zübeyr’in güç ve kudret talebi
İmam Ali (a.s) Nehcü’l Belağa’nın 148. hutbesinde şöyle buyurmaktadır: “Her ikisi de (Talha ve Zübeyr) idareciliği (hilafeti) üzerine almak; öbürüne vermeyip kendine mal etmek ister.”
[Nehcü’l Belağa, s. 144]

İkinci Delil: Kin ve nefret
Müminlerin Emiri İmam Ali’ye (a.s) karşı beslenen kin ve nefretin varlığı inkar edilemez. Hz. Ali (a.s) kendisine karşı kin ve nefret duyulmasına neden olan etkenlerin geçmişini beyan etmiştir. Onlardan bazıları şunlardı:
Çünkü Peygamber (s.a.v) beni, Ayşe’nin babasına üstün kılmıştı.
Çünkü Peygamber (s.a.v) beni, kendisine kardeş seçmişti.
Çünkü Allah Teala mescide açılan bütün evlerin kapılarının, hatta Ayşe’nin babasının evinin kapısının bile, kapatılmasını emretti. Ancak benim evimin kapısı kapatılmadı.
Çünkü Allah Resulü (s.a.v) Hayber günü, diğerlerinin başarısız olmasından sonra, bayrağı benim elime vermişti ve ben de zafer kazanmıştım. İşte benim zafer kazanmam da onların üzülmesine neden olmuştur…
[Mufid, s. 409]

Ayrıca kendilerini İmam Ali (a.s) ile aynı seviyede gören Talha ve Zübeyr, devlet işlerinde Hz. Ali’nin (a.s) kendileriyle istişare edeceğini ve üçüncü halife Osman’ın ölmesiyle hükumetin bir bölümünü de elde edeceklerini ümit ediyorlardı. Ancak bunlardan hiçbiri gerçekleşmedi. Durum böyle olunca da bu ikisinin Müminlerin Emiri İmam Ali’ye (a.s) olan husumetleri aşikar oldu.

Sonuç olarak Cemel Vakası, İslam Devleti'nde yaşanan ilk iç savaştır ve İslam aleminin ikiye bölünmesinde kilometre taşı olan olaylardan birisidir.

TÜRKLERİN NOEL BABASI "AYAZ ATA"

Ayaz Ata, mitoloji, Türk mitolojisi, Ayaz Han, Ayas Han, Noel baba, Türklerin Noel babası, Türk kış Tanrısı, Ak Ayas, Ayoz Bobo, Türklerde kışı getiren Tanrı, Türklerde yılbaşı kutlaması, A,
Ayaz Ata, özellikle Kazak ve Kırgız Türklerinin soğuk Tanrısıdır ve Türk, Altay ve Orta Asya mitolojisinde, İslamiyet öncesi Türk toplumlarında ve geleneklerini koruyan günümüz Öz Türk toplumlarında önemli bir karakterdir. Ayas(z) Han olarak da bilinen bu karakter Santa'nın (Noel baba) Türk versiyonudur.

"Ak Ayas" olarak da bilinen bu karakter inanışa göre ay ışığından yaratılmıştır ve soğuk havaya neden olmaktadır. Ayoz Bobo, Ayaz Ota, Ayas Han gibi isimlerle de bilinen bu karakter, göğün altı deliği olan Ülker yıldız kümesindeki 6 yıldızın deliğinden soğuk hava üfleyerek kışı getirir. Yılbaşına yakın geçen bu dönemde, yakıcı soğuk olan ayazlar meydana çıkmışken, ay da gökyüzünde göründüğü için eski Türklerce Ayas Han'ı Ay Tanrısı'nın gönderdiğine inanılırdı.

Ayaz Ata isimli bu mitolojik karakter, kimi Türk toplumlarında bir Tanrıdan ziyade Noel baba gibi insani bir figürdür. Örneğin Kazaklardaki hali ile Ayaz Ata, soğukta ortaya çıkıp kimsesiz ve açlara yardım eden bir varlıktır.

Etimolojik ve kültürel yönleri ile Ayaz Ata karakterinin gerçekten var olmuş olabileceğine kesin gözüyle bakan birçok insan vardır, bazılarına göre bu karakter bir Hristiyan azizidir (Özellikle Hristiyanlığın erken yayıldığı Türk toplumlarında bu görüş bulunmaktadır).

Ay kökünden türeyen Ayaz Ata isminde soğuk ve ay ışığı anlamı vardır. Mehtap (ay ışığı) anlamına da gelen Ayas aynı zamanda kara kış anlamına da gelmektedir.

TÜRKLERDE ÇAM SÜSLEME VE YILBAŞI KUTLAMASI "NARDUGAN"

Yazan: A.Kara
Türklerde yılbaşı kutlaması, Türklerde çam süsleme, Nardugan, Müslüman yılbaşı kutlar mı?, Eski Türkler'de yeni yıl kutlamaları, Çam ağacı süslemek, Noel, mitoloji, sümer mitolojisi, A, Nardoqan,

NARDOĞAN BAYRAMI VE AĞAÇ SÜSLEME GELENEĞİ

Tüm dünyada 25 Aralıkta Noel adı altında İsa'nın kutsal sayılan doğuşu kutlanır, buna "Milat Yortusu" da derler. Zamanla Hristiyanlığa ait olan Noel, 20.yy itibari ile Hristiyanlığa özel olmaktan çıkıp dini içeriğinden arınarak tüm dünyada, Hristiyan olmayan kişilerce bile kutlanmaya başlanmıştır. Fakat Noel kutlamalarının temeli paganizm olduğundan (paganlarda kış festivalleri ve Yule kutlanırdı) bidat olarak görülür. Ne var ki pagan uygulamaları gerçekten de Noel'in temelini oluşturmaktadır.

Hristiyanlık öncesi dönemde putperestlik inancında olan eski Roma'da 25 Aralık tarihi güneş tanrısının doğum günüydü. Büyük Konstantin'in toplumsal barış ve refahı korumak adına Roma'nın yeni geçtiği Hristiyanlık dinine pagan geleneği olan Güneş Gününü'de eklediği ve bunu İsa'nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir. Zaten dönemin birçok Hristiyan'ı tarafından İsa evrenin nuru, güneşi olarak algılanıyordu. 

Bilindiği üzere Noel kutlamaları öncesi hazırlık yapılır, süsleme, hediye derken, renkli geçen bir etkinliğe dönüşür, hatta bu etkinliğe asıl renk getiren ve bir sembole dönüşen şey Noel ağacıdır.

Yıllardır yapılan araştırmalar Noel ağacının paganlardan gelen bir uygulama/ritüel olduğunu gösteriyor. Ayrıca yine bu araştırmalar göstermektedir ki, Hristiyan toplumlarca İsa'nın doğuşu olarak kutlanan Noel, eski Türklerin bayramı olan Nardoğan'a başta biçimsel özellikleri ile oldukça benzerlik gösterse de ikisi kesinlikle aynı şey değildir.

Kış eski dönem halkları için en ağır dönemlerdendir. Çünkü sert soğuk ve rüzgarlar sürüleri beslemenizi zorlaştırır, meraları kurutur, sık yağan kar ve ciddi soğuklar hayvanların ölmesine neden olur. Diğer yandan halk mecburen sakladığı erzakları yemek zorundaydı ama bunları uzun süre yettirmek zor olduğundan çok az yiyerek yaşamak gerekiyordu. Yani dönem insanları için kış, kıtlık, kaos, kötü güçlerin canlanması yani yılın ölümüdür. Hatta çadırlarda yaşadığınızı düşünürseniz, sert kış şartlarında çadırdan dışarı adım bile atamazsınız, her tarafınız kar ile kaplı olur, kimse çadırından dışarı çıkamaz. İşte bu yüzden Türk ve Moğolların kış için "Ölüm Mevsimi" dediği görülmektedir.
Tüm bu zorluklar sonrası gelen baharın kutlanması, ona dair türlü mitoslar üretilmesi tabi ki kaçınılmaz olacaktır.

Nardoğan veya Nardugan'ın (Azeri Türkçesi: Narduqan) Sümer geleneğinden gelen bir Türk tatil kavramı olduğu düşünülür. Bu kelime günümüzde çoğu Orta Asya dilinde kış gün dönümü için kullanılmaktadır. Aynı zamanda bazı Türk toplumlarında Noel bayramı için eşdeğer bir isim olarak da kullanılır.

"Nar" Güneş demektir. Nardogan'da "Doğan Güneş" anlamına gelir. 

Muazzez İlmiye gibi bazı araştırmacılara göre Nardugan'ın kökeni Sümerlerdir ve Türklerdeki temeli budur. Fakat böyle olmayıp, bu benzerlikler doğa ile iç içe yaşayan farklı toplumlarda da görüldüğü üzere benzer şartlarda yaşayan insanların bilincinin ortak evriminin bir sonucu da olabilir. (İskandinav ve Türklerin ağaç, Kızılderililer ile Türklerin doğaya, elementlere dair birçok inanışının benzer olması gibi)

İslamiyet öncesi Türklerde ve hala bazı günümüz Öz Türklerinde yeni yıl bayramı olan Nardoğan kutlanmaktaydı ve kutlanmaktadır. Bu yeniden doğuş kutlamasının sebebi Türklerin eski inancındaki gece ile gündüzün savaşmasıdır. Ay yılı esasına dayalı takvim kullanan Türkler için en uzun gece olan 21 Aralık çok önemliydi, bu günü takiben ilk dolunayın çıktığı gün (22 Aralık) yeni yılın ilk günü sayılırdı (ay yılı takviminden dolayı).

Çin'in Song hanedanlığından Wang Yen-te seyahatnamesinde Uygur Türklerinin yaz ve kış dönenceleri için festivaller düzenlediğini belirtir.

Kutlamaları şu sözlerle anlatır:
"Onların (Uygur Türklerinin) adetlerine [göre] büyük bir kısmı ata binerler ve ok atarlar. Kadınlar başlarına Yu-mao giyerler. Su-mu-ehe diye de bilinir. K'ai-yüan [devrinin] yedinci senesine (719) ait takvim kullanırlar ve üçüncü ayın dokuzuncu günü Han-shıh festivalini kutlarlar. Diğer iki She ve Tung-chıh* için aynı şeyi yaparlar." [2] Buradaki Tung-chıh, kış dönencesi olan 21 Aralıkta yapılan kutlamadır.

Eski Türk inanışında, birçok antik medeniyettekine benzer şekilde gece ile gündüzün sürekli savaş halinde olduğuna inanılırdı. 21 Aralık son uzun gece olduğundan gündüzün artık geceyi yendiği düşünülürdü çünkü gündüzler uzamaya başlayacak yani güneş galip gelecekti. İşte bu yüzden kutlamanın adı "Doğan Güneş". 21 Aralık gecesi bu yüzden insanlar tanrı Ülgen'e şükranlarını sunardı.

Gece ile gündüzün savaşı sonrası Ülgen gece ile gündüzü yeniden tanzim edip gündüzler uzamaya başlayınca halk Akçam ağaçları süslenerek Yeniden Doğuş bayramı kutlanır, ağaç etrafında geleneksel oyunlar oynanır, kopuz eşliğinde şarkı söylenir, ateş yakılır ve güneşi temsil etmesi adına daireler çizilerek güneşi çağırırlardı.

Türk şaman inancında ağacın önemi büyük. Farklı Türk topluluklarının yaşadığı farklı bölgelerden dolayı değişik ağaç türleri ön plana çıkabiliyor. Örneğin kimisinde kayın ağacı, akçam kimisinde selvi.

Ağaçlar Türk Şamanizm'inde hem alt dünya ile üst dünyayı, hem de tanrı ile insanları birbirine bağlayan nesneler olarak görülmüştür. İnsanların ağaç etrafında toplanıp coşkularını, isteklerini dillendirme nedeni de bu inanıştır.

Kayın ağacının tanrı Ülgen ve tanrıça Umay ile gökten indiğine inanılırdı. Şamanlara göre ağaçlar aynı zamanda gökyüzüne, yani tanrılara ulaşmak için birer araçtı. Bu yüzden Yakut şamanlarında her şamanın bir ağacı olur, ölen şamanın ağacı kesilirdi.

Uzun yaşayan, büyük ebatlı ağaçlar Türklerce kutsal görülmüştür. Bu yüzden çam ağaçları, akçam ağacı da İslamiyet öncesi eski Türkler için her zaman mukaddes bir ağaç sayılmıştır. Eski Türk toplumlarına, örneğin Altay Tatarlarına göre yeryüzünün tam ortasında, göğe kadar yükselen bir akçam ağacı bulunuyordu ve bu ağacın tepesinde Gök Tanrısı Ülgen oturuyordu.

Türkler buna "hayat ağacı" diyor, bu ağacın motiflerini halı, kilim gibi materyallere işleyerek yansıtıyorlardı.

Bu kutsiyet inancından dolayı Türkler kutsal bildikleri çam ağaçlarını evlerine alıp onun şerefine bayramlar düzenliyorlardı.

Akçamı evine getiren Türkler, Tanrıya seslerini duyurabilmek için ağaç dallarına kurdeleler bağlayıp onu süsler, dileklerini yazıp dallarına asar, altına hediyeler bırakırdı.

Özel bir gün olduğundan günümüz bayramları gibi, bu bayramda da insanlar özel kıyafetler giyip bayram temizliği yapar, aileler bir araya gelip yemek ve şeker yerdi.

İnanıyorlardı ki Ülgen için yapılan bunca eğlence, süslemeler ve sunulan hediyeler hiçbir zaman boşa gitmez. Ülgen tüm bunları kabul edip güneşin gökyüzünde daha uzun süre kalmasını ve gecelerin kısalmasını sağlayacaktır.

Akçam ağacı sadece Orta Asya'da yetiştiği için Filistinlilerin bu ağacı bilmediği, eğer bu ağaçtan haberdar olsalardı muhtemelen onların da bu uygulamalardan etkileneceği söylenir. Yani belki de şuan işin aslını bilmeden yılbaşı kutlamalarına karşı çıkan birçok Müslüman aynı kutlamaları yapıyor, güneşi selamlıyor olacaktı. Yani bu uygulamayı Hristiyanlardan almış değiliz. Onlar bunu tanıştıkları İskandinavlardan almışlardır, bunda da en büyük etken Avrupa'ya gelen Hun'lardır. Çünkü böylece Cermenler göç edip dünya üzerindeki farklı yerlere dağılmaya, dolayısı ile bu geleneği de yaymaya başlar. Hristiyanlar İsa'nın doğuşunu kutluyor olabilir fakat Türklerce kutlanan doğum İsa'nın değil "Güneş"in yeniden doğuşudur.

KAYNAKLAR
[1] Uygarlığın Kökeni Sümerler - Muazzez İlmiye Çığ
[2] Çin Elçisi Wang Yen - Te'nin Uygur Seyahatnamesi /Prof. Dr. Özkan İzgi Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 1989

CEHENNEMİN SÜMER'DEKİ KÖKENİ

Sümerlerde cehennem,Cehennem inancının kökeni,A,mitoloji, sümer mitolojisi, Sümer,Sümerler,Dumuzi,İnanna,İshtar,İnanna'nın cehenneme inmesi, Semitik mitoloji, Dinlerdeki cehennem inanışı
Semitik dinlerdeki cehennem kavramını bilmeyenimiz yoktur. Bu kavram kendilerinden çok önce yaşayan Sümerlerin Tanrılarından ve onların kendi yazıtlarından esinlenilmiştir. Cehennem (Yer altı dünyası) kavramlarında karşımıza birçok Sümer efsanesinde olduğu gibi yine tanrıça İnanna ve Dumuzi çıkıyor.

Eski Sümer tanrıçası olan İnanna, zaman geçtikçe Akadlar tarafından İştar olarak bilinmeye başlamıştı. Dumuzi de, daha sonra farklı isimler almaya başladı, eski İsrail'de ona Tammuz diyorlardı. İnanna ve Dumuzi hakkında yaygın bir hikaye İnanna'nın yeraltı dünyasına (cehennem) indiği ve orada bir cesede dönüştüğüdür. Tanrılar onun hayatını kurtarmayı başardı, ancak Dumuzi onun yerini alarak onu kurtarabilmek için yer altı dünyasına inmek zorunda kaldı. Bu efsane sonrasında her yıl ölen ve yeniden doğan bir bitki tanrısı olarak görülmeye başlanmıştır. Yunan mitolojisindeki Adonis de dahil olmak üzere ölmekte olan tanrılarla ilgili birçok efsane, İnanna ve Dumuzi'nin hikayesine benzemektedir.

Yazan: A.Kara

SEMİTİK MİTOLOJİ

Semitik mitoloji,Sümerler,Akadlar,Asurlar,Dinlerin mitolojik kökenleri,Mezopotamya,Babiller,Sümerlerden gelen din,Babillerden gelen din,Mezopotamya uygarlığının dine etkileri,A,mitoloji, Semitik mitoloji, modern Irak'ta Mezopotamya'dan Akdeniz'in doğu kıyısına kadar uzanan eski Yakın Doğu'da gelişen birkaç kültür arasında ortaya çıktı. Bu gruplar Semitik diller konuştu, benzer dinler geçirdi ve ilgili tanrılara ibadet etti.Üç büyük din - Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam - Semitik geleneklerden büyüdü.

Semitik insanlar aynı efsanelerin ve efsanelerin çoğunu paylaştı. Onların önemli tanrı ve tanrıçaları arasında yaratılış, doğurganlık, ölüm ve öbür dünyadan sorumlu olanlar vardı. Tanrıların adları kültürden kültüre farklılık gösteriyordu. Semitik mitlerin ortak temaları dünyayı yaratmak, büyük bir sel ve bir meydan okumanın üstesinden gelen bir kahraman. Doğurganlık tanrılarının ölümü ve yeniden doğuşu gibi bazı temalar, bu Yakın Doğu halklarının tarımsal yaşam biçimine dayanıyordu.

Kökeni M.Ö.3000-300 yılları arasında, eski Mezopotamya, ilk şehir devletlerini kuran Sümerlerle başlayarak bir dizi medeniyete ev sahipliği yapıyordu.Sümerler, Dicle'nin Fırat nehirleri arasındaki bölgenin güney kesiminde yaşıyorlardı. Ardından kuzeye yerleşen Akadlar, Babiller ve Asuriler izledi. Daha sonra Sümer ve Akad, Babil olarak bilinir hale geldi. Asurlular Dicle boyunca daha da kuzeye yerleştiler.

Sümerler, Semitik bir dil bilmiyordu. Bununla birlikte, daha sonraları Mezopotamya'da iktidara gelen Akadlar ve diğer Semit halkları, Sümer kültürünü, mitolojilerini ve din alanlarının birçoğunu benimsediler. Bu Sümer efsaneleri, binlerce yıldır bölgedeki düşünce ve öykü anlatımını şekillendirmiş ve etkilemiştir.

Yazan: A.Kara

MORMONİZM'E KISA BİR BAKIŞ

Mormonizm, Mormon Kitabı, din, A, İsa Mesih'in Son Günler Azizleri Kilisesi, İsa Mesih Kilisesi, Mormon nedir?, Mormonizm nedir?, Mormon inanışları, Tanrı aramızda yaşıyor inancı,
İsa Mesih'in Son Gün Azizleri Kilisesi 19. yüzyıl Amerika'sında kuruldu ve dünya çapında 13.5 milyon üyeye sahip bir dindir (LDS 2008 İstatistik Raporu).

Mormonizm 1837 yılından bu yana Birleşik Krallık'ta bulunmaktadır ve 190.000 üyesi vardır (LDS 2008 rakamları).
  • Kiliselerine, Son Gün Azizleri İsa Mesih Kilisesi veya İsa Mesih Kilisesi denir.
  • Mormonlar, kiliselerinin İsa tarafından tasarlandığı ve restore olduğuna ayrıca diğer Hristiyan kiliselerinin de yanlış yöne gittiğine inanıyorlar.
  • Kilise Joseph Smith tarafından kurulmuştur (1805 - 1844).
  • Daha sonra yeni Mormon'larla birlikte 1847'de Salt Lake City'ye göç eden Brigham Young tarafından geliştirilmiştir.
  • Mormonlar Tanrı'nın fiziksel bir bedeni olduğuna , evli olduğu ve çocuk sahibi olabileceğine inanmaktadır.
  • Ayrıca insanların öbür dünyada tanrı olabileceğine inanıyorlar.
  • Mormonlar geleneksel aile yaşamı ve değerleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
  • Onlar kürtaja, homoseksüelliğe, bekar cinsel eylemlerine, pornografiye, kumar, tütün,  alkol, çay, kahve ve ilaç kullanımına karşıdırlar.
  • Yaygın yanlış anlamalardan biri, İsa Mesih'in Son Gün Azizleri Kilisesinin çok eşliliği savunmasıdır. Kilise çok eşlilik uygulayan herkesi yaklaşık bir asır önce durdurarak tahrip ederek bu uygulamayı durdurmuştur.
  • Kitapları Mormon kitabıdır, buraya tıklayarak okuyabilir veya indirebilirsiniz.

Yazar görüşü:
Bana göre Hristiyanlık temelleri ile, Hristiyanlığı farklılaştırarak oluşmuş bir dindir. Hristiyanların tabiri ile "sapkın" oldukları söylenir. Dikkatimi çeken şey, herkesin Tanrı olabileceği inancı ve Tanrının aramızda yaşayıp aile sahibi olmasıdır. Bu daha çok ilkel inançlardaki mitlere benziyor, İskandinav tanrılarının ailesi veya Valhalla'ya gidenlerle aynı masada oturup kavisli boynuzlardan şarap içmesi gibi bir şey. Bence çok insani bir düşünce.

İnsan aile sahibi olabiliyor diye, çocuk yapıyor diye Tanrı'da neden bunları yapıyor ve insan gibi bir varlık olsun ki, diyordum ki beynim sinyal çaktı ve adamların İsa'nın kiliselerini kurduklarına ve restore ettiklerine inandıkları aklıma gelince, Tanrı'nın neredeyse boya badana yapacağına inanıyorlar, aile kurup evleneceğine niye inanmasınlar değil mi?
Fakat anlamadığım şey, Tanrı İsa ise ve Tanrı insanlar arasında ailesi ile yaşayıp yiyip içiyor ise, nasıl oluyor da herhangi birisi Tanrı olabiliyor? Kendi açtığı kapıya kafasını çarpan adamın hissettiği uyuşma var şuan beynimde.

Kaynak: http://www.bbc.co.uk

Yazan-Derleyen-Çeviren: A.Kara

SÜMER TANRISI DUMUZİ VE KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

Hazırlayan: A.Kara
mitoloji, sümer mitolojisi, Sümerler, Sümer Tanrısı Dumuzi,Sümerlerde yılbaşı kutlamaları,Nardoqan,Nardugan,Dumuzi ve Inanna,Çoban tanrısı Dumuzi,Yule kütüğü,Paganlardan yılbaşı kutlamaları,A

DUMUZİ (TAMMUZ) VE KIŞ GÜN DÖNÜMÜ

Dumuzi (Dumuzid / Tammuz=Temmuz) antik Sümerler arasında "Çoban Tanrısı" olarak adlandırılmıştır. Bu genç tanrının yer altında mahsur kaldığına inanılırdı. İnanışa göre daha sonra İnanna inip onu kurtararak yeryüzüne geri dönmesini sağlar.

Fakat Sümer efsaneleri gösteriyor Dumuzi, yani Temmuz'un yılın 6 ayı boyunca yer altında kalacağı, kalan 6 ay ise yeryüzüne çıkacağına inanılırdı. Yani Temmuz Yaz gün dönümü başlayınca 6 ay boyunca ölür, sonra kış gün dönümü ile tekrar dirilip 6 ay boyunca yaşar. Bu inanış doğanın canlanmasını, bitkilerin yeşermesini simgeler.

Zaten Dumuzi adı "Yaşam oğlu" olarak tercüme edilir. Dumu: oğlu veya çocuğu, Zi: yaşam gücü veya sadakati demektir. Bu yüzden "Sadık oğul" olarak da tercüme edilir.

Çobanların, balıkçıların ve bitki örtüsünün tanrısı olarak görülmüştür. Bu yüzden 21 Aralıkta yeniden doğumu kutlanır, kutlamalarında her daim yeşil kalabilen hayat ağacı kullanılırdı. Halk böylece onu onurlandırmaya çalışırdı.

Neden hayat ağacı? derseniz, sebebi kışın ölmemeleri ve ölümün yaşam tarafından ele geçirilmesini temsil etmeleridir.

Buna benzer kutlamalar eninde sonunda eski doğu, Akdeniz ve Avrupa'da da görülür. Dünyanın birçok yerinde ölüm gecesi ve Güneş'in yeniden doğuşu ile ilgili gelenekler türemiştir.

Bunların arasında Yule kütüğü de vardı. Daha sonraki Sümer kültüründe bu kütük Güneş tanrısı Nimrod'u temsil etmiştir ve kutlamalar sırasında ağaçların altına Nimrod için hediyeler bırakılmıştır.

Bu kutlamalar Babil toplumundaki Akitu adlı bahar kutlamalarında da görülür. Zaten Akitu'nun Sümer dilindeki karşılığı "Arpa kesme", "Arpa ekme", Akad dilinde ise "Yılın başı" yani Yılbaşıdır. Fakat bu yılbaşı, bildiğiniz 1 Ocak değildir; Sümer takviminin 2 yarım yılını esas alır.

Akitu ayrıca Babil dininde Marduk'un Tiamat'ı öldürüp parçalara ayırmasına, onun mutlak zaferine adanmış bir isimdir. Zaten Tiamat'ın öldürülmesinin de başlayacak refahı ve verimliliği simgelemesi güçlü bir olasılıktır çünkü onun ölümü aynı zamanda bitki örtüsünün, yer ve göğün oluşmasını sağlayacaktır.

BAHAİ DİNİNDE TANRI İNANCI

bahailik, Bahai dininde Tanrı, din, A, Bahailikte Tanrı, Bahai dini, Bahailik ve İslam benzerliği, Bahaullah, Bahai,
Tanrı insan aklını aşar ve doğrudan bilinemez. Tanrı büyük peygamberlerinin hayatları ve öğretileri ile bilinir ; en yakını da Baha'u'llah'tır.

Bütün insanlar sonsuza kadar yaşayan bir ruha sahiptirler. Bütün insanlar tek bir küresel toplulukta yakında birleşecek tek bir yarışa üyedirler. Tüm insanlar farklı fakat eşittir; ırklar veya cinsiyetler arasında eşitsizlik olmamalıdır. Açıkça farklılıklarına rağmen, tüm dinlerin ruhani temelleri aynıdır.

Bahai dini, diğer tüm inançları doğru ve geçerli kabul ediş şekliyle diğer dinlere göre benzersizdir. Bahailer İbrahim , Musa , Zerdüşt , Buda , İsa ve Hz.Muhammed'in görevlerinin ilahi niteliğini kabul ederler. Her birinin Tanrı'nın vahyinde daha ileri bir aşama olduğuna inanmaktadırlar. Diğer peygamberler de kabul edilir.

Tanrı hakkındaki Bahai inançları
  • Bahailer, bir Tanrı olduğuna, bütün evrenin ve yaratma eyleminin kendisine ait olduğuna inanır.
  • Tanrı her şeye kadirdir, mükemmel ve yaşam hakkında eksiksiz bir bilgiye sahiptir.
  • Bahailer, yalnızca tek Tanrı'nın olduğuna fakat farklı dinlerde farklı isimler tarafından çağrıldığına inanmaktadır.
  • Tanrı sınırlı insan zihni tarafından anlaşılamayacak kadar büyüktür.
  • Tanrı bilgisi, Tanrı'nın nitelikleri hakkında bilgi anlamına gelir.
  • Bahailere göre Tanrı hakkında aslında bilinen tek şey Tanrı'nın varlığıdır.
  • Bahailer, Tanrı'nın bir insanda enkarne olamayacağına inanmaktadır.
Bu yüzden sıfatları Tanrı'ya bağlarken aslında insan düşüncelerine dayanan yanlış bir benzetme yapıldığına - ancak yapabilecekleri en iyi şeyin bu olduğuna inanırlar.


Tanrı hakkında bilinenler
Tanrı'yı doğrudan anlayamayacağımızdan, Tanrı hakkında bir fikir edinmenin en iyi yolu, elçisinin (Tanrı'nın Belirtileri) yaşamlarına ve öğretilerine ve Tanrı'nın yarattığı dünyaya bakmaktır.

Tanrı ve diğer dinler
Tanrı'nın tanımı, açıklamayı yapan kişinin görüşleri ve kültürel altyapısı ile renklendirilmiş ve sınırlandırılmıştır. Bahaullah, bu sınırlandırmanın farklı dinlerin Tanrı üzerinde farklı fikirleri olduğunu düşünüyordu.

Bahaizme göre diğer dinlerin bahsettiği Tanrı, farklı bir gerçekliğe sahip değildi, aynı gerçeği tanımlamaya çalışıyordu, fakat açıklamaları kendi deneyimlerinden ve kültürlerinden inşa edildiği için farklıydı.

Abdu'l-Baha şöyle diyor:
"Dünyanın dinleri arasındaki farklılıklar zihinlerin çeşitliliklerinden kaynaklanmaktadır."

Dolayısıyla bir Bahai için, farklı dinler tarafından inanılan farklı Tanrı görüşleri, o belirli kültür ve zamanın, Tanrı'nın mutlak gerçekliği fikrine gelebileceği ve bu kültüre sahip insanlara yardımcı olması için en yakın olanıdır.

Ancak Tanrı'nın bu düşünceleri, Tanrı'nın asıl gerçekliğine benzemez, çünkü insanlar gerçekliği anlamaya zihinsel yeteneğe sahip değildir.

Tanrının Cinsiyeti
Bahailer, Tanrı'nın cinsiyetini önemsemez ve cinsiyeti olduğuna inanmazlar. Bahai yazıları, Tanrı'ya atıfta bulunmak için erkeksi bir zamir kullansalar da, bunlar orijinal olarak yazıldığı dile uyum sağlayabilmesi içindir.

Yazar görüşü:
Göründüğü üzere Bahailik, İslamiyete oldukça benzerdir, hatta İslamiyetin tekrar ambalajlanıp daha iyimser sloganlarla piyasaya sunulmuş şekli gibidir. Bir nevi piyasaya daha önceden sürülmüş olan dinlerin hepsini bünyesinde toplayarak voltran oluşturmuştur. Fakat Tanrı inancı, gözlemlerime göre daha çok İslamiyet temellidir. Ayrıca, Tanrıyı anlama konusunda bazı Müslümanların da söylediği gibi "Tanrı insan zihni tarafından anlaşılamaz", "insanız oğlum biz, anlayamayız" tarzında söylemlerle ufak çaplı da olsa nihilist'tir.
Bir konuda da "Yiğidi öldür hakkını yeme" sözüne uymak zorundayım, Bahailik her ne kadar önceki dinlerin birleşimi ve büyük çapta İslam temelli bir din olsa da, kendisinden önceki dinlere göre "tüm dinleri kabul ederek" sanırım önceki dinlere "alın işte, hoşgörü böyle olur" yada "Yaratıcının önceki işlerini niye karalıyorsunuz?" diyor gibiler (gerçek veya değil, tecrübe etmeden bilemeyiz).

Kaynak: http://www.bbc.co.uk

Yazan-Çeviren: A.Kara

ALLAH'IN KUR'AN'DAKİ "BİZ" İFADELERİ

A,din,islamiyet,Allah neden biz diyor?,Allah'ın biz yarattık biz yaptık demesi,Allah'ın ben yerine biz demesi, Cin suresi, Hicr suresi, Ahzab suresi,Kur'an'daki karmaşıklıklar,Kur'an'daki çelişkiler Apaçık olduğu söylenen Kur'an tam aksine her sayfasında karmaşıklık içerir ve sadece bir sayfayı anlayabilmek için günlerinizi vermeniz gerekebilir. Barındırdığı onlarca çelişkiden en çok kafa karıştıran ve sık karşılaşılan ise Kur'an'daki Allah'ın bazen tekil bazen çoğul zamirler kullanarak hitap ediyor olmasıdır. Örneğin:

Cin suresi 5.ayet
"Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanırdık."

Hicr suresi 15/9
"Kur'ân'ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız."

Yukarıdaki gibi onlarca ayette "biz" dendiği görülüyor, halbuki bazı ayetlerde de "sadece Allah", tekil kişi "O" vurguları yapılıyor. Yani bunlar bile başlı başına Kur'an'ın apaçık olmadığının en basit ispatıdır.

Peki kimdir, nedir, neyin sonucudur ayetlerde geçen bu "BİZ" ?

BİZ KELİMESİ ÜZERİNE İHTİMALLER:
  1. Yaratıcı, apaçık dediği kitabı karmakarışık gönderecek kadar çelişki sahibi olması (Günümüz ÖSYM yetkilileri veya yazı yazamayan Binali Yıldırım gibi),
  2. Kur'an'ı yazan yazıcı katipler, Osman ve Kur'an'ın oluşumunda rol oynayan farklı lehçelere sahip Arap kabileleri içine kendi görüşlerini koyup dilediğince yazmış olmaları,
  3. Kur'an'ı keyfine göre "Tanrı'dan vahiy geldi" diyerek yazdıran, hatta çevresindekilerin keyfine göre bile ayet var eden Muhammed ve çevresindekilerin yazım karmaşa ve hataları (Örneğin Ömer'in karısı ile ters ilişki yaşaması sonrası Muhammed'in yanına gelerek durumu anlatması ve hemen Kur'an'a konuyla ilgili ayet eklenmesi | Bakara suresi 223.ayet),
  4. Belki de bir kaç tane tanrı var, vahiy gönderirken egoist olan sadece "O" diyerek kendini överken, egoist olmayan diğer tanrı "biz yahu, biz muhterem, bencil olma" diyerek kendi vahiylerini "Biz" şeklinde göndermiş olabilir,
  5. Kur'an'ın birçok bölümünün çok daha önceden yazıldığına daha doğrusu eski metinlerden araklandığına dair bulgular gün yüzüne çıkalı çok oldu, belkide bu "biz", o parşömenleri yazan kişilerin yazdığı dil ve onların anlatım şeklinin sonucu olabilir,
  6. "Allah" birden fazla kişi-tanrı yada birden fazla yaratıcıyı tek isim altında toplamak için oluşturulmuş bir çatı isim olabilir,
  7. Kur'an'ın yazılırken ve derlenirken sürekli el değiştirmesinin sonuçlarından biri olabilir,
  8. Son ihtimalle Muhammed kendini de tanrıyla bir görerek "biz" diyor olabilir.
BOŞ SAVUNMALAR
1) BİZ DE BAZEN BİZ DİYORUZ
Bu "BİZ" ifadesini bazıları "evet ama, biz de bazen kendimiz hakkında konuşurken "biz" demez miyiz?" diyerek savunmaya çalışmış. Cevabı basit ve nettir; Ruh hastası değilsen demezsin!
Biz kelimesini bir insan normal şartlar altında ya kurumsal bir firmada çalışıyor ise kullanır yada birden fazla kişiyle (çalışma ekibi, arkadaşları, ailesi vb.) birlikte yaptığı bir şeyden bahsediyorken kullanır.

Yani hiç kimse, tek başına oturup çay içiyor iken, annesi "ne yapıyorsun?" diye sorduğunda "biz çay içiyoruz" demez, derse de annesinin bir sonraki lafı "ne bizi kız deli misin sen?" olur. Dinlerdeki çelişkileri inatla savunmak için bu kadar dansözlük yapmak akıl işi değildir, bu inat NEDEN?

2) ALLAH İŞİN İÇİNDE OLAN DİĞER VARLIKLARA DA DİKKAT ÇEKMEK İSTİYOR
Bazıları, Allah'ın Kur'an'da "biz" demesini diğer varlıklara dikkat çekmek istemesine bağlıyorlar. Örneğin "Kur'an'ı biz indirdik" ayetini de bu doğrultuda, Cebrail ile ilişkilendirmiştir diyorlar.
Peki, o halde tüm vahiyleri Cebrail getirmiyor mu? Farklı bir kanal daha mı vardı e-posta gibi, ne bileyim e-kainat falan?
Neden? Çünkü tüm Kur'an zaten vahiyle geliyor, o zaman neden tüm Kur'an'da biz demiyor da bazı ayetlerde "biz" diyor?

"Biz yeri, göğü ve içindekileri yarattık" diyor mesela, burada yaratılış sırasında olaya melekler şahit olduğu için biz diyormuş. Yahu böyle saçma mantık olur mu? Melekler sırf oradaydı diye Allah biz yarattık der mi?
Evin kapısını çalıyor olsan, tam o sırada komşun da koridorda duruyor olsa, "kim ooo" diyen eşine "biz" mi diyeceksin? "Ne bizi nan değişik" diye cevap verirse de "E olaya şahit oldu, kapıyı çalarken o da vardı neticede" dersin artık...

Eğer meleklerin içinde ve yetkisi olduğu şeyler için "biz" diyor ise, Ahzab 50'de neden hala "biz" diyor, yoksa meleklerin de helal kılabilme, ayrıcalık tanıyabilme yetkileri mi var? Ayrıca görüldüğü gibi, ayette sürekli "biz" diyor iken sonunu sadece kendinden bahsederek "Allah" diye bitiriyor. Fakat ayetin sonuna kadar hep "biz"di.
Diyanet Vakfi (33/AHZÂB-50: Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.)

3) ALLAH MÜTEVAZİ OLDUĞU İÇİN BİZ DİYOR
Peki, mütevazi ise, neden sürekli emirler gönderip, uymayacakları yakacağını ve kavurup haşlayacağını söylüyor? Neden yapılan ibadetler ile adının günde yüzlerce kez anılmasını istiyor? Bu mütevazilik değil egoistliktir.

Yazan: A.Kara