HABERLER
Dini Haber
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
A etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KELT YARATILIŞ EFSANESİ

Hazırlayan: A.Kara

KELT YARATILIŞ EFSANESİ

Günümüzde bilimin sayesinde doğal fenomenleri anlamak kolay. Geçmişte böyle olmadığından eski insanların doğada gerçekleşen her olayı ve hayata dair olguları ilahi bir güç ile ilişkilendirmişlerdi. Dolayısıyla bu efsaneler onları okuyan, dinleyen bizler için basit görünse de eskiler için oldukça gerçektiler. Eski uygarlıklarda doğal olan ile doğaüstü arasında bir ayrım yoktu. Bu yüzden doğadaki birçok şeyin dini anlamı vardı. Kelt halkı için de durum aynıydı.

Yüzü boyalı savaşçıları ve gizemli rahipleri (druid) ile bilinen bu halkın kökenleri MÖ. 2000'lere kadar gitmektedir. İstila ettikleri topraklarda dil ve geleneğin yanı sıra mitoloji konusunda da önemli etkileri olmuştur. Zaten tarihte genellikle gördüğümüz şudur: Bir topluluk fethedildiğinde zorla ya da isteyerek fethedenlerin inançlarını benimserler. Bazen bunun sonucunda ortaya çıkan yeni dini yapının istila edilenin mitoloji ve inançlarının etkisi ile şekillenmiş olduğu görülür. Buna örnek olarak Romalıların Mısır tanrıçası Isis'i tanrıları arasına dahil etmesini verebiliriz. 

Kendi dini inançlarını kısmen koruyan, diğer yandan Kelp tanrı ve inanışlarından kimilerini benimseyen Avrupa halkı da kolektif bir din yaratmıştı. Keltler tıpkı bizler gibi mitolojilerine dair fazla yazılı kayıt tutmadıklarından haklarında bilinenlerin çoğu arkeolojik eserlerden toplananlardır. Öte yandan Yunanistan ve Roma'da yazılmış bazı yazılar Keltler hakkında bilgi veriyor olsa da bunların ne derece doğru olduğu, önyargı barındırıp barındırmadığı şüphelidir.

 Kelt inanışları tıpkı eski Türk inanışları gibi daha çok sözlü gelenek ile ilerliyor, insanlar birbirine anlatması sayesinde hayatta kalıyor ve biliniyordu. Bu yüzden Keltlere en büyük zararı Roma vermişti. Çünkü Roma, Kelt sözlü geleneğini ve dinini yaşatma konusunda ön plana çıkan druidleri yani kelt rahiplerini katletmişti. Bunun sonucunda Roma ile benzer tanrılara sahip olan Kelt halkı zamanla Romalılaşarak asimile oldu. [4]

Oyun dünyasından da bildiğiniz druidler Kelt toplumu içinde çeşitli rollere sahipti. Kelt rahipleri öğretmen, şifacı hatta yargıç olarak görev yapan bilgin sınıfıydı. Dinlerinin sözlü geleneğini bilen ve gelecek nesillere aktaracak olanlar da onlardı. Mitoslarını yazıya geçirmedikleri için inançları ve kelt rahipleri hakkındaki yazılı kaynağı ancak Sezar döneminde, onlardan bahsetmesi ile görebiliyoruz.

Kelt rahipleri erken Kelt edebiyatında kahin, peygamber ve büyücü benzeri insanlar olarak tasvir ediliyorlardı. Büyük ihtimalle onların dua ve dini sözleri kutsal kabul edildiğinden onları yazmak yasaktı. Eğer yazıya dökülürlerse kutsallıkları kaybolurdu. [4]

YARATILIŞ

Bilinen efsanelerden biri Donn ve Danu adlı iki tanrıdan bahseden yaratılış anlatısıdır. Bu efsane tabiatla iç içe yaşayan halkların ağaçlara atfettiği kutsiyeti, doğayı ne şekilde anlamlandırdığı, kimi doğa olaylarını nasıl mecazi tariflerle anlattığının en güzel örneklerindendir. Tabiatla iç içe yaşayan ve saygı duyan bir halk oldukları için efsanedeki kimi motifler doğaya saygı duyarak iç içe yaşamış olan Türklerin ve Slavların mitosları ile de benzerlik gösterir.

Efsaneye göre dünyalar bir araya gelmeden çok çok uzun zaman önce yalnızca boşluk vardı. Sonsuzluğun içindeki boşluk özlem duydu. Onun özlem hissi etrafındaki kaosun boşluğu düşünmesine neden oldu. Boşluk birliğin vermiş olduğu yoğun yalnızlık ve özlem ile derin bir uykuya daldı. Uykusu sırasında boşluğa bir rüya gösterildi. Bu rüyada ona olması gerekenler, her şeyin nasıl olacağı gösterildi. Bunun üzerine neşelenen boşluk büyük bir savaş narası ile uyandı. Savaş çığlığı sonrası etrafındaki karanlık kaosa doğru dokuz dalga halinde uzanıp yayıldı.

Büyük boşluk gördüklerine karşı öylesine büyük bir sevgi duydu ki, bölündü, içinden Danu ve Donn adında iki çocuk ortaya çıktı, hiçlikten doğmuşlardı. Danu yaşam tanrıçası, Donn ise ölüm tanrısıydı. [1][2][3] Hiçlikten bir anda var olan ikili etrafa bakındıktan sonra çıktıkları merkeze geri dönerek parıldayan boşlukta birbirlerini izlediler. Öyle büyük bir aşka tutuştular ki merkezin kutsal alevini kalplerinde hissedip hiç yerlerinden kımıldamamak ve ayrılmamak üzere birbirlerine sarılıp kenetlendiler.

"Donn" karanlık olan demektir. Kucaklaştığı eşi Danu onun zıttı olan beyazdır. [1][2] Yani efsanede aydınlık ile karanlığın, zıt kutupların kucaklaşması, bir dualizm anlatısı vardır.

Kucaklaşmalarından bir süre sonra tanrıça Danu doğum yaptı. Doğanlar arasında Briain, Iuchar ve Iucharba adında 3 dev erkek çocuk vardı. Birbirine kenetlenmiş şekilde duran anne ve babasının arasında sıkışıp kalan çocuklar yaşayabilecekleri bir alan bulamamışlardı. Çocuklardan biri olan Briaian etrafına bakındıktan sonra eğer anne ve babaları ayrılmazsa kendisi de dahil olmak üzere tüm çocukların öleceğini söyledi. Kendi aralarında ne yapmaları gerektiği üzerine tartıştılar. Annelerinin sevgisi çocuklar üzerinde ağır basınca Briain çıkış yolu olarak babasını öldürmeye karar verdi.

Öfkesi öyle büyüktür ki tek bir darbe vurmakla kalmayıp, babasını 9 parçaya ayırdı. Büyük aşkını kaybeden ve kıyımını gören tanrıça Danu dehşete kapılarak öylece hareketsiz kaldı. Kapıldığı dehşet hissi yerini korkuya, daha sonra kedere bıraktı. Acı içinde ağlamaya başlayınca gözyaşları öylesine aktı ki "Topraksız Prensler" denen üç oğlu ve doğan ilk çocuklarının tümü gözyaşlarının oluşturduğu akıntıya kapıldılar. Bu yüzden Danu'ya "Cennetin/Göğün Suları" dendi. Onun gözyaşlarının meydana getirdiği gelgitlerin içinde Fomorlar yaşıyordu. Onlar hem deniz ya da toprağın altında yaşadığına inanılan doğaüstü bir dev ırkı olmaları, hem de doğanın yıkıcı, karanlık yönlerini temsil ediyor olmalarıyla gökyüzünde yaşayan Tanrılar Soy'unun tamamen zıttıydılar. [11][12][13][14]

Sürüklenenler arasında aşkı Donn'un beden parçaları da vardı. Tıpkı İskandinav efsanelerindeki Ymir, Çin'deki Pangu, Babil'deki Tiamat gibi Donn'un parçalara ayrılmış bedeni yaratılışta büyük rol oynamıştı. Tacı gökyüzüne, beyni bulutlara, yüzü güneşe, aklı aya, nefesi rüzgara, gözyaşları ile karışan kanı denizlere, eti toprağa, kemikleri taşlara dönüşmüştü. Tohumlarından iki tane kalmıştı. Biri kırmızı, diğeri beyaz olan iki tohum Donn'un etinin oluşturduğu toprağa düşmüştü.

Uzaklardan bakan Danu yeryüzündeki iki tohumu gördü. Bunlardan biri Kızıl Meşe ağacı tohumuydu ve içinde parçalara ayrılan Donn'u barındırıyordu. Bunu gören Danu sevgilisine olanları hatırladı, aralarındaki mesafeden dolayı hüzünlendi. Diğer yandan onun tekrar hayata gelecek olması ile sevinçle dolmuştu, sevdiğine hayranlık duyuyordu. Tekrar ağlamaya başladı, gözyaşları yani özü ölü dünyanın üzerine damla damla düşüyordu.

Kavrulmuş topraklar onun sevgisiyle cennetten akan kutsal sularla ıslandı, tüm arazi boyunca tohumlardan hayat fışkırmaya başladı. Yeryüzünde var olan ilk canlılar Nemedyalılardı. Bunlar toprakların, kumların, çeşitli yerlerin insanlarıydı. İlahi suların sonraki çocukları ile akraba olsalar da onlardan farklılardı. Dünyanın kuzeyinde "Tapınma Ovası" adı verilen bir ovada yaşıyorlardı. Bu insanlar kutsal olduğundan onlara "Nemed" deniyordu. Daha sonra bu tek halktan iki halk ortaya çıkmıştı; Yeryüzünün halkı (Fir Bolg) ve gökyüzünde yaşamaya başlayan Tanrılar Soyu (Tuatha De Danann)

Tanrıçanın gözyaşları ile hayat bulan toprakta kırmızı meşe palamudu kök saldı ve Adair Arazisinin Meşe Ağacı (Bile** Magh Adhair) adı verilen muhteşem bir ağaca dönüştü. Cennetten gelen ilahi sular bu kutsal Meşe ağacını besledikçe besledi. Daha sonra bu Meşe ağacı insani bir form aldı, halkların kralı oldu ve Eochaid* adıyla bilindi.

* Bu adın İskoç İngilizcesine geçişi "Hektor" şeklinde olmuştur.
** İngilizcedeki "safra" değildir. Doğrudan kutsal ağacın adıdır ve anlamı tartışmalıdır. Kelt kültürü ele alındığında bunun büyük ihtimalle meşe ağacı olduğu düşünülür.

Hatırlarsanız parçalara ayrılan Donn'dan geriye iki tohum kaldı demiştim. İşte krala dönüşen kızıl tohumun dışındaki diğer tohum onun kardeşiydi ve kusurlu görülen, boğumlu Porsuk ağacından dönüşmüş olmasına rağmen  rahip olmuştu çünkü soyluydu. 

Eski uygarlıkların çoğunda ana tanrıçanın her şeyden üstün olduğunu, her şeyi var eden olduğunu görürüz. Öyle ki kocası olan tanrıyı bile o var eder, doğurur. Yani kocası aynı zamanda oğludur. Bunu gerçek bir insan ilişkisi gibi düşünmeyin. Doğanın kendisidir bu. Çünkü anne olarak görülen doğa her şeyi doğuran olarak görülmüştür. Bu yüzden onunla ilişkilendirilen tanrı bile ondan doğmuş olmalıdır.

Bunu aklımızda bulundurarak devam edelim. Efsaneye göre yeryüzünde hayat bulmuş olan Meşe tohumu eskiden sevgilisi olan uzaklardaki, gökyüzündeki annesini tanıyıp tekrar onunla birlikte olmak için uğraşmış, yukarıya doğru uzanmıştı. Uzanırken onun yüzünü okşama, yapraklarıyla gözyaşlarını silme gayretiyle uzuvlarını yukarı doğru zorladı.

Sanatta mükemmel olan kral Meşe ağacı (Eochaid) zanaatkar, korkusuz, kurnaz bir savaşçı ve gizli sanatlar ustasıydı. Cennetin suları ile beslenen Meşe birçok tanecik yetiştirdi. Yere düşen taneciklerden bazıları parıldayan harika varlıklara dönüştü. Bunlar arasında Tanrılar Soyu [5] (Tuath De Dannan) için bir zevk ve sevinç kaynağı olan, kadınların kalbine ateş düşüren Aengus (Oengus Mac Og) adlı Üvez ağacı da vardı. Aengus gençlik ve aşk tanrısıydı. [6]

Donn tüm bu kusursuzluğun etrafındaki halkına baktı. Hepsi uyuşuktu, durgundu, yaşarken çürüyorlardı. O günlerde ölüm yoktu. Çevresindekiler aşırılığa kaçınca kuruyup kaldı. Böylece halkı soldu, hastalandı ancak ölmedi.

Donn çevresindeki ıssızlığı görünce rahip kardeşine neler yapılabileceğini danıştı. Finn'in verecek bir cevabı yoktu. Diğer toprakların nerede olduğunu, ne durumda olduklarını görmek isteyen Finn bir yolculuğa hazırlandı. Dalgaların ötesine seyahat eden Finn durumun her yerde aynı olduğunu gördü, dünya ölüydü. Bu yüzden geri derken "yenilenme olabilmesi için ölümün bir zamanı olması gerektiğini" ilan etti. Bu kadim sihir sayesinde Donn ölecek, bedeni dünyayı yenileyecekti. Ruhu denize gitmeli ve dinlenme zamanı gelip kalabileceği bir yer inşa etmeliydi.

Fakat Donn bunları kabul etmedi. Çünkü kardeşinin akraba cinayetiyle lekeleneceğini düşünüyor ve sevgilisinden ayrı kaldığı gibi kardeşinden de ayrı kalmak istemiyordu. Diğer yandan halk Finn'in fikrini destekliyor, ona baskı yapıyordu. Bunun üzerine iki kardeş ovada savaşmaya başladı. Gün boyunca dövüşen iki boğa gibi yorgun düşmüşlerdi. Yorgunluk sancısını ilk hisseden Finn'di. Akabinde kardeşinin bıçakları vücuduna saplanmış ve ölmüştü. Bunun üzerine Finn dokuz dalganın ötesini keşfe çıktı.

Kardeşinin ayakları dibinde öldüğünü gören Donn öfke ve acı hissetti diğer yandan zafer elde ettiği için neşelenip büyüklendi. O kadar çok acı duydu ve büyüklendi ki kalbi ve tüm varlığı paramparça oldu. Böylece Donn büyük ovadan denize düştü. Ruhu Deniz'deki evini inşa etmeye giderken parçalara ayrılan bedeni dünyayı yenilemek üzere dağıldı.

Onun ölümüyle Meşe'nin üç güçlü kökü toprağın derinliklerine indi, etrafı çevreleyip güçlendi ve her biri birer karanlık olacak şekilde büyüdüler. Böylece üçüncü alem yaratıldı ve ruhu orada yaşamak üzere, inşa ettiği, ölen insanların gideceği "Tech Duinn'e" gitti. Tech Duin "Donn'un Evi" ya da "Karanlık Olanın Evi" anlamlarına gelir. Burası ölenlerin toplandığı yerdir. [7][8]

Dünyevi olarak yaşamıyor olsa da Gaeller yani İskoç ve İrlandalılar için tam olarak yok olmamıştı. Donn bu harika Dünya Ağacı ile 3 alemde birden yaşıyordu. Bu bir Meşe ağacıydı. Verdiği kırmızı meşe palamutları insanlara besin ve koruma sağlıyor, Tanrılar Soyu'nu mutluluk veriyordu. Cennetin Beyaz İneği Danu ile öteki alemin Kara Boğası Donn arasındaki aşk devam ediyordu. Onların arasındaki aşk ve sevgi sayesinde kozmos var olmaya devam etmişti.

Ölüp dokuz dalganın, boşluğun ötesini keşfe çıkan kardeşi Finn ruhlar aleminde de kralına hizmet etmeye devam etti. Peki nasıl hizmet ediyordu? Daha önce öldüğünden bilinmeyen yerleri keşfetmişti. Yolları bilen ve ilk keşfeden olduğu için ülkeye giden geçitleri koruyor, yanındaki yardımcıları ve tazıları ile birlikte yeni ölmüş olanların ruhlarını toplamaya çıkıyorlardı. Keltlerin inancında buna Büyük Av denir. Bu Büyük Av gününde insanlar mezarlıklarda bir Porsuk ağacı buluyor ve beraberindeki kara köpekleri mezarlığa gömüyorlardı. Bran adlı tazı ölüleri getiriyor, efendisi Finn ölen ruhları arayıp buluyordu. Bulunan ruhlar arasından layık olanlar Finn'in tazılarının ulumaları ile ilan edilip "Karanlık Olanın Evi'nde" yaşamaları üzere yönlendiriliyordu. Ev'e gelen ruhlar Donn ve Tümseğin İnsanları (Daoine sìth [9]) tarafından yargılanıyordu. Tümseğin İnsanları adı verilenler muhtemelen önemli Kelt ataları ve doğa ruhlarıydı. Donn yargılama bittikten sonra "Toprağın Çocukları" dediği bu çocuklarını yani ruhları bulundukları zaman içinde ölümlüler dünyasının kapısına götürüp teslim ediyordu.

Layık olmayan ve tazıların ulumadığı ruhlar kederine terk edilir, kabuk bağlayıp pul pul olarak amaçsızca gezinirdi. [10]

ANALİZ & DETAYLAR

Bu yaratılış efsanesindeki bazı noktaların üzerinde durmak istiyorum.

Efsanede Anne ile Baba'dan var oluş, ölen babanın yeniden dirilerek oğul ve eş olarak dünyaya gelip sonrasında tekrar ölmesi motifi var. Birkaç kez "Tanrılar Soyu" terimini kullandım. Bunlar Yukarı Alem'in tanrılarıdır. Bu tanrıların ana tanrıçanın çocukları olması, aynı zamanda ölen babanın onun sayesinde tekrar dirilmesi ana tanrıçanın her şeyden üstün olduğunu gösterir.

Donn ve Danu'nun yaratılışına baktığımızda yaratılışın ilkel kaosun bölünmesi ile başladığını görüyoruz. Çocuklarının babalarını öldürdükten sonra yeryüzüne sürüldüğü anlatılıyor. Hatlarıyla tamamen aynı olmasalar da tanrıya karşı gelen, daha sonra ceza olarak yeryüzüne gönderilen varlıklara dair efsanelerle ortak yönlere sahip.

Efsane alışılmışın dışında bir yöne sahip. Mitoslarda genellikle toprak yani yeryüzü kadın olurken gökyüzü erkek olur. Böylece yağan yağmurlar ile erkeğin toprağı döllediği düşünülür. Kelt efsanesinde oldukça farklı bir bakış açısı var. Alışılmışın aksine gökyüzü tanrısı kadın, yeryüzü erkek. Üstelik hayatın başlaması ve doğanın canlanması erkeğin döllemesi ile değil annenin çektiği özlem, acı ve sevgiden kaynaklanan gözyaşı sayesinde oluyor. Daha sonra yeraltı tanrısına dönüşen Baba'nın (Meşe/Donn) ölenlerin yanına gideceği bir karaktere dönüştüğü görülüyor.

Keltler için ağaçların kutsallığını kolayca fark edebiliyoruz. Özellikle Meşe ağacı ağaçların kralıdır ve kutsaldır. Bu yüzden yaratılış anlatısındaki kral da meşe ağacı ile bağlantılıdır.

Kralın rahip kardeşi Finn, Gal irfanındaki şamanik bir karakterdir. Daha önceleri Pan-Kelt tanrısı olarak tapınılmış, kahin, bilge ve şair yönleriyle ortaya çıkmış bir tanrıdır. [Fingan, Fionn, Finnbennach, Findbharra gibi farklı adlarla tapınılmıştır.] Onun porsuk ağacı ile ilişkilendirilmesinin birçok nedeni vardır. Bunlardan en önemlisi geçmiş zamanlarda insanların mezarlıklara porsuk ağacı dikiyor olmasıydı. Yeni mezarlık alanına ilk kez biri gömüleceği zaman buraya aynı zamanda siyah bir köpek getiriliyordu. Bu Finn'in tazılarını, özellikle tazısı Bran'ı simgeliyordu. (Bazı efsanelerde Bran'dan beyaz bir tazı olarak bahsedildiği olmuştur.) Porsuk ağacı ile ilişkilendirilmesinin başka bir nedeni boğumlu ve çarpık olan bu ağacın meşe ağacına kıyasla kusurlu görünüyor olmasıydı.

Diğer yandan gençlik ve aşk tanrısı Aengus, Gal kültüründe büyülü, koruyucu, hayat veren ve iyileştirici özellikleri olduğuna inanılan Üvez ağacı ile ilişkilendirilmişti. Kırmızı meyveleri Tanrılar Soyu için neşe kaynağı olmuştu.

Bu noktada eski insanların doğayı ne kadar detaylı şekilde gözlemlediğini anlayabiliriz. Bunlar rastgele seçilmiş ağaçlar değillerdir. Yaşlanmayan Porsuk ağacının aksine meşe ve üvez ağaçları yıllık döngünün içinde yaşarlar. Meşe ve porsukağacı ile karşılaştırıldığında üvez ağacı çok daha pürüzsüz ve genç göründüğünden gençlik ve aşk ile ilişkilendirilen de oydu.

ANTİK MISIR DİNİNDE 42 SAFLIK BEYANI VE 10 EMİR

Hazırlayan: A.Kara

42 SAFLIK BEYANI VE 10 EMİR

Eski Mısır dininde kişi öldüğünde ölüler alemi olan Duat'a gider, burada kalbi teraziye konur ve iyiliğin tüyüne karşı kalbi tartılırdı. İbrahimi dinlere günah ve sevapların tartılması olarak geçen bu inanışta önemli bir detay vardır. Ölüler Kitabında detaylıca anlatılan Kalbin Tartılması işlemi sırasında kalbi tartılan kişi oradaki tanrıça Maat'ın yargıçlarının bakışları altında 42 maddeden oluşan Saflık Beyanını okumalıdır. Bu, yargılanmadan önce ölen kişiye tanınan bir fırsattı.

Maat'ın yargıçlarına karşı yapılıyordu; Çünkü Maat adaletin, doğrunun, bilginin, yasaların, ahlakın, uyumun ve kozmik dengenin tanrıçasıdır. Kalbin Tartılması sırasında kişinin kalbine karşı Maat'ın tüyünün konmasının nedeni de budur.

Maat'ın yargıçlarına yapılan Saflık Beyanları kişisel olduğundan mezardan mezara farklılık gösterse de temel itibariyle günah kavramları aynıdır. Bunlar tanrıça Maat'ın kanunları değil de Maat'ı memnun etmek için onu okuyacak kişinin hayattayken yaptıkları ya da yapmadıklarının beyanıdır. [4]

42 maddeden oluşmasının nedeni, Nebseni papirüsünde Maat'ın yardımcı yargıçları olan 42 tanrıdır.[7] Bu 42 tanrı, Mısır'ın 42 eyaletini temsil eder ve "yaşamları boyunca Maat'tan beslenen gizli Maat tanrıları" olarak adlandırılırlar. Bunlar sunular kabul eden küçük kademeli ilahlardır. [4]

Yani aslında her bir madde ile bir tanrı ya da tanrıçaya ifade verilmekte ve itirafta bulunulan her bir tanrı ile Mısır'ın bütünlüğü vurgulanır. Bu küçük dereceli tanrı ve tanrıçaların adlarını Ölüler Kitabı'ndaki Nebseni Papirüsünde görmek mümkündür.

Ölünün okuduğu 42 Saflık Beyanı Musevilikteki 10 Emir'in temelini oluşturur şekildedir ve kutsal olduğu söylenen kitaplardaki günah kavramından daha iyi ahlaki hatlara sahiptir. Söz konusu 42 madde şöyledir:
  1. Günah işlemedim.
  2. Şiddet kullanarak soygun yapmadım.
  3. Çalmadım.
  4. Erkek ve kadınları öldürmedim.
  5. Tahıl çalmadım.
  6. Sunuları çalmadım.
  7. Tanrıların mallarını çalmadım.
  8. Yalan söylemedim.
  9. Yiyecekleri taşımadım.
  10. Küfür etmedim.
  11. Zina etmedim, erkeklerle yatmadım.
  12. Kimseyi ağlatmadım.
  13. Kalbi yemedim (Boş yere üzülmedim, pişmanlık duymadım)
  14. Hiçbir erkeğe saldırmadım.
  15. Hilekar değilim.
  16. Ekili araziyi çalmadım.
  17. Kulak misafiri olmadım (başkalarının sırlarını dinlemedim)
  18. Hiçbir erkeğe iftira atmadım.
  19. Haklı bir sebep olmadan kızmadım.
  20. Hiçbir erkeğin karısına ahlaksızlık yapmadım.
  21. Hiçbir erkeğin karısını ahlaksızlaştırmadım (burada önceki iddiasını yenileyerek başka bir tanrıya hitap eder)
  22. Kendimi kirletmedim.
  23. Hiç kimseyi korkutmadım.
  24. Yasayı çiğnemedim.
  25. Kızmadım.
  26. Kulaklarımı gerçeğin sözlerine kapatmadım.
  27. Dine küfretmedim.
  28. Şiddet adamı değilim.
  29. Çekişme kışkırtıcısı ya da barış bozan biri değilim.
  30. Acele ile yargılamadım ya da hareket etmedim.
  31. Konuları merak etmedim.
  32. Konuşurken sözlerimi çoğaltmadım
  33. Kimseye zulmetmedim, kötülük yapmadım.
  34. Kral'a karşı büyücülük yapmadım (ya da küfretmedim)
  35. [Akması gerektiği zaman] suyun akışını hiç durdurmadım.
  36. Asla sesimi yükseltmedim. (kibirli ya da öfkeli konuşmadım)
  37. Tanrı'ya küfretmedim, lanet okumadım.
  38. Kötü bir öfkeyle hareket etmedim.
  39. Tanrıların ekmeğini çalmadım.
  40. Khenfu keklerini ölülerin ruhlarından alıp götürmedim.
  41. Çocuğun ekmeğini kapmadım, şehrimin tanrısını hor görmedim.
  42. Tanrıya ait sığırları öldürmedim. [5][6][1]

Şimdi bir de 10 emire bakalım:
  1. Tanrı YHVH'ten başka ilah(lar)ın olmayacak.
  2. Kendine yukarıda, gökte; aşağıda, yerde; veya derinlerde, yeraltında yaşayan put(lar) yapmayacaksın; onlara eğilmeyeceksin ve onlara ibadet etmeyeceksin.
  3. Tanrın YHVH'in ismini boş yere anmayacaksın.
  4. Haftanın altı günü çalışacak ve dünyevi işlerini yapacaksın; haftanın son günü, yedinci gün mukaddes Şabat günündeyse bütün işlerini bırakacak ve Tanrın YHVH'e ibadet edeceksin. O gün, Sebt'tir.
  5. Annene ve babana hürmet edeceksin.
  6. Öldürmeyeceksin.
  7. Zina etmeyeceksin
  8. Çalmayacaksın.
  9. Komşu(ları)na karşı yalan yere şahitlik yapmayacaksın.
  10. Komşu(ları)nın, yakın(lar)ının mülklerine tamah etmeyeceksin.

Fark edebileceğiniz gibi 10 emir, Mısır dinindeki 42 maddenin sayıca azaltılmış ve Tanrı faktörünün daha ağırlık kazandırılmış halidir. Tevrat'ta yazanlara göre Musa bir Mısırlıdır. Dolayısı ile Mısır'da büyümüş olan Musa Mısır tanrı ve tanrıçalarına taparak büyümüştür. Bu yüzden Maat'ı ve 42 Saflık Beyanı'nı biliyor olmalıdır. 

Mısır dinindeki Saflık Beyanları birer kanun olmadığından kişiden kişiye farklılık gösterebildiği için, farklı mezarlardan çıkan beyanlarda ölülerin şöyle beyanları yer alır:
  • Hizmetkarlara kötü muamelede bulunmadım.
  • Kimseye benim adıma cinayet işlemesi için emir vermedim. [2][1]
  • Yalancı şahitlik yapmadım.
  • Aç olana ekmek verdim, susamışa su ve çıplak olana elbise verdim. [3][1]

Henüz ortada Musevilik, Hristiyanlık ve İslam gibi dinler yokken, çoktanrılı eski Mısır dininin sahip olduğu ahlaki çizgi İbrahimi dinlerle neredeyse aynıdır.

Örneğin Mısır dini insanları köleleştirmeyi ve zorla çalıştırmayı uygunsuz bir davranış ya da günah olarak görmemiştir. Durum İbrahimi dinlerde de aynıdır. Yahudiler dinlerini Eski Mısır dininden ve çevre topluluklardan duydukları ile inşa ettiğinden kölelik sistemi onlara da geçmiş, buradan da Kur'an'a geçerek varlığını devam ettirmiştir. Bu yüzden Kur'an'da köleliği ve cariyeliği yasaklayan hiçbir ayet yoktur.

İbrahimi dinlerde ahlaklı olmanın ya da iyilik yapmanın nedeni tanrı ve cehennem korkusudur. Cehennem korkusu içindeki kişi yaptığı iyiliklerle tanrıyı ikna edecek seviyeye geldiğinde cennetlik olur. Yani kişi içinden geldiği için, sadece iyilik yapmak için değil de çıkar ya da tehdit ilişkisi içinde hareket eder.

Söz konusu dinleri etkileyen Mısır dininde de durum aynıdır. Kişiler yeraltı diyarında tekrar doğma hakkı kazanarak cennete gitmek için iyilik yapar ve kötülükten uzak dururlar. Yine ödül-ceza sistemine dayalı ahlak söz konusudur. Bu yüzden kişi hayattayken olabildiğince iyi olmaya çalışır ve öldüğünde Osiris ve 42 Maat yargıcının karşısına çıkarak onlara uzak durduğu kötülükleri ya da yaptığı iyilikleri sıralar. Akabinde "kalbim temiz, kalbim temiz, kalbim temiz" diye de ekler. Çünkü dönem insanının inanışına göre tüm iyi ya da kötü eylemlere karar vermeyi sağlayan, yani beyin işlevini gören organ kalptir. Bu inanışın yansımalarını Kur'an'da da görmek mümkündür.

Bir nokta daha var ki Antik Mısır'ın Büyük Yargılama metinlerinde kişi yaptıklarını anlattıktan sonra diğer aşamada kalbi dile gelip konuşmaya başlar. Bu inanış değişim geçirerek İbrahimi dinlerde kişi yargılanırken günahlarını saklayamayıp itiraf edeceği, hatta organlarının bile onun yerine konuşacağı inanıcına zemin hazırlamış olabilir.

MUHAMMED'E NEDEN YAZDIRMADILAR? (Kırtas Olayı)

Hazırlayan: A.Kara

ÖMER MUHAMMED’E NEDEN YAZDIRMADI ? (KIRTAS OLAYI)

Rivayet ve hadislere Kur’an ayetleri ile birlikte baktığımızda Ömer’in Kur’an’a etkisinin ne denli büyük olduğunu görürüz. Öyle ki kimi ayetlerin Ömer ile Muhammed arasındaki konuşmalar, fikir ayrılığı yaşadıkları durumlar üzerine indiği, Allah’ın Ömer’i haklı bulurcasına onun görüşlerini vahiy ettiği görülür. Yani Ömer, Muhammed ve takipçileri üzerinde oldukça etkili biridir. Bunun örneklerinden biri “kalem kağıt” olayı olarak da bilinen Kırtas hadisesidir.

Kur’an’dan sonra en güvenilir kaynak olarak kabul edilen Kütübü Sitte’de yer alan bu olaya göre İslam peygamberi ölüm döşeğindeyken çevresindekilerden kalem kağıt ister. Rivayetlerde yazdığına göre ölmeden önce bir şeyler yazmak istemesinin nedeni ölümünden sonra Müslümanların sapmalarını, yoldan çıkmalarını engellemektir. Fakat Ömer Muhammed’in yazı yazmasına engel olur. Bu yüzden Şiiler tarih boyunca Ömer’e tepki gösterip eleştirmişlerdir. Çünkü onların görüşüne göre eğer Ömer tarafından engellenmeseydi Ali’nin halife olmasını vasiyet edecekti, yazacağı buydu.

Şimdi ehli sünnet kaynaklarında bu konuyla ilgili yer almış rivayetlere bakalım.

حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى، أَخْبَرَنَا هِشَامٌ، عَنْ مَعْمَرٍ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ، قَالَ لَمَّا حُضِرَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وسلم ـ قَالَ وَفِي الْبَيْتِ رِجَالٌ فِيهِمْ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ ـ قَالَ ‏"‏ هَلُمَّ أَكْتُبْ لَكُمْ كِتَابًا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ ‏"‏‏.‏ قَالَ عُمَرُ إِنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وسلم غَلَبَهُ الْوَجَعُ وَعِنْدَكُمُ الْقُرْآنُ، فَحَسْبُنَا كِتَابُ اللَّهِ‏.‏ وَاخْتَلَفَ أَهْلُ الْبَيْتِ وَاخْتَصَمُوا، فَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ قَرِّبُوا يَكْتُبْ لَكُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كِتَابًا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ‏.‏ وَمِنْهُمْ مَنْ يَقُولُ مَا قَالَ عُمَرُ، فَلَمَّا أَكْثَرُوا اللَّغَطَ وَالاِخْتِلاَفَ عِنْدَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ ‏"‏ قُومُوا عَنِّي ‏"‏‏.‏ قَالَ عُبَيْدُ اللَّهِ فَكَانَ ابْنُ عَبَّاسٍ يَقُولُ إِنَّ الرَّزِيَّةَ كُلَّ الرَّزِيَّةِ مَا حَالَ بَيْنَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَبَيْنَ أَنْ يَكْتُبَ لَهُمْ ذَلِكَ الْكِتَابَ مِنِ اخْتِلاَفِهِمْ وَلَغَطِهِمْ‏.‏

Peygamberin ölüm vakti yaklaştığında aralarında Ömer bin. Hattab’ın da bulunduğu adamlara “Yaklaşın, size bir yazı yazmama izin verin ki ondan sonra yoldan sapmayasınız.” dedi. Ömer dedi ki: “Peygamber ağır hasta, bizde Kur’an var, Allah’ın kitabı bize yeter.” Evdeki insanlar birbirlerine ters düştü ve aralarında tartışmalar yaşandı. Bazıları: “Yaklaşın da Resulullah size sapmayacağınız bir yazı yazsın” dedi. Bir kısmı da aynen Ömer’in söylediğini söyledi. Önünde çok gürültü patırtı koparıp ihtilafa düştüklerini görünce Peygamber onlara: “Gidin ve beni yalnız bırakın” buyurdu.

İbni Abbas şöyle derdi: “İhtilaf ve tartışmaların onlar için Resulullah’ın bu yazıyı yazmayı engellemesi büyük bir felaketti.”
[1]

Başka bir rivayet şöyledir:

حَدَّثَنَا قَبِيصَةُ، حَدَّثَنَا ابْنُ عُيَيْنَةَ، عَنْ سُلَيْمَانَ الأَحْوَلِ، عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ـ رضى الله عنهما ـ أَنَّهُ قَالَ يَوْمُ الْخَمِيسِ، وَمَا يَوْمُ الْخَمِيسِ ثُمَّ بَكَى حَتَّى خَضَبَ دَمْعُهُ الْحَصْبَاءَ فَقَالَ اشْتَدَّ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَجَعُهُ يَوْمَ الْخَمِيسِ فَقَالَ ‏"‏ ائْتُونِي بِكِتَابٍ أَكْتُبْ لَكُمْ كِتَابًا لَنْ تَضِلُّوا بَعْدَهُ أَبَدًا ‏"‏‏.‏ فَتَنَازَعُوا وَلاَ يَنْبَغِي عِنْدَ نَبِيٍّ تَنَازُعٌ فَقَالُوا هَجَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم‏.‏ قَالَ ‏"‏ دَعُونِي فَالَّذِي أَنَا فِيهِ خَيْرٌ مِمَّا تَدْعُونِي إِلَيْهِ ‏"‏‏.‏ وَأَوْصَى عِنْدَ مَوْتِهِ بِثَلاَثٍ ‏"‏ أَخْرِجُوا الْمُشْرِكِينَ مِنْ جَزِيرَةِ الْعَرَبِ، وَأَجِيزُوا الْوَفْدَ بِنَحْوِ مَا كُنْتُ أُجِيزُهُمْ ‏"‏‏.‏ وَنَسِيتُ الثَّالِثَةَ‏.‏ وَقَالَ يَعْقُوبُ بْنُ مُحَمَّدٍ سَأَلْتُ الْمُغِيرَةَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَنْ جَزِيرَةِ الْعَرَبِ‏.‏ فَقَالَ مَكَّةُ وَالْمَدِينَةُ وَالْيَمَامَةُ وَالْيَمَنُ‏.‏ وَقَالَ يَعْقُوبُ وَالْعَرْجُ أَوَّلُ تِهَامَةَ‏.‏

“İbn Abbas şöyle diyor: ‘Perşembe günü, Perşembe gününün ne olduğunu sen ne bilirsin?” der ve yeri ıslatıncaya kadar ağlar.”

Dedi ki: “Resûlullah'ın hastalığı Perşembe günü ağırlaştı, “Bana bir kemik getirin de size bir yazı yazayım ki ondan sonra asla yoldan sapmayasınız.” dedi. Sonra oradakiler ihtilafa düşüp münakaşa etmeye başladılar, oysa ki Peygamberin yanında tartışmak doğru değildir.

Onlar : “Resulullah ağır hastadır” dediler. O zaman Peygamber dedi ki: “Beni yalnız bırakın, içinde bulunduğum durum, hakkımda söylediklerinizden daha hayırlıdır”.

Sonra onlara üç şey emretti: ‘Müşrikleri Arap yarımadasından çıkarın. Görüşmeye gelen heyetlere, benim yaptığım gibi ikramda bulunun ve hediyeler verin. Üçüncüsünü unuttum.”
[2]

Bu rivayette Muhammed’in hakkında söylenenlere neden sitem ettiğini, yanındakilerin hakkında ne dediklerini aynı olayı anlatan farklı bir rivayetteki ifade ortaya koyuyor. Çünkü aralarından kimileri yazı yazmak isteyen Peygamber için “Ona ne oluyor? (Sizce) delirmiş (ağır hasta) mi? Durumunu anlamak için ona sorun.” derler. [3]

فَقَالُوا مَا شَأْنُهُ أَهَجَرَ اسْتَفْهِمُوهُ فَذَهَبُوا يَرُدُّونَ عَلَيْهِ‏.‏

Kimi rivayetlerde “Gerçekten Resulullah sayıklıyor” dedikleri yazar. [4]

فَقَالُوا إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَهْجُرُ ‏.‏

Bunun üzerine Muhammed onları huzurundan kovar, ki rivayetlerin genelinden anlaşılacağı üzere bu tartışmaya neden olan kişi Ömer’dir. Onun söyleminden sonra kimileri aynı şekilde Muhammed’in bir şeyler yazmak istemesine karşı çıkarlar.

Anlatım yönüyle diğerlerinden farklı olan ve İbni Sa’d da yer alan bir rivayet yine Buhari, Müslim gibi kaynaklarda yer alan rivayetleri destekler şekilde Ömer’in Muhammed’in bir şeyler yazmasına karşı çıkışını anlatır:

“Biz Nebî (sav)’in yanındaydık. Bizimle kadınların arasında perde vardı. Resulullah (sav) “Beni yedi ayrı kuyudan alınmış su ile yıkayın ve bana kağıt ile kalem getirin ki, ondan sonra asla dalalete düşmeyeceğiniz bir yazı yazayım.” dedi. Kadınlar, “Resulullah’ın isteğini yerine getirin.” dediler. Ben, “Siz susun. O hastalandığında gözlerinizden yaşlar akar, iyileşince de boğazına sarılırsınız.” dedim. Resulullah (sav) ise, “Onlar sizden hayırlıdır.” dedi.” [5]

Bunlara ek olarak belirtmekte fayda var ki İbni Sa’d’da yer alan bir rivayette daha güvenilir olan ehli sünnet kaynaklardaki rivayetlerle ve Muhammed’in ölümüne dair anlatılarla uyumsuz bir şekilde olaydaki kişi Ömer değil de Ali olarak önümüze çıkar. Şöyle yazar:

“Resulullah’ın hastalığı ağırlaştığında, “Ey Ali, bana bir şey getir de, benden sonra ümmetimin dalalete düşmemesi için yazayım.” dedi. Getirmeden önce vefat eder korkusuyla, “Ben onu aklımda tutarım.” dedim. Onun başı göğsümde olduğu halde, namazı, zekatı ve kölelere iyi davranılmasını vasiyet etti. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehadet edilmesini emretti. Sonra da ruhunu teslim etti. Her kim bu şekilde şehadet getirirse ona cehennem haram olur.” [6]

Fakat gördüğünüz gibi daha güvenilir olarak kabul edilen Buhari ve Müslim gibi onca sünni hadis kaynağı bu kişiden Ömer olarak bahseder. Muhammed’in ne yazmak istediği belirsiz olsa da Şiilerin görüşüne göre Ali’nin halife olacağını yazacaktır ve Ömer bunu engellemiştir. Bu yüzden Şiiler arasında zaman içinde Ömer’e karşı artan bir nefret oluşmuştur.

Muhammed’in ölümü ile ilgili rivayetlerden yola çıkılarak onun bu olaydan birkaç gün sonra öldüğü ve muhtemelen bu süre zarfında yazamadığı şey her neyse onu sözlü olarak insanlara bildirmiş olması gerektiği söylenir. Fakat eğer söz konusu kimin halife olacağı ise rivayetlere bakıldığında ölmeden önce bu konuda net bir açıklama yapmış değildir. Örneğin şöyle bir rivayet vardır:

“Bana baban Ebubekir’i ve kardeşini (Abdurrahman’ı) bir yazı yazmam için çağır. Çünkü gerçekten ben, bir temenni edicinin şöyle temenni etmesinden ve ben öldükten sonra “ben bu işe (hilafete) daha layığım.” demesinden korkuyorum.

Sonra Resulullah, Allah ve mü’minler ancak Ebubekir’e razı olur.” değerlendirmesini yaparak bundan vazgeçmişti."
[7]

Bu rivayete göre kendisi halife seçmiyor da “zaten halk Ebubekir’i seçecektir” diyerek bu konuda herhangi bir açıklama getirmiyor.

Eğer “halife şu kişi olacaktır” deseydi ölümü sonrası yaşanacak birçok siyasi çekişmenin, Müslümanın Müslümanı öldürmesinin önüne geçebilirdi.

İki rivayet var ki Şiilerin iddiası ve Kırtas hadisesi konusunda oldukça önemliler.

İlk rivayete göre Muhammed’in amcası Abbas, Muhammed’in hastalığı sırasında, başkanlığın, Haşimoğulları’ndan çıkmaması için bazı girişimlerde bulunmuştur. Bunun için bir gün Ali, hasta olan

Muhammed’in yanından çıkınca onun hastalığı hakkında bilgi alır ve “Görmüyor musun? Allah’ın Elçisi bu hastalıktan ölmek üzeredir. Ben, Abdülmuttalip oğullarının ölecekleri sırada yüzlerinin ne duruma geldiğini bilirim. Haydi Allah’ın Elçisi’nin yanına gidelim de bu işi (yönetim) kime bırakacağını soralım. Bize bırakıyorsa bunu bilelim. Bizden başkasına bırakıyorsa kendisiyle konuşalım, bizim için tavsiyelerde bulunsun” deyince, Ali, “Biz bunu Allah’ın Elçisi’ne sorunca, o da bunu bize vermeyecek olursa, artık bir daha bunu bize vermezler. Onun için ona böyle bir şeyi asla sormam” der. [8]

İkinci rivayet şöyledir: Abdullah bin Abbas’a “Tanrı elçisi vasiyetlerde bulundu mu?” diye sordum. O, “Hayır, bulunmadı” dedi. Ben “bu nasıl oldu? Diye sorduğumda,O “Allah’ın Elçisi, “Ali’yi bana çağırınız” dediğinde, Ayşe, “Ebû Bekir’i çağırmayacak mısın?” , Hafsa da: “Ömer’i çağırmaya adam göndermeyecek misin?” dedi. Bunun üzerine hepsi Peygamber’in huzurunda toplandılar. Tanrı elçisi “Evlerinize dönün, bir işim olursa ben sizi çağırırım” dedi. [9]

Tüm bunlara bakıldığında Muhammed ölüm döşeğindeyken çevresindekilerin “kim halife olacak” derdine düşüp bu güçlü makama sahip olmayı dilediği açıktır. Muhammed Ali’yi çağırtınca Ayşe ve Hafsa’nın da babalarını çağırttığı, onlar gelince Muhammed’in hepsini huzurundan gönderdiği rivayete bakılınca insanın aklında yaşanmış olabilecek onlarca ihtimal beliriyor. Tabi Ebubekir’i övdüğü hadisleri de unutmamak gerekiyor.

Diğer yandan, eşleri ile kavga edince, cariyesini kendine yasaklayınca veya Yahudiler kendisi ile alay edince ayet gönderen Allah nedense büyük sorunlara yol açacak daha önemli bir konuda, halifenin kim olacağı konusunda hiçbir ayet göndermiyor. Müslüman arkadaşlara sesleniyorum. Elinizi vicdanınıza koyup, gerçekten akıllıca düşünüp samimi olarak cevap verin. Hangisi daha önemli bir konu:
  1. Muhammed’in cariyesi Mariye’yi kendine yasaklayıp eşlerinden kimilerini boşamaya kalkması. (Tahrim, 1-5)
  2. Ölümünden sonra imametin, halifeliğin kime geçeceği, yönetimi kimin ele alacağı.

Birincisi hakkında ayet var ama çok daha önemli olan, dinin ve inananların kaderini belirleyecek olan ikincisi hakkında yok. Böyle bir kutsal kitap olabilir mi? Gerçi, Kur’an’ın Muhammed’in ölümünden yıllar sonra zar zor bir araya getirilebildiğini hatırlayınca insanın tekrar “böyle bir kutsal kitap olabilir mi?” diye sorası gelmiyor değil.

Kırtas hadisesi ile ilgili rivayetlere bakınca bazı soruları sormak gerekiyor:

1) Ömer Muhammed’in yazı yazmasına neden engel oluyor?

2) Yanındaki kişilerden bazıları “yoksa o delirdi mi?” ya da “sayıklıyor” gibi sözler söylüyorlar. Hani peygambere hürmet edip tevazu gösteriyorlardı? Yoksa O’nun yatağa düştüğünü görünce gevşeyip güçlü gördükleri kişilere yanlamaya mı başladılar?

3) Birçok rivayette Ali Muhammed’in cenazesiyle ilgilenirken Ebubekir ve Ömer’in halifelik konusuyla uğraştıkları, daha sonra Ebubekir’in halife ilan edildiği yer alır. [10] Bu durumda Şiilerin ya da kimi insanların halifelik konusunda oyun oynandığını düşünmesi normal değil midir?

4) Necm suresi 3. ayette “O, nefis arzusu ile konuşmaz.” deniyor. Buna karşın Kırtas hadisesine dair rivayetler gerçekse Ömer’in aslında Muhammed’e inanmadığı, iktidar dengeleri için yanında saf aldığı sonucu ortaya çıkmıyor mu?

5) Allah’ın böylesi önemli bir konu hakkında emir göndermemiş olmasını nasıl açıklıyorsunuz? Mantıklı buluyor musunuz?