HABERLER
Dini Haber
Hz Muhammed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hz Muhammed etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MUHAMMED'İN EVLATLIĞININ KARISINI EŞ OLARAK ALMASI VE DAVUD'U ÖRNEK GÖSTERMESİ

AY, din, islamiyet, Hz Muhammed, Muhammed'in evlatlığının karısı ile evlenmesi, Muhammed ve Zeyd'in karısı, Davud ve Hitti Uriya, Muhammed Zeyd'i ölüme gönderiyor, Ahzab suresi 38,
YAHUDİLER, MUHAMMEDİ EVLATLIĞININ KARISINI ELDE ETMEKLE SUÇLAYINCA MUHAMMED DAVUT PEYGAMBERİ ÖRNEK ALDIĞINI SÖYLÜYOR

Ahzâb Suresi'nin 38. ayetindeki gerekçe ise, çok ilginç! Orada özetle, "Allah'ın Muhammed’e helâl kıldığı bir şeyi (hem birden fazla kadınla evliliği, hem de kendi gelini olan Zeynep'i almayı) yerine getirmekte (onu almakta) ona herhangi bir günah yoktur. Önceki peygamberlerde de Allah'ın kanunu böyleydi" deniyor. Acaba bu benzetmeden kasıt nedir?

Muhammed, özellikle Yahudiler tarafından şu iki konuda eleştiri yağmuruna tutuluyordu:
  1. Başkasının hanımına zorla el koyan bir peygamberdir;
  2. İşi gücü yok da devamlı kadınlarla evleniyor.
Halbuki bunlar, bir peygambere yakışmayan davranışlardır diyorlardı... Ahzâb Suresi’nin 38. ayetinin inmesiyle, kendine yönelik bu iki eleştiriye, kendince yanıt vermiş oluyordu. Peki önceki peygamberlerin olaylarıyla Muhammed'in bu olayı arasında acaba nasıl bir ilgi vardır?

Yahudiler, peygamberlerine çok bağlıydı. Oysa onların peygamberlerinden baba-oğul olan Davut ile Süleyman da, Muhammed’in buradaki hadisesine benzer bir olayla karşı karşıya kalmışlardı. Muhammed'de yöneltilen eleştirileri bertaraf etmek için gelen ayette onların peygamberlerine atıfta bulunuluyordu. Çünkü Davut da tıpkı Muhammed'in Zeynep'e olan aşkı gibi, bir gün damda gezerken kendine bağlı komutanlardan "Hitti Uriya"nın hanımını çıplak olarak görmüş ve ona âşık olmuştu. Bu sırada hem o kadınla gayri meşru bur şekilde yatmış, hem de onun kocasını vurdurmak için savaşa gönderip öldürtmüştü. İşte Ahzâb Suresi'nin 38. ayetindeki benzetmenin bir kısmı budur. Görüldüğü gibi, Muhammed'i kurtarmak için Yahudilerin peygamberlerinden emsal gösteriliyor.

Tevrat'ta Davud'un, Hitti Uriya'nın hanımı yıkanırken onu çıplak olarak gördüğü, bundan çok etkilendiği, bu kadının kime ait olduğunu araştırdığı, sonuçta kadını getirtip onunla gayri meşru olarak yattığı, bunun sonucu olarak da kadının Davud'dan hamile kaldığı, kadının bunu daha sonra Davud'a bildirdiği, bunun üzerine Davud'un Uriya'yı savaşa gönderip vurdurduğu ve artık kadına resmen el koyduğu ve Davud'un bu hareketinin İsrailoğulları'nca ayıplandığı yazılı. İşte, gerek Nisa Suresi'nin 54, gerek Ra'd Suresi'nin 38 ve gerekse Ahzâb Suresi'nin 38. ayetlerinde sözü edilen peygamberlerden kasıt bunlardır. Kur'an'da, bunlar emsal gösterilmek suretiyle Yahudiler susturulmaya ve Muhammed bu şekilde kurtarılmaya çalışılmıştır. Kur'an'daki bu benzetmede ikinci bir olumsuzluk daha göze çarpıyor, O da şudur: Muhammed'in hem çok kadınla evlenmesine, hem de başkasının hanımına el koymasına Davud ve Sü­leyman'ın yaptıkları emsal gösteriliyor ve böylece Allah, Davud ve Süleyman'ın o beğenilmeyen icraatlarını kendisi üstlenmiş oluyor, onları onaylıyor ve bu işi normal bir olay olarak sayıyor.

Muhammed bu evlilikten yaklaşık iki yıl sonra Zeynep'in eski eşi olan Zeyd'i, üç bin kişilik bir İslam ordusunun başına geçirerek yüz bin kişilik bir Rum ordusuyla çarpışmak üzere "Mute" Savaşı'na gönderiyor ve Zeyd bu savaşta Öldürülüyor; tıpkı Davud'un Uriya'yı savaşa gönderdiği gibi. Kaldı ki, aynı Zeyd, Muhammed'in Zeynep'le evlenmesinden kısa bir süre sonra Muhammed tarafından "Beni Süleym", "İys”, "Taraf, "Hisma”, "Vadi'l-Kura" ve "Ümmü Kirfe" başta olmak üzere küçük çaplı savaşlara-baskınlara gönderiliyor, Zeyd bu altı saldırıda vurulmuyor ve her defasında da başarıyla dönüyor. Zeynep ile evlendikten sonra Zeyd'i bir yıl içinde tam altı sefer savaşa göndermesi ister istemez Davud peygamber ile Hitti Uriya hikâyesini insanın aklına getiriyor. Çünkü Davud'da Uriya’yı birkaç kez savaşa gönderip vurdurmak istemişti; Uriya da Zeyd gibi savaşı kazanmış, ama en sonunda vurulmuş ve onun hanımı "el’Yesiye" artık Davud peygambere kalmıştı. Yani, benzerlikleri tıpatıp aynı, birbirlerine tamamen uygun. Kaldı ki, sebebi pek belli olmayan bu "Mute" Savaşı'na Zeyd komutasında üç bin insanı yollamak, zaten doğru değildir. Üstelik savaştan anlayan Halit bin Velit gibiler varken kalkıp emir komutayı Zeyd'e vermesi pek uygun bir karar değildi. Çünkü, ordu içinde savaştan daha iyi anlayan insanlar vardı. Nitekim bu savaşta yenik düşen İslam ordusunu son olarak Halit bin Velit toparlıyor ve o insanları kurtarmayı başarıyor.

KAYNAKLAR
Tevrat, "2. Samuel", 11/2-27; Matta İncili, 1/6; Tabcrani, Mucem-i Kebir, 24/43, Burada "kadının adı eI'Yesiye'dir" diye yazılı. Alusi, Ruh-ül Beyan, Ahzâb-38’de olayı aktardıktan sonra "kadının adı eî'Yesiye'dir" diyor; Fahrettin er-Razi, Meia-tib'ül Gayb, Ahzüb-38’de, "Benzetmeden gaye Davud-Uriya olayıdır" diyor: aynı olay, îbni Abbas tefsiri, Ahzâb-38’de de işleniyor; Kurtubj, kendi tefsirinde "Bu benzetmeden kasıt, Davud-Uriya olayıdır" diyor Beğavi, Mealim-üt Tenzil adlı eserinde Ahzâb-38'de "Davud-Uriya” hikâyesini yazıyor, İzzettin Dımaşki, kendi tefsirinde, Ahzâb-38’dc aynı şekilde anlatıyor; Ibni Sad, Tabakat, 8/350’de; Heysemi, Mecmeu!z Zevaid, 7/92'de; Kadı [yad, eş-Şih, 1^5'te ve daha birçok kaynak, "Kur’an'daki benzetmeden gaye, Davud ile Uriya'nın eşidir” diye anlatıyorlar. 10 Müslim, iman. No: 177/388; Tirmizi, Abz^b tefsin. No: 3207: Tabcrani, Mucem-i Kebir, 24/41, Nor 111-1İ3; Ahmet bin Hanbel, Müsned. 6/241,266

ALLAH, MUHAMMED'İ DEĞİL ÖMER'İ HAKLI BULUYOR

AY, din, islamiyet, Hz Ömer, Hz Muhammed, Ömer'in Muhammed ve Kur-an'a etkileri, Enfal suresi, Peygamberlerin esir alması,Ali abisi Akil'i öldürsün,Ömer esir akrabaları öldürelim,Enfal 67-68

ALLAH, MUHAMMED'İ DEĞİL ÖMER'İ HAKLI BULUYOR

"Ali kendi ağabeyi olan Akil’i öldürsün; ben de kendi yakınlarımı öldüreyim"
Ömer’in, Kuran’ın oluşturulması konusunda Muhammed’i şu veya bu şekilde etkilediğini görüyoruz.. Ömer’in bu yönüyle onun görüşlerine uygun veya onun önerilerini tasdik eder onaylar mahiyette inmiş olan ayet sayısı hakkında İslam âlimleri görüş bildirmişler.

İbn-i Asakir (ö. hicri 571) “Kuran ayetleri inerken Ömer’in de görüşlerine yer verilmiştir; onun görüşleri de nazarı dikkate alınmıştır” deyip bu konuda çok önemli bir açıklama getirirken; İslam camiasında çok önemli bir üne sahip olan İmam Suyuti (ö. hicri 911), “Kuran’ın 21 ayeti Ömer’in görüşlerine uygun, onları doğrular mahiyette inmiştir” diyor ve ekliyor: “Oysa bu sayıyı 30’a çıkaranlar da vardır.” Yine en azından adı geçen yazar kadar İslam camiasında ünlü olan İbn-i Hacer Askalani (ö. 852-h), bu konuda bir hadis aktararak, “Kuran 15 yer Ömer’in görüşlerini doğrulamıştır” diyor. Bu konuda en çarpıcı örnek, Ömer’in oğlu Abdullah’tan geliyor. Abdullah, aynen şöyle diyor: “Herhangi bir konuda babam Ömer ayrı, halk da ayrı karar verseydi, o tartışmalı konuda gelecek olan Kuran ayeti, ille de babamın görüşlerini doğrular mahiyetteydi.” İmam Şeybani de Fedailü’ İmameyn adlı yapıtında, “Kuran’ın ayetleri, 21 konuda Ömer’in görüşleri doğrultusunda inmiştir” diyor. İmam Mücahit ise şöyle diyor: “Bazen Ömer fikir belirtildi, Kuran ayetleri de ona göre inerdi.”

İbn-i Abbas anlatıyor:
“Bedir harbinde esir alınan 70 müşrik hakkında Muhammed, Ebu Bekir ve Ömer’den görüş istedi. Ömer hepsini kılıçtan geçirmeyi teklif etti ve şunu ekledi: ‘Ali kendi ağabeyi olan Akil’i öldürsün; ben de kendi yakınlarımı öldüreyim’ (Ömer, burada birçok isim sayıyor. Yani, herkes esir düşen kendi akrabasını vursun) dedi. Buna karşılık Ebu Bekir ise, ‘Bu esirlerden fidye alıp serbest bırakalım’ dedi. Netice itibariyle Muhammed tarafından Ebu Bekir’in görüşü benimsendi. (Yani esirler, fidye karşılığı serbest bırakıldı.)”


Görüldüğü kadarıyla Muhammed, Ömer’in görüşünü çaresizlikten dolayı reddetmiştir. Çünkü belirtildiği gibi, her Müslümanın bu esirler içerisinde akrabaları vardı. Bu esirlerin öldürülmesi, Müslümanlar içerisinde vahim sonuçlar doğurabilirdi. Kaldı ki, Muhammed’in de hem amcası Abbas, hem de damadı (kızı Zeynep’in eşi) ve başka akrabaları da bu esirler arasında bulunuyorlardı. Demin de söylendiği gibi, sonuç itibariyle tutsaklar fidye karşılığı serbest bırakıldılar. Bu arada Ömer’in öne sürdüğü teklif uygulanmadığı için en azından kendi içinde rahatsız olduğu muhakkak. Çünkü Ömer söylediğini ille de yaptıran bir kişiliğe sahiti, kolay kolay onun sözü yerde kalmazdı. Sonunda bu olayın vuku bulduğu dönem içinde Enfal Suresi’nin 67. ve 68. ayetleri indi. Bu ayetlerde, “Yeryüzünde ağır basıp küfrün belini kırıncaya kadar, hiçbir peygambere, esirleri bulunması, yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz. Halbuki Allah, (size) ahireti istiyor. Zira Allah azizdir (yani, dostlarını düşmanlarına galip kılar), hakimdir (Dünyanın mı ahiretin mi daha hayırlı olduğunu o çok iyi bilendir). Allah’tan bir yazı (kaderinizde sizi affetmek) geçmemiş olsaydı, aldığınız fidyeden ötürü (size) mutlaka büyük bir azap dokunurdu” deniyor.

Evet durum ortadadır. Ömer, bu esirlerin öldürülmesini istiyordu. Ebu Bekir ile Muhammed ise fidye karşılığı esirlerin serbest bırakılmasından yanaydılar. Ömer’in görüşünün kabul edilmesi, büyük bir katliama neden olacaktı. Oysa böyle bir durum hem pratik siyaset, hem de oluşturulacak genel prensipler açısından sorun yaratacaktı. Gerçek uygulamada ise, siyaseten ve ilkesel olarak daha ılımlı bir yol izlendi. Ancak, Ömer’in görüşünün burada dışlanmış olmasına karşılık, gelen ayette, söz konusu olayda yanlış karar verildiği dile getirilmekle birlikte, Allah, bağışlayıcı niteliğinden dolayı Muhammed ve Ebu Bekir’i de affetmiş oluyordu. Böylece hem siyasi bir hata işlenmemiş, hem de Ömer’in dargınlık ve küskünlüğü de gelen bu yeni ayetler giderilmiş oluyordu.

Daha sonra Muhammed bu ayeti açıklarken ağlamaklı bir biçimde, “Eğer bu ayetlerle Allah bizi affetmeseydi, hepimiz cezalandırılacaktık; yalnız Ömer ve Sad bin Muaz kurtulacaklardı” diyor. Halbuki Ömer, fidye değil, onların öldürülmesini tercih ediyordu. Buna rağmen inen ayet, Muhammed’in verdiği o insani karara yanlış; esirleri öldürmek isteyen Ömer’in fetvasına da doğru diyordu.

Yine bir başka konuda Allah'ın Muhammed yerine Ömer'i haklı bulduğunu ve bunun ayete dönüştüğünü görüyoruz:

Önce ilgili ayete bakalım:
Tevbe suresi 84.ayet: "Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma ve kabrinin başında durma. Çünkü onlar Allah’ı ve Resûlünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler."

İbn-i Ömer şöyle demiştir : Abdullah bin Übeyy öldüğü zaman oğlu Abdullah, Peygamber (sav) 'e 
gelerek: 
Yâ Resûlallah! (Mübarek) gömleğini bana ver. Babamı onunla kefenleyim, dedi (Efendimiz gömleğini verdi). Sonra Resûlallah buyurdu ki:
«Cenaze hazırlanınca bana haber veriniz (namazını kılayım.) Sonra Peygamber (sav) onun cenaze namazım kılmak isteyince Ömer bin el-Hattâb (Radıyallâhü anh), efendimize (anladığımız kadarıyla) :
Bunun namazını kılmaman gerekir, dedi. Sonra Peygamber (sav) namazını kıldı. Sonra Peygambar (sav) Ömer (Radıyallâhü anh)'a: «Ben şu iki şey arasında muhayyerim : (Allah Teâlâ buyurmuş ki:) Münafıklara sen ister istiğfar et, ister istiğfar etme ] buyurdu. Bunun üzerine Allah Sübhâneh :
'O münafıklardan ölenlerin hiç birisinin üzerinde namaz kılma. Mezarı üstünde de durma' âyetini indirdi."

Kaynaklar:
Tecrid-i Sarih, No: 261-629; Buhari-Müriim Hadisleri, el- Lü'Iüü ve% Mercan, 1553-1767; Buhari, Cenaiz, 23; Libas, 8; Tevbe Tefsiri, 12; Müslim, FedaiN Sahabe, No: 2400; $ıfat-i Münafıkin, No; 2774; Tirmizi, Tevbe Tefsiri, No:3097; Nesaİ-l, Cenaiz, 69, No: 1964; tbn-i Mace, Cenaiz, No: 1523; Ahmet bin Hatıbel. Müsned, 1/16,18; Suyuti. Riyadü'ı Taİİbİn, 708/121; Itkan, 10. bölüm.

ÖMER BİR MÜSLÜMANI ÖLDÜRÜYOR

AY, Nisa suresi,din, islamiyet, Kur'an,Nisa suresi 65.ayet,Ömer,Hz Ömer bir Müslümanı öldürüyor,Hz Ömer,Hz Muhammed,Allah Ömer'i haklı buluyor, Elmalılı Hamdi Yazır, Hadisler,Allah Muhammed'i haksız buluyor
Muhammed zamanında iki şahıs arasında bir ihtilaf söz konusu oluyor. Bu şahıslar, kendi aralarında halledemedikleri bu anlaşmazlığın çözümü için Muhammed'e başvuruyorlar ve ondan sorunun çözümü konusunda yardım İstiyorlar. Sonunda Muhammed birini haklı, diğerini de haksız buluyor. Bunun üzerine, haksızlığına karar verilen kişi Muhammed'e, "Müsaaden varsa bu dava konusunda bir de Ömer'den görüş alalım, bakalım o ne diyor" demek suretiyle bir istekte bulunuyor. Muhammed de onun bu İsteğini anlayışla karşılıyor ve Ömer'e gitmelerine izin veriyor. Dava tarafları, bu kez Ömer'e varıp hem davalarının boyutlarını, hem de bu konuda Muhammed’den de fikir aldıklarını anlatınca, Ömer kendilerine, "Bekleyin eve gidip geleceğim ve sizinle ilgileneceğim" deyip eve giriyor ve bir süre sonra elinde çıplak bir kılıçla gelen Ömer, "Muhammed'e itiraz eden hanginizdir?" diye soruyor. Onlardan biri "Benim" diye yanıt verince, Ömer ona saldırıyor ve kafasını bir hamlede kesiyor. Ömer devamla, "Muhammed'e karşı gelenin sonu böyle olur" diyor. Diğer adam, bu manzarayı görünce kaçıp tekrar Muhammed'e varıyor ve gelişmeleri olduğu gibi kendisine anlatıyor. Muhammed, duyduğu bu menfur olay karşısında Ömer'e karşı -onun gıyabında sert tepki göstererek "Nasıl olur da Ömer bir mümini öldürür, olamaz!" diyor. Aslında olan olmuştu ve politik açıdan bakıldığında, ne yapıp edip diğer konularda olduğu gibi burada da Ömer’in yardımına koşulmalıydı. Zira öleni geri getirmek zaten mümkün değildi. Nitekim de gelişmeler Ömer'in lehine oldu:

Bu olay üzerine inen Nisâ Suresinin 65'inci ayeti şöyle diyordu:
"(Ey Muhammed!) Hayır, Rabbine and olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlık konusunda seni hakem seçip sonra da senin verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan onu tam manasıyla kabullenmedikçe, iman etmiş olmazlar."

Bu ayet, kesin bir ifadeyle şu sonuçları ortaya koyuyordu: Birincisi, Ömer tarafından öldürülen adam, ikinci kez Kur'an ayetiyle çok ağır bir manevi ceza ile cezalandırılıyordu. Böylece öldürülen kişi, Allah katında inançsız biri olarak nitelendiriliyor ve öldürülmesi gereken bir kişi olarak bildiriliyordu. İkincisi İse, Ömer bu eylemiyle aslında bir kişiyi öldürmekten ötürü kısas cezasıyla cezalandırılmalıydı. (İslam inancına göre, Mâide, 45 vb.) Oysa Ömer, bu cinayetten sonra tertiplenen ayetle bu cezadan kurtarıldığı gibi, üstelik de Kur’an'da net bir biçimde takdir topluyor, onun için özel olarak ayet iniyor, İşin ilginç tarafı, çoğu kaynağa göre Muhammed, bu olaydan ötürü Ömer'e, "el-Faruk/Adaletin kılıcı" sıfatını takıyor. Yani, halk arasında meşhur olan "Ömer-ül Faruk" nitelemesini -ki, doğru ile eğriyi, hak ile batılı birbirinden ayırt eden kişi anlamına geliyor- bu cinayet olayı üzerine Ömer'e veriyor. Halbuki ortada yargısız infaz olduğu belli... Buna rağmen, gelen ayet ile Ömer'in temizlenmesi ve öldürülen kişinin suçlu ilan edilmesi, rasyonel hukuka aykırı olduğu gibi, ilk duyduğunda Muhammed'in vicdanına da aykırıydı. Çünkü o, bu olayı ilk duyduğunda çok sert bir şekilde tepki göstermişti, söz konusu öldürme eyleminin usulsüz olduğunu beyan etmişti. Ama buna rağmen, gelen ayetle mağdur kişi değil, Ömer destekleniyor ve onun için Kur'an'da yer ayrılıyor, neredeyse bir numaralı insan haklan hamisi olarak ilan ediliyor ve Allah, Muhammed'in -bu olay yüzünden- Ömer’e kızmasını da haksız buluyor. Üstelik de Allah bu ayette bizzat yemin ederek Muhammed'in kızgınlığının yersiz olduğunu üzerine basa basa ilan ediyor.

Elmalılı Hamdi yazır, Hak Dini Kur-an Dili, Ömer'in az önceki olayını ve bu olaydan ötürü "Faruk" sıfatını aldığını açık bir ifadeyle yazıyor.

Kaynaklar:
Tecrid-i Sarih, No; 261-2/352; Kadı Beydavi, Etivarü't-Tenzil, Bakara-98; Suyuti, Tarih-i Hulefa. 124; Riyad-üt-Tahbin, 708/125, s.348 ve likan..,, 10. bö­lüm: Vahidi, £îba£)-i Nüzul, Bakara-98; AEi-Naci Tantavî, Ahbari Ömer, s.378.

MUHAMMED'İN CİNSELLİĞİ İÇİN ALLAH YARDIMA KOŞUYOR

AY, din, islamiyet, Hz Muhammed, Ahzab suresi, Ahzab 53,Allah'ın Muhammed'in cinsel hayatından bahsetmesi,İnsanlığa faydası olmayan ayetler,Kur-an,
Muhammed'e 10 yıl hizmet eden, hiçbir zaman ondan ayrılmayan Enes bin Malik şöyle anlatıyor;
"Muhammed, Zeynep'le evlendiğinde halk yemeğe davet edildi, yemekten sonra millet dağılmaya başlayınca bir kısmı oturmaya devam edip sohbete daldı. Bunlar kalkıp gitsinler diye Muhammed onları evde bırakıp dışarı çıktı (dolaylı bir şekilde onları dağıtmak istedi). Ben de onunla birlikte dışarı çıktım. O, diğer hanımlarının yanma varınca, onlar kendisine "Yeni hanımını nasıl buldun?" diye sordular. Muhammed onlara, 'Ben henüz onunla baş başa kalmadım ki' yanıtını verdi. Muhammed, o gece birkaç kez dışarı çıktı ki, orada oturan insanlar kalkıp gitsinler. Buna rağmen yine bir grup oturmaya devam etti. Bu manzara karşısında Muhammed rahatsız olduğu gibi ben de rahatsız oldum (bunu anlatan Enes). Gelin olan Zeynep'in de yüzü duvara dönüktü ve bu şekilde bekliyordu. Muhammed onlara, ’Artık kalkın gidin’ demeye utanıyordu (bütün bunlar gerdek gecesinde oluyor).

Tam bu sırada Ahzâb Suresi 53. ayetinin şu bölümü indi:
'Ey iman edenler! Bir yemek için size izin verilmişse bu hariç, peygamberin evlerine girmeyin. Şayet yemeğe çağırı­lırsanız, yemek kabını gözetlemeyin. Davet edildiğinizde girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın. (Yemekten sonra) sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz peygamberi üzüyor. Fakat o, bunu size söylemekten utanıyor. Allah ise hakkı söylemekten çekinmez.'

Muhammed, bu ayeti o insanlara anlatınca, kalkıp gittiler. Zaten onlar, Muhammed’in sık sık dışarı çıkmasından üzüntüsünü anlamışlardı."Evet, bunu anlatan, yıllarca Muhammed'den ayrılmayan
meşhur sahabe Enes bin Malik.' Bu ayet, Muhammed ile Zeynep'in gerdek gecesinde ve Muhammed'in sinirlerinin gergin olduğu bir ortamda iniyor. Bu durum, ayetin içeriğinden de anlaşılıyor.

Kaynaklar:
Tecrid-i Sarih, Diyanet tere., 261, 1678 ve 1868 nolu hadislerin şerhleri; Buhari-Müslim Hadimleri. el-Lü'Uiü ve’t Mercan, No: 903-905; Buhari. Nikah, 64, 67; Ef'ırae, 59; İsti'zan, 10,33; Ahzâb tefsiri, 8. bap; Müslim, Nikah. No: 1438; Tim izi, Ahzâb tefsiri, 21. No: 3218; Nesai, Nikah. 26-6/79; İmam Ahmed bin Hanbei, Müsned, 3/163, 196; Taberanİ, Mucem-i Kebir, 24/48, No; 125, 128, 130; Beyhaki. Sünen-i Kübra, 7/87; Hakim. Müsıedrek, 2/418, Ahzüb tefsiri; İbn’il Cevzi, Ahkam d Nİsâ, 230 ve daha birçok siyer, tabaka t ile Ahzâb Suresi’nin 37, 38,53, 54 ayetleriyle ilgili tefsirler.

KUR-AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU? - 2

AY, Nisa suresi,din, islamiyet, Kur-an, Hz Muhammed, Cihad ayeti,İbn-i Ümmi Mektum,Allah ayet gönderirken nasıl unutur?,95.ayet, Kur-an ayetleri nasıl yazılıyordu?, Kur-an'a eklenen ayetler, Allah unutur mu? KUR'AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU? -2


"Nisâ Suresi'nin 95. ayeti
Zeyd bin Sabit anlatıyor;

"Nisâ Suresi'nin 95. ayeti ilk indiğinde Muhammed bana, "Kalem ve yazı malzemeni al bu ayeti sana yazdırayım" dedi. Ayeti, ilkin şu şekilde bana yazdırmak istedi: "Mallarıyla, canlarıyla cihad eden müminlerle oturan müminlerin durumu aynı olmaz..." diye. Ben artık bu ayeti yazmak üzereyken, o esnada İbn-i Ümmi Mektum çıkageldi ve "Ey peygamber, cihada gücüm yetseydi, muhakkak ben de gider, düşmanla savaşırdım" dedi. Bu itirazlar üzerine, peygamber bize, "Cebrail"in bir daha vahiy getirdiğini ve az önceki ayetin son olarak şu şekle dönüştüğünü söyledi: "Mazeret sahipleri hariç, cihad eden müminlerle evlerinde oturan müminlerin durumu aynı olmaz."

İtiraz eden bu şahsın (İbn-i Ümmi Mektum) her iki gözü de kördü. Ama, çok önemli bir insandı. Bu ayetten önce de onun yüzünden "Abese" Suresi'nin ilk ayetleri inmişti. Öylesine önemli bir insandı ki, Muhammed bir yere gittiğinde en çok onu kendi yerine vekil olarak tayin ederdi. 13 sefer Muhammed'e vekaleten Medine yönetimini üstlenmiştir. Aynı zamanda Muhammed'in 2. müezzini olarak görev yapıyordu.

Bundan, kesin olarak şu olumsuzluklar ortaya çıkıyor: Allah, birinci defa Cebrail'i gönderirken mazeret sahiplerini unutmuş da, adı geçen şahıs ve diğer mazeret sahiplerinin itirazları üzerine, yeniden Cebrail'i yollamış ve düzeltme yoluna gitmiş­tir.

Burada şu soruyu sormakta yarar var:
Acaba Kur'an ayetleri hep sorulan sorular üzerine mi şekillenmiştir? Eğer böyleyse bizim de sorularımız vardır.

Yoksa o günkü insanlar hepimize vekaleten mi soru sormuşlar veya sonsuza dek sorulması muhtemel tüm soruları o zaman mı sormuşlar?

Kaynaklar:
Mücadele suresi 1-4
Tecrid-i Sarih (Diyanet meali)
Fahrettin er-Razi, Tefsir-i Kebir
Ebu Davud, Talak, 17, No: 2214
Sünen-i Ebu Davud tercemesi, Bir Mazeretten Dolayı Harbe Katılmama İzni Bab'ı, 2507
Nesai, Talak, 33-6/168
İbn-i Mace, Talak, 25, No: 2063
Ahmet bin Hanbel, Müsned, 6/410
Kütüb-i Sitte, Ibrahim Canan tercemesi, 4/300-11/478
Askalani, el-İsabe, Not 11112, “Havle binti Malik” md.
İbn-i Esir, Üsd-ül Gabe, No 6879
İbn-i Abdülber en Nemeri, el-İstîâb fî ma'rifeti'l-ashâb, No: 3320
Arif Tekin, Kur'an'ın Kökeni, (pdf-s.148)
Arif Tekin, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an (Kur'an'ın Kökeni -2), (pdf-s.230-231)

KUR-AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU?

AY, din, islamiyet, Hz Muhammed, Kur-an ayetleri nasıl yazılıyordu?,Fussilet suresi,Muhammed'in insanlardan duyduklarını Kur-an'a koyması,Kur-an nasıl oluştu?,Kur-an'ın içeriği KUR'AN AYETLERİ NASIL YAZILIYORDU?


Fussilet Suresi'nin 22. Ayeti
Abdullah bin Mesut anlatıyor:

''Kabe’nin yanındaydık. Bir gurup insan kendi aralarında şu konuda tartışıyordu: "Acaba Allah insanın içindekini de bilir mi?"

Bu arada ben Muhammed’in yanına vardım ve bu olayı kendisine anlattım. Bunun üzerine konuyla ilgili Fussilet Suresi’nin 22 ve 23. ayetleri indi."
(Buhârî, “Tefsîr”, 41/2; Müslim, “Münâfiḳīn”, 5; Tirmizî, “Tefsîr”, 41/2; Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, VII, 319)

Bu iki ayette özetle şu tema işleniyor: "Siz Allah’ın, yaptıklarınızın çoğunu bilmeyeceğini sanıyordunuz. İşte Rabbinizi böyle sanmanız, sizi yok etti ve SİZ ziyana uğrayanlardan oldunuz."

Aslında Kur’an’m insanüstü bir kaynaktan gelmediğini söyleyenler, Muhammed zamanında da yok değildi. Öyle ki, muhalifler o zaman, "Muhammed her şeye göz kulaktır; kim ne derse onu dinler ve sonuçta ona göre ayetini uydurup ortaya çıkarır ve ’Allah'tan geldi’ der" diyorlardı. Bu itirazları bertaraf etmek için "O münafıklar içinde öyle kimseler vardır ki, peygambere eza eder, onu incitirler ve ona 'Her söylenen sözü dinleyen bir kulaktır' derler. Onlara de ki, o sizin için bir hayır kulağı­dır. Allah'a inanır, müminlerin sözüne inanır, İçinizden iman edenler için o bir rahmettir, Allah'ın peygamberini incitenler (yok mu?) en acıklı azap onlarındır.” (Tevbe 61) diyor.

Gerçekten bu ayette, Muhammed'in her söze göz kulak oldu­ğu tescil ediliyor. Örneğin; "o sizin için bir hayır kulağıdır, Allah'a ve müminlere (onların sözlerine) inanır" deniyor.
Bu ayet, Muhammed'in çeşitli yerlerden bilgi aldığı konusunda çok önemli bir kanıttır.

Kaynaklar:
Fussilet suresi 22-23.ayetler
Tevbe suresi 61.ayet
el-Lü'Iüü ve7 Mercan, No 1768
Buharı, Fussilet tefsiri, t. ve 2. baplar
Buhârî, “Tefsîr”, 41/2
Müslim, Sıfat-t Münaftkin, 5, No: 2775
Müslim, “Münâfiḳīn”, 5
Tirmizi, Fussilet tefsiri, 41. bab. No: 3249
Tirmizî, “Tefsîr”, 41/2
Vahidi, Esbab-i Nüzul, Fussilet-22-23
Süyûtî, Lübabu'n-Nükul fi Esbabi'n-nüzul, Fussilet-22-23
Süyûtî, ed-Dürrü’l-mens̱ûr, VII, 319
Ebu Davud, Tıp, 16, No: 3881
İbn-i Mace, Nikah, 61. No: 2012
İmam Ahmet bin Hanbel, Müsned, 6/453
Kütüb-i Sitte, İ.Canan Tere, 7/541-16/72

HATİCE: "BEN CEBRAİLİ GÖREMİYORUM"

AY,din,islamiyet,Cebrail,Muhammed'in melekler kadınları sevmiyor demesi, Hz Hatice, Hz Muhammed, Muhammed'in Cebrail yalanı,Cebrail,Cibril,Cebraili başka gören var mı?

HATİCE: "BEN CEBRAİLİ GÖREMİYORUM"

Muhammed, meleklerin kadınlara tahammül edemediğini ve kadınlardan kaçtığını belirtmiş ve bu tür bir inancı yerleştirmek üzere işe Hatice’yi araç edinmiştir. Şöyle ki:

Tanrı’nın Cebrail ile kendisine vahiyler yolladığını söyleyen Muhammed’e karısı Hatice bir gün şöyle der:

“...Cebrail’i ben de görmek isterim. Seni ziyaret ettiği zaman bana da haber de bileyim.” Her ne kadar Cebrail diye bir şey olmadığını çok iyi bilmekle beraber Muhammed, kendisine herkesten önce inanmış görünen Hatice’yi hayal kırıklığına uğratmamak azmiyle bir plan düşünür.

Bu plan gereğince günlerden bir gün karısına seslenerek,
Cebrail’in geldiğini ve dizleri üzerinde oturduğunu bildirir. Fakat Hatice, onun dizlerinde böyle bir şey görmediğini söyleyerek gözlerini ovuşturur ve tekrar bakar. Muhammed’in dizleri üzerinde oturan bir Cebrail’in varlığına tanık olmadığı için: “Bir şey görmüyorum” diye konuşur. Bunun üzerine Muhammed, Hatice’ye: “Şimdi dizimden kalktı ve merdiven eşiğine gitti” diye cevap verir. Fakat Hatice yine Cebrail diye bir şey görmediğini tekrarlar. Başında bulunan örtünün görüşe engel olduğunu sanarak kaldırır; fakat kaldırdığı an Muhammed kendisine Cebrail’in birden bire kaybolup gittiğini haber verir (290aa) Bu nasıl olmuştur ve nasıl Cebrail, Hatice’ye görünmeden kaybolmuştur? Bütün bunlar Müslüman kişiler bakımından başlı başına birer muammadır. Fakat muhakkak olan bir şey varsa o da şudur ki yukarıdaki olay, daha ilk anlardan itibaren ve daha doğrusu İbn Ishak (H. 150/M. 767) ve İbn Hişam (H. 218/M. 833) gibi temel kaynaklardan Gazali’ye ve İbn Haldun’a ve benzeri kaynaklara atlayıp günümüzde Muhammed Heykel gibi çağdaş yazarlara gelinceye dek hep, meleklerin kadınlardan hoşlanmadığı ve kaçtığı şeklinde yorumlanmış ve İslami bir inanç şeklinde savunulmuştur.

Hatırlatalım ki Hatice’ye oynadığı yukarıdaki oyunu Muhammed aynı şekilde Ayşe’ye de oynamışa benzer. Çünkü Ayşe de, tıpkı Hatice gibi Cibril’i merak etmiş ve ille de görmek istemiş ve bu dileğini belirttiği günlerden birinde Muhammed kendisine: “Ya Aişe, şu yanımdaki Cebrail’dir, sana selam ediyor” demiştir. Ayşe de buna karşı Muhammed’e: “Selam ve Allah’ın rahmeti ve bereketleri onun üzerine olsun” dedikten sonra şunu eklemiştir: “Benim görmediğim (Cibril)i sen görüyorsun!“ Muhammed’in söylemesine göre Cibril denen şey 600 kanatlı ve kanatlarıyla sema’nın etrafını yeşil bir kumaş halinde kaplayan bir melektir ki insan şeklinde görünür; örneğin bazen Arabikılığında, bazen de Dihye suretinde ziyarete geldiği olur. Bilindiği gibi Dihye, Ashab’ın ulularından olup Muhammed’in çok sevdiği bir kimse idi. Usame İbn-i Zeyd’in rivayetine dayalı bir hadise göre bir gün Muhammed, yanında eşlerinden Ümm-i Seleme bulunduğu halde Dihye ile konuşurken, birden bire sorar: “Bu kimdir?”. Ümm-i Seleme: “Bu Dihye’dir” der. Buna karşılık Muhammed bir şey söylemez. Fakat az sonra Ashab’a irad ettiği hutbe ‘sinde Cibril’in vahiy getirdiğini bildirir. Bunu duyan Ümm-i Seleme, Cibril’in Dihye suretinde göründüğüne inanır. Öyle anlaşılıyor ki Muhammed, Ümm-i Seleme’ye biraz farklı bir oyun oynamak istemiştir. Fakat sanılmamalıdır ki bu hikayeden, kadının mevcudiyetine Cibril’in yada herhangi bir meleğin tahammül edebileceği anlamı çıksın. Çünkü Muhammed ölüm döşeğinde bile meleklerin kadınlarla ayni yerde bulunmak istemeyeceklerini ortaya vurmuştur.

Gerçekten de Ayşe’nin bildirmesine göre öleceği gün, büyük acılar ve sancılar içerisinde kıvranırken bir aralık iyileşir gibi olur ve bu durumu görenler sevinerek işlerine giderler. Yanında sadece kadınlar kalır. Bunun üzerine Muhammed: “KADINLAR çıksın, bu melek yanıma girmek istiyor der. Kadınlar çıkar, fakat Ayşe kalır. Ancak ne var ki meleğin kendisini görmemesi için evin bir köşesine çekilir. Bu gelen güya ölüm meleğidir. Muhammed’in ruhunu almak için gelmiştir. Fakat Muhammed ona: “Cebrail gelinceye kadar benden uzaklaş” der; o da uzaklaşır. Kadınlar içeri alınır. Bu sırada Cebrail kapıya gelir. Kadınlar yine odadan çıkarılır. Cebrail girer ve Muhammed ‘i teselliye çalışır. Muhammed ona ölüm meleği gelinceye kadar beklemesini söyler. Bu kez kadınların içeriye girmelerine izin verilir. Bu arada ölüm meleği gelir ve selam vererek içeri girmek için izin ister. Muhammed izni verir ve “Beni Rabbime kavuştur* der. Ölüm meleği bu işi görürken Cebrail şöyle konuşur: “Vahiy dürüldüğü gibi dünya da benim için dürülmüş oldu. Artık ne dünyanın bende ve ne de benim dünyada bir ihtiyacım kalmadı. Bu benim yeryüzüne son inişimdir” Bu sözler üzerine Muhammed can verir.

Öyle anlaşılıyor ki Cebrail, artık nasıl olsa bir daha yeryüzü ile ilişkisi kalmadığını hesaplayarak son dakikada kadınlarla ayni yerde bulunmanın pek sakınca yaratmayacağını düşünmüş olmalıdır. Meleklerini dişiden yaratmayı utanç vesilesi yapan bir Tanrı’nın kadınlardan elçi/peygamber göndermeyeceği aşikardır. Bundan dolayıdır ki Kuran’da, Tanrı’nın güya Muhammed’e şöyle dediği yazılıdır.

(12 Yusuf 109-110)
“Senden evvel (Peygamber olarak yalnız erkekler gönderdik ki onlara vahiy iniyordu...“

(21 Enbiya 7)
“Senden evvel de kendilerine vahyettiğimiz erler gönderdik...”

Kaynaklar:
[108] Ebu´l-Fereç İbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1, s. 164.
[109] İbn İsJıak, İbn Hişam, Sîre, c. 1, s. 255, Taberî, Târih, c. 2, s. 208, Ebu Nuaym, Delâil, c. 1, s. 217, Beyhakî, Delâilü´n-nübüvvE.c. 2, s. 151-152, İbn Atoclilberr, İstiâb, c. 4, s. 1820, Ebu´l-Ferecİbn Cevzî, el-Vefâ, c. 1 , s. 164, İbn Esîr, Kâmil, c. 2, s. 49, İbn Seyyid, Uyûnu´l-eser, c. 1 , s. 87, Zehebî, Târîhu´l-İslâm, s. 134, Ebu´l-Fidâ, el-Bidâye ve´n-nihâye, c. 3, s. 15-16, Heysemî, Mecmau´z-zevâid, c. 8, s. 256, Diyarbekrî, Hamis, c. 1 , s. 283.

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI?

Yazan: Gregoire de Fronsac


İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI?

İslam Peygamberi Muhammed hakkında bize aktarılan bilgilerin tamamı sadece hadisler ve Siyer-i Nebi kaynaklarından ibarettir.
Bilimsel veriler ışığında Muhammed isminde bir Peygamberin yaşadığına dair herhangi bir tarihi bilgi-bulgu-kaynak bulunmamaktadır. Hakkında ne biliyorsak rivayete dayalı muğlak kaynaklar vasıtası ile haberdar olabiliyoruz.
Kendisine isnat edilen doğum tarihi 570 , ölüm tarihi ise 632 ve bu tarihten 750-760 yıllarına kadar geçen süre zarfında Muhammed ve İslamiyet hakkında ne Bizans kaynaklarında , ne Acem kaynaklarında , ne Süryani kaynaklarında , ne de çevre medeniyetlerin kaynaklarında bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Tüm hayatı ve sözleri 750 yılından sonra rivayete dayalı bilgiler dahilinde kayıt altına alınmaya başlanmıştır. İlk hikayelerin , kendisine isnat edilen ölüm tarihinden 120-130 sene sonra , İbn İshak'ın "es-sire" isimli eserinde yer almaya başladığı iddia edilir lakin bu eser ortada yoktur , bu eserden alıp alıntılayan kişi ise "Siret" isimli eserin yazarı İbn Hişam'dır lakin bu eserde ortada yoktur.
Tüm bunlar öğrendiğimiz kaynak ise tarihçi Taberî'nin "Tarih er-Rusül ve'l Muluk ve'l Hulefa" adlı eseridir. Taberî yine rivayetler zinciri ile kendisine ulaşan bu muğlak bilgileri kendi erken İslam tarihine aktarmış ve tüm islam dünyası da bu kaynaktan alıntılar yapmış ve İbn Mace , Tırmizi , Buhari gibi muhaddisler de bu bilgiler dahilinde Kütüb-ü Sitte'yi oluşturmuşlar ki Kur'an dan sonra en güvenilir kaynak kabul edilir islam dünyasında. Fakat bu kaynakların hiç birinin yazılı belgesi ve mesnedi yok !

Bütün bu bilgilerin ise dayandırıldığı tek bir isim var , Abdülmelik döneminde yaşadığı iddia edilen İbn Şihab ez Zühri.
Ravi silsilesinde metin-isnat analizi yapmak oldukça güç hatta imkansıza yakın olmasına rağmen ulaşılabilen ilk ravinin bu kişi olduğu iddia edilir lakin onun da yaşayıp yaşamadığı muğlak bir konudur. Yani kısacası Taberî ve Buhari'den öğreniyoruz Muhammed hakkında ne biliyorsak.
Oysa Kur'an kendisinden satır satır yazılı kitap olarak bahsediyor Tur suresinde. Şimdi burada hadis kaynaklarına bakıyoruz , nerede bu kitap ? Bu kaynaklara göre ayetlerin nüzul sırasına baktığımızda vahylerin bitmesine daha 15 sene var bu sure geldiğinde yani ortada ne bitmiş vahyler toplamı var , ne de satır satır yazılmış bir kitap. Kendi içinde bile çelişkili bir durum var ortada.
Taberî ve Buhari ile elimize ulaşan ve Muhammed'in hayatını anlatan bu rivayetlerde, Muhammed'in ayetleri kitaplaştırmak istemediğini , ölümünden yıllar sonra sahabelerin ellerinde ne varsa (tahta , kemik , deri vb materyaller) getirmelerini istediklerini görürüz ve tüm bunları derleme görevi verilen kişi ise , aslında Kureyş'li olmayan henüz 21 yaşındaki Yesrib'li Yahudi genci Zeyd'dir. Neresinden bakarsak bakalım kurmaca olduğu anlaşılan bir rivayetler zinciri.
Bunun yanında Muhammed'in , Bizans ve çevre Krallıklara gönderdiği iddia edilen mektuplar var ki üzerinde durmaya bile değmez zira sayıları dokuza kadar çıkan bu mektupların içeriği anlatılırken , bu mektupların orijinallerini kimse gün yüzüne çıkaramamaktadır.
Şimdi gelelim dönemle ilgili elimizde var olan somut bulgulara:
  • Ürdün'de bulunan Gadara kaplıcalarında ki Muaviye'nin yazıtı (664)
  • Mısır'da , Fustat'da bir köprü üzerinde ki yazıt (664)
  • Kudüs'de Abdülmelik tarafından yaptırılan Kaya Kubbesinin içinde ve dışında ki yazıtlar (693)
  • Yine Abdülmelik döneminde yaptırılan Şam-Kudüs yolu üzerinde bulunan bir dikit (695)
  • Şam'da Velid tarafından yaptırılan bir yazıt (708)
  • Suriye'de Humus kenti yakınlarında ki bir yazıt (732)
  • Medine'de , şimdiki ismi Peygamber Camisi olan yapıda ki yazıtlar (757)

Tüm bu somut eser ve bulguların hiç birinde İslamiyetten ve onun Peygamberi Muhammed'den kesinlikle bahsedilmiyor. Tarihlere baktığımızda bu son derece şaşırtıcı bir durum..

Ne demiştik yukarıda ; Bize aktarılan bilgilerin en eski kaynağı kabul edilen kişi Abdülmelik döneminde yaşadığı iddia edilen İbn Şihab ez Zühri'dir. Burada çok önemli bir detaya değinmek istiyorum ; ez Zühri'nin yaşadığı iddia edilen dönemden bize kalan ve Abdülmelik tarafından yazdırılan ve halihazırda somut şekilde elimizde bulunan Kaya Kubbesi yazıtlarında neler yazıyor:
  • Lütufkar ve merhametli Tanrının adıyla , Tanrıdan başka Tanrı yoktur , onun ortağı yoktur.
  • O verir yaşamı ve o öldürür , o her şeye gücü yetendir.
  • Övülmesi gereken , Tanrının hizmetçisi ve onun elçisidir.
  • Tanrı ve melekleri Peygambere rahmet diliyorlar.
  • Yazı sahipleri kararınızda yanlış olmayın ve Tanrı hakkında sadece doğruyu söyleyin çünkü İsa Mesih , Meryem'in oğlu, Tanrının elçisidir , onun Meryem'e yerleştirdiği sözdür . Tanrıya ve elçisine inanın ve üç demeyin ( teslis inancının reddi ) bunu bırakın , çünkü Tanrı birdir , övgüler ona , nasıl çocuk sahibi olsun ki , gökte ki ve yerde ki her şey onundur.
  • Mesih Tanrı hizmetçisi olmaktan gocunmayacaktır , Tanrıya yakın olan meleklerdir.
  • Rab , elçini Meryem oğlu İsa'yı kutsa , doğduğu günde , öldüğü günde , yeniden dirileceği günde sağlık , refah ona.

Bize İslam halifesi olarak dikte edilen Abdülmelik'in bu yazıtlarda İsa'yı övmesi şaşılacak bir durum değil midir ?
(Ayrıca bu yazıtlarda yazanları bugün Kur'an da ayet olarak okuyoruz) Bu yazıtta açıkça Abdülmelik , başta Bizans'a kendi Hristiyan Teolojisinin(Heretik inanç) doğru teoloji olduğunu anlatıyor ve meydan okuyor.
Dikkat ederseniz yazıtta İsa için sık sık Meryem'in oğlu olduğu vurgulanıyor bu İznik Konseyi öncesi yani 325 yılı öncesi Hristiyanlık ögesidir.
İsa'nın Allah'ın oğlu olduğu öğretisi yani teslis inancı İznik Konseyi ile Bizans Kilisesinin resmi doktrini oldu. Pers topraklarında ki kiliseler ise 410 da ki Tizpon Konseyi kararları ile zorla kabul etmek zorunda kaldılar fakat Pers topraklarının doğu kesiminde kalan özellikle çöl Hristiyanları bu doktrini kabul etmediler ve Heretik inancı devam ettirdiler. Bu Monofizit Arap Hristiyanlar yani "İsa'nın Tanrının oğlu değil sadece elçisi olduğuna inanan" kesim , en geç Abdülmelik döneminde kendi öğretilerini eski Pers topraklarına geri getirip Bizans'a ve kiliseye kafa tutuyorlar. Bu Kaya Kubbesi yazıtlarından anlaşılacağı üzere ; İsa Meryem'in oğludur , Mesihtir , Muhammad'dır yani seçilmiş , övülmüş olandır , Peygamberdir , Tanrının Meryem'e yerleştirdiği sözdür , Tanrının oğlu değildir.
Yaklaşık 8. ve 9 yüzyıllara kadar "Muhammad ( MHMD-MHMT) terimi Monofizitlerin İsa için kullandıkları ve seçilmiş , övülmüş anlamlarına gelen bi sıfattır ( bu konuya başka bir yazı da değinilecek)

Ayrıca burada değinmemiz gereken çok önemli bir detay daha var . Döneme ait Syriac belgeleri dönemle ilgili neler anlatıyor bizlere bir bakalım. 660-670 yıllarına ait Psikopos Sebeos'un bir kroniği.
Diyor ki Sebeos ; Bölgede İsmaili kabileleri birleştiren birinden bahsediyor. İsmaili kabilelerin bu kişiye Mamet yani seçilmiş kişi dediklerini , çok iyi bir vaiz olduğunu , İsmaili kabilelerin vaat edilmiş toprakları kurtarmaları gerektiklerini anlatıyormuş. Bu sahte Mesih İsmaili kabilelerin haricinde Heretiklerden de kendisine hatırı sayılır bir taraftar toplayarak on iki bin kişilik bir ordu kurduğunu aktarıyor.
Bir başka kronik ise Alphonse Mingana koleksiyonun da yer alan yazarı belirsiz 675-685 yıllarına tarihlenen bir belge. Bu belgede İsmaili kabileleri bir araya getiren MHMD (seçilmiş-övülmüş) bir Mesih-Lider'den bahsediliyor. Sasanilere karşı savaşmış ve muhtemelen Sasani başkenti Medain'i ele geçirmiş. İslam kaynaklarına göre Muhammed'e atfedilen ölüm tarihinden 5 yıl sonrasından bahsediliyor. Yine başka bir kroniğe bakıyoruz. Mingana koleksiyonu içinde yer alan Süryani Rahip Pankaye'ye ait bir belge bu. Diyor ki Pankaye ; Bu seçilmiş kişinin emrine Hristiyanların da girdiğini ve bu topluluğun içinde heretiklerin de olduğunu (Monofizitler den bahsediyor) anlatıyor.
Bir diğer önemli belge ise 634-640 yıllarına tarihlenen Doktrina Jacobi nuber Baptizati isimli bir belge. Bu belgede Sarezenlerin bir lideri-önderi olduğundan bahsediyor. Bu liderin insan kanı akıtmaktan başka bir şey yapmadığını, İsa peygamberin yolda olduğunu ve cennetin anahtarını elinde bulundurduğunu iddia ettiği aktarılıyor işin ilginç yanı bu belgenin yazıldığı tarihte bu sahte Mesih hala yaşıyor ve olaylar Arap yarımadasında değil bugün Tel-Avive 45 km mesafede ki Kayserya'da gerçekleşiyor. Bu kaynakların hiç birinde İslamiyetten ve onun Peygamberi Muhammed'den kesinlikle bahsedilmiyor.
Kısacası 8. yy ortalarına kadar İslamiyet adında bir din ve bu dinin uygulamaları ile Peygamberi olduğu iddia edilen Muhammed'e ait bir bilgi yoktur.

Tarihi kaynaklara baktığımızda , bölgede hakim olan inanç yapısının Roma kilisesinden bağımsız olarak teslis inancına karşı olduğunu ve bunun sonucu olarak Bizans'ın bölgede zayıfladığını ve bu esnada ortaya bir sahte Mesih'in çıktığını ve bu Mesih'in , Monofizit öğreti ile İsmaili Yahudi öğretiyi harmanlayıp bölgede ki Arap kabileleri bir araya getirdiğini görebiliyoruz.
Özetle tüm bu bulgu ve belgelerden , İslam Peygamberi Muhammad denilen mitolojik şahsiyetin , sahte Mesih Mamet'in hikayesinden devşirilmiş olduğunu ve bugün İslamiyet dediğimiz öğretinin ise vahiy yoluyla bildirilmiş bir din olmadığını aksine bölgede hakim olan Monofizit öğretinin , İsmaili Yahudi öğreti ile harmanlanmış ve yaklaşık 200 yıllık bir süreçte özellikle Abbasilerin devletleşme sürecinde yeni bir din şeklini aldığını rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yani Arap Peygamberi Muhammed hiç bir zaman yaşamadı . Muhammed ( Muhammad ) Hristolojik bir sıfattır. İsa için kullanılan seçilmiş , övülmüş anlamalarına gelen bir sıfat iken Arapların devletleşme sürecinde 8. yy. ortaları ve 9. yy. başlarında yüklenilen anlamla birlikte var olmuş bir literatür figürüdür.
İslamiyet ise 7. yy. dan , 8. yy. ortalarına kadar henüz mevcut değildir , İslamiyet'in öncülü bir Hristiyanlık mezhebidir. 
Bu mezhep 8. yy. ortalarına doğru bahsettiğimiz süreç dahilinde yeni bir din şeklini almaya başladı ve Gazalî'nin teorisyenliğinde bugünkü şeklini aldı..

Yalanlarla , kurgulanmış hikayelerle yaşamak müminleri mutlu ediyorsa buna bizim yapabileceğimiz hiç bir şey yok elbette ama bunları dile getirip uyuyanları uyandırmaktan da geri duracak değiliz.. Her daim umut ve sevgiyle kalın dostlar.
Yazan: Gregoire de Fronsac

MUHAMMED KENDİ HATASINI GİDERMEK İÇİN KUR-AN'A AYETLER KOYAR

Muhammed, Kur'an, Muhammed'in Kur-an'a hatasını gidermek için ayet koyması, Kur-an'a eklenen ayetler, din, AY, islamiyet, Hz Muhammed, Hacc suresi, Muhammed'in Kureyşliler ile put antlaşmaları,
Mekke döneminde Kureyş’lilerle MUHAMMED arsında “putlar” konusunda yaptığı ve sonradan bozduğu anlaşma vardır. Bilindiği gibi ilk Mekke döneminin başlangıcında Muhammed, kendi kavminin inançlarını değiştirmek ve kendine çekmek istemiş, fakat pek başarılı olamamıştır. Kureyş’liler kendisine ikide bir, "Biz senin taptığına, sen de bizim taptığımıza tap, böylece birbirimize taviz vermiş olalım. Eğer senin taptığın bizimkinden daha iyi ise, biz ondan pay alırız; yok eğer bizim taptığımız seninkinden daha iyi ise sen bir pay alırsın" diye konuşmuşlardır. [İbnü Hişam-Siyer]

Onlara karşı kendisini henüz güçlü görmediği içindir ki Muhammed, onlara yanaşmak istemiş ve bu amaçla “Bu putlar yüksek mahalde uçan turna kuşlarıdır, bunların şefaati beklenir” şeklinde konuşmuştur. Kureyş halkı bu sözleri işitince sevinmiş ve ilahlarının Muhammed tarafından bu şekilde anılmasından hoşlanmış ve hatta: “Muhammed bizim putlarımızı andı” diye bayram yapmıştır.

Ancak bu haber, daha önce Habeşistan'a göç etmiş olan Müslümanlara (ki “Muhacirün” diye anılır) ulaştığında, bunlardan bir kısmı Kureyş halkının İslamiyeti kabul ettiği zannına kapılarak geri dönmeye kalkışmıştır. Ve işte o zaman Muhammed ne büyük bir hata işlediğini fark ederek işi düzeltmeye çalışmıştır. Aklına ilk gelen çare şeytanı araç yapmak ve Tanrı’dan bu olayla ilgili olarak vahiy İndiğini anlatmak olmuştur. Bundan dolayıdır ki putlarla ilgili sözleri söyledikten sonra Cebrail’in kendisine: "Ey Muhammed sen ne yaptın? Halka benim sana Tanrı tarafından getirmediğim sözleri söyledin" dediğini ve korkuya kapıldığını ve fakat Tanrı’nın derhal yardımına koştuğunu ve şeytanın telkinlerini bozduğunu bildirmiş ve şu ayetin gönderildiğini eklemiştir:

“Ey Muhammed, senden önce gönderdiğimiz hiç bir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir; sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder.” (K. 22 Hacc 52)

Yukarıda Hacc Suresi'nde: "...Ey Muhammed... Allah şeytanın karıştırdığını giderir..." diye yazılıdır. Bu ayeti, Muhammed kendi hatasını gidermek için koymuştur. Kureyşlileri kazanmak için bir aralık onların putlarını benimser görünmüş ve fakat bu hareketinin olumsuz sonuçlar yaratacağını anladıktan sonra yukarıda ki ayet-i yerleştirmiştir. Ancak bunu yaparken aynı sureye bir başka vesile ile koyduğu "Allah şeytanın karıştırdığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılar" (K. 22 Hacc Suresi, ayet 53) şeklindeki hükmün kendisine uygulanması halinde kendi kendisini "kalbinde hastalık bulunan ve kalbi kaskatı olan" kişi durumuna düşürdüğünü fark etmemiştir.

Ayrıca kendini biraz daha temize çıkarmak için sadece şeytan değil, kureyşlilerin de onu kandırdığını ve bunu Allah'ın söylediğini ileterek şu ayeti de Kur'ana ekler:

"(Ey Muhammed!) Seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırıp başka bir şeyi bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Eğer seni pekiştirmiş olmasaydık, andolsun ki, onlara eğilim gösteriyordun, az kalsın. O zaman sana, yaşamı da, ölümü de kat kat azab biçiminde tattırırdık. sonra da bize karşi bir yardımcı bulamazdın". (17 Isra 73-75)

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE

AY, Aşere-i Mübeşşere, Cennete girecekleri müjdelenen, islamiyet, din, Hz Muhammed, İslamda kadın, Aşerei Mübeşşerede neden kadın yok, İslam erkek dinidir, İslam erkeği kayırır, Cennetle müjdelenenler,
Muhammed tarafından Cennet'e girecekleri dünyadayken müjdelenen on Sahabi (Muhammed'in arkadaşı) demektir.

Aşere-i mübeşşere şunlardır:
1.Halife Ebu Bekir, 2.Halife Ömer, 3.Halife Osman, 4.Halife Ali, 5.Talha bin Ubeydullah, 6.Zübeyr bin Avvam, 7.Abdurrahman bin Avf, 8.Sa’d bin Ebi Vakkas, 9.Said bin Zeyd, 10.Ubeyde bin Cerrah.

Aşere-i Mübeşşere'de Neden Hiç Kadın Yok?
Dikkatinizi çekmiştir, aralarında bir tane bile kadın yok. Neden aşağıdaki kadınlardan biri, böyle bir rütbeyle şereflendirilmemiş acaba:
  • Annesi Amine: Muhammed’i doğurduğunda kocasını 6 ay önce kaybetmişti ve 6 yaşına kadar binbir güçlük içinde büyüttüğü söylenir.
  • İlk karısı Hatice: Hayat deneyimi ve servetiyle ailesini uzun süre taşıdı. Muhammed Hira dağından titremeler içinde döndüğünde ‘Sen peygamber olacaksın!’ diyerek onu cesaretlendirdi. Müslümanlığı kabul eden ilk kişiydi.
  • En sevdiği eşi Ayşe: Yakın arkadaşlarından Ebu Bekir’in kızıydı. 9 yaşındayken nikah kıymıştı.
  • Çok sevdiği kızı Fatma: Hatice’den olma kızı ve Halife Ali’nin karısı. İleriki yıllarda büyük oğlu Hasan karısı tarafından zehirlenerek, küçük oğlu Hüseyin Kerbela’da Yezit’in askerleri tarafından kafası kesilerek öldürülmüştür.
  • 'Adaylar hep akrabalardan' denmesin diye başka herhangi bir mümine…olamaz mıydı?

PEYGAMBERE VE ALLAH’A ÖĞRETİLEN İBADET

Yazan: Demon Product
din, DP, Cuma günü, Cuma suresi, Cuma günü kutsal mı?, Cuma günü niye kutsal, Cuma namazı, Cuma, Öğretilen ibadet, islamiyet, Kuran, Hz Muhammed, Kutsal gün, İbadet günü, Ebu Hüreyre, Rivayet,

PEYGAMBERE VE ALLAH’A ÖĞRETİLEN İBADET (CUMA GÜNÜ & NAMAZI)


Her semavi din haftanın 7 gününden 1 tanesini kutsal kabul eder. Müslümanlar Cuma, Yahudiler Cumartesi ve Hristiyanlar Pazar. Günlerin tespitinde her din kendi iç emirleri ve yönlendirmeleri doğrultusunda hareket etmiş ve bir güne kutsallık yüklemiştir. Günümüzde ilk semavi din kabul edilen Yahudilik Cumartesi günü baz almış, Hristiyanlara da Pazar gününü. Müslümanlar ise Cum’a suresine atfen Cuma gününü kutsal kabul etmişlerdir. Toplumumuzda yaşanılan “Türkiye Tipi İslamiyet” e göre ki bunu “Tatlı su Müslümanlığı” olarak adlandırabiliriz, 3 kere Cumaya gitmeyen dinden çıkabilmektedir. Kimileri bunun hurafe olduğunu kabul eder ancak bu sayede insanların cumaya yöneldiğini düşünerek hurafeyi kaldırmayı istemez. Aslında Cuma günün Allah’a ve Peygamberine sonradan öğretildiğini kimse bilmez, bilse de konuşmaz. Yoksa temel kaideler kökünden sarsılacak ve devamı gelecektir.

Peki, Ne zaman çıktı bu Cuma olayı? Bir hatırlayalım. Cum'a Suresi (Arapça: سورة الجمعة ,Sūrat'ul Cumu'a), Kur'an'ın 62. suresidir. Adını 9. ayetinde geçen "cum'a" kelimesinden alır. Medine'de indirildiğine inanılmaktadır ve 11 ayettir. Surede insanlar cumaya çağrılır.

Cum’a Suresi 9. Ayet: “Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrı yapıldığı zaman, hemen Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.”

Aslında Cuma denen ibadet Kuran ile indirilmeden de var olan bir dini ritüel idi. Hafta günlerine İslâm'dan önce verilen isimler şimdiki isimler olmayıp cum'a gününe "yevmu'l-arube" denirdi (Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99). Cum'a Arapça bir isim olup, "toplanma, bir araya gelme, toplu dostluk" anlamlarına gelir.

Şimdi Cuma ile ilgili İslami literatüre bir göz atalım:

“Süheylî'ye göre bu isim süryânîce olup "rahmet" manasına gelmektedir. Cum'a'dan sonraki günler de "şeyar: cumartesi", "evvel: pazar", "ehven: pazartesi", "cebar: salı", "debar: çarşamba", "mûnes: perşembe" idi. Araplar'da günlerin bu eski isimlerinin ne zaman değiştirildiği konusunda şu bilgiler vardır; Arûbe yerine cum'a adını veren, bir rivayete göre Hz. Peygamber'in (s.a.s.) dedelerinden Ka'b İbn Lüeyy'dir.

İbn Sîrîn'den gelen bir başka rivayete göre de bu ad cum'a namazı henüz farz kılınmadan evvel Medine'de bulunan Müslümanlar tarafından verilmiştir. İbn Sîrîn'in rivayeti şöyledir: "Hz. Peygamber (s.a.s.) Medine'ye hicret etmeden ve cum'a ayeti nazil olmadan önce Medineliler cum'a namazı kılmışlardı." Ensâr: "Yahudilerin bir günü var, her yedi günde biraraya toplanıyorlar, hristiyanların da öyle. Bizim de bir toplanma günümüz olsun, o günde Allah'ı zikredelim; şükredelim." dediler. Bunun üzerine: "Sebt: Cumartesi günü Yahudilerin, Ahad: Pazar günü Hristiyanların, o halde bunu Arube: günü yapalım." demişlerdi. Bu suretle Es'ad İbn Zürâre'nin yanında toplandılar, Es'ad b. Zürâre (r.a.) onlara iki rekat namaz kıldırdı ve vaaz etti. Toplandıkları ana "Cum'a" adını verdiler. O da onlara bir koyun kesti, ondan kuşluk ve akşam vakti yediler. Daha sonraları da Cum'a ayeti nazil oldu (Cum'a Suresi, 62/9)”
(İbnu'I-Hümam, Fethu'l-Kadir, c. I, Mısır 1898, s. 409; İbn Sa' d, a.g.e., c. III, s. 118; Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, c. II, Beyrut 1967, s. 176; Hâkim, el-Müstedrek I/28l ; Ibn Mâce, Sünen I/344 (el-Ikâme 78)

Kısacası amaçlanan hedef Müslümanlara da kutsal bir gün bulmaktı. Asıl sıkıntı bu güne yönelik bir kutsallık olmamasıydı. Elbette ki inananlar “Cum’a suresinden önce, hatta Muhammed’den önce Es’ad İbn Zürâre bize bu namazı kıldırdı.” diyebilirlerdi. Bu durumda ne Muhammed ne de Allah’ ın inandırıcılığı kalmayacaktı. Kur'an'ın Allah ve Muhammed kelamı olmadığı ve başkalarının önermeleri ile oluştuğu görüşü hakim olabilirdi. Cumanın kutsallığının detaylandırılması gerekiyordu ki bu noktada can simidi gibi yetişen rivayetler devreye girdi.

Tekrar İslami literatüre geri dönelim:

“İbn Huzeyme'nin Selmân-ı Fârisî'den yaptığı bir rivayete göre, bir defa Peygamberimiz (s.a.s.) Selmân'a: "Selmân, sen Cum'ayı ne zannediyorsun?" diye sorunca o da: "Allah ve Rasûlü daha iyi bilir." der. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s.) "Senin atan Âdem (a.s.)'in yaratılışı işte o gün oldu, yani vücudunun bütün parçaları o gün bir araya getirildi." buyurmuştur.

Ebu Hüreyre'den rivayet edilen başka bir hadiste de: "Üzerine güneş doğan günlerin en hayırlısı Cum'a günüdür: Âdem (a.s.) o gün yaratıldı, o gün Cennet'e girdi, yine o gün Cennet'ten çıkarıldı. Bir de kıyamet Cum'a günü kopacaktır." buyrulmuştur. (Müslim, Cuma 5, hadis 768; Nesâî, Cuma 4; Tirmizî, Cuma 353, 488; Sahih Müslim cilt 7, hadis 27)

Diğer bir rivayette de, yukarıdaki sözlere ilâveten şu cümleler yer almıştır: "..O gün tövbesi kabul olundu ve o gün vefat etti. Kıyamet de o gün kopacaktır. İns ve Cin'den başka hiçbir mahlûk yoktur ki, Cum'a günü tan yeri ağardıktan gün doğuncaya kadar -kıyamet belki bu gün kopar korkusu ile- kulak kabartmasın. Bir de o günün içinde öyle bir saat vardır ki, hiçbir Müslüman kul tesadüfen o esnada namaz kılıp Allah'tan bir hacetini dilemez ki, onu Allah O'na vermesin."
(Ahmed b. Hanbel, c. II, nşr. Çağrı Yayınevi, İstanbul 198.1, s. 311; Buhârî, Cuma 37; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/485; Sahih-i Müslim Muhtasarı, Cuma 4, hadis 766)

İnançlı okuyucular üstteki hadisler için yalan veya sahih değiller damgası vurmadan önce düşünsünler. Buradaki hadisçilerin hepsi hemen her mezhepte sahih kabul edilen hadislerin sahipleri. Kütüb-i Sitte’ den alınma ki eğer Sünni iseniz bu hadisleri kabul etmek zorundasınız. Cuma namazı kılarken okunan hutbelerde bile yukarıdaki hadislerden bahsediliyor.

Biz bu günler konusunda da aynı literatürden devam edelim:

Ebû Hüreyre (s.a.v.) rivayetle:
"Bir gün Resûlullah (s.a.v.) elimi tutarak şöyle buyurdu: “Allah, toprağı cumartesi günü yarattı. Oradaki dağları pazar günü, ağaçları pazartesi günü, sevilmeyen şeyleri salı günü, nûru çarşamba günü yarattı. Hayvanları yeryüzüne perşembe günü yayıp dağıttı. Âdem’i yaratılanların sonuncusu olarak cuma gününün son saatlerinde, ikindiyle akşam arasında yarattı."
(Müslim, Münâfıkîn 27. Ayrıca bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327)

Bu altı gün konusu hatta başka bir ayet ile de desteklenmişti: "Ant olsun biz, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde yarattık. Bize hiçbir yorgunluk çökmedi" [Kâf sûresi (50), 38]. 

Bu noktada konumuzdan ve yazımızdan bağımsız olarak ayette bahsedilen “BİZ” kaç varlığı anlatıyor diye aklınıza takılabilir. Bu farklı bir konu. Kuranda “De ki, Biz, Onlar” kelimeleri o kadar çok kullanılır ki, bu BİZ’ den kasıt kaç kişi, kaç yaratıcı var, madem buradaki BİZ melekler o halde Allah’tan habersiz melekler de vahiy mi bildiriyor gibi sorular aklınıza takılabilir. Asıl soru şu olmalı, bir üst paragrafta ki hadiste 7 gün söz konusu. Ancak ayet 6 gün diyor. Eğer Ebu Hüreyre gibi sahih hadis kelamcısı bu konuda yanlış hadis verdi ise diğer hadislere ve hadislerine nasıl güvenelim? Hadi bunu geçtik Hadis doğru ise Muhammed kendi mi 6 gün diye yalan uydurdu? Hadi diyelim Hadis te doğru ayette doğru. O halde Yaratıcının matematiği mi berbat? Biz konumuza geri dönelim.

Yani hem Âdem’in yaratılması hem de Kıyametin o gün kopacağı savı ortaya konarak Cuma gününe hemen “kutsal geçmiş” te eklenmiş oldu.

Peki, şu şekilde aklımıza soru gelebilir. Madem Âdem o gün yaratıldı ve Kıyamet o gün kopacak, Allah neden bu hususları daha önce bildirmedi? Neden ne Yahudiler ne de Hristiyanlar bu bilgiden habersiz? Hemen tahrif yalanına sığınmayalım. Çünkü tüm dinlerde kutsal ve ilk insan olan Âdem’in hangi gün yaratıldığı hususu ile özellikle her Semavi din için kaçınılmaz korku unsuru olan Kıyametin hangi gün gerçekleşeceği bilgisi nasıl tahrif edilmiş olabilir? Bu noktada inanlar Tevrat’ tan savunma yapılabilir ki, Tevrat Âdem'in 6. Gün yaratıldığını söylüyor. Kısacası onlara göre Allah 7. Gün dinlendiğine göre ve bu gün Cumartesi olduğuna göre Âdem Cuma yaratılmış olmalı. Pek neden İlk din olan Yahudilik Cuma’ nın Âdem’ in yaratılışından ötürü kutsal olması gerektiğini bilmiyor? Hiç kutsal olan bir gün değişir mi? Hiç bu tarz bilgiler silinir veya değiştirilir mi? Hadi bir kısım sildi, neden diğer kaynakları bahsetmiyor? Neden Tevrat ve İncil’ in ilk örneklerinde yok? Demek ki bu noktada insan eliyle üretilmiş bir hikâye veya hikâyeler zinciri var.

Netice olarak Cuma gününe dair bir ibadet formatı Muhammed’ den önce Es'ad İbn Zürâre tarafından ilk olarak bugünde bilindiği şekliyle uygulanmış ve hayata geçirilmiştir. Sebebi de aynı Yahudiler ve Hristiyanlar gibi kutsal bir güne sahip olma isteğidir. Bu sistemin gösterdiği başarı (!) ve ortak kabul nedeni ile Muhammed’de bu sistemi benimsemiş ve devamı yönünde vahiy ve kurallardan bahsetmiştir. Yani Allah tarafından vahiy edilmeyen ve Cebrail tarafından öğretilmeyen bir namaz usulü “daha Peygamber açıklamadan önce” insanlar tarafından üretilmiş ve yürürlüğe konmuştur. Kutsal yasası (vahiy) uygulamanın ardından gelmiştir. Bu haliyle, daha birçok örnekte olduğu gibi, ince olay ve uygulama ardından da kutsal onaylama (vahiy) gelmektedir. Bu da Allah’ ın şüphesiz geleceği ve olacağı bilme yeteneğini ortadan kaldırmaz mı?

Bu arada bu yazıda birkaç kelime ile bahsettiğim bir husus var.

“Cahiliye döneminde Ka'b b. Lüey'in Kureyşliler'i Cuma günü toplayıp, içinde bir de hutbe kısmı bulunan haftalık bir iba­det yaptığını daha önce kaydetmiştik. Bugüne Cuma, Maruzat (Açıklama), Yevmü'l-Arube (Araplık Günü) denilmekteydi” (Kaynak İ. SARI CAHİLİYE DÖNEMİ VE GÜNÜMÜZ CAHİLİYESİ) Ka'b b. Lüey, Muhammed’in 6 kuşak geriden dedesi olup PAGAN’ dır (Putperest). Yani bu noktaya kadar yazıda bahsedilen hususlar yalanlansa dahi (Veriler sabit olduğu için aslında imkansız), sadece burada bahsettiğim husus dahi Cuma günün kökeni hakkında bizlere sağlıklı bir bilgi sağlar.

KAYNAKLAR
Cum’a Suresi 9.ayet
Kaf suresi 38.ayet
Kurtubî, Tefsir, XVIII, 99
İbnu'I-Hümam, Fethu'l-Kadir, c. I, Mısır 1898, s. 409
İbn Sa' d, a.g.e., c. III, s. 118
Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, c. II, Beyrut 1967, s. 176
Hâkim, el-Müstedrek I/28l
Ibn Mâce, Sünen I/344 (el-Ikâme 78)
Müslim, Cuma 5, hadis 768
Nesâî, Cuma 4
Tirmizî, Cuma 353, 488
Ahmed b. Hanbel, c. II, nşr. Çağrı Yayınevi, İstanbul 198.1, s. 311
Buhârî, Cuma 37
Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/485
Sahih-i Müslim Muhtasarı, Cuma 4, hadis 766
Müslim, Münâfıkîn 27
Ahmed İbni Hanbel, Müsned, II, 327
Sahih Müslim cilt 7, hadis 27

EBU CEHİL (AMR BİN HİŞAM)

AY, din,Ebu Cehil,Amr Bin Hişam, islamiyet, Müddessir suresi,Kuran,Kur'an, Hz Muhammed, Kurandaki kızma ve lanet okumalar,Ebu Cehil'e kızan kim?,Kur'an'a konu olan olaylar,Tefsirlerde Ebu Cehil,Elmalılı Hamdi Yazır,Kalem suresi,Velid bin Mugıre Ebu Cehil, “Cehaletin babası” demektir. Ama farkındasınız kimse çocuğuna böyle bir isim vermez. Ebu Cehil’in bu ismi almasının sebebi elbette ne halk ne alimler ne de çevrede ki tarafsız insanlardır. Ona bu şekilde hitap edilmesi islam peygamberinin emriyle müslümanlar arasında başlamıştır.

Ömer bin Hattab'ın amcası olan Ebu Cehil'in asıl adı Hişam Ebu’l-Hakem'di. Bu kişi Kureyş kabilesinde Mahzûmoğullarının üyesiydi ve Mekke’nin ileri gelenlerindendi. Hakem ünvanı almasının sebebi ise tarafsız, dürüst öyle çıkarına göre değil gerçekten düşünüp tartan birisi olmasından kaynaklıdır.

İslam henüz tam yayılmamış sadece bir grup kişiden oluştuğu sıralarda Muhammed bu kişiye gider. Kendi saflarına çektiği anda büyük bir hakem tarafından onay alacak ve bu sayede epey yandaş toplayacaktır. Gittikten sonrasını gelin ayetlerden takip edelim.

“Müddessir Suresi
18.Derin derin düşündü o; ölçtü-biçti.
19.Kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı!
20.Bir kez daha kahrolası, nasıl bir ölçü kullandı?!
21.Sonra baktı.
22.Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.
23.Sonra arkasını döndü ve böbürlendi.
24.Şöyle dedi: “Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka şey değil.”
25.”İnsan sözünden başka bir şey değil bu.”
26.Onu sekara (cehennem) fırlatacağım.
27.Bilir misin nedir sekar?
28.Ortada bir şey bırakmaz, hiçbir şeyi görmezlik etmez o.
29.İnsan için tablolar/levhalar/ekranlar sunandır o/deriyi yakıp kavurandır o.”

Evet bu kişiye çok kızdığını 25. ayetten sonra görebiliyoruz. Tehditler, korkutmalar, lanet okumalar, ama sizin dikkatinizi çekmek istediğim yer 18 ve 25 arası.

Ölçüp, biçip, düşünelim hadi.
Her şeyden önce bu adam iddia edildiği gibi vahşi, gözü dönmüş, gaspçı vesaire olsaydı, peygamber onun İslama geçmesine önem verir miydi? Gidip ona islamiyeti anlatır mıydı? Onu İslam dinine çekmeye çalışır mıydı? Hatta bu önem (yani İslamı seçip seçmemesi) Kuran’a konu olur muydu?

Bu kişi üstün bir hakem, çağına göre aydın bir insan. Düşünüyor, ölçüyor, biçiyor, değişik ölçüler kullanıyor. Ama bunları yaptığı ve söylenenlerin öncekilerin masalı ve insan sözü olduğunu belirttiği için lanetleniyor, hakaret ediliyor, ebu cehil lakabı takılıyor kendisine. Oysa Hişam Ebu’l-Hakem dogmaya karşı düşünceyi, ölçmeyi, biçmeyi, ölçüler kullanmayı temsil ediyor. Dogmaya karşı bilimi temsil ediyor. Hatta bazı İslam kaynaklarında Ebu Cehil’in Ebu Mugire ile deve sırtında giderken düşünceyle satranç oynadığını yazmaktadır böylesine zeki bir insandır Hisam Ebul Hakem. Tek suçu Muhammedin peygamberliğini onaylamamış olmasıdır.

Olay tefsirlerde şöyle anlatılır:
“Velid b. Mugire Peygamber (s.a.v)’in yanına gelmiş, Kur’ân dinlemiş ve etkilenmişti. Kalkıp Mahzumoğulları’na varmış; “Vallahi, Muhammed’den az önce bir söz dinledim; ne insan sözü, ne de cin sözü. Onun bir tatlılığı, bir hoşluğu var. Yukarısı meyveli, aşağısı bolluk, zemini bol sulu. O kesinlikle üste çıkar, onun üstüne çıkılmaz.” demiş; buna karşı Kureyş: “Velid saptı. Vallahi, bütün Kureyş sapacaktır.” demişler, bunu işiten Ebu Cehil, “ben size onun hakkından gelirim.” deyip kederli kederli yanına varmış; “Ey amca demiş, kavmin sana vermek için bir mal topluyor. Çünkü sen Muhammed’den bir şey elde etmek için onun yanına gidiyormuşsun.” Velid: “Kureyş bilir ki, ben onların malca en zenginleriyim.” diye cevap vermiş. Ebu Cehil demiş ki: “O halde onun hakkında bir söz söyle de kavmin işitsin, senin onu sevmediğini, inkâr ettiğini anlasınlar.” Velid: “Ne diyeyim, içinizde şiiri, mısraları kafiyeli kısa vezinli nazmı, kasideyi ve cin şiirlerini benden iyi bileniniz yoktur. Onun söylediği bunların hiçbirine benzemiyor ki.” demiş. Ebu Cehil, “yok mutlaka bir şey söylemelisin.” deyince kalkıp kavminin toplandıkları yere varmış, “siz, demiş, “Muhammed mecnun” diyorsunuz. Hiç kimseyi boğarken gördünüz mü? Kâhin diyorsunuz. Hiç kâhinlik yaparken gördünüz mü? Şair diyorsunuz. Hiç şiir ile uğraşırken, şiir söylerken gördünüz mü? Yalancı diyorsunuz. Hiç yalanını yakaladınız mı? Bunlara cevap olarak, “hayır, ama peki o nedir?” demişler; “durun düşüneyim” demiş düşünmüş, düşünmüş “Bu, öğretilegelen bir sihirdir; bu sadece bir insan sözüdür.” demiş, onun bu sözleri Kureyşlilerin hoşuna gitmiş, salonlarında bir alkıştır kopmuş ve onun sözlerini alkışlayarak dağılmışlar.”
(Elmalılı Hamdi YAZIR – Kuran’ı Kerim Tefsiri)

Velid bin Mugire Kimdir?
Ünlü İslâm komutanı Halid bin Velid’in babasıdır. Mekke’nin en ileri gelen ailelerinden birine mensup ve Mekke’nin önde gelen aileleriyle yaptıkları evliliklerle de bu özelliğini pekiştirmiştir. Büyük bir servet sahibi olan Velid bin Mugire, halka karşı çok iyi davranır ve yardımda bulunurdu. Her yıl değiştirilen Kâbe örtüsü için gereken masrafları tek başına kendisi karşılardı. Halk tarafından sevilen ve yardımseverliği ile ünlü bu insanın tek kusuru Muhammed'e inanmamak olmuş, hakkında kalem suresinde 10, 11, 12, 13, 14. ayetler yazılmıştır.

Kalem-10, 11, 12, 13, 14 “Yemin edip duran, aşağılık, daima kusur arayıp kınayan, durmadan söz taşıyan, iyiliği hep engelleyen, saldırgan, günaha dadanmış, kaba saba; bütün bunların ötesinde bir de soysuz olan kimseye mal ve oğulları vardır diye, sakın boyun eğme.”

1400 sene evvel insan sözü diyenler doğru demişlerdi, zaten insan sözü olduğu ortada. Şaşırtıcı olansa günümüzde bu kitaba halen tanrı sözü denmesidir. Kuran’da yazan Muhammedin duruma göre inandırmak, duruma göre sinirlenince halkı korkutmak için uydurduğu o ahiret hikayelerine bu kadar güvenmeyin. Bu masalların boş olduğunu günü gelince göreceksiniz. Görmek istemeyene gösteremeyiz ama aklını kullanan ve kanıtları görebilen kimseler için Kur'an’nın içeriği büyüklere masallardan başka bir şey değildir, maalesef kanlı masallardır.

MUHAMMED'İN ÖĞRETİCİSİ RAHMAN-I YEMEN (YEMENLİ RAHMAN)

din, islamiyet, Muhammed'in öğreticisi, Hz Muhammed'in öğreticisi Yemen'li Rahman, Rahman-ı Yemen, Muhammed'e göre iman Yemen'lidir, Buhari ve müslim hadisleri, İslamın tümü Yemenli, Hz Muhammed, AY, Yemen
Muhammed açıklıyor: “El imanu Yemanin.”
Anlamı şu: “İman Yemenlidir.”
“İman”ın nereli olduğunu açıklamakla da en azından iki önemli şeyi dile getirmiş oluyor:
– İslamın “iman”ı, sanıldığı gibi “Mekkeli” ya da “Medineli” değil.
– Bu “iman”ın anayurdu: Yemen.
Bu bir itiraftır Muhammed’den. Yani, çok önemli bir şeyi, her nasılsa, saklamaktan vazgeçip açığa vurmaktır.
İyi ama, Muhammed gerçekten böyle bir açıklamada bulunmuş mudur? Bu “hadis”, onun ağzından çıkmış mıdır? “Uydurma” olamaz mı?

Bu hadisin uydurma olduğu ileri sürülemez. Bu hadis, Buhari, Müslim gibi en sağlam kabul edilen hadis kitaplarında yer almıştır. (Buhari, e’s-Sahih, Kitabu’l-Megazi/74; Tecrid, hadis no. 1362; Müslim, e’s-Sahih, Kitabu’l-İman/81-82, hadis no. 51-52; Tirmizi, Kitabu’l-Menakıb/72, hadis no. 3935.) Dahası, bu hadisi, Muhammed’den 11 arkadaşı aktarmıştır. Onun için bu hadis sağlamlık derecesinin en üst basamağı olan “tevatur” basamağına yükselmiş, “mutevatır” hadisler arasında yer almıştır. (Muhamme’d ebu’l Feyz Murtaza Zebidi, Lukatu’l-Leali’l-Mutenasire fi Ehadisi’l-Mutevature, Beyrut, 1985, s.41,43.)

Muhammed’in bu açıklamayı yaptığı, tartışmasız kabul ediliyor. Ne var ki şaşkınlığa yol açtığı için açıklamayı örtbas etmek amacıyla birtakım çabalar göstermekten de geri kalınmadığı gözleniyor. Her zaman ki kurtarıcı yola, “te’vil”, yani “yorum” yoluna başvuruluyor. Zorlamalı ve komikte olsa:

“Yemen” denirken anlatılmak istenen, “Mekke”dir. Çünkü Mekke, Tihame’dendir. Tihame de Yemen yöresinden sayılır.

“Yemen” denirken, anlatılmak istenen Mekke ve Medine’dir. Çünkü İslam Mekke’de doğdu, Medine’de yayıldı.

Bu ve benzeri yorumlar. (Tecrid, hadis no. 1362, K.Mizah’ın “İzah”ı.)

Oysa:
1) Muhammed, “Mekke”yi ya da “Medine”yi söylemek isteseydi, doğrudan doğruya bunların adını söylerdi; “Yemen” deyip de “Mekke”yi ya da “,medine”yi amaçlamazdı.
2) Hadiste, Muhammed’in bu açıklamayı, “Yemen”lilerin onun yanına geldikleri sırada yaptığı açıklanır.
3) Hadis kitaplarında da bu hadisler, “Yemenlilerin erdemi ve üstünlükleri”ne ilişkin ayrılan bölümde yer alır.

Demek ki, hadisteki “Yemen”, ne “Mekke”dir, ne “Medine”dir, ne de başka bir yerdir; herkesin bildiği “Yemen”dir.
Burada iki şey önem kazanıyor:
1) Muhammed’in döneminde Yemen’in durumu;
2) Muhammed’in Yemen’le ilişkisi.

Yemen
Öteden beri, çok önemli bir merkezdi. Ticaret akışının da olduğu odaklardan. Mısır, Mezopotamya ve Pencap gibi uygarlık yuvaları arasında da hem bir köprü olarak, hemde bileşke olarak önemliydi. (Prof. Dr. Philip K. Hitti, İslam Tarihi, çev. Prof.Dr. Salih Tuğ, İstanbul, 1980 s. 1/58.) Din olarak da Yahudilik ve Hristiyanlık dinlerinin de, İslamın da, hem “iman” hem de “ibadet” yönünden temeli olan “yıldız tapımı”, “Güneş tapımı”, “Ay tapımı”, hepsini içine alan Sabiilik (Eren Kutsuz = Turan Dursun, “Güneş Kültü”, Saçak Dergisi, Şubat 1988, s. 4-62) vardı. Yahudilik ve Hristiyanlık da çoktan gelip yerleşmişti.(Hitti, age, 1/95 ve öt,; Prof.Dr.Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi, Ankara, 1971, s.1-37) Kısacası, Yemen, din-inanç yönünden de, bugünkü gelişmiş dinlerin önemli yuvalarından biri durumundaydı.

Muhammed’in Yemen’le İlişkisi
“İslam Peygamberi’nin yazarı Prof. Muhammed Hamidullah, Muhammed’in daha “peygamberlik” savıyla ortaya çıkmadan önceki ticaret gezileri üzerinde duruyor. Karısı Hatice Muhammed’i göndermiştir bu gezilerdeki yerlere, yörelere. Bunların arasında Yemen dolayları var. Önemli bir fuar olan Hubaşe fuarı. Ve o yöredeki kimi kent, kasaba. (Hamidullah, İslam Peygamberi, çev. Prof. Dr. Salih Tuğ, İstanbul 1980, 1/61.)

Arap kabileler topluluğundan birçoğunu içine alan bir Ezd Kabilesi vardır. Muhammed’in “paygamberlik” savıyla ortaya atıldığı sırada Medine’de üstün durumda bulunan Evs ve Hazreç kabileleri de bu kabileden ayrılma. Ve bu kabile Yemen Kökenli. (Prof. Dr. Neşet Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi, s.95.)
“Ezd Kabilesi” ve bu kabileden olmak, Muhammed’in dilinde çok önemlidir.
İşte sözleri:

“Emanet (güven, güvenirlik), Ezd’dedir.” (Tirmizi, Sünen, Kitabu’l-Menakıb/72, hadis no. 3936; Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 2/364.)

Hadiste, “Ezd” dendikten sonra, bu adla, “Yemen”in anlatılmak istendiği açıklanıyor.
“Ezd Kabilesi”nden olanlar, Tanrı’nın yeryüzündeki arslanlarıdırlar. Onları insanlar alçaltmak isterken, Tanrı buna karşı çıkar ve onları yükseltir. İnsanlar öyle bir zaman yaşıyacaklardır ki, kişi hep, ‘keşke babam bir “Ezd’li olsaydı, keşke anam bir “Ezd’li olsaydı…’diyecek.” (Tirmizi, hadis no. 3937.)

Hadise Göre “İslamın Tümü Yemenli”
11 “sahabi”nin Muhammed’den aktardığı ve sağlamlığına kuşku duyulmayan hadiste, “İman Yemenlidir” dendikten sonra, “fıkıh da Yemenlidir, hikmet de Yemenlidir” deniyor. Bu “İslam, tüm aldığı bilgi ve inançlarıyla, ibadet ve gelenekleriyle Yemenlidir” demekle eşanlamlıdır.
Bu, “İslam”ın Muhammed’e, “Tanrı’dan, vahiyle geldiği” yolundaki savı da havada bırakmakta, kökünden işlemez duruma getirmekte.
Çünkü bir “yer”i, “yurdu, anayurdu” olan bir şeyin, bir bütünün, “Tanrı”dan vahiyle geldiği” söylenemez, söylense de önemi olmaz.

“Yemame Rahman’ı”
Müslümanlar, “sahte peygamber” diye nitelerler. Adı: “Habib.” “Müslim” de olabilir. Ama Müslümanlar aşağılamak için “Müslimcik” anlamında “Müseylime” derler; bununla da yetinmeyip “çok yalancı” anlamında “Kezzab”ı da ekler. Müslümanların her zaman olduğu gibi bu konuda belgeleri yok etmiş, her şeyi tersine çevirmiş olmaları nedeniyle, bu kişinin asıl adı, kişiliği, yolu, yöntemi ve şnancı konusunda çok az şey bilebiliyoruz. Yine de bilinenler önemli.

Müslüman yazarların da aktardıklarına göre, “Yemame Rahmanı” diye tanınıyordu.
Yemame: Arabistan’ın ortalarında, Bahreyn’in batısında bir yöre.
“Peygamberlik” savında olan “Yemame Rahmanı” da, bu yöreyi elinde tutan Hanif kabilesinin başı, yörenin egemeni.
Kur’an’da başka anlamda da olsa önemli bir yeri olan “Rahman”, “Hanif” sözcükleri burada oldukça ilgi çekici. “Müslüm” sözcüğü de öyle… Muhammed’in bu sözcükleri, bu kanaldan alıp edindiği düşündürebiliyor. “İslam” adıyla birlikte…

Bu konuda, İbn İshak’ta önemli bir bilgi buluyoruz:
Mekke’nin ileri gelenleri, toplanmışlar, Muhammed’e bir uyarıda bulunmaya karar vermişler. Kararlarını uygularlar, birtakım sözler arasında şunu da söylerler:

Bize ulaşan bilgiye göre, Yemame’deki şu adam, Rahman denen kişi sana öğretiyor(Müslümanlığı). Kuşkun olmasın ve Tanrı’ya ant içerek söyleriz ki, biz, hiçbir zaman, Rahman’a inanmayız. (Siratu İbn İshak, yay.Muhammed Hamidullah, Arapça, Konya, 1981, s.180, fıkra:254.)

“Kureyş”in “inanmazlar”ı boş bir dedikoduya önem vererek mi konuşmuşlardı? Müslümanlar bunu ileri sürebilirler, ama bu kolayca savunulamaz. Çünkü “kabile onuru”, boş bir dedikoduya temel almaya engeldir. Muhammed’in “Yemame Rahmanıéndan “öğrendiği” söyleniyorsa, bu, “temelsiz” sayılamaz.

KUR'AN'DA KONUŞAN MUHAMMED'DİR

AY, Kur'an'da konuşan Muhammed'dir, Kuran Muhammedin el yazmasıdır, Kevser suresi, Hz Muhammed, Muhammed'e ebter dendiği için, Muhammed Tanrı dedi diyerek, din, islamiyet,
Muhammed’i en çok huzursuz eden şeylerden biri de, kişilerin onun aleyhinde konuşur olmalarıydı . Bundan asla hoşlanmadığı için, Kur'an’a bununla ilgili ayetler koymaktan geri kalmamıştır.

Verilebilecek pek çok örnekten bir ikisiyle yetinelim:

Kur’an’ın Kevser Suresi’nde şöyle yazılıdır:

“(Ey Muhammed!) Kuşkusuz biz sana Kevser’i verdik. Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” (Kevser Suresi, ayet. 1-3).

Muhammed, bu ayeti bazı kişilerin kendisi hakkında “O bir Ebter’dir” şeklinde konuşarak hakaret etmeleri nedeniyle Kur’an’a koymuştur. Çünkü, Araplar arasında “Ebter” sözcüğü, erkek çocuğu olmayan, yani “nesli kesik” olanlar için kullanılan bir sözcüktür ki, bir bakıma hakaret anlamına gelir. Muhammed’in ilk karısı Hatice’den dört kızı ve iki (ya da dört) erkek çocuğu olmuş, fakat erkek çocukların hepsi çok küçük yaşlarda ölmüşlerdi. Daha sonra Mariya adındaki cariyesinden İbrahim adındaki oğlu doğmuş, o da az geçmeden hastalanarak ölmüştü. Bir türlü erkek çocuk sahibi olamadığı için, Muhammed, Tanrı’ya çok yalvarmış, fakat yalvarışı karşılıksız kalmıştı. Ve işte bu üzüntü içindeyken bir de El-As b.’Vail gibi muhaliflerin kendisi hakkında, “(Muhammed) nesli kesik, oğlu olmayan bir adamdır. Ölse adı sanı anılmayacak…” şeklindeki alaylarına maruz kaldığı için, yukarıdaki ayeti koyarak, Tanrı’nın kendisine oğlan çocuk yerine “Kevser”i, en büyük bir nimet olmak üzere vereceğini söylemiştir.

Kimi yorumculara göre “Kevser”, cennette bütün ırmakların kaynağı olan ve iki yanında inciden kaplar bulunan bir nehirdir. Fakat, bunun cennette girmeden önce içinden su içilecek bir havuz ya da “kesikliğe uğramayan soy-sop” demek olduğunu söyleyenler de vardır. Her ne olursa olsun, ayete göre Tanrı, Muhammed’e böylesine emsalsiz bir nimet verdiğini bildirmektedir. Bildirirken de, Muhammed’e “Ebter” diyenlerin hakkından geleceğini anlatmak üzere “…Asıl sonu kesik olan, şüphesiz sana hınç besleyendir” şeklinde konuşmaktadır.

Şimdi sormak gerekir: Neden Tanrı Muhammed’e, hem onu mutlu kılmak hem de neslini sürdürme olasılığını sağlamak üzere oğlan çocuk vermez de “Kevser” verir ve yukarıdaki şekilde konuşur?

Söylemeye gerek yoktur ki, konuşan Muhammed’dir.

BİLİNMEYEN YÖNLERİ İLE HZ. MUHAMMED'İN ÖLÜMÜ | PDF KİTAP

"Halka daha fazla yalan söylemeye vicdanım el vermedi, insanlara gerçekleri açıklamak isteyerek bu 3 kitabı yazdım" diyen ve Turan Dursun araştırma inceleme ödülü alan eski imam Arif Tekin'in kitaplarından biri ile sizlerleyiz. Diyanet kadrosundaki imamlık görevinden emekliye ayrılan Arif Tekin'in yazdığı "Bilinmeyen Yönleriyle Hz. Muhammed'in Ölümü" adlı kitabı sizinle paylaşmak istedim. Kitabı okumak veya indirmek için kapak resmine tıklayabilirsiniz, iyi okumalar.

Arif Tekin'in diğer din konulu diğer kitaplarından bazılarının adları:
- Kuran'ın Kökeni
- Muhammed'in ve Kurmaylarının Hanımları
- Sümerler'den İslam'a Kutsal Kitaplar ve Dinler
- Hz. Muhammed'in Hocaları

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

din konulu kitaplar, Arif Tekin Bilinmeyen yönleriyle Hz.Muhammed'in Ölümü, din, Arif Tekin, Hz Muhammed hayatı, Din ve kitap, Hz Muhammed, Muhammed peygamber, Hz Muhammedin ölümü, Kitap indir,