HABERLER
Dini Haber
HT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
HT etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TRUVA SAVAŞI MI TANRILARIN SAVAŞI MI?

Yazan: HERMES Trismegistos

TRUVA SAVAŞI MI TANRILARIN SAVAŞI MI?

Truva (Troya) Savaşı MÖ 1260 – MÖ 1180 civarında yapılan bir savaştır.Savaş hakkındaki bilgiler için yol gösterici kaynak Homeros’un İlyada ve Odesa (Odysseia) destanlarıdır. Bu iki kaynak da manzume olarak yazılmıştır.

TRUVA SAVAŞININ BAŞLAMA NEDENİ

Efsaneye göre bir gün tanrı dağı Olimpos'a altın bir elma düşer elmanın üstünde en güzele yazmaktadır,bu elmayı sahiplenmek için Hera, Afrodit ve Athena tartışır ama kendi aralarında bir sonuca varamayıp Zeus'a danışmaya karar verirler.

Elmayı Zeus'a götürdüklerinde Zeus da buna karar veremez, zira Athena biricik kızı, Hera eşi, Afrodit ise güzelliğiyle ünlü Kıbrıslı tanrıçadır.

Zeus elmayı Truva prensi Paris'e götürmelerini, gerçek kararı onun vereceğini söyler.

Tanrıçalar Truva'ya varıp elmayı Paris'e verirler.Tanrıçalar, güzellik yarışmasını kazanabilmek için Paris’e bir sürü rüşvet teklif ettiler. Hera, Asya Krallığını vadetti; Athena, sonsuz akıl ve başarı teklif etti. Afrodit ise dünyanın en güzel kadının aşkını vereceğini söyledi. Bu kadın Sparta Kralı Menelaos’un karısı Helena idi.

Bu arada Paris, yarışmadan önce Truva kentine giderek buradaki oyun ve yarışlara katıldı. Oyunları ve yarışmaları seyreden kral ve kraliçe başarılı yarışmacı Paris’e kalpten yakınlık duydular. Kim olduğunu merak ederek araştırdıklarında onun oğulları Paris olduğunu öğrenirler ve Paris sarayda prens olarak yaşamaya başlar. Yarışma günü geldiğinde, Paris güzel tanrıçaların karşısına çıktı ve Afrodit’in güzelliği karşısında tutulmuş, büyülenmiş bir şekilde elmayı Afrodit’in avuçlarına bırakıverdi.

Tanrıçaların en güzeli seçilen Afrodit sözünü tutarak Helena’nın aşkını ona vermiştir. Bir gemi hazırlatarak Mora yarımadasına (Peloponnes) gitti ve bu adada hüküm süren Menelaos’un sarayında konuğu olarak ağırlandı. Orada kendisini misafir eden kralın güzel karısı Helena’yı alarak Truva’ya kaçırmıştır. Bunun üzerine Menelaos, Yunanistan’daki Akha krallarının en güçlüsü olan kardeşi Agamemmon’a giderek Truva’ya bir sefer düzenlemesini istemiştir.

SAVAŞ KIZIŞIYOR

Savaşın onuncu yılında, İlyada da anlatıldığı üzere çarpıcı olaylar yaşandı. Yunan birliklerinin önderi Agamemnon, Akhilleus’a ganimet olarak verilecek Briseis’i kendisi için esir aldı. Bu duruma öfkelenen Akhilleus birlikleriyle birlikte savaştan çekildi. Akhilleus’un annesi deniz tanrıçası Thetis, Agamemnon oğlunun şerefiyle oynamaktan pişman olsun diye, Troyalılara güç vermesi için Zeus’a yalvardı. İlerleyen çatışmalar sırasında, Troyalılar gelişme kaydederek Yunan gemilerine sorun çıkaracak kadar yakın bir noktada karargâh kurmayı başardı. Onları geri püskürtmeye can atan Akhilleus’un yakın arkadaşı hatta belki de sevgilisi Patroclus, Yunanların moralini yükseltmek ve Troyalıların gözünü korkutmak için Akhilleus’un kılığına girerek Yunanları savaşa yöneltti. Başta planı işe yaramıştı, fakat daha sonra Troya prensi Hektor tarafından öldürüldü. Arkadaşının ölümü üzerine yas dolu bir öfkeye bürünüp gözü Hektor’dan intikam almaktan başka bir şey görmeyen Akhilleus, Agamemnon’la olan tartışmasını bir kenara bıraktı.

Öfkeden gözü dönen Akhilleus yüzlerce Troyalı yiğidi öldürerek Troya surlarına doğru ilerler. Ondan moral bulan orduda peşi sıra surlara doğru ilerler. Akhilleus Hektor'u sur tarafında görür, birçok Truvalı asker şehrin içine sığınmıştır fakat Hektor öyle yapmaz. Akhilleus'dan bir süre kaçar ama sonra durur ve onunla dövüşmeye başlar. Akhilleus Hektor'u, Troyalıların en kuvvetli yiğidini öldürür.

SAVAŞTA TANRILARIN TARAFI

AHKALAR;
  • Athena
  • Hera
  • Poseidon
  • Hephaistos
  • Hermes

TROYALILAR;
  • Artemis
  • Afrodit
  • Leto
  • Ares
  • Apollon

TANRILARIN ROLÜ

Görüldüğü gibi elmayı alamayan Hera ve Athena savaşta Akhaları tutmaktadır. Apollon ise Troya kentini kurmuş olduğu için kentin yıkılmasına göz yummaz bu yüzden o kardeşi Artemis ve annesi Leto Troyalıları tutmaktadır. Gözünü kan bürümüş Ares ise sadece savaş ister, bu yüzden oğlu bir Troya askeri olduğu için Troyalıların tarafını tutsa da istediği tek şey tuncun çangırtısı ve atardamardan fışkıran kızıl kandır.

Troya Savaşı adeta savaş gücüne değilde tanrıların isteğine bağlıdır çünkü tanrılar sevdiği askerlere yardımcı olur hatta onların ölümden bile korur. Homeros’un eşsiz anlatısında ister istemez bir tarafı desteklediğiniz için bu bazen sinir bozucu olabiliyordu. Bunlara birkaç örnek vermek gerekirse.

Savaşın başlarında Menalous Hektor'a doğru kuvvetli mi kuvvetli bir ok atar, bu ok onu rahatça öldürebilecek hızdadır. Üstelik Hektor o sırada başka bir Akha eri ile savaşmaktadır. Onu koruyacak hiçbir şey olmamasına rağmen okçu tanrı Apollon çok sevdiği Hektor'un ölmesine göz yumamaz ve okun yönünü saptırır.

Genel bir örnek verecek olursak: Tanrılar savaşa o kadar kapılmışlar ki Hera Troyalıların Akha gemilerinin önünde kamp kurmasına dayanamaz. Sevdiği Akhalara acır, onlara yardım etmek ister fakat tanrı Zeus sonlara doğru buna izin verecek olsa da o an tanrıların gruplara yardım etmesini yasaklamıştır. Tabii ki Zeus'un kendisi bu yasağa dahil değildir. İki tarafa da eşit sevgi duymasına rağmen Hektor'a ve Troyalılara sevgisi biraz daha büyüktür. Yani Zeus tek başına savaşı yönetecek olursa Troyalıların üstünlüğü kaçınılmazdır.

Hera ise buna dayanamaz Poseidon'la bir oyun yapar. Hera güzel kıyafetler gidip uykunun da yardımıyla Zeusla sevişip onu tatlı uykunun kucağına bırakacak, bu sırada da Poseidon Akha ordusunun arasında karışıp onların moralini yükseltip savaşta onlara yardım edecektir.

Başka bir bölümde ise Athena sevdiği Diomedes'in gözündeki perdeyi kaldırır, artık savaştaki tanrıları da görebilmektedir. Athena onun içini o kadar büyük bir savaş aşkı ile doldurur ki Diomedes savaşın içinde Ares'i görür. Athena'nın da yardımı ile Ares'in üstüne yürür ve ona sanki bir tanrıymışçasına saldırır ve onu yaralar. Ares de Olimpos'a doğru yükselip yarasını ölümsüz nektar ile iyileştirmek zorunda kalır.

Akhilleus’un Hektor'u öldürmesinde de bir tanrının, Athena'nın parmağı vardır. Hektor ayağı tez Akhilleus'dan canhıraş kaçarken ve tam kurtulacak iken Athena Hektor'a bir arkadaşı gibi görünür Hektor'u koşmayı bırakıp Akhilleus ile savaşması için kışkırtır. Hektor arkadaşına güvenir ve durur Akhilleus ile savaşmaya başlar ama bu onun için iyi olmaz zira Akhilleus Hektor'u öldürür.

Tanrıların savaşa en büyük etkisi ise insanlar için kendi ırkında ölümsüzlerle savaşmasıdır olaylar öyle bir raddeye gelir ki Athena Ares ile Hermes de Afrodit ile savaşmaya başlar. Afrodit savaşmaktan çekilse de Athena ile Ares ciddi bir şekilde savaşır.

Tanrılar tüm savaş boyunca iyi veya kötü şekilde savaşçılara yardım etmiştir. Homeros’u okuduğumuzda Tanrıları tanrı değilde daha çok bazı üstün element güçleri olan yaratıklar gibi görürüz. Tapınılıcak yanları yok gibidir. Ama buraya şahsi bir görüş ekleyeyim: Eğer Homeros'a bir soru sorma hakkım olsaydı "Bu yazdıklarına kendin inanıyor musun?" diye sormak isterdim.

KUTSAL SUÇLULUAR: TAPINAK ŞÖVALYELERİ

Yazan: HERMES Trismegistos
Tapınağın son Büyük Üstadı Jacques de Molay

TAPINAK ŞÖVALYELERİNİN KISA TARİHİ


9 kişilik gruptan oluşan Tapınak Şövalyeleri Fransız Hugues de Paynes liderliğinde Godfrey de Saint-Omer, André de Montbard, Payen de Montdidier, Archambaud de Saint-Aignan, Geoffroy Bisol, Hughes Rigaud, Rossal ve Gondemare tarafından 1118 yılında Fransa’da oluşturulur. İlk Büyük Üstat, Hugues de Paynes’tir.

Tapınakçıların en baştaki amacı Kudüs’ü ziyaret eden hacıları koruyup kollamaktı ama bundan daha büyük ve her ne kadar hem rahip hem şövalye olsalar da daha tatmin edici amaçlara sahiplerdi.

Tapınak şövalyelerinin varlığı resmi olarak haçlı seferlerinin bitişi ile sonlanmıştır. Beyaz üzerine kırmızı haç motifli giyimleriyle zamanının hem nüfuz hemde savaşçılık olarak korkulan birliklerindendir

TAPINAKÇILARIN YÜKSELİŞİ

1118 yılında Fransız Hugues de Payens ve arkadaşı Godfrey de Saint-Omer hacıları korumak amacı ile kuracakları tarikata destek sağlamak için Kudüs Kralı II. Baudouin'e başvurdular Kral onlara Müslümanlarca Zeytin Dağı olarak adlandırılan Tapınak Tepesi’nde bir yer verdi. Süleyman Mabedi’nin kalıntılarının burada bulunması sebebi ile de Süleyman Tapınağının Şövalyeleri (Templars,Templiers) adını aldı.

Tapınak Şövalyelerinin bilinen ilk ambleminde aynı ata binmiş olan Hugues de Payens ve Godfrey de Saint Omar resmedilmiş bu hem Tapınak Şövalyeleri’nin kardeşliğini hemde kuruluşunun ilk yıllarında sadece bağışlarla varlığını sürdürmesini ve sadeliğini simgeliyor.

Fakat tarikatın bu yoksulluğu fazla sürmedi. Bernard de Clairvaux (Aziz Bernard) kurucu şövalyelerden birinin yeğeniydi, Troyes kentinde toplanan konseyde tarikatı Papa'ya anlattı ve Papa tarafından resmî olarak onaylandılar. Bundan sonra Papa II. İnnocentius tarafından yayınlanan özel bir fermanla tarikat mensupları bütün ülke sınırlarından serbestçe geçme, vergi ödememe ve Papa dışında hiçbir otoriteye karşı hesap vermeme gibi geniş haklara sahip oldu. Papa'dan gördükleri bu destek sonrasında Avrupa genelinde soylulardan para, arazi ve askerî destek gördüler.

En güçlü dönemlerinde askerî varlıkları 20 bini bulan Tapınakçılar¸ sahip oldukları silahlı gücün ötesinde¸ ülkelerin ve imparatorlukların geleceğini belirleyecek ölçüde caydırıcı bir güce erişmişlerdir. Öylesine zenginleşip güçlendiler ki¸ Avrupalı kralları¸ borç para bulmak umuduyla kendilerinin kapısını çalmak¸ yüksek faizlerle büyük borçlar altına girmek zorunda bırakmışlardır. Sonuçta bu da kendilerine¸ krallar üzerinde söz sahibi olma ve onları yönlendirme imkânı sundu.

Tapınak Şövalyeleri aynı zamanda o dönemde Müslüman dünyasına karşı gerçekleştirilen Haçlı seferlerine de katıldı. Yapılan bu seferler barış içinde yaşayan Müslümanlara karşı barbar bir saldırıydı. Bu olay binlerce masum sivilin yaşamını yitirmesine yol açtı Bu yüzden¸ Selahaddin Eyyûbî 1187'deki Hıttin Zaferi'nden sonra¸ Hristiyanların büyük bir bölümünü bağışlamasına rağmen¸ Tapınakçıları affetmemiş; işledikleri katliamlardan ötürü onları idamla cezalandırmıştır. Hıttin'den sonra Kudüs'teki merkezlerini kaybetmelerine ve pek çok kayıp vermelerine rağmen Tapınakçılar yine de varlıklarını korudular.

Hristiyanlar 1229 yılında Kudüs'ü geri aldılarsa da 1244 yılında şehri bu kez Memlükler aldı. Akka'ya taşıdıkları karargâhlarını da 1291 yılında kaybeden tarikat, merkezini Kıbrıs'taki Limasol'a taşımak zorunda kaldılar.Bu hezimetlerden sonra Tapınakçılar güçlerini kaybetmiş olsalar da vatanları Fransa'ya çekilip Hospitalier Şövalyelerinin ve Töton Şövalyelerinin yaptığı gibi devlet içinde devlet mantığı ile varlıklarını sürdürme çabaları sonlarını hazırladı.

TAPINAKÇILARIN DÜŞÜŞÜ

Haçlı Seferleri'nin hezimetle sonuçlanması üzerine misyonları bitmesi gerekirken¸ onlar siyasi güçlerini¸ servet ve üyelerini artırmaya devam ettirmişlerdir. Bir müddet sonra Papalık ve Fransa Kralı 4. Filip (IV. Philippe)¸ Tapınakçıların¸ giriştikleri politik oyunlar ve karanlık amaçlarla kontrol edilemez bir kuvvete erişmelerinden tedirginlik duymuş ve güçlerinin azaltılması gerektiğine karar vermiştir.

1307'de ise Papa V. Clemens'in emriyle bazı şövalyeler geri çağrılmıştır. Dinden sapma¸ eşcinsellik¸ şeytana tapma ve büyücülükle suçlanarak işkence edilmek ve yakılmak suretiyle öldürülmüşlerdir. 1314'de Tapınak Şövalyeleri'nin büyük üstadı Jacques de Molay ve 34 üyesi¸ Paris'te kazığa çakılarak yakılmıştır.


TAPINAKÇILARIN İSA HAKKINDAKİ GÖRÜŞLERİ

Tarih boyunca süregelen rivayetlere göre Tapınakçıların İsa hakkındaki görüşleri Hristiyanlıktan çok daha farklıdır. Yaygın olan bir rivayete göre Tapınakçı şövalyeler Johannit mezhebe mensupturlar.
Bilindiği gibi, Hristiyanlık tarihine baktığımızda İsa’nın gelişinden önce Vaftizci Yahya’nın kişiliğinin öne çıktığını görürüz. Ancak Yahya , kabul edilen İncillerde İsa’nın geleceğini müjdeleyip onun vaftiz olmasını sağlayan bir kişidir sadece . Hatta Matta İncilinde Yahya şöyle der : «Gerçi ben sizi tövbe için suyla vaftiz ediyorum, ama benden sonra gelen benden daha güçlüdür. Ben O’nun çarıklarını çıkarmaya bile layık değilim. O sizi Kutsal Ruh ve ateşle vaftiz edecek.» Ancak zaman içinde bazı topluluklar Yahya’yı İsa’dan daha önemli tutmuşlar hatta bu düşüncelerini çağlar boyu, İsa betimlemelerinde aslında Yahya’yı resmederek sürdürmüşlerdir.
Aslında Tapınakçıların Johannit olduklarına dair çok da somut deliller yoktur , ancak kendilerine yöneltilen birtakım suçlamalarda Johannit mezhebe yöneltilen suçlamalara benzer suçlamalar vardır. Son yıllarda yapılan araştırmalar ise , biraz zorlamalı da olsa, bazı Tapınakçı sembollerinde Johannit mezhebine ait izler bulmaktadırlar.
Tapınakçılara atfedilen başka bir inanışa göre ise Tapınakçılar Mecdelli Meryem’in İsa’nın karısı olduğuna ve Mecdelliden bir çocuğu olduğuna inanırlar.

Anlattığım gibi Tapınakçılar seks ayinleri,kadın veya küçük çocuk kurban etme,keçi kurban etme,haça ve Hristiyanların kutsal saydıkları ikonalara işeme, eşcinsel ilişki,kaba at öpme gibi pis şeylerle suçlanarak kağıt üzerinde ortadan kaldırılmıştır ama daha sonraki yüzyıllarda farklı örgütler adı altında¸ yer altına indiler Avrupa'da (Sadece Fransa'da 9 bin temsilcilikleri vardı ve çeşitli ülkelere yayılmış binlerce şato ve merkezleri bulunuyordu.) varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunların en önemlisi "Rose Croix" (Gül Haç) örgütüdür.

Tapınakçılığın¸ İllüminati ve masonluk gibi örgütler aracılığıyla sürdürüldüğü ve hatta masonluğun etkisiyle gelişen Fransız Devrimi ve Amerika'nın bağımsızlığı gibi topyekûn Batı'nın siyasi geleceğini belirleyen pek çok mühim hadisenin bunun bir sonucu olduğu kimi tarihçiler ve yazarlar tarafından savunulmaktadır.

Tapınak şövalyeleri tanrı adına kurulmuş bir tarikattı kilisenin söylediği suçları işlemişler mi kesin kanıt olmadığı için tam olarak bilmiyoruz fakat farklı bir bilgiye göre tapınakçıların büyük üstadı Jacques de Molay idam edilirken itiraz etmemiş hatta kılı bile kıpırdamamış. Bundan kimileri tarikatın yer altındaki nüfuzuna ve ebedi olacağına güvendiği için tepki göstermediği yorumunu yapar.

HRİSTİYANLIĞIN İÇİNDEKİ PAGANLIK

Yazan: HERMES Trismegistos
HRİSTİYANLIKTAKİ PAGAN ETKİLERİ

Şöyle başlamak isterim Hristiyanlar ilk yayılma zamanlarında yada Milan fermanına kadar diyelim çok fena zulüm ve işkenceye maruz kaldılar zira Hristiyanlık paganlığa Romalıların dinine göre çok farklılık gösteren bir din olmuştu bunun birçok sebebi olduğu gibi en büyük sebebi de tek bir tanrı olabileceğini paganların anlayamaması olarak yorumlayabiliriz.

Romalılar çoğunlukla dini inanç konularında hoşgörülü davrandılar ve sayısız dini tarikat, kült, kurtarıcı ve kurtarıcıların kısıtlama olmaksızın proleterleşmesine izin verdiler. Toplumun sadık ve itaatkâr üyeleri, İsa da dahil olmak üzere istedikleri Tanrı'ya inanabilirler. İnanç, Roma makamlarının ilgisini çekmeyen özel bir konuydu. Roma uyumu, otoriteye itaat etmeye ve devlete sadakatin - Roma Tanrılarına sembolik fedakarlıklarla özetlenerek - vaat edilmesine dayanıyordu. Daha sonraki yanlış algıların aksine, ilk başta Romalılar İsa'ya olan inanca karşı çıkmadılar. Daha ziyade, Romalılar Roma otoritesini Hristiyanlaşmanın nedeni olarak reddedenlere, Roma Tanrılarına kurban etmeyi reddeden inananların (bağlılık yeminin eşdeğeri) dahil edilmesine zulmettiler. İsa'nın Yahudi olmayan inançlılara yönelik Roma zulmü iki yüzyıldan fazla sürdü ve yerel düzeyde tacizi içeriyordu ve zulmü resmen onayladı ya da reddetti. Resmi olarak yaptırım uygulanan Roma zulmü en çok Marcus Aurelius (161-180), Decius (249-251), Diocletian (281-305) ve Galerius (305-312) saltanatı sırasında yoğun olmuştur.

Bundan çıkaracağımız sonuç Romalılar hoşgörülü fakat otoriterdir, tabiri caizse tanrı göklerden tüm insanlığın duyabileceği bir şekilde bizimle konuşsa bile şahsi fikrim Romalıların ne kadar doğru olsa da bu dine bile kabulleneceklerini sanmam tabi bunun üstüne sürebileceğiniz argümanda Romalıların daha doğrusu önce doğu romanın Hristiyanlığı kabul edişidir.
Kökenini ve Hristiyanlığın başlangıçta paganlıktan ne kadar farklı olduğunu açıkladığıma göre sıra neden Hristiyanlığın paganlaştığına geldi.

HRİSTİYANLIĞIN PAGANLAŞMA NEDENLERİ

Hristiyanlığı tebliğ etmek yada misyonerlik bunun en başlıca sebebidir.Şöyle düşünebilirsiniz yepyeni bir dini görüş ama asırlardır hakim olan başka bir dini görüş de bunun rakibi bu yüzden bu dini karşına almak yerine onu yozlaştırarak kendi dinini onun içinde büyütmelisin bakın bu tamamen kişilerin dinlerini yayma isteği yüzünden dinini çarpıtarak yaymak ne kadar doğru tartışılır tabi.Zamanın misyoner Hristiyanları Hristiyanlığı paganlığa benzeterek tebliğ ettiler ki insanlar yabancılaşmasın yada Hristiyanlığa kolay geçebilsin.
  
Dünyadaki bir çok dini görüşte tanrının oğlu  terimi vardır, veya tanrının tahtını kendi kanından oğluna devretmesi. Güneş tanrısı Apollon Zeus’un Leto’dan olan oğlu Apollon Zeus’un veliaht oğludur,bir örnek vermek gerekirse ikonalarda yada fresklerde İsa’nın kafasında hale ile resmedilmesi de diyebilirim. 

HRİSTİYANLIĞIN İÇİNDEKİ PAGAN ÖGELER

Mitra, Diyanissos, Attis, Krişna , Hepsinin doğumu 25 Aralıktır ve hepsi çarmığa gerilmiştir. Sizce de benzer değil mi?
İsa'dan öncede ölüp dirilen pagan tanrılar olmuştur,bu GrekoRomen inanç Hristiyanlığı öyle etkilemiştir ki İncil bile İsa'nın dili olan Aramice değilde Yunanca yazılmıştır.

Komünyon ayini;
Komünyon ayini ekmek ve şarap ayini olarak bilinir ve İsa'nın kanı olan şarabı içip İsa'nın eti olan ekmeği yiyerek arınmayı amaçlar.

İncil de bu şöyle ifade edilir;
Yu 6:53 İsa onlara şöyle dedi: «Size doğrusunu söyleyeyim, İnsanoğlu’nun bedenini yiyip kanını içmedikçe, sizde yaşam olmaz.
Yu 6:54 Bedenimi yiyenin, kanımı içenin sonsuz yaşamı vardır ve ben onu son günde dirilteceğim.
Yu 6:55 Çünkü bedenim gerçek yiyecek, kanım gerçek içecektir.
Yu 6:56 Bedenimi yiyip kanımı içen bende yaşar, ben de onda.”

Peki ya bu ayetlerin kökeni nedir?

Pagan Yunanların Dionysos ve Attis kültürüdür,Dionysosçular bazen bir hayvanı kurban ederek ve etini yiyerek sembolik olarak Dionysos'un ruhu ile bütünleşip arınmayı yada ruhen ölümsüz olmayı amaçlamışlardır,

Bugün kiliselerde hala gerçekleştirilen bu ayini İncil yazarları (yada her kim yazdıysa) bu kültten alıp İncil'de İsa'nın ağzındanmış tanrının sözüymüş gibi anlatmışlardır.
Yukarıda anlattığım gibi bu ayetler sadece Yuhanna incilinde geçer çünkü Yuhanna incili ve Pavlus’un mektupları paganizmden en fazla etkilenen yazıtlardır. İncil'de yine paganizmden ziyadesiyle etkilenmiş bir hikaye daha vardır;

Yu 2:7 İsa hizmet edenlere, «Küpleri suyla doldurun» dedi. Küpleri ağızlarına kadar doldurdular.
Yu 2:8 Sonra hizmet edenlere, «Şimdi bundan alın, şölen başkanına götürün» dedi. Onlar da götürdüler.
Yu 2:9-10 Şölen başkanı, şaraba dönüşmüş suyu tattı.”
Suyu şaraba dönüştürmek sıradan bir mucize sayılabilir ama bununda kökeni yine şarap tanrısı Dionysosdur.

Dionysos da aynı İsa gibi suyu şaraba dönüştürmüştü…Ve bu mucize Dionysos inançlılarınca sürekli dile getiriliyordu…Yuhanna incili yazarları bu mucizeyi kendi tanrıları olan İsa’ya uyarlayıverdiler.

MİTRA VE İSA MESİH BENZERLİĞİ

Mitra’nın kayadan doğduğu belirtilen versiyonlarında “kayadan gelen Tanrı” (Theos ek Petras) olduğu söylenirdi. Takipçileri, kurtarıcı Tanrı Mitra’nın doğduğu bu kayadan çıkan “ruhsal” suyu içmeye çalışırdı. Aynı hikaye İsa’ya şöyle uyarlanmıştır;

Hepsi aynı ruhsal içeceği içti. Artlarından gelen ruhsal kayadan içtiler, ve o kaya Mesih'ti.”

Mitra aynı zamanda bir “güneş” Tanrısı idi. Güneş tanrısı olarak takipçileri tarafından “Light of the World” (Düyanın ışığı) olarak bilinirdi.

İncil’de aynı lakap, İsa’ya uyarlanmıştır:
Yu 8:12 “İsa yine halka seslenip şöyle dedi: «Ben dünyanın ışığıyım. Benim ardımdan gelen, asla karanlıkta yürümez, yaşam ışığına sahip olur.”

Mitra şöyle der:
Bedenimden yemeyecek ve kanımdan içmeyecek böylece benimle bir olmayacak kişi kurtarılmayacak kişidir”

Benzer ifade Dionysos'da da bahsettiğim gibi Yuhanna incilinde geçer.

Mitra bir yazıtta şöyle der:
“Ölümsüz kanıp döküp bizi kurtardın” (R. Turcan “Cults of the Roman Empire” 226)
 
Aynı ifade, “İsa’nın bizim için döktüğü kutsal kanıyla kurtulduk” şeklinde İncil’de hayat bulur.
 
Tıpkı İsa gibi Mitra'da öldükten sonra göğe yükselmiş ve insanları yargılamak için geri döneceği söylenmiştir.

BABA TANRININ ZEUS (JÜPİTER) İLE BENZERLİĞİ

Şimdi biraz da tanrı babanın Zeus ile benzerliğine değinelim.
Baba tanrı dünyada resim sanatında hep saçı sakalı ağarmış bir o kadarda ruhani ve kuvvetli bir ihtiyar olarak gösterilir.

İlk iki resim Hristiyan tanrısının betimlenişidir.

Ademin yaratılışı (Michalengelo)


Cima da Conegliano'nun Baba Tanrı isimli tablosu, yak. 1515

Şimdi de Zeus'un tasvirlerine bakalım.

4 nehir çeşmesindeki Zeus heykeli (Gianlorenzo Bernini)


Hera ve Zeus (Albertina Müzesi)


Bunlardan anlayacağımız şey ise yalnızca İsa Mesih'in değil baba tanrının hatta ayin ve ritüellerin çoğunda bile eski pagan inaçlarından esinler olmasıdır. Bunun nedeni dini yaymak beklide insanların uyum sağlamasını sağlamaktır zira belki de bunlar olmasaydı Milan fermanı ve Büyük Konstatin’in Hristiyanlığı kabulünden önce Hristiyanlık küçük topluluklar tarafından bilinen bir dinden başka bir şey olmayacaktı.