HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BABİLONYA YARATILIŞ MİTOSU 'ENUMA ELİŞ' VE İSLAM

Hazırlayan: A.Kara
A, Allah ve Marduk, Anunnaki, Anunnakiler, Babil mitolojisi, din ve mitoloji, Enuma Eliş, İslam ve mitoloji, İslamiyet ve Babil, Kur'an'ın kökeni, Marduk, mitoloji, Mitoloji ve din, Yaratılış destanı,

BABİLONYA YARATILIŞ MİTOSU: "ENUMA ELİŞ"
(SÜMER YARATILIŞ MİTOSUNUN BABİL ÇEŞİTLEMESİ)


Yükseklerde Gök henüz isimlendirilmemişken,
Ve aşağıda, Dünya çağrılmamışken ;
Boş ama başlangıçta mevcut olan APSU, Vücuda getiren onları,
MUMMU ve TİAMAT – hepsini doğurandı o,
Birbirine karışmıştı suları.

Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı.
Tanrıların hiçbiri vücuda gelmemişti,
Hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti;
İşte tam ortalarında tanrılar şekillendi.

Sümer mitolojisi ve İslam konulu yayında, ilgili Sümer efsanelerinin daha sonra Babil'e, farklı toplum ve kültürlere farklılaşarak geçtiğini belirtmiştim. Bunun üzerinden devam edelim.

Sümer yaratılış efsanesinde yaratılış eylemlerini gerçekleştiren tanrılar sayıca çok olsa da temelde Enki ve Enlil başrolü oynamaktaydı. Fakat ilgili efsane Babil'e geçtiğinde Babilonyalıların "Akitu" adını verdikleri Yeni Yıl Şenliği ile ilişkilendirilmesinden dolayı Sümer'de olduğundan daha fazla öneme sahip oldu. Öyle ki törensel bir hal alarak "bir zamanlar yukarılarda" anlamına gelen ve "Enuma Eliş" adıyla bilinen yaratılış destanı şiirinde kendine yer buldu. Yeni Yıl etkinlikleri her yıl sonbaharın başlangıcını simgeleyen 10 günlük kutlamalardan oluşurken, evrenin düzenlenmesini, hayatın yenilenmesini ve gelecek yıl için tüm insanlığın kaderinin yazılmasını vurgulamaktaydı.

Sümer dinini anlatırken "yazgı tabletleri"nin büyük bir öneme sahip olduğu görmüştük. Yaratılış mitosunun Babil çeşitlemesinde yaratılış tabletlerine sahip olacak olan tanrı "Marduk" olduğundan ilgili mitosun baş rolünde de Marduk bulunmaktadır. Babil mitolojisinde Enlil'in yerini alan bilgelik tanrısı Ea yani Enki'dir fakat Marduk Ea'nın oğlu olduğundan ve kendisine verilen görev ve yetkilerden dolayı Marduk ön plana çıkar.

Bu yaratılış mitosuna dair anlatıların en temel kaynağını İngiliz araştırmacıların bulduğu ve yaratılış destanının Babil çeşitlemesini içeren 7 tablet oluşturur ve bilginlerin çoğunun ortak görüşü bu efsanenin M.Ö. 2000 yıllının başlarına ait olduğudur.

Nasıl ki Enki ile Enlil'in baş rolleri Marduk tarafından ele geçirildiyse benzer şekilde Enuma Eliş'in Asur dilinde bulunan bir Asur çeşitlemesinde de Marduk'un yerini Asur tanrısı Asur'un aldığı görülmektedir. Yani imparatorluklarının, başkentlerinin ve tanrılarının adı olan Asur'u (Aşur) ilgili efsaneyi kendilerine göre uyarlarken efsanenin baş rolü konumdaki tanrının yerine getirmişlerdir.

"Enuma Eliş" bizim için bir destan olsa da antik Babil dininde bunun sihirli güçlere sahip bir ilahi-şiir olarak görüldüğü, bu yüzden de bilhassa Babilonya Yeni Yıl kutlamalarında rahipler tarafından okunduğu bilgisine bulunan tabletlerden erişilmektedir.

Nasıl ki Sümer mitoslarında ilk yaratıcı tanrıların daha öncesine dair anlatımlar bulunmuyorsa aynı şekilde Babil Yaratılış Efsanesi de doğrudan tatlı-su okyanusu Apsu ile tuzlu-su okyanusu Tiamat ve vezirleri Mummu (Mummu'dan bazen oğulları olarak bahsedildiği de görülür) dışında hiçbir şeyin bulunmadığı ilksel durumu ve bunların evreni yaratmasını anlatarak başlar. Fakat bu yaratıcıların nasıl var olduğu konusuna değinmez.

►Efsaneye detaylıca girmeden önce dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, efsanede adları geçen tanrı ve tanrıçalar insan olarak düşünülmemelidir. Bunlar gezegenleri, yıldızları, onların hareketlerini, doğadaki güçleri, kent devletlerinin mücadelesini ve siyasal gelişmeleri simgelemektedir. Yani ilgili Babil destanı çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızların, doğa güçlerinin ilahlaştırılmasını ve bunlar üzerinden evrenin yaratılmasına dair oluşan inancı ve içerir.

Tuzlu su ile tatlı su olan bu iki tanrının karışmaları sonucu yeni tanrılar meydana gelir. Bunlardan ilk ikisi tanrı Lahmu (Lakmu) ve tanrıça Lahumu'dur (Lakamu).

Daha sonra Apsu ile Tiamat'ın çocukları olan bu ikilinin de birleşmeleri sonucu Anşar ile Kinşar, bunların da birleşmeleri sonucu gök-tanrı Anu ile toprak ve su tanrı Nidimmud, diğer bilinen adıyla Ea dünyaya gelir. Daha sonra, 50 isme sahip olan Babil'in koruyucu tanrısı, dünyanın ve cennetin efendisi lakaplı Marduk dünyaya gelir.
Marduk'a, Enki, Enlil, Ninhursag, Ninurta gibi tanrıların vasıfları yüklenir ve böylece Marduk Babil şehrinin baş tanrısı olur.

İlgili efsanede bir süre sonra ilksel tanrılar ile onların çocukları olan tanrılar kuşağı arasında çatışmalar yaşanmaya başlanır ve durum kendi çocuklarını öldürmek isteyen anne-baba halini alır. Yani İbrahimi dinlerde de karşılaştığımız, "yarattıklarını öldürmek isteyen" bir tanrı-tanrılar inancı görülür.

Başlangıç okyanusunu simgeleyen dişi deniz ejderhası yani bir yılan olan Tiamat'ın 2 yönlü kişiliği vardır ve bu yüzden bir yandan var ederken diğer yandan yıkmak ister.

Tanrıça Tiamat ve Apsu diğer tanrıların var olmasını sağlamıştı fakat artık genç tanrıların gürültüleri onları rahatsız etmeye başlar, öyle ki onları yok edip bu gürültüye bir son vermek isterler ve kendilerine akıl vermesi, nasıl yok edeceklerine dair yol göstermesi için Apsu'nun veziri Mummu'ya danışırlar. Tiamat onları yok etme konusunda istekli değilse de kocası Apsu oldukça kararlıdır çünkü genç tanrılar yok edildiğinde rahatlıkla uykusuna devam edebilecektir. Apsu ile Mummu bir yok etme planı hazırlarlar.

Fakat bu plan bir şekilde ortaya çıkınca genç tanrılar korku içinde koşturmaya başlarlar. Her şeyi bilen ve hatta Apsu'nun bile üstadı olan bilgelik tanrısı Ea yani Enki onların yok etme planına karşı bir plan geliştirir. Büyü yapma gücüne sahip olan Ea tüm genç tanrıları etrafında toplar ve onları saldırılara karşı koruması için sihirli bir çember çizerek büyülü sözlerini üfleyerek efsununu gerçekleştirir. Apsu derin bir uykuya dalınca Ea onun krallık tacını başından alır, onun doğaüstü ışınımını üstünden alıp giyerek onun güç ve kudretine de sahip olduktan sonra onu öldürür ve Apsu'nun üzerine diğer tanrılar için kutsal bir ziyafet yeri olması adına yine Apsu adında bir tapınak inşa ettirir.

Bu işte Apsu'nun yanında olan vezir Mummu'yu bağlar, burnuna bir ip geçirir ve onu hapseder. Fakat tanrıça Tiamat'a zarar vermez çünkü o kocasının bu planına karşı çıkmıştır.

Ea ile karısı Damkina'nın oğulları, yüreklere korku salan, haşmetli ve gözleri şimşek gibi çakan bilge tanrı Marduk inşa edilen bu Apsu tapınağında dünyaya gelir ve tanrıçaların emzirdiği Marduk'un olağanüstü güce sahip olduğuna değinilir.

Burada değinilmesi gereken önemli noktalar vardır. Örneğin Ea'nın büyülü sözler mırıldanıp üflemesi, yere çizdiği çember sayesinde kötülük ve saldırılara karşı koruma sağlaması gibi anlatıların farklı kültür, din ve inanışlarda kendine nasıl yer bulduğunu açıkça göstermektedir.

Yok etme planı engellenmiştir ama tanrılar kuşağı arasındaki çatışma bunlarla sınırlı kalmaz. Eşi öldürülen Tiamat bu durumdan çok rahatsızdır, yerinde duramaz olur, gece-gündüz demeden dolaşıp durmaktadır. Tiamat'ın genç tanrılar safında yer almış olmayan öteki çocukları, özellikle de ilk çocuğu Kingu bu durumu fırsat bilerek Tiamat'ı babaları öldürülürken olanlara göz yumduğu ve sessiz kaldığı için kınar, onu kışkırtarak öfkesini körüklerler. Tiamat'ı öylesine kinlendirirler ki tanrı Anu ve onun yandaşlarını yok etmek üzere harekete geçer. Bu sırada başkaldıran bazı tanrılar Ea'ya karşı gelerek tanrıça Tiamat'ın safına geçer.

İlk çocuğu olan Kingu'yu saldırının önderi yapan Tiamat onu silahlarla, yazgı tabletleri ile donatır ve kendi sihirli gücünü ona hediye ederek Kingu'yu tüm tanrılardan üstün kılar. Eylemleri bununla da kalmaz.Güçlü bir saldırı oluşturmak adına akrep-adamlar, at-adamlar yani kentaurlar, yılan ve ejderhalar gibi çeşitli canavar kalabalığını doğurur.

Tiamat'ın saldırı hazırlığı içinde olduğu Ea'ya haber verilince Ea bu tehlike karşısında korkuya kapılır, Anşar sıkıntılanır, ah çekerek dövünür. Büyükbaba Anşar, Ea'ya Apsu'ya karşı kazandığı zaferi anımsatarak onu cesaretlendirmeye çalışır ve Tiamat'a karşı çıkması gerektiğini söyler.

Ea Tiamat karşısında başarısız olunca Anşar, oğlu Anu'yu tanrılar meclisinin yetkileriyle donatır ve tanrıçayı amacından vazgeçirmesi için gönderirken ona şöyle der:

"[Git] ve Ti'amat'ın önünde dur [ki] ruhu [sakinleşsinl ve yüreği yumuşasın. [Eğer] senin sözünü dinlemezse, ona bizim [sözümüzü (?)]söyle ki sakinleşsin."

Tiamat ile görüşen Anu başarısız olur ve düşmanlarını yenmenin yolunun fiziksel güç kullanmaktan geçtiğini anlar, korkuya kapılır ve Anşar'dan görevden affını ister. Tüm Anunnakiler korku içinde beklemekteyken Anşar'ın aklına bir fikir gelir ve tanrılar meclisinde ayağa kalkarak bu görevin daha önce yiğitliğini kanıtlamış olan güçlü kahraman Marduk'a verilmesini önerir.

Babası Ea Marduk'a bu görevi kabul etmesini öğütler. Marduk tüm kuvveti dışa vurmuş halde ve büyük bir özgüven ile Anşar'ın huzuruna çıkarak bu görevi kabul eder ve şöyle der:

"[Anşar], sessiz kalma, dudaklarını aç; ben gidip senin gönlünde yatan her şeyi gerçekleştireceğim! Ey atam, yaratıcı, memnun ol ve sevin; yakında Ti'amat'ın ensesine ayağını basacaksın!"

Marduk görevi kabul etmiştir ancak tanrılar meclisinde kendisine eşit ve eksiksiz yetki verilmesini ve sözlerinin yazgıyı değiştirilemeyecek şekilde saptamasının kabul edilmesini şart koşar. Yani tanrıları kurtarması karşılığında bütün tanrıların en üstünü sayılmak ve tartışılmaz yetkiye sahip olmak istemektedir.

Anşar bu isteği kabul eder fakat kararın tanrılar meclisinde onaylanması gerekmektedir. Bunun üzerine Anşar veziri Kaka'yı çok uzaklarda yaşayan ve bu yüzden olaylardan haberdar olmayan Lahmu ile Lahamu'ya ve diğer tanrılara gönderir. Kaka gerçekleşen bu kavgalardan ve tehlikeden bahsederek onları Anşar'ın huzuruna çağırır, duydukları karşısında şaşkına dönen tanrılar dehşete düşüp, bağrışır ve korkuya kapılırlar.

Anşar'ın huzuruna gelen tanrılar kurultay sarayını doldurur ve ziyafet sofrası ile karşılanırlar.

“Şarap korkularını dağıttı, bütün tanrılar gevşeyip rahatladılar. Moralleri yükselen tanrılar; öçlerini alacak olan Marduk için yazgıyı belirleyip ilan ettiler."

Tanrılar Marduk'a en yüce konumu bağışlayarak ona evrenin bütünü üzerine krallık verirler fakat bu güce sahip olup olmadığını sınamak isteyerek orta yere bir giysi koyarlar. Marduk bu giysiyi önce görünmez kılıp daha sonra tekrar görünür kılınca (bazı araştırmacılar bu kısmı giysiyi önce tahrip edip daha sonra eski haline döndürdüğü şeklinde çevirmiştir) tanrılar ikna olur ve alkışlayarak "Marduk kraldır" derler. Ona krallık simgeleri olan Asa, taht, krallık giysilerini ve güçlü bir silah verir ve "Git Tiamat'ın hayatını kes!" derler.

Tüm tanrıların en yücesi konumuna gelen Marduk'un 50 ismi vardır, tıpkı tüm diğer Arap putlarını yok ederek en yüceleri konumuna gelen ve 99 isme sahip olan El-ilah gibi. Sizce bu benzerlikler tesadüf mü? Yoksa Sami din ve efsanelerinin Arap coğrafyasındaki yansıması mı? Kararı siz verin.

Destana devam edelim.

Savaş için kendini silahlandıran Marduk bir ağ yapar ve onu Anu'nun armağan ettiği dört yönün yeline taşıtır. Ok ve yay, topuz, şimşek ve korku salıcı örme demir zırh kuşanır. Yedi azgın tayfun yaratır, yağmur selini boşandırır, bedenini yakıcı alevlerle doldurur ve korkunç dört efsanevi yaratık tarafından çekilen fırtına arabasına binerek onu takip eden tanrılar ile birlikte Tiamat'a saldırmak üzere ilerler.

Önemli bir noktaya değinmekte fayda var ki tanrıların bu alevli fırtına arabaları tasvirleri ve onları çeken korkunç yaratıklara dair tasvirler ufak değişiklikler ile Hezekiel kitabına da girmiştir.

Marduk'u gören rakip tanrıların ve Kingu'nun içine korku düşer. Ti'amat kükreyerek Marduk'u korkutmak istediyse de Marduk bundan etkilenmedi ve Ti'amat'ı teke tek dövüşmeye çağırır.

Meydan okumayı kabul eden tanrıçayı ağını atarak kıstırır ve Tiamat Marduk'u yutmak için ağzını açtığında ağzını tekrar kapayamasın diye kötü yeli ağzından içeri yollayarak onu şişirir ve delip geçen, yüreğini parçalayan okuyla onu mıhlar.

Yenilgiyle korkuya kapılan Tiamat'ın cinleri kaçmayı denerken ağa takılıp bağlanırken önderleri Kingu'da yakalanıp bağlanır ve Marduk ondan yazgı tabletlerini alıp kendi mühürü ile mühürleyip göğsüne bağlayınca tanrılar arasında en yüce yetkiye ulaşmış olur.

Marduk sopasıyla Ti'amat'ın kafasını yarıp ana damarlarını keser ve kanını güney rüzgarları ile evrenin en uzak noktalarına kadar taşıtır. Tiamat'ın gövdesinden evreni yaratır. Tanrıçanın gövdesinin yarısı ile yeri diğer yarısı ile göğü var eder, yani yer ile göğü birbirinden ayırır ve göğü direklerle tutturur.

Gördüğünüz üzere Sümer mitolojisinde karşımıza çıkan yer ve göğün birbirinden ayrılması anlatımı Babil inanışında da devam etmektedir ve bunun yansımaları daha sonra Arap coğrafyasına ve Kur'an'a başlangıçta bitişik olan yer ile göğün ayrılması şeklinde geçmiştir.

Bu durum farklı kültürlerin kendi ilahlarını diğer ilahlarla güç yarışına sokmalarının, üstün kılma çabalarının bir sonucudur.

Sümerlerdeki inanış ile birebir aynı görüşü, düz dünya betimlemesini anlatan Kur'an'da, Allah'ın göğü direksiz olarak yükseltmesi anlatımı (Ra'd: 2) Kur'an'ı yazanların kullandığı akıllıca bir yöntemdir çünkü böylece kendi ilahlarının Samilerden onlara anlatılagelen Marduk'dan daha güçlü, kudretli olduğunu, göğü yukarıda tutmak için direğe bile ihtiyaç duymadığını vurgulamak istemişlerdir:

"Allah, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yükseltti. Sonra arşı istiva etti. Her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan güneş ve ayı buyruğu altına aldı. Kesin olarak Rabbiniz’le buluşacağınıza inanmanız için buyruğunu yürütüp, ayetleri uzun uzun açıklıyor." (Ra'd suresi 2.ayet)

Bu ve benzeri onlarca net kanıttan sonra eğer hala Arapların Sümer ve Babil efsanelerinden haberdar olmadığını söyleyecek olan varsa, bilmelidir ki kimseyi inandıramaz. Marduk ile Allah arasındaki bağlantı konusunda anlatılmayı bekleyen çok sayıda detay var fakat bunlar ayrı bir videonun konusu.

Efsaneye kaldığı yerden devam edelim:

Marduk Tiamat'ın yarısından yarattığı gökyüzünü tutması ve tanrıçanın sularının boşalmasını önlemesi amacıyla yerleştirdiği direkleri korumaları için bekçiler atar. Daha sonra Anu ve Ea'yı kendi bölgelerine yerleştirir.

Buradan sonra Marduk'un en önemli görevi olan evrene düzen verme süreci başlar; ki bunun da en önemlisi takvim oluşturmaktır. Evreni düzenlemesini güneşin doğup batacağı doğu ve batı kapıları yaptırmak, ayın değişim evrelerini saptamak ve ona geceyi aydınlatması için ışık vermek, takımyıldızlarını göklere yerleştirmek, baş ucunda Anu'nun, kuzeyde Enlil'in ve güney göklerinde Ea'nın olmak üzere üç göksel yolu birleştirmek olur.

Marduk önce yer ve göğü birbirinden ayırmıştı, şimdi de göğü kandillerle donatmış ve onları düzenlemiş oldu.

Tiamat yenildiği için onun yanında yer alan rakip tanrılar Marduk'un safındaki tanrılara hizmet ekmekle görevlendirilince tutsak tanrılar Marduk'tan bu görevi kendilerinden almasını isteyince Marduk babası Ea'nın da tavsiyeleri ile insanı yaratmaya karar verir.

Tiamat'ın öfkesini körükleyen ve esir tutulmakta olan Kingu bağlanmış bir şekilde yüce mahkeme karşısında yargılanır, Marduk'un talimatı ile Ea ve bazı tanrılar Kingu'nun ana damarlarını kesip onun akan kanından Sümerce'de "lullu" olarak görülen ve Sami diline "amelu" olarak çevrilen canlı soyunu yani insanı yaratır.

Böylece tutsak tanrıların zafer kazanmış olan tanrılara hizmet görevi onlardan alınır ve insanoğluna verilince insanoğlu hem eski tutsak ilahların hem de zafer kazanmış olan tanrıların yeme-içme ihtiyacını sağlamak hem de tapınak ayinleri ile ilgili işleri yürütmek durumunda kalır.

Böylece Marduk tüm tanrıların gözünde yükselir ve Anunnakiler saygılarının bir işareti olarak Marduk'un büyük tapınağı Esegila'yı ve Babil kentini inşa eder. Yaptıkları şölende Marduk'un 50 adını okurlar. Bir kurultay ile tüm yetkiyi ve otoriteyi ayrıca okudukları 50 adı resmi olarak verir, onun yolunu tüm yollar arasında birinci kılarlar.

Efsanede görülen Marduk'un 50 ismi ile Allah'ın 99 ismi yine toplumların tanrılarını soktukları güç yarışının bir sonucu-yansıması olabilir.

Antik Sümer ve Babil dinine baktığımızda bunların İbrahimi dinlere ciddi şekilde kaynak oluşturduğu ortadadır ve gelecekte ele alacağım mitoslar ile daha böyle yüzlercesinin olduğunu göreceğiz.

Bu durumu savuşturmak için teistler "bunlar dinimizin eskiden de var olduğunun kanıtıdır, fakat sonradan bozulmuştur, bozulmuş şekilleridir" deseler de yüzlerce antik toplumun tamamının bozulduğuna inanmak, bir savunma güdüsü ile dini kurtarma çabasından başka bir şey değildir.

Allah, Rab veya Yehova'nın iddia edildiği gibi bu ve diğer antik medeniyetlere peygamber göndererek onlara tek tanrıyı tebliğ ettiğine yada bir zamanlar onların da teistlerin tek ilahına taptığına dair hiçbir kanıt yoktur!
İlgili antik topluluklar konusunda teistlerin bu iddasını destekleyen bir tane bile çivi yazısı, kabartma veya herhangi bir belgenin olmaması bu iddiayı sadece içi boş bir teori yapar.

SÜMER MİTOLOJİSİ VE İSLAM

Hazırlayan: A.Kara


SÜMER MİTOLOJİSİ VE İSLAM


Kutsal Ereşkigal tahtında yerini aldı,
Anunnaki, yedi yargıç, onun huzurunda hükümlerini bildirdiler, 
Ölüm bakışlarını, gözlerini ona diktiler,
Sözleri üzerine, ruha işkence eden sözleri,
Güçsüz kadın bir cesede dönüştü,
Ceset bir kazığa asıldı.

Özellikle Ur, Uruk ve Kiş gibi yerlerde yapılan arkeolojik kazı çalışmaları ve Dicle-Fırat vadisi'nin eski kentlerinin bulunduğu bölgelerdeki araştırmalar Sümerlerin MÖ 4000 dolaylarında buralarda yaşadığını kanıtlamıştır.
Yaygın olan görüşe göre Sümerlerin bu deltaya Mezapotamya'nın kuzeydoğusundaki dağlardan geldiği düşünülüyor.

Ur kazılarını gerçekleştiren Sir Leonard Woolley, Sümerlerin tarımsal alanda oldukça gelişmiş olduklarını, tapınaklara, rahiplere, edebiyata, düzenleyici yasalara ve oldukça zengin bir mitolojiye sahip olduklarını belgeleriyle anlatmaktadır.

Evet, Sümerler Fırat-Dicle deltasına yerleşerek orada bir uygarlık kurmuş ve bunu günden güne geliştiriyorlardı fakat bir süre sonra Sami halklarının Sümer ve Akad bölgelerine saldırıları başladı, ilk Sami akınları Sümer üzerine gerçekleşti.

Samiler Sümer ülkesini yavaş yavaş ele geçirirken aynı zamanda yenilgiye uğrattıkları Sümerlerin sahip olduğu kültürü ve onların çivi yazılarını özümsediler fakat Arapça'nın atası olan ve büyük Sami dil grubunun önemli dallarından biri olan Akadça dilini kullanan Samiler Sümer dilini benimsemediler.

Fakat istilalar devam etti. Samiler bir süre sonra Amoritler olarak bilinen bir halk kanalıyla ikinci saldırı dalgasını gerçekleştirip başarılı olunca Babilonya'da ilk Amorit hanedanlığı kuruldu. Böylece Babilonya, Hammurabi yönetimi altında Sümer ve Akad bölgesinde egemenlik kurmuş oldu.

500 yıl kadar sonra Dicle vadisinin üst kavşağına, Yukarı Zap ile Aşağı Zap bölgesine yerleşmiş olan başka bir Sami halkı Babilonya'yı fethederek Mezopotamya'daki ilk Asur İmparatorluğunu kurdu.

Bunları bilmek önemli çünkü tamda bu nedenlerden dolayı bir mitolojinin Sümerli, Babilonyalı ve Asurlu biçimleri arasında büyük benzerlikler varken küçük farklılıklar bulunur.

Tüm bu bilgiler sonrası Sümer mitoslarına ve bu mitosların İslamiyette nasıl yer bulduğuna sırası ile bakalım.

En önemli Sümer mitosu Dumuzi ile İnanna ve burada konu alınan İnanna'nın yer altı dünyasına inişidir. Sümerce olan Dumuzi ve İnanna'nın Sami dilindeki karşılığı Tammuz ve İştar'dır. Dumuzi, yani Tammuz (Temmuz) ilkbaharda bitkilerin ve doğanın yeniden canlanışını sembolize ederken İnanna göğün kraliçesidir.
Sümerlerdeki ilkbahar kutlamalarının ve Samilerdeki Tammuz ayinlerinin ana motifini de bitkilerin yeniden canlanışını temsil eden Dumuzi'nin yeraltı dünyasında tutsak tutuluşu alır.

Bu efsaneye göre esir tutulan kocasını kurtarmak isteyen göğün kraliçesi İnanna, kız kardeşi tanrıça Ereşkigal'in egemenliğindeki yeraltı dünyasına, ölüler ülkesine iner. Fakat buraya inmeden önce önlem almalıdır. Bu yüzden İnana, veziri Ninşubur'a "eğer üç gün içinde geri dönmezsem benim için yas törenleri yaptıktan sonra Nippur tanrısı Enlil, ay-tanrısı Nanna ve bilgelik tanrısı Enki'ye gidip yeraltı dünyasında iken öldürülmemi engellemeleri için onlara yalvar" der.

Akabinde İnanna kraliçelik kıyafetlerini giyip değerli takılarını takar ve ölüler dünyasına gider. Yeraltı dünyasının kapısına vardığında "7 kapı"nın bekçisi Neti ona meydan okur. Kız kardeşi Ereşkigal'in buyruğu doğrultusunda yeraltı dünyasının yasaları gereğince İnanna bu 7 kapıyı geçerken geçtiği her bir kapıda giysilerinin bir bölümünü çıkarır. 7 kapıdan geçen İnanna bunun ardından Ereşkigal'in ve yeraltı dünyası Anunnaki'sinin karşısına çıkarılır. Bunlar ölümün gözlerini İnanna'nın üzerine çevirince İnanna ölerek bir ceset olur ve kazığın üzerine asılır.

Aradan 3 gün geçer ve İnanna geri dönmeyince veziri Ninşubur daha önce onun emrettiği üzere harekete geçerek Enlil, Enki ve Nanna'dan yardım ister. Nanna ve Enlil bu işe karışmaya yanaşmazlar fakat Enki bir dizi sihir yaparak İnanna'nın tekrar dirilmesini sağlayacaktır. Enki, tırnaklarının dibindeki kirleri çıkarıp yaptığı efsun ile bunlardan, isimlerinin ne anlama geldiği bilinmeyen Kurgarru ve Kalaturru adında iki tuhaf varlık yaratır. Enki yarattığı bu iki varlık ile ölüler dünyasındaki İnanna'ya yaşam yiyeceği ve yaşam içeceği (âb-ı hayat) gönderir ve bu iki varlığa hayat içeceği ve yiyeceğini İnanna'nın cesedinin üzerine 60 kez serpmelerini emreder.

Kurgarru ve Kalaturru emri yerine getirince İnanna tekrar dirilir fakat ölüler dünyası kanunları gereği orada ölen biri yerine birini bulup koymadıkça yeryüzüne asla geri dönemez. Fakat İnanna'nın bir şekilde geri dönmesi gerektiğinden onu dirilten bu iki cin daha sonra yeryüzüne çıkarak onun yerine geçerek yeraltı dünyasına gelecek kurbanlar ararlar. 
Cinler tanrı Şara'yı, Latarak'ı hatta İnanna'nın veziri Ninşubur'u bile alıp İnanna'nın yerine geçsin diye yeraltı dünyasına götürmek isteseler de İnanna tarafından kurtarılırlar.

İnanna yeryüzüne dönmek için ölüler diyarından ayrılırken orada evleri olan ölülerin gölgeleri, gulyabaniler ve harpyalar da onun peşine takılır. Bu hayaletimsi ve korkunç orduyla sarılmış olarak Sümer’i kent kent dolaşır.

İlgili tabletin bundan sonrası kırık olduğundan ne yazık ki okunamayan kısımları olsa da mit bununla sona ermediğinden öykünün birkaç adım sonraki süreci-devamı tabletlerin kalan-okunabilen kısmından elde edilebiliniyor.

İnanna kendisine eşlik eden cinlerle birlikte kendi kenti Erek'e vardığında orada kocası Dumuzi'yi bulur. İnanna'nın cinlerin elinden kurtardığı 3 tanrı İnanna'nın önünde eğilerek ona saygılarını göstermişlerdi, fakat tablette yazana göre Dumuzi İnanna'nın önünde eğilmeyince İnnana öfkelenir ve cinlere kendinin yerine geçmesi için onu yeraltı dünyasına götürmeleri emrini verir.

Bunları duyan Dumuzi güneş-tanrı Utu'ya yakararak yardım dilenir.

Bu efsanede dikkat edilmesi gereken büyük bir nokta var: İnanna'nın 7 KAPI'dan geçerek yerin 7 KAT altına yani 7 KAT cehenneme inişi.
Kur'an'da Hicr suresi 43-44.ayetlerde şöyle yazar:  "Kuşkusuz cehennem, o sana uyanların tamamının buluşma yeri olacaktır. Onun yedi kapısı var; her kapıya da onlardan bir kısmı ayrılmıştır"

Dumuzi ve İnanna mitosundaki 7 Kapı ve 7 katlı yer altı dünyası ile Hicr suresindeki 7 kapının sadece bir rastlantı olduğunu düşünüyorsanız ilgili incelemeye Sümer Yaratılış Mitosu ile devam edelim.

Sümer tanrılarının isimlerinin yer aldığı bir tablette adı "deniz" yani su ile bağlantılı olan bir ideogramla yazılan tanrıça Nammu, "göğü ve yeri doğuran ana" olarak betimlenir. Öteki mitoslardan göğün ve yerin başlangıçta tabanı yer, tepesi gök olan bir dağı oluşturdukları anlaşılmaktadır.
Gök, tanrı An ile, yer ise tanrıça Ki ile kişiselleştirilmiş ve onların birleşiminden hava-tanrı Enlil doğmuştur. Enlil de gök ile yeri birbirinden ayırarak, dünyayı gökle yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine sokar.

Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar var:
İlk olarak görüyoruz ki Sümer efsanelerinde de canlı hayatı su ile başlıyor, sudan yaratılıyor.

Sümerleri istila eden Samiler ile bu efsanelerin Arapça gibi Akad alt dil gruplarına ve çeşitli kültürlere geçtiğini başlarda belirtmiştim. Bakalım Kur'an'da bunların izine ne şekilde rastlıyoruz:

Enbiya suresi, 30.ayette: "İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?" yazar. Görüldüğü gibi bu anlatım Sümer efsanesindeki yaratılış sürecinin net bir kopyasıdır.

Önemli bir detayı belirtmekte fayda var ki Sümer mitoslarındaki bu yaratıcı, kadın, yani tanrıça iken, İslamiyet'teki yaratıcı her ne kadar cinsiyet atfedilmemiş dense de bir erkek görünümündedir. Peki neden? Bu süreç neden ve nasıl gerçekleşti? diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu önemli konuyu başka zaman ayrıca ele alacağım.

Sümer Yaratılış Mitos'una geri dönelim.

Enlil bitişik olan yer ile göğü birbirinden ayırdıktan sonra gökler, ay-tanrı Nanna, güneş-tanrı Utu ve diğer gezegenler, yıldızlar tarafından aydınlatılır. 

Bitkiler, sığırlar (yani hayvanlar), tarım araçları gibi ögeler Enlil'in emirlerini yerine getiren daha küçük tanrılar ile yaratılmış olsa da bunların asıl yaratıcısı olarak Enlil'e inanıldı ve ibadet edildi.

Babilonyalı bilgelik tanrısı Ea'nın (Enki) önerisi doğrultusunda Enlil, tanrılara yiyecek ve giyecek sağlamaları için sığır-tanrı Lahar ve tahıl-tanrıça Aşnan olmak üzere iki küçük tanrı yaratır. Bu iki küçük tanrı sayesinde yeryüzünde büyük bolluk yaşanır. Ne var ki bu iki tanrı içip sarhoş olduktan sonra aralarında tartışmaya, kavga etmeye başlar, yaratılış görevlerini unutur ve yerine getirmezler. Böylece tanrılar ihtiyaç duyduğu şeyleri elde edemez olurlar. İşte tam da bu duruma çare olması amacıyla insan yaratılır.

İlgili dizelere bakalım:
O günlerde, tanrıların yaratış odasında,
Onların Dulkug evinde Lahar'a ve Aşnan'a biçimleri verildi; 
Lahar ve Aşnan'ın yapılışında,
Dulkug Anunnaki'si yediler ama doymadılar;
Katkısız koyun sütlerini... ve iyi şeyleri,
Dulkug Anunnaki'si içtiler, ama kanmadılar;
Katışıksız koyun sürülerinin sağlayacağı iyi şeyler hatırına 
İnsana nefes verildi.

İnsanın yaratılışında ona nefes verildiğini söyleyen çok tanrılı Sümer pagan dininden sonra bir de Kur'an'a bakalım:
Hicr suresi, 29. ayet: "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın."
Secde suresi, 9. ayet: "Sonra ona düzgün bir şekil vermiş ve ruhundan ona üflemiş; sizi kulak, göz ve gönüllerle donatmıştır."
Görüldüğü üzere bu iki ayette de "insanın Allah'ın ruhundan bir nefes olduğu" yazar.

Şimdi de evrenin düzenlenmesi mitosunda tanrıça İnanna yani İştar'ın yaptıklarına bakalım:

Antik Sümer inanışında "yazgıların tableti" adı verilen nesnelere sıkça rastlanır. Bu tablet oldukça önem arz eder çünkü tanrının niteliklerinden biri de ona sahip olmaktır.

İşte bu efsanede İnanna, uygarlaştırıcı bir tanrı olma özelliği taşıyan Enki'nin sahip olduğu bu yazgı tabletlerini almak ister. Çünkü kendi kenti olan Erek'i onlar sayesinde geliştirmek, uygarlaştırmak istemektedir. Fakat bunun için önce "Mi" denen şeylere sahip olması gerekmektedir; ki buradaki "Me (Mi)" yazgı tabletlerine sahip olduğunda kazanılan güçlerdir.

Yazdı tabletleri ve dolayısı ile Mi'ler Enki'nin elindedir. Bu yüzden tanrıça, babası Enki'nin yanına gider, Enki'de onun gelişi adına bir şölen düzenler. Fakat bu şölende İnanna babasını sarhoş eder ve ondan Me'leri yani tanrısal tüm kararları ve güçleri kendine vereceğine dair söz alır.
Tanrıça, babası Enki'den Mi'leri alarak göklerin teknesine yükleyerek kenti Erek'e doğru yelken açar.
Babası Enki kendine geldiğinde Mi'lerin olmadığını fark eder ve habercisi İsimud'u göndererek kızından onları geri vermesini ister. İsimud bu emri tam 7 kez tekrarlar fakat İnanna'nın veziri Ninşubur tarafından engellenir ve bu sayede tanrıça uygarlığın nimetlerini kenti Erek'e (Uruk) getirir.

7 rakamı tekrar karşımıza çıktı.
Peki neden 7 rakamı Sümerlerde bu kadar yaygın? Neden İnanna yerin 2-3 kat değil de 7 kat altına iniyor ya da Enki neden emrini 4-5 kez değil de 7 kez tekrarlatıyor.
Bunun cevabı da sonraları detaylıca ele alacağım Sümer Kozmolojisinde yatıyor olsa da kısaca bilgilendirmek istiyorum.

Sümer dininde en güçlü ve önemli tanrılar "Karar veren 7 tanrıydı". Yani yönetimde 7 baş tanrı olduğundan 7 sayısı kutsal kabul edilirdi. Bu 7 tanrı ise o dönemde çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızlar olan "Venüs, Mars, Merkür, Jüpiter, Satürn, Güneş, Ay" dı. Gezegenlerle kişiselleştirilmiş olan bu 7 ilahın her birine bir kat-cennet atanmıştı ve bu katların değerli taşlardan yapıldığına inanılırken kat sayısının yüksekliğine göre taşın değerinin arttığı düşünülürdü. En üst cennet olan 7.kat en değerli taş olan luludānītu'dan yapılmıştı.   

İnsanın yaratılışına Lahar ve Aşnan adlı tanrıların yaratılış mitosu üzerinden değinmiştim.
Sümer mitolojileri Babilonya'da bölgeyi fetheden yeni topluluğun kültürel yapısı ve kullandığı dili sebebiyle değişiklik gösterir. Buna rağmen insanın yaratılışı mitosunun Sümer ve Babil versiyonları arasında farklılıklar olsa da insanın yaratılış amacının toprağı sürmek, tanrılara hizmet etmek ve onların geçimlerini sağlamak yani kulluk etmek olduğu yönünde ortak noktalar bulunmaktadır.

Gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur ki; Sümer inancındaki insanın yaratılış sebebinin "tanrılara hizmet" oluşu ile Kur'an'da da karşılaşılmaktadır.
Örneğin Zariyat suresi 56. ayette: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ve Bakara suresi 21. ayette "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin" yazar. 

Bu detaydan sonra insanın yaratılışını konu alan Sümer mitosuna devam edelim. Tanrılar yeteri kadar yiyecek alamadıkları konusunda yakınırlar. Bu gibi durumlarda başvurdukları bilgelik tanrısı su-tanrı Enki uykuda olduğundan tanrıların anası olan Nammu onu uyandırır. Enki'nin isteği üzerine ilkel okyanus Nammu ile doğum tanrıçası Ninmah diğer iyi ve soylu yaratıcıların da desteğini alarak derin suların üzerindeki balçığı karıp insanı var ederler.

Bu mitosta dikkat çeken şey şu ki yaratılışta "su" ile ilişkili olan Nammu ile Enki başlangıçta baş rolü oynarken diğer tanrıların da desteği ile derin suların üzerindeki balçığı, yani sudan arındırılmış "kuru balçığı" karıp el birliği ile insan yaratılıyor. Bu mitosun Kur'an'a Hicr suresi 26.ayet ile "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık." şeklinde dahil olduğu görülüyor.

İnsanın yaratılışı sonrası yaptıkları işi kutlamak isteyen Enki bir ziyafet düzenler. Enki ve Ninmah çok şarap içip sarhoş olduğunda Ninmah derin suların üzerindeki balçıktan biraz alıp kısır bir kadın ve hadım bir erkeği içeren 6 farklı insan yaratır. Enki hadım olan erkeğin görevinin krala hizmet etmek olduğunu bildirirken söz konusu mitos Enki'nin aklen ve bedenen zayıf bir insan yaratması ve Ninmah'a yarattığı bu acınacak yaratığın durumunu düzeltmesi için yakarması ile devam eder.
Ninmah hiçbir şey yapamadığı gibi böylesine kusurlu bir varlık yarattığı için Enki'yi lanetler.

Enki'nin aklen ve bedenen zayıf insan yaratması ile Nisa suresi 28.ayetteki "Allah (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır" arasında da bir çağrışım olabilir.

Söz konusu Sümer Tufan Mitosu olduğunda burada da azımsanamayacak detaylar ve ipuçları bulmak mümkün.

İnsanlığın tanrı tarafından büyük bir tufan ile öldürüleceği mitosu dünyanın her köşesinde farklı isim ve ufak motif farklılıkları ile görülebilen bir efsanedir. Bunun da en temel nedeni Mezopotamya üzerine sürekli gerçekleşen akınlar ve buradan diğer bölgelere gerçekleşen göç veya akınlardır.

Sümer Tufan mitosunda tanrılar insanları yok etmek isterken diğer yandan insanları kurtarmak isteyen tanrı Enki'dir. Enki, Sippar kentinin sofu kralı Ziusudra'ya bir duvarın kıyısında dikilip beklemesini söyler çünkü ona tanrıların korkunç planından bahsedecek ve kurtulma yollarını anlatacaktır.

Başlayan tufan tüm kült merkezlerinin altını üstüne getirir ve bu durum şöyle anlatılır:

Yedi gün (ve) yedi gece sürdükten sonra Tufan ülkenin altını üstüne getirdi, (Ve) büyük suların üzerindeki fırtınalar koca kayığı bir o yana bir bu yana salladı durdu. 
Göklere (ve) yere ışık saçan [güneş-tanrı] Utu göründü. 
Ziusudra koca kayığının bir penceresini açtı, Kahraman Utu ışınlarını dev kayığın içine getirdi.
Kral Ziusudra Utu'nun önünde yerlere kapandı,

Daha sonra Kral Ziusudra bir öküz öldürür ve bir koyun boğazlar; yani tanrılara kurban verir. Kral'a ne olduğu tablette şöyle anlatılır:

Kral Ziusudra, Anu'nun ve Enlil'in önünde yerlere kapandı,
Anu (ve) Enlil hoş davrandılar Ziusudra'ya, Ona bir tanrınınki gibi sonsuz yaşam verdiler,
Bir tanrınınki gibi sonsuz soluk indirdiler onun için.
Sonra, kral Ziusudra'nın, bitkiler dünyasının (ve) insanlığın soyunun adını sürdüren kişinin,
Karşı taraftaki ülkede, Dilmun ülkesinde, güneşin doğduğu ülkede oturmasını sağladılar.

Yine dikkat edilmesi gereken noktalara gelelim:
Enki'nin Ziusudra'yı uyarması ile Cebrail'in Nuh'u uyarması, tufandan sağ çıkmak için kayık veya gemi inşa edilmesi gibi noktalar tamamen ortak. Yani Enki'nin (Şeytan) yerini Cebrail almış. İbrahimi dinlerin bir çok mitolojiden beslendiği ve en çok Sümer, Babil ve Mısır'dan beslendiği her defasında öne çıkacak bir gerçektir.

Daha önce defalarca olduğu gibi Sümer dininin kutsal olan 7 rakamı bu efsanede "7 gün ve 7 gece" ifadesi ile ortaya çıktığı gibi bir başka mitosta tekrar kendini gösterecektir.

Örneğin Enki ile Ninhursag mitosunda Ninhursag çılgına dönerek Enki'ye korkunç bir lanet okur.  Öyle ki tanrılar bile dehşete kapılırlar. Ninhursag'ın bu büyük laneti üzerine Enki bedeninin 7 yerinden hastalığa yakalanır.

Son olarak bir diğer ve İbrahimi dinlerde bariz şekilde yer almış, oldukça önemli mitos, temelde tarımcı, yani çiftçi ile çoban arasındaki rekabeti anlatan Dumuzi ile Enkimdu mitosudur.
Bu efsanede Babilonya adı İştar olan İnanna kendine bir koca seçecektir. Önünde iki seçenek vardır, ya çoban tanrı Dumuzi yani Tammuz ya da çiftçi tanrı Enkimdu'yu seçecektir. Güneş tanrı Utu, kız kardeşine Dumuzi ile evlenmesini söylese de İnanna, Enkimdu'yu istemektedir.

Dumuzi eş olarak onu seçmesi gerektiğini ve İnanna'ya Enkimdu'dan daha fazlasını sunabileceğini söylerken diğer yandan Enkimdu rakibi olan Dumuzi'ye İnanna'dan vazgeçmesi için hayvanlarına ot sağlamak, ona buğday ve fasulye vermek gibi türlü tekliflerde bulunur. İkili arasında sözlü yarışma devam eder ve İnanna sonunda eş olarak çoban tanrı Dumuzi'yi seçer.

İşte bu mitos toplumdan topluma aktarılırken giderek değişir, her kültürün efsanelerinde ve inanışlarında farklılaşarak yer alır. Öyle ki Yehova'nın çiftçi olan Kayin'in ürünlerinden oluşan adakları reddetmesinin temelini oluşturduğu gibi Kur'an'da şu şekilde yer alır:

“Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti..." (Maide suresi 27. ayet)

Sümerlileri yenen Sami'ler Sümer çivi yazısını benimsemiş olmakla birlikte, Sümerceden tamamen farklı olan bir Sami dili olan Akadça'yı yazabilmelerine olanak verecek uyarlamalar yaptılar. Tam da bu yüzden Babilonya ve Asurlularca benimsenen Sümer tanrı ve tanrıçalarının bir çoğu söz konusu Akad mitolojisi olduğunda uyarlanmış olan Sami adları ile görünürler. İnanna = İştar, Utu = Şamaş, ay-tanrı Nanna = Sin olurken tapınak isimleri ve ayin terimleri Sümerce biçimiyle değişmeden kalmıştır, tıpkı Latince'nin kilisenin dinsel tören dili olarak kalması gibi.

İşte bu yüzden ilerleyen süreçte Babil-İslam ilişkisini, Sümer ve Babil mitoslarının her birini tek tek ve daha detaylı şekilde ele alacağım gibi mitoloji ve arkeolojinin ortaya çıkardığı gerçekleri savuşturmak için sığınılan 124.000 peygamber yalanını da ayrıca işleyeceğim.

Mitolojiyi bilmek, geçmiş inanışlara dokunabilme, insan akıl ve hayal gücünün çalışma şeklini keşfedebilme ve dinlerin kökenine inebilme imkanı tanır.
Esen kalın.

KUR'AN'DA GENİŞLEYEN EVREN VE BÜYÜK PATLAMA (!)

Hazırlayan: A.Kara


KUR'AN EVRENİN GENİŞLEMESİNİ ve BÜYÜK PATLAMAYI ANLATIYOR MU?


Bu makalede Büyük Patlama'nın Kur'an'da yer aldığını iddiasına cevap vereceğim. Fakat önce bir uyarı:
Bazı arkadaşlar "bize ne Adnan Oktar'dan" yada "vere vere onun mealini mi örnek veriyorsun, o zaten sahtekar vs." diyebilir. Öncelikli olarak onun mealini veriyorum çünkü genişleyen evren, big bang gibi iddiaları ortaya atıp hakkında ingilizce kitaplar yazan ilk oryantalist odur. Daha sonra birçok meale bu adamın dansözlüğü adapte edilmiş, aynı anlam kıvırmalarına günümüzdeki birçok hoca da başvurmuştur. Yani Adnan dışında şuan onlarca mealde aynı anlam dansözlükleri devam etmektedir. Dolayısı ile bunun mimarı olan Adnan'dan söz etmem ve sonrasında diğer mealler ile kıyaslamam oldukça normaldir. Lütfen makaleyi buna göre okuyunuz.

MÜSLÜMANLARIN İDDİALARI

Kedicik sahibi Adnan Oktar'ın konuyla ilgili iddiaları şu yöndedir:

Evrenin genişlemesi, onun bir hiçlikten yaratıldığının en büyük ispatıdır. Bu, bilim tarafından 20. yüzyıla kadar keşfedilmemiş olmasına rağmen, Allah bize 1.400 yıl önce Kur'an'da bu gerçeği bildirdi:
Zariyat suresi 47.ayet: Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz.

Büyük Patlama'nın modern zamanda keşfedilmesinden 14 yüzyıl önce Kuran'da ortaya çıkan bir başka önemli husus yaratıldığı ilk sırada evrenin çok küçük bir hacim işgal ettiği yönündedir:
Enbiya suresi 30.ayet: İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
(Eve lem yerâ-lleżîne keferû enne-ssemâvâti vel-arda kânetâ ratkan fefetaknâhumâ(s) vece’alnâ mine-lmâ-i kulle şey-in hayy(in)(s) efelâ yu/minûn(e))

Bu mealde çok önemli bir kelime seçimi var. 'Bitişik' olarak çevrilmiş olan "ratk" kelimesinin Arapça sözlüklerde 'her biri karışmış, harmanlanmış' anlamına geldiği yazar. Yani bir bütünü oluşturan iki farklı maddeye atıfta bulunmak için kullanılır. "Ayırdığımızı" ifadesinin Arapça'daki fiili 'fatk'dır ve bir binayı yada yapıyı parçalayarak veya yok ederek ortaya çıktığını ima eder. Bir tohumun topraktan filizlenmesi bu fiilin uygulandığı eylemlerden biridir.

ANALİZ

Dikkate alınması gereken ilk önemli nokta Kur'an'daki ifadelerin çarpıtılmadan gerçek anlamları ile dürüstçe sunulup sunulmadığıdır.
Örneğin Zariyat suresi 47.ayetin Diyanet meali şöyledir:
Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz.
(Ve-ssemâe beneynâhâ bi-eydin ve-innâ lemûsi’ûn)
Fakat Harun Yahya adıyla bildiğimiz kediciklerin efendisi aynı ayeti:
“Evreni (Yaratıcı) gücümüzle inşa eden Biziz, ve aslında onu sürekli genişleten Biziz” diye çevirmiş.

Ayetin bu çevirisi sizce adil mi, dürüst mü? Tabi ki de değil..

Diyanet mealine ek olarak bir iki farklı kaynağın daha ilgili ayeti nasıl çevirdiğine bakalım:
Elmalılı Hamdi Yazır meali: Biz göğü kudretimizle bina ettik. Hiç şüphesiz biz, çok genişlik ve kudret sahibiyiz.
Süleyman Ateş meali: Göğü sağlam yaptık, biz genişleticiyiz (kudretimiz geniştir, göğü öyle genişleten biziz).

Bunlardan hiçbiri evrenin sürekli genişlemesi fikrini içermiyor. "Biz inşa ettik" (بَنَيْنَاهَا, beneynâhâ) tamamlanmış geçmiş zaman fiilidir. İlgili ayetler evrenin aksine doğrudan doğruya dünyayı ve gökleri anlatmaktadır, bunu hemen arkasından gelen ayetlerden anlamakta mümkün:

Zariyat suresi 48.ayet:
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
"Yeri de biz döşedik; dolayısıyla güzel de yaptık!"
(Vel-arda feraşnâhâ feni’me-lmâhidûn)

Gökyüzünün ve yerin ikiciliği Kur'an'da tekrar eden bir temadır ve eski Araplar için ikisi birlikte tüm evren olarak kabul edilirdi ve çoğu Arap şiirinde genellikle birisine atıfta bulunulduğunda diğerinin onunla birlikte anıldığı, tekrarlandığı açıkça görülür.

48. ayetteki el mâhidûn الْمَهِدُونَ (yayıcılar) kelimesi, mehede مهد kökünden gelir; ki bu da düz, pürüzsüz bir yatağı yaymak anlamına gelir. Ayrıca bu ad kökten gelen ve yatak hatta genişlik anlamına gelen mehden (مَهْدًا) kelimesi eylemin geçmiş zamanda yapıldığını ifade eder ve bunun kullanımı dünyanın yaratılması hakkında diğer ayetlerde de görmekteyiz. Yani bu ayetlerdeki ifade devam eden bir süreçten ziyade geçmişte gerçekleşmiş, olmuş-bitmiş olayları ifade eder.

Kur'ân'ın kozmolojisi yayılmış vaziyetteki 7 katlı dünya ile (7 kat cennet) ve onun etrafında bulunan yıldızlar, gezegenler, güneş ve ay ile tamamen yer merkezlidir.

Fakat Adnan Oktar 47.ayetteki kelimenin anlamını Kur'an'ı bilime uydurma çabası ile kasten, insanları aldatmak amacı ile üç şekilde değiştirdi.

Oktar ilgili ayeti kavramsal olarak gerçekte olduğundan daha sofistike hale getirme, ikinci ve daha önemli çarpıklığı için daha güçlü bir temel sağlama çabası ile kasıtlı olarak "gökleri" "evren" olarak yanlış tercüme etmiştir.

Adnan Bey sadece "geniş oda veya genişlik sağlayıcı" anlamına gelen Arapça 'mûsi’ûn' kelimesini almakla kalmaz [3] aynı zamanda onu "genişleyen" anlamına gelen bir fiile çevirir. Tamamen gereksiz ve fazla sayıda zarf kullanımı ile aslında orada olmayan ek fikirleri Kuran'a eklemeye çalışır. Bu üç yöntemle bu ayetin anlamını Allah'ın gökyüzünü yaratmasının basit bir tanımından, Kur'an'da zerre bulunmayan Hubble'ın genişleyen evreninin bilimsel bir ifadesine dönüştürdü.

Maalesef aynı taktiği kullanarak insanları kandırıp dinde tutmaya çalışan başkaları da yok değil.

Oktar’ın Enbiya suresi 30.ayeti suistimal ederek çarpıtması en azından orjinal tercümesine daha sadık olmasına rağmen Zariyat suresi 47.ayetini kasıtlı olarak bozmasından daha meşru değildir. Yani çarpıtma için kullandığı birincil araç ayetleri tek başına ele alarak tamamen bağlam dışına çıkarma ve böylece gerçek anlamını gizlemektir.

Enbiya suresi 30.ayet (Oktar meali): O inkar edenler görmüyorlar mı ki,(başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, Biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?

Sonraki iki ayeti çeviriye dahil etmediğinde bu ayetin anlamı iddiası için ne kadar uygun görünüyor değil mi? İlgili ayete, devamındaki ayetler ile birlikte bakalım:

Diyanet meali:
30) İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?
31) Yeryüzüne onları sarsmasın diye sağlam dağlar yerleştirdik; kolayca yollarını bulabilsinler diye orada vadiler, yollar açtık.
32) Gökyüzünü korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise, gökyüzünün işaretlerine sırt çevirmektedirler.

Şimdi ayeti asıl bağlamına geri döndürdüğümüze göre bir dakikanızı ayırarak Oktar’ın iddiasını Kur'an’ın gerçekte tanımladığı şeyle karşılaştıralım. İlgili ayette “yaratıldığında evrenin çok küçük bir hacim işgal ettiği” bilimsel gerçeğinin bir tanımı olduğunu iddia ediyor. Fakat esasen bu ayette herhangi bir anlamda hacme atıfta bulunulduğu şeklinde yorumlanabilecek hiçbir açıklama yoktur.

Fakat daha da önemlisi Oktar ve bazı İslamcılar burada açıklanan göklerin ve yerin “ayrılmasının” “Büyük Patlama” yada evrenin ilkel yaratılışı için bir atıf olduğunu iddia ediyor. Eğer durum böyleyse o zaman burada sözü edilen “yer” Dünya gezegenine atıfta bulunamaz çünkü yaratılışının tarif edildiği olaydan milyarlarca yıl sonra hala yaratılıyor olacaktı.

Başka bir deyişle Yahya ve birçok İslamcı buradaki “yer”in Dünya gezegeni değil “madde” anlamına geldiğini ima ediyor.

Fakat bir sonraki ayet bunun doğru olamayacağını kanıtlıyor. Çünkü bir sonraki ayette Allah aynı “yer”in üzerine dağları, vadileri ve yolları koyuyor. Bu ayetteki “yeryüzü” Dünya gezegeninden başka bir şeyi ifade ediyorsa bu nasıl olabilir? Bundan bir sonraki ayet gökyüzünü “gölgelik” veya “çatı” olarak tanımladığına ve ayetlerde yerden bahsedildiğine göre anlatılan şeyi madde olarak çarpıtmak ve “büyük patlama” nın tanımı olduğu fikrini ortaya atmak tamamen mantıksız ve imkansız bir hal alır.

Bu ayetler tam olarak göründükleri şeydir, çarpıtarak bilime uydurmaya çalışmak boşadır. İlgili ayetler Allah’ın Dünya gezegenini ve onun üstündeki gökleri yaratmasının bir tanımıdır, kesinlikle modern bilimde anlatılan evrenin yaratılmasının bir tanımı değildir.

Aslında göklerin ve yerin bir zamanlar Tanrıların ve Tanrıçaların etkinliği ile birleştirildiği ve ayrıldığı fikri Orta Doğu paganları arasında oldukça yaygındı. Örneğin Mısırlılar arasında dünyanın gökten ayrılması yeryüzü tanrısı Geb'in, karısı ve kız kardeşi olan gökyüzü tanrıçası Nut'tan istemsiz olarak ayrılması sonucu gerçekleşiyordu. Tıpkı Gılgamış Destanı'nda gök tanrısı An'ın (Anu) yer tanrıçası olan Ki'den ayrılması sonucu “gök ile yeryüzünün ayrıldığı” anlatımı gibi. Pagan referanslarının çoğu Kur'ân'da ve diğer semavi kitaplarda yazanlarla hemen hemen aynı anlatıma sahiptir. Çünkü Tanrı kelamı olduğu iddia edilen bu dinler dönemin pagan inancının devamından başka bir şey değildirler.

Kuran'da "Büyük Patlama" nın tanımlandığı iddiasının hatalı olduğunu ifade etmeye çalıştım. Aslında Kur'an “büyük patlama” konusundan tamamen habersizdir çünkü Dünya gezegeninin oluşumundan önce var olan gezegenlerden veya dışa doğru sonsuz uzaya uzanan bir evrenin farkındalığından yoksundur. Gökadaları, gökada kümelerini, kuasarları ve pulsarları ya da her şeyi bilen bir Allah tarafından kolayca söylenebilecek diğer şeyleri anlamıyor ve bize tartışmaya yer bırakmadı.

NE FETVA VEREYİM ABİME?

Hazırlayan: A.Kara


NE FETVA VEREYİM ABİME?


Diyanet İşleri Başkanlığına TOKİ projeleri ile ilgili şöyle bir soru yönelttiler:
TOKİ tarafından uygulanan Sosyal Konut Projesinin dini hükmü nedir?

Başkanlık, projelerde ev almak için kullandırılan kredileri veren kamu bankalarının amacının faiz elde etmek olmadığı, amacın gelir elde etmek değil ev almak olduğunu söyledi. Yani diyanet bu projeden yararlanmanın caiz olduğunu söyledi.

Kurul fetvasında yayınlanan cevap özetle şu şekilde:
“İslam’da faiz, kesin olarak haram kılınmıştır. Bir zaruret bulunmadıkça faiz almak da vermek de caiz değildir. İş kurmak veya genişletmek; ev, araba satın almak üzere kişi, kuruluş veya bankalardan alınan faizli krediler de bu kapsamdadır ve caiz değildir. TOKİ aracılığıyla devreye alınan son uygulama ise devletin, alt veya orta gelirli vatandaşlarına yönelik olarak ürettiği bir sosyal konut projesidir. Bu projede, peşinat haricindeki tutar, kamu bankaları vasıtasıyla kredilendirilmekte olup devletin söz konusu borçlandırmadaki amacı, faiz geliri elde etmek değil, aksine ödeme güçlüğü içindeki vatandaşlarının ev sahibi olmalarına yardımcı olmaktır.

Bu itibarla, devlet TOKİ’nin bu uygulamasında başka bir yolla konut alma imkânı tanımadığından, belirtilen niyet ve amaçlar doğrultusunda söz konusu projeden yararlanmak caizdir.”

Hani hep anlatmaya çalışıyorum ya, din ve siyaset tamamen insanları yönetmek, istediğini elde etmek ve yaptırmak içindir diye, işte bu olay da yüz binlerce örnekten sadece biri. Zamanında "ben peygamberim" "Tanrı benimle konuşuyor" diyen ve peygamber olduğuna inanılan ne kadar zat varsa hepsinin amacı da bugünden farksızdı. Yani amaçları isteklerine ulaşmaktı.

Domuzu haram kılarak yetiştirdikleri küçükbaş hayvanların satışının baltalanmasını engellemek,
Savaşta ele geçirilen kadını ganimet ilan ederek onları köle pazarlarında satma yani para kazanma veya onları kendisi ve çevresindeki destekçilerinin arzuları için kullanma imkanı elde etmek,
Haklarında çıkarılan dedikodulara karşı halkı ilahi mesaj geldi diyerek Tanrı ağzıyla korkutmak,
Eşleri ile yaşadıkları sıkıntıları bile Tanrıyı ortak ederek sahip oldukları kadınları dizginlemek,
Yine sözde ilahi mesajlar sayesinde gönlünün istediği hangi kadın varsa ona sahip olabilmek,
Dönemin önde gelenlerine veya güçlü kabileleri göz kırpan, onları safına çekmeyi amaçlayan söylemler üretebilmek,
Yanında savaşacağı insanlara vaatler vererek onların ölüm korkularını bastırmak,
Allah söyledi, görüşmeden önce bana görüşme parası verin diyerek keseyi doldurabilmek,
Allah öyle emretti, Allah'ın isteği buymuş diyerek evlatlığının karısını kendi karısı yapabilmek,
Bakın, Allah baskın yapan atları, yani aynı zamanda onlara binen sizleri de övüyor diyerek fedailere gaz verebilmek,
Koskoca Allah ganimetten 5 de 1 pay istiyor diyebilmek,
ve bunlar gibi yüzlerce işi halledebilmek, isteklerini yerine getirebilmek için DİN mükemmel bir araçtı.

Günümüzde de görüyoruz ki DİN hala mükemmel bir araç ve nerede para var ise, nerede siyaset var ise orada mutlaka din var. Çünkü dini kullanarak inançlı olan insanların sizin eylemleriniz karşısında susmasını, size karşı sessiz kalmasını hatta sizi şakşaklamasını bile sağlayabilirsiniz.
O yüzden Din ve Siyaset aynı elin parmakları gibidir ve gerek oy toplarken, gerek halkı yönetirken, gerek eylemlerini haklı gösterirken kullanılabilecek en etkili ve mükemmel araç dindir.

Bu yüzden de Diyanet haram olan faize bir kılıf bularak iktidara yaranmak için bir nevi NE FETVA VEREYİM ABİME fetvası vermiş, bu şekilde siyasi iktidara da destek olmuştur. Şaşırdım mı? Hayır...

MUHAMMED'İN SAVAŞ KANUNLARI

Hazırlayan: A.Kara
A,din, islamiyet, Muhammed'in savaş hali emirleri, Hz. Muhammed'in savaş kanunları, Yahudi katliamı, Beni Nadir, Beni Kurayza, Dırar Mescidi, İslama zorlama, Müminlerin köle ticareti,

MUHAMMED'İN SAVAŞ HALİ EMİRLERİ


Bazı Müslümanlar Muhammed'in savaş sırasında: Ağaçları kesmemeyi, kadınları, çocukları, hastaları, yaşlıları, rahip ve keşiş gibi din adamlarını öldürmemeyi, yemek dışında hayvan öldürmemeyi, tapınak ve ibadethaneleri yıkmamayı, ölülerin biçimlerini bozmamayı, evleri yıkmamayı, teslim olanları öldürmemeyi, esirlere karşı iyi olmayı ve onları beslemeyi, kaçanları öldürmemeyi veya İslam'a geçmeye zorlamamayı emrettiğine inanıyorlar. Kur'an ayetleri ve hadislerle iddia edilen bu savaş kanunlarının gerçek durumuna bakacağız.
Başlarken belirtmeliyim ki "hasta olanları öldürmeyin" maddesini kafadan eliyorum, çünkü bununla ilgili ayet yada hadis yok.

Ağaçları Kesmeyin

Muhammed'in sedir ağacını kesmeyi yasaklamasının bazı doğru yönleri var:

Abdullah ibn Habeşi anlatıyor:
Peygamber şöyle dedi: Eğer biri sedir ağacı keserse Allah onu cehenneme sürükler.

Ebu Davud bu geleneğin anlamını sordu. Dedi ki: "...Eğer birileri gereksiz yere, haksız yere ve herhangi bir hakka sahip olmadan, gezginlerin ve hayvanların gölgesinde barındığı bir ağacı keserse Allah onu cehenneme getirir.
[Sunan Abu Dawud 42:5220]

(Abdullah) bin Ömer şöyle rivayet ediyor :
Peygamber muhasara esnasında Beni Nâdir'in yaş hurma ağaçlarını yaktırdı ve kestirdi. Onların durumunu dile getiren Resûlullah'in şâiri Hassan bin Sabit;
"Beni Nadir Yahudilerinin hurmalığı olan el-Buveyrc mevkindeki yaygın olan yangın mümin olan Kureyş eşrafınca kolayca gerçekleşti" şiirini bu olay hakkında söyledi."
[Sunan Ibn Majah 4:24:2845]

Kadınları Öldürmeyin

Peki erkeği öldürmekte sorun yok mu? Ya saldıran askerler kadın olursa?

Muhammed'in çocukları öldürmeyi yasakladığı bir hadise bakalım:

Muhammed'in önderliğindeki keşif gezileri sırasında bir kadın öldürülmüş bulundu ve Allah'ın elçisi kadın ve çocukları öldürmeyi yasakladı.
[Sahih Bukhari 4:52:257]

Bu hadiste Muhammed kadın ve çocukları öldürmeyi yasaklıyor görünse de başka bir hadiste farklı bir alternatif sunduğu görülüyor:

Sa'b'ın rivayetine göre Allah'ın elçisine gece baskınında öldürülen çok tanrılı kadın ve çocuklar hakkında sorulduğunda şöyle dedi "onlar da onlardandır (هم منهم, hum min-hum)"
[Sahih-i Müslim, Kitap 32, Hadis 30; Sahih-i Müslim 1745a]

Dolayısı ile bu ifadesi ile Muhammed'in putperest kadın ve çocukların öldürülmesine onay veren bir savaş felsefesine sahip olduğu görülüyor.

Peki ilk hadise dönersek, Muhammed neden kadınları öldürmeyi reddetmişti?

Hanzale anlatıyor:
Huneyn gününde Allah'ın elçisi ile seyahat ettik ve akşam olana kadar uzun bir süre yolculuk yaptık. Resulullah ile birlikte duaya katıldım.

Bir süvari geldi ve şöyle dedi: "Resulullah, senden önce gittim, tüm kabileyi gören bir dağa tırmandım ve Huneyn'de toplanan kadınları, sığırları ve koyunları gördüm." dedi.
Resulullah gülümsedi ve şöyle dedi: "Allah dilerse yarın Müslümanların ganimetleri olacaklar."
[Sunan Abu Dawud 14:2495]

Sonra Allah'ın elçisi Abdu'l-Ashal'ın erkek kardeşi Said bin Zeyd'i Beni Kurayza'dan esir alınan kadınların bir kısmı ile birlikte Necid şehrine gitti ve onları (esir kadınları) at ve silah almak için sattı.
[Ibn Ishaq, p. 693]

Bu nedenle bazı savaşlarda Muhammed ve ordusunun kadınları öldürmediği doğrudur ancak bunun nedeni askerlerin cinsel ihtiyacını karşılamak ve bu esir kadınları satmaktır. Köleleştirilmiş kadınların bir seçeneği yoktu ve ganimet olarak görülüyorlardı. Zaten Kur'an "sağ elinizin sahip oldukları" ve "savaşta ele geçirilen kadının ganimet olduğu" ayetlerle bu gerçeği görmek isteyene gösteriyor.

Çocukları Öldürmeyin

Bu da tıpkı Muhammed'in "onlar da onlardan (هم منهم, hum min-hum)" dediği hadisteki durum gibidir. Yani gece baskınlarında öldürülürler. Öldürmezsen de yine köle pazarında satarsın.

Yaşlıları Öldürmeyin

Durum böyle mi gerçekten? Hadise bakalım:

Abdullah anlatıyor:
Hz. Peygamber Necm suresini okudu ve secde etti ve onunla birlikte olan herkes de secde etti. Fakat yaşlı bir adam bir avuç toz aldı ve “Bu benim için yeterli” diyerek alnına dokundu. Daha sonra onun bir kafir olarak öldürüldüğünü gördüm.
[Sahih Bukhari, Dar-us-Salam reference Hadith 3972; In-book reference Book 64, Hadith 25]

Bunun yanında Ebu Davud'da iki zayıf hadis var, biri "eli ayağı tutmayan yaşlı adamı öldürme" diyor, diğeri ise "çok tanrılı olan yaşlıları öldür" diyor. Peki hangisine inanalım?

Semûra b. Cündüb'den rivayetle; Rasûlullah (s.a.v); "Müşriklerin yaşlılarını öldürün, çocuklarını bırakın" buyurmuştur.
[Sunan Abu Dawud, Dar-us-Salam reference Hadith 2670]

Keşiş yada Papazları Öldürmeyin

Bu sözde emir ile ilgili de herhangi bir hadis bulunmamaktadır. Fakat Müslüman olmayıp kitap ehli olanlarla savaşmayı emreden ayet vardır:

Tevbe suresi 29.ayet:
"Ehl-i kitap’tan Allah’a ve âhiret gününe inanmayan, Allah ve resulünün yasakladığını yasak saymayan ve hak dine uymayan kimselerle, yenilmiş olarak ve kendi elleriyle cizye verinceye kadar savaşın."

Tapınak ve İbadethaneleri Yıkmayın

Muhammed'in Mescid-i Dırar'ı yıktırması:

Allah'ın elçisi Tebük'e gitmek üzere hazırlandığı sırada, "Dırâr Mescidi"nin kurucularından beş kişilik bir heyet gelerek, "Yâ Resûlallah! Kış gecesinde ve yağmurlu zamanlarda hasta ve hâcet sâhibi olanların namaz kılmaları için bir mescid yaptık. Sel geldiği zaman vâdî, Kubâ Mescidi cemâati ile aramıza engel oluyor. Böyle durumlarda, namazımızı kendi mescidimizde, sel çekilip gidince de Kubâ Mescidi'nde onlarla birlikte kılacağız. Senin gelip mescidimizde bize namaz kıldırmanı arzu ediyoruz" dediler. Peygamber (s.a.v): "Ben, şimdi sefere çıkmak üzere meşgul bulunuyorum. Seferden dönüp gelecek olursak ve Allah da dilerse, yanınıza gelir, onun içinde size namaz kıldırırız" dedi.

Peygamber, Tebük'ten dönüp Medîne'ye gelirken Zi-Evân denilen yerde konakladı. Bu sırada Allah ona "Dırâr Mescidi" ile ilgili ayetleri (Tevbe suresi 107-110.ayetler) gönderdi. Bunun üzerine Peygamber, takipçilerini çağırarak "Gidin ve sahipleri adaletsiz olan bu camiyi yakın" dedi...
[Tabari, Volume 9, The last Years of the Prophet, pg 60-61]

Muhammed, tapınak ve kiliseleri yıkmayı emretmediği gibi şöyle de bir tavsiye vermişti:

Talha bin Ali şöyle anlatıyor: "Peygamberin delegeleri olarak dışarı çıktık; ona bağlılık yemini ettik ve onunla birlikte dua ettik. Topraklarımızda bize ait bir kilise olduğunu söyledik ve arınma için bize kalan abdest suyunu vermesini sorduk. Suyu istedi, abdest aldı ve ağzını çalkaladıktan sonra bir kabın içine çıkardı ve bize : 'Gidin, ve topraklarınıza geri döndüğünde kilisenizi yıkın, bu suyu oraya serpin ve orayı Mescid yapın' dedi.
Dedik ki: 'Topraklarımız çok uzak ve çok sıcak, gidene kadar su kuruyacak.'
Dedi ki: 'Ona daha fazla su ekleyin çünkü bu onu iyi hale getirecek.' Böylece oradan ayrıldık ve ülkemize geldiğimizde kilisemizi yıktık, sonra o yere su döktük, mescide dönüştürdük ve içinde Ezan okuduk. Keşiş Tayy'den bir adamdı. Ezan'ı duydu ve  'Bu gerçek bir çağrıdır.' dedi: Daha sonra tepelerden birine doğru yöneldi ve onu bir daha hiç göremedik."
[Sunan an-Nasa'i 1:8:702, In-book reference Book 8, Hadith 14, Reference Hadith 701]

Kabe putperestler için kutsal bir yerdi. Orada 360 putları vardı fakat Muhammed onları yok etti:

Hazreti Peygamber Fetih gününde Mekke'ye girdiğinde, Kâbe'de 360 tane put vardı. Peygamber onlara elindeki bir sopa ile vurmaya başladı ve "Hakikat geldi ve yalan ne başlayacak ne de yeniden ortaya çıkacak." dedi.
[Sahih Bukhari 5:59:583, Dar-us-Salam reference Hadith 4287, In-book reference Book 64, Hadith 320]

Dolayısıyla mescidleri, kiliseleri, tapınakları ve putperestlerin putlarını yok etmekte bir sorun yok gibi görünüyor.

Ölülere Zarar Vermeyin

Abdullah bin Yezid El-Ensari anlatıyor:
Peygamber, izinsiz olarak başkalarına ait olanların ellerinden alınmasını ve ayrıca cesetlerin biçimini bozmayı yasaklanmıştır.
[Sahih Bukhari 3:43:654]

Ölünün şekli bozulmuyormuş, birde yaşayanlara bakalım:

Enes ibn Mâlik şöyle demiştir: Ukl kabilesinden bir topluluk Peygamber'in huzuruna geldiler, İslam dinine girdiler. Fakat hastalandıklarından dolayı Medine'de ikamet etmek istemediler. Peygamber de onlara Beytu'1-mâl'e ait sadaka develerinin bulunduğu yere gitmelerini, develerin sidiklerinden ve sütlerinden içmelerini emretti. Onlar Peygamberin dediğini yaptılar ve sağlıklarını kazandılar. Sonra dinden geri döndüler, develerin çobanlarını öldürdüler ve develeri sürüp götürdüler. Onların bu işleri Peygamberce ulaşınca arkalarına bir süvari birliği gönderdi. Yakalanıp getirildiler. Peygamber onların ellerini ve ayaklarını kestirdi, gözlerini oydurdu. Peygamber onların kesilen yerlerine kanın dinmesi için dağlama ameliyyesi yapmayıp öylece terk etti. Nihayet öldüler.
[Sahih Bukhari 1:4:234]

Yemek İhtiyacı Dışında Hayvanları Öldürmeyin

Fakat Muhammed'in aşağıdaki hadiste belirtilen hayvanları öldürmekle herhangi bir problemi yok gibi görünüyor:

İbn Ömer'den rivayetle:
"Peygamberin karısı Hafsa Allah'ın Elçisinin şöyle dediğini söyledi: "Onları öldüren kişinin günah işlemeyeceği beş hayvan var: Akrepler, kargalar, çaylak kuşları, fareler ve köpekler."
[Sunan an-Nasa'i, Dar-us-Salam reference Volume 3, Book 24, Hadith 2892; In-book reference Book 24, Hadith 0; Reference Hadith 2889]

Teslim Olanları Öldürmeyin

Beni Kurayza katliamına bakalım. Bu olayda savaşmakta olan Yahudilerin artık dayanacak güçleri kalmamıştı ve teslim olmayı seçtiler. Onlara verilecek hüküm için Muhammed, eski bir Yahudi olan Sad Bin Muaz'a danışıyor ve Sad'ın kararı şöyle oluyor:

“Ben, onlar hakkında buluğ çağına eren erkeklerin boyunlarının vurulmasına; malların Müslümanlar arasında taksim edilmesine, çocuklarla kadınların ise esir alınmasına hükmettim.”
Peygamber Efendimiz, Hz. Sa’d’ı bu hükmünden dolayı tebrik ve takdir ederek, “Sen, onlar hakkında, Allah Teâlâ’nın yedi kat gökler üzerinde verdiği hükmüne uygun hüküm verdin” buyurdu. [Sîre, 3:251; Tabakât, 3:426; Taberî, 3:56]

İslami kaynaklara göre 400 ila 900 civarı Yahudi'nin, eş ve çocuklarının gözleri önünde boyunları vurulur. Daha sonra bunları Medine'nin pazar yerinde kazılan hendeklere atarlar.
[Ibn İshaq, Sîre, 684-700/II, 233-54.]

Esirlere İyi Davranın ve Onları Besleyin

Bedir savaşından bahsedilen Enfal suresinin 67, 68 ve 69.ayetlerinin nüzul sebebi ile ilgili ilginç bir rivayet var. Sebeb-i Nüzul şöyle diyor:

Resulullah, Müslümanlara Bedir esirleri hakkında danıştığında şöyle dediler: 'Ey Allah'ın Elçisi, onlar sizin kuzeninizdir, bu yüzden onları fidye karşılığında serbest bırakın'. Ömer bin Hatta şöyle dedi: 'Hayır, Ey Allah'ın Elçisi, onları öldürmelisin'. Sonra "O yerde gerekli temizliği yapıp hâkimiyetini kuruncaya kadar bir peygamberin esirlerinin olması uygun değildir" (Enfal 67) ayeti açıklandı.
İbn Ömer şöyle dedi: “Sonra Allah'ın Elçisi Bedir mahkumlarıyla ilgili olarak Ebubekir'e danıştı ve Ebubekir şöyle dedi: "Onlar sizin halkınız ve klanınız, serbest bırakın!". Fakat sonra Ömer'e danışınca Ömer şöyle dedi: 'Öldür onları'.
Resulullah, fidye karşılığında onları serbest bıraktı. Yüce olan Allah daha sonra şunu söyledi: "Allah’ın daha önceden yazılmış bir hükmü olmasaydı elde ettiğiniz menfaat sebebiyle size büyük bir azap dokunurdu." (Enfal 68)
"Artık aldığınız ganimetten helâl ve hoş olarak yiyin, Allah’a itaatsizlikten sakının, Allah son derecede bağışlayıcı ve esirgeyicidir." (Enfal 69)
Sonra peygamber Ömer'in yanına gitti ve ona şöyle dedi: 'Az kalsın görüşüne uymayarak bir talihsizlik yaşayacaktık'
[Asbab Al-Nuzul, on verse 8:67]

Yani esirlere iyi davranmak bir yana, Allah emretti denerek tümünün öldürülmesine karar veriliyor.

Kaçanları Öldürmeyin

Cabir bin Abdullah, Muhammed'in şöyle dediğini aktarıyor:
"Eğer bir köle şirk ülkesine kaçarsa, kanını akıtmaya (öldürülmesine) izin verilir" dedi.
[Sunan an-Nasa'i, Dar-us-Salam reference Volume 5, Book 37, Hadith 4058; In-book reference Book 37, Hadith 88; Reference Hadith 4053]

İslama Geçmeleri İçin Zorlamayın

Halid bin Velid Necran'a giderken İslam peygamberinin ona verdiği talimata bakalım:

Resûl-i Ekrem Efendimiz bu tarihte Hz.Halid bin Velid'i dört yüz mücahitle Yemen civarındaki Necran'da oturan Haris bin Ka'b oğullarına gönderdi.
[İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât 1:339; Taberî, 3:156]
Resûlullah'ın Halid bin Velid'e emri şöyleydi:
"Onları üç gün İslâm'a dâvet et, icâbet ederlerse, gerekeni yap. Şayet icabet etmekten kaçınırlarsa onlarla SAVAŞ!"
[İbni Hişâm, Sîre, 4:239; İbni Sa'd, Tabakât, 1:339]

Şimdi Tirmizi, Ebu Davud, Sahih Muslim gibi kaynaklarda geçen daha detaylı hadise bakalım:

Büreyde anlatıyor:
"Resûlullah bir ordunun başına komutan tayin ettiği zaman, Allah'a karşı muttaki olmasını, beraberindeki Müslümanlara da hayır tavsiye eder ve sonra şunları söylerdi: "Allah'ın adıyla ve Allah'ın rızası için savaşın. Allah'ı inkâr eden kâfirlerle çarpışın. Gazâ edin fakat ganimete hıyanet etmeyin, haksızlıkta bulunmayın, ölülerin vücutlarına sataşıp burun ve kulaklarını kesmeyin, (önünüze çıkan) çocukları öldürmeyin!

Müşrik düşmanlarla karşılaşınca onları önce İslâm'a dâvet et. İcâbet ederlerse hemen kabul et ve elini onlardan çek. Sonra onları yurtlarından muhâcirler diyarına hicrete dâvet et. Ve onlara haber ver ki, eğer bunu yapacak olurlarsa Muhacirler'e va'd edilen bütün mükâfaat ve vecibeler aynen onlara da terettüp edecektir. Hicretten imtina edecek olurlarsa bilsinler ki, Müslüman bedevîler hükmündedirler ve Allah'ın mü'minler üzerine câri olan hükmü onlara icra edilecektir; ganimet ve fey'den kendilerine hiçbir pay ayrılmayacaktır. Müslümanlarla birlikte cihâda katılırlarsa o hâriç, (o zaman ganimete iştirak ederler.)

Bu şartlarda Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse,  onlardan  cizye iste, müspet cevap verirlerse  hemen kabul et ve onları serbest bırak.

Bundan da imtina ederlerse, onlara karşı Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş. Bu durumda bir kale ahâlisini muhâsara ettiğinde onlar senden Allah ve Resûlü'nün ahd ve emânını talep ederlerse kabul etme; onlar için, kendine ve ashâbına ait bir emân tanı. Zira sizin kendi ahdinizi veya arkadaşlarınızın ahdini bozmanız, Allah'ın ve Resûlü'nün ahdini bozmaktan ehvendir.

Eğer bir kale ahalisini kuşattığında onlar, senden Allah'ın hükmünü tatbik etmeni isterlerse sakın onlara Allah'ın hükmünü tatbik etme, lâkin kendi hükmünü tatbik et. Zira Allah'ın onlar hakkındaki hükmüne isâbet edip etmeyeceğini bilemezsin."
[Tirmizî, Siyer 48, (1617), Diyât, 14, (1408); Ebu Dâvud, Cihâd 90, 2612, 2613]
[Sahih Muslim, In-book reference Book 32, Hadith 3; Reference Hadith 1731a; Related Qur'an verses 9.29]

Yani durum şu: "Haraç ver ya da öl!"
Müslüman olmayanlara saldırmanın ve onları İslam'ı kabule zorlamanın yanı sıra Muhammed'e göre eğer bir Müslüman İslam'dan ayrılmaya karar verirse o da öldürülmelidir:

İkrime şöyle rivayet ediyor:
Allah'a inanmayanlardan bazıları Ali'ye getirildi ve Ali onları yaktı. Bu olayın haberi İbn’i Abbas’a ulaşınca Abbas şöyle dedi “Eğer onun yerinde olsaydım (Ali) Allah’ın cezası ile kimseyi cezalandırma ”diyerek, Allah’ın Elçisinin yasakladığı gibi onları yakmazdım. Onları Allah'ın Elçisinin söylediği “Her kim İslam dininden başka bir dine geçerse onu öldürün” ifadesine göre öldürürdüm.”
[Sahih Bukhari, Dar-us-Salam reference Hadith 6922; In-book reference Book 88, Hadith 5; Reference Volume 9, Book 84, Hadith 57]

Müslüman olmayanları öldürme öğretisi nedeniyle bugün bile dünyanın dört bir yanında dinden çıkmış olan eski Müslümanların ölüm tehditleriyle başa çıkmaları gerekiyor...

ZEMZEM SUYU GERÇEĞİ (ARSENİK ZEHİRLENMESİ)

Hazırlayan: A.Kara
A, din, islamiyet, Zemzem, Zemzem suyu, Kutsal su, Zemzem yararlı mı?, Zemzemin içeriği, Zehirli Zemzem, Zemzem kuyusu, Zemzem suyunun kökeni, Arap paganizmi, Eski Arap inançları,

KUTSAL ZANNEDİLEN ZEHİRLİ SU : "ZEMZEM"


Zemzem Kuyusu, İslam'ın en kutsal yeri olan Kabe'nin 20 metre doğusunda, Suudi Arabistan'ın Mekke kentindeki Mescid-i Haram'ın içinde yer almaktadır. 35 metre derinliğindeki kuyuya tepesindeki zarif bir kubbe ev sahipliği yapıyor.

Her yıl milyonlarca Müslüman Hac veya Umre sırasında kuyuyu ziyaret edip zemzem suyundan içiyor ve pek çok durumda yakın arkadaşlar arasında dağıtılmak üzere suyun bir kısmından eve götürüyorlar.

Zemzem suyuyla ilgili bazı hadislere bakalım:

Ebu Zer: ”Tam otuz günden beri buradayım” diye cevap verir.  “Peki seni kim doyuruyordu” diye sorar Allah Resulü. Şu cevabı verir Ebu Zer: “ Zemzem suyundan başka yiyeceğim yoktu. Fakat karnımın kıvrımları kaybolacak kadar kilo aldım. Açlık da hissetmiyorum”. Peygamber (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:
“O zemzem gerçekten mübarektir, o gerçekten doyurucu bir gıdadır.”
[Müslim, Fedailü’s-sahabe, 132, İbn Hanbel, V, 174]

Peygamber (sav) Efendimizin ifadesiyle “ Zemzem, “mübarek bir sudur” ve “ne amaçla içilirse ona yarar sağlar. Şifa için içersen Allah şifa verir. Açlığı gidermek için içersen karnını doyurur, susuzluğunu gidermek için içersen, susuzluğunu giderir. O Cebrail (as)’in kazıp çıkardığı ve Allah’ın İsmail (as)’i suladığı sudur”
[El-Hakim, Müstedrek, 471]

 Enes b. Malik (ra) anlatıyor:
“Resulullah (sav) çocuklarla oynarken Cebrail (as) yanına geldi. Onu tutup yere yatırdı, kalbini yardı ve oradan bir kan pıhtısı çıkardı ve Resulullah (sav) e: “Şeytanın senden olan nasibi işte budur” dedi. Kalbini altın bir tasın içinde Zemzem ile yıkadıktan sonra yerine koydu ve kapattı. Çocuklar koşarak sütannesine geldiler ve: “ Muhammed’i öldürdüler” diye durumu haber verdiler. Peygamber (sav) Efendimizin yanına geldiklerinde, renginin atmış olduğunu gördüler”. Enes b. Malik bu olayı anlattıktan sonra: “Peygamber Efendimizin göğsünde meleğin diktiği iğnenin izini gördüm” derdi.
[Sunen-i Tirmizi Bölüm 83 Hadis 3346; Buhârî, Menakıb: 27; Müslim, İman: 17;]
[Müslim, İman, 261. Ahmet b.Hanbel, Müsned, III,149. 288]

"İşte şuradan şurama kadar, yâni boğazın altındaki çukurdan göğüste kıl biten yere kadar yardı. Kalbimi çıkardı, içi îmân dolu altın bir tas getirdi. Kalbimi yıkadı sonra da iç organlarımı yıkadı. Sonra kapattı."
[Senâullah-ı Pânî Pütî, Abdülhâk-ı Dehlevî]

Muhammed bin Abdirrahman bin Ebî Bekir (Radtyaüâhü an-hüm)'âen rivayet edildiğine
göre şöyle demiştir:
Ben (bir defa) İbn-i Abbâs (ra) yanında oturuyordum. Bir adam onun yanına geldi. İbn-i Abbâs (ra), adama:
— Nereden geldin? diye sordu. Adam:
— Zemzem'den (geliyorum), dedi. İbn-i Abbâs (ra) ona:
— Zemzemden lâyıkıyla içtin (mi?), dedi. Adam:
— Bu nasıl olur?, diye sordu. İbn-i Abbâs (ra):
— Zemzem'den su içmek istediğin zaman kıbleye doğru dur, Allah'ın ismini an, Zemzem suyunu içerken üç defa nefes al ve ondan kana kana iç. Zemzem suyunu böylece içtikten sonra Allah'a hamd et. Çünkü Resûlullah (sav) buyurdular ki: Bizimle münafıklar arasındaki alâmeti farika onların Zemzem'den kana kana içememeleridir."
[Sünen-i İbn Mace, Bab 78, Hadis 3061]

Hadislerden anlayabileceğiniz gibi zemzemin kutsal olduğuna dair ciddi bir inanış var öyle ki anlatımlara göre Muhammed'in kalbi yerinden çıkarılıp zemzemle yıkanıyor. Ayrıca yüzlerini Kabe'ye dönmeden içmemeleri, suyu içmenin yüksek ateşe ve ne niyetle içilirse ona fayda vereceği söyleniyor.

İSLAM ÖNCESİ TARİHİ

Sefa ve Merve, Mekke'de bulunan iki tepedir. Sefa ve Merve çevresindeki tavaf, Zemzem kuyusu ve Mekke'ye hac yolculuğu şimdi Müslümanların uyguladığı eylemler olsa da bunlar İslam öncesi putperestler tarafında da uygulanan ayinlerdendi.

Arap tarihçilerine göre Zemzem Kuyusu kuruduğu veya kum altına gömüldüğü birkaç dönem dışında yaklaşık 4000 yıldır kullanılıyor. İnanışa göre kuyu Allah'ın emri altındaki Hz. İbrahim'in karısı Hacer ve küçük oğulları İsmail'i terk ettiği çorak ve ıssız bir vadiden mucizevi bir şekilde çıkan bir kaynak yerini işaret eder. Su arayışında olan Hacer susuzluktan ölmekte olan İsmail'e su sağlamak için umutsuzluk içinde Sefa ve Merve'nin iki tepesi arasındaki kavurucu sıcakta yedi kez ileri geri koştu. Allah merhamet edip Cebrail'i gönderince Cebrail zemini kazıyıp su kaynağının ortaya çıkmasını sağladı. Hacer kaynak bulduğu ve suyun bitmesinden korktuğu için onun çevresini kum ve taşlarla sardı. Zemzem isminin kaynağı "Zomë Zomë" ibaresidir ve "akmayı kes" anlamına gelir. Bu söz Hacer'in kaynak suyunu zapt etmeye çalışması sırasında tekrarlanan bir komuttur. Daha sonra kuyuya dönüştürülen kaynağın çevresi karavanlar için dinlenme yeri haline geldi ve sonunda Hz. Muhammed'in doğum yeri olan ticaret kenti Mekke'ya dönüştü.

MÜSLÜMANLARIN ZEMZEM'İ ŞİFA ZANNETMESİNE DAİR

İnanışa göre zemzem suyunun mucizelerinden biri hem susuzluğu hem de açlığı giderebilmesidir. Muhammed'in İslam öncesi yoldaşlarından biri suyun 'shabbaa'ah' yani doyurucu olduğunu söylemişti. Su kaplara dolduruldu ve insanların ailelerini beslemelerine yardımcı oldu.Yine iddiaya göre son birkaç yılda Zemzem suyu örnekleri bilim adamları tarafından toplanmış ve suyun içinde onu daha sağlıklı hale getiren yüksek kalsiyum gibi bazı özellikler bulmuşlardır.
Muhammed peygamber Zemzem'in iyileştirici etkileri olduğunu söyledi. Bu nedenle Mekke'ye gelen hacılar hasta olan akraba ve arkadaşlarına içirmek için şişelere doldurup taşırlar.

Ayrıca İslam peygamberinin iki torunu Hasan ve Hüseyin'in diş etlerini  zemzemle ovaladığı da söylenmektedir. Ek olarak Muhammed'in zemzem suyunu ibrik ve su derilerine doldurarak Medine'ye götürdüğü bildirilir.

Hastaların üzerine bu suyu serpiyor ve içmelerini sağlıyordu.

Bazı Hadislerde zemzem suyunun iyileştirici etkileri olduğu bildirilmiştir. Hadislerde şöyle söylenir: Cabir'den rivayetle Hz. Muhammed şöyle demiştir: "Zemzem Suyu herhangi bir amaçla içip sarhoş olmak için iyidir." Başka bir hadiste" Zemzem Suyu her hastalığın şifasıdır." deniyor. Dünyanın dört bir yanındaki Müslümanlar suyun kutsandığına inanıyor.

BİLİME KARŞIT MÜSLÜMAN İDDİALARI

İdrar, süt ve alkolde olduğu gibi Müslümanlar çoğu zaman dini inançlarının bilim tarafından desteklendiğini iddia ediyorlar.

İddia şu yönde:
Bangladeş Atom Enerjisi Komisyonu'nun dört kıdemli uzmanı zemzem suyunun musluk suyu veya solar pompa suyundan bilimsel olarak daha üstün olduğunu söyledi. Uzmanlar zemzem, musluk suyu ve güneş pompalarından gelen su örneklerini analiz etmiş ve test etmiştir.
Zemzem suyunun iyileştirici bir etkiye sahip olduğu bulunmuştur.

Doğada alkalik olan zemzem suyu midede oluşan fazla hidroklorik asidi nötralize edebilir ve mide yanmasını azaltır.

İyodür, sülfat ve nitrat içerikleri de zemzem suyunda daha yüksektir. Zemzem yoluyla temin edilen iyodür insan vücudunun tiroid bezi için gerekli iyot ihtiyacını yeterince karşılayabilir.

Zemzem'de magnezyum, sodyum ve potasyum gibi makro besin maddelerinin içeriğinin musluk suyu ve solar pompa suyundakinden daha yüksek olduğu ortaya çıkmış ve bilim adamları zemzem suyunun tüm verilerinin normal yeraltı suyundan çok daha fazla besin değerine sahip olduğunu belirtmiştir.

Zemzem suyunun sertliği musluk suyunun ve güneş pompa suyunun dört katıdır ancak araştırmacılar bunun Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen sınırlar içinde olduğunu söylemektedir.

ARSENİK ZEHİRLENMESİ

Arsenik zehirlenmesine vücutta arsenik elementinin artan seviyeleri neden olur. Arsenik zehirlenmesi baş ağrısı, sersemlik, uyku hali, kasılmalar, kusma, ishal, böbrek, karaciğer ve akciğer problemlerini içerir ve hatta koma veya ölüme neden olabilir.

Arsenicosis genellikle 5 ila 20 yıl gibi uzun bir süre boyunca arsenik zehirlenmesinin etkisidir. Uzun süre arsenikli su içmek cilt problemleri, cilt kanseri, mesane kanseri, böbrek ve akciğer kanserleri, bacak ve ayaklardaki kan damarları hastalıkları ve muhtemelen diyabet, yüksek kan basıncı, üreme bozuklukları gibi çeşitli sağlık etkileriyle sonuçlanır.

Dünya Sağlık Örgütü, 0.01 mg / L arsenik seviyesinin 10.000 de 6 oranında cilt kanseri riski oluşturduğunu ve bu risk seviyesinin kabul edilebilir olduğunu iddia etmektedir.

FLORÜR VE DOĞAL YOLLARLA OLUŞAN DİĞER ELEMENTLER

Florür, içme suyu ve yiyeceklerde doğal bir şekilde düşük seviyede bulunur. Doğal olarak oluşan küçük miktarlardaki florür yararlıdır ve bunun diş çürümesini önlediği bilinmektedir.

Benzer şekilde demir, gıdada doğal olarak bulunan bir elementtir ve vücudumuzdaki demir eksikliği dünya çapında en yaygın anemi şekli olan demir eksikliği anemisine neden olabilir.

Öte yandan arsenik tüketilen miktardan bağımsız olarak insanlar için sağlığa belirgin bir etkisi olmayan zehirli bir elementtir.

ARSENİK VE ZEMZEM

Ekim 2005’te İngiliz Gıda Standartları Ajansı tehlikeli düzeyde arsenik içeren ve etrafta satılan sahte zemzem sularının Dünya Sağlık Örgütü tarafından önerilen arsenik yasal sınırının üç katından fazla olduğu konusunda uyarıda bulundu.

Bununla birlikte Mayıs 2011'deki bir BBC soruşturması 2005'te satılan "sahte" zemzem suyunda olduğu gibi kuyudan alınan orijinal zemzem suyunun da yasal sınırın üç katı arsenik seviyesine sahip olduğunu tespit etti.

Tehlikeli arsenik seviyelerine ek olarak kutsal olduğu düşünülen zemzem suyu yüksek düzeyde nitrat ve potansiyel zararlı bakteriler içeriyordu.

Daha önce zemzem suyuyla ilgili uyarıda bulunan çevre sağlığı görevlisi Dr. Yunes Ramadan bunun hassas bir konu olduğunu, insanların bunu kutsal bir su olarak gördüğünü, bundan dolayı da sağlıksız olduğunu kabul etmekte zorlandıklarını ancak Suudi Arabistan ve İngiltere'deki yetkililerin harekete geçmeleri gerektiğini belirtti.

Her yıl milyonlarca Müslüman zemzem suyu içiyor. Bininin düzenli olarak bu suyu içtiği veya çocukları ve diğer sevdikleriyle paylaştıkları düşünülürse bu nedenle kendilerini ve yakınlarını kanseri de içeren arsenicosis riskine soktuklarından şüphe yoktur.

Fakat Arapların para kazanabilmesi için insanların Hacca gidip zemzem içmesi şarttır. Ülkemiz İslam ülkesi kabul edildiğinden ve maalesef Müslüman kesimimiz hiçbir inanışına-kutsal bildiği tabularına toz kondurmak istemediğinden ısrarla zemzem içmektedir..