HABERLER
Dini Haber
GF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
GF etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HERKÜL (HERAKLES) VE 12 GÖREVİ

GF, mitoloji, yunan mitolojisi, Herkü'lün 12 görevi, Herakles'in 12 görevi, Herkül ve cerberus, Girit boğası, Herkül'ün sınavları, Zeus'un gebe bıraktığı kadın, roma mitolojisi, Herkülün kefaretini ödediği 12 iş
Herakles klasik mitolojinin en popüler ve en ünlü kahramanlarından biridir. Roma mitolojisinde Herkül diye adlandırılır. Yunan ve Latin mitos yazarlarını son derece etkileyen efsanevi bir kişiliktir. Yunan boylarının ve özellikle Dor´ların kahramanlık görüş ve anlayışlarını kişiliğinde toplayan Herakles bir çeşit ulusal kahraman olmuştur. Yaptığı işlerle insanlığa sonsuz iyiliği dokunsa da kendisi trajik bir kişidir. Olağanüstü bir güce sahip olan Herakles, kıvrak zekası ile de anılan bir karakter olmuş, mitsel bir savaşçıdan ölümsüz bir tanrıya dönüşmüş ve daha sonra kendisine bu şekilde tapılmıştır.

Kahraman olmayı kendisi seçmemiş, tanrı vergisi kuvveti ise onun istemeyerek suç işlemesine ve kendinden geçip çıldırmasına neden olmuştur. Özellikle İlk doğduğu günden beri peşini bırakmayan Hera´nın kin ve öfkesi onu rahata kavuşturmamıştır.

Herakles (Herkül), Zeus ile kahraman Perseus’un soyundan gelen ve güzelliği ile de tanınan Alkmene’nin oğludur. Zeus’un tanrılar ve devler arasında yaklaşan bir savaş için ölümlü bir kahramana ihtiyacı vardır. Thebai Sarayı’nda yaşayan Alkmene’yi Herakles’i doğurması için seçer ve Alkmene’nin henüz yeni evlendiği eşi Amphitryon’un bir savaş için saraydan ayrılmasını fırsat bilerek kocasının kılığına girip Alkmene’yle beraber olur. Aslında Alkmene asıl eşi olan Amphitryon’dan da gebedir ve Zeus bunu bildiğinden Alkmene’nin ikinci kez doğum sancısı çekmemesi için çocukların ikiz olarak doğmasını sağlayacaktır.
Zeus, kahraman Perseus’un soyundan dünyaya gelecek olan bu çocuğun çok büyük bir güce sahip olacağını da bilir.
Alkmene’nin kocası Amphitryon sabah eve döndüğünde karısıyla yatmak ister ancak Alkmene, gece birlikte olduklarını düşündüğü için buna isteksiz olduğunu belli edecek şekilde davranır. Bundan şüphelenen Amphitryon bir kahine danışır ve kahinden Zeus’un Alkmene ile o gece beraber olduğunu öğrenir.
Zeus’un Alkmene’yi gebe bıraktığını öğrenen Hera büyük bir kıskançlık ve Herakles’e karşı da nefret duyar. Zeus’a söz verdirir ki Perseus soyundan ilk doğacak çocuk, insanlar üzerinde büyük bir egemenlik kuracaktır. O sırada Mykeneai’ya giderek orada Perseus’un soyundan olan Sthenelos’u bulur. Sthenelos’un karısının yedi aylık gebe olduğunu bilen Hera ebe tanrıça Eileithyia’dan kadını yedi aylıkken doğurtmasını ve Alkmene’nin doğumunu da geciktirmesini ister. Yedi aylıkken doğan o çocuk Eurystheus’tur.

Herakles’ten erken doğan Eurystheus böylece Tiryns kralı olur. Hera Eurysheus’u erken doğurtmakla Herakles’in elinden haklarını almış olur ayrıca bununla da kalmayarak, sekiz aylıkken Herakles ikizi İphikles’le birlikte beşiğinde yattığı bir gün çocukları boğmak için iki kocaman yılan gönderir. Yılanları gören İphikles ağlamaya başlar ancak Herakles yılanları elleriyle yakalar ve sıkarak boğar. Hera’nın kıskançlığından korkan Alkmene, Herakles’i Thebai’nin dışında bir tarlaya bırakır. Bu sırada Zeus’un isteğiyle Athena Hera’yı yanına alarak yürüyüşe çıkmıştır. Bebeği gören Athena şaşırmış gibi yaparak çocuğu Hera’ya gösterir ve “Haydi, senin memelerinde nasılsa süt var, izin ver de şu küçük yaratık da birazını emsin.” der. Hera hiç düşünmeden çocuğu emzirmek için kucağına alır. Herakles tanrıçanın memesini öyle kuvvetli emer ki Hera duyduğu acıyla bebeği yere fırlatır. Bu arada göğsünden fışkıran süt gökyüzüne ulaşarak adına Samanyolu (Süt Yolu, Milky Way) denilen yıldız kümesini oluşturur.

Krallıkta gözü olmadığı söylenen Herakles üstün bir eğitim görür: Amphitryon ona araba kullanmasını, Eurytos ok atmasını, Linos da güzel saz çalmasını öğretirler. Çok sayıda çocuğa sahip olan Herakles, Hera yüzünden cinnet geçirerek kendi çocuklarını öldürür. Herakles bu cinayetten sonra Delphoi’ye, Pythia Apollonu kâhinine danışmaya gider. Kâhin ona 12 yıl süreyle Eurystheus’un hizmetinde çalışmasını emreder. Kimi düşünürlere göre bu durum bir kahramanın çektiği eziyetleri haklı göstermek ihtiyacına cevap vermektedir ya da bedenini köleliğinden derece derece kurtulan “ruhun sınanışları”nı, nihai tanrısallaşmaya varana dek çekilen çileleri temsil eder.

Herakles'in , Eurystheus'un emri ile yaptığı ve günahlarının kefaretini ödediği 12 işi sırasıyla şu şekildedir ..

1) Nemea Aslanı
Eurystheus’un, Herakles’e verdiği ilk görev Nemea bölgesinde dehşet saçan aslanı öldürmesi olur. Nemea Aslanı, aslında mitolojide geçen diğer yaratıkların, Typhon ile Ekhidna’nın oğlu, Kerberos ve Sfenks’in ise kardeşidir. Herakles aslanla karşılaştığında oklarının da, büyük tahta sapanının da bir işe yaramadığını anlar. Bu yaratık, aslında postunun delinmez olduğuna inanılan bir yaratıktır. Herakles canavarı köşeye sıkıştırmayı ve güreşerek yere yıkmayı başarır.

Hayvanı boğarak öldüren Herakles derisini aslanın pençesiyle yüzerek üstüne giyer. Bu post sayesinde Herakles’e ok işlemez olmuştur. Herakles’in, Yunan resim ve heykellerinde çoğu kez bu ganimeti giyindiği görülür. Hera, aslanı Leo takımyıldızında ölümsüzleştirir. (Nemea yolunda Herakles’i, oğlu aslan tarafından parçalanıp yenmiş fakir bir köylü, Molorkhos, konuk eder. Otuz gün sonra dönüşünde Molorkhos’un koçunu birlikte Zeus’a sunarlar. Herakles burada Nemea oyunlarını başlatır.)

2 ) Lerne Hydra'sı
Çok başlı bir yılan şeklinde tasvir edilen Lerne Hydra’sı, Herakles’i sınamak amacıyla Hera tarafından özel olarak yetiştirilmiştir. Yılana ait her kafanın yerinde bir yenisi bittiği için bu görevde Herakles’e yeğeni İolaos yardım eder. Herakles zehir saçan kafaları bir bir koparır ve ölümsüz olan ortada ki kafayı da kocaman bir kayanın altına gömer. Herakles daha sonra oklarını Hydra’nın zehirlerine batırarak, onları zehirli bir hale getirir.

3) Keryneia Geyiği
Geyiği bir sene boyunca Yunanistan ve Trakya'da takip eden Herakles, geyiği yorulup bir su pınarı başında dinlenirken yakalamış, kaçmak için hiçbir gücü kalmayan geyik, çaresiz Herakles'e boyun eğmiştir.

Eurystheus, bu görevde, Herakles'in geyiği yakalaması sebebiyle, Artemis'in gazabından kurtulamayacağını planlamış, fakat bu plan Herakles'in; Artemis ve Apollo ile dönüş yolunda karşılaşıp, durumunu anlatıp, merhamet dilemesi ve geyiği geri getireceğini dair söz vermesi ile suya düşmüştür.

Heracles, Eurystheus'un yanına gelip, geyiği kral için getirdiğini söylemiş, kral geldikten sonra, geyiği tam Eurystheus'e teslim etme sırasında ipini erken salıvermiş, göz açıp kapayıncaya kadar kaçan geyik ise Tanrıça Artemis'e geri dönmüştür. Herakles bunun üzerine Kral'a, yeterince hızlı olmadığını ve bunun onun hatası olduğunu anlatarak, hem görevini başarı ile bitirmiş hem de Artemis'e verdiği sözünü yerine getirmiştir.

4) Erymanthos Yaban Domuzu
Herakles’in dördüncü görevi, Arkadia’daki Erymanthos dağında yaşayan ve civardaki köyleri yakıp yıkarak büyük zararlar veren devasa yaban domuzunu canlı olarak yakalamaktır. Keskin dişleri olan domuz çok tehlikelidir. Herakles kısa bacaklarına rağmen çok hızlı koşan domuzu karların üstüne sürer ve yorulan hayvanı bir müddet sonra yakalamayı başarır.Yaban domuzunu bağlayarak sırtına atan Herakles bu halde Mykene’ye ulaştığında dördüncü görevini de başarıyla tamamlamış olur.

5) Augias’ın Ahırları
Eurystheus’un Herakles’e verdiği beşinci görev, kral Augeias’a ait sığırların konulduğu pis ahırları bir günde temizlemekti. Augeias’ın hayvanları bütün hastalıklara karşı bir çeşit bağışıklığa sahipti ve verimleri de çok iyiydi. Sığır ve koyunlarının tutulduğu ahırlar yıllarca temizlenmemiş, yaydığı koku ise tüm Peloponnesos’a öldürücü zehir saçmaya başlamıştı.

Herakles, Elealı Menedemos’un tavsiyesi ve İolaos’un yardımıyla ahırın duvarına iki delik açar. Daha sonra yakınlardan geçen Alpheus ve Peneios ya da Menios nehirlerinin yataklarını değiştirerek, nehir sularının ahıra akmasını sağlar. Böylece ahırları hiç uğraşmadan temizlemiş olur.

6) Stymphalos Gölü’nün Kuşları
Herakles’in altıncı görevi Stymphalos Gölü’nde yaşayan kuşları yok etmekti. Bu gölde yaşayan ve Ares için kutsal sayılan bu kuşların çelikten gagaları, pençeleri ve tüyleri vardı. Kuşlar Stymphalos Gölü’nün etrafından üreyerek sürüler oluşturur ve çelikten tüylerini insan ve hayvanlara fırlatarak onları öldürürlerdi. Zehir saçan dışkılarıyla da ekinleri küflendirerek zarar verirlerdi.
Herakles, gölün kenarına ulaştığında sayıları çok fazla olan kuşlara ne yapacağını düşünüyorken Tanrıça Athena, Hephaistos tarafından tunçtan yapılan bir çıngırağı Herakles’e verir. Herakles bataklığa bakan yüksek bir dağa çıkar ve çıngırağı kullanır. O kadar kuvvetli bir ses çıkar ki tüm kuşlar korkudan çıldırmış bir şekilde havalanarak gökyüzüne kaçarlar. Kaçanlardan birçoğunu Herakles oklarıyla vurmayı başarır.

7) Girit Boğası
Herakles’in yedinci görevi, Tethris Nehri’nin suladığı bölgelerde ekinleri köklerinden söküp meyve bahçelerini çevreleyen duvarları yerle bir ederek Girit’te dehşet saçan boğayı yakalamaktır. Herakles Girit’e gittiğinde Kral Minos ona her türlü yardımı yapmayı teklif eder ancak Herakles hiçbir yardımı kabul etmez.
Herakles, hayvanı önce yorup daha sonra kolları ile kavrayarak yakalar , ardından Atina'ya, Eurystheus'a ulaştırmayı başarır. Eurystheus'un hayvanı Hera için kurban etmek istemesi üzerine, Hera bunun Herakles'e daha fazla şan ve şöhret kazandıracağını düşünerek reddedip, hayvanın salıverilmesini emreder.

8) Diomedes’in Atları

Sekizinci görev, Trakya kralı Diomedes’e ait olan dört vahşi kısrağı yakalamaktı. Diomedes savaşçı bir halk olarak anılan Bistonelerin hükümdarıydı. Kral, kısrakları demir zincirlerle, tunçtan yapılmış yemliklere bağlar ve masum konuklarını atlara yem ederdi.

Herakles bu görevde ona aşık olan erkek sevgililerinden Abderus'u ve birkaç arkadaşını yardıma çağırarak bu atları yakalar, fakat yolda Diomedes'in saldırısına uğrarlar. Diomedes ile savaşırken, atların kontrolünü Abderus'a bırakan Herakles, Diomedes'i yenilgiye uğratır fakat bu sırada kontrolden çıkan atlar, Abderus'u yiyerek paramparça ederler.
Bunun üzerine çok üzülüp kızan Herakles, Diomedes'i öldürüp, onu kendi atlarına yem eder ve ölen Abderus'un mezarının yanında, Eski Yunan'ın en önemli şehirlerinden biri olan Abdera'yı kurar.
Karınlarını iyice doyuran hayvanlar sakinleşirken, Herakles de onların bu durumu sayesinde kolayca hayvanları Atina'ya y,ulaştırır ve görevini tamamlar. Eurystheus hayvanların Zeus için kurban edilmesi amacı ile Olympos'a göndermek istemesine rağmen, Zeus bu hediyeleri kabul etmemiş ve bu hayvanların öldürülmesi amacı ile kurtlar ve aslanlar göndermiştir.

9) Amazonlar Kraliçesi Hippolyta’nın Sihirli Kemeri
Herakles’in dokuzuncu görevi, Eurystheus’un kızı Admete’nin isteği üzerine, normalde Ares’e ait olan fakat Amazonların Kraliçesi Hippolyta’nın kullandığı kemeri ele geçirmekti. Herakles ve arkadaşları bu görevi yerine getirmek üzere gemiyle yola çıkar ve Amazonların limanına varırlar. Çok geçmeden kendisini ziyarete gelen Hippolyte, genç adamın kaslarına hayran kalır ve kemeri duyduğu aşkın bir göstergesi olarak Herakles’e verir. Ancak Amazon kılığına giren Hera, limana gelen bu yabancıların Hippolyte’yi kaçıracakları söylentisini etrafa yayar.
Bunun üzerine Amazonlar gemiyi ablukaya alır. Herakles, bunun üzerine kendisine ihanet edildiğini düşünerek Hippolyte’yi öldürür.

10) Geryon'un Sürüleri

Herakles'in onuncu görevi, Erytheia'da bulunan ve Geryoneus'a ait olan kırmızı sığırları Atina'ya getirmekti. Bu zorlu görev öncesi çok sıcak Libya Çölünü geçmek zorunda olan Herakles, çölde yol alırken, sıcaktan çok sinirlenir. Bunun üzerine Güneş'e (Helios) ok atıp sinirinin geçmesini sağlamaya çalışan Herakles'e, Helios bu cesaretine duyduğu takdirden ötürü, altından bir kayık hediye eder. Herakles bu kayık ile Akdeniz'e yol alarak Erytheia adasına ulaşır.

Adaya çıktıktan sonra ilk olarak çoban köpeği Orthrus ile karşılaşan Herakles hayvanı, zeytin ağacından yapılma sopası ile öldürür. Orthrus'un ardından, çoban Eurytion'u da aynı şekilde devre dışı bırakan Herakles'in karşısına en son olarak Geryoneus çıkar.

Hidra kanına bulanmış oklarından biri ile Geryoneus'u alnının ortasından vuran Herakles, Korkunç titan'ın acı bir bağırışı ile ölmesine tanıklık eder. Bundan sonra, Eurystheus'a götürmek üzere, sığırlarla birlikte yola çıkan Herakles, İtalya'daki Aventine Tepesi yakınlarında mola verip uyuduğu sırada, sürünün bir kısmı Cacus tarafından çalınır. Sürünün geri kalanı ile yoluna devam eden Herakles, yolda bir mağara girişine geldiğinde, mağaranın içerisinden dışarıdaki hayvanlara gelen çağrıları duyar. Bunun üzerine mağaraya giren Herakles, Cacus'u mağaranın içerisinde öldürerek, çalınan hayvanları tekrar sürüye katar.

Atina'ya olan yolculuğu esnasında, Hera'nın gönderdiği dev bir at sineği tarafından korkup dağılan hayvanları toplamak için bir yıl daha vakit harcayan Herakles, yine Hera tarafından yol üzerinde suları yükseltilmiş olan bir nehri aşmak için de, nehrin bir kısmını taşlar ile doldurarak sığ bir alan oluşturur ve sığırların bu kısımdan geçmesini mümkün kılar.
Uzun uğraşlar sonunda sürüyü Atina'ya ulaştıran Herakles, sığırları Eurystheus'e teslim eder. Eurystheus ise hayvanların tümünü Hera'ya adak olarak kurban eder.

11) Hesperidlerin Altın Elmaları
Kendisine verilen on görevi sekiz yıl gibi bir sürede bitiren Herakles’in ikinci ve beşinci görevini saymayan Eurystheus, ona iki görev daha verir. Herakles’in on birinci görevi ise, Hera’nın kutsal bahçesinde bulunan altın elma ağacından bir meyveyi getirmektir. Bu bahçe Atlas Dağı’nın altında bulunur ve Atlas’a ait binlerce at burada dinlenirdi. Atlas’ın kızları yani Hesperidlerin, bahçeye girip elmaları çalması yüzünden Hera bu ağaçları koruması için korkunç bir canavar olan Ladon’u görevlendirir. Ayrıca Atlas da bahçeyi sahiplenir ve onları korumayı kendine görev bilirdi.
Herakles yolculuğu sırasında ak saçlı yaşlı Deniz Tanrısı Nereus’u bulur ve altın elmalara nasıl ulaşacağını sorar. Bu bilgiyi almak için şekil değiştirmekte çok usta olan Nereus’u sıkıca yakalayan Herakles, tanrının geçirdiği birçok değişikliğe rağmen ona sarılmayı bırakmaz. Sonunda Nereus, Herakles’e elmaları kendi eliyle toplamamasını, Atlas’a toplatması gerektiğini tembihler.
Herakles bahçeye ulaşır ulaşmaz Atlas’ın yanına gider ve Eurystheus’a götürmek için elmaları kendisi yerine toplamasını ister. Atlas’ın görevi gök kubbeyi taşımak olduğundan birkaç saatlik rahatlama için yapamayacağı şey yoktur. Gök kubbeyi Herakles’e devreder ve elmaları toplamaya gider. Ne var ki elmayla dönen Atlas’a özgürlük çok cazip gelir ve elmaları Eurystheus’a kendi götürmek istediğini söyler. Herakles ise kurnazca davranak bu isteği kabul etmiş gibi davranır fakat başının altına bir destek almak için Atlas’tan yükü kısa bir süreliğine tutmasını ister. Herakles’e inanan Atlas elmaları yere bırakır ve gök kubbeyi tekrar omuzlar. Bunu fırsat bilen Herakles ise elmaları yerden alarak hemen oradan uzaklaşır.

12) Cerberus'un Ölüler Ülkesinden Kaçırılması
Herakles'in on ikinci ve son görevi, Hades'in krallığını yaptığı ölüler diyarının bekçi köpeği olan Cerberus'u Atina'ya getirmekti. Görevi aldıktan sonra, diğer tarafa geçmek için Eleusis'tan yardım ve bilgi alan Herakles, Tanareum bölgesinde ölüler diyarına geçiş yapabileceği girişi bulur. Athena ve Hermes'in yardımı ile girişten geçen ve Charon'u da yine Hermes'in yardımı ile geride bırakan Herakles Cerberus'u ararken, Ölüler diyarında Hades tarafından zincirlenen Thesus'u sihirli kelepçelerinden güç de olsa kurtarır.

Hades ve Persephone'un karşısına çıkıp durumunu anlatan Herakles, onların onayını alarak Cerberus'u geri getirmek üzere izin alır. Cerberus'un karşısına çıkıp, güreşte onu yenmeyi başaran Herakles, Cerberus'u yeraltı dünyasından çıkararak Atina'ya; Eurystheus'un karşısına çıkarır. Korkudan nereye saklanacağını bilemeyen Eurystheus, yakınında bulunan büyük bir Amfora'nın içerisine saklanır.

Herakles böylelikle 12 Görevini de başarıyla bitirmiş olur.

Kendisine verilen görevleri yerine getirdikten sonra Thebai’ye dönen Herakles, o sırada otuz üç yaşına basmış olan Megara’yı birlikteliğinin kendisine uğursuzluk getirdiğini ileri sürerek yeğeni İolaos ile evlendirir. Kendine de daha fazla talih getireceğine inandığı genç bir eş aramaya koyulur.
Daha sonra Herakles, kral Oineus’un kızı Deianeria ile evlenir. Deianeria ile Evenos Nehri’ne gelirler ve orada tanrılar tarafından nehrin kayıkçısı olarak seçildiğini söyleyen Kentaurlardan Nessos ile karşılaşırlar. Deianeria’yı sağ salim karşı kıyıya geçirirken, Herakles de nehri geçmek için yüzmeye başlar. Ne var ki pazarlıkta anlaşılmasına rağmen Herakles’in sopasını ve yayını nehrin karşısına fırlattığını gören Nessos verdiği sözden döner ve Deianeira’yı bıraktığı kıyıya dönerek genç kadına sahip olmaya çalışır. Eşini kurtarmak için yayını alan Herakles, Nessos’a doğru nişan alır ve yarım millik bir mesafeden onu göğüsünden vurur.
Nessos, Deianera’ya dönerek, “Eğer yere dökülen tohumları toplar ve yaramdan akan kanla karıştırıp, biraz da zeytinyağı ilave edersen bir aşk iksiri elde edeceksin. Bu karışımı onun gömleğine sürdüğünde artık kocanın seni aldatacağından hiç korkma!” der.

Deianeria hayatını Trakhis’te, Herakles’in kendisini aldatmasından bıkmış olarak sürdürürken aşk iksirini kullanmaya karar verir. Herakles’in seramonide giyeceği tuniği örmeye başlar ve bitirdiğinde iksiri tuniğe sürer. Herakles tuniği giydiğinde, vücut ısısı zehri hareketlendirerek derisine yapışıp yakmasına neden olur. Herakles duyduğu acıyla tuniği ve onunla birlikte derisini de soyup çıkarır. Herakles, acısını ancak ölümün yatıştırabileceğini düşünür. Cenaze için odunları yayar ve üzerlerinde uzanır.
Yanan meşale odunlara değer değmez, bir yıldırım açık gökyüzünde parlayarak odunlara çarpar ve ortaya çıkan bir bulut Herakles’i sararak onu Olympos Dağı’na taşır. Zeus sözünü tutmuş ve Herakles ölümsüz olmuştur.

KAYNAKLAR
Pseudo-Apollodorus (1921). "2.4.12". The Library (in Greek). With an English Translation by Sir James George Frazer, F.B.A., F.R.S. in 2 Volumes. Cambridge, Massachusetts; London: Harvard University Press; William Heinemann Ltd. At the Perseus Project.
Isocrates. "1.8". Isocrates (in Greek). With an English Translation in three volumes, by George Norlin, Ph.D., LL.D. Cambridge, Massachusetts; London: Harvard University Press; William Heinemann Ltd. At the Perseus Project.
According to Walter Burkert.[citation needed]
Hard, p. 253.
Kerényi, p. 186.
Ruck, Carl; Danny Staples (1994). The World of Classical Myth. Durham, North Carolina: Carolina Academic Press. p. 169.
Pseudo-Apollodorus, Bibliotheca 2.5.1–2.5.12.
"NEMEAN LION (Leon Nemeios) - Labour of Heracles in Greek Mythology". www.theoi.com.
Kerenyi, The Heroes of the Greeks (angelo) 1959:144.
Strabo, viii.3.19, Pausanias, v.5.9; Grimal 1987:219.
"Maps of Mount Olympus" (PDF). Archived from the original (PDF) on 2018-09-21. Retrieved 2019-01-01.
Bibliotheca 2.5.7
Morford, Mark P. O., 1929- (2003). Classical mythology. Lenardon, Robert J., 1928- (7th ed.). New York: Oxford University Press. ISBN 0-19-515344-8. OCLC 49421755.
Papakostas, Yiannis G. Daras, Michael D. Liappas, Ioannis A. Markianos, Manolis. Horse madness (hippomania) and hippophobia. OCLC 882814212. PMID 16482685.
"Myths and Legends of Ancient Greece and Rome". www.gutenberg.org. Retrieved 2020-03-24.
"Mares of Diomedes". www.greekmythology.com. Retrieved 2020-03-24.
Graves, Robert, 1895-1985 (28 September 2017). The Greek myths : the complete and definitive edition (Complete and definitive ed.). [London], UK. ISBN 978-0-241-98235-8. OCLC 1011647388.
"DIOMEDES - Thracian King of Greek Mythology". www.theoi.com. Retrieved 2020-03-24.
Rose, H. J. (Herbert Jennings), 1883-1961. (1958). A handbook of Greek mythology : including its extension to Rome. [Whitefish, Montana]: Kessinger Publishing. ISBN 1-4286-4307-9. OCLC 176053883.
Leeming, David Adams, 1937- (1998). Mythology : the voyage of the hero (3rd ed.). New York: Oxford University Press. ISBN 978-0-19-802810-9. OCLC 252599545.
Godfrey, Linda S. (2009). Mythical creatures. Guiley, Rosemary. New York: Chelsea House Publishers. ISBN 978-0-7910-9394-8. OCLC 299280635.
Pseudo-Apollodorus. Bibliotheca, 2.5.10.
Libya was the generic name for North Africa to the Greeks.
Stesichorus, fragment, translated by Denys Page.
Kerenyi, The Heroes of the Greeks, 1959, p.172, identifies him in this context as Nereus; as a shapeshifter he is often identified as Proteus.
In some versions of the tale, Hercules was directed to ask Prometheus. As payment, he freed Prometheus from his daily torture. This tale is more usually found as part of the story of the Erymanthian Boar, since it is associated with Chiron choosing to forgo immortality and taking Prometheus' place.
Pseudo-Apollodorus ii. 5; Hyginus, Fab. 31
Brumble, H. David. Classical Myths and Legends in the Middle Ages and Renaissance: A Dictionary of Allegorical Meanings. Routledge, 2013.
Russell, Donald Andrew; Konstan, David (trs.). Heraclitus: Homeric Problems. Atlanta: Society of Biblical Literature, 2005.

Yazan: Gregoire de Fronsac

KUR-AN'DA BAŞ ÖRTÜSÜ VE BAŞ ÖRTÜSÜNÜN KÖKENİ

GF, din, islamiyet, Sümerlerde baş örtüsü, Tanrı adına seks yapanların baş örtüsü takması, Baş örtüsü kökeni, Sümer rahibeleri ve baş örtüsü, Kur-an'da tesettür,
İslam dünyasında çok sık tartışılan konulardan birisi de Kur'an-ın kadın müminlere başörtüsü zorunluluğu getirip getirmediği konusudur.. Gelenekçi Müslümanlar Kuran'da başörtüsünün kesin hüküm olduğunu ileri sürerlerken , reformist İslamcılar durumun böyle olmadığını iddia ederler. Bu yazıda Kur'an da ki başörtüsü meselesini ve türbanın kökeni hakkında ki bilgileri kısaca irdelemeye çalışıyoruz.

Kur'an da giyinmekle ilgili bir kaç ayet olmasına rağmen, başörtüsü ile ilişkilendirilebilecek tek bir ayet vardır , Nur Suresinin 31. ayeti .. Bakalım bu ayet ne anlatıyor bize.

وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ 

Ve kul lil mu’minâti yagdudne min ebsârihinne ve yahfazne furûcehunne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ mâ zahera minhâ, velyadribne bi humurihinne alâ cuyûbihinne, ve lâ yubdîne zînetehunne illâ li buûletihinne ev âbâihinne ev âbâi buûletihinne ev ebnâihinne ev ebnâi buûletihinne ev ıhvânihinne ev benî ıhvânihinne ev benî ehavâtihinne ev nisâihinne ev mâ meleket eymânuhunne evit tâbiîne gayri ulîl irbeti miner ricâli evit tıflillezîne lem yazharû alâ avrâtin nisâi, ve lâ yadribne bi erculihinne li yu’leme mâ yuhfîne min zînetihinn(zînetihinne), ve tûbû ilâllâhi cemîan eyyuhâl mu’minûne leallekum tuflihûn(tuflihûne).

Önce bu ayeti kelime kelime inceleyelim :
1. ve kul : ve de
2. li el mu'minâti : mü'min kadınlara
3. yagdudne : çeksinler, indirsinler
4. min ebsâri-hinne : (onların) gözlerinden, bakışlarından, bakışlarını
5. ve yahfazne : ve korusunlar
6. furûce-hunne : (onların) ırzları
7. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
8. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
9. illâ : dışında, hariç
10. mâ : şey
11. zahera : zahir oldu
12. min-hâ : ondan
13. vel yadribne (ve li yadribne) : ve örtsünler - vursunlar
14. bi humuri-hinne : (onların) örtüleri
15. alâ : üzerine
16. cuyûbi-hinne : (onların) yakaları
17. ve lâ yubdîne : ve açmasınlar
18. zînete-hunne : (onların) ziynetleri
19. illâ : dışında, hariç
20. li buûleti-hinne : (onların) eşleri, kocaları
21. ev : veya
22. âbâi-hinne : (onların) babaları
23. ev : veya
24. âbâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının babaları
25. ev : veya
26. ebnâi-hinne : (onların) oğulları
27. ev : veya
28. ebnâi buûleti-hinne : (onların) kocalarının oğulları
29. ev : veya
30. ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşleri
31. ev : veya
32. benî ıhvâni-hinne : (onların) erkek kardeşlerinin oğulları
33. ev : veya
34. benî ehavâti-hinne : (onların) kız kardeşlerinin oğulları
35. ev : veya
36. nisâi-hinne : kadınlar
37. ev : veya
38. mâ meleket eymânu-hunne : (onların) ellerinin altında sahip oldukları, (cariyeler)
39. evit tâbiîne (ev et tâbiîne) : veya onlara tâbî olanlar, hizmetliler
40. gayri ulî el irbeti : kadına ihtiyaç duymayan
41. min er ricâli : erkeklerden
42. evit tıflillezîne : veya çocuklar ki onlar
43. lem yazharû : zahir olmaz, farkına varmaz
44. alâ avrâtin nisâ : kadınların avret yerlerine
45. ve lâ yadribne : ve vurmasınlar
46. bi erculi-hinne : (onların) ayakları
47. li yu'leme : bilinsin diye
48. mâ yuhfîne : gizlediklerini
49. min zîneti-hinne : (onların) ziynetlerinden
50. ve tûbû : ve tövbe edin
51. ilâllâhi (ilâ allâhi) : Allah'a
52. cemîan : topluca (hepiniz)
53. eyyu-hâ : ey
54. el mu'minûne : mü'minler
55. lealle-kum : umulur ki böylece siz
56. tuflihûne : felâha eresiniz

Bu incelemeye göre ayetin dilimize en yakın meali de şu şekilde oluyor :

Mü’min kadınlara de ki (söyle) , gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. görünen kısımlar müstesna, zîynet yerlerini göstermesinler. Örtülerini yakalarının üzerine örtsünler - vursunlar. Ziynetlerini, kocalarından, yahut babalarından, yahut kocalarının babalarından, yahut oğullarından, yahut üvey oğullarından, yahut erkek kardeşlerinden, yahut erkek kardeşlerinin oğullarından, yahut kız kardeşlerinin oğullarından, yahut Müslüman kadınlardan, yahut sahip oldukları kölelerden, yahut erkekliği kalmamış hizmetçilerden, yahut da henüz kadınların mahrem yerlerine vakıf olmayan erkek çocuklardan başkalarına göstermesinler. Gizledikleri ziynetler bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey mü’minler, hep birlikte tövbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz!

Görüldüğü üzere ayette özellikle başı örtmek , saçı kapatmakla ilgili bir ibare bulunmuyor aksine ayet nerelerin örtülmesi gerektiğini açıkça belirtmiş. vel yadribne ifadesi örtmek , çapraz vurmak anlamı taşır. bi humuri-hinne ifadesi ise kadınların örtüleri demektir . Ayette açıkça kadınların ziynet yerlerini gizlemeleri için örtülerini yakalarına örtmeleri yani çapraz şekilde vurmaları salık veriliyor ayetin devamında ise yine ziynet yerlerini belli edecek şekilde ayaklarını yere vurarak yürümemeleri tavsiye ediliyor.. Burada ziynet yerleri sadece değerli takıların takıldığı yerler olarak algılanmamalı , ayette ziynet yeri olarak ifade edilen yerler , cinsel açıdan karşı cinsin ilgisini çekecek yerler olarak ifade ediliyor.
Bu ifadelerden başörtüsü anlamı çıkarmak için "örtmek" yani "hımar" kelimesinin yanına "baş" yani "re's" kelimesinin 'gelmesi gerekmektedir. Böylelikle ortaya hımarü-re's' ifadesi yani ‘başörtüsü’ çıkacaktır. Oysa ne ayette ne de Kur’an’ın herhangi bir yerinde 'hımarü-re's' diye bir tanımlama yoktur. Ayrıca Arapçada, kadınların başlarına örttükleri örtünün özel bir adı da vardır. Buna da ‘mikna’ ve ‘nasıfy denir. Hiç kimse Kur’an’ın herhangi bir yerinde ‘mikna’ ya da ‘nasıfy’ kelimelerinin geçtiğini gösteremez.. Kaldı ki iklim şartlarından dolayı erkeklerin bile başlarını örttükleri bir coğrafyada , sadece kadınlara özel olarak başın örtülmesi emri verilmesi formel mantık kurallarına da aykırı bir durum oluşturur..

Peki bu gelenek nereden geliyor ;
Türbanın yada baş örtmenin kökeni, eski Sümerler'deki tapınak fahişeleri'nin kendilerini diğer kadınlardan ayırt etmek için kullandıkları baş bağlama tarzına dayanır, zamanla onlardan Yahudilere ve Hristiyanlığa geçer ve nihayetinde İslam dünyasına sıçrar.
Sümer tapınaklarında rahibeler fahişe görevi yapıyorlardı. Bunlar Tanrı namına seks yaptıklarından kutsal sayılmış ve diğer kadınlardan ayrılmaları için başları örttürülmüştür.
Daha sonraları, M.Ö 1500 yıllarında Asurlular yaptıkları kanununlarla evli ve dul kadınları da başlarını örtmeye mecbur etmiştir. Fakat kızlar, cariyeler ve sokak fahişelerinin örtünmesi yasak tutulmuş, örtünürlerse cezai işlem uygulanması gerekli görülmüştür.
Böylece meşru seks yapan evli ve dul kadınları da mabet fahişeleri düzeyinde saymışlardır.
Bu gelenek Yahudilere geçmiş, dindar Yahudi kadınları evlenince saçlarını traş ettirip bir peruk veya başörtüsü ile başlarını örtmüşler. Hristiyanlıkta rahibeler aynı şekilde başlarını örtüyorlar. İlginç olanı Tevrat’ın son yazıldığı zamana kadar Yahudiler arasında Tanrı namına fuhuş yapan kadın ve erkekler varmış. Tevrat Tesniye 23:18′de “İsrailoğullarından ve kızlardan kendilerini fuhuşa vakdetmiş kimseler olmayacaktır. Kadınlar! Fuhuşun ücretini herhangi bir adak için Rabbin mabedine getirmeyeceksin, çünkü bunların ikisi de Rabbe mekruhtur.” şeklinde yazılıyor. Bunun yanında Yahudi fahişeleri yüzlerini ayrıca peçe ile gizliyorlardı.

Bugün dinin ve Kur'an-ın emri diye başlarını örtüp peçe takan müslüman kadınlar bu gerçekleri bilseler acaba bu uygulamayı terk ederler mi , yoksa bin yıldır tüm İslam aleminin sıkı sıkıya sarıldığı uydurulmuş geleneği yinede savunurlar mı ?
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar

Yazan: Gregoire de Fronsac

NEFİLİM'LER VE DİN ODAKLI BİLİMİN RİYAKARLIĞI

GF, din, Nefilim, Neter, Sümer tabletlerindeki gözcüler, Tevratta nefilimler, İbrani mitolojisi, Krallar ve üstün yaratık nefilimler, yahudilik, Ölü Deniz Yazmaları, Enoch, din ve mitoloji,
İbrani mitolojisinde "Nefilim" , Mısır mitolojisinde "Neter" olarak adlandırılan ve ilk kez Sümer tabletlerinde karşımıza çıkan ve bir çok kültürde ortak anlatıya sahip olan bu "Gözcüler" gerçekten birer mit mi yoksa zamanın geçmiş dilimlerinde dünyayı ziyaret etmiş dünya dışı akıllı yaşam formları mı ?

Eski İbrani metinleri ve Tevratta bi kaç yerde onlara Nefilim deniyor , eski Mısır'da Neter , Sümer tabletlerinde ise Anunnakiler olarak karşımıza çıkıyorlar ve bir çok dilde ki anlamları aynı yani "Gözcüler".
Sümer sözcüğünün anlamı da zaten "Gözcülerin Ülkesi" dir.
Tüm eski kültürlerde ve mitlerde başrol Nefilim'lere aittir. Eski diller uzmanları , eski uygarlıkların kültürlerinde ve söylencelerinde kilit rol oynayan bu esrarengiz imgelerin neredeyse tüm eski dillerde "Gözcüler" olarak isimlendirildiklerini söylüyorlar.

Beş bin yıl öncesi yani geç neolitik dönem uygarlıklarının literatürlerine girmiş bu Gözcüler kimlerdir yada nedir , neyi yada kimleri gözlüyorlar ?
Tüm bunlar antik çağ insanının hayal güçlerinin birer ürünü mü , yoksa gerçekten , bugün anıları silinmeye yüz tutmuş , haklarında kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz birileri atalarımızla içiçe bu dünyada yaşadılar mı ?

Hepimiz biliriz ki , bilginin yetersiz olduğu yada bir şekilde üzerinin örtüldüğü durumlarda spekülasyonların önüne geçmek mümkün değildir. Bilimsel yöntem , bilimsel şüphecilik ve somut bulgu - belge - delillerden başka şeylere itibar etmemek elbette en doğru ve en akılcı yaklaşımdır. Fakat aynı şüpheciliği şuan sahip olduğumuzu sandığımız alanlara da uygulamak gerekir . Bilim eğer gerçekten gerçeği aramak ve bilgiye ulaşmak gayesi taşıyor ise bu bizim bilimsel otokrasiye de karşı tavır almamızı gerektirir. Din odaklı bilimciler ve akademiler çoğu zaman bilimsel bürokrasinin bağlayıcı etkisinden dolayı , yeni , çığır açacak , ezber bozacak düşüncelere ve bulgulara karşı baştan olumsuz tepki vermeye hazırdırlar her zaman.
Özellikle 21. yüzyılın başlarından beri arkeoloji ve astronomi alanı bu sorunu sıklıkla yaşamaktadır. Sıradışı ve ezbere aykırı düşünceler ve iddialar dışlanıyor ve hatta dışlanmakla kalmayıp , aynı zamanda karalanıp , aşağılanıyor. Özellikle kendilerine bilimsel şüpheci diyen dini çevrelerde. Halbuki tarih uzun ve yavaş işler. Tarihi geniş zaman dilimlerine bölüp incelediğimizde dini çevrelerin büyük baskılarını ve engelleme çabalarını ve bunlara rağmen uzun vadede , sıradışı olarak görülen fikir ve iddiaların hala yaşadığını görürüz.

Nefilim'ler - Neter'ler yani Gözcüler konusu da 20. yüzyılın başlarından beri , bitmeyen tartışma konularından birisidir.


Dogmalarla kısıtlanmayan , açık fikirli insanlar ve araştırmacılar , mitoloji deyip geçtiğimiz anlatıların , bu denli geniş bir coğrafyada ve neredeyse birbirinin aynısı ayrıntılarla varolmasından yola çıkarak , bu metinlere ve kaynaklara , daha farklı bir bakış açısıyla bakmamız gerektiğine dikkat çekiyorlar.
Oysa din odaklı bilim çevreleri eski toplumları tamamen çözdüklerine inanıp , mitlerle , gerçek tarihsel olayları birbirine karıştırmayın diyorlar , bunu söylerken de bugünün egemen dinlerinin yörüngesinden çıkamıyorlar.
Bir yandan somut bilgiler dışında hiç bir şeye prim vermemekten bahsederken , bir yandan da yaşadıkları çevrenin egemen dinleriyle sürtüşmekten özenle kaçıyorlar. Eşine az rastlanır bir riyakarlık örneğidir bu !

Nefilim'ler sorunu Antik Çağ Tarihi ve modern arkeolojiye ilişkin kilit noktalardan biri aslında , felsefecileri , ilahiyatçıları ve dil bilimcileri de bu tartışma içinde düşünebiliriz.

Şimdi gelelim Nefilim'lerin eski metinlerde ki anlatımlarına ;
Tüm Antik Çağ metinlerinde , kendi tarihlerini derleyen toplumlardan kalmış belgeler , geriye doğru giden kronolojilerinin sıfır noktasına , tam olarak tanımlanıp , çözümlenemeyen bir tür başlangıç dönemi yerleştiriyorlar. Bu onların tarihlerinde , yönetimin Tanrılardan insanlara geçtiği bir ara dönemi belgeliyor.
Belirsiz bir başlangıç döneminden beri , Tanrılar tarafından yönetildiğini söyledikleri ülkelerinin , bu ara dönemde Gözcüler adı verilen üstün varlıklarca yönetildiğini ve sonuçta krallığın insanlığa devredildiğini anlatıyorlar. Bu Tanrılar - İnsanoğlu ilişkisini Hindu destanları Ramayana ve Mahabbarata'da da açıkça görebiliyoruz. Eski Mısır'da bu Gözcülerin adı Neter'ler. Son olarak Osiris'in oğlu Horus tarafından yönetilen ülke , belli bir Kral Yaratma Töreninden sonra insanlara bırakılıyor ve Neter'ler geri plana çekiliyorlar, sonra da izleri siliniyor.
Bu ilk insan kral , bugün arkeolojinin tartışmasız kabul ettiği Firavun Menes'dir. Mısır kronolojisi hakkında bildiklerimiz iki kaynağa dayanır. Bunlar Mısırlı tarihçi Manetho'nun yazdığı Krallar Listesi ve bugün Torino Papirüsü dediğimiz bir yazıt. Bu belgeler birbiriyle uyumlu oldukları için arkeologlar ve ejiptologlar Mısırın kronolojik gelişimini formüle edebiliyorlar.
Firavun Menes'le başlayan hanedanlar dönemi alt evrelere ayrılıyor. Eski krallık 1. ara dönem , orta krallık 2. ara dönem (hiksoslar devri) ve yeni krallık. Bugün okutulan tarih kitaplarında da kronoloji bu şekildedir. Arkeolojik bulguların da yardımıyla, yeni krallık ve sonrası nerdeyse tamamen tarihlenebilmiş durumdadır zira arkeolojik bulgular Manetho'yu ve Torino Papirüsünü doğruluyor.

Aslında bütün sorun da burada başlıyor çünkü Manetho'nun Listesi ve Torino Papirüsü yalnızca hanedanlar dönemini değil , çok daha öncesini de kronolojik sıraya sokuyor , yalnız burada yöneticiler insanlar değil , Neter'ler. Normal insanlara göre çok daha uzun yaşayan ve ülkeyi binlerce yıl yöneten üstün varlıklar.

Peki Ejiptologlar ve modern arkeoloji bunun üzerine ne yapıyor ?
Alt paragraflarını tartışmasız şekilde kabul ettikleri ve bulgularla doğrulanan tarihi bir yazıtın , üst paragraflarını ya yok sayıyorlar yada mitolojidir diyerek işin içinden sıyrılıyorlar.
Neden ?
Çünkü hayranlıkla benimsedikleri alt paragraflarda Krallar insan , üst paragraflarda ise ne oldukları tanımlanamayan üstün yaratıklar.
Böylece din odaklı bilim , aynı belge üzerinde işine gelen bölümü olgu diye benimserken , işine gelmeyen , dini inanışlara aykırı gelen bölümleri mitoloji diyerek ayıklıyor.
Buna elbette şaşırmamak gerekir zira Tanrı yada Tanrılar sandıkları şeylerin dünya dışı akıllı yaşam formları olma ihtimali onları ziyadesiyle korkutuyor.

Mezopotamya'da da aynı şeyle karşılaşıyoruz , Layard ve Wooley'in yaptığı araştırmalarda son derece kıymetli kil tabletler ele geçiyor. Bunlar Sümer Krallar Listesi olarak isimlendiriliyor.
Aynı Mısır da olduğu gibi , listenin en üst sırasında yani insan krallardan önce her birisi 10.000 - 15.000 yıl yaşayan krallardan bahsediyor. Mısır'da ki listeden farklı olarak bu kralların yönettikleri ülkenin bu dünyada değil başka bir gezegende hatta başka bir galakside olduğundan ve onların soylarının devamı olanların da bu dünyada yönetici olduklarından bahsediyor. Bu torunlar tufandan önce ülkeyi yönetmişler ve sonrasında insanlığa bırakmışlar. Babil metinleri bu olayı "krallık gökten indiğinde" diyerek tanımlıyor.
Yani bu metinler ve listeler dünyada ki kralları listeledikleri gibi , bu kralların dünyaya gelmeden önce yaşadıkları gezegendeki uygarlıktan ve krallardan da bahsediyor ve bunu bir zan olarak değil gayet açık şekilde aktarıyorlar.
Tüm mezopotamya'da aynı kült var aşağı yukarı ve tufan öncesi ülkeyi yöneten Tanrılar'dan bahsediyor , tek bir Tanrıdan değil.
Bu durumda din odaklı arkeoloji yine Mısır'da yaptığının aynısını yapıyor. Yani Sümer Krallar Listesinin normal insan ömrüne sahip krallarını kabul ediyorlar ve belgenin bu bölümünü somut bilgi sınıfına dahil ediyorlar ama tufan öncesi ülkeyi yönettiği anlatılan Tanrılar ve onların sonrasında ki ara dönemde , insanlara yönetimin geçişini denetleyen Gözcüleri mantıksız bularak mitoloji sınıfına dahil ediyorlar yani dinlerinin kökenini illa ki metafizik bir tanrıya bağlama çabası ile inkârcılığa ve riyakarlığa başvuruyorlar.


Benzeri durum, Tevrat'la ilgili incelemelerde de söz konusu. Mezopotamya bulgularından sonra, çok daha eski metinlerden esinlendiği belli olan Tevrat, bütün o eski metinlerdeki "Tanrılar" sözcüğünü tek bir "Tanrı" olarak düzeltmiş. Bu arada, Tanrı'ya verilen sıfat ve onun genel adı, "Efendi" ya da "Sahip" anlamına gelen "Lord" sözcüğünde somutlaşıyor. Yahudi toplumunun mesken tuttuğu bölgenin eski mitleri, büyük tanrı Baal'dan söz ediyor. "Baal'in sözlük anlamı da "Efendi" ve "Sahip". Aynı sıfatların, daha sonraki yıllarda bütün Batı toplumlarında yöneticiler için kullanılması ilginç. Ama daha ilginç olan, bütün o eski anlatıları ayıklayarak "Tanrılar" sözcüğünü "Tanrı" olarak tashih eden Tevrat'ın, birkaç yerde bunu unutması. "Elohim" sözcüğü, Tevrat'ta birkaç kez geçiyor. İbranicedeki anlamı, "ilahlar"; yani, "çoğul" bir sözcük. İlahiyatçılar bunun tartışma konusu yapılmasına bile karşı çıkıyorlar , arkeologlarsa, sessiz.

Ama bundan daha kafa karıştırıcı olanı var: Yaratılış (Genesis) bölümünün 6. Bab'ında "O günlerde ve sonrasında da, dünyada Nefilimler vardı." diye bir ifadeye rastlıyoruz. Sözü edilen zaman, Tufan'dan öncesi. "Nefilim" sözcüğü, İngilizce'ye "devler" diye çevriliyor. Oysa İbranicedeki fiil yapısına göre tam ifadesi, "yukarıdan aşağıya inmiş olanlar". Yaradılış'taki hikayede "devler'in hiçbir anlamı yok - daha sonra da Nefilim sözcüğüne rastlanmıyor zaten. Sanki "araya yanlışlıkla girmiş" gibi bir sözcük. İğreti duran, ne anlatmak istediği belli olmayan bir ifade. Oysa aradan yıllar geçip 1947'de Ölü Deniz yakınındaki bir mağarada orijinal el yazmaları (Kumran yazıtları) bulunduğunda, "Nefilim'in aslında son derece önemli, neredeyse kilit denebilecek bir kavram olduğu ortaya çıkıyor. Bunun yanı sıra, Tevrat'ın din adamlarınca değiştirildiğ de anlaşılıyor. Çünkü M.Ö. 4. yüzyıldan kalma yazıtlar arasında yer alan ve daha önce Etiyopya'daki Kutsal Kitap'ta rastlanmış olan kopyası "sahte" sanılan "Hanok'un Kitabı'nın orijinal nüshası da bulunuyor Ölü Deniz mağaralarında.
Yaradılış'ta yalnız birkaç satırda adı geçen ve "Tanrı'yla birlikte yürüdüğü" söylenen Hanok'un, aslında son derece ilginç bir hikayesinin olduğunu ve Tevrat'tan çıkarılan bu parçaların "Nefilim" sözcüğüne de açıklık getirdiğini fark ediyoruz. Boşluklar Hanok'un (Enoch) Kitabı'nda yazanlarla doldurulduğunda, Bap 6'nın aynı satırında sözü edilen "..ve Tanrı'nın oğullarını insanın kızlarını gördüler ve onlar güzeldi. Onları kendilerine eş seçip onlardan çocuk sahibi oldular." ifadesi de anlamlı hale geliyor. İlahiyatçıları, dilbilimcileri ve tarihçileri yıllardır uğraştıran "Tanrı'nın oğulları" ile insanın kızları arasındaki ilişki, Tevrat'ta yalnızca o cümlede geçiyor ve bir daha sözü edilmiyor. Ama Hanok'un Kitabı'nı okuduğumuzda, bunun müthiş sonuçlar doğuran bir olay olduğu ortaya çıkıyor.
Evinden, ailesinden ayrılan ve "Tanrı katında" yaşamını sürdüren Hanok, "Gözcülerden" söz ediyor anlatısında. Bunlar, Tanrı ile insanlar arasındaki ilişkinin bazen "ara halkası" olma görevini üstlenen, insanlara nezaret eden, üstün varlıklar. Ama hepsi, "emir kulu" sonuçta. Hanok'un ayrıntılı olarak anlattığı hikayede, bir gün bunlardan birinin dünya üzerindeki "gözcülük" görevi sırasında "insan kızları'nı arzuladığı ve bu fikrini diğer "gözcü'lere de söylediği belirtiliyor. Bir grup Gözcü (ya da Nefilim - "yukarıdan inen") aralarında karar alıyor ve yemin ediyorlar: Hepsi insan kızlarıyla sevişip onlardan birer karı alacak ve bu bir sır olarak kalacak. Çünkü öğreniyoruz ki, yapılan aslında "yasak". Sonuçta bu birleşmeden "melez" çocuklar doğuyor ve genetik sorunlar yüzünden bu çocuklar sağlıksız, vahşi, garip yaratıklar oluyorlar. Diğer yandan, "insan kızlarıyla" birlikte oldukları süre boyunca Nefilimler, onlara bilgi aktarıyor, bir şeyler öğretiyorlar ki, bu da çok büyük bir yasağı çiğnemek anlamına geliyor. Sonuçta Tanrı hem Nefilimleri cezalandırıyor, hem de yarattığı Tufan'la insanları.

Sümer ve Babil metinlerini bulmuş olmamız, Hanok'un kitabının da, Tevrat'ın diğer bölümleri gibi Mezopotamya anlatılarından esinlenilerek, daha doğru bir deyişle bunlar "revize edilerek" yeniden yazıldığını anlıyoruz. Ama bu, bir garip durumu fark etmemize engel değil: Çok eski zamanlarda "Gözcü'ler denen birilerinin dünya üzerinde dolaştığı ve yaptıklarıyla dünyadaki hayatı derinden etkilediğine ilişkin en az on toplumun kültüründen gelen tanıklıklar var elimizde. İşin en kafa bulandırıcı yanı, çok benzeyen anlatılara, Antik Yakın Doğu'yla fiziksel teması hiç bulunmadığı varsayılan eski İnka ve Maya folklorunda da rastlıyoruz!
Şimdi burada yapılması gereken doğru şey "Mitoloji" deyip konuyu geçiştirmek mi yoksa eski belge ve bulguları , farklı ve alternatif bir bakış açısıyla yeniden inceleyip "Kim bu Gözcüler" diye kendimize ve bilim insanlarına sormak mı ? Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac