HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

AZTEK MİTOLOJİSİNDE 5 GÜNEŞ

5 dünya, 5 güneş, A, Aztek mitolojisi, Aztek mitolojisinde dünya ve güneşler, Aztek mitolojisinde yaratılış, Azteklerde dünyanın yaratılışı, Deprem güneşi, mitoloji, Yaratılış mitleri,
İLK GÜNEŞ: TEZCATLİPOCA
  • Nahui-Ocelotl (Jaguar Güneşi) - Sakinleri, jaguarlar tarafından yutulmuş devlerdi. Dünyaları yok edildi.
676 yıllık bir günaş olan Tezcatlipoca, dünyayı aydınlatan ilk güneş olmuştu.
Dünyayı tamamlanmak için, büyük bir enerji kaynağı olan güneş yaratılmalıydı. Güneş, Aztek yaratılış mitlerindeki döngünün anahtarıdır. Bununla birlikte, güneş çok güçlüdür. Azteklere göre Güneş, sadece bir tanrının kurban edilmesinden sonra ortaya çıkabilir : Tezcatlipoca. Ancak, kudretli Tanrı Tezcatlipoca sadece güneşin yarısı olabilmiş, böylece ilk yaratılmayı tamamlayamamıştır. İlk çağda, tanrılar küllerden devler yarattı ve onlara yemek olarak meşe palamudunu verdi. Tezcatlipoca güneş olmayı bıraktığında, tüm devler jaguarlar tarafından yenildi ve hiçbiri kalmadı.

Tezcatlipoca güneş olmaktan çıktı çünkü Quetzalcoatl onu gökyüzünden dışarı fırlattı. Öfkelenen Tezcatlipoca devleri yok etmek için jaguarları gönderdi. Bu dünya titremelerle ortadan kayboldu ve insanlar jaguarlar tarafından yutuldu.

İKİNCİ GÜNEŞ: EHECATONATİUH
  • Nahui-Ehécatl (Rüzgar Güneşi) - Bu dünyada yaşayanlar maymuna dönüştüler ve kasırgalarla yok edildi.
İkinci güneş sırasında, insanlar şimdiki gibi normal boyutta yaratıldılar. Tanrılar insanlara yemeleri için çam fıstığı kurusu verdi ve insanlar barış içinde yaşıyorlardı. Ancak bir süre sonra insanlar yozlaştı ve kin duygusuna sahip olmuştu. Bu yüzden Tezcatlipoca onları maymuna çevirmişti ve bundan dolayı öfkeliydi. Quetzalcoatl, maymunları uzaklara savurması için bir kasırga gönderdi.

Quetzalcoatl, Tezcatlipoca onu tahrip edene kadar toplamda 675 yıl boyunca güneş olarak varlığını devam ettirmişti.

ÜÇÜNCÜ GÜNEŞ: TLETONATİUH
  • Nahui-Quiahuitl (Yağmur Güneşi) - Sakinleri bir yağmur yağması tarafından yok edildi. Sadece kuşlar hayatta kaldılar (ya da yaşayanlar kuş haline geldiler).
Tlaloc tanrıların, yağmurun ve suyun tanrısının ilk yaratımlarından biriydi. O bir sonraki güneşti. Ancak tıpkı faniler gibi, kişisel sorunlar onun çöküşü oldu. Tezcatlipoca fitneci ve tetikleyici olmuştu. Üçüncü Güneş sırasında, Tezcatlipoca Tlaloc'un karısını (Xochiquetzal) çalınca Tlaloc'un kalbi kırıldı. Güneş gibi parladı ama halkın yalvarmalarına rağmen yağmur yağdırmayı reddetti, öfke doluydu. Kısa bir süre sonra, korkunç bir kuraklık dünyayı süpürdü ve son olarak Tlaloc bir öfke içinde yağmur yağdırdı fakat bu bir ateş yağmuruydu. Dünyanın her tarafını yakarak yok olmasına neden oldu.
Üçüncü güneşin varlığı 364 yıl sürdü.

DÖRDÜNCÜ GÜNEŞ: ATONATİUH
  • Nahui-Atl (Su Güneşi) - Bu dünya büyük bir su baskını altında kaldı ve sakinleri balıklara dönüştüler. Bir çift kaçmayı başardı ama onlar da köpeğe dönüştüler.
Dördüncü Güneş sırasında, Tlaloc’un kızkardeşi Calchiuhtlicue güneş olarak seçilmiştir. Ancak kıskançlıkla dolan Tezcatlipoca ve Quetzalcoatl güneşi yıktılar. Calchiuhtlicue düştüğü için, gökyüzü açıldı ve su dünyaya dolarak yıkımına neden oldu, dünya sular altında kaldı.

Chalchiuhtlicue, 312 yıl boyunca balık adamlarını doğurdu. O zamanlar mısıra benzer bir tohum olan beştepi yediler.

BEŞİNCİ GÜNEŞ: İNSANIN YARATILIŞI
  • Nahui-Ollin (Deprem Güneşi) - Biz bu dünyanın sakinleriyiz. Bu dünya depremler (veya büyük bir deprem) tarafından yok edilecek.
Tanrılar başka bir güneş yaratmak için toplandılar. Bu, Aztek yaratma hikayesinin, bugün dünyanın ne olduğunu açıklamaya gerçekten yaklaştığı zamandır.

Gururlu tanrı Tecuciztecatl yaratma işi için kendini teklif etti, ama diğer tanrılar alçakgönüllü Nanahuatzin'i tercih etti. Büyük bir ateş inşa edildi, ama Tecuciztecatl son atlayan olmaktan çok korktu. Nanahuatzin atladı. Kıskançlıkla dolu Tecuciztecatl peşinden koştu, ardından cesur bir kartal ve jaguar izledi.

Doğuda iki güneş doğmaya başladı. Çok parlaktı, tanrılar ışığı soldurmak için Tecuciztecatl'ın yüzüne bir tavşan attılar ve o bir aya dönüştü.

Fakat Nanahuatzin zayıftı. Hareketsizdi, bu yüzden diğer tanrılar ona gökyüzünde koşacak enerjiyi sağlamak için kanlarını verdiler. Aztek inanışına göre bu içinde yaşadığımız dünyadır. Aztekler bu dünyanın sonunun büyük depremlere geleceğine inanıyorlardı.

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

AZTEKLERE GÖRE BUNDAN ÖNCE VAR OLAN DÜNYALAR

Yazan: A.Kara
mitoloji, Aztek mitolojisi, Azteklere göre önceden var olan dünyalar, Eski dünyalar, Başka dünyalar var mıydı?, Azteklerin 5 güneşi, Aztek mitolojisinde evrenin yaratılışı, A, Tlaltecuhtli,
  1. Nahui-Ocelotl (Jaguar Güneşi) - Sakinleri, jaguarlarca yutulmuş devlerdi. Sonra bu dünya yok edildi.
  2. Nahui-Ehécatl (Rüzgar Güneşi) - Sakinleri maymunlara dönüştü. Bu dünya kasırgalar tarafından yok edildi.
  3. Nahui-Quiahuitl (Yağmur Güneşi) - Sakinleri bir yağmur tarafından yok edildi. Sadece kuşlar hayatta kaldılar (ya da yaşayanlar kuş haline geldiler).
  4. Nahui-Atl (Su Güneşi) - Sel basan bu dünya, sakinlerini balıklara çeviriyordu. Bir çift kaçmayı başardı ama onlar da köpeklere dönüştü.
  5. Nahui-Ollin (Deprem Güneşi) - Biz bu dünyanın sakinleriyiz. Bu dünya depremler (veya büyük bir deprem) tarafından yok edilecek.
Beş güneşin sözde efsanesine göre, bugün yaşadığımız dünyadan önce başka dünyalar vardı.
Beş güneşin efsanesi, Azteklerin diğer dünyaların kendilerinden önce varolduğuna dair inanışlarını açıklıyor.

Azteklere göre, her biri belirli bir tanrı, eşsiz bir insan ırkı tarafından yönetilen ve farklı bir doğal fenomen tarafından harap edilen, daha önceki dört dünyaya da güneş deniliyordu.

Bu güneşlerin her biri temel elementlerle bağlantılıydı: toprak, su, hava ve ateş. Bu unsurların her biri yalnızca doğaya ve onun kompozisyonuyla ilişkili değil, aynı zamanda yıkılması ile de ilişkiliydi.

Bu mitin birkaç farklı versiyonu olduğundan ve bilgiler genellikle değiştiğinden bu efsanenin birkaç versiyonu vardır.

Bu versiyon, Meksikalıların Tarihine ve güneşin düzeninin: ilk güneş, ikinci güneş, üçüncü güneş, dördüncü güneş ve beşinci güneş olduğu resimlere dayanmaktadır.

BUGÜN YAŞADIĞIMIZ DÜNYANIN KÖKENİ
Dört güneşin yıkımından sonra, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca, yeryüzünün ve gökyüzünün rekabeti için düşman olarak değil müttefik olarak kabul edilir.

Aztec'in yaratılış efsanesine göre, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca, yeryüzünün efendisi Tlaltecuhtli denen canavarı parçalayarak organlarından gökyüzünü ve dünyayı yaratırlar.

Tlaltecuhtli'nin başka bir canavarla, sırtıyla dünyanın dağlarını şekillendirdiğine inanılan büyük timsahla birleştirildiği söylenir.

Konuyla ilgili birçok efsane vardır. Bu efsane versiyonlarından biri, Quetzalcoatl ve Tezcatlipoca'nın Tlaltecuhtli'yi gözlemlemek için gökten indiğini söyler. Bunu yaparken, Tlaltecuhtli'nin taze et için arzusunun o kadar büyük olduğunu gördüler ki, sadece Tlaltecuhtli'nin keskin dişlerle dolu bir çenesi yoktu, aynı zamanda omuzlarında ve dizlerinde gıcırdayan takma dişleri de vardı.

Bunu gördükten sonra tanrılar, bu canavar canlıyken yaratma işinin tamamlanamayacağına karar verdiler. Dünyayı yaratmak için Quetzalcóatl ve Tezcatlipoca dev birer yılana dönüştüler. Tlaltecuhtli'yi yok etmeye karar verdiler.

Bunlardan biri Tlaltecuhtli'nin sol el ve sağ ayağını, diğeri ise sağ eli ve sol ayağını tutarak Tlaltecuhtli'yi kopardı ve canavar ikisi arasında parçalara ayrıldı. Alt kısım gökyüzünü yaratırken canavarın üst kısmı da dünyayı yarattı.

Ancak, Tlaltecuhtli'nin ölümü diğer tanrıları kızdırdı, böylece dünyayı daha rahat biryer yapmak için insanın yaşamak zorunda kalacağı tüm bitkileri Tlaltecutli'den yarattılar.
Saçlarından, ağaçları, çiçekleri ve bitkileri, derisinden çimenleri ve küçük çiçekleri yarattılar. Gözleri ise akarsuların, lagünlerin ve küçük mağaraların kaynağı, ağzı büyük nehir ve mağaralar, burnu ise dağ ve vadilerin tepesi olmuştu.

Efsane, canavarın geceleri ağladığını, kana susadığını ve insanların kalplerini duyabileceğini söylüyor. Onun ihtiyaçlarının, kurbanlar ve Tlaltecuhtli'yi sakinleştiren et ve kan teklifleri olduğu ve bunlar ile sakinleştirildiği ve buna karşın insanların hayatına devam etmesi için gerekli meyveleri vererek, halkına yardım ettiği söyleniyor.

HRİSTİYANLARIN ZULMÜ "CADILIK" | 2

Yazan: A.Kara
Birincisini sizinle paylaştığım "Hristiyanların Zulmü | Cadılık" yazısının ikinci ve sonuncusuyla konuya burada devam edip noktalayacağım. Bu yazının ilk bölümünü okumak için "tıklayabilirsiniz".

Anti-Semitik bir toplumda "hayali cadıların" Yahudi terminolojisine adapte edilmesi doğaldı. 12. yüzyılda onların toplanma yerleri Sinagog olarak anılmıştır. Daha sonra Sabbats olarak adlandırılacaklar ve böylece Yahudi kutsal günü ile şeytanın kutsal günü aynı sayılacaktı. Yine feodal bir toplumda şeytan'ın feodal uygulamaları benimsemesi doğaldır ve şüphesiz şeytan yalnızca taraftarları tarafından yazılı bir sözleşme yapmakla kalmayıp aynı zamanda yeni bir feodal efendiden, herhangi bir köle gibi, ona saygı duymalarını şart koşuyordu.

Vaftizden önce ölmüş olan bebekler cehenneme mahkum edildiğinden, yeni doğan bebeklerin ölümlerinden şeytana pay çıkarılıyordu. Ölü bebek doğurtan ebeler bu nedenle şüpheliydiler. Malleus Maleficarum'un" da verilen kanıtlara göre "Katolik inancını ebelerden daha fazla kimse rahatsız edemez" deniyordu. Asla bebeğini kaybetmemiş nadir bir ebe vardı ve bedelini şeytanla ilişkilendirilerek ölümle ödeyen ebeler de olmuştu. Köln'deki ebeler 1627-1630 yılları arasında neredeyse tamamen yok edildiler.

[The Nightmare, Henry Fuseli'nin 1781-1925 yıllarındaki bir yağlıboya tablosu.
Teologlara göre, iblisler uyuyan erkekleri baştan çıkarmak ve spermlerini almak için kadın formunu, uyuyan kadınları baştan çıkarmak için ise erkek formunu benimseyecekler ve kadınları kötü huylu meni ile dölleyeceklerdi. Kadın formundaki şeytana "succubus" erkek formundakine ise "incubus" deniyordu. De Civitate Dei'deki Aziz Augustine ("Tanrı'nın Şehri"), cadılıkla suçlananların inkar etmeleri için çok fazla saldırı ve baskı olduğunu doğruladı. Aziz Thomas Aquinas'da Inquisitors'ın el kitabı Malleus Maleficarum'un yaptığı gibi onların varlığını doğruladı.
Bu iblisler de, uyuyan kurbanlarının göğsünde oturup, kabuslara neden oldular.]
A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Kilisenin Şeytanın hizmetkârlarına olan inancında sınır yoktu. 1550'de bir kadın, Basel'de "canlı bir kadın gnome (mitolojik bir cüce-yaratık)" bulundurduğu için cadı olarak yakılmak üzere cezalandırıldı. 1583'te Viyana'da 16 yaşındaki bir kız mide krampları geçirdi. Sekiz hafta süren bir Cizvitler ekibi, vücudundan 12.652 şeytan çıkarmayı başardı. Anneannesinin bu iblisleri, sinek kılığında cam kavanozlarda tuttuğunu keşfettiler. Büyükanne işkence altında itiraf etti. Evet, o bir cadıydı ve şeytanla seks yapmış olmalıydı. Büyükanneyi suç altına iterken, Cizvitler iyi niyetle yapılmış bir diğer tanrısal iş için kendilerini tebrik etmiş olmalılar. 1586'da Trèves Başpiskoposu kışları uzatan büyü yaptıkları sebebiyle 118 kadın ve iki erkeği diri diri yaktı. 90 yaşındaki kadınlar, 6 yaşındaki genç kızlar, hepsi şeytanın ajanlarıydı ve hepsi ölüm ve laneti hak ediyordu.

Protestanlar ve Katolikler, Şeytanın hem erkek hem de kadınları baştan çıkartmak için insan biçimini benimsediğine ikna oldular. Luther'in söylediği gibi:

"Şeytan, bizi aldatmak istediğinde, insan biçimini tamamen varsayabilir, kadın gibi görünen gerçek et ve kanla yatabiliriz ve yine de şeytan bir kadın şeklini alabilir. 'Kadınlar da bir erkeğin yanında yattığını düşünebilirler, ancak o yalnızca Şeytandır; ve ... bu birleşmenin sonucunda çoğu zaman karanlık, yarım ölümlü, yarım şeytansı bir imp (mitolojik bir şeytani varlık) dünyaya gelir."

Uzun süren papa intikali cadıların varlığını ve cinsel eğilimlerini doğruladı. Teorik olarak, en azından tövbe etmeyen ve pişman olmamış kafirler yakılmıştı. Ancak 15. yüzyıldan itibaren, bu imtiyaz, cadılık ile suçlanan sanıklar tarafından reddedildi. Çok ağır zararlara rağmen, kiliseciler sık sık iddialarını desteklemek için kanıt üretmeyi gerekli gördüler. Örneğin Laudun (1630) ve Louviers (1647) gibi yapımlarda yer almışlardır. Fransa'da önde gelen bir Hıristiyan filozof Jean Bodin, 6. yüzyılın sonlarında cadıların varlığını doğrulayan etkili bir çalışma yayınladı. Ağırlıklı olarak, büyücünülerin varlığını inkar edenlerin cadıların kendileri olması gerektiği inancına eğildi. Hiçbir ceza sert ve yeterli olamazdı. Onları yavaş yavaş yakmak bile yetersiz bir cezaydı. Yazdıklarıyla cadıları mahkum etmeyen yargıçların kendilerini ölüme mahkum ettiklerini söylüyordu.

A, Cadı katliamları, din, Hristiyanların cadı avı, hristiyanlık, Hristiyanların kanlı tarihi, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2, Hristiyan tarihi, Hristiyanların katliamları,

Büyücülük suçlamasıyla insanları öldürenler sadece Katolik Hıristiyanlar değildi. Malleus Maleficarum Protestan yetkililerin yanı sıra Roma Katolikleri tarafından da kullanılıyor ve çok saygı duyuluyordu. Her yargıç ve hakim kurulunun otoritesine dayanan, yasalara uygun ve karşı koyulamaz bir yerdeydi. Protestanlar, Roma Katoliklerini cadı-bulucular olarak ele aldılar. Luther, kendini sapkınlıkla suçluyordu ve başlangıçta kafir yakmaya karşı çıksada yine de kimseye zarar vermemiş olsalar bile cadıların yakılması gerektiğini iddia ediyordu. Kendisinin Wittenburg'da yakılmış sözde 4 cadısı vardı. Calvin ayrıca cadıları öldürmenin keskin bir savunucusuydu, çünkü "Kutsal Kitap bize cadıların olduğunu ve öldürülmesi gerektiğini öğretiyor" diyordu.

Gerçekten de Kalvinizmin diğer bütün Protestan mezheplerini büyücülük yolundaki tutkularından daha üstün kılıyordu ve sözde cadılar, sistematik olarak, Kalvin'ciliğin geliştiği her yerde avlanıyordu. Kalvin'in kendisi de davalarda aktifti. Bizzat büyücülere karşı bilgiler verdi ve 1545'te veba yaymakla suçlanan insanlara karşı eylemler başlatıldı. Bazı erkekler, etlerini kementlerle parçalamaya, kadınlar ise kazıkta yakılmadan önce sağ ellerinin kesilmesine mahkum edildi. Kalvinistler, 1689-93' yılları arasında Püritan mezhebi üyesi Amerikan kolonilerine cadı avı ihraç ederek ünlü Salem olayına zemin hazırladılar.

Ann Hibbins, 19 Haziran 1656'da Boston Massachusetts'de büyücülük suçlamasıyla idam edilmiştir. Daha sonra Nathaniel Hawthorne'in Scarlet Letter adlı romanında kurgu haline getirildi.

Avrupa kıtasında cadıların yakılması 18. yüzyıla kadar devam etti. 1749'da Würzburg'da bir rahibe şüphe uyandırdı. Diğer rahibeler, onun bir domuz şeklini benimsediğini ve manastır duvarlarına tırmandığını gördüklerini anlattılar. Rahibelerin ifadesine göre bu formdayken manastırın en iyi şarabını içmişti. Bir tavşan biçiminde manastırın ineklerinin sütlerini çekerek kuruttuğu ve bir kedi şeklinde manastırın etrafında dolaşarak kız kardeşlerini korkuttuğu söylenir. Bu suçlamalar sonrası merkezdeki pazar alanında canlı canlı yakıldı.

[Giles Cory, Salem Cadısı Duruşmaları sırasında büyücülük suçlamalarına karşı çıktı (bu yüzden yargılanamayacak ve sonuç olarak mülkünü elinde tutamayacaktı). Kendini müdafa ederken öldürülerek mülküne el kondu.
 Massachusetts, Peabody Kristal Gölü üzerinde Giles Cory Marker'ın mezarı.]

Çeşitli nedenlerden ötürü işkence kullanımı belirli alanlarda kısıtlanmıştı ve bu bölgelerde cadı terörü hiçbir zaman işkencenin serbestçe uygulandığı alanların yüksekliğine yaklaşmadı. Örnekler Jura, İspanya ve İngiltere'dir. Jura'da yetkililer, işkencenin kullanımını kısıtladılar, çocukların suçlamalarını pek dikkate almadılar ve suçlamaların alenen yapılması gerektiği şartını yürülüğe soktular. İspanya'da Engizisyon, kafir ve mürtedlere yoğunlaşmış ve cadı avcılığını cesaretlendirmiştir. İngiltere'de, büyücülük, dini bir topluluktan ziyade bir sivil suç olarak görülüyordu. Bu nedenle, hüküm giymiş olan cadılar, kıtada ve İskoçya'da olduğu gibi yakılmak yerine asıldılar. Bu nedenle de, İngiltere'de Kilise'nin sınırsız güç kullandığı Avrupa kıtasından çok daha az insan hayatını kaybetti. Alman piskoposları, Von Spee'in açıklanmasından sonra işkenceyi bu kadar liberal bir şekilde uygulamaya son verdiğinde, cadılıklar suçlamalarının oranı mucizevi bir şekilde düştü ve sona erdi.

A, Cadı katliamları, Cadı suçlamasıyla insanların yakılması, din, Hristiyanların cadı suçlaması, hristiyanlık, Hristiyanlık dinine geçmeyenlere katliam, Hristiyanlık ve cadılık, Hristiyanların cadı zulmü 2,Hristiyan tarihi,Hristiyanların katliamları

İngiltere'de bile kovuşturmalar tek taraflıydı. Avrupa kıtasında olduğu gibi, sanıklara Şeytan ile eşlik edip etmedikleri değil şeytana nasıl eşlik ettikleri gibi sorular sormuşlardı. Tek umut, laik hakimin, suçlayıcıları hileli gibi gösterebilen, eğitimli bir rasyonalist olmasıydı. Cadılar için yapılan standart test eski sıkıntıyı suya indirgiyordu ve bu şu an "yüzmek" olarak adlandırdığımız şeydi. Bu uygulama İskoçyalı VI James tarafından 1597'de yayınlanan büyücülük konulu Demonologie adlı kitapta savunuluyordu. Vaftiz aracı olan suyun vaftizden vazgeçmiş olanları reddetmesi teoriydi yani onların tanrıyı reddettiği gibi su da onları reddedecekti. Yüzme terimi biraz yanıltıcı olabilir, çünkü o zamanlar neredeyse hiçkimse yüzme bilmiyordu ve her durumda kurbanların sağ başparmakları sol ayaklarına, sol başparmaklarını da sağ ayağa bağladılar. Sonra suya attılar. Yüzdükleri takdirde, Tanrı adına su tarafından reddedildiklerine ve bunun suçlu olduklarının kanıtı olduğuna inanıyorlardı. Eğer batarlarsa bu masum oldukları anlamına geliyordu ancak masumiyetleri çoğu kez boğuluncaya kadar anlaşılmazdı. Başka bir yöntem ise sanıkları devasa bir incil ağırlığına karşı tartmaktı. Ağır basan insanlar masum, hafif kalanlar ise suçlu bulunuyordu.

VI James'in 1604'te İngiliz tahtına gelmesinden kısa bir süre sonra (İngiltere James I), mevcut İngiliz Cadılık Yasası gözden geçirilmiştir. On iki piskopos, Tasarı'nın Lordlar Kamarası'ndaki ikinci okumasında atıfta bulunduğu Komite'de oturdu. Aynı yıl, piskoposların yardımlarıyla, eski İngiliz yasası değiştirilerek, şeytanla anlaşma ve şeytan ibadeti gibi yeni kıtasal temalar getirildi ve yeni yasa oluşturuldu.

Daha önceki Elizabeth yönetmeliği uyarınca bir cadı ölüm cezasına çarptırılmakla suçlanıyor olmalıydı, şimdi ise bir küçük şeytan (imp) ile birlikte yaşamakla suçlanan herkes ölüm cezasına çarptırılmıştı. İmp'ler genellikle sıradan hayvanların biçimi aldılar. Birinin cadı olduğunu tespit etmenin yaygın bir yolu, o kişiyi odadan çıkarmaktı. Odada bulunan herhangi bir hayvan, evcil hayvan olan kediler ve hatta sineğe kadar her hayvan onları suçlu bulmaya yetiyordu. Oda da bulunan sinek gibi hayvanların cadıları tanıdıkları için onlardan kan emmeye geldiği söylenirdi, yani cadı bir nevii sinek kılığına girmiş şeytanı kanıyla besliyordu. Daha önceki zamanlarda, insanlar bir karşı büyü ile (örneğin şüpheli cadıyı kazımak ve kanıyla çizmek) bu büyüyü kırmayı başarmışlardı. Sonrasında ise kilise, bu tür tekniklerin şeytani büyüye de bağlı oldukları gerekçesiyle bunları onaylanmadı. Yani artık bir cadı büyüsünü bozmanın tek kabul edilebilir yolu onu öldürmekti. Yüzüne bir çizik almak yerine, artık asılmak için boyun etrafında bir ilmik alıyorlardı.


1604 kanunun altında 70.000 kadar insanın ölümüne neden olundğunu tahmin ediliyor. James'in saltanatında yayınlanan İncil'in yeni çevirisi olan "Yetkili Versiyon" (Kral James İncil'i olarak da bilinir), cadıyı daha önceki versiyonlardan daha sık kullandı ve onları öldürmek için Kutsal Kitap'a yetki verdi. 1612'de, James'in İncil'inin yeni versiyonunun yayınlanmasından bir yıl sonra, Lancashire'daki Pendle'de sekiz kişi cadı suçlamasıyla asıldı. Onların gerçek suçları ise fakir olmak ve pek tanınmamaktı. Bunların içinde zeka geriliği olan bir genç ve 80 yaşında bir kadın da vardı.

Çoğu sıradan insan büyü gerçeğinden şüphe ediyordu, ancak Kilisenin ve kontrol ettiği öğrenilen meslek grupları bunun bir gerçek olduğunu kabul ettiler. Robert Burton'un 1621'de kaydettiği gibi: "Pek çoğu cadıyı inkar eder, ya da eğer varsa, zarar veremezler, fakat muhalif olarak avukatları, ruhbanları, doktor ve filozoflar vardır".

Kral James, büyü gerçeğinden şüphelenmeye başladı. 1616'da 13 yaşındaki bir çocuğun kanıtı üzerine 9 kadın Leicestershire Yaz Oturumları tarafından büyücülükten suçlu bulundu. Bütün kadınlar idam edildi. Daha sonra kralın kendisi çocuğu inceledi ve kanıtlarının geçersiz olduğu sonucuna vardı. Dokuz kadını öldürmek için herhangi bir neden yoktu. Birkaç yıl sonra başka bir dava olan William Perry, Kral James'in şüpheciliğini arttırdı. 26 Temmuz 1621'de Staffordshire Assizes'de bir çocuk büyücülük suçlamaları yaptığını itiraf etti. Büyüleyici semptomları simüle etmek için bir Roma Katolik rahibesi tarafından eğitilmişti. Bu ayrı bir olay değildi; Kıtada olduğu gibi, bir grup Katolik rahibin, çocukların egzotik güçlerini sergilemesi ya da düşmanlarını suçlayacakları kanıtlar sunması ve bu türden belirtileri yapması için onları eğitmiş olduğu keşfedilmişti.

Kral James artık dedektife dönüşmüştü. Cadılık kurbanlarını test etmek için rasyonalist deneyler geliştirdi. Elde edilen kanıtlar ışığında, James şeytanların ve cadıların işlerini yalanlara ve sanrılara atfediyordu ve saltanatının ikinci bölümünde cadı avı reddedildi. Şimdi 2 aşırıcılık yanlısı grup var olacaktı: Bir kanattaki Püritenler, diğer tarafta Katolikler.

Püritenler yakın zamanda Cromwell'in Milletler Topluluğu altında iktidardaydılar ve cadı avı bir kez daha başlamıştı. İngiltere'de işkence yasadışıydı ancak bunun tamamen fiziksel olduğu düşünülüyordu. Cadı bulucular, fiziksel işkencelerin yanı sıra uyku yoksunluğunun da işe yaradığını keşfettiler. Yardımcı ekipler, sanığı birkaç gün ve gece boyunca sürekli olarak uyanık tuttular ve böylece kıtadaki işkenceciler kadar elverişli, detaylı, ve suçlamayı kabul ettiren bir yöntemleri oldu. Bu, İngiltere'nin cadı bulucu Generali olarak bilinen Matthew Hopkins gibi diğer kalvinistlerin de favori bir tekniği olmuştu ve sayısız gizemli ölümün sebebiydi. Diğer teknikler başarısız olduğunda, Hopkins gibi cadı avcıları, gerekli gördükleri kanıtları elde etmek için sahtekarlık yapmaya hazırlandılar. Örneğin, iğne ile geliştirdikleri bir işkence yöntemi sayesinde mahkumu izleyenler işkence yapıldığını bile anlayamıyorlardı. Bu işkenceler İngiltere nispeten kısıtlanmıştı, ancak 1716 yılında küçük bir kızı annesinin yanında, ruhlarını Şeytan'a sattığı ve komşularının kusmalarına sebep olduğu için cezalandırmışlardı.

Kral James'in 1604 Yasası, 1736'da yeni bir yasa ile değiştirildi ve bu, büyülü güçlere sahip olduklarını iddia edenlere yöneltildi. Ancak ana akım Hristiyan mezheplerinde büyücülük gerçekliğine olan inanç devam etti. 18. yüzyıldaki Metodistlerin kurucusu John Wesley, cadı avının keskin bir savunucusuydu. Roma Katolikleri bile bu konu tarafından utandırılmaya başlamışken o cadı avını desteklemek için yazılar yazdı. O büyücülüğün inkarının İncil'in inkarı olduğunu söylüyordu.

"..büyücülükten vazgeçmenin aslında İncil'den vazgeçmesi.."
(John Wesley, 1768 yılındaki gazeteden)

Eğer hiç cadı yoksa İncil'de hata vardı.. İncil'de hata varsa, Hristiyanların tamamı yanılıyordu. Bu nedenle çoğunluğa sahip olan rasyonalistlerle savaşmak gerekiyordu. Cadı inançları tarihi üzerine bir makam şöyle diyor:
"Metodist hareketin 18. yüzyılın ikinci bölümünde cadılara karşı şiddetin artırması ve cadılara olan inancın sonraki yüzyıllarda bile yaşatılmasına yardım ettiği muhtemeldir" John Wesley

Genel olarak, büyücülük kovuşturmaları, kilisenin nüfuzunun en zayıf olduğu alanlarda daha erken kurumuştur. Son resmi idamlar Hollanda'da 1610'da, Amerika'da 1692'de ve İskoçya'da 1727'de gerçekleşti. Fransa'da en son infaz 1745'de gerçekleşti ve bir dizi ihanet ortaya çıktıktan sonra kovuşturma tamamen sona erdi. Son resmi idamlar 1775'te Almanya'da, 1782'de İsviçre'de ve 1793'te Polonya'da gerçekleşti. Görünüşe göre, İtalya ve İspanya gibi kilise kontrolü altındaki bölgelerin ne zaman durdukları bilinmiyordu ancak 19. yüzyıldan önce durmadıkları kesindi.

İngiltere'deki son resmi infazlar 1716'da gerçekleşti. Yargı zaten şüpheciydi. Davalar kanunlara göre yapıldı, ancak bazı hakimler büyü ile ilgili kovuşturmalara alışkın değillerdi. 1712'deki duruşmasında Jane Wenham, havada uçmakla suçlandığında, Justice Powell "uçmaya karşı herhangi bir yasanın olmadığını" belirtti. Cadılık, eğitimli çevrelerde ciddiye alınmaktaydı ve jüri, Jane Wenham'ı mahküm edip onu idam cezasına çarptırmış olsa bile, yargıç, cezanın kaldırılmasında başarılı oldu. İngiltere'de son cadılık duruşması 1717'de gerçekleşti.

Çoğu ülkede 18. yüzyılda cadı duruşmaları durmuş olmasına rağmen hala inanmaya devam edenler İngiltere ve Avrupa'nın geri kalanında olduğu gibi, 19. yüzyılda uzaktaki bölgelerde cadıları öldürmeye devam ettiler. Daha erken zamanlarda cadı korkusundan nispeten uzaklaşmış olan Galler, Metodizmin oraya ulaşmasından sonra cadı inanışlarının son kalelerinden biri haline geldi. Cadı inanışının bir başka kalesi, Metodizmin de popüler olduğu Güneybatı yarımadası (Cornwall, Devon ve Somerset) idi. İngiltere'deki yasal kayıtlar 19. yüzyılda boğulmuş cadıların popülerliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Times böyle bir davayı 24 Eylül 1863'de bildirmişti.

Birçok Hristiyan hâlâ cadılara ve büyüye inanmakta ve kontrol altında tutulması gerektiğini düşünmektedir. Kiliseler şeytanın ordusuna karşı savaşmaya devam etmek için hâlâ cinci hocalar tutuyorlar. Bazıları, cadıların doğru bir şekilde ele alındığını düşündükleri eski zamanlara ilgiyle bakıyorlar. 1612'de Pendle'de sekiz insan cadı olarak asılmıştı fakat 1980'lerde birçok mezhep temsilcisi bu olaydan dolayı pişmanlık duymaktan çok uzak kalmaya karar verdiler. Ne olursa olsun kendilerini şeytanın ajanlarından korumak zorundaydılar. Karanlığın kuvvetlerini kontrol altında tutmaya yardım etmesi için Pendle Tepesi'nde büyük bir haç kurmayı planladılar ancak Ribble Vadisi Belediyesi tarafından reddedildiler.

Cadı avcılığının yankıları 20. yüzyıla kadar devam etti. İngiltere'de 1944 yılında Helen Duncan isimli bir kadın 1736 yasası uyarınca büyücülükle suçlandı ve hapsedildi. 1736 Yasası, İngiltere'de 1951'de yürürlükten kaldırıldı ve 1963'ün sonlarına doğru cadılık yasalarının yeniden kullanılmasını talep etmelerine rağmen Sahtekarlık Yasası'nın yerini aldı. Diğer ülkelerde cadılık yasası hala yürürlükteydi. 1986'da Güney Afrika'daki bir Fransız kadın, iki polisi de kurbağaya çevirmekle tehdit ettiği gerekçesiyle suçlandı. Cadıların resmi olmayan şekilde öldürülmesi Avrupa'da son zamanlara kadar devam etti. Almanya'da cadı olmasından şüphelenilen fakir, yaşlı ve hiç evlenmemiş bir kadın 1976'da adam öldürmeye teşebbüsle tutuklandı.

Büyü günümüzde geleneksel Hristiyanlar haricinde şaka gibi bir şey. Cadılık ile ilgili Hristiyan öğretileri nedeniyle kaç kişi hayatlarını kaybetti tam olarak bilinmiyor. Kilise kayıtları esrarengiz bir şekilde "kayboldu". Bu nedenle özellikle dini ülkelerde son cadı infazının ne zaman gerçekleştiğini söylemek imkansız. Hayatta kalan insanların kayıtlarından, yüzlerce kişinin tek bir günde tek bir kasabada öldürüldüğü açık. Tüm Avrupa'yı ele geçirmiş olan bu cadılık olayları için 2 milyon kurban tahmini hiç gerçekçi değildir.

Konuyla ilgili olarak "Hristiyanların & Kiliselerin Cadı Avı Tarihi" adlı yazıya göz atabilirsiniz.

EN BÜYÜK PİRAMİDİ KURAN DEV : XELHUA

Yazan: Anu
mitoloji, Aztek mitolojisi, En büyük piramit, Xelhua, Piramit inşa eden dev, Piramitleri dev mi inşa etti?, Piramitler nasıl oldu?, Piramitleri kim yaptı?, Aztek mitolojisinde dev, Aztek piramitleri, A,
TEOTIHUACAN'I VE YERYÜZÜNDEKİ EN BÜYÜK PİRAMİDİ İNŞA EDEN DEV: XELHUA

Eski Aztek Mitolojisine bir bakarsak, devlerin Dünya'yı yönettiği bir zamanın inanılmaz öykülerinden ve büyüleyici açıklamalarından oluşan bir hazine bulacağız.

Aztek Mitolojisi, dünyadaki diğer birçok mitolojide olduğu gibi binlerce yıl önce devlerin dünyayı nasıl yönettiğinden bahseder.

Aztek efsaneleri, diğer pek çok şeyin yanı sıra, Kaba Piramidi ve Tanrılar'ın şehri Teotihuacan'ın sıradan insanlar tarafından değil, bir dev tarafından nasıl inşa edildiğini açıklıyor.

Bu dev, büyük tufan döneminde yaşamış olan Xelhua olarak adlandırıldı.

Antik Aztek Mitolojisine göre, Cholula'nın antik kompleksi, özellikle de Yeryüzü Tepesi (Tlachihualtépetl) Piramidi'nin yapımı Xelhua'ya atfedilmiştir.

Mitolojiye göre, antik çağda, yeryüzünde devler yaşamaktadır, ancak büyük bir selden sonra, kalan tüm devler ölmüştür fakat hayatta kalan Xelhua, bugün en çok bildiğimiz şeylerden olan Cholula'yı yani dünyada bilinen en büyük piramidi inşa etti.


Xelhua çok yüksek bir yapı inşa etmek istemiş ve böylece gökyüzüne ulaşmıştı. İnsan yerleştirmesi ve verimli kılması için dua etti. Ama tüm tanrıların babası, yaratıcısı ve bereket tanrısı Tonacatecutli bunu bir suç olarak gördü ve cennetten, birçok inşaatçıyı öldüren bir taş fırlatarak inşaatın durmasına neden oldu.

Antik Aztek Mitolojisi bize şunu söyler; “Dünyanın kurulmasından 4,800 yıl sonra meydana gelen büyük su baskını öncesinde, Anahuac ülkesi, her biri ya su altında kalmış ya da balıklara dönüşen devler tarafından iskan edilmiş, yedisi mağaralara kaçmıştı. Sular dindiğinde, Xelhua denilen devlerden 'Mimar' lakaplı biri kendisinin ve altı kardeşinin bir sığınağı için hizmet veren Tlaloc'un bir anıtı olarak, içinde piramit şeklinde yapay bir tepe inşa ettiği Cholula'ya gitti. Cecotl'un Sierra'sının eteklerinde Tlalmanalco eyaletinde tuğlalar yapılmasını emretti ve onları Cholula'ya götürmeleri için onları elden ele taşıyacak adamlar yerleştirdi. Tanrılar bulutlara ulaşmakta olan bir yapıyı görünce öfkelendiler. Xelhua'nın cesur girişimlerini engellemeye kalktılar, piramide ateşler attılar. İşçilerin sayısı mahvolmuştu. Çalışma durduruldu ve anıt daha sonra "Quetzalcoatl"a adandı."

Xelhua, Aztek kültürüne göre yedi devlerden biriydi ve metinlere göre, sadece Cholula'nın büyük piramidini değil, Orta Amerika'daki en gizemli antik şehirlerden biri olan Teotihuacan'ı inşa eden de oydu.

Bugün, Cholula'nın Büyük Piramidi fetheticiler tarafından inşa edilmiş bir Katolik kilisesi tarafından kurulan yapılar ile bilmeden de olsa daha da büyümüştür.

Cholula'nın Büyük Piramitlerinin, gökyüzünden düştüğü söylenen alevli meteorların bir kalıntısı olarak göktaşı parçalarını sakladığı ve onları kutsal bir yere koyduğu söylenir.

Günümüzde hala bilinmeyen bir şey varsa o da piramitlerin antik dönem insanlarınca nasıl yapıldığıdır çünkü dönem insanının kendi başına bunları yapabilmesi, bir tanesi 50 tonu bulan taş parçalarını kaldırıp dev bir yapıt inşa etmesi imkansızdır. Bazen mitler, bazen ise antik dönem insanlarının geride bıraktığı metinler, bu kafalardaki soru işaretlerini şekillendirmeye devam edecektir.

YUNAN VE TÜRK MİTOLOJİSİ

Yazan: Anu
mitoloji, yunan mitolojisi, Türk mitolojisi, Yunan ve Türk mitolojisi, Eski Türk tanrıları, Yunan tanrılarının özellikleri, Yima, Tura'nın torunları, Türklerin babası, A, Mitolojide ejderha,
Mitoloji; Bir efsaneye, derin bir sembolik anlamı olan geleneğe veya efsanelere dayanan bir öyküdür.
Bir efsane, gerçek bir olayı kaydetmekten ziyade, onu anlatan ve duyanlara "doğruyu taşır".
Bazı efsaneler gerçek olayların birer delili olabilse de, sembolik bir anlama dönüşerek zaman veya mekanda kaymışlardı.
Mitler genellikle evrensel ve yerel başlangıçları açıklamak ve doğaüstü varlıkları içermek için kullanılır. Bu hikâyelerin anlamının, geliştirdikleri kültüre olan büyük gücü, bazen binlerce yıl boyunca yaşadıkları sürece hayatta kalmaları için önemli bir nedendir.
Kahramanlar Tanrılar, doğal fenomeni açıklamak için yaratıldı (örneğin, eski Yunanlılar, gök gürültüsü gerçekleştiğinde Zeus'un şimşek veya yıldırım fırlattığına inanıyordu). Yunan mitolojisine inanan insanlar ayinleri yerine getirmişlerdi (örneğin, insanlar Poseidon'a bir tür hediye ya da adak bırakacakları zaman denizdeki yolculuklarının güvenli geçeceğine inanırlardı).

YUNAN MİTOLOJİSİ

Yunan Mitolojisi Aile Ağacı: Cronus, Rhea, Hades, Poseidon, Zeus, Hera, Demeter, Hestia, Dionysos, Apollo, Hephaestus, Hermes, Ares, Artemis, Athena.

Yunan mitolojisine göre, zamanımızdan çok önce, tanrılar dünyaya hükmettiler. On iki Olimposlu vardı ... ve sonra Hades vardı. Bu tanrılar ve tanrıçalar fanilerin hayatlarının çeşitli yönlerini izlediler ve kontrol ettiler. Ölümsüzlerdi ve her birinin kendi uzmanlık alanları vardı. Mitler tanrısallığı odağa getirir ve insan varoluşunun doğasına değinir. Yunan mitolojisi, antik Yunanlıların inançlarını ve ayin gözlemlerini kapsamaktadır. Esas olarak mitler olarak adlandırılanlar, çeşitli tanrılar, olaylar ve doğa hakkında çeşitli öykü ve efsanelerden oluşan bir vücuttan oluşur. Yunan halkının dünyayı açıklama girişimi Yunan tanrıları ve tanrıçalarını yarattı. Yunan mitolojisinin önemi iki yönlüdür. Günümüz eğlencesinin ve eski bir kültürün keşfinin bir aracı olarak hareket eder, ancak uzak geçmişte Yunan aristokrasisine meşruiyet ve otorite sağlamıştır.
Antik Yunan çok tanrılı inanç sistemi, tanrılar ve tanrıçaların pasif insan tezahürleri üzerinde daha çok yoğunlaşmıştı. Yer kürenin üç farklı alanı olan dünya, deniz ve gökyüzüne dağıtılmış 12 ana tanrı vardı. Aralarında kadın tanrıçalar da olduğundan, Yunanistan'daki kadınlar diğer medeniyetlere göre daha fazla ayine sahipti. Büyük Üç, Yunan Mitolojisinde ölümsüz dünyada Üç Kardeşleri veya ana güç sahiplerini tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Büyük Üç, Cronus ve Rhea oğulları olan Zeus, Poseidon ve Hades'dir.
  1. Zeus: Tanrıların kralı ve gökyüzünün efendisi.
  2. Poseidon: Deniz tanrısı ve atların yaratıcısı.
  3. Hades: Yeraltı dünyasının ve yeraltında bulunan zenginliklerin tanrısıdır.


TÜRK MİTOLOJİSİ

"Anadolu mitolojisi" farklı kültür ve tarihlerden zengin bir karışımdır. Tarih öncesi ve tarihi çağlarda Anadolu'da her zaman birçok medeniyet var olmuştur.

Göçler, savaşlar ve ticari işlemlerle Anadolu, diğer medeniyetlerden etkilenmiş ve etkilemiştir. 12 büyük tanrının çoğu Anadolu kökenlidir. Zeus, mitolojinin en tanınmış tanrılarındandır.

Bir inanışa göre Türk halkı, dünya'yı yok eden bir felaketten tek kurtulan Yima'nın torunu olan "Tura" nın torunlarıdır. Sembollerden olan Kurt onuru sembolize eder ve aynı zamanda çoğu Türk halkının babası olarak kabul edilir. Asena (Ashina Tuwu), Göktürkler'in ilk Hanı olan Bumen'in kurt annesidir. At, Türk mitolojisinin de ana figürlerinden biridir. Atları basit nakil olarak gören Avrupalıların aksine, Türkler atı insanın bir uzantısı olarak görürler.

Koç (erkek koyun), zenginlik ve zarafetin bir simgesidir. Müslüman bayram Eid ul-Adha döneminde koç, Müslüman olan Türkler arasında Tanrı'ya kurban edilen canlılar arasında çok popülerdi (eski bir pagan geleneği olan İslam'ın etkileri).

Bir Yılan ya da Kertenkele olarak da ifade edilen Ejderha ise gücün simgesidir. Özellikle dağlık Orta Asya'da, ejderhaların hala Tien-Shang ve Altay dağlarında yaşadığına inanılmaktadır. Ejderhaların kendilerine de Tanrı olarak tapınmalarına rağmen ejderhalar antik Türk geleneğinde Tengri'yi (Tanrı) sembolize ederler.
Ülgen bir av tanrısıdır. O, Türklerin tanrı ve tanrıçalarının babasıdır. Karahan, Ülgen'in babasıdır. Uzaktaki yerlere gitmesine yardım etmek için siyah beyaz kanatlı bir ata biner. Umay Ana, çocukların ve hayvanların tanrıçasıdır. Altın kanatları vardır ve siyah bir ata binmektedir. Kızagan, Ülgen'in oğludur. O savaş tanrısıdır ve kan almaya adeta bayılır! Mergen ise Ülgen'in oğludur ve kardeşi Kızagan'ın aksine şiddetli bir tanrı değildir.

İNCİL, HANOK VE HZ. İLYAS, UÇAN MAKİNELER

Yazan: A.Kara
hristiyanlık, Açıklanamayanlar, din, Kutsal kitapta uzaylılar, İncil'de Hz.İlyas'ın kaçırılması, Hz İlyas kaçırıldı mı?, İncil UFO ziyaretlerini mi anlatıyor?, İncil'de uzaylılar, İncil'de dünya dışı yaşam, A,

İNCİL İDRİS'İN (ENOCH/HANOK) VE İLYAS PEYGAMBERİN CENNETE GİDİŞİNDE UÇAN MAKİNELERDEN Mİ BAHSEDİYOR?

Binlerce yıl önce yazılmış metinleri okurken ve onları uçan savaş arabaları, ateş, duman ve gizemli varlıklardan söz ederken bulunca, eski insanların dış dünya ile ilgili bir şeyler yaşayıp yaşamadıklarını bilmek zor oluyor ve insanı düşünmeye itiyor.

Bizler gibi İncil'in insan ürünü olduğuna ve yabancı ziyaretçilere dair kanıtlar olduğuna ikna olan yazarlar, tarihin kısmen aktarıldığını ve eski metinlerin önemli kısımlarının tamamen atlandığını ileri sürerler.

Bu yazıda, hayatları boyunca dünya dışı varlıklar ile temasa geçmiş görünen üç önemli İncil karakterine bir göz atacağız.

Dinsel metinlere bakıldığında bunlardan ikisinin cennete gittikleri ve asla Dünya'ya geri dönmedikleri yazmaktadır.

Üçüncüsü olan Hezekiel'in ise, dünya'ya binlerce yıl önce gelen 'uzay gemilerinin' varlığına inandığı ve olaya şahit olduğu görülür:

"4) Baktım, kuzeyden gelen bir fırtına gördüm. Parıldayan şimşek ve muazzam bir ışıkla çevrili muazzam bir bulut (daha önce rönesans döneminde çizilmiş dünya dışı yaşam formlarını işaret eden tablolarla ilgili araştırma paylaşmıştım, anlatım o çizimlerdekilere de uyuyor gibi görünüyor. İncelemek ve okumak için tıklayınız). Ateşin merkezi parlayan metal gibi görünüyordu,
5) ve bu ateş dört yaşayan yaratık gibi görünüyordu. Görünüşte onların formu insandı…"

DÜNYA DIŞI ZİYARETÇİLER? KAÇIRILMA?

Piskopos Hanok yani İdris'in (Yaratılış: 5,18: 24) ve İlyas peygamberin (Krallar: 2 2:13) göklere çekildiği söylenir.
İlyas peygamberin “ateş arabası” tarafından kaçırıldığına dair yazılı kanıtlar buluyoruz.

Bu inanılmaz tarihsel açıklamaları okuduğumuzda, çok az cevapla ve sayısız soruyla karşılaşıyoruz.

Hanok ve İlyas nereye gitti? Neden gizemli bir şekilde ve iz bırakmadan ortadan kayboldular? Hezekiel tam olarak ne gördü ve neyi tarif etti?

İncil, antik zamanlardaki dünya dışı yaşam formlarının teması'nın varlığına kanıt olan onlarca delile bir yenisi olarak eklenebilir mi?

Hanok'a ve Yaratılış 5: 18: 24'te bahsedilen gizemli kayboluşa bir bakalım.
Tıpkı Tevrat ve Kur'an gibi insan ürünü olan ve dönem insanlarının duyduğu efsaneleri, gezip görürken, ticaret yaparken diğer kültürlerden öğrendiklerini, gördüğü bazı olayları yazdıklarına inandığım İncil’e geri dönelim ve neler yazdığına bakalım.

TANRI HANOK'U (ENOCH) YANINA ALIR
[Yaratılış 5:18-24]
  • 18) Jared (Yered) 162 yaşındayken, Hanok'un babası oldu.
  • 19) ve Enoch'un babası olduktan sonra, Jared 800 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 20) Böylece Jared toplam 962 yıl yaşadı ve sonra öldü.
  • 21) Enoch 65 yaşına geldiğinde, Methuselah'ın babası oldu.
  • 22) Methuselah'ın babası olduktan sonra, Hanok, Tanrı ile 300 yıl yaşadı ve başka oğulları ve kızları vardı.
  • 23) Hanok toplamda 365 yıl yaşadı.
  • 24) Hanok, Tanrı yolunda sadakatle yürüdü ve sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu yanına almıştı (uzağa).
Yaratılış 5: 24, Tanrı'nın Hanok'u aldığından açıkça bahsedildiği için çok önemlidir. Hanok'un öldüğünden bahsetmez. Bir şekilde kaçırıldığını söylüyor gibidir.

Bu aslında önemlidir çünkü Adem'in 930 yıl yaşamış olduğunu ve öldüğünü Yaratılış 5:3-23'te görebiliyoruz. Adem’in oğlu Seth ise 912 yıl yaşıyor ve ölüyor. Seth'in oğlu olan Enoş'un (Enoch-Hanok yani İdris ile karıştırmayın) 905 yıl yaşadığı ve öldüğü sanılıyor. İdris'e gelene kadar, (Yaratılış 5:24) Adem’in soyundan gelenlerin son derece uzun ömürlü yaşamlarının ardından öldüğü anlatılır. Ancak Yaratılış 5:3-23'e bakıldığında İdris'in (Hanok) ölümünden bahsetmediği Tanrı tarafından alındığı söylenir: “Hanok, Tanrı'ya sadakatle yürüdü; sonra ortadan kayboldu, çünkü Tanrı onu uzağa almıştı."

Eğer 2 Krallar 2:13'e bakarsak, başka bir inanılmaz hikaye bulabiliriz.
Yine geçmişte yazılanları görmek için İncil'e geri dönüyoruz.

İLYAS CENNETE ALINIR
[2 Krallar Bölüm 2:2:13]
  • RAB İlyas'ı kasırgayla göklere çıkarmadan önce, İlyas ile Elişa Gilgal'dan ayrılıp yola çıkmışlardı.
  • İlyas Elişa'ya, “Lütfen sen burada kal, çünkü RAB beni Beyt-El'e gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece Beyt-El'e birlikte gittiler.
  • Beyt-El'deki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB bugün efendini senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın!” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Elişa, lütfen burada kal, çünkü RAB beni Eriha'ya gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece birlikte Eriha'ya gittiler.
  • Eriha'daki peygamber topluluğu Elişa'nın yanına geldi. “RAB efendini bugün senin başından alacak, biliyor musun?” diye ona sordular. Elişa, “Evet, biliyorum, konuşmayın” diye karşılık verdi.
  • Sonra İlyas, “Lütfen, burada kal, çünkü RAB beni Şeria Irmağı kıyısına gönderdi” dedi. Elişa, “Yaşayan RAB'bin adıyla başın üzerine ant içerim ki, senden ayrılmam” diye karşılık verdi. Böylece ikisi birlikte yollarına devam etti.
  • Elli peygamber de onları Şeria Irmağı'na kadar izledi. İlyas ile Elişa Şeria Irmağı'nın kıyısında durdular. Peygamberler de biraz ötede, onların karşısında durdu.
  • İlyas cüppesini dürüp sulara vurunca, sular ikiye ayrıldı. Elişa ile İlyas kuru toprağın üzerinden yürüyerek karşıya geçtiler.
  • Karşı yakaya geçtikten sonra İlyas Elişa'ya, “Söyle, yanından alınmadan önce senin için ne yapabilirim?” dedi. Elişa, “İzin ver, senin ruhundan iki pay miras alayım” diye karşılık verdi.
  • İlyas, “Zor bir şey istedin” dedi, “Eğer yanından alındığımı görürsen olur, yoksa olmaz.”
  • Onlar yürüyüp konuşurlarken, ansızın ateşten bir atlı araba göründü, onları birbirinden ayırdı. İlyas kasırgayla göklere alındı.
  • Olanları gören Elişa şöyle bağırdı: “Baba, baba, İsrail'in arabası ve atlıları!” İlyas'ı bir daha göremedi. Üstünü başını parçaladı.

Yukarıdaki bilgiler çeşitli şekillerde yorumlanabilir;
Antik astronotların dünya ziyareti açısından bakarsak, okuduklarımızın o dönem karşılaştıkları teknolojinin yanlış yorumlanmış olduğu açıktır. Binlerce yıl önce insanların anlayamadığı birçok şey Tanrılarına (Allah/Rab/YHW vb) atfedilmiş, Tanrı yaptı denmiştir.

Tabi daha gerçekçi nedenleri de olabilir. Örneğin bir kutsallaştırma ve tanrıya atıfta bulunma çabası gibi.

İncil açısından bakıldığında, dikkate alınması gereken önemli detaylar vardır:
İdris neden ortadan kayboldu? Neden dünyadan alındı? Ölmediyse, nereye gitti?

İncil akademisyenleri bu soruları cevaplayabilmek için tartışıyor ve "patriğin Adem'in torunları listesinde yedinci olduğunu" akılda tutmalıyız diyorlar. Yedi, İncil'de “mükemmellik” anlamına gelen sembolik bir figürdür. Yedi, tamlık ve mükemmelliğin (hem fiziksel hem de ruhsal) sayısıdır. Bu anlamının çoğunu doğrudan Tanrı’nın her şeyin yaratılmasıyla bağlantılı olmasından alır. Bazı Yahudi geleneklerine göre, Adem'in yaratılışı MÖ. 26 Eylül 3760'dır (ya da İbranice takviminde yedinci ay olan Tişri'nin ilk günü). "Yaratmak" kelimesi Tanrı'nın yaratıcı çalışmalarını tarif ederken 7 kez kullanılır (Tekvin 1: 1, 21, 27 üç kez; 2: 3; 2: 4). Bir haftada 7 gün var ve inanışa göre Tanrı’nın Şabat günü 7. gündür.

Adem'in soy ağacı listesini oluşturanların sembolizme son derece bağlı olan Kudüs'ün rahipleri olduğuna inanılıyor bu yüzden rakamlara ve numeroloji çalışmalarına büyük önem verdikleri düşünülür.

İnanışa göre 7. Patriğin kusursuz ve temiz biri olması gerekirdi çünkü Tanrı'nın yeryüzünde insanın kötülüğü ile kendisini kirletmeyeceği şekilde onu göklere aldığı inanışı vardır.

Peygamber İlyas'ın hikayesi daha farklıdır. Hikayenin bize anlattığına göre, İlyas ölümünün yaklaştığını anladığında Ürdün Nehri'nin kıyısında bulunan öğrencisi Elişa'nın (Elyesa) topluluğuna gitti.

Aniden ateşli atlarla birlikte gökten gelen bir araba Elişa'yı ve olaya şahit olanların şaşırmasına bile fırsat kalmadan İlyas'ı da aldı ve gökyüzünde kayboldu...

HİNDUİZM'DE PUTA TAPINMANIN TARİHİ

Yazan: Anu
A, hinduizm, Hinduizm ve Putperestlik, Hinduizm'de putlara tapınmak, putperestlik, Putlara ibadet tarihi, Put ibadetinin Vedik geleneği, Puta tapınmanın evrimi,
TANRI VE TANRIÇA İBADETİNİN VEDİK GELENEĞİ
Vedik insanlar imgeye veya putlara tapmadılar. Dualar, tezahüratlar, şarkılar, ayinler ve kurban törenleriyle tanrılara tapıyorlardı. Onları, yeryüzüne Doğa'nın kuvvetleri olarak tezahür eden ilahi varlıklar olarak tasavvur ettiler. Ancak, aynı zamanda onları, insan gibi davrandıkları ve aynı güçlü ve zayıf yönlere sahip olan belirli isimler ve formlarla tasarladıkları da doğrudur. Onlar muazzam güç ve otoriteye sahipken, aynı zamanda beslenmek için insanlara da bağımlıydı.

Puranalar (antik hindu metinleri), Tanrıların ve insanların birbirlerini desteklediklerini ve sıklıkla savaşlarda birlikte savaştıklarını ileri sürüyor. Tanrılar, onları düşmanlarına karşı zafer kazanmaya itip tapanlara yardım ederken (görüldüğü üzere bu inanç tüm dinlerde aynı), krallar genellikle cennete yükseldiler ve tanrıların iblislere karşı göksel savaşlar kazanmasına yardım ettiler. Tanrılar, ölümlü kadın ve erkeklere karşı şehvetliydiler.

Bu durum çoğunlukla lanetler, çatışmalar, mucizeler ve hatta hem tanrıların hem de insanların niteliklerine sahip olan ilahi çocukların doğumuyla sonuçlandı. Ayin olarak tanrılara ibadet etmenin yanı sıra, Vedik insanlar bazı belli kutsal semboller ve geometrik kalıplar ürettiler ve ayinlerde kullandılar. Böylece, tanrıların imgelerine ibadet etmemiş olmalarına rağmen, put ibadetinin tohumlarını geleneklerine gizliden ekmiş oldular.

PUTLARA İBADET TARİHİ
Tanrılar ve tanrıçaların imgelerine veya putlarına ibadet etme pratiği, kabile uygulamaları büyük ihtimalle Shaivizm, Vaishnavizm ve Shaktizm gibi Vedik gelenekleri olmayan eski Vedik dininin bir parçası haline gelmiştir. Hintli alt kıtada yaşayan eski insanlar ve ilk yerleşimciler monolitleri (tek parçalık anıtlar) kurdular ve büyülü güçlerine inandılar. Ölülerini gömdüler ve muhtemelen bir tür öbür dünyaya inanmışlardı. Atalarına ya da yaşça büyük ruhlarına tapmış olabilirlerdi.

İndus Vadisi halkı, tapınma ibadetiyle, imgelerde görgülerini onurlandırma geleneğine sahip gibiydi. Muhtemelen insanlara benzeyen hayvanlara, efsanevi yaratıklara, bitkilere, krallara ve tanrılara tapıyorlardı. Tarihçilere göre, doğurganlık tanrılarına ve tanrıçalarına ibadet etme pratiği, yıkanma ritüeli ve ibadetlerde taş sembollerin, ikonların ve imgelerin kullanılması muhtemelen İndus Vadisi kentsel topluluklarında yaygındı.

Vedik insanlar, tanrılarına ev sahipliği yapacak herhangi bir tapınak inşa etmediler. Onlar için tanrının ikamet yeri gökyüzünün kendisiydi. Ancak, Güney'deki birkaç topluluğun, krallarıyla (Koor) eşitlendikleri ve Koil veya Tanrı'nın tapınağı olarak adlandırdıkları tanrılarının şerefine tapınaklar inşa ettiğine dair bazı işaretler vardır. Tapınaklar orijinal ahşaptan yapılmıştır.

Tapınaklarda taş kullanmanın pratiği çok geç geldi. En erken tapınaklar muhtemelen, daha sonra Shiva veya Vişnu ile kendi yönleri veya tezahürleri olarak tanımlanan yerel tanrıların onuruna inşa edilmişti. Tanrılar için tapınaklar inşa etme geleneği muhtemelen Hindistan'ın çeşitli bölgelerinde bulunan antik mağara tapınaklarından ortaya çıkmıştır.

Puja töreni, ya da içsel ibadetler gibi görülen ve çiçek, tütsü, meyve, su, sandal macunu vb. ile ibadet edildiği iç ibadet töreniyle ilgili ritüeller ise geleneklerin Güney'deki kökeni gibi görünüyor. Pu, çiçek anlamına gelen Dravidian kelimesidir. Puja, ayinde yiyeceklerin sunulduğu orijinal bir Vedik kurban töreni olan Homa gibi çiçeklerin sunulmasıyla adanmış bir ibadettir.

Hindistan'ın uzak bölgelerindeki kırsal kesimler geleneksel olarak uzun zamandır putlara, heykellere, sembollere ya da köy tanrılarına (grama devatas), yılanlara, nehirlere, dağlara ve ağaçlara, onları rahatlatmak ve felaketlere karşı korunma aramak, hastalıklardan arınmak, iyi bir hasat ve nimetlerini aramak için ibadet ettiler. Tanrılar çoğunlukla barınaksız olarak açık bırakıldı ve belirli durumlarda tapıyorlardı. Bazen imgeler yerine, antik dönemin kalıntıları olan taş ya da tepelere tapınırlardı. Hindistan tanrılarının, yılanlarının ve ağaçlarının ibadeti hala birçok köyde devam ediyor.

Batı Hindistan'ın bazı bölgelerinde, dağlık bölgelerin yakınındaki insanlar olan Yunanlılar, Persler ya da Orta Asya Şaman geleneklerinden imaj ibadetlerini ele geçirmiş olabilirler.

Nedeni ne olursa olsun, Budizm popüler hale geldiğinde ve Mauryan İmparatorluğu sağlam bir şekilde kurulmuşken, Hint tarikatında put ibadeti evrensel bir pratikti. Chandragupta Maurya mahkemesinin Yunanistan Büyükelçisi Megasthanese, yaptığı çalışmalarında, Indica'da alay halinde imgeler taşıyan insanlardan söz etti. Hem Hinduizm hem de Budizm'de Tantra'nın ortaya çıkışı ve Shaivism ve Vaishnavism'deki Bhakti'nin popülaritesi, Vedik topluluklar arasında put ibadetinin artan kabulüne de katkıda bulunmuş olmalıdır.

HİNDUİZM'DE PUTA TAPINMANIN EVRİMİ
Put ibadeti Hinduizm için merkez oldu ve kraliyet himayesinde büyük ölçekli tapınak inşası geleneği Mauryan sonrası dönemde başladı ve Gupta Dönemi'nde yükselişe geçti. Sadece Hint Yarımadası'nda değil, aynı zamanda Malezya ve Tayland'a kadar yurt dışında da büyük tapınakların yapılması en az 1000 yıl boyunca devam etti.

Yüksek kalelerden sadece birkaç kişi Vedik törenlere ev sahipliği yapabilecekken, put ibadeti uygun, ucuz ve kolay bir alternatif sunuyordu. Ayrıca, doğrudan, pahalı rahip müdahalesine ihtiyaç duymadan, sıradan insanların tanrılarına doğrudan ibadet etmelerine yardımcı oluyordu. Bugün, put ibadeti Hinduizm'de en seçkin ibadettir. Hindular bunu dünyanın çeşitli yerlerine taşıdılar. Hindistan'ın çeşitli yerlerinde büyük tapınak ve tanrıça ve tanrıça heykelleri yayıldı. Onlara göre bu uygulama, tanrılarıyla bağlarını tahsis etmelerine ve onları yüksek saygınlık içinde tutmalarına yardımcı olur. İnsanlar, zihinlerinde ya da kalplerinde sadece zihinsel ya da ruhsal olarak değil, araçlarında, cüzdanlarında, çantalarında, kilit ve zincirlerinde, dövmelerinde ya da cep telefonlarında, bilgisayarlarında ve dizüstü bilgisayarlarında dijital olarak tanrılarının imgelerini taşımaya devam ediyorlar (Hinduizm'e ek olarak, bunu herhangi bir dine inanan insanların çoğu, neredeyse hepsi yapıyorlar).

AGNOSTİK TUTUM

A, Agnostik kime denir?, Agnostik tutum, Agnostiklerin Tanrı inancı, agnostisizm, agnostisizm nedir, Ateist Agnostik, Bertrand Russell, din, Tanrı vardır yada yoktur,
Agnostisizm, tanrının varlığının ya da yokluğunun ispat edilemeyeceği inancıdır. Pek çok Agnostik, şu anda bir tanrı hakkında hiçbir şey bildiğimize inanmıyor ancak bazıları için bunun gelecekte değişebilme ihtimali vardır. (Bkz: Agnostisizm Nedir?)

  • Belirli bir Tanrı'ya, Tanrıçaya ya da tanrıların birleşmesine inanan bir kişi bir "Teist"dir.
  • Herhangi bir ilahın varlığını aktif olarak reddeden bir kişi Ateisttir.
  • Bir tanrının var olup olmadığı konusunda bir metodumuz olmadığını hisseden bir kişi, bir Agnostiktir.

Agnostisizm, Tanrının varlığına ya da var olmamasına ilişkin bir inançtır. Bir Agnostik, Tanrının varlığının, kanıtlanıp kanıtlanamayacağı hakkında düşünen bir kişidir. Onlar, ilahiyatçıların ve filozofların, Tanrının var olup olmadığını binlerce yıl boyunca kanıtlamaya çalıştıklarını ancak tanrının varlığının yada yokluğunun bilinemeyeceğini belirtirler.

Peki onlar teist'ler midir? Hayır, çünkü Agnostikler kesin olarak bir Tanrıya inanmıyorlar. Ancak kendini aynı zamanda Ateist olarak gören Agnostikler'de vardır. Çünkü "Ateist" teriminin iki anlamı vardır:

1) Hiçbir Tanrının olmadığına inanan bir kişi. Tanrıya inanmayan bir kişi. Yeni doğmuş bir bebeğin bir tanrı kavramının olmadığı gibi, bazı yetişkinlerin de böyle bir inancı yoktur. Ateizm terimi "Hayır, yok" anlamındaki A- ve Teizm (Tanrı) birleşimi ile basitçe "Tanrı yok" anlamına gelir.
2) Bir kişi, Tanrının varoluşunu aktif olarak inkar etmeden Tanrı'ya olan inancından yoksun olarak bir gayri-Müslüman olabilir.


Bazı Agnostikler, inançlarının ikinci tanımla eşleştiğini hisseder ve böylece hem Ateist hem de Agnostik olarak düşünür ve zaman zaman arasında kalabilirler.

Bir Agnostik genellikle, daha fazla kanıtın varlığını beklerken, Tanrının olup olmadığı sorusunu da aklında tutar. Gelecekte sağlam bir delil veya mantıksal bir kanıt bulunması halinde inançlarını değiştirmeye isteklidirler. Bununla birlikte, bazıları, bir ilahın varlığının ya da yokluğunun kanıtlanamadığı mantıksal bir yolun bulunmadığı tutumunu almıştır. Aslında bu tutuma sahip olan Agnostikler için Nihilizm daha uygun bir felsefi yol olabilir çünkü Nihilistler Tanrının varlığının yada yokluğunun insan duyu organları ile anlaşılamayacağına inanırlar. (Detaylı olarak okumak için : Nihilizm nedir?)

Bertrand Russell, 20. yüzyılın tanınmış bir İngiliz filozofuydu. Savaş karşıtı eylemlerinden dolayı Birinci Dünya Savaşı sırasında tutuklandı ve hapishanede bir form doldurdu. Subay, Russell'ın dinsel ilişkisini "Agnostik" olarak tanımladığını ve ona "Ah evet; hepimiz O'na kendi yolumuzla ibadet ediyoruz, değil mi?" dediğini iletiyor. İddiaya göre Russell'ın bu yorumu onu ilk birkaç gün hapis cezasına çarptırılmasına sebep olmuştu.

Yazan: Anu

ANUNNAKİ'NİN ATASI "ANU"

A, Anu, Anunnaki, Anunnaki'nin atası Anu, Anunnakiler, Anunnakilerin babası, Cennetten gelenler, mitoloji, sümer mitolojisi, Sümer panteonu, Sümer tanrıları Anunnakiler, Tanrıların babası,
ANU, TÜM OTORİTENİN YÜCE KAYNAĞI VE ANUNNAKİ'NİN ATASI

Sümer panteonun en eski tanrılarından olan Anu, tanrıların babası ve ilk kralı olarak kabul edilir ve antik Anunnaki'nin atası olarak anılır. Sümerliler için kutsal olan 60 rakamı ile ilişkilendirilmiştir.

Sümer mitolojisinde An yada Akadca adıyla Anu "gök" demektir. O gökyüzünün tanrısı, takımyıldızlarının efendisi, tanrıların kralı olarak tanınırdı ve gökyüzünün en yüksek yerinde karısı Ki (Sümer'de "Dünya" veya Akadca'da Antu) ile birlikte yaşardı.

Suç işleyenleri yargılama yetkisine sahip olduğuna ve yıldızları kötülüğü yok etmek için asker olarak yarattığına inanılıyordu. (Bkz: Kur'an'da Allah'ın yıldızlarla şeytan taşlaması)

Onun niteliği kraliyet tacı idi. Hizmetkarı ve bakanı, tanrı Ilabrat'dı.
Daha da önemlisi o, eski Mezopotamya'daki rüzgar, hava, toprak ve fırtına tanrısı Enlil'in babası ve tüm otoritenin en yüce kaynağı olan Anunnaki'nin atasıydı.

Peki, eski Anunnaki kimdir?
ANUNNAKI terimi; ANU: “Cennet” -NNA: “İnmek” - KI: “Dünya”: “Cennetten dünyaya inenler…”

Bugün pek çok yazar onların bir tanrı yada melek olmadıklarına ikna olmuştur fakat  üstün fizik bilgisine ve ilkel insanın genleri, dnaları üzerinde oynayabilecek gelişmiş teknolojiye sahip olan dünya dışı varlıkların ilkel insanı geliştirerek köle olarak kullandığı görüşü vardır.

Anunnaki gibi bir teknolojik uygarlık ile daha önce hiç karşılaşmamış olan ilkel insanların onların önünde diz çöktüğü düşünülmektedir.

Başka bir deyişle bu "ziyaretçiler", ilkel insanın anlamadığı bir teknolojiye sahip oldukları için "yüce tanrılar" olarak yanlış yorumlanmıştır.

An, Sümer panteonunun en güçlü ve en önemli tanrılarından biriydi ve Anunnaki Tanrılarının, An ve onun eşi Ki'nin oğulları olduğuna inanılıyordu. Birçok araştırmacı Anunnakiler'in tam olarak "An'ın çocukları olduğunu söylemektedir.

Anunnaki'lerden “karar veren yedi tanrı” şöyle listelenebilir: Bir, Enlil, Enki, Ninhursag, Nanna, Utu ve İnanna.

Anunnaki'den bahsederken bilmek gerekir ki eski Sümer tabletleri bu Tanrılara yalnızca eterik yaratıklar olarak gönderme yapmazlar, onları insan gibi vücudu ve kanı olan biyolojik varlıkları olarak tanımlarlar.

Tanrılar hakkında konuştuğumuzda, gerçekliğin belirsiz bir düzleminin sınırlarından çıkan bulutsu, göksel varlıkları, ruh hallerini hayal ediyoruz ancak, Sümerlerin Anunnaki'ye verdiği tanım bu değildir.

Antik Sümerler’e göre bu tanrılar her yönden gerçekti. Tanrılar insanla bir arada yaşarlardı (Bkz Mormon inancı). Bu göksel varlıklar yaşamlarını paylaşmış ve yeryüzündeki antik şehirlerde insanla bir arada yaşamışlardı. Fiziksel ve elle tutulabilir varlıklardı, kimi zaman yemek yediler, kimi zaman uyudular ve hatta öldüler.

Bu tanrılar herkesin gözüyle görülebilirdi; Onlar, gök gürültüsüne benzer sesler çıkaran, alev çıkaran ve dağları titreten araçlarla göklere doğru hareket ediyorlardı.

Anu, Babil'in güneyindeki Uruk (İncil'deki Erech) şehrinin E-anna tapınağı ile ilişkilidir ve buranın, Anu'nun ibadetinin özgün yeri olduğunu işaret eden iyi bir neden vardır.

Uruk'taki Anu'nun tapınağına E-an-na (cennetin evi) denir. Cennetteki tahtında oturan Anu egemen olduğu tüm nitelikleriyle betimlenir: asa, taç, baş örtüsü ve personelleri gibi…

Onun ordusunu yıldızlar oluşturuyordu. Sembolik olarak krallar güçlerini doğrudan Anu'dan alıyorlardı. Bu yüzden faniler değil, egemenler, hükümdarlar olarak adlandırıldılar.

Anu'ya aşağıdaki 3 şey olarak tapılmıştır:
"Tanrıların babası" (abû ilâni),
"Cennetin babası" (ab shamê),
"Cennetin kralı" (il shamê).

Anu'nun batı sami dilindeki eşdeğeri tanrı El olurdu. Aynı zamanda Filistinler ve Fenikeliler'in Dagon Tanrısı ile eşdeğer gibi görünmektedir.

Astronomik açıdan Anu, gökyüzünün ekvator ile çakışan bir bölgesi olan An yolu ile (ya da An'ın yolu) ile ilişkilendirilmiştir.

Kaynaklar:
Beaulieu 2003, The pantheon of Uruk.
Ebeling 1932, "An-Anum".
Foster 2005, Before the Muses.
Frayne 2008, Presargonic Period.
George 1993, House Most High.
Grayson 1987, Assyrian Rulers ... (to 1115 BC)
Horowitz 2001, Mesopotamian Cosmic Geography.

Yazan & Çeviren: A.Kara

TARİHTE BİR GİZEM : SODOM VE GOMORA'NIN YIKIMI

A, Anunnaki gizemi, Anunnakiler, din, hristiyanlık, Sodom ve Gomora, Sodom ve Gomora'nın yıkımı, Sodom ve Gomora'nın yıkımına dair gizem, Sodom ve Gomora'yı Anunnakiler mi yıktı?, yahudilik,
YARATILIŞ 19:
24 - RAB Sodom ve Gomora’nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.
25 - Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti.
26 - Ancak Lut’un peşi sıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.
27 - İbrahim sabah erkenden kalkıp önceki gün RAB’bin huzurunda durduğu yere gitti.
28 - Sodom ve Gomora’ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu.
29 - Tanrı ovadaki kentleri yok ederken İbrahim’i anımsamış ve Lut’un yaşadığı kentleri yok ederken Lut’u bu felaketin dışına çıkarmıştı.

Eski Ahit'e göre Sodom ve Gomora, eski çağlarda doğaüstü yollarla tahrip olan iki antik şehirdi.

Bu kentler, Ölü Deniz kıyılarında bulunan İncil'deki Pentapolis'in parçası olan iki şehir olarak tanımlanıyor. Ölü Deniz'in yanındaki Siddim vadisinde yer alan Gomora ve Sodom, Adma, Zoar, Zeboim ile birlikte ovadaki beş şehirden ikisiydi.

Sodom ve Gomora'nın hikayesi öncelikle, Yaratılış 19'da geçer. Bu bölümde Tanrı, bu şehirlere olan yıkımını ve bu bölgelerde oturan insanların sapkınlıklarından dolayı onları cezalandırdığını bildirilir.

YHWH Sodom'a yağmur yağdırdı ve Gomora'ya yanan sülfür göndererek bu şehirleri ve onların içindeki bütün insanları yok etti.

“(Yaratılış 19: 29) Tanrı ovadaki kentleri yok ederken İbrahim’i anımsamış ve Lut’un yaşadığı kentleri yok ederken Lut’u bu felaketin dışına çıkarmıştı (2 melek göndererek)."

Kutsal yazıların bu bölümünde, Gomora'nın meleklerin ziyaretlerinin bir parçası olması ya da Lut'un bu komşu şehir Sodom ile herhangi bir bağlantısı olduğu anlamına gelmez.


Musa, Tesniye 29:22-23 bölümlerinde Sodom ve Gomora'nın yıkımına değiniyor:
22 - Sizden sonraki kuşak, çocuklarınız ve uzak ülkeden gelen yabancılar ülkenizin uğradığı belaları, RAB'bin ülkeye gönderdiği hastalıkları görecekler.
23 - Bütün ülke yanacak, tuz ve kükürtle örtülecek; tohum ekilmeyecek, filiz sürmeyecek, ot bitmeyecek. Ülke RAB'bin kızgın öfkesiyle yerle bir ettiği Sodom, Gomora, Adma ve Sevoyim gibi yıkıma uğrayacak.

Sodom ve Gomorra kentleri hakkında Kur'an da dahil olmak üzere çeşitli metinlerde gerçekler ve efsanelerin bir karışımı olan açıklamaların ayrıntılarını bulduğumuz bir bilgi hazinesi vardır.

Sodom ve Gomorra'nın efsaneleri gerçekleşmesi kaçınılmaz olan bu felaketten dolayı ölüme mahkum edilmiş bu şehirleri terk etmeleri için onları açıkça uyarmış olan tuhaf kişiliklerden, melekler ve diğer tanrılardan bahsetmektedir. Bu hikayeler farklı açıklamaların bir karışımıdır.

Birçok İncil bilgini Sodom ve Gomora'nın dünya gezegeninde var olabilecek en kötü şehirlerden olduğunu söylemektedirler.

Bu şehirler bin yıllık dönemde kayboldu ve sadece son yıllarda, bu mistik şehirler ve onların kaderleri hakkında düzinelerce farklı teori öneren uzmanlar tarafından geçmişte bu şehirlerin bulunduğu bölgeler olarak düşünülen bazı sahalar belirlendi.

Fakat bu olaylar gerçekse geçmişte burada gerçekten ne oldu ve hikayeler tam olarak ne anlatıyorlar?
Sodom ve Gomora hakkında konuşurken bilmemiz gereken şeylerden bazıları da İncil'de anlatılmaktadır.

İncil, olanların hikayesini şöyle anlatıyor:
24 - RAB Sodom ve Gomora’nın üzerine gökten ateşli kükürt yağdırdı.
25 - Bu kentleri, bütün ovayı, oradaki insanların hepsini ve bütün bitkileri yok etti.
26 - Ancak Lut’un peşi sıra gelen karısı dönüp geriye bakınca tuz kesildi.
27 - İbrahim sabah erkenden kalkıp önceki gün RAB’bin huzurunda durduğu yere gitti.
28 - Sodom ve Gomora’ya ve bütün ovaya baktı. Yerden, tüten bir ocak gibi duman yükseliyordu.
(Yaratılış 19:24-28)

Coğrafi konumlarına dair bulgular karışıklık oluşturmaya devam ediyor. Ancak, bazı uzmanlar Sodom ve Gomora antik kentlerinin Bab edh-Dhra ve Numeira olduğuna inanıyorlar.

Bab edh-Dhra, Wadi Kerak'ın güney kıyısında, Ölü Deniz'in yakınında bulunan bir İlk Tunç Çağı yerleşmesidir. Bazı İncil bilginleri bunun “Sodom” antik kenti olduğunu iddia ediyorlar. Fakat birçok arkeolog aynı fikirde değil.

Bu iki önemli tarihi kentin konumu uzmanlar için bir gizem olarak kalırken, eski çağlarda dünya dışı ziyaretçi kuramcıları Sodom ve Gomora'nın 4000 yıl önceki uzak geçmişin Hiroşima ve Nagazaki'si olduğunu öne sürüyorlar.

İlkel zamanda dünya dışı varlıkların ziyareti (başka gezegenden gelen astronotlar) kuramcıları, İncil'de ve diğer dini metinlerde anlatılan bu eski açıklamalarda bu iki şehrin Tanrı'nın gazabı tarafından değil, dünya üzerinde var olan dünya dışı varlıklar tarafından gerçekleştirildiğine, onların son derece gelişmiş silahlarını kullanmasıyla şehirleri nasıl yok ettiğini gösterdiklerini düşünmektedirler. Dünyada var olan değil, varlıklar tarafından Dünya'ya getirilen gelişmiş silahlar.

Sodom ve Gomora'nın bulunduğu iddia edilen bölge de oldukça ilginçtir.

Ölü Deniz'in yüzeyi ve kıyıları, dünya'nın karadaki en düşük kotunu temsil eden, deniz seviyesinden 429 metre aşağıdadır.

Ölü Deniz, onu dünyadaki en derin hipersalin (deniz suyu tuzluluğundan daha yüksek derecede tuzluluk oranı) gölü yapan 304 m derinliğe sahiptir.


% 34,2 oranında tuzluluk oranıyla Ölü Deniz, dünyanın en tuzlu sularından biri olabilir, Antarktika'daki Vanda Gölü (% 35), Cibuti'deki Assal Gölü (% 34.8) ve daha küçük nehirler Ölü Deniz'e akar.

Ürdün nehri, Yahudilik ve Hristiyanlıkta, bir bakıma da İslamiyet'te büyük bir öneme sahiptir. Buranın, İsrail oğullarının Vaat Edilmiş Topraklara geçtiği ve Vaftizci Yahya'nın Nasıra'lı İsa'yı vaftiz ettiği yer olduğu söyleniyor.

İlginç bir şekilde, bilimsel ölçümlere göre, yanan güneşin altında buharlaşma, Ölü Deniz'in yüzeyinde günde 230 milyondan fazla küp hızda gerçekleşir.

Arap geleneğinin de belirttiği gibi, gölden buharlaşan çok tehlikeli zehirler vardır, o kadar tehlikelidir ki kuşlar bile onların üzerinden uçamazlar.

Şahsi kanaatimce kutsal atfedilen kitaplar (Tevrat, İncil, Zebur, Kur'an vb.) tamamen insan ürünüdür ve antik dönemdeki bu insanlar öğrendikleri, karşılaştıkları, hayal ettikleri olayları ve duydukları bazı efsaneleri bu kitaplarda yazıya dökmüşlerdir.

[BİR TEORİ] Böyle bir olay kesinlikle gerçekleşmiştir diyemem, fakat eğer olduysa, bana göre bu büyük ihtimalle bunun sebebi Anunnakiler ile homosapienler arasındaki sahip-köle ilişkisi olabilir. Enki'nin 14 tabletinde çok çalışmaktan sürekli isyan eden dünyalı köleler (homosapienler) Anunnakilere karşı ayaklanmış ve akabinde onlar tarafından nükleer silahlar ile vurulmuş olabilirler. Uzun bir süre yaptıkları dna ve gen çalışmaları ile eski ilkel insanı geliştirip rahimlerden daha gelişmiş halde "homosapien" olarak çıkaran ve onların gelişmesini sağlayan Anunnakiler isyanın cevabını ölümle vermiş olabilirler.

Eğer tüm dünyadaki, dünyanın farklı bölgelerinden dünya dışı yaşam formuna dair antik tabletleri, yazıtları, metinleri, heykel ve diğer bulguları takip ediyor ve çevirilerini okuyorsanız, kutsal kitaplarda geçen bu olayı anlamlandırmak daha kolay oluyor.
Lütfen bunları hiç araştırmamış antik dönemden beri insanın geçmişine ve onlardan geriye kalanlara hiç merak duymamış iseniz, okuduğunuz ve delil olarak gördüğünüz tek şey inandığınız dinin kitabı ise yukarıda yazdıklarım için "saçmalamışsın" demeyin, bunu demeden önce dünya dışı yaşam formlarının antik dönemde dünya ziyaretlerine dair dünyadaki tüm bulguları okuyunuz.

Bunlardan bazıları:
Dahası için, zaten evinizde internet var, tüm antik dönem bulgularını araştırabilirsiniz.
(Görmek istemeyen yine de görmez ama, en azından ben söylemiş olayım).

Yazan & Derleyen & Çeviren: Anu

TAPINAK ŞÖVALYELERİNİN SON BÜYÜK LANETİ

Yazan & Çeviren: A.Kara
A, din, hristiyanlık, tarih, Tapınak şövalyelerinin büyük laneti,Tapınak şövalyelerine neden komplo kuruldu,Fransa kralı Philip'in tapınak şövalyelerini öldürmesi, tarih, Tapınağın düzenine ait diğer şövalyelerin yanı sıra 18 Mart 1314'de yapılan işkence ve aşağılamaların ardından, tapınak şövalyelerinin son büyük üstadı olan Jacques de Molay bir iskele üzerinde yakıldı.

Jacques de Molay 1293 ile 1305 yılları arasında Müslümanlara yönelik bir dizi sefer düzenleyerek 1298'de Kudüs'e girerek Emesa kenti yakınlarındaki Mısır Sultanı Malej Nacer'i 1299'da yenilgiye uğrattı.

1300'de Molay, İskenderiye'ye bir saldırı düzenledi ve Suriye sahilindeki Tartus kentini kurtarmak üzereydi, ancak sonunda yenilgiye uğradı.

1307'de Papa 5.Clemens, Barbar Beltran ve Fransa kralı 4.Felipe , Jacques de Molay'ı tutuklattılar ve akabinde diğer şövalyeler kutsal haça karşı saygısızlık yapmak, kutsal eşyaları satmak, Baphomet ve Lucifer'a tapmak, sapkınlık ve putperestlik gibi suçlamalarla itham edildiler.

Molay, kendisine yüklenen suçlamaları uygulanan işkenceler yüzünden kabul etmek zorunda kaldı,  fakat daha sonra bu söylediklerini geri çekti.
Bu eylemi ise, işkence altında itiraf etmek zorunda kaldığı tüm suçlamaları kamuoyu huzurunda ve Notre Dame Katedrali'nin önünde bir kez daha tekrarlayarak zorla kabul ettiği, bir iskele üzerinde yakılarak öldürülmesi şeklinde son buldu.

Ölmeden önce, kendisinin ve adamlarının kendilerine verilen her görev için zafer kazandıklarını, Fransa'ya olan sadakati ile gurur duyduğunu ve Fransa Kralı'nın tapınak şövalyelerini yok etmek için zorlandığını biliyorlardı. Bu aldatıcı ihanete karşı ölmeden önce herkese lanet okudu.

Ölmeden önce Jacques de Molay, masumiyetini ilan etti ve efsaneye göre, komplo suçundan suçlu bulundu:
“Tanrı, kimin yanlış olduğunu ve günah işlediğini biliyor. Talihsizlik kısa süre sonra bizi kınamış olanları mahkum edecek; Tanrı bizim ölümlerimizin intikamını alacak. Hata yapmayın, bize karşı olan herkes bizim yüzünden acı çekecek. Yüzümü Efendimiz Mesih'imizin doğduğu Meryem Ana'ya doğru çevirmeniz için yalvarıyorum. ”(Geoffroi de Paris)

Bazıları onun lanetinin gerçek olduğunu çünkü olaydan bir ay sonra Papa Clemens'in öldüğünü ve Kral Philip'in ise yıl sonu gelmeden bir av sırasında kaza geçirerek öldüğü söylediler.

Tapınak düzeni 1129 yılında doğdu ve hızlı bir şekilde Orta çağ Hristiyanlarının en prestijli örgütlerinden biri olarak kuruldu.
Haçlı seferlerinde acımasızca savaşıyorlardı ve finans yönetiminin öncüsü olarak modern bankacılık sisteminin temellerini attılar.
Zamanla, bir çok devlete borç para verebilmek için çok daha fazla para ve güç kazandılar. Alacaklılarından biri Fransa Kralı Philip'in kendisi idi.

Paranın korunması ve örgütün sona erdirilmesi yönündeki düşünceleriyle 1307'de tapınak şövalyelerinin sonunu getirmek için Papa V.Clemens ile birlikte bir komplo kurduğuna inanılır.

ANTİK DÖNEM RESİMLERİ DÜNYA DIŞI ZİYARETÇİLERİN KANITI MI?

Tarihin insan ırkı için büyük bir öğretmen olduğu ortadadır. Zamanla eski insanların son derece zekice olduğunu gördük, astronomi, geometri, matematik ve diğer önemli bilimler gibi konularda inanılmaz bilgi birikimine sahip olduklarını ve aynı zamanda muhteşem sanatçılar olduklarını da gördük. Büyük Giza Piramitleri'nin yapımı, Rönesans Dönemi'nde yapılan resimler ve anlatması da açıklaması da zor binlerce şey...

Bu yazıda, tarihin en ilginç tablolarına, Aert De Gelder'in “Mesih'in Vaftiz Edilişi” tablosundan,  “Saint Giovannino'lu Madonna”, “Müjde” ve diğer çok ilginç parçalar gibi inanılmaz hikayeler anlatan tarihin bazı ilginç resimlerine odaklanacağız.

Her tabloya verilen yorum insandan insana farklılık gösterebilir, ancak bu resimlerin hepsinde ortak bir şey vardır, aynı hikayeyi anlatır gibi görünmektedirler. Çünkü bu resimlerde “uçan makineler” in “manzaraya” dahil olduğu görülmektedir. Fakat o tarihte uçma yeteneğine sahip ne vardı ki?

Bu uçan makineler yanlış mı yorumlanıyordu? Onlar "bulut","melek" gibi şeyler miydi yoksa bazı şeyler hakkında ışık mı tutuyorlar? Bu farklı kişiler sanatları ile bize bir mesaj mı gönderiyorlar? Bir gerçek varsa o da bu resimlerin sıradan olmadığıdır.

Çok ilginç bulduğum resimlerden biri de Aert De Gelder tarafından çizilen “Mesih'in Vaftizi” adlı resimdir.

Bu tabloya baktığınızda, fark ettiğiniz ilk şey, gökyüzündeki disk şeklindeki bir nesneden gelen tuhaf  ışınlardır. Bu, en ilginç tablolardan biridir ve Antik Uzaylı (dünya dışı ziyaretçi) teorisine göre, disk şeklindeki uçan cismi gösteren bu resim güçlü bir kanıttır.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Resmin sahibi dairesel bir cisim çizmiş fakat bir bulut ile karıştırılamaz, merkezinde ise bir çeşit ışık var gibi görünüyor ve bu nesneden çıkan ışınlar yere kadar uzanıyor. Gök gürültüsü veya başka bir şey ile karıştıramazsınız. Bazıları ressamın hayatında gördüklerini çizdiğini düşünüyorlar. Ben bu resmin dünya dışından gelen bir ziyaretçiyi gösterdiğine inanıyorum.

Masolino Da Panicale'nin “Karın Mucizesi” adlı çizimi de yakından bakmadan geçemeyeceğimiz bir başka inanılmaz imgedir. Bu resim daha önce Dedicatio Sanctæ Mariæ ad Nives (Karların ve Kilisenin Leydisi'nin İthafı) olarak biliniyordu. Bu resim önceki örneğe göre daha da ilginçtir çünkü gökyüzünde uçan çok sayıda disk şeklinde nesne bulunmaktadır.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Bu nesneleri açıklamak için düşünebildiğiniz ilk şey bulutlardır, ama resimdekiler gerçekten bulut mudur? Bu sanatçı o anda tüm bulutları çizerken onlara “disk” veya daire şekli mi verdi? Bu tablodaki özellikle ilgi çeken nesnelerden biri de binanın hemen üstündeki tanımlanamayan cisimdir. Ona baktığınız zaman, günümüzdeki tanımlanamayan uçan nesne tasvirlerine (ufo) inanılmaz bir benzerlik gösterdiğini muhakkak görürsünüz.

Bir çizer ve karikatürist, yani sanatla uğraşan biri olarak diyebilirim ki bence bu nesneler bulut gibi görünmüyor.

Başka bir eski esere gelelim. Kosova'da Visoki Dečani manastırında bulunan çok ilginç başka bir sanat eseri: "İsa'nın çarmıha gerilmesi"

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Bu resim çok detaylı bir sanat eseridir, İsa'nın çevresinde resmedilen birkaç farklı nesne görüyoruz, fakat tabloya baktıktan sonra, resmin üzerindeki diğer cisimler arasından göze çarpan iki nesne var. Resmin solunda ve sağında, bir çeşit uzay gemisi içinde bulunan iki insanın tasvir edildiği görülüyor. Bazı açıklamalara göre bu “nesneler” resimde güneş ve ayı temsil etmektedir. Ama neden güneş ve ayın “pilotları” olsun ya da içlerine bir insan konumlandırılsın?

Sanatçı gerçekten Güneş'imizi ve Ay'ımızı mı göstermeye çalışıyordu?
Yoksa başka bir dünyayı tasvir etmek miydi amacı?

Resimdeki sol nesneyi gözlemleyerek, bu nesnenin içindeki “pilot” un önündeki bir şeyi maniple ettiğini görüyoruz, kolları gerilmiş ve önünde bir şeylere ulaşıyormuş gibi görünüyor. Sağdaki nesnede bulunanın ise arkasında ne olduğunu görmek için kafasını çevirdiği görülüyor.

Bu iki nesne dünya dışı ziyaretçilerin ve bir ziyaretçi ekibinin tasvirleri mi?
Yoksa sadece güneşin ve ayın resmini çizmenin bir yolu mu onlar?

Son derece ilginç bulduğumuz bir başka resim de Carlo Crivelli tarafından çizilmiş olan “Müjde” dir.

Bu sanatçı genel olarak yemyeşil peyzaj arka planlarını tercih etti ve eserleri dekoratif motifler olarak meyve ve çiçeklerin karakteristik özellikler kullanımıyla tanımlanabilir. Eserleri detaylara şaşırtıcı bir şekilde dikkat çekerek açık ve net çizgilere sahiptir. “Müjde” adlı son derece detaylı sanat eserinde öne çıkan birkaç nesne vardır.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Her şeyden önce, dairesel şekilli bir bulut benzeri bir cismimiz var. Ancak bunu ilginç kılan şey ondan gelen ve bir güvercin ile Meryem'in başının üzerinde parlayan ışındır.

Sanatçı Carlo Crivelli'nin çizdiği bu resimde dikkat çeken cismin dışında zaten bulut çizdiğini yani aslında gökyüzünün bulutlarla dolu olduğunu görüyorsunuzdur. Ancak bu “disk şekilli” cismi çizmeye neden karar vermiştir? Bulut çiziyor olsa neden belirli bir bulutu resimde zaten bulunan diğer bulutlara göre çok farklı boyasın ki?

Benzer resimlerde gördüğümüz gibi, sanatçılar genellikle doğrudan meleklerden ya da güneşten inen ışık ışınları çiziyorlar, ama Carlo Crivelli'nin resimlerinde ayrıntılara aşırı dikkat gösteriyordu. Bu şaheseri analiz ederken siz ne görüyorsunuz?

Aziz Giovannino ve Meryem'in bulunduğu bu resim 15. yüzyılda çizilmiştir. Tanımlanamayan uçan cismi tasvir eden eski tablolar listesine eklenebilecek bir başka resimdir.

A, Açıklanamayanlar, Rönesans resimlerinde uzaylılar,Antik dönemde uzaylılar, Uzaylılara dair kanıtlar, Dünya dışı varlıklar,Esrarengiz resimler,Gizemli resimler, Sanatta uzaylı tasvirleri,Gizli mesajlar
Bu resimde Meryem'in sol omurgasının üstünde parlayan bir disk şeklinde cisim gözlemliyoruz. Resmin içinde göze çarpmasını isteyen sanatçı bu cismi ayrıntılı olarak çizmiş. Resmin sağında, sağ kolunu gözünün üzerinde tutan bir adam görüyoruz; burada sanatçı, bu nesnenin çok parlak olduğunu belirten bir mesaj gönderiyor. Resmin sol üst köşesinde güneşe benzeyen nesneyi görebiliriz.

Bu sanatçının disk şeklindeki nesneyi boyadığını, parlak bir ayrıntı verdiğini ve güneşin sağ tarafına gösterilmesini sağladığını, dolayısıyla bu parlak nesnenin güneş ile karıştırılamayacağını anlıyoruz. Peki bu cisim ne olabilir?

Aziz Giovannino, Meryem ile birlikte başka bir dünyadan gelen ziyaretçilerin resmini mi çiziyordu? Sanatçı bu nesneyi son derece önemli olarak görmüş olmalıydı, aksi halde, onu hiç çizmez yada burada gördüğümüz kadar ayrıntılı yapmazdı.

Yazan & Çeviren: A.Kara