HABERLER
Dini Haber
Bilimsel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Bilimsel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BAKTERİLERİ ALLAH YARATMADI MI?

Yazan: Kirpi


BAKTERİLERİ ALLAH YARATMADI MI?

Evrende var olan her şeyin yaratıcısı olarak Kur'an'da Allah ifade edilir. Oysa bunun gerçekten böyle olduğunu kimse ispat edemez. Örneğin biri size atomu ben parçaladım derse ona soracağınız ilk soru nasıl parçaladın olurdu değil mi? Zira bir şeyi senin yaptığını ve yahut yapmadığını teyit etmenin en kısa yolu nasıl yaptığını bilmek. Bu kural neredeyse her yerde geçerli. En basitinden bir suç işleyen dahi o suçu nasıl işlediğini anlatmayınca ve anlattığın şekil gerçekten ispatlanmadığı sürece suçu işleyen kişi olarak kabul edilmezsin. Kur'an'da da aynı mantığın işlemesi gerek. Allah her şeyi kendisi yarattığını iddia ediyorsa nasıl yarattığını izah etmek zorunda. İzah ettiği yer ise kendi kitabı olan Kur'an olmak zorunda. Çoğu Müslüman bu eleştiriye "işte bilim Allah'ın nasıl yarattığını anlatıyor" gibi ütopik cevaplar veriyorlar.

Bilim göreceli bir kavramdır ve sürekli değişir. Bilimde bir şeyin yaranma şekli bu gün doğru olarak kabul edilse dahi yarın bunun yanlışlanamayacağının garantisi yok. Fakat Kur'an'a baktığımızda Allah'ın yasalarında (sünnetullah) hiç bir değişimin olamayacağını görüyoruz.

“...Bizim sünnetimizde değişiklik bulamazsın.”(17.İsra’: 77)
“...Sünnetullâh’ta asla değişme bulamazsın!” (48.Fetih: 23)
“...Sünnetullâh için bir alternatif asla bulamazsın! Sünnetullâh’ta bir değişme asla bulamazsın!” (35.Fâtır: 43)

Göreceli ve sürekli değişen bilimin değişmeyen sünnetullah'ı (Allah'ın yasasını) açıkladığını iddia etmek mantık hatasıdır. Bu yüzden bizler Allah kendi yarattıklarını nasıl yarattığını Kur'an'da açıklamak zorunda, zira iddia sahibi kendi olduğu için iddianın ispatıyla yükümlü olan da kendisidir. Meselenin bir başka tarafıysa bilim Allah'ın her şeyi nasıl yarattığını açıklıyor diyen Müslümanlar bilimin bir kısmını kabul edip bir kısmını kabul etmiyorlar.  Allah'ın insanları yer yüzünde tutması için yer çekimini yarattığına inanıyorlar ama her ne hikmetse bilimin de kabul ettiği evrim teorisini kabul etmiyorlar. İşte bu çifte standarttır. Ya bilimin tamamına (şu an elimizde olan veriler üzerine kurulu olan kanunlara) inanacaksın yada tamamını reddedeceksin, bunun orta yolu yok. Kur'an'a baktığımızda Allah'ın yaratılış şeklinin temel görseli şu şekildedir:

kün feyekün = ol der, o da hemen oluverir (Bakara 117, Enam 73, Nahl 40) 
Fakat bu kavramın kendisinde bile sorun var. Örneğin Hadid suresinde göklerin ve yerin yaratılış şekli anlatılırken şöyle diyor: 
“O’dur ki gökleri ve yeri altı günde yarattı.” (Hadid 4)

Bu yalnız Hadid suresinde geçmiyor. Araf 54, Yunus 3, Hud 7, Furkan 59, Secde 4, Kaf 38 gibi ayetlerde de altı gün ibaresi geçiyor. Şimdi Ol deyince olduran Allah neden altı gün zaman sarf etmiş ki?  Bu eleştiriye Müslümanlar genellikle şöyle cevap veriyorlar:

Hikmeti bildirilmese bile, biz anlamasak bile olduğu gibi inanmak lazım. Müslümanın yapması gereken de, Müslümana yakışan da budur. (http://www.dinimizislam.com)

İşte Müslümanların temel inancı şu şekildedir. Hikmetini anlamasak bile inanmak zorundayız. Af buyurun ama ben anlamadığım şeye inanmam.
Neyse konumuzu fazla uzatmadan esas meseleye geçelim.
Zariyat suresi 49. ayete baktığımızda her şeyin çift yaratıldığı gibi bir iddiayla karşılaşıyoruz.

Zâriyât Suresi 49. Ayet (Diyanet İşleri Meali (Yeni))
وَمِنْ كُلِّ شَيْءٍ خَلَقْنَا زَوْجَيْنِ لَعَلَّكُمْ تَذَكَّرُونَ
Düşünüp ibret alasınız diye her şeyden (erkekli dişili) iki eş yarattık.

Ayetin önünde (كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in – diye bir kelime kullanılmış. Bu her şeyden anlamına geliyor ki evrende var olan ve Allah tarafından yaratılan her şeyi içinde barındıyor. Ayetin devamında (زَوْجَيْنِ) zevceyni diye bir ifade daha kullanılmış ki asıl tartışma konusu olan bölüm burası. Bu kelime Arapçada ÇİFT anlamına geliyor. Ve yine Arapçada  bu kelime cinsiyet içinde kullanılıyor. Peki bu ayette kullanılan zevc kelimesi hangi manada kullanılmış? Müslümanlar genellikle şöyle bir şey söylüyorlar: Bir kelimenin Kur'an'da hangi anlamda kullanıldığını bilmemiz için Kur'an'ın başka ayetlerinde o "kelimenin hangi manalarda kullanıldığına bakmamız gerek."     Şimdi bizde aynısını yaparak zevc kelimesinin Kur'an'ın başka hangi ayetlerde ve hangi manalarda kullanıldığına göz atalım.
Zariyat suresini saymazsak bu kelime Kur'an'da 3 yerde daha kullanılmıştır.

Hûd Suresi 40. Ayet
حَتّٰٓى اِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ قُلْنَا احْمِلْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ وَمَنْ اٰمَنَۜ وَمَٓا اٰمَنَ مَعَهُٓ اِلَّا قَل۪يلٌ
Nihayet emrimiz gelip, tandır kaynamaya başlayınca (sular coşup taşınca) Nûh’a dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( اثْنَيْنِ زَوْجَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri hakkında daha önce hüküm verilmiş olanlar dışındaki âilen ile iman edenleri ona yükle.” Ama, onunla beraber sadece pek az kimse iman etmişti.

Mü’minûn Suresi 27. Ayet
فَاَوْحَيْنَٓا اِلَيْهِ اَنِ اصْنَعِ الْفُلْكَ بِاَعْيُنِنَا وَوَحْيِنَا فَاِذَا جَٓاءَ اَمْرُنَا وَفَارَ التَّنُّورُۙ فَاسْلُكْ ف۪يهَا مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ وَاَهْلَكَ اِلَّا مَنْ سَبَقَ عَلَيْهِ الْقَوْلُ مِنْهُمْۚ وَلَا تُخَاطِبْن۪ي فِي الَّذ۪ينَ ظَلَمُواۚ اِنَّهُمْ مُغْرَقُونَ
Bunun üzerine Nûh’a, “Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre o gemiyi yap” diye vahyettik. “Bizim emrimiz gelip de tandır kaynamaya başlayınca, (sular coşup taştığında Nûh’a) dedik ki: “Her cins canlıdan (erkekli dişili) birer çift,( مِنْ كُلٍّ زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ min kullin zevceyni-śneyni) bir de kendileri aleyhinde daha önce hüküm verilmiş olanlardan başka aileni gemiye al ve zulmeden kimseler hakkında bana hiç yalvarma! Şüphesiz onlar suda boğulacaklardır.”

Ra’d Suresi 3. Ayet
وَهُوَ الَّذ۪ي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَارًاۜ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ ف۪يهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَۜ اِنَّ ف۪ي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır.( زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ fîhâ zevceyni-śneyn) O, geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.

Gördüğünüz gibi kelimelerin geçtiği her yerde Diyanet İşleri cins kavramı üzerinden çeviri yapmış nitekim doğru olanda bu zaten. Örneğin Nuh Allah'ın emriyle büyük selden önce gemiye hayvanlardan ve bitkilerden türler (çiftler) aldığında erkeklik ve dışılık kavramı üzerinden çiftler almış. Çünkü sel çekildikten sonra bu hayvanlar ve bitkiler yeniden karaya çıkarılacak ve yaşam tekrardan başlayacaktı. Onun için Diyanet İşleri de mantıklı olanı yaparak ilk 3 ayeti göz önünde bulundurup Zariyat 49 ayetindeki zevc kelimesini erkek ve dışı çiftler olarak çevirmiştir.

Şimdi Diyanet İşlerinin Zariyat suresinin 49. ayetinin tefsiriyle ilgili neler söylediğine bakalım:

Müfessirler “her şeyden çift çift yaratma”nın anlamını açıklarken daha çok “gece-gündüz, erkek-dişi, yer-gök, insan-cin, iman-küfür, ay-güneş” gibi karşıtlık örnekleri üzerinde durmuşlardır. Taberî bunu “Cenâb-ı Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması” şeklinde anlamanın uygun olacağı kanaatindedir. Yine Taberî’nin izahına göre burada esas amaç Allah’ın yaratma sıfatına dikkat çekmektir. O’nun yaratmasını –meselâ ateşin yakma özelliği gibi– tek sonuçlu olarak algılamamak gerekir, O dilediği her şeyi dilediği biçimde yaratma gücüne sahiptir (XXVII, 8-9). Elmalılı, bu konudaki görüşleri özetledikten sonra, Beyzâvî’nin “her cinsten iki nevi bulunduğu” tarzındaki yorumunu öncekileri de içine alması itibariyle daha kapsamlı bulur. (Kaynak- Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 133-135)

Diyanet işleri tefsirinde zevc kelimesini her şey ibaresiyle yan yana işlendiği için bir tek erkek ve dışı olarak değil hemde zıtlık teşkil eden çiftler (gece-gündüz, iman-küfür) içinde  geçerli olduğunu söylüyor. Amenna. Bunda bir sorun yok. Fakat bizim sorumuz  kavram ve işlevsel olarak zıtlık teşkil eden çiftlerle bağlı değil cinsiyet içeren erkek ve dışı çiftleriyle alakalı. Fakat burada bir not düşelim.

Not: Diyanet İşlerinin belirttiği gece-gündüz, iman- küfür gibi misaller de tam olarak doğru değil. Peki neden? Eğer Zariyat suresi 49. ayette her şey denildiğinde bunun içerisine hem cinsiyet hemde zıtlıklar dahil oluyorsa o halde zamanın zıttı nedir? Zamanı Allah yaratmadı mı? Zamanda yaratılan her şeyden biriyse o zaman ayete göre onunda bir zıt kavramı olması gerek.
Taberi'nin söylediği “Cenâb-i Allah’ın her yarattığının yanı sıra amaç ve işlevi itibariyle ondan farklı bir ikincisini yaratması”  tefsirine göre de bildiğimiz zamanın yanı sıra amaç ve işlevi itibarıyla bildiğimiz zamandan farklı olan çiftini yaratması gerek değil mi? Böyle bir zıtlık olmadığı için ayetin tam olarak cinsiyet (erkek dışı) olarak çiftlerden bahsettiği aşikar.
Şimdi Kuranın başka ayetlerinde de zevc kelimesinin kullanma şeklini göz önünde bulundurarak ve yine Diyanetin tefsirini esas alarak  Zariyat suresi 49. ayette kullanılan zevc kelimesinin erkek ve dışı olarak anlamamızda hiç bir sakınca olmadığını görüyoruz. Sorumuza geçmeden önce birazda bakterilerin ne olduğuna kısa bir şekilde göz atalım.

BAKTERİLER

Öncelikle biyolojide bakterilerin nasıl tanımlandığına bakalım:

Bakteri- toprakta, suda, canlılarda bulunan, mayalanmaya, çürümeye ya da hastalıklara yol açan, küresel, silindirimsi ya da kıvrık biçimde olan, çok basit yapılı, bölünme yoluyla çoğalan, klorofilsiz, tekgözeli canlılardır.

Bakteriler ilk kez 1976 yılında Antonie van Leeuwenhoek [1-2] tarafından kendi tasarımı olan tek mercekli mikroskop yardımıyla keşfedilmiştir. Onlara "animalcules" (hayvancık) adını takmış, gözlemlerini Kraliyet Derneği'ne (Royal Society'ye) yazılmış bir dizi mektupla yayımlamıştır. [3][4][5] Bacterium adı çok daha sonra, 1838'de Christian Gottfried Ehrenberg tarafından kullanıma sokulmuş, Antik Yunanca "küçük asa" anlamına gelen βακτήριον -α (bacterion -a)'dan türetilmiştir. [6] Latince kullanımıyla Bacteria, bakteri sözcüğünün çoğulu, bacterium ise tekilidir. Bakterilerin cinsiyeti (erkek-disi) yoktur ve eşeysiz üreme yoluyla çoğalırlar. [7]

Peki nedir eşeysiz üreme? Eşeysiz üreme [8] tek bir organizmadan yalnızca bu organizmanın genlerini alarak yeni bir canlı üremesidir. Bu üreme yönteminde ploitlik [a] görülmez. Yani eşeysiz üremelerde Otomiksis [b] haricinde herhangi bir kromozom birleşmesi ve yeni bir canlı yaratılması gerçekleşmez. Ortaya çıkan canlı ana canlının genetik olarak birebir kopyalanmış halidir. Eşeysiz üreme arkea, bakteri ve protistler gibi tek hücreli organizmalar için ana üreme yoludur. Birçok bitki ve mantar eşeysiz ürer.

Müslümanlara bakterilerin erkek ve dişilerinin bulunmadığını söylediğinizde genellikle bakterilerdeki F-faktörünü delil olarak sunarlar. Bunun sebebi de bilim çevrelerinde F-faktörüne daha iyi anlaşılması için erkeklik dişilik faktörü denmesidir. Peki nedir F-faktörü?

Bazı bakterilerde F faktörü [8] (fertilite=döllenme) faktörü bulunur. Bu F faktörü bakterilere vericilik özelliği sağlar ve bu nedenle F faktörü taşıyan bu bakterilere erkek, F faktörü taşımayanlara ise dişi bakteri denir. Bu erkek ve dişi ayrımı alıcı ve verici olan bakterileri daha iyi algılamak için kullanılır. Aslında bir plazmit olan F faktörünün bir hücreden diğerine geçişi sex pilusları aracılığı ile olur. Bunu daha iyi anlayabilmemiz için plazmitin ne olduğunu anlamamız gerek.
Plazmit 9-kendi kendini eşleyebilen, kromozomdan ayrı bir DNA parçasıdır. Tipik olarak dairesel ve çift sarmallıdır. Genelde bakterilerde, bazen ökaryotlarda da bulunur.

1: Kromozomal DNA , 2: Plazmidler

Plazmidler öyle sandığınız gibi X ve Y (erkek dışı) kromozomları değil. Her plazmid kromozomdan bağımsız olarak kopyalanmasını sağlayan bir DNA dizinine sahiptir. İşte bazen bakterilere selektif (antibiyotiğe karşı direnç) avantajlar sağlaması da plazmidlerin kromozomdan bağımsız olan DNA yapısına sahip olmalarıdır. Dolayısıyla plazmidler Bakteri kromozomundan (DNA’sında) ayrı olarak replike (bölünüp çoğalma, yenilenme) olurlar. Ve bunun erkeklik ve dişilik sağlayan kromozomlarla herhangi bir ilişkisi yok.

Aslında bu yanlış anlamanın bir diğer nedeni de Bakteriyel konjugasyondur. Bakteriyel konjugasyon çoğu zaman hatalı olarak cinsel birleşmenin ve üremenin bir benzeri olarak gösteriliyor. Bunun nedeni de Bakteriyel Konjugasyon zamanı DNA aktarımının doğrudan hücresel bir temas yoluyla aktarılıyor olmasıdır. Oysa bu süreç cinsel değildir zira eşey hücreler [c] birleşerek bir zigot [d] oluşturmaz. Olay sadece verici bir hücreden (f-faktörü taşıyan erkek) alıcı bir hücreye (f-faktörü taşımayan dişi) genetik malzeme aktarımından ibarettir ve bu aktarım zamanı hücresel yani fiziki bir temasta bulunmasıdır.[10] Ayrıca Konjugasyon olabilmesi için verici bakterinin konjugatif, yani hareket ettirilebilir bir genetik unsura sahip olması gerekir, bu çoğu zaman bir konjugatif plazmittir. Yani bakterilerde f-faktörü bildiğimiz anlamıyla erkeklik ve dışılık ayrımı oluşturmaz. F-faktörü bakterinin bulundurduğu plazmidlere göre hangisinin alıcı hangisinin verici olduğunu teyit etmek için kullanılan bir terimdir. Cinsellikle uzaktan yakından bir alakası yoktur.

Özetleyecek olursak Zariyat 49'da çift diye kullanılan genel mananın içinde bulunan erkeklik ve dişilik ayrımı bakterilere uymuyor. Zira bakteriler erkek ve dişi olarak ayrılmıyorlar.

Müslümanlar Zariyat 49'u eleştirilerden kurtarmak için bir teori daha üretmişler. Teori şöyle.
Evrende maddenin bir karşıtı yani anti-maddesi vardır. Bu durumda maddeden yaratılan her şeyin (bakteriler de dahil) anti maddesi (karşıtı, eşi, çifti) vardır. Bu teorilerine ünlü fizikçi Stephen Hawking'in [11] şu sözlerini kanıt olarak sunuyorlar:

“Zamanın daha kısa tarihi” kitabında şöyle der: “Karşıt parçacıklardan yapılmış karşıt Dünyalar ve Karşıt insanlar olabilir. Yani eğer karşıt benliğinizle karşılaşırsanız, el sıkışmayın, büyük bir ışık patlaması içinde ikinizde kaybolabilirsiniz.”

Teorinin anti madde kısmı doğru. Zira Paul Dirac [12] denklemiyle maddenin karşıtı bir anti-maddenin var olduğu ortaya çıktı. Fakat Hawking'in sözleri bir teoridir, yani ispatlanmış bir şey değildir. Nitekim Hawking kitabında "olmalıdır" yahut "vardır" demiyor "OLABİLİR"  diyor. Bugüne kadar antimaddeden oluşan dünyalar, insanlar, bakteriler hakkında herhangi elle tutulur bir kanıt bulamadık. Bunlar daha çok teorik düzeyde var olan şeyler. Yani dünyamızda maddeden oluşan bir bakterinin evrenin başka bir yerinde antimaddeden oluşan bir çiftinin olduğu henüz ispat edilmiş bir şey değildir. Onun için bahsi geçen teorinin hiçbir bilimsel tutarlılığı yoktur.

SONUÇ: Konumuzu kısaca özetleyecek olursak:
1: Evrendeki her şeyi Allah'ın yarattığını söylememiz için o şeylerin nasıl yaratıldığını Kur'an'ın detaylarıyla izah etmesi gerek. Bilim Allah'ın yaratma şeklini açıklayacak bir araç olamaz. Zira sürekli değişkendir. Bilim yalnızca Kur'an'da anlatılan yaratılış şeklinin doğru olup olmadığını test etmek için kullanabileceğimiz bir araçtır.
2: Hikmetini bilmesek bile inanmalıyız tezi yanlıştır. Zira İsra 36'ya göre bir şeye inanmak için onun hakkında kesin bilgiye sahip olmamız gerek.
3: Zariyat 49'da kullanılan zevc kelimesini Kur'an'ın bütünüyle ele aldığımızda bir tek zıtlıkların çifti değil cinsiyet anlamında, erkek ve dişi olarak da çift manası taşıdığı görülüyor. Bizim sorguladığımız yönü tam olarak erkek ve dişi olarak yaratılan çiftlerdir. Nitekim ayetin önünde kullanılan (كُلِّ شَيْءٍ) külli şey-in ibaresi Allah'ın yarattıklarından sadece biri olan bakterileri de kapsıyor. O zaman bakterilerin erkek ve dişi olanlarını göstermek zorundasınız.
4: Evrende maddedinin bir karşıtı yani anti maddesi mevcuttur, Zariyat 49 bunu anlatıyor tezi de yanlıştır. Bu tezi savunmak için evrenin her hangi bir yerinde anti-maddeden oluşan bir bakteri türü göstermeniz gerek. Kısacası Zariyat 49'da her şeyi yaratmış olan Allah'ın kendi yarattıkları içinde bakterilerden habersiz olduğu görülüyor.

EVRİM TEORİSİ |BÖLÜM 2

Yazan: Evrim Işığı


EVRİM TEORİSİ |BÖLÜM 2


Zihin Karmaşası

Geçmişten bu günümüze ulaşan ve geleceğe de el atan evrimsel zihin karmaşası. Evrimsel süreci bir topluluğa kabul ettirmek sanıldığı kadar kolay değildir. Bunun nedeni evrimi ütopik bir olay olarak anlatmaktır. Aynı zamanda yer çekimine inanmayan bir insana bunu ispatlamak cebindeki bozuk parayı havaya atmak kadar kolaydır. Evrimi ispatlamak için bilimsel çalışmalara başvurulmalıdır. Örneğin bakterilerin antibiyotik karşısında nasıl direnç gösterdiklerini, günümüz hastalığı olan COVİD-19 virüsünün nasıl kolayca engellenemediğini, nasıl üreyebildiklerini ve ciddi şekilde evrimleştiklerini gösteren, kanıtlayan bilgiler sunmak gerekir.

COVİD-19

Az önce de belirttiğim gibi evrimin en güncel örneğidir. Virüsler yakın tarihte keşfedilmişlerdir. Yapısal olarak incelendiğinde ise hem canlı hem de cansız özellikler göstermektedir. Bunun yanımda kendilerinde DNA RNA gibi bazı yapıların dışında bir şey bulunmaz. Virüsler çok hızlı mutasyon geçiren varlıklardır. Kendi başlarına aktif değillerdir. Ancak bakteri gibi bazı hücrelere hücum ederek içlerine girer ve aktifleşirler. İnsan vücudun da ortalama 1.5 kg bakteri bakteri bulunur. Bu da virüsler için bulunmaz nimettir elbette. Korona virüsü havada asılı kalabilen virüs çeşitlerindendir. Bu nedenle her daim maske takmak korunmak açısından şarttır. Yapılan çalışmalar gösterdi ki virüsün yayılmaya başladığı noktada yaşayan insanlarda(yarasaların yaşadığı mağara etrafındaki yerleşimler) bu virüse karşı bağışıklık sistemi gelişmiştir. Aslında bu da evrimin en büyük örneklerindendir. Evrim olayları karmaşık ancak hepsi birbirini takip eden mekanizmalardır.

Evrimsel Aile Kavramı

Doğada yalnızca yaşayan canlıların evrimi yoktur. Duyguların, düşüncelerin ve daha birçok şeyin evrimi mevcuttur. Örnek verecek olursak aile içi hiyerarşik düzeni ele alabiliriz. Baba-anne-çocuklar olmak üzere bir düzen mevcuttur. Bu durum toplumdan topluma değişiklik gösterse de bu hiyerarşik düzene uyulmaması aile içi geçimsizliği doğurur. Evrimsel süreçte uyum çok önemlidir. Doğada bu hiyerarşik sıralamayı görmek oldukça kolaydır.

İnsan Hayvan Değildir

Bunun cevabı aslında nettir. İnsanı doğadan ayıramayız. Taksonomi sınıflandırmasında memeli hayvanlar içinde bulunuruz. Doğada zeka gibi bazı unsurlarca en gelişmiş canlı olsak bile neticede “Sapiens” bir hayvandır.

Bebeklikten Yaşlılığa Evrim

Az önce de dediğim gibi evrim yalnızca biyolojik olarak ilerlemez. Örneğin sosyolojik, psikolojik gibi birçok dalda da ilerler.
 Bebeklerde doğumdan önce ve sonra psikolojik evrim gözlenir. Örneğin geçimsizlik yaşanan bir evde büyüyen bireyin gençlik zamanındaki davranışları normaliteden farklı olabilecektir. Halk arasında “çocuktur anlamaz” klişe lafı tamamen yanlıştır. Aslında tam tersi insanlar özellikle 0-7 yaş arasında gördüğü, duyduğu ve öğrendiklerini bilinçaltına kazır ve büyüdükçe bu bilinçaltı sonuçları neticesinde psikolojik evrim gözlenir. Psikolojiye etki edenler yalnızca bunlar da değildir. Genetik faktörleri de unutmamak lazım. Ancak genetiği ev ortamında ayarlayamayacağımız için diğer faktörlere oldukça dikkat etmek gerekir. Bu nedenle benim görüşüm birey yetiştirilirken psikologlardan destek alınmalıdır.

Evrim Değil Adaptasyon

Başlıktan da anlaşılacağı üzere adaptasyon, modifikasyon, mutasyon gibi olayları kabul eden insanlar evrimi kabul edemiyorlar. Bunun en önemli nedenlerinden birincisi evrimi ütopik bir olay gibi anlatmaktır. Bir diğeri ise eğitim sisteminde evrimin açıklayıcı anlatımı oldukça azdır. Okullarda kitap, makale okuma alışkanlığı, sorgulama ve yorum yeteneği gibi önemli değerlerin kazandırılması lazımdır. Aksi takdirde adaptasyona inanıp evrime inanmayanlar bitmeyeceklerdir. Aslında bu saydığım olaylar evrimin bir parçasıdır.

Kitlesel Evrim

Kitlesel evrim bir nevi adaptasyondur. Örneğin avcı-toplayıcı kitlesi yerleşik hayata geçince  birçok özelliği de bununla beraber keşfetmiş, yani evrimleşmişlerdir. Hayatta kalmak için ekilen buğday, ısınmak için yakılan ateş, kolay avlanmak için geliştirilen tuzaklar..... Hepsi birer birer evrime neden olmuştur. Örneğin ateş bulununca etleri çiğ olarak tüketen kitle pişirerek yemeye başlamıştır. Bu da çene kemiği ve dişler gibi birçok yapıyı değiştirmiştir. Kısacası evrimi tetikleyen olaylar illa ki doğadan gelecek diye bir kaide yok. Bizim buluşlarımız da evrimi tetikler ve yön verir.

Maymunlar Neden İnsan Olmuyor?

Bu sorunun yanıtı defalarca kez verildi ancak en sık sorulan sorulardan birisi olduğundan tekrardan ele almak istedim. Darwin evrim ağacı tek atadan kollara ayrılan türleri simgeler. Maymunlar ve insanlar bir koldan ayrılan iki türdür. Yani ataları ortaktır. Yapılan çalışmalar göstermiştir ki bu ortak ata genomu maymun genomundan çok insan genomuna benzerlik gösteriyor. Bunun gibi benzerlik yakalanması genom haritalarının çıkartılıp karşılaştırılması ile olur. Evrimsel süreç bizlere bağlı olduğu gibi doğaya da bağlıdır. Hatta doğaya bağlılık oranı bizlerin icatlarına bağlılık oranından çok daha yüksektir. Bu nedenle şuan ki maymunlar neden insan olsun ? Herhangi bir Doğal Afet yok. Gök taşı yağmuru, buzul çağı, dünyanın oluşması... Bunlar gibi birçok ciddi sebep yok. Aynı zamanda bölüm birde de bahsettiğim gibi makro ve mikro evrimler vardır. Yani şuan ki herhangi bir canlıda mikro bir evrim gözlense dahi bunu çıplak gözle görebilmek çokta mümkün değildir. Makro evrim ise mikro evrimsel süreçlerin birleşmesi ile oluşur. Örneğin dişinizin birisi düşmek üzere. Dişinizdeki bir kan damarının ve bir sinirin o dokuyu besleyememesi ya da beslememesi mikro bir evrimdir. O dokuyu besleyen bütün damarların ve sinirlerin kopması sonrasında düşen diş ise makro bir evrimdir. Mikro bir evrimde dişiniz olduğu yerde duruyordur. Ancak doktora gittiğinizde belirli tetkikler sonucu ne olduğunu söyleyebilir. Oysa ki mikro evrimde siz dişin düşeceğini tahmin edemediniz. Ancak makro evrimde bütün besleyici damarlar ve sinirlerin işlevi bittiğinde dişiniz düştü ve siz rahatça çıplak gözle bunu görebildiniz. İşte evrimsel süreçlere güzel bir örnek.

Bilim Güvenilirse Bilgiler Neden Değişiyor?

Bilimsel bilgiyi güvenli kılan en büyük sebep tam da budur aslında. Aynı zamanda bilimsel bir bilgi deney ve gözlemlere dayanır. Popular Science gibi akademik makale dergilerinde ya da bazı akademik internet sitelerinde yapılan deneylerin sonuçlarını, fotoğraflarını hatta videolarını bile görmek mümkündür. Bilim, canlı bir mekanizmadır. Sürekli olarak hareket halinde, değişir ve gelişir. İnsanın hayatı anlama çabasıdır aslında. Çok uzun zamandan beri sorgulayan insan, yaşadığı coğrafyanın nasıl oluştuğunu, nelerin izlerini taşıdığını, hangi zamanlardan geçtiğini ve üzerinde neler bulundurduğunu anlamlandırmaya çalışır. Teknolojinin ilerlemesi ile birlikte bilimsel alanda yapılan çalışmalar daha güvenilir ve daha detaylıdır.

“Bilimin güzel tarafı ona insansanız da inanmasanız da gerçek olmasıdır.”
“Neil DeGrasse Tyson”

Bilimsel makaleler ve yapılan çalışmalar her zaman tartışmaya açıktır. Bu da doğruluğunun göstergesidir.

Evrimi Anlamanın Kısa Yolları

Aslında böyle bir durum mümkün değildir. Evrimi anlamakta kısa yollara başvurulursa bazı bilgiler eksik ve yetersiz kalacaktır. Bu da evrimi tam anlamı ile anlamayı zorlaştıracaktır. Makalelerimi takip ederek evrimsel olayları ve sonuçlarını açıklayıcı biçimde öğrenebilirsiniz. Bunun yanında Charles Darwin “Türlerin Kökeni”,”Sapiens” gibi önemli evrimsel süreç kitaplarını da okuyabilirsiniz. BBC News gibi akademik makale sitelerinden yapılan çalışmalara ulaşabilir ve sorularınızın yanıtını bulabilirsiniz. Belgeselleri takip edip doğayı anlayabilirsiniz. Bunların hiçbiri size evrimi kısa yoldan öğretmez ancak daha net biçimde anlamanızı sağlar. Makalemi okuyan siz değerli bilimsever insanlar, sorularınıza yanıt bulmak için yorum kısmına sorularınızı yazıp bana ulaştırabilirsiniz. Böylelikle aklınızdaki evrim sorularının yanıtlarını bulabilirsiniz.

“Believing in science is understanding life...”

Özetle toparlayacak olursak evrim mekanizmaları biyolojik, kültürel, psikolojik dalların yanı sıra birçok farklı durumda da hayatımızın tam ortasındadır. Milyonlarca yıldır süregelen ve rayından hiç çıkmayan evrim mekanizmaları bu gün olduğu gibi yarında, insanlar inansalar da inanmasalar da devam edecektir....

Bölüm 1 için tıklayınız.

EVRİM TEORİSİ |BÖLÜM 1

Yazan: Evrim Işığı


EVRİM TEORİSİ |BÖLÜM 1


Okudukça düşünmeye başladığım, düşündükçe daha çok öğrenme arzusu uyandıran bir konu: Evrim...

Üzerine sayısız teori söylense de bu gün en kabul görülen teori sahibi Charles Darwin dir. Darwinizm düşünce yapısı var olmuş, var olan ve var olacak bütün canlıların evrimsel süreçten  geçtiğini ortaya koyar. Kimi insanlar bu teoriyi yok saysa da (büyük bir kesimi dini bütün olanlar) bu teorinin doğruluğu bilim camiasında çoktan kabul görmüştür. Aynı zamanda Darwinizm bir felsefe, evrenimizi anlama çabasıdır. Nitekim “Bilim” diye adlandırdığımız ve çoğu insan tarafından elindeki cep telefonu kadar bilinen bir konunun kökenleri oldukça eskiye dayanır. Felsefe ve sorgulamak “Bilim” dediğimiz olguyu doğurmuştur.

Darwinizm düşünce yapısı bilime muazzam katkıları olan bir düşünce yapısıdır. Tabii ki daha önce değindiğim gibi Darwin den başka evrim teorileri ortaya atan olmuştur. Bunların içinde elbette yaratılış teorileri de vardır. Ancak beni genel olarak etkileyen, Darwin den başka bir teori ortaya koyan kişi ise Lamarck'dır.
Lamarck düşünce savunucularının en çok değindiği ve temel biyoloji kitaplarında da yer alan “Kuyruk Sokumu” teorisidir. Durup bir an düşününce insana oldukça doğru gelse de yine en iyi ve en ayrıntılı açıklayan Charles Darwin dir.

“Kuyruk Sokumu” diye tabir ettiğim teoriden biraz bahsedelim. Bu teoride Lamarck “Kullanılan organ işler ve evrimleşirken kullanılmayan organ çürür” demiştir. Bunun üzerine tabi ki kanıt olabilecek “Kuyruk Sokumu” durumu ortaya atılmıştır. Eskiden atalarımız yırtıcı düşmanlardan korunmak, meyve toplayıp karınlarını doyurabilme gibi sebeplerden dolayı ağaçları sık tercih ederlerdi. Bu sebeplerden dolayı tıpkı şu anki maymunlarda görülen kuyruklara sahiplerdi. Çünkü bu organ hayatlarını kolaylaştırıyor ve hatta canlarını kurtarıyordu.

Zamanla yerleşik hayata geçiş, korunma beslenme gibi alışkanlıkların başka yollarla yapılması ve yırtıcılara karşı farklı savunma sistemleri geliştirmeleri ile “Kuyruk” diye adlandırılan organ çürüdü. Bu çürüme şu an zannedilen gibi bir çürüme değildir. Bu çürüme zamanla (oldukça uzun bir zaman) İşlevsiz kalan organ yapısındaki DNA'lardan bilgi aktarımı ile oluşan bir yok oluştur. Kim bilir belki de onlarca yıl sonra şu anki sahip olduğumuz “Kuyruk Sokumu” tamamen yok olacak veya başka bir şeye evrimleşecek...

Aslında tüm evrim olayını anlamak budur: “Doğal Seçilim”.

Evrim üzerine atılan sayısız teorilerin yanı sıra elbette ki onlarca soru da ortaya çıkmıştır. Özellikle de halk arasında, din adamları arasında ve bazı sosyal medyada dolaşan ünlü insanlarca iddia edilen “evrim çürütüldü”, “evrim yoktur” gibi söylemleri ve sorulan soruların bazılarını bu bölümde detaylıca inceleyip açıklığa kavuşturmaya çalışacağız...

1-Evrim Çürütüldü İddiası:
Bu iddiayı genel olarak daha çok din adamlarından duymaktayız. Lakin evrim teorisi Charles Darwin den 1000 yıl önce Müslüman bilim adamı olan “Basralı El Cahiz” tarafından da ortaya atılmıştır. Bunun yanı sıra evrim teorisinde sürekli olarak incelemeler yapılmıştır. Ve hala Charles Darwin evrim teorisini destekleyen onlarca bulgu bulunmaya devam ediyor. Yani şu anda laboratuvar ortamında açık bir şekilde evrim olayını gözlemliyoruz. Hatta yapılan deneylerin bazıları araştırma sitelerinde halka açık şekilde paylaşılıyor. Hal böyle iken evrimi çürütme ihtimali çok düşük bir ihtimal oluyor. Ancak bilim insanları Charles Darwin doğru bir teori ortaya attı deyip körü körüne inanmaz! Bu gün yapılan deneyler ve gözlemler neticesinde farklı bir durum söz konusu olursa, yeni hipotezler elbette ki ortaya atılır. Bilim ve bilim insanları asla yeniliğe kapalı değildir. Bu nedenle körü körüne bir durumu savunmazlar.

2-Evrim Yoktur:
Evrimin olmadığını bilimsel açıdan açıklayamayanlar biyoloji bilgisi iyi olmayan insanlardır. Aksi takdirde ciddi bir bilim insanının onlarca deneyler ve gözlemlerle ispatı sağlanmış evrimi yok sayması nadir görülür. Evrim her an, her dakika işlemektedir...

Evrim belirli bir zaman işlemiş sonra da durmuş bir mekanizma değildir. Evrim şu anda senin, benim ve çevrende gördüğün tüm canlılığın devamlılığını sağlayan bir mekanizmadır. Bu gün seni ortaya çıkaran durum tamamen evrimsel sürecin bir parçasıdır. Evrim doğruluğu kabul görülen muazzam bir sistemdir.

3-Genlerin Aklı Var Mıdır ?
Evrimsel süreci yalanlayanların en büyük dayanak noktası sandıkları bir durumdur. Aksine bir bilim insanı “Bu genin aklı yok nasıl davranır” diye bir durumu çok ta düşünmez. Çünkü sebebi doğal seçilimdedir. Ve bilimsel bir bilgi ne böyle düşünülerek oluşturulur ne de böyle çürütülür.

Genlerin bir aklının olmasına gerek yoktur. “Baksana ne güzel 2 kolum var” diye söylenilen durumları bolca duyarsınız. Aslında bu olay tamamen insanın kendi psikolojisi ile alakalıdır. Evrimsel süreç sana “Al iki kolun olsun” demez. Bu olay tamamen yaşanılan yere ve şartlara göre değişkendir. Aslında sen iki kolun var sanıyorsun. Lakin bu iki kol mutlak değil değişkendir. Çevresel faktörler ve bazı şartlar altında ileri süreçte belki başka bir kol daha oluşumunu tamamlayacak ya da iki kolumuzdan birisi oluşumunu yitirecek.(Bu süreç tahmini olamayacak kadar uzundur.) Burada daha anlaşılır olması için bir örnek üzerinden inceledim. Çevrenizde gördüğünüz bütün canlılıkta bu durum geçerlidir.

4-Üstün Irk Ve Üstün Canlı: İNSAN
Herhangi bir ırk genom haritası çıkarıldığı zaman net bir şekilde gözlemleniyor ki hiçbir ırk %100 oranda o ırka ait genomlar taşımaz. Irk kavramı tamamen insan işidir. Biyolojide buna yer yoktur. Canlılığın sınıflandırılmasında belirgin ve seçici özelliklere bakılır. Sapiens üstün bir canlı olarak kabul görülse de özüne baktığımızda pek bir anlamı kalmıyor. Az önce de belirttiğim gibi evrim mutlak bir rayda ilerlemez. Evrimin tek hedefi “Hayatta kalma ve üreme olayıdır.” Bu durumun penis-vajina ile mi yoksa A-B organlarıyla mı olacağını umursamaz. Aynı şekilde evrim farklı bir rayda ilerleyip sapiens yerine x canlısını da şu anki bulunduğumuz konuma getirebilirdi. Evrimsel sürecin işleyiş tarzına yavaş yavaş değinmeye başladım. İlerileyen bölümlerde de inceleyeceğiz. Şimdi bir başka soru ile devam edelim.

5-İnsanlar Nasıl Maymundan Geldi?
Bu soru defalarca açıklanmış olsa da hala soruyu soranlar olduğu için ben de değinmek istedim.
Evrim teorisi sanıldığının aksine yalnızca insan ve maymunlar için işlemez. Örneğin hiçbir insan şu anki kuşların atasının geçmişte yaşamış kanatlı dinozorlar olduğunu sormuyor. Hatta o dinozorların da atalarının karadaki dinozor olduğunu sorgulamıyorlar. Neden kuşların atalarını da sorgulamak yerine yalnızca kendi atalarının sorusunu soruyorlar? Bu sorunun cevabı çok basit: “Ego”

Genel itibariyle insanlar ara türleri görmeden ve geniş çaplı incelemeden kendisine ve maymuna bakıp bir yargıya varıyor. Ancak bu durum tamamıyla yanlıştır. Hal böyle olunca bir yaratılışı kabul etmek ve evrimi tamamen hiçe saymak daha iyi oluyor. Aynı zamanda daha da kolaydır. İnsanımızın çoğu araştırmayı, okumayı ve öğrenmeyi sevmeyerek yetiştiriliyor. Çocuklarımıza okumayı ve her şeyi sorgulamayı öğretmeliyiz. Aksi taktirde evrimi yalnızca maymundan gelmek sanıp, at gözlüğü ile hayata bakmaya devam edecektir...

6-Evrim Her An İşliyorsa Neden Aynıyız ?
Az önce de değindiğim gibi evrim sürekli olarak devam eden bir mekanizmadır. Bu arada şunu da belirtmek isterim ki bazı konuları ve durumları daha iyi anlaşılır kılabilmek ve akılda kalıcılığı sağlayabilme adına birçok yerde değineceğim. Evrimsel süreçte  direk olarak başka bir şeye dönüşme mümkün değildir. Evrim bir araç gibidir. Yavaş ilerleyen ama tam ve emin adımlarla ilerleyen bir araç. Çok yavaş ilerlese bile net ve muazzam sonuçları gözlemleniyor. Bu nedenledir ki görülemeyen ufak değişikliklerin(Bunlar yaşam tarzına çevreye vs bağlıdır) bir araya gelmesiyle ciddi değişimler gözleniyor.
Ufak çaplı değişimler olduğunda ise bunlar “Ara Tür” olarak adlandırılıyor. Bu olayın daha iyi canlanması için resmini çizecek olursak şu şekilde düşünebiliriz:

Örneğin saçınızı uzatıyorsunuz. Her gün aynaya bakıp duruyorsunuz. Günlük ortalama 0.5 cm uzadığını varsayarsak sizin bunu gözle görme ihtimaliniz oldukça düşük hatta yok denilecek kadardır. Ancak bu 0.2 cm'ler 1 yıl sonunda ciddi ve gözle görülür değişiklik yaratır. Aynı zamanda direk olarak bir yıl sonunda ki halini almadığı için yadırganacak bir durum da olmaz. Bu şekilde evrimi ne her gün aynada görürüz ne de ciddi değişiklikler olduğunda yadırgarız.

Ancak bir yıl önceki resimlere baktığınız zaman çok ciddi değişiklik olduğunu ve saçınızın oldukça çok uzadığını daha net görürsünüz. Yapılan arkeolojik kazılarda bulunanlar ise sizin fotoğraflarınız ile aynı görevi üstlenir. “Geçmişi Görmek” Belki de bundan yüzlerce yıl sonra arkeologlar kazılarda bizleri bulacak ve “Biz bu insanlardan evrimleşmişiz” diyecekler...

Evrim Teorisini bölüm bölüm açık ve en doğru biçimde anlatmama katkı sağlayan “Din Ve Mitoloji” ye saygılarımla..

Bölüm 2 için tıklayınız.

AVUSTRALYA'DAKİ YANGINLAR ALLAH'IN CEZASI MI?

Yazan: Kirpi


AVUSTRALYA'DAKİ YANGINLAR ALLAH'IN FELAKETİ Mİ?


BBC'de yer alan habere göre, yerli Aborjin halkının yaşadığı Anangu Pitjantjatjara Yankunytjatjara (APY) bölgesinin yerel idaresi, pazar günü başlatılan deve itlafının beş gün sürdüğünü ve 5 bin yabani devenin öldürüldüğünü açıkladı.
APY yerel yönetimi, hayvan hakları savunucularının tepkilerine karşın bölgede yaşanan kuraklığı gerekçe göstererek develeri itlaf etme kararı almıştı.
Müslüman hayvan severler hemen Kurandaki deve ayetini delil getirerek Avustralya'nın başına gelen yangının Allah'tan gelen bir bela olduğunu konuşmaya başladılar.

Hud Suresi, 64. ayet: "Ey kavmim, size işte bir ayet olarak Allah'ın devesi; onu serbest bırakın, Allah'ın arzında yesin. Ona kötülük vermek niyetiyle dokunmayın. Yoksa sizi yakın bir azap sarıverir."
A'raf Suresi, 77. ayet: Böylelikle dişi deveyi öldürdüler ve Rablerinin emrine karşı çıkıp (Salih'e de şöyle) dediler: "Ey Salih, eğer gerçekten gönderilenlerden (bir peygamber) isen, vadettiğin şeyi getir, bakalım.

Ayette Allah delil olarak bir deve veriyor ve insanlardan ona dokunmamalarını istiyor. Fakat insanlar bu emre itaatsizlik yaparak deveyi öldürüyorlar.  Bundan sonra Allah Semud kavmine üç gün mühlet verip ardından onları topyekun helak ediyor.
(Kaynaklar: Neml suresi 49-83 ayetler. Taberi, Camiul-Beyan, Mısır 1968, VIII, 224 vd.; İbn Kesir, a.g.e., III, 434 vd.; İbnu'l-Esir, a.g.e., İ, 89)

Müslümanlar bu hadisleri ve ayetleri delil getirerek Avustralya'daki yangınların Allah'ın gönderdiği bir felaket olduğunu iddia ediyorlar.  İşin garip tarafı bu mantığa göre Allah 5 bin deve için gönderdiği belada milyonlarca hayvanı öldürüyor.

DÜNYA DOĞAYI KORUMA VAKFI (WWF)

Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) Avustralya, yaptığı en son açıklamada 1,25 milyar hayvanın hayatını kaybettiğini tahmin ettiklerini belirtti.

Yani Allah 5 bin devenin kısasını 1.25 milyar hayvan öldürmekle almış oldu, ki onların içerisine develerde dahil. Belayı veren Allah insanları cezalandırayım derken milyonlarca hayvanı ve ağacı cezalandırıyor. Belli ki hayvanlara kızmış neden deve kardeşleriniz korumadınız diye. Tabi ki bu bir şaka, asıl meselemize dönecek olursak geçenlerde bir Müslümanla tartışmam esnasında bana "develeri öldürmek gerekmiyordu en azından başka türlü değerlendirebilirlerdi" dedi. Farklı değerlendirmeye örnek vermesini istediğimde "mesela keserek etlerini deve eti tüketen Müslüman ülkelere satabilirlerdi" dedi. Fakat benim “sen kafir devletin kestiği eti yer misin,” sorumun üzerine bana “Müslüman devletlere verseydiler onlar kesip etini değerlendirebilirdiler” diye cevap verdi.  Şimdi komik olan şu. Su kaynaklarını korumak ve kontrolsüz çoğalmasını kontrol altına almak için develerin avlanacağını bir ay önceden duyurmuştular. Hangi Müslüman devlet develeri bize verin biz en iyi şekilde değerlendirelim dedi? Avustralya hükumetine  böyle bir talepte bulunan bir tane Müslüman devleti oldu mu? Tabi ki HAYIR. Şimdi siz talepte bulunmadığınız halde neden develeri öldürdünüz diyemezsiniz? Avustralya da yaşayan insanların deve eti yeme kültürü olmadığı için onları kesip etini satmak diye bir seçenek olamaz ortada. Ayrıca develerin avlanmasına yaygara koparan aktivistler yarın o develer yüzünden azalan su kaynakları için yaygara koparacaktı. Beni yanlış anlamayın ben hayvan katliamını hoş gören biri değilim. Fakat eğer bariz bir sorun varsa ve onun çözüm yolu hayvanların kontrolsüz çoğalmasının önlemini almaktan geçiyorsa buna karşı çıkmam.

Zaten APY Yönetim Kurulu üyelerinden Marita Baker, "İnanılmaz bir sıcak altında sıkışıp kalmıştık. Dışarı dahi çıkamıyorduk. Develer her yeri işgal etmişti. Klimalardan dahi su içiyorlardı. Sokaklar develerle dolmuştu. Çocuklarımızın güvenliği için endişeliydik" derken Avustralya hükumeti "İtlafa son seçenek olarak başvuruldu. Operasyon sırasında hayvanların acı çekmemesi sağlandı" diyor. Yani tamamen zorunlu bir olay, bir çiftçinin ürünleri korumak için tarlayı basan bazı canlıları itlaf etmesi gibi.

Avustralya'da orman yangınları neredeyse her yıl görülen bir şey. Fakat bu yangının büyük bir coğrafyayı etkilediği ve önceki yangınlardan büyük olduğu doğru. Peki yangınların sebebi ne? Bu konuda bir kaç teori var. Kuraklık, rüzgarlar , şimşekler, kundakçılık, kazalar ve HOD. Kundakçılık ve kazalar konusunda her hangi bir bulguya rastlanmadığı için bu örnekler içinde en doğrusu benim fikrimce HOD.

HOD NEDİR?



Hint Okyanusu Dipolü veya Hint Okyanusu çift kutupluluğu (HOD)  deniz suyu sıcaklıklarındaki değişime bağlı olarak bir kesimin daha çok yağmur almasına, bir kesimin de daha az yağmur almasına neden olan bir hava olayıdır. Pozitif Hint Okyanusu Dipolü ve Negatif Hint Okyanusu Dipolü olmak üzere iki şekilde görülür.
Daha basit anlamıyla söylemek gerekirse Hint okyanusunda Afrika ve Avustralya kıt'aları arasında bir tahterevalli düşünün. Bu tahterevallinin bir ucunda soğuk su (Pozitif Hint Okyanusu Dipolü) diğer ucunda sıcak şu kütlesi (Negatif Hint Okyanusu Dipolü) var.  Üç beş senede bir bu döngü rüzgarlar nedeniyle yer değiştiriyor. Sıcak su Avustralya kıyılarına geldiğinde buharlaşma oluyor ve kıta bolca yağmur aldığında Afrika'da kuraklık oluyor. Soğuk su kütlesi Avustralya'ya geldiğinde ise buharlaşma olmadığı için  kuraklık dediğimiz dönem başlıyor ve Afrika, Hint okyanusu boyunca olan kıyı şeridi bolca yağmur alıyor.  Bu tamamen doğal bir olaydır ve milyonlarca senedir böyle devam ediyor. Fakat son yıllarda bilim insanlarının çokça konuştuğu Küresel Isınma nedeniyle bu doğal döngüde öz dengesini kaybetmeye başlamış ve soğuk su kütleleri Avustralya kıyılarında gerekenden fazla kaldığı için yağmur almayan kıt'ada kuraklık hala devam ediyor. Bunun sonucunda da yangınlar her zamankinden daha önce başlamış ve kurak havanın devam etmesi yüzünden gerekenden fazla sürünce şiddeti ve yayılma alanı her zamankinden daha fazla olmuştur. Avustralya'da kuraklığa neden olan bu doğal döngünün bozulması Afrika'nın gereğinden fazla yağmur almasına, bu yüzden de sel ve taşkınlar yaşamasına neden olmuştur. Zaten Avustralya'da bir "yangın mevsimi" kavramı vardır. Yangınlar yılın belli dönemlerinde başladığı gibi yine yılın belli dönemlerine kadar devam ediyordu. Oysa şimdi doğal sürecin dengesinin değişmesi sonucunda yangınların zamanı da uzamış oluyor.



Yangınların artmasının bir diğer nedeni yangın zamanı ortaya çıkan dumanın Güney Amerika üzerinden dolaşarak yeniden Avustralya üzerinde toplanması ve devam eden yangından çıkan dumanlarında ona katılarak "Pyro Cumulonimbus" ismi verilen bulutların oluşmasıdır. Bu bulutlardan çıkan şimşekler yeni bölgelerde yeni yangınların çıkmasının başlıca sebeplerinden biridir. Bu bulutların bir diğer özelliği ise sağanak yağışlardır ki oda kıt'anın farklı bölgelerinde taşkınlara ve sellere neden olabiliyor.

Sonuç olarak Avustralya'da ortaya çıkan yangınlar ve seller Allah'ın bir cezalandırması değil insanların yüzyıllardır tabiata verdiği hasarın sonucu olarak başımıza bela olan Küresel Isınma faktörüdür. Fakat bunlar daha iyi günlerimiz. Eğer doğaya saygı duymayı öğrenemezsek ve kendimizi doğadan üstün görmeyi bir kenara bırakmazsak çok daha ağır doğal afetler bizleri bekliyor.
Gezegenimiz bizim bazı eylemler sonucu bozduğumuz doğal dengeyi bir şekilde düzeltecek fakat korkarım ki düzeltmeye başladığı zaman insan ırkı toptan ortadan kalkacaktır. Zira doğanın kendini koruma mekanizması devreye girdiğinde onun ne kadar agresif olduğunu tarihteki olaylardan biliyoruz.

"Tabiatın isteklerini anlamazlıktan gelen, cezasını görür."
-Honore de Balzac

ALLAH NEYİ DİLERSE ONU YAPAR

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Allah neyi dilerse onu yapar, Bilimsel, Din ve bilim, Allah dilediğini saptırır, Allah'ın kulunu saptırması, Allah dilerse, Allah'ın dilemesi, Allah'ın adaleti, Adaletsiz Allah,

ALLAH NEYİ DİLERSE ONU YAPAR

Tarihin eski dönemlerinde,  akıl hastalıkları ya da diğer adı ile ruh hastalıkları, çeşitli yöntemlerle tedavi edilmeye çalışılır ya da akıl hastalığına yakalanan kişiler, başkalarına zarar veremeyecek bir yere kapatılır veya öldürülürdü. Psikolojik rahatsızlık olarak bilinen rahatsızlıklardan ise eski dönem insanlarının haberi yoktu. Bunu söylerken çok eski dönemlere gitmek istemiyorum çünkü Milattan Önceki yıllar içerisinde yaşayan bazı  uygarlıkların her alanda çok gelişmiş oldukları, tarihi kaynaklarla ortaya çıkmaktadır. Ben bu durumu değerlendirirken MS olarak ayırım yapmak istiyorum. Tıbbın ilerlemesi ile birlikte günümüzde sadece psikolojik hastalıklar değil aynı zamanda suç işleyen insanların davranışları üzerinde araştırmalar yapılıyor. Psikolojik bulgulara ek olarak Nöroloji de, insan beynini inceleyerek beyin içindeki sistemlerin davranışlar üzerindeki etkisini ortaya çıkartıp, tedavi edilebilecek sonuçlara ulaşılıyor.

Özellikle suçluların beyni incelendiğinde serotonin hormonunun oldukça etkili olduğu tespit edilmiştir. Bu hormonun yetersiz salgılanması veya yetersiz aktarımı ve bu yetersizliği oluşturan beyinsel rahatsızlıklar veya buna sebep olan genetik aktarımlar kişiyi anksiyete, depresyon, intihar, saldırganlık, öfke patlamaları ve öfke durumundan çıkmayı geciktirici etkilere yol açmaktadır. Beynin diğer bazı bölümlerindeki işlev bozuklukları  da  insanları suça iten davranışları tetikleyebilmektedir. Bu davranışlar bazen genetik olarak bazen de annenin hamileliği sırasındaki stres durumunda bebeğin beyninde oluşabilecek kalıcı işlev bozukluğu nedenler arasında olabiliyor.
“Nörobilimci Jim Coan, birinin bize öfkeyle baktığında ya da sesini yükselttiğinde beynin alarm verdiğini, beynin duygu kontrol merkezinin (amygdala, hypothalamus, pituitary) insanı fiziksel saldırıya hazırlayan testosteron ve adrenalin hormonlarını harekete geçirdiğini bunların da hızlı nefes almayı, hızlı kalp atışını, terlemeyi, kasları etkilediğini ve bu arada rasyonel karar almakta etkili olan prefrontal kortekse giden kanın akışı azaldığı için düşünmekte zorlanıldığı, mantıklı hareket edilemediği bilgisini bize vermektedir.  Amigdala, öfke ve şiddet içeren duygusal tepkilerin provoke edilmesinde önemli rol oynar ve prefrontal korteks ise, bu davranışların olumsuz sonuçlarını bize göstererek bunların baskılanmasında önemli rol oynar.
Amigdala ve prefrontal korteksin anne karnından başlayarak, çocukluk çağında gelişir. Şayet, anne karnında metabolik, psikojenik veya fiziksel bir yoğun strese maruz kalınmışsa, bu stresle başa çıkmak için, bir tür savunma mekanizması olarak, prefrontal korteks daha az gelişiyor ve empati duygusu zayıf, hızlı karar veren bir birey tablosu meydana geliyor. Amigdala da yeterince çalışmadığı için bireyde müstakbel bir tehlike karşısında korku hissi oluşmuyor ve suça giden yol böylece örülmüş oluyor.” (kriminoloji.com/Siddetin_Norobiyolojisi)

İnsan beyninde bulunan amigdalanın normalden küçük ya da büyük olmasının veya işlevinde oluşabilecek bozukluğun  kişiyi normal  bir birey ya da bir psikopat olmak arasında gidip gelecek kadar önemli olduğu da Tıp çevresi tarafından bilinen bir durumdur. Amigdalası her hangi bir nedenle alınan bireylerde duygular tamamen kayboluyor. Kişi ağlamayı bile unutuyor. Olaylara karşı duygusal yaklaşımını kaybediyor. Bu durum, birisine zarar verdiğinde zarar verdiği kişiye olan acıma hissini tamamen yok ediyor.

Suçlar kapsamında  çeşitli devletler, hepse giren mahkumlara kütüphane kuruyorlar, mesleki eğitim veriyorlar, bu kişilerin davranışlarını, hayata bakışlarını değiştirmek için projeler geliştiriyor ve mahkumları  etkili bir  rehabilitasyon sürecinden geçiriyorlar . Cinayetten dolayı hapse giren insanların bir kısmı, seneler içinde gerçek anlamda yaptıklarından pişmanlık duyuyorlar ve olgunlaşıyorlar.

EN ÖNEMLİ GERÇEK ŞU Kİ: Temiz bir çevrede güzel bir eğitim alan, sevgiyle büyüyen insanlar büyük bir yüzdelik dilimi ile iyi insanlara dönüşüyorlar. Kötü bir çevrede ve berbat bir eğitimle ve sevgisizlikle büyüyen insanlar da büyük bir yüzdelikle kötü insanlara dönüşüyorlar. Aslında insan, iyi birisi olmak üzere eğitilebilir, yönlendirilebilir fakat bunun başarılabilmesi için kişinin kendi iradesi dışında maruz kaldığı etkenler daha önemlidir.

İnsanların kurdukları sistemler içerisinde bile, kötülük yapan bir insanı, suçunu çekmek için hapse gönderseniz bile o kişinin düzelmesi için, iyi bir insan olabilmesi için hâlâ bir umut vardır. Suç işleyen insanları temize çıkartmak için çaba sarf etmiyorum. Fakat her kesin içinde doğduğu aile, o ailenin kafa yapısı, hayata, insana, erkeğe ve kadına  bakışı bir birinden farklı iken, yaşadığımız çevre, mahalle arkadaşları, fakirlik ve zenginlik gibi etkenler de işe koyulduğu zaman her birimiz farklı bir etki altında büyüyor ve kişiliğimizi de buna göre geliştiriyoruz. Eline silâhı alıp sırf kan davasına hizmet için kanlısı olan ailenin bir bireyini vuran bir erkek  mahkum edildikten sonra hapiste düşünecek uzun bir zaman dilimine giriyor. Hayatı, yaşamı, can denilen yüreğin herkes için ne kadar önemli olduğunu gözden geçiriyor. Öldürdüğü kişinin ardında bıraktığı sahipsiz kadını ve babasız kalan çocukların geleceğini düşünüyor. Kendisi de yıllar önce babasız bırakılmıştı. Kendisini babasız bırakan adamı öldürerek aslında en çok suçu günahı olmayan o saf ve temiz iki çocuğu nasıl mahfettiğini düşünmeye başlıyor. Babasız geçirdiği çocukluk günlerinde yaşadığı sıkıntıların ve acıların hatırasını yaşarken aynı acıları şu an kendi ellerinden ateşlenen silahın attığı mermi ile öldürdüğü adamın çocuklarının nasıl yaşıyor olabileceğini sorguluyor. Ardından bir ürperme geliyor içine. “O çocuklar da büyüyünce  ailemin fertlerinden birini öldürecek”. Ardından “Keşke” diyecek. “Elime silah tutuşturan aileme karşı gelseydim. Babamı öldüren adamı öldürmemin içimdeki acıyı dindirmeyeceğini aksine daha fazla acılar yaşanmasına neden olacağını idrak edebilseydim. Keşke geçmişe dönebilseydim. Parmaklıklar arasında yaşlanmayı beklemezdim, güzel bir hayatım olurdu…” diye söylenecek.

İnsanlık artık bir dönem öyle bir zamana ve teknolojiye uyanacak ki, suç işlemek, öfke kontrolü, vicdan yönetimi, başkalarının yaşam hakkına saygı duymak gibi insan beynindeki (eğitim, aile, çevre ve genetik aktarımları da hesaba katarsak) bazı işlevler kontrol altına alınabilecek. Bu gün öfkesini kontrol edemeyen, saldırgan, aşırı yargılayıcı vb  insanlara etkili bir muayene ve teşhisten sonra çeşitli ilaçlar veriliyor. Kişi bazen bu ilaçları ömrü boyunca kullanmak zorunda kalıyor çünkü beyinsel aktivitelerinde, normal insanların beyin aktivitelerine nazaran ters giden işleyişler var. Bazı hormonlar eksik salgılanıyor veya beynin bazı bölümleri, gereken işlevleri yeteri kadar yerine getiremiyor. Bu durumda, kişiye gerekli olan normal davranış biçiminin desteklenmesi için ilaç takviyesi yapılarak beyindeki işlev bozukluğu kontrol altına alınarak normal düzeye getiriliyor.
Yani insanlık artık kişilik ve davranış bozukluklarını tespit edip bu durum nörolojik(beyinsel)  bir rahatsızlığın sonucu mu?, Genetik bir faktör mü? Yoksa kişinin içinde büyüdüğü ailevi ve sosyal çevre mi bunda etken, tespit edebiliyor. Bir çoğunu da ilaç, veya rehabilitasyon ya da çeşitli terapilerle düzeltebiliyor. Önemle üzerinde durulacak olan husus ise insanlardaki bütün hislerin, davranışların ve karar yetilerinin bile, bilimsel temelli bir nedeni yani arka planı var. İnanç da buna dahil. Buna itiraz edenler olacaktır fakat manzara ortadadır. Kişinin Müslüman olup olmaması veya dinsiz olması, büyük bir yüzdelik dilimi ile kişinin içinde yaşadığı aile ve toplumun etkisine bağlıdır. Dünya toplumlarına genel olarak tepeden baktığınızda bunu açıkça görebilirsiniz. Müslüman toplumların arasında doğan ve büyüyen bireyler büyük bir yüzdelik dilimi ile Müslüman olurlar. Dini inancı olmayan bir topluluğun içinde doğup büyüyen bireyler de büyük bir yüzdelik dilimi ile dinsiz olurlar.

Kur’an ayetlerine baktığımız zaman inanç konusunda “Allah, dilediğini saptırır dilediğini de doğru yola iletir” ifadelerine sık sık rastlıyoruz. Şu durumda  Müslüman olmamak eğer sapkınlıksa ya da yanlış yolda olmak ise Allah dilediğini, Müslüman olmayan toplumların içine göndererek ya da bazı insanların eş cinselliğin yaygın olduğu bir mahallede doğmasını ve orada büyümesini sağlayarak o kişileri bile bile saptırmaya mı çalışıyor? Sonra ne yapacak? Cehennemine mi atacak onları?  Cehenneme de odun lâzım. İslâm dinine göre bir kişi Müslüman olmadan ölürse ömür boyu cehennem ateşinde yanacak, kurtuluşu yok. Bu insana hiç mi yardım yok?  Suçlulara uygulanan rehabilite gibi ya da ne bileyim o insanın Allah’a inanmasını sağlayacak bir ortam öte dünyada niye yaratılmaz? Eğer şu kısacık hayatta Allah’a inanmamış olmak çok büyük ve affedilmez bir günah ve suç ise niye sonsuz cehenneme alınır? Bari biraz yansın, ondan sonra da cennete alınsın veya akledecek, Tanrının varlığının farkına varacak bir imkâna kavuşturulsun ama hayır! (Bana inanmadan öldüysen vay haline!)

Aşağıda, Allah’ın dilemesine yönelik 38 tane Kur’an ayeti paylaştım. Bazı ayetlerin altına kendi görüşlerimi ve değerlendirmemi de ekledim. Bu ayetleri okuduktan sonra aklıma Usta oyuncu Şener ŞEN’in oynadığı köy ağası karakteri geldi. Köy ağanındır. Ağa ne isterse onu yapar. Dilediğini falakaya yatırır, dilediğine iş verir, dilediğini işsiz bırakır, dilediğine ev verir, dilediğini sokakta yatırır, dilediğini evlendirir, dilediğini bekâr bırakır. Ağanın nimetlerinden en iyi faydalananlar da o ağanın düzenini en güzel bir şekilde devam ettirip ağayı en çok pofpoflayanlardır yani Yalakalar. “Aman ağam, sen bizim böyüğümüzsün, aklı erenimizsin, efendimizsin,  kursağımıza ne giriyorsa senin sayendedir, sen olmasan aç galırık, sayende evlenip yuva kurduk, sayende garın doyururuk. Tarlamız tapanımız, evimiz barkımız senindir,  sen  başımızdan  eksik olma…
  • Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. Kuşkusuz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. (İNSAN/30)
  • Dilediğini Kendi rahmetine sokar. Zalimlere ise, onlar için acı bir azap hazırlamıştır. (İNSAN/31)
  • Yoksa onlar, senin hakkında: "Allah'a karşı yalan uydurdu." mu diyorlar? Eğer Allah dilerse senin de kalbini mühürler; batılı yok eder ve sözleriyle hakkı gerçekleştirir. Şüphesiz ki O kalplerde bulunan şeyleri hakkıyla bilir. (SURA/24)
  • Ve kalblerinin üzerine, Kur'ân'ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur'ân'da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar. (İSRA/46)
  • Bunlar, o kimselerdir ki; Allah kalblerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlemiştir. Ve onlar, gafillerin ta kendileridir. (NAHL/108)
  • Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir. Gözlerinin üzerinde bir de perde vardır. Ve büyük azab onlaradır. (BAKARA/7)
  • (Ey Muhammed!) Hevâ ve hevesini kendine ilâh edinen, Allah'ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidâyete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz? (CASİYE/23)
  • Ben size öğüt vermek istemiş olsam da, eğer Allah sizi helâk etmeyi murad ediyorsa, zaten öğüt vermemin size bir faydası olmaz. Rabbiniz O'dur ve nihayet O'na döndürüleceksiniz. (HUD/34)
  • Onlar orada gökler ve yer durdukça duracaklar. Ancak Rabb'inin diledikleri başka. Çünkü Rabbin dilediğini yapandır. (HUD/107)
Yukarıdaki 9 ayette ve Allah’ın dilemesi ile ilgili daha bir çok ayetteki “Allah dilediğini saptırır, O dilemedikçe siz dileyemezsiniz” gibi ifadeleri İslâmi çevreler şu şekilde yorumluyor:
Allah’ın dilemesi ve isteği aslında kişinin kendi dileği ve isteğidir. Kişi eğer doğru yola girmeye niyet ederse Allah onun bu isteğini yerine getirir ve kişiyi doğru yola iletir ama kişinin niyeti kötü ise Allah o kişiyi niyeti doğrultusunda kötüye iletir. Ayetlerdeki Allah’ın dilemesi aslında bu duruma işaret eder.”

Kamer suresi 17 inci ayetteki “Kur’an’ı anlaşılsın diye kolaylaştırdık” ifadesinin anlamı nedir? Ben bu ayetlerde bir kolaylaştırma görmüyorum, bu nasıl kolaylaştırma. Eğer Allah’ın dilemesi ile ilgili ayetleri Âlimlerin izah ettiği gibi anlamamız gerekseydi şöyle bir ifade biçimi olurdu:
  • İNSAN 31 (Orijinal ayet): Dilediğini Kendi rahmetine sokar. Zalimlere ise, onlar için acı bir azap hazırlamıştır.
  • Kendi yazdığım ayet: Niyeti iyi olan kişileri kendi rahmetine sokar. Zalimlere ise, onlar için acı bir azap hazırlamıştır.
  • İSRA 46(Orijinal ayet): Ve kalblerinin üzerine, Kur'ân'ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur'ân'da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar.
  • Kendi yazdığım ayet: Onlar Kur’anı anlamak istemezler, biz de onların bu isteğini kabul ederiz, duymak istemezler biz de duymamalarına yardım ederiz. Rabbini Kur'ân'da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar.
Sayın İslâm Âlimleri, adının Allah olduğuna inandığınız İlâh, söylemek istediklerini açıklayacak kelimeler ya da ifadeler bulamamış anlaşılan. Siz düşünüp kafa yorup ayetlerin ne anlama geldiğini çözdüğünüzü düşünmüşsünüz  fakat çözülecek bir şey yok ortada ayetlerin anlamı açık. Allah dilerse insanın kalbini kulağını mühürler, Kur’an’ı anlamasını engeller, dilerse de kişinin anlamasını sağlar, bu kadar basit. Sizin iddianız gibi Allah’ın dilemesi, her insanın niyetine ve çabasına bağlı olsa idi söz konusu ayetler, benim yazdığım ayetlerdeki ifadeler gibi anlaşılır şekilde yazılırdı.
  • Dileyen onu düşünür. Bununla beraber Allah dilemedikçe onlar öğüt alamazlar. Koruyacak da O'dur, bağışlayacak da. (MÜDDESSİR/55-56)
Dileyen O’nu düşünür” olarak devam eden ayette de Allah dilemedikçe kimsenin öğüt alamayacağı kısmını İslâm Âlimleri “Kişi Allah’ı ne kadar çok düşünür, içten anar ve  inanırsa Allah’ın öğüdünü ancak o şekilde alabilir” şeklinde yorumluyorlar. Bu psikolojik bir durum ve açıklaması da gayet basit. İnandığınız bir İlâh’ın size öğretilen bilgilerine akıl erdirebilmek ya da doğru olduğuna kanaat getirmek için öncelikle şartlanmışlık düzeyinde inanmanız yeterlidir. Bunun aslolan gerçeklikle alakası olmayıp kişinin önüne sunulan durumu asıl gerçeklik gibi algılayıp inanması ile alakası vardır. Her dinin içinde insanlar kendilerine öğretilen Tanrıya gönülden bağlanırlar, iman ederler ve imanları ne kadar güçlü ise inandıkları Tanrının kendilerine göndermiş olduğu kutsal kitabı ya da metinleri o kadar çok içselleştirirler. Eğer İslâm Âlimlerinin iddia ettiği gibi bu ayetlerdeki “Allah’ın dilemesi ile öğüt alınır” şeklindeki ifadenin anlamı, “kişi önce Allah’a inanmaya niyet eder, Onu anar, niyeti inanmak ve anlamak olur, ancak ondan sonra Allah o kişinin anlamasını sağlar” gibi bir görüşü doğru kabul edersek şu sonuç ortaya çıkar: İslâm akıl ve mantık dini değildir. Çünkü önce inanmak fiilini gerçekleştirmeniz gerekir. Yani normalde bir olaya inanmadan önce araştırıp akıl süzgecinden geçirdikten sonra elinizde topladığınız verilerle, sonuçlarla o olayın doğru olduğuna inanıp inanmamaya karar verirsiniz ya! (Çünkü doğru olup olmadığına yönelik şüpheniz vardır. Şüphecilik, bilimsel tutumun  yani akılcıl tutumun olmazsa olmazıdır. İslâm dininde şüphecilik ise kabul edilmeyen bir yaklaşımdır) Kur’an’a ve Allah’a inanmak için önce araştırıp okumaya, anlamaya değil, inanmaya karar vermeniz gerek. Yani önce inanmaya niyet edeceksiniz ondan sonra okuyacaksınız, araştıracaksınız. Bu psikolojik taktik sadece İslâm dini için geçerli değildir. Hıristiyanlığı da okuyup araştırmadan önce İman eder ve sonra okursanız, okuduklarınızı doğru kabul edersiniz ve Hıristiyan olursunuz. Bu durumda “Hıristiyanlık yer yüzünün tek gerçek dinidir” sonucu çıkmaz. “Hıristiyanlığın yer yüzünün tek gerçek dini olduğuna inanıyorum” sonucu çıkar. Zaten dinde ön koşul İnançtır. Aklınızı yorup ispat etmeye çalışmaya gerek yok sadece inanmak yeterlidir.  
  • Âyetlerimizi yalanlayanlar, karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah dilediği kimseyi şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola koyar. (EN'AM/39)
  • Göklerin ve yerin mülkünün Allah'a ait olduğunu, dilediğine azap edip dilediğini de bağışladığını bilmedin mi? Allah herşeye kâdirdir. (MAİDE/40)
  • Rabbiniz sizi çok daha iyi bilir. Dilerse size merhamet eder, dilerse azab eder. Seni de onların üzerine vekil göndermedik. (İSRA/54)
  • Dilerse size merhamet eder, dilerse azab eder” diyor.  Şöyle bir ifade yok mesela ayette: “Çokça töğbe eden, pişman olan kuluna merhametli davranır ama yaptığı kötülükte ısrar edene de azap eder.” Cümle gayet açık “Dilerse size merhamet eder, dilerse azab eder. Yoksa bu da kişinin Allah’a yalvararak merhamet dilenmesi ile mi alakalı? “Ağam merhamet et, ben ettim sen etme, bağışla beni, kulun kölen olam, ayağındaki çamur olam ağam, ben cahillik ettim sen böyüklük et…
  • · Şüphe yok ki Allah, iman edip salih amelleri işleyenleri altından ırmaklar akan cennetlere koyacak. Şüphesiz Allah dilediğini yapar. (HAC/14)
  • Kendilerini temize çıkaranları görmedin mi? Hayır! Allah, dilediğini temize çıkarır ve kendilerine kıl kadar zulmedilmez. (NİSA/49)
  • O şimşek nerdeyse gözlerini (n nûrunu) kapıverecek. Önlerini aydınlattımı ışığında yürürler, karanlık üzerlerine çöktümü de dikilip kalırlar. Allah dilemiş olsaydı işitmelerini, görmelerini de alıverirdi. Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir. (BAKARA/20)
  • Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah'ındır. Siz içinizdekileri açığa vursanız da gizli tutsanız da Allah onunla sizi hesaba çeker. Sonra dilediğini bağışlar, dilediğine de azab eder. Allah her şeye kadirdir. (BAKARA/284)
  • Allah, O'dur ki, sizi yarattı, sonra da size rızık verdi, sonra sizi öldürür, sonra sizi diriltir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak olan var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve yücedir. (RUM/40)
  • Bu ayette Allah’ın insanı yarattığı sonra da rızık verip öldürdüğü ve ardından kişiyi tekrar dirilttiği  yazıyor ve ardından “Bana  ortak koşulanların bir tanesi bunları yapabiliyor mu?” diye soruluyor. Öldükten sonra dirilme kısmını kimse bilip görmediğine göre Allah’ın ölüleri dirilttiğini, kişi nereden bilecek ki? Bunu bilip emin olduktan sonra Yaratıcıya ortak koştuğu varlıkların bunu yapıp yapmadığını sorgulayabilsin. Yazımın asıl konusu ile alakalı değil ama yine de ayetteki mantıksızlığa değinmek istedim.
  • Göklerin ve yerin kilitleri O'na aittir. O dilediğine rızkı genişletir dilediğine  daraltır. Şüphesiz ki O, her şeyi hakkıyla bilir. (ŞURA/12)
  • Dikkat ederseniz yukarıdaki ayette “İmtihan için kimisinin rızkını genişletir, kimisinin rızkını daraltır” demiyor veya “iyi ameller işleyenlerin ve hak edenlerin rızkını genişletir, iyi şeyler yapmayanların ve hak etmeyenlerin rızkını daraltır” da demiyor. Ayet çok açık: “Dilediğine rızkı genişletir,   dilediğine daraltır
  • İşte bu elçiler; bir kısmını bir kısmına üstün kıldık. Onlardan, Allah'ın kendileriyle konuştuğu ve derecelerle yükselttiği vardır. Meryem oğlu İsa'ya apaçık belgeler verdik ve O'nu Ruhu'l-Kudüs'le destekledik. Şayet Allah dileseydi, kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, onların peşinden gelen (ümmet)ler, birbirlerini öldürmezdi. Ancak ihtilafa düştüler; onlardan kimi inandı, kimi inkar etti. Allah dileseydi birbirlerini öldürmezlerdi. Ama Allah dilediğini yapandır. (BAKARA/253)
Yukarıdaki ayeti İslâm Âlimleri kafalarına göre yorumlayıp istedikleri anlamı yükledikten sonra ayetin sonundaki “Allah dilediğini yapandır.” İfadesini nasıl açıklıyorlar çok merak ediyorum. “Allah uygun olanı yapandır” demiyor.  “Allah, hak olanı yapandır” demiyor.  “Allah ilâhi adaleti uygulayandır” demiyor. “Allah kulunun niyetine uygun olanı yapandır” demiyor   kardeşim.  “Allah dilediğini yapandır” yazıyor. Bu ifadelerin neyini sakız gibi sündürüp şişirip patlatıyorsunuz?
  • De ki: "Ey mülkün sahibi Allah'ım, dilediğine mülkü verirsin ve dilediğinden mülkü çekip-alırsın, dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın; hayır Senin elindedir. Gerçekten Sen, herşeye güç yetirensin." (AL-İ İMRAN/26)
  • İnkar edenler: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi'ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir." (RA’D/27)
  • Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar. Zalimleri de şaşırtıp-saptırır; Allah dilediğini yapar. (İBRAHİM/27)
  • Eğer Allah dileseydi, sizi tek bir ümmet kılardı; ancak dilediğini saptırır, dilediğini hidayete erdirir. Yaptıklarınızdan muhakkak sorumlu tutulacaksınız. (NAHL/93)
  • İşte Biz onu (Kur'an'ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. (HAC/16)
  • Çünkü Allah, yaptıklarının en güzeliyle karşılık verecek ve onlara Kendi fazlından arttıracaktır. Allah, dilediğini hesapsız rızıklandırır. (NİSA/38)
  • Eğer Allah dileseydi, onları herhalde tek bir ümmet kılardı. Ancak O, dilediğini Kendi rahmetine sokar. Zalimlere gelince; onlar için ne bir veli vardır, ne bir yardımcı (bulursun). (ŞURA/8)
  • Gerçekten, Allah, Kendisi'ne şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalanı ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur. (NİSA/48)
Yukarıdaki ayet, İslâm dininin en büyük ve bağışlanmaz günahından bahsediyor. Şirk. Yani Allah’tan başka yaratıcılar olduğuna da inanmak. Eylem bile değil, sadece inanç ya İNANÇ!  Bu gün bir insanı öldürsen, kaç kişinin hayatı mahfolur? Kaç çocuk babasız kalır? Allah’a göre cinayet gibi, zulüm gibi Sosyal hayatın içindeki bu türlü kaoslar,  aslında başkalarına hiç zararı olmayan ve  sadece inancının içindeki bir detaydan ibaret olan ortak koşmadan daha önemli değil. İnanç ya İNANÇ!  Allah’a ortak koştuğun zaman neyi değiştirecek? Belki de hayatın boyunca bir karıncayı bile incitmeden yaşayıp öleceksin ama önemli değil. İslâm’ın İlâhı olan Allah, kendisinin tek Tanrı oluşuna inanılmasına aşırı derecede kıymet veriyor.
  • Hiç şüphesiz, Allah, Kendisi'ne şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah'a şirk koşarsa elbette o uzak bir sapıklıkla sapmıştır. (NİSA/116)
  • Ey iman edenler, şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve kötülüğü emreder. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiçbiri ebedi olarak temize çıkamazdı. Ancak Allah, dilediğini temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. (NUR/21)
  • Gerçek şu ki, sen, sevdiğini hidayete erdiremezsin, ancak Allah, dilediğini hidayete erdirir; O, hidayete erecek olanları daha iyi bilendir. (KASAS/56)
Eğer Allah kimin hidayete erip kimin ermeyeceğini biliyorsa ki biliyordur. Bu kişilerin hepsini Allah yaratmıyor mu? Kişinin hidayete eremeyecek kişisel karakter yapısını ve yönelimlerini de Allah yaratıyor. Bile bile lades değil mi bu? Ateist annenin karnına kulunu gönderen sen. O çocuğun ateist çevrede büyümesini sağlayan sen. Dinlerin, insanların ürünü olduğunu nasihat eden kimselerin arasında eğitim almasını sağlayan ve yedi sekiz nesil boyunca dine inanmayan beyin yapısının genetik yatkınlık özelliğini o çocuğa aktaran  sen. Yeryüzünde  açlıkla, yobazlıkla, geri kafalılıkla, terör suçlarıyla baş başa bıraktığın dinine, dünya insanlarının “İllallah” diyerek uzak durmalarına  seyirci kalan sen. Sen şu işe “Canımın istediğini yoldan saptırır cehenneme odun yaparım, canımın istediğini de cennetlik eder hurilere boğarım” desene!
  • Dilediğini azaplandırır, dilediğine merhamet eder. O'na çevrilip-götürüleceksiniz. (ANKEBUT/21)
  • Eğer Allah, çocuk edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini elbette seçerdi. O, Yücedir; O, bir olan, kahredici olan Allah'tır. (ZÜMER/4)
  • Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir Kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O'ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah'ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah'ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah, kimi saptırırsa, artık onun için de bir yol gösterici yoktur. (ZÜMER/23)
  • Allah, dilediğini ortadan kaldırır ve bırakır. Kitabın anası O'nun Katındadır. (RA’D/39)
  • Biz hiçbir elçiyi, kendi kavminin dilinden başkasıyla göndermedik ki, onlara apaçık anlatsın. Böylece Allah, dilediğini şaşırtıp saptırır, dilediğini hidayete erdirir. O, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (İBRAHİM/4)
  • Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah'a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar. (HAC/18)
  • Andolsun Biz, açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola yöneltip-iletir. (NUR/46)
Biraz hayal kurayım. Öldüm. Öte aleme gittim hesaba çekiliyorum. Allah bana dedi ki “Sen kötü yola girdin, günahkârsın”. Ben de O’na dedim ki: “Benim kötü yola girmemi sen dilemişsin, gönderdiğin ayetlerde öyle yazıyor”. Sonra Allah bana diyecek ki: Ben ayetlerimde “Dilediğimi kötü yola iletirim, dilediğimi hidayete ulaştırırım” derken aslında şunu kastediyordum, şöyle şöyle demek istiyordum, sen anlayamamışsın mı diyecek? YOK ARTIK!

Ben şahsen, Kur’an’ın Yaratıcı kelamı olduğuna değil Arap kelamı olduğuna inanıyorum. Kur’an’ın içinde iyi ve güzel ayetler de var fakat bu iyi ve güzel ayetlerin olması diğer ayetleri görmezden gelmemize ya da mantıksızlık, adaletsizlik içeren  ayetleri evirip çevirip olmadık anlamlar yüklememize neden olmamalı. Kur’an ismindeki kutsal kitap, sadece Arapların yazdığı bir kitap da olmayabilir. Belki Tevrat da dahil olmak üzere geçmişteki ileri uygarlıklardan gelen metinler de içeriyordur. Elinize özenle hazırlanmış bir kitap alıp o kitabın içindeki bilgileri kontrol edip doğru ve güzel olan metinleri ya da bilgileri ayırt ettikten sonra eksik ya da mantıksız olan bilgileri ya da metinleri de tespit ettikten sonra “Bu kitabı falanca araştırma gurubu ya da bilim adamı hazırlamış fakat kitabın içerisinde bir çok eksiklik ve yanlışlık var” diyebilirsiniz.  Eğer bu incelediğiniz kitap Tanrı katından geliyorsa önce o inandığınız Tanrının yarattığını varsaydığınız mükemmel vücudunuzu gözden geçireceksiniz sonra da “karmaşa içinde yazılmış ve hâlâ soru işaretleri ve mantıksız ayetlerle cebelleşilen bir kitap, benim mükemmel işleyişe sahip vücudumu yaratan Tanrı katından inmiş olabilir mi?”  diye sorgulayacaksın kardeşim!

AMELİYAT İPLİĞİNİ İLK OLARAK EL-ZEHRAVİ BULDU İDDİASI

Ameliyat ipliği tarihi, Antik dönemde ameliyat, Antik dönemde ameliyat ipliği, Bilim, Bilimsel, El Zehravi, El-Zehravi, Hayvan bağırsağından iplik, İlk ameliyat ipliği, sizden gelenler,
AMELİYAT İPLİĞİNİ İLK OLARAK EBU'L-KASIM ZEHRAVİ BULDU İDDİASI

Ameliyat ipliği, antik çağlardan beri farklı materyallerle de olsa kendi kendine iyileşemeyecek yaraların kapatılması amacıyla kullanılmaktadır. Ameliyat ipliklerinin tarihçesine bakacak olursak oldukça ilginç tablolarla karşılaşmak mümkündür.

M.Ö 50.000 ile 30.000 arasında ilk olarak gözlü ameliyat iğnelerinin keşfedildiği düşünülmektedir. M.Ö 20.000’li yıllarda keşfedilen kemik iğnelerinin ise Rönesans’a kadar yaygın olarak kullanıldığı Neolitik kafatasları incelemelerinde açıkça görülmektedir. İğne deliğinin içine doğru büyümüş kemikler, bize hastanın operasyon sırasında hayatta kalmasının yanı sıra ameliyat sonrasında da sağlıklı bir şekilde hayatına devam ettiğini göstermektedir. Bu bulgular, bize ilkel insanların bile cerrahi işlemleri gerçekleştirdiğini açıklamaktadır.

Kuzey Amerikalı Kızılderililer’in koter kullanmaları, Afrikalı kabilelerin kan damarlarını tendonlarla bağlayıp akasya dikenleri ile yaraları kapatmaları, dikiş hattına yerel bitki örtüsünün yardımıyla dikiş atmaları ve sonuna sekiz düğümü atmaları da ameliyat ipliği kullanımının ilk çağlardan beri büyük bir gereklilik olduğunu göstermektedir.

Antik çağlardan M.Ö 1900’lü yıllara geldiğimizde ise Babil kralı Hamurabi zamanında tapınak direğine kazınmış cerrahi uygulama teknikleri görülmektedir. Bu kurallar, o dönemde de ameliyatların gerçekleştirildiğini kanıtlamaktadır. M.Ö 2000 yıllarından kalan yazıtlar ise bize bağlamak ve dikiş atmak amacı ile tel ve sinir kullanıldığını açıkça göstermektedir. Misyoner olan Robert Felkin; 1879 yılında Uganda’da gördüğü koter ve şişleme yöntemi kullanılarak başarılı bir şekilde yapılan sezaryen operasyonunu anlatmaktadır.

Bir Güney Amerikan metodu ise yara dudaklarını büyük siyah karıncaların güçlü çenelerini kullanarak birbirine yaklaştırmaktır. Bu yöntemde karınca gövdesinin, kafayı yara üzerinde bırakacak şekilde büküldüğü ve kopartıldığı bilinmektedir. Antik Yunanlılarda ameliyat ipliği olarak at kuyruklarının kullanıldığı bilinmektedir. Thebes’te bulunan bir cerrahi papirüs ise Mısır’da yara kenarlarını birbirine yaklaştırmak için en çok kullanılan malzemenin keten ameliyat ipliği olduğunu, kollajen ve organik lif kökleri, kuru bağırsak, kuru tendon, at kılı, hayvan deri şeritleri, kadın saçı ve ağaç liflerinin de ameliyat ipliği olarak kullanıldığını göstermektedir. İlk anatomist Yunan hekim Galen ise 1800 yıl önce ilk kez ‘ De Methoda Medendi’ isimli kitabında ipek ve “katgüt”ten bahsetmektedir. Katgütün daha önce de kullanıldığı bilinmesine karşın, katgüt için ilk kaynağın bu kitap olduğu düşünülmektedir.

Daha sonra 9. asırda Arap hekim Razi’nin pratisyen cerrahlara katgüt kullanımını önermesiyle katgütün 1840’lı yıllarda oldukça popüler bir hal aldığı görülmektedir. 1930’lu yıllara kadar kullanılan ameliyat iplikleri genelde katgüt, ipek, keten ve pamuk iken sentetik ameliyat ipliklerinin kullanımına 1941 yılında Poliamid (Naylon) ile II. Dünya savaşı sırasında başlanmıştır. Ardından poliester, poliakrilonitril, poliolefin materyalleri ameliyat ipliği olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu materyallerin hiçbiri cerrahi kullanım amacı ile üretilmemiş olup tekstil sanayisindeki gelişmeler ile tekstilde kullanılmaya başlanmış; daha sonra bu kullanım cerrahi operasyonlarda denenmeye başlanmıştır. 1970 yılında cerrahi kullanım amaçlı ilk emilebilen, sentetik ameliyat ipliği PGA (glikolik asidin bir homo- polimeri (poliglikolik asit)) piyasaya sürülmüştür. Katgüte kıyasla emilim süresi daha geç olmasına rağmen düşük doku reaksiyonuna ilaveten güçlü düğüm mukavemetine sahip olması, PGA’ya ameliyat ipliği olarak geniş kullanım alanı yaratmıştır. Sonralarda da gelişen teknoloji ile değişik kullanım alanlarına hitap edebilecek emilebilir PDO(polidioksanon), PGCL (Poliglekapron), PGLA (polliglikolik ko laktik asit) ve emilemeyen PP (Polipropilen) gibi materyaller üretilmiştir.

Sentetik ameliyat ipliği kronolojisi
  • 1941 Poliamid
  • 1958 Poliester
  • 1969 Polipropilen
  • 1970 PGA
  • 1974 PGLA
  • 1985 Poliglikonat
  • 1989 Polidioksanon
  • 1993 PGCL
  • 1995 PGLA Rapid
  • 2003 Antibakteriyel PGLA (Triklosan)
  • 2006 Antibakteriyel PGCL, PDO (Triklosan)
  • 2010 Antibakteriyel PGLA, PGCL, PDO, PGA (Klorheksidin)
İlkel çağlardan beri hayatımızda yeri olan ve insan sağlığı için bu denli önem arz eden ameliyat iplikleri günümüzde de istisnasız her cerrahi operasyonda kullanılmaktadır. Bu sebeple bu alanda halen daha geliştirmeler yapılmakta, hasta sağlığını ön planda tutarak yeni materyaller denenmektedir. Günümüzde, antik çağlardaki gibi herhangi bir materyalle doku kapaması yapılmasının mümkün olmaması, ilgili testlerle biyouyumlulukları kanıtlanmış olan güvenli sentetik materyallere olan ilginin artmasını sağlamıştır.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hayati Kartal

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)