HABERLER
Dini Haber
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MAİDE SURESİ 48.AYET

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Maide suresi, Maide 48, Maide 48.ayet,Şeriat ve yol, Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, Maide 51, Allah dileseydi, İmtihan dünyası, Allah'ın insanları birbirine düşürmesi,

MAİDE SURESİ 48.AYET

Lütfen aşağıdaki ayeti bir kez okuyunuz.

Mâide 48: (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.

Ayette geçen “Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk” ifadesinin İslâm dininde istisnasız anlamı: Hristiyanlık, Yahudilik ve benzeridir. Yani İslâm dininden önce Allah tarafından gönderilmiş diğer dinleri ve o dinlerin inananlarını kastetmektedir.

Şimdi aynı ayetin kırmızı renkli bölümlerini tekrar okuyunuz.

Mâide 48: (Ey Muhammed!) Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma. Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Öyle ise iyiliklerde yarışın. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman anlaşmazlığa düşmüş olduğunuz şeyleri size bildirecektir.

Şimdi de lütfen aşağıdaki ayeti okuyun.

Mâide 51: Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.

Bu iki ayetteki çelişkiyi uzun uzun anlatmak yerine kestirmeden gidelim. Maide suresi 48 inci ayetteki kırmızı renkli yazılarla Maide suresi 51 inci ayeti birleştirelim.

Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol koyduk. Eğer Allah dileseydi, elbette sizi   tek bir ümmet yapardı. Fakat verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için ümmetlere ayırdı. Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse, kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğruya iletmez.

Bundan sonraki değerlendirme sizindir.

ALLAH KADINA BOŞANMA HAKKI VERDİ Mİ?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, islamiyet, İslamda kadın, İslamiyette kadın, Allah kadına boşanma hakkı verdi mi?, İslamda kadının boşanması, İslamda boşanma, İslamiyette kadının durumu, Kadın karşıtı din,

ALLAH KADINA BOŞANMA HAKKI VERDİ Mİ?

Zavallı Müslüman kadınları….
Arap ülkelerinde yaşayan ve şeriat kurallarına ya da yönetimlerine mahkûm edilen Müslüman kadınlarının insan olduklarından bile haberleri yok.  Dinlerini öğrenmek konusuna gelirsek bu Arap kadınlarının bir çoğunun okuma yazması bile yok. O yüzden bu kadınlar, dinlerini yalnızca, yönetimlerinin kendilerine zoraki olarak dayattığı ve geleneksel yaşantıya soktuğu kurallar yolu ile öğrenirler. Türkiye’de yani bizim ülkemizde yaşayan Müslüman kadınlarımız ise çeşitli sebeplerden dolayı dinlerini yeteri kadar bilemedikleri gibi az buçuk bilenler de “İslâm, kadınları koruyan bir din,  çeviri çok önemli, Kur’an’ı yorumlayabilmek, anlayabilmek çok önemli, bakmayın siz o Arap Müslümanlarına, Peygamberimiz cahil insanlarla çok mücadele etti ama Arap milletleri cehalette devam etti.  Çok şükür Rabbimize ki İslâm’ı gerçek anlamda bize yaşamayı nasip etti…” gibi inanç felsefeleri ile kendilerini avutuyorlar. Bu yazımda kadının İslâm dinindeki var olan ya da var olmayan boşanma hakkını irdeleyeceğim. Konumuz, erkeğin boşadığı kadına ne kadar para verdiği ya da kadına nasıl davranması gerektiği değil. KONU, ALLAH KADINA KOCASINI BOŞAMA HAKKI VERMİŞ Mİ?

Kur’an’ın boşanma ayetleri:

Bakara 226: Kadınlarından uzaklaşmaya yemin edenler için dört ay beklemek vardır. Eğer geri dönerlerse Allah çok bağışlayıcıdır, sonsuz rahmet sahibidir.

Bakara 227: Boşamaya karar vermiş olurlarsa, şüphe yok ki Allah her şeyi işitir ve bilir.

Bakara 228: Boşanan kadınların kendileri üç âdet görünceye kadar beklerler. Allah’a ve âhiret  gününe iman ediyorlarsa, Allah’ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri onlara helâl olmaz. Eğer taraflar arayı düzeltmeyi istiyorlarsa kocaları, onları kendilerine geri çevirme hususunda başkalarından daha ziyade hak sahibidirler. Kadınların, mâkul ve meşrû ölçülerde ödevlerine denk hakları vardır; erkeklerin ise onların üzerinde bir dereceleri mevcuttur. Allah izzet ve hikmet sahibidir.

Bakara 229:  Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allah’ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allah’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu kurallardır, bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allah’ın koyduğu kuralları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

Bakara 230: İkinciden sonra koca eşini bir daha boşarsa, bundan sonra kadın, boşayandan başka bir koca ile evlenmedikçe ona helâl olmaz. İkinci koca da onu boşarsa, birinci kocası ile bu kadının, Allah’ın kurallarına riayet edeceklerini zannederlerse, tekrar evlilik hayatına dönmelerinde bir sakınca yoktur. Bunlar Allah’ın kurallarıdır, bilmek isteyenler için onları açıklamaktadır.


Bakara 231: Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini doldurduklarında ya onlarla yeniden evlenip iyilikle tutun ya da iyilikle serbest bırakın. Onları zarar vererek haklarını çiğnemek için nikâh altında tutmayın. Bunu yapan bilsin ki kendine haksızlık etmiştir. Allah’ın âyetlerini sakın alaya almayın. Allah’ın size bahşettiği nimetleri, kitaptan ve hikmetten size öğüt vermek üzere gönderdiklerini dilinizden düşürmeyin. Allah’tan korkun ve bilin ki Allah her şeyi bilmektedir.

Bakara 232: Kadınları boşadığınızda, onlar da bekleme sürelerini tamamladıklarında, aralarında mâkul ve meşrû ölçülerde rızalaştıkları takdirde boşayan kocalarıyla yeniden evlenmelerine engel olmayın. Bu söylenenler, içinizden Allah’a ve âhiret gününe iman edenlere verilen öğüttür. Bunlar sizin için en iyi iç ve dış temizliği sağlayan öğütlerdir. Tam mânasıyla bilen Allah’tır, siz ise bilmezsiniz.

Bakara 236: Kadınları boşarsanız, onlarla birleşmemiş ve mehir de belirlememiş olursanız malî bir sorumluluğunuz yoktur. Zengin olan gücüne göre, eli darda olan da gücüne göre onlara makul ve gönül alıcı bir şeyler versin. iyiler için bu bir borçtur.

Bakara 237:  Bir mehir belirlediğiniz halde onlarla birleşmeden kendilerini boşarsanız, belirlediğiniz mehirin yarısını ödemek size borçtur; ancak kadınların bağışlaması veya nikâh bağı elinde olanın hoşgörülü davranması müstesnadır. Hoşgörülü davranmanız takvâya daha uygundur. Aranızda lutufkâr davranmayı unutmayın. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir.

Bakara 241: Boşanmış kadınlara faydalanacakları uygun bir şeyler verilmesi, Allah’ın rızâsını gözetenlerin borcudur.

Bakara 242: Akledesiniz diye Allah size âyetlerini işte böyle açıklıyor.

Nisa 35: Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır.

Nisa 128:  Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden yahut yüz çevirmesinden endişe ederse aralarında bir uzlaşmaya varmalarında onlara günah yoktur ve sulh hayırlıdır. Nefisler de cimriliğe meyillidir. Eğer güzel davranır ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

Nisa 130: Eğer karı koca ayrılırlarsa Allah bol rızkından onların ihtiyaçlarını giderir. Allahın lutfu geniştir, hikmeti sonsuzdur.

Ahzab 49: Ey iman edenler! Mümin kadınlarla evlenme akdi yapıp da sonra, birleşmeden onları boşadığınızda onlar üzerinde, hesaplayıp bekleteceğiniz bir iddet hakkınız yoktur. Onları bir şeyler vererek memnun ediniz ve güzellikle boşayınız.

Talak 1: Ey peygamber! Kadınları boşayacağınız zaman iddetlerini gözeterek boşayın ve bekleme sürelerini iyice hesap edin. Rabbiniz Allah’a saygısızlıktan sakının. Apaçık bir hayâsızlık yapmış olmadıkça onları evlerinden çıkarmayın, kendileri de çıkmasınlar. Bunlar Allah’ın koyduğu sınırlardır. Kim Allah’ın koyduğu sınırları aşarsa aslında kendisine yazık etmiş olur. Bilemezsin ki; belki Allah bundan sonra yeni bir durum ortaya çıkarıverir.

Talak 2: Sürelerinin sonuna ulaştıklarında onları ya uygun biçimde tutun yahut onlardan uygun biçimde ayrılın; içinizden adaletli iki kişiyi şahit tutun ve şahitliği Allah için özenle yerine getirin. İşte Allah’a ve âhiret gününe inananlara öğütlenen budur. Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa ona Allah kendisine bir çıkış yolu gösterir.

Talak 4: Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlar ile âdet görmeyenler hakkında tereddüt ederseniz onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süreleri ise doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a saygısızlıktan sakınırsa Allah ona işinde bir kolaylık verir.

Talak 6: O kadınları, durumunuza uygun olarak kendi oturduğunuz yerde oturtun ve onların imkânlarını daraltmak yoluyla kendilerine zarar vermeye kalkışmayın. Eğer hamile iseler, doğum yapıncaya kadar nafakalarını karşılayın. Sizin hesabınıza (çocuğunuzu) emzirirlerse onlara karşılığını ödeyin ve aranızda güzelce konuşup anlaşın. Anlaşmakta zorlanırsanız bu durumda o erkeğin hesabına başka bir kadın emzirecektir.

Talak 7: Varlıklı olan varlığından harcasın, rızkı daralmış bulunan da Allah’ın kendisine verdiği kadarından harcasın. Allah kimseyi kendi verdiğinden fazlasıyla yükümlü tutmaz. Allah bir güçlüğün ardından bir kolaylık sağlayacaktır.

Kur’an’da, boşanma ile ilgili 20  ayet var. Hepsi de yukarıda yazılı.  İlgili ayetleri diyanetin sitesinden alıntı yaparak naklettim. Karı kocanın ayrılmasına ya da ayrılma ihtimaline ve sonrasına  yönelik  toru topu 20 ayeti, içerdiği konulara göre çeşitli başlıklar altında toplayıp gruplandırmak istiyorum ki daha iyi anlaşılabilsin.

1) Erkeğin hanımını nasıl ya da hangi şartlar altında boşayacağı ile ilgili ayetler:
Bunların sayısı 11 tane :
Bakara 226, 227, 230, 231, 232, 236, 237.
Ahzab 49.
Talak 1, 2, 4.

2) Kocası tarafından boşanan kadınların kısa süreli  akıbeti ve Allah’ın lütfunu içeren ayetler:
Bakara 228, 241, 242.
Nisa 130.
Talak 6, 7.

3) Evlilik dışındaki kişilerin müdahelesini gerektiren ayet:
Nisa  35

4) Kocası ile anlaşamayan kadına gönderilen ayet:
Nisa 128

5) Kadınların kocalarını boşayabileceği iddia edilen ayet:
Bakara  229.

Maddeler halinde yazdığım bu başlıkları ayrıntılı bir şekilde inceleyelim:

1) Erkeğin hanımını nasıl ya da hangi şartlar altında boşayacağı ile ilgili ayetler:
Bu ayetler, “Kadınları boşadığınızda,  boşadığınız kadınlar, kadınlarınızdan uzaklaşmaya…” diye devam eder ve erkeklerin kadınları boşarken ya da erkeklerin hanımlarından boşanmaya karar verdiklerinde yapmaları gereken şeyleri anlatan ayetlerdir. Bu ayetlerin içinde kadınların iddet süreleri,  kocalarının onlara ne kadar para vereceği, tekrar barışılıp barışılmayacağı ile ilgili hususlar vardır. Aslında bu başlık altında incelenmesi gereken Bakara 230 da, bir kadının kendisini 3 üncü kez boşayan adamla dördüncü defa evlenebilmesi için başka bir adamla evlenip boşanmasını gerektiren ayet de hiç yenilir yutulur bir şey değildir fakat bu ayete  derinlemesine girip asıl konudan uzaklaşmak istemiyorum. Sonuçta Bakara suresi 230 uncu ayet de erkeğin kendisinin yol açtığı yani kadının boşanmasını değil de erkeğin kadını  3 defa boşamasının bir sonucudur.

2) Kocası tarafından boşanan kadınların kısa süreli  akıbeti ve Allah’ın lütfunu içeren ayetler:
Bu başlık altında topladığım ayetlerde genel olarak boşanan kadınların hamile olma ihtimalleri ve bunu saklamamaları gerektiği,  bekleme süresi sonunda kocaları kendileri ile barışmak isterse kocalarının başkalarına göre bu kararı alma hususunda bir derece fazla hak sahibi oldukları, boşanmış kadınlara geçinebilecekleri bir miktar para verilmesi gerektiği, boşanan kadın ve erkeği Allah’ın nasıl rızıklandırıp  nasıl lütuflandıracağı,  boşanan ve hamile olan kadının çocuğu doğuruncaya kadar mağdur edilmemesi, çocuğun emzirmesinin nasıl olacağı, varlıklı erkeklerin boşadıkları hanımlara karşı parasal anlamda gerekeni yapmaları gibi hususlar ele alınmıştır. Bu ayetlerin de hiç birisinde boşanmak isteyen kadınların kocalarını boşayabileceğine ait bir ayet yoktur.

3) Evlilik dışındaki kişilerin müdahelesini gerektiren ayetler:
Bu başlık altına aldığım tek ayeti olduğu gibi okuyalım:

Nisa 35: "Eğer karı-kocanın aralarının açılmasından korkarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Düzeltmek isterlerse Allah aralarını bulur; şüphesiz Allah her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır."

4) Kocası ile anlaşamayan kadına gönderilen ayet:
Bu başlık altına altında alınabilecek tek ayet var o da  Nisa 128. O ayeti tekrar okuyalım:

Nisa 128: "Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden yahut yüz çevirmesinden endişe ederse aralarında bir uzlaşmaya varmalarında onlara günah yoktur ve sulh hayırlıdır. Nefisler de cimriliğe meyillidir. Eğer güzel davranır ve Allah’a itaatsizlikten sakınırsanız bilin ki Allah yaptıklarınızdan haberdardır."

Kocasının kötü muamelesinden veya ilgisizliğinden endişe eden kadına, adının Allah olduğuna inanılan İlâhtan göstertilen tek yol kocası ile aralarında sulh yapılması yani karşılıklı konuşarak evliliğin devamına ve güzelleşmesine yönelik teşebbüste bulunma hakkıdır. Bunu tekrar etmek istiyorum. Kocasının kötü muamelesinden ve ilgisizliğinden endişe duyan kadına göstertilen Kur’an’daki TEK YOL. KADININ KENDİ NİYETİYLE KENDİ KENDİNE YAPABİLECEĞİ TEK YOL BU AYETİN HÜKMÜDÜR. Biraz sonra kadının boşanmasına yönelik iddia edilen başka bir ayeti de paylaşacağım fakat  kocası ile arası iyi olmayan kadına, kadının özgür niyeti ve teşebbüsü yönünde tek bir hamle ya da girişim hakkı veren sadece ve sadece bu AYETTİR. Bu ayetle ilgili benim ve bir çok kişinin kafasını karıştıran bir diğer gariplik de “…aralarında bir uzlaşmaya varmalarında onlara günah yoktur…” ifadesidir. Nasıl yani, bir kadının, kötü niyetinden ve ilgisizliğinden ötürü kocası ile arasını düzeltmeye çalışma teşebbüsünün kötü ve fena bir tarafı mı var ki,  uzlaşmaya varmanın günah olmadığına ilişkin bir ifade kullanılmış. Bazı çevirilerde “…aralarında uzlaşmaya varmalarında sakınca yoktur…” kelimeleri kullanılmışsa da değişen bir şey yok, aynı anlama gelir. Bu ifadenin saçmalığını, dünya üzerindeki her insanın mantığının anlayabileceği düzlemde açıklayabilecek varsa lütfen yorum kısmına yazsın, ben şahsen çok merak ediyorum.

5) Kadınların kocalarını boşayabileceği iddia edilen ayet:
Bakara 229: "Boşama iki keredir. Her ikisinden sonra ya iyilikle evlilik içinde tutmak veya güzellikle serbest bırakmak gerekir. Allah’ın koyduğu kurallara uymamalarından korkmadığınız sürece onlara verdiğiniz mehirden hiçbir miktarı geri almanız sizin için helâl olmaz. Eğer Allah’ın kurallarına uymamalarından korkarsanız, kadının evlilikten kurtulmak için verdiği meblâğda taraflara bir vebal yoktur. Bunlar Allah’ın koyduğu kurallardır, bu sebeple onları çiğnemeyin. Her kim Allah’ın koyduğu kuralları çiğnerse işte onlar zalimlerin ta kendileridir."

Dini çevreler tarafından kadının dinen kocasından boşanabileceğine dair delil göstertilen bu ayeti başından sonuna kadar okumama rağmen, bir kadının, kocasının kötü davranışından dolayı veya ikisinin de uyuşamayıp anlaşamamak gibi nedenlerden dolayı boşanma talebinde bulunabileceğine  dair hiçbir şey okuyamadım. Aklımızla dalga mı geçiyorsunuz? Bu ayetten mantık kuralları çerçevesinde ne anlaşıldığını daha sade bir şekilde yazıyorum:

Karı kocanın geçinemediği gibi bir mana çıkartılabilen ya da kadının çıkarttığı huzursuz bir durumdan dolayı erkeğin boşanma ihtiyacı duyması gibi bir ayet var. Bu durumda bir erkek, karısının Allah’ın kurallarına  uyacağından emin olduğu  sürece karısına evlenirken verdiği mehiri hiçbir şekilde  almamalı ve onu yani hanımını verdiği mehirle serbest bırakmalı.  Ammmmaaaaa, eğer erkek, evli olduğu kadının Allah’ın kurallarına uymayacağını sezinlerse ya da böyle bir şeyden şüphelenirse  karısının koluna taktığı bilezikleri ya da parayı ya da bu paranın bir kısmını  elinden alıp kadını serbest bırakabilir. Ya da kadın, bazı sebeplerle evliliği bitirmek istiyor fakat kocasını boşayabileceği bir ayet, bir Allah emri olmadığı için huzursuzluk çıkartıyor. Erkek de karısının kendisinden ayrılmasına rıza göstertiyorsa yani izin veriyorsa ve “Benim hanım benim kanaatimce bana iyi bir eş değil. Allah’ın bir kadından istediği şekilde bana kadınlık etmiyor. Geçimsizin, huysuzun önde gideni…” diyorsa hanıma sesleniyor ve diyor ki “bak madem benden boşanmak istiyorsun o zaman bana şu kadar para ver, ben de seni boşayayım”.

Ben bu ayeti, sizlere daha anlaşılır şekilde  anlatayım.  Evli bir Müslüman erkeğinin evliliğinde problemler var. Karısının kendisinden ayrılmak istediğini sezinliyor ya da karısı bunu dile getiriyor. Erkek de anne babasının evine gidip bu durumu anlatıyor. Anne babası diyor ki adama “O mu seni boşamak istiyor oğlum, karın sana göre nasıl biri? Yani Allah’a yaraşır, kocasına yakışır akıllı uslu bir kadın mı?... Madem karın hakkında iyi düşüncelerin yok o zaman bırak gitsin evden, yaramaz.  Ama ona verdiğin o bilezikleri de kolunda bırakma, al elinden. Hem seni boşayacak hem de parasını alıp götürecek öyle mi? Yok öyle yağma…AL BİLEZİKLERİNİ GÖNDER GİTSİN”  Erkeğin ailesinin tutumu bu şekilde. Peki kadının ailesi, akrabaları ne diyor bu işe? Onlardan ses yok değil mi? Aslında ayette erkeğin anne ve babasından söz etmiyor fakat Müslümanların İlâhı olan Allah, bu ayete göre APAÇIK, OĞLAN EVİ ni temsil ediyor. Yani erkeğin tarafını temsil ediyor. Müslümanlar, “Allah taraf tutmaz” gibi bir ifadeyi kullanmaya tenezzül etmesinler. Ayeti okuduğunuz zaman çıkan mânâ bu. Allah bu ayette kadına seslenmiyor ki kardeşim! “Ey mümin kadın, kocanla geçinemiyorsan ona biraz para verip de ayrıl”  bile demiyor Allah. Niye desin dış kapının dış mandalına? Kadına seslenmeye tenezzülü bile yok Allah’ın, kadın kim?  Siz bu ayettekine benzer bir durumda erkek tarafı olsanız,  kendi tarafınız olan erkek ile karşı tarafı temsil eden kadınla ilgili nasıl konuşurdunuz? Nasıl tutum alırdınız? Bu durumu nasıl tarif edip dillendirirdiniz? Bu sorumu lütfen cevaplarken Bakara suresi 229 uncu ayeti tekrar okuyun. Ayeti okuyunca zaten kendinizi otomatikman Erkek tarafı gibi hissedeceksiniz.

İslâm Alimlerine göre bu ayetin nüzul sebebi:  (Rivayete göre, Abdullah Bin Übey Bin Selûl’ün kızı Cemîle, kocası Sabit Bin Kays ile problem yaşıyordu.. Hz. Peygambere gelip şöyle dedi: “Ben ve Sabitin başını hiçbir şey bir araya getiremiyor. (Onunla baş başa olamıyoruz.) Vallahi O’nu dininde ve ahlâkında ayıplamıyorum. Lakin, İslâmda iken küfre düşmekten korkuyorum, Ona buğzetmekten kendimi alamıyorum. Ben dışarıya baktığımda onu bir grup adamla beraber gördüm. Baktım ki, onların içinde en siyah, en kısa ve en çirkin olanı benim kocam.”  Bunun üzerine, Bakara suresi 229. ayet nazil oldu. Sabit’in mehir olarak verdiği bahçeyi, boşanma karşılığı olarak geri verdi.  Ayetteki hitap hâkimleredir, alma ve vermenin isnadı onlaradır. Çünkü onlar, kadın ve erkeğin müracaatı durumunda âmir konumundadırlar.  Hitabın eşlere olduğu, bundan sonrasının hâkimlere bırakıldığı da söylenmiştir.) Alıntıdır.

Eğer bu ayeti,  yukarıdaki gibi bir iniş sebebine bağlar isek, kadının sadece kocasını beğenmediği için veya lüzumsuz veya geçersiz bir sebep için kocasını boşaması durumunda geçerli olduğunu dile getirmek gerekir fakat böyle bile olsa, bu ayette kadına hitap yoktur. İddiaya göre, hakemlere yani erkekle kadının akıbetini belirleyecek olan hakimlere hitap vardır. Yani bu rivayete göre yine kadın, kocasını  erkeğin kadını boşayabildiği gibi bir boşama hakkına sahip değildir. Dahası, adının Allah olduğuna inanılan İlâh, her ne kadar Kur’an’ı, anlaşılsın diye gönderildiğini iddia etmişse de,  eğer bu ayetin yorumu ve anlamlandırılması, iniş sebebinin rivayetinde geçen durumla eşleştiriliyorsa, bu ayeti, “kullarım anlayamasın, kafa patlatıp bir birleri ile didişsinler” diye göndermiş. Kur’an, adının Allah olduğuna inanılan bir İlâhtan gönderilen kutsal bir kitaptır ve kıyamete kadar bir tek harfinin bile değişmeden korunacağına inanılır. Bu hassasiyette bir kitabın, geçmişten bu zamana bir harfinin bile değişmeden gelip gelmediğinden emin olunmayan bir insan yazması rivayet tarafından yorumlanması ve “tamam, bu ayetin anlaşılması bu şekilde olur” denmesi zaten mantıksızdır.

Peki bir Müslüman kadını, eşinin kötü davranışından veya kendisine olan ilgisizliğinden şikâyet ederse hangi ayete başvurulur? Tabi ki de Nisa Suresi 128 inci ayet. Çünkü ayette apaçık şekilde yazıyor  “Eğer bir kadın kocasının kötü muamelesinden yahut yüz çevirmesinden endişe ederse…”  diye gidiyor cümle ve çözümü, kadının kocası ile sulh yapmasıdır yani boşanma moşanma yok kardeşim. Neden yok? Nedeni şudur: Borç ile ilgili bir şahitlik durumunda bir erkeğe karşılık iki kadının şahitliğinin geçerli olduğunu biliyorsunuz. Borç-senet gibi işler, insanın daha çok zekâsına hitap eden işlerdir. Allah katında kadın, takva olarak yani Allah’ı anmak, iman etmek ve ibadet etmek gibi işlerle Allah katında çok güzel yerlere gelebilir. Allah’tan övgüler alabilir ama İslâm dininde kadın, zekâ unsuru olarak görünmeyen ve hatta  zekâsı ile var olmayan bir canlıdır.

Nisa suresi 128 inci ayete göre bir kadın kocasının kötü davranışından ya da ilgisizliğinden endişe ederse kocası ile anlaşmak yoluna yani konuşmak yoluna gitmelidir çünkü kadın bu durumu doğru olarak sezinlememiş olabilir. Yanılmıştır çünkü zekâsı, aklı, bu tür durumları algılayıp karar verecek yapıda değildir. Diğer boşanma ayetlerinde de ipler tamamen erkeğin elindedir. Kadının boşanabileceği ayet olarak göstertilen Bakara 229 uncu ayette ise kadının boşanması gerektiğine ya da evden gitmesi gerektiğine ya da kadının evden gitme isteğinin doğru bir istek olup olmamasına karar veren yine erkektir, erkeğin aklıdır. Çünkü kadın, kocasından hangi sebeple olursa olsun, boşanma isteğini dile getirirse bunu erkeğin düşünmesi, erkeğin karar vermesi ve verdiği bu karar doğrultusunda da Bakara 229 u okuyup ilgili yolu takip etmesi ve ondan sonra ancak hanımına “gitmek istiyorsan benim için de uygundur gidebilirsin” demesi gerekir. Kadının aklı her şeye yetmez.

Zavallı Müslüman kadınları……

Bir çok Müslüman kadını ve erkeği, yıllarca bu konuya kafa patlattı. Çünkü burada bir haksızlık vardı. Türkiye gibi modern kanunların olduğu ve kadınların da insandan sayıldığı ya da insandan sayılmasına gerek duyulduğu bir ülkenin dininin kutsal kitabında,  kadının kocasını boşayabileceği bir ayet neden yoktu? Ellerindeki tek ayet Nisa 128 inci ayetti yani kadının kocası ile anlaşmasını gerektiren ayet. Aradılar taradılar, araştırdılar, sulh ettiler, eski kitapları karıştırdılar ve O DA NESİ!  AHANDA BULDUK!  İŞTE KADININ KOCASINI BOŞAYABİLECEĞİ AYET!  DEMEK Kİ BİR KADIN FİDYE VEREREK KOCASINI BOŞAYABİLİYOR. OLEY OLEY  OLEY… İŞTE CEVAP! BAKARA SURESİ 229 UNCU AYETTE YAZIYORMUŞ, BİZ NEDEN ŞİMDİYE KADAR O AYETİ GÖREMEDİK YAHU! BULDUK BULDUK O AYETİ, YAŞASINNNNN!

Yani bazı dini çevreler şu an, kadının dinen kocasını istediği zaman ya da gerekli nedenler ileri sürerek boşayabileceğine dair kanıt olarak benim yukarda didik didik etmeme rağmen  kadının boşanma talebi ile hiç ilgi ve alakasının olmadığı Bakara suresi 229 uncu ayeti delil olarak göstertiyorlar. Demek, karısıyla yetinmeyip komşusunun  kızını taciz eden, yetmeyip sokakta birilerini bıçaklamaya çalışan kocayı bırakması için karısının  o mahlûkata para vermesi lâzım…  Babababababak sen. Bak sen! Adının Allah olduğuna inanılan Yüce İlâhın kadın kuluna verdiği değere bak sen, gözlerim yaşardı. E kadın parayı bulamazsa?  Evlenirken mehir almamış ise ya da aldığı mehiri gerekli bazı nedenlerle harcamış ya da kocası elinden almış ise?  Eğer kocasına boşanmak için vereceği fidyeyi bulamazsa İslâm fıkıhına göre birileri yardımda bulunur. Yani kadına sadaka verir, kadın da o sadakayı, boşanma fidyesi olarak kocasına verir. Ne kadar ilâhi ve ne kadar adaletli bir yöntem! Üstelik kadının kocası çok kötü ve fena bir adam ise kadın bu durumda, Nisa 128 e göre hareket edip kocası ile sulh mu yapmalı yoksa ıvır zıvır, önemli olmayan bir konu için kocasından ayrılmaya karar verip kocası  ya da Hakem heyeti, Bakara 229 u mu uygulamalı? Şu garipliğe bakar mısın? Hadi bu garipliği vurgulayalım.

  • Kocanın kötü davranışından ya da ilgisizliğinden endişe edersen kocanla aranı düzelt, sulh yap. (Mesela kocan seni dövüyorsa, sürekli küfür ediyorsa, alay edip aşağılıyorsa,…sulh yap SULH, Seni döven, seni aşağılayan adamla evli kal.)
  • Rivayette anlatıldığı gibi kocanı beğenmiyorsan ya da eften püften bir sebeple kocanla beraber olmak istemiyorsan ya da kocan ya da hakimler, böyle bir şey sezinlemişlerse onların kararı sonucu  kocana para ver, evden ayrıl.

Gelelim İslâm dininde kadının boşanma hakkı ile ilgili diğer iddialara ve bu zamana kadar kadınların boşanma hususu ile ilgili dile getirilen ifadelere.  Diğer Müslüman halkların bu konudaki düşüncelerini bilmiyorum fakat bir Türk kadını olarak kendi ülkemdeki  İslâm yorumcularının kadının boşanma talebi ile ilgili düşüncelerini ve dini fetvalarını yıllarca dinliyorum, izliyorum. Eskiden beri bu konuda bu zamana kadar gelen  ve halen bir çok Kur’an yorumcusu tarafından kabul edilen düşünce şudur:

“Kadınlar çok duygusal varlıklardır.  Ufak tefek gönül kırgınlıklarından dolayı ya da aile içinde olabilecek her problemde problemi çözmek yerine duygusal özelliklerinden doğan bir durumun sonucu olarak çok fevri davranabilirler  ve hemen boşanmak isteyebilirler.  Evlilik hayatı, İslâmiyet dininde çok önemlidir. Allah, bu kadar önemli bir kurumun bitirilmesinin kararını tabi ki de erkeğe göre çok fevri davranma yapısına sahip olan kadına veremezdi.  Bu yüzden Kur’an’da, kadının kocasını boşayabileceği bir ayet yoktur. Yani Allah, kadına bu izni vermemiştir.”

Bunları söyleyen ve dile getiren Müslüman beyler ve Müslüman hanımlar sözlerine  şu şekilde devam ederler:

"Fakat İslâm hukukunda genel olarak bir kadın eğer ileride kocası ile bir problem yaşar da boşanmak isterse evlenirken boşanma hakkını evleneceği adamdan alabilir. Bu uygulama, geçmiş dönemlerde de falanca falanca kişiler tarafından uygulanmıştır İslâm dinine uygundur. Bir hanım evlenirken evleneceği adamdan ileride boşanma hakkını ister. Adam da bu hakkı ona verirse evlenirler ve ileride evliliklerinde bir problem yaşanırsa kadın bu hakka istinaden kocasını boşayabilir.”

Kadının hakkına bakar mısınız? “HAK”. Hak nedir? İslâm dinine göre hemen cevaplayalım.  Erkek, erkek olması hasebi ile doğuştan her konuda haklıdır. Kadın ise kocasının kendisine vereceği hak kadar hakka sahiptir. Peki ya kocası ona bu hakkı vermiyorsa? Kadın, ailesinin zoru ile istemediği bir adamla evlendiriliyorsa? Kadın cahil bırakılmışsa ve böyle bir hakkın evlenme sırasında alınacağından haberi yoksa? Böyle bir hak istediğinde o an, babasından ya da eş adayından yanağına bir tokat yiyeceğinden eminse? Sevdiği adama aşık olduğu için evlenirken ileride onunla asla boşanmayacağı ve ömür boyu evli kalacağı hayalleri kuran saf bir kadın ise ve bundan dolayı böyle bir hak istemeyi aklından geçirmemiş ise?

Bu boşanma hakkı ile ilgili en önemli soruyu soralım:
  • Madem Allah, kadının duygusal ve fevri davranışlarından dolayı kadına boşanma hakkı vermemiş, siz kim oluyorsunuz da Allah’ın kurallarını çiğneyip kadına bu hakkı veriyorsunuz? Hani kadın fevri davranışlara sahipti? Niye o zaman kadına böyle bir boşanma hakkını tanıyorsunuz?

Görüldüğü üzere İslâm Alimleri bile kadının gerektiğinde kocasından boşanması gerektiğinin farkında oldukları için Kur’an’da yazmamış olmasına rağmen kadına böyle bir hak vermeyi uygun görmüşler tabi buna hak denilirse. Medeni kanunlarda, kadınlar doğuştan itibaren her türlü hakka sahiptirler fakat İslâm dininde, sadece İslâm Alimlerinin verdiği bir kararla kadına boşanma hakkını isterse kocası yani evlenmekte olduğu adam verebilir. Arap geleneklerine de uygundur.

Benim en çok içimi acıtan  durum ise kendi ülkemizin Kur’an yorumcularının senelerdir bu düşünceyi yani kadının fevri davranışlarından dolayı evlilik müessesesini erkeğe göre daha çabuk bitirebilecek bir yapıda olması nedeni ile Allah’ın kadına kocasını boşama hakkını vermemiş olduğunu yıllardır haykırmalarıdır.  Mesela bizim ülkemizin Türk kadını tam da bu yapıdadır. Hemen kocasından boşanmaya kalkar. Mesela annelerimiz, anneannelerimiz döneminin o asil, o fedakâr diye tarif edilen eşsiz kadınları, yani ne olursa olsun kocasının her türlü kahrını çeken, “kol kırılır, yen içinde kalır” atasözünün de hakkını vererek, evde hangi sıkıntıyı çekerse çeksin gözyaşını yastığına akıtan veya genç yaşta dul kalmasına rağmen, “çocuklarım üvey baba görmesin” düşüncesi ile iş hayatına atılıp çocuklarını evlendirinceye kadar ikinci bir kocaya tövbe diyen asil kadınlarımız GAVUR KADINI dimi?  Bu ülkenin vatandaşı olan  ve aynı zamanda adının altında İlâhiyat Profesörü yazan ……….lar,  televizyon ekranlarına çıkıp da “kadınlar fevri karar verecek bir yapıda olduğu için Allah, onlara kocalarını boşama hakkı vermemiştir”  konuşması yapıyor ya! GÖZÜNÜZE DİZİNİZE DURSUN BU ÜLKENİN KADINLARININ  BU ZAMANA KADAR  SİZ ERKEK MİLLETİ İÇİN ÇEKTİĞİ KAHIR, YAPTIĞI FEDAZARARLIK! UTANMIYORSUNUZ  HİÇ, NANKÖR HERİFLER! Çapkınlıktan evini barkını unutan, bir gecelik kadınları barlarda lüks restorantlarda gezdirip “aşkım, cicim, hayatım” diye pofpoflarken  evde kendi yaşlı annesinin babasının altından alan karısına “sıçtığım, soktuğum, ananı avradını…” diye küfreden kocaya kadınlık yapıp “kaderim böyleymiş, sabretmeli” diyen  ve  sayıları hiç de az olmayan O  MUKADDES KADINLARIN   b…..na  kurban olun siz.  Demek Türk kadını, boşanma sırasında fevri davranabilir. Adı Allah OLMAYAN  benim İlâhım benim Tanrım  sizi bildiği gibi yapsın. Rahmetli anneannem günde beş vakit namaz kılardı ve oturduğu her namazda dua ederdi. Etrafına yaptığı iyiliklerin de haddi hesabı yoktu. Dedemin o kadar kahrını çekti ki! Sonunda çekecek takati  kalmadı, öte dünyaya iki gözü de açık gitti kadıncağız.

ÇOK ŞÜKÜR ŞİMDİKİ NESLİN GENÇ KADINLARI ARTIK GÖZÜNÜ AÇTI. ANNELERİNİN ANNEANNELERİNİN ÇEKTİKLERİNİ SİNDİRE SİNDİRE DERS ETTİLER KENDİLERİNE, KULAKLARINA KÜPE YAPTILAR.  MUTLULUKLARINA, KADINLIK ONURLARINA KISACASI KENDİLERİNE SAHİP ÇIKMAYI ÖĞRENDİLER. YAVAŞ YAVAŞ BU ARAP KAKALAMASI DİNİ DE SORGULAMAYA BAŞLADILAR.

Bütün bu sorgulamalara ve her şeye rağmen, bizim akıllı Profesörlerimiz ve İslâm araştırmacılarımız, gelişen dünya ve Türk insanının gelişen bilincini de göz önüne alarak artık daha akıllı davranıp daha akıllı yorumlar yapıyorlar. Ne yapsınlar, başka çare kalmadı.

İslâm dinine yönelik akıllı boşanma fetvası: “Türkiye’deki boşanmaya yönelik yasalarımız,  Kur’an’a uygundur. Kadınlarımız ve erkeklerimiz, boşanma sürecinde Türk medeni kanununun öngördüğü kurallar çerçevesinde boşanma süreçlerini yürütebilirler, dinen caizdir.”

YALANINIZI SEVSİNLER SİZİN? GÜLEYİM DE BOŞA GİTMESİN BARİ! :D
Türk medeni kanununun boşanma ile ilgili hükümlerinin hangisi Kur’an’ın boşanma kurallarına uygunmuş ki? Medeni kanunun içinde bir adam aynı kadını üçüncü kez boşayınca yine aynı kadınla evlenmesi için kadının başka bir adamla evlenip boşanmasını emreden bir yasa düzenlemesi var mı? Merak ettim şimdi. Hani dini bir kuralın Allah katında doğru olup olmadığının ya da geçmiş dönemlerden gelen uygulamaların ve hatta hadislerin bile dinen doğru olup olmadığının tespiti için Kur’an’daki  ayetlerle kıyas edilip sağlaması yapılır ya! Hadi siz de yukarıdaki boşanma ayetleri ile Türk medeni kanununun boşanma ile ilgili bütün düzenlemelerini vuruşturun, sağlamasını yapın, bakalım  hangileri uygun? Ha şimdi,  uygun olanlarını bulabilirsiniz ve o uygun olanlarını bangır bangır bağırarark söyleyebilirsiniz peki ya uygun olmayanlar? Onları da dile getirir misiniz? Onları da bangır bangır bağırarak söyler misiniz? Sayın İslâm savunucuları, sizler dinen günahkârsınız. Adının Allah olduğuna inanılan İlâhın  ayetlerini saklamaya, üzerini örtmeye ve hükümlerini etkisiz hale getirmeye çalışıyorsunuz. Öte dünyada Allah’a nasıl hesap verecesiniz? Yoksa hesap vermeyeceğinize mi inanıyorsunuz? Yoksa sizler de bizler gibi dinsizsiniz de, mesleğinizi ve itibarınızı kaybetmemek için dindar gibi mi  davranıyorsunuz?

Kusura bakmayın lütfen! Çok sert ve biraz da alaylı bir yazı oldu. Yakın çevresinin  kadınları,  erkeklerin verdiği sıkıntıyla uğraşaduran  ve bazıları da bu çileyi çekerken erkenden öte tarafa göçüp gitmiş bir kadın olarak ve biraz da depreşen anıların verdiği duygular  ile sinirlerim bozuldu.

TEVBE SURESİ 5.AYET

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Tevbe suresi, Tevbe suresi 5.ayet, Zorla Müslüman, Müslümanlığa zorlamak, Namaz kılıp zekat verme şartı, Zorla İslamiyetin kabul ettirilişi, İslamiyetin yayılışı,

TEVBE SURESİ 5.AYET

Tevbe Suresi 5. Ayet: Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.

Bu ayetle ilgili genel olarak İslâm’ın yayıldığı yıllarda Allah’a ortak koşanlarla savaş halinde olunduğu ve her savaşta olduğu gibi Allah’a ortak koşanların öldürülmesinin ve yakalanıp hapsedilmesinin gerekli olduğu söyleniyor. Bu emrin normal olduğunu iddia edenler zaten İslâm’ın sadece savunma savaşı yaparak ya da iyilik gösterisi yaparak yayılmadığını biliyorlar. Arap yarımadasındaki bir çok kavime savaş açılmıştır. Bu savaşlar sonrasında insanlar Müslüman olmak zorunda kalmışlardır. Ayeti bir kez daha okuyalım.

Tevbe Suresi 5. Ayet: Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın. Şüphesiz Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.


Ayetteki kırmızı yazılı cümleyi birkaç kez okuyun ve lütfen iyi anlayın. Elinizde Kur’an-ı Kerim’in Türkçe meali varsa, mutlaka içinde Fihrist de vardır, münafıkların olduğu onlarca ayeti bulun ve okuyun.  Kâfirlerin bir kısmı inanmadıklarını açıkça söylerler fakat bir kısmı ise inanmadıkları halde “inandık” derler. Hem kâfirler (yani Müslüman olmayan dinsizler) hem de münâfıklar  Allah indinde aynıdır. Hatta münafıklar Kâfirlere oranla daha günahkâr ve daha fenadırlar.

Birileri tepenize kılıç indirecek ya da canınızı alacak ve size diyecek ki  “ya Müslüman ol, ya da kellen gider”. Ne yaparsınız? Müslüman olmak istemiyorsanız dahi can korkusundan “Müslüman olmak istiyorum” ya da “Müslüman oldum” dersiniz. İşin namaz kılma  ve zekât verme bölümünde sıkıntı olmayacaktır. Zaten yenilmişsiniz, karşı koyacak gücünüz yok.  Canınızın derdindeyseniz eğer bundan sonra yapacaklarınız belli. Müslümanlar gibi camiye gidip günde beş vakit namaz kılacak ya da namaz kılıyor gibi yapacaksınız.  Oruç ayında oruç tutuyormuş gibi yapacaksınız. Kendinizden başka hiç kimsenin de sizin “Müslüman’ım” diye yalan söylediğinizi bilmesine gerek yok. Fakat yine de Kur’an’ın yazarı, her türlü zorlamanın ardından bu kez zorla Müslüman yapılanların can korkusuyla mecburiyetten dolayı Müslüman olmuş gibi görünebileceğini hesaba katmış ki bu  durumdaki insanlar konusunda da dikkatli olmak için ayetler göndermiş. Yani münafıklarla ilgili ayetlerden bahsediyoruz. Münafıkların öte dünyada ne kadar büyük bir azap çekeceği iyice anlaşılıncaya kadar ayetlere yerleştirilmiş ve hakiki Müslümanlar münafıklar konusunda uyarılmış. Ve ayrıca münafıkların uyarıldıkları ve korkutuldukları ayetler dolayısıyla da  münafık olarak yaşayanların da gözü korkutulmak istenmiş olmalı ki gerçek anlamda Müslüman olmaya meyletsinler diye. Yani işin azı uzu, bir yerde İslâm’ın kılıcı varsa orada canınızı korumak için mutlaka ve mutlaka Müslüman olmanız gerek ve hatta imanınız bunun için yeterli değilse ve İslâm’ı kabul etmediğiniz halde kabul etmiş gibi davranacaksanız da buna çok dikkat etmeniz gerek. Zaten ille de Allah sevgisiyle ya da İslâm’ın çok iyi bir din olduğunu anlamak gibi nedenlerle Müslüman olmak gerekmiyor. Gerektiğinde de kılıç zoru ile. “Gerçi dinde zorlama yoktur” diye bilinir emmmmeeee, işte eyle….

Kâfirun 6
لَكُمْ دِينُكُمْ وَلِىَ دِينِ
Le kum dinikum veliye din
(Senin dinin sana benim dinim bana)

Yazıyı bitirirken gerekli soruyu sorayım:
İslâm şekil dinimidir yoksa samimiyet ve içsel bir inanç dini midir?
Seçenek için samimiyet ve içsel bir inanç dinidir diyorsanız eğer Tevbe Suresi 5 inci ayeti tekrar okuyun. CAN KORKUSU İLE TEVBE EDİLİR Mİ?

İSLAM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR 2

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, İslamiyet ve Kur'an hakkında sorular, KTZ, Kur'an'daki çelişkiler, Kur'an'ın yaratıcısı, Müslümanlara sorular, İslam'da sanat, İslam'da doğa, Kur'an'da neden düzen yok?, Müslüman olmayanlar, İSLAM’A VE KUR’AN’A YÖNELİK BAZI SORULAR 2

İslâm dininde yani Kur’an’ı Kerim’de, cinsiyet eşitliği var mıdır? Yok ise neden yoktur? Yıllardır her toplumda ezilen ve hala da ezilmeye devam eden kadınları daha çok ilgilendiren cinsiyet eşitliğinin Allah indinde sakıncası nedir?

Ağaçlar, dünyanın ve dünyada yaşayan bütün canlılığın akciğeridir. İslâm dininde bilimsel olduğu söylenen ayetlerin yanı sıra ağacın öneminden, korunmasından ve ağaca verilmesi gereken önemden bahseder mi?

Dünya milletlerinin uzun yıllardır ve halen kanayan yarası olan “çocuk işçiler sorunu”… Yani küçük yaştaki çocukların, para  amaçlı sömürülmelerini yasaklayan bir Kur’an  ayeti var mı? Çocuk hakları konusunda Kur’an ne der?

Kur’an’da, tembellik nedeni ile yani çalışmak istemediği için insanların  yufka yüreklerini istismar ederek  para kazanmaya çalışmakla yani keyfi  dilencilik yapmak isteyen uyanıklarla ilgili bir ayet var mı?

Başkalarına zararı olmayan durumların dinen yasak olmasının mantıksal izahı nedir? Meselâ eşcinsellik, iki kişinin özelinde olup biten bir şey olduğu halde ve eşcinsel insanlar genel olarak sapık ya da kötü insan kategorisinde olmadığı halde(bir kimsenin eşcinsel olması, etraftaki kişilere sarkacağı ya da birilerine kötülük yapacağı anlamına gelmez) neden günahtır?

İslâm’ın Tanrısı Allah,  insanoğluna  çocukları arasında ayırım yapmayan bir ebeveynin evlatlarına duyduğu eşit  sevgi  ve eşitlikçi bir din yerine neden “beni seven, beni pofpoflayan, benim sözümden çıkmayan evladım benden, öteki evlatlarım evlat bile değil yerin dibine batsın geberesiceler” zihniyetiyle  ve karşılık için çocuklarına değer veren bir ebeveyn zihniyetine uygun bir düzen ve din göndermiştir?


İslâm dininde Sanat icra etmek ve Sanat eserine değer vermek ile ilgili durum nedir? Kur’an’da bu durum ile ilgili ayet ya da müminlere tavsiyeler var mıdır? (Kutsal bir kitapta her şeyden bahsedilmesi tabi ki de düşünülemez fakat  kendini Müslüman olarak tarif eden İslâmî toplumlar yüzyıllar boyunca günahtır diye Sanat düşmanlığı yapıyorsa bu durumun çözümünün de Kur’an içinde olması gerekir. Geleceği gören Allah, mutlaka görmüş olmalı bu günleri. Çünkü  bir çok kulunu, sanat icra etmeye yatkın olarak yaratmış.)

Kâinatı, insan denen muhteşem dengedeki canlıyı ve dahasını mükemmel bir titizlikle yaratan Allah’ın gönderdiği Kutsal kitabın içinde neden mükemmel bir titizlik ve mükemmel bir düzen yok?
Kur’an’da, kalp denilen organdan sürekli bahsedilmesine ve beynin de işlevlerinin sanki kalp organındaymış gibi işlenmesine rağmen vücudun en önemli organı olan ve bir dini anlamak ve idrak etmek aşamasında insan vücudunun en gerekli ve tek organı olan beyin ile ilgili bir bilgi neden yoktur?

Dünya insanlarının çok  önem verdiği ve çok gerekli olan bir konu da doğum kontrol yani Aile planlaması. Kur’an’da bu konuya yönelik bir bilgi var mı? Yok ise neden yok? Açlığın hüküm sürdüğü bir bölgede, açlıktan ölen çocuklarını toprağa gömerken sırf Allah öyle istedi diye ha bire çocuk doğurmaya devam eden Müslüman kadınına yaptığının yanlış olduğunu anlatırken Kur’an’ın hangi ayetinden örnek vereceksiniz? Nasıl ikna edeceksiniz?

Kur’an’da, Müslüman olmayan insanları sevmek,  onlarla dost olup güzel ilişkiler geliştirmek ya da onların güzel yanlarını  fark etmek, gerektiğinde onları örnek almak, takdir etmek  ile ilgili ayetler ya da tavsiyeler var mıdır? Yoksa neden yoktur? (Örnek alınan, yaptıkları hoşa giden yabancı Bilim adamları, dinciler tarafından kötülenince sormak gereği duyuyor insan)

Kur’an’da yeniliklere açık olmak ve insanların hayata kattıkları yeniliklere uyumlanmak, ayak uydurmak ile ilgili ayetler ve tavsiyeler var mıdır? (Kusura bakmasın kimse, İslâm ülkelerinin şu anki içinde bulunduğu geri kalmışlığı görünce sorası geliyor insanın)

DİYANETİN DEV BÜTÇESİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Diyanet'in dev bütçesi, Diyanet'in bütçesi, Diyanete giden para, Diyanet işleri gerekli mi?, Diyanet işleri neden var?

DİYANETİN DEV BÜTÇESİ


Yaşadığımız ülkede, vatandaşın cebinden toplanan vergilerle hazinede biriken paralar en fazla hangi bakanlığa aktarılıyor, bilmeyen yok her halde, tabi ki de Diyanet İşleri Başkanlığına. Bu bütçe konusunda kesin bir rakam vermeye gerek yok çünkü sürekli olarak değişiyor ama değişmeyen şey, cebimizden vergi olarak alınan paraların çoğunluğunun Diyanete ayrıldığı gerçeği.

Din görevlileri ne kadar maaş alıyor? Diyanet’e devlet tarafından yani vatandaşlardan toplanan vergiler tarafından aktarılan paralarla bu kadar önem arz edecek neler yapılıyor?  Diyanete bu kadar para ayrılması, bizim ülkemize nasıl yararlar sağladı?
  • Marsa araç mı gönderdik?
  • Uzay istasyonu mu kurduk? 
  • Fakirliği bitirdik mi? 
  • İşsizliği çözdük mü?
  • Asgari ücreti, refah seviyesine yükseltip, işçinin cebinden çıkan vergiyi mi kaldırdık?
  • Tecavüzleri, kadın cinayetlerini durdurduk mu? 
  • Çocuk istismarına, kalıcı ve kesin çözümler mi ürettik?
  • Yolsuzlukların önüne mi geçtik?
  • Kamu personeli sınavlarından yüksek puan alan gençlerimizi, haksızlığa uğratmadan hak ettikleri  görevlere mi atadık? 
  • Teknoloji üretip dünyaya mı satıyoruz? 
  • Kendi silahlarımızı, kendi uçaklarımızı mı üretiyoruz?  
  • Uyuşturucu kullanımını sıfıra indirip uyuşturucudan para kazananları etkisiz hale mi getirdik? 
  • Yediğimiz gıdaların tamamını ülkemizde mi üretiyoruz?
  • Muhteşem verimli topraklarımızın kıymetini bilip Tarım alanında dünyanın sayılı ülkelerinin arasına mı katıldık? 
  • Çocuklarımıza yedirdiğimiz başta bakliyat ürünleri olmak üzere pakete girmiş bütün yiyeceklerin GDO larını ve katkı maddelerini yok mu ettik?
  • Akaryakıt fiyatlarını mı düşürdük?
  • Temiz çevre bilinci mi oluşturduk?
  • Tabiata daha duyarlı hale gelip, daha mı az ağaç katlettik ya da yüzbinlerce fidan mı diktik?
  •  Hayvanlara eziyet eden insanların hepsini eğitip canlılara saygı duymalarını mı öğrettik? 
  • Türkiye’nin en büyük bütçesine sahip olan Diyanet İşleri Başkanlığı, aldığı bu kadar büyük meblağda para ile bizim ülkemize nasıl katkılar sağladı?

Bazılarının sesini duyar gibiyim… Yukarıda sayılanların çoğunluğu farklı bakanlıkları ilgilendiriyor, dinle ne alakası var? Dinle alakası yok ise ülkemizde bu kadar sorun varken bu kadar devasa para neden Diyanet işlerine yatırılıyor? Yoksa devletin verdiği paralar Öte aleme mi aktarılıyor? Yeni sorulara geçelim:

Ülkemizin Müslüman halkının kaçta kaçı, dini bir soruda cevap aramak için sosyal medyayı veya beğenip takip ettiği İlâhiyatçıyı tercih etmek yerine cami hocasına ya da Diyanet işlerine soru sormayı tercih ediyor?

Diyanet işlerinde çalışan onca insan, neye hizmet ediyor?
İnsanların Kur’an kursu öğretmenleri yardımı ile öğrendikleri Kur’an’ın Arapça okunuşu, Müslüman’a ne kazandırıyor?

Bir çok bölgede, devletten maaş alan cami imamı, caminin temizliğini bile mahalle kadınlarına yaptırıyor ve günde beş vakit namaz kıldırarak  her ay düzenli  güzel bir maaş alıyor (Caminin temizliğini yapan kadınların bir çoğunun kendisinin ya da kocasının aldığı maaş, imamın maaşından daha az). Sadece bu iş karşılığında alınan maaşın dinen izahı, haramı helali  nedir?

Dini yönetimin ya da dindar zihniyette yönetimin bir ülkeye faydası nedir? Dindar zihniyeti ile yönetilen ve halkının memnun olduğu, ülke olarak bütün sorunlarının çözülmüş olduğu ve bu hususta dünyaya örnek olabilecek bir İslâm ülkesi var mı? Var ise hangisi?

Ülkemizin bir çok bölgesinde eğitim veren okullar, adeta velilerden dilenci gibi para dilenirken, ölüm tehdidi altında bazı mağdur kadınlarımız ekonomik sıkıntıyla başlarını sokacak korunaklı yerler ararken,  ailesinin maddi imkânsızlıkları nedeni ile bazı çocuklarımız  okul dışında dersine çalışmak yerine çalışma hayatına girerek aile bütçesine katkıda bulunmak için ter dökmek zorunda kalırken,  camilerin içinde vatandaşların bağışta bulunduğu ve bir çoğu, iyi paralarla satın alınıp hibe edilmiş olan gıcır gıcır halılar, ihtiyaç fazlası olarak üst üste ya da kıvrım kıvrım rulo şeklinde  camilerin içinde uyku çekiyor. Dindar  vatandaşlarımız bu konuda ne düşünüyor? Diyanetin bu garip durum ile ilgili bir çözüm önerisi ya da fetvaları var mı?

AKILLI TANRIMIN BİLİMSEL AYETLERİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Kur'an ve bilim, Bilim ve din, İslamiyet ve bilim, İslam ve bilim, Bilimle çelişen ayetler, AKILLI TANRIMIN BİLİMSEL AYETLERİ

Kur’an’da var olan ve bilimsel bilgiler içerdiği düşünülen ayetler, internet hayatının insan yaşamına iyice entegre olması ile birlikte özellikle son 10  yıldır adeta dinsizler ile dindarlar arasında sürüp giden bir kargaşaya bir anlaşmazlığa, soru-cevap yarışına dönmeye başladı.  Bu kargaşa içinde yaşanan soruları, iddiaları ve cevapları genel hatları ile şöyle bir gözden geçirelim:
  • Allah, dünyayı 6 günde mi yarattı 2 günde mi yarattı? Hangi ayet doğru?
  • Falanca ayete göre yer 2 günde, geriye kalanlar 4  günde yaratılıyor, toplayınca 6 gün ediyor?
  • Dünyanın altı günde yaratılması mümkün mü?
  • Kardeşim, falanca ayette yaratılma kelimesi kullanılmıyor yani bir şeyler zaten oluşmuş, yaratılmış ve bu dört gün altı gün mevzusu, asıl yaratılıştan sonraki dönemleri anlatıyor. Aslında gök-yer yaratılmış, bakterilerin yani ilk bitki ve yaşamların tohumlarının ortaya çıkması 4 gün sürmüş………..
  • Durum, bu kardeşimizin anlattığı gibi değildir, gün derken “devre” demek istiyor, “6 değişik devrede” demek istiyor aslında…….
  • Dünyanın 6 günde yaratılmış olması, bizim 6 günümüz değildir. Zaten dünyanın ilk yaratılış esnasında dünyanın kendi ekseni etrafındaki dönüşü gibi döngüsel anlamda bir gün kavramı yoktur. Bu yüzden falanca ayete müracaat edersek eğer Allah katında bir gün 50000 yıla tekamül ediyor, çarp bunu 6 ile eder mi 300000 yıl.
  • E filanca ayette de “…Rabbinin nezdinde bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir…” yazıyor. Bu bilgiye göre çarpma işlemini yaparsak eğer 6000 yıl çıkıyor hangisi doğru?
  • Nahl suresi 79.uncu ayette kuşları havada Allah’ın tuttuğundan bahsediyor, bu saçma değil mi?
  • Kardeşim, kuşu havada tutan Allah’ın yarattığı bilimsel yasalardır. Kuş, bu bilimsel ve evrensel yasaları kullanarak havada kalabiliyor bu yüzden kuşu havada tutan yine Allah olmuş oluyor.
  • ………………………………………


Bu örnekler devam eder gider. Verilen cevaplardan anlaşıldığı kadarı ile  İslâm’ın İlâhı olan Allah, bazı ayetleri nedense sadece ve sadece bin yıl öncesinin aylayabileceği bir mânâ  ile göndermiş.  Bu devirdeki  insanın beyin yapısına da hitap edecek şekilde tarif edebilmeyi, yazdırabilmeyi akıl edememiş.

Ey İslâm’ın Tanrısı olan Allah, insanlar şu yüzyılda, ilimle bilimle uğraşıp, süper devletler  olma yolunda ilerlerken kendi bireylerini de statüsü yüksek, saygıya ve övgüye lâyık ve her biri değerli birer insan olarak görüp dünyaya da aynı değerde kendini ve vatandaşlarını tanıtırken ve kabul ettirirken, senin dinini yaşayanlar, gönderdiğin ayetleri önce ayıklamaya, düzenlemeye sonra da Müslüman olmayan milletlerin ilmine vakıf olup geliştirip yaydıkları bilimsel verilere uydurmak için neler çekiyorlar bir bilsen! Geriye kalanlar ise yiyip içip sevişip çoğalmakla meşgul.  Gavur milletlerinden aldıkları medeni yasaları ülkelerinde uygulayan kulların ise daha insancıl yaşıyor farkında mısın? Bu arada sen ne yapıyorsun? Yoksa deistlerin inandığı Tanrı gibi sen de kullarını kendi başlarına bırakıp kendi köşene mi çekildin? Eğer öyle yaptıysan şu an Müslüman halklarının durumu hiç de iç açıcı değil!  Her şeye rağmen yani hayatımızın içindeki bütün bu hakikatlere rağmen itaatkâr kulların, senin kâinatın en zeki ve en kudretli ve tek İlâhı olduğuna inanıyorlar fakat ben senin o kadar da akıllı olmadığını düşünüyorum. Dahası, benim inandığım İlâh senden daha akıllı ve daha zeki. Benim İlâhımın, ilham yolu ile bana yazdırdığı yani vahyettiği ayetler, sadece binlerce yıl öncesinin insanlarına değil, hem bu çağın hem de binlerce yıl sonraki insanların akıl ve mantıklarına hitap edebiliyor. Üstelik benim inandığım İlâhın gönderdiği ayetleri anlamak için didik didik edip o ayeti şuradan bul, bu ayet falanca surede, hepsini bir araya getir, anlamlarını didikle gibi çabalara girmeye de gerek kalmıyor. Yani benim İlâhıma inanan insanlar, bu ayetleri okuyup bir seferde rahatlıkla anladıktan sonra zamanlarının geri kalan kısmını dünya işleri ile, ilimle bilimle uğraşarak ve dünya milletleri ile yarışarak geçirebiliyorlar. Çünkü benim İlâhım, insanların kutsal kitap ayetleri yüzünden bir birileri ile tartışmaya girmesini  ve değerli zamanlarını, bir birilerini  ibikleyerek  geçirmelerine razı olmuyor.

Kendi inandığım  İlâhın bana vahyettiği  bilimsel ayetleri (sıradan bir insana ilham olan  anlamlı paragraflar da diyebiliriz bunlara) paylaşayım:
  • Aranızdaki çeşitli farklılıklara rağmen her biriniz ayrı ayrı benim nezdimde değerli olan kullarım! Dünya yaşamının her dönemi, kendi özellikleri ile gelir ve sizin yaşamınızı etkiler. Sizin göreviniz, bu yaşamsal dönemlerin yeniliklerine, kendinizi en iyi ve en faydalı şekilde adapte etmenizdir. Bunu yaparken bir birinizi incitmeyin, kul hakkı yemeyin ve kendiniz kadar başkalarının iyiliğini ve içinde bulunduğunuz dünyanın ve çevrenin, tabiatın, bitkilerin, ağaçların  ve hayvanların iyiliğini de düşünün. Bencil olmayın.
  • Aranızdaki çeşitli farklılıklara rağmen her biriniz ayrı ayrı benim nezdimde değerli olan kullarım! Etrafınıza dikkatli bir şekilde bakacak olursanız eğer güneşin doğuşunun ve batışının belirli bir düzende akıp gitmesi,  canlıların çoğunluğunun çift olarak yaşaması,  yerkürenin bazı yerlerinin dağlık, bazı yerlerinin düz, bazı yerlerinin çöl, bazı yerlerinin ağaçlık ve serin olması, bazı yerlerinin de okyanus suları ile kaplı olması sebepsiz değildir. Hepsinin de benim oluşturduğum kâinat yasasında ve bu yasanın akışı içinde bir görevi ve bir düzeni vardır. Sizlere, bu düzenin yasalarını ilmî ve bilimsel  düzeyde düşünüp araştırıp öğrenmek görevini veriyorum. Benim yasalarımı ne kadar düşünür, araştırır ve bu yasaların bir kısmının işleyiş nedenlerini ve kendi içindeki dinamiklerini öğrenip  kendi imkânlarınız dahilinde  kullanıp hayatınıza geçirebilmeyi ne kadar başarırsanız  ve bu anlamda öğrendiklerinizi sonraki kuşaklara doğru şekilde aktarırsanız bana o kadar yakın olursunuz. Ben, benim yasalarıma akıl erdirmeye çalışan ve bu doğrultuda  çaba sarf eden kullarımla her an birlikteyim. Bana yapabileceğiniz en güzel ibadet, kendinizi, çocuklarınızı, toplumunuzu ve diğer insanları, bilimin ışığında çalışır ve gelişir halde tutmanız ve aynı zamanda öğrendiklerinizi bir birinizle paylaşmanızdır.
  • Aranızdaki çeşitli farklılıklara rağmen her biriniz ayrı ayrı benim nezdimde değerli olan kullarım! Devasa  bilgim  ve kudretim ile  sizi ve sizin dışınızdakileri yaşatacak uygun bir yer kürenin yaratılması için uygun koşulları devreye soktum.  Bu koşullar, içinde yaşadığınız kâinatın yassına göre ve benim bilgim dahilinde nüzul etti.  Üzerinde yaşadığınız yerküre, benim bizzat var edip savurduğum  kâinat yasalarına uygun olarak, sizin günlerle ve yıllarla ifade etmekte  zorlanacağınız uzun bir dönemde oluştu. Umulur ki gün gelir, sizden sonraki kuşaklar, bu yasaları inceleyip öğrenirler ve bu yasaların  zerre kadarına vakıf olurlar. O günler geldiğinde, ilmin ve bilimin sınırlarını, kendinize ve başkalarına zarar vermeden aşabildiğiniz kadar aşın, gidebildiğiniz yere kadar gidin.
  • Ey kulum! Sana, Tanrın dünyayı kaç günde yaratmıştır, bize kesin bir şey söyle diye sorarlarsa onlara De ki: Kâinattaki her şey hareket etmekte ve çalışmaktadır. İçimize çektiğimiz hava bile yeri gelir rüzgâra kapılır ilerler. İnsan,  hayatın yasalarına dair bilgileri, oturduğu yerden el açtığı Tanrısından hazır olarak duymak için  yeryüzüne gönderilmedi . İnsan, bir tohumun toprağa nasıl ekildiğini ve nasıl büyütülüp nasıl hasat edildiğini öğrenebilmişse, diğer bütün yasaların da ve dünyanın kaç günde yaratıldığı bilgisini de zamanı geldiğinde kendi çabası ile araştırıp öğrenmelidir. Kendisi öğrenemese bile torunları, torunlarının torunları mutlaka öğrenecektir.

HZ.YUNUS'UN ÜMMET SAYISI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Hz Yunus, Hz.Yunus'un ümmet sayısı, Allah bilmiyor mu?, Kur'an insan ürünüdür, Saffat suresi, Saffat 147, Yüz bin veya daha fazla insana peygamber olarak gönderdik, YUNUS'UN ÜMMET SAYISI

Saffat Suresi 147. Ayet: Biz onu yüz bin veya daha fazla insana peygamber olarak gönderdik.
Bu ayette bahsedilen Peygamber Hz Yunus’dur. Ayette geçen “yüz bin, veya  daha fazla” gibi mantıksız ve kararsız ifadenin  Kur’an tefsircileri tarafından açıklamaları genel olarak şu şekildedir:

“Allah, bir Peygamberi kaç kişiye gönderdiğini elbette bilir ve eğer Allah istese idi tam sayıyı verirdi fakat tam sayıyı bildirmemeyi tercih etti.”

Ayetin ikinci izah şekli de şöyledir:

Aslında Hz Yunus, yüzbin insandan daha az insana Peygamber olarak gönderilmiştir ama zamanla bu sayı artmış ve yüzbin sayısını geçmiştir. Bu yüzden de bu ayeti “Onu yüz bine peygamber gönderdik. Hattâ artıyorlardı da.” Şeklinde anlamak daha doğrudur.

Fakat ayetin orijinal Arapçası bu ayetin bu şekilde anlaşılmasını olanaksız kılıyor. Eğer Allah, ayetin bu şekilde anlaşılmasını istese idi yani peygamberin önce yüz bin kişiye ya da daha azına gönderilip daha sonra bu kişilerin sayısının  arttığını  anlatmak isteseydi aşağıdaki gibi kesin  ifadelerden birini  gönderirdi.

“Onu yüz bin civarında insana peygamber olarak gönderdik.” Derdi.

Ya da aşağıdaki gibi bir ifade kullanılabilirdi.

“Onu yüz bin kişilik bir insan topluluğuna gönderdikten sonra sayıları daha da arttı ve artık daha kalabalık bir topluluğa hitap etmeye başladı.” Diyebilirdi.

Veya “Onu yüz bin civarında kalabalık bir insan topluluğuna gönderdik ve o topluluk  daha da kalabalıklaştı.” Şeklinde de ifade edebilirdi.

BU AYETİ  BİR TANRININ DEĞİL DE KARARSIZ KALMIŞ BİR İNSANOĞLUNUN YAZDIĞI O KADAR AÇIK Kİ!

KUR'AN'A GÖRE KAFİRLER

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Kur'an'a göre kafirler, Tahrim suresi 9.ayet, Tahrim 9, İslamda kafirler, Kur'an'da kafir, Kafirlere sert davran, Dinler ayrıştırır, Kur'an'da şiddet, KUR'AN'A GÖRE KAFİRLER

Tahrîm Suresi 9. Ayet: Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et, onlara karşı sert davran. Onların varacağı yer cehennemdir. Ne kötü varılacak yerdir orası!

Dünya şu an öyle bir savaş halinde ki bir taraftan emperyalist ülkelerin cahilleri kullanarak  para ve petrol uğruna başlattığı ve yürüttüğü savaşlar, diğer taraftan kendilerine İslâm mücahitleri dedikleri teröristler. Din adı altında kurulan ve akıl almaz vahşetlerle cinayetler işleyen, kadınlara tecavüz eden teröristleri yererken bu teröristlere silah üretip satan ülkeleri de göz ardı etmiyorum. Müslüman olduğunu söyleyen ve Peygamber aşığı olan bir terörist gurup, bu ayeti okuduğunda ne hissedecektir? Fas’ta, dini  bir terör örgütünün milisleri tarafından iki kadının başı kesildikten sonra bir çok kişi “İslâm böyle bir din değildir” nidaları attı.  Müslüman dünyası Hz Muhammed konusunda o kadar hassastır ki bazen Peygamberin yaşantısı yani sünneti, Allah’ın emirlerinden daha ağır basar. Öyle ki namazlarda kılınan sünnet, farzdan fazladır. Peygamberin yaptığı her şeyi kendisine yol edinen bir Müslüman, Allah’ın Peygamberine verdiği bu emri neden kendine verilmiş gibi saymasın ya da Kâfirlere ve Münafıklara karşı cihad eden ve onlara karşı sert davranan Peygamberlerini neden örnek almasınlar?


Bu ayetten anladığımız kadarıyla kâfirler çok fena insanlar. Ayette sözü edilen kâfirlerin Peygamber döneminde yaşayan kâfirler olduğunu ve onların kastedildiğini söyleyebilirsiniz fakat o dönem kâfirlerinin hepsi de kötü müydü? Ya da İslâm’ın yayılma dönemlerinde sonradan İslâm’ı kabul edenler, Müslüman olduktan sonra çok iyi insanlar mı olmuş oluyorlardı bir den bire? Şu an İslâm dünyasında Kâfirden kasıt  Müslüman olmayan herkestir. Bazılarına göre ise Müslümanlık, Hıristiyanlık ve Yahudilik dinine yani üç büyük İlâhi dine tabi olmayanlar kâfir olarak nitelendirilirler.

Yani Japonya’da grip olduktan sonra hiç kimsenin uyarmasına gerek kalmadan “başkalarına  hastalığım  bulaşmasın” düşüncesi ile sokağa çıkarken, çarşıda dolaşırken ağzına maske takma nezaketini gösteren kişiler kâfirdir. Ya da kendi ülkesinde çok güzel imkân ve olanaklar içinde yaşama imkânı varken Afrika’daki çocuklara eğitim vermek için Afrika’da fakir bir mahalleye taşınıp düşük bir maaşla çalışmaya başlayan ve deist olan insan kâfirdir. Amazon ormanlarının ortasında medeniyetten habersiz yaşarken avladığı hayvanın önünde diz çöküp “Ailemin ve kabilemin karnını doyurmak için seni öldürmek zorunda kaldım, bu yüzden senden çok özür diliyorum, lütfen beni affet” diye  yalvaran ve  çok gerekmedikçe bir tek ot parçasını bile toprağından söküp atmayan bu adam İslâm dinine göre kâfir sınıfına girer. Müslümanlıkta, senin dünya hayatında nasıl birisi olduğunun, kime faydan dokunduğunun  önemi vardır  ve yoktur. Vardır, eğer kâfir değilsen yani Allah’ın varlığını kabul ediyorsan. Yoktur, eğer İslâm dışındaki  iki  büyük İlâhi dinden birine iman ediyorsan ya da tümden dinsiz isen.

ALLAH VE ZEUS

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, KTZ, Allah, Allah ve Zeus, Ra'd suresi, Rad suresi, Allah ve gök gürültüsü, Kader, Kader mi azap mı?, Ölüm vakti gelen biri ALLAH VE ZEUS

Ra`d 12: "O, korku ve ümit vermek için size şimşeği gösterendir, yağmur yüklü bulutları meydana getirendir."

Diyanetin tefsirine göre yukarıdaki ayeti, yağmurdan fayda görecek insanların yağmurun habercisi olan şimşeğin sesini  duyduklarında yağmurdan yana ümit edeceklerini fakat yağmur yağdığında ıslanacak eşyaları olanlar veya yıldırımın düşmesinden endişe edecekler için de şimşeğin korku vesilesi olacağından  ve bu yağmur yüklü bulutları Allah’ın meydana getirdiğinden bahseder. Burada anlaşılamayacak bir şey yoktur. Gelelim 13 üncü ayete:

Ra`d 13: "Gök gürültüsü Allah’ı överek tenzih eder; O’nun korkusundan dolayı melekler de buna katılır. Onlar Allah hakkında tartışıp dururken O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar. O’nun azabı pek şiddetlidir."

Lütfen bu ayetin her cümlesini ve her kelimesini hazmederek okuyun. Gök gürlemesi bulutların arasında oluşan şimşeğin sesidir aslında. Şimşek oluşurken hem ses çıkar hem de bir ışık patlaması oluşur fakat ses ışıktan daha yavaş olduğu için önce daha hızlı olan ışığı görürüz, ses ise daha yavaş olduğu için ışıktan sonra duyulur. Bilimsel olsun ya da olmasın eğer bütün tabiat olayları Allah’ı tespih eden durumlarsa bunu böyle kabul edip, buna böyle mecazi anlam yükleyip  birinci ve ikinci cümleyi geçelim.


Sıra geldi kırmızı renkli cümleye. Yakın çevrenizde, iyi bir insan olmasına rağmen yıldırım çarpması sonucu hayatını kaybeden insanlar oldu mu? Ya da yıldırım çarpması sonucu evi yanan. Veya yıldırım çarpması sonucu yola devrilen ağacın, içinde kadın, çocuk, bebek gibi bir çok masum ve hatta dindar insanın da olduğu bir otobüsü devirerek ya da ezerek içindeki insanların ölmesine veya yaralanmasına yol açan bir duruma şahit oldunuz mu veya böyle bir talihsiz olayın yaşandığını duydunuz mu?  Dünyada bunun bir sürü örneği var. Şimdi kırmızı renkli cümleyi bir daha okuyun. Eski mitolojik tanrıların özelliklerini hiç okudunuz mu? Gökyüzünün efendisi olarak bilinen Yunan Tanrısı Zeus, genel  inanca göre ve hatta hatırlayabildiğim kadarıyla bazı animasyon  videolara da konuş olmuş ve bulutların üzerine kurulup, sinirlendiği her şeye elindeki asası ile şimşekler gönderen bir İlâh konumunda canlandırılmıştır. Bu durum zaten Zeus ile ilgili eskinin insanlarının genel inancının bir canlandırmasıdır. Yunan Tanrısı Zeus ile İslâm’ın Tanrısı Allah arasında, bu bakımdan bir benzerlik var mı acaba? Yunan Tanrıları, tarihin tozlu raflarına karışıp gittiği için eski bir masal olarak kaldı fakat İslâm dini bu zamana kadar gelebildiği için hem yorumlama, hem ayetlere mecazi anlamlar yüklemek bakımından kendini oldukça geliştirdi. Ra’d Suresi 13 üncü ayeti biraz daha inceleyelim:

Ra`d 13: "Gök gürültüsü Allah’ı överek tenzih eder; O’nun korkusundan dolayı melekler de buna katılır…."

Dikkat ederseniz Kur’an’da yer alan Allah’ı tenzih etmek, O’na ibadet etmek gibi terimlerin önü  sonu  KORKUDUR genellikle. Korkarsınız, günahtan kaçarsınız, ibadet edersiniz ve Allah merhametini göstertip ya sizi cennetine alır ya da affeder. Dünyanın bütün insanlarının ve bütün milletlerinin üzerinde hemfikir oldukları en değerli duygunun yani Sevginin ve Saygının Kur’an içinde zikredildiğine pek rastlamamışımdır. Varsa da çok az. Ayetin ilk cümlesine göre gök gürültüsü, doğal yapısına ve işleyişine rağmen, bizim farkına varmadığımız bir şekilde kendisini yaratanı yani Allah’ı övüp zikrediyor ve Allah’tan korkularından dolayı Melekler de Gök gürültüsünün bu zikrine katılıyorlar.  Melekler acaba hisleri olan varlıklar mıdır? Yani sevebilirler mi? Korku duyguları olduğuna göre her halde sevgi duyguları da vardır. Neysem biraz sesli düşündüm galiba. Devam edelim:

Ra`d 13: "… Onlar Allah hakkında tartışıp dururken O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar. O’nun azabı pek şiddetlidir."

Ra’d Suresinin 13 üncü ayetinin son iki cümlesini makul ve mantıklı bir şekilde açıklamaya yönelik hiçbir yorum ve tefsir bulamadım. Bundan 20 sene önce, çevremizde iyi niyeti ile tanınan, 3 yaşında çocuğu olan ve ayrıca dört aylık hamile olan gencecik bir kadın, üzerine yıldırım düşmesi ile hayatını kaybetti, arkasında gözü yaşlı insanlar bırakarak.  Bu ayetteki “…O, yıldırımlar gönderip bunlarla dilediğini çarpar…” ifadesini zorlama ile kadere veya Sünnettullah denilen tabiat yasalarına ve benzerilerine  dolaylı olarak bağlasak bile ayetin sonundaki  “…O’nun azabı pek şiddetlidir.” İfadesini nereye koyacağız, neye yoracağız, hangi ifade ile bağlayacağız? “Ölüm vakti gelmiş insanın canını almaya gerekirse yıldırım da vesile olabilir” görüşünü doğru kabul edip bu ayete yorum olarak yapıştırmaya çalışsak bile yıldırım çarpması sonucu ölen iyi kalpli bir insanın durumunu, ayetin sonundaki Allah’ın azabı ile nasıl ilişkilendireceğiz? Vakti gelenin almışsın canını, Azap çektirmek nedir? Hadi buna da bir şeyler bulun ve deyin ki: “Yıldırım çarpması gibi şiddetli bir durumla ölen iyi kişiye yıldırımı Allah göndermemiştir, kader sonucu vukuu bulmuştur” falan filan deyin, kıvırın işte bir şeyler.

KADIN NEDEN KAPANIR?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
din, islamiyet, Tesettür, Kadın neden kapanır?, İslam'da örtünme, Kadın neden kapanıyor?, İslam'da erkek egemenliği, Kadının kapanması, Tesettür neden var?,
KADIN NEDEN KAPANIR?

Kıyafet özgürlüğüne saygı duyan birisiyim. Bir kadın istediğinde kolsuz bir bluz ve kısa bir şortla gezebilmeli iken bir kadın da istediğinde tesettürlü olarak gezebilmeli. Eğer bir kadın kendi özgür iradesi ile isteyerek tesettüre giriyor ve bu durumdan içsel olarak hoşnut oluyorsa buna diyecek hiçbir sözüm yok, saygım var. Fakat bir çok kız çocuğu, dini nedenlerle aile baskısı sonucu erken yaşta kapanmaya zorlanılıyorsa,  genç kızların bir kısmının ailesi  “artık evlilik çağına geldin, kapanman gerek” diyorsa ve bunu dini bir sebebe bağlıyorsa ve yetişkin kadınlarımızın yine  bir kısmı, içinden geldiği  için değil “Allah böyle istemiş, kesin olarak kapanmamızı emrediyor. Öte âlemde bu yüzden yanmak istemiyorum” düşüncesi ile dini olarak kendilerini kapanmak zorunda hissediyorlar ise bir kadın ve bir insan olarak bu konuyu mantıklı bir şekilde değerlendirip eleştirme hakkına sahibim diye düşünüyorum.  Tesettüre karşı bir önyargım olmadığı  gibi  arkadaşlarımın çoğunluğunun da tesettürlü olduğunu belirterek başlamak istiyorum.

İslâm dininde kadın neden kapanır? Ya da Allah, Müslüman kadınlara neden kapanmayı emretmiştir? Şeklinde bir soru sorulduğu zaman Müslüman kesim tarafından ya da İslâm yorumcuları tarafından nasıl bir izahat ve yorum getiriliyor hemen paylaşayım. Aşağıda paylaştığım bilgi, İslâmî sitelerden birinden alıntı olsa da genel olarak hepsinin açıklaması ve  görüşü aynıdır.
İslâmiyet’ten önce Araplarda örtünme adeti yoktu. Kadına saygı gösterilmez, kadınlar da erkeklerden sakınmazlardı. Başörtülerini enselerine bağlar veya geriye doğru bırakırlardı. Yakaları önden açılır, boyunları ve gerdanlıkları ortaya çıkar, süsleri gözükürdü. Erkeklerin ilgisini çekmek için süslenen, açık saçık kıyafetler giyinen, bakışlarıyla ilgi toplamaya çalışan düşük ahlaklı kadınlar da vardı.

Örtünme ile ilgili emirler Ahzab Suresi ile Nur Suresi’ndedir. Her iki surenin de Medine-i Münevvere’de indiği hususunda tam bir görüş birliği vardır. …Kadınlar Medine-i Münevvere’de de günahkâr erkekler tarafından rahatsız ediliyorlardı. Durum Muhammed sallallahü aleyhi ve sellem’e şikayet edilince Ahzab Suresi’nin 59. ayeti nazil oldu. ((el-Kurtubî, a.g.e., C.XIII, s.243 (Ahzab 59).))

“Ey Nebî; eşlerine, kızlarına ve müminlerin kadınlarına söyle, cilbablarını üzerlerine sıkıca örtünsünler. Böylesi onların (iffetli olarak) tanınmaları ve rahatsız edilmemeleri için daha elverişlidir.”

Cilbab, kadınların evlerinden çıkarken üstlerine aldıkları, başörtüsünden büyük bir örtü ya da büyük bir başörtüdür.

Bazı kadınlar cilbabı  başları üzerine, bazıları da omuzlarına atar lar. İki ucu bir biri üzerine sıkıca örtülmezse kadının saçları, boynu ve gerdanlığı gözükür ve erkeklerin bakışlarını üze rine çeker. Kimi kötü niyetli erkekler de bundan umutlanarak böyle kadınların arkasına düşer, onları rahatsız eder ve töhmet altında bırakırlar.

Kadınlar cilbabını, başını kapayacak şekilde alır ve uçlarını bir biri üzerine getirerek sıkıca örtünürse bu, onların iffetli ve ahlâklı olduğunun bir işareti olur ve rahatsız edilmekten kurtulurlar.”

İslâm dinindeki  yani aslında Kur’an’daki uygulamaların bir çoğu,  İslâm Peygamberinin hayatta olduğu dönem içinde, kendisinin yaşadığı çevrede yani Cahiliye dönemini de içeren 1400 yıl evvel yaşayan ve dünya ile çok fazla bir bağlantıları olmayan çöl Araplarının(aynı zamanda dünyanın en cahil insanları olarak addedilirler)  yaşadığı bölgedeki sorunlara, geleneksel çıkmazlara  yönelik bir çözüm olarak yazılmıştır.

Kur’an’ın içerdiği ayetlerdeki emir ve yasaklar irdelenirken Peygamber dönemindeki  yani Peygamberin yaşadığı coğrafya ve o coğrafya insanının, geleneklerinin içinde bulunduğu sorunların nasıl halledildiği, bazı ayetlerin o dönem ve o bölgedeki hangi sorunlar ya da problemler üzere gönderildiği sık sık tarihi kaynaklarla ve hadislerle açıklanmaya çalışılır.


Kadınların kapanma gerekçesi olarak yazılan alıntı paragrafta anlaşılması gereken durum çok açık ve nettir. O dönemin Arap yaşantısında  etraftaki erkeklerin ilgisini kendi üzerine çekmeye çalışan ve orasını burasını açan düşük ahlâklı kadınlar var ve bu kadınlar giyimleri kuşamları, hal ve hareketleri ile kendilerini gören erkeklerin cinsel güdülerini harekete geçirip günaha teşvik ediyorlar.  Yazıdan anladığımız kadarıyla bu niyetteki kadınların sayısı fazlaca. Bir de niyeti,  erkekleri cezp etmek olmayan kadınlar var. Bu kadınlar da ziynet yerleri açıkta olduğu için kötü niyetli ve ahlâksız erkekler bu kadınları rahatsız eder ve tacize yeltenirler. İşte bu sebeplerden dolayı, kadınların kapanması ile ilgili ayetler gönderiliyor ki bu,  Araplar arasındaki kötü niyetli ahlâksız erkekler, ziynet yerlerini kapatan kadınlarla ilgili umuda  kapılmazlar ve bu kadınları rahatsız etmezler. Aynı zamanda başlarını örten ve Kur’an’a uygun olarak örtünen kadınların daha iffetli olacağına dair de bir açıklamada bulunulmuş. Zaten İslâm dinindeki genel kapanma usulünün algılanması da bu şekildedir.

Bu açıklamalarla  birlikte ortaya bazı sorular çıkıyor. O soruları sıralamak istiyorum.
  1. Dünyadaki bütün insanların Müslüman olması beklenen ve kıyamete kadar bütün insanlığa  gönderildiğine inanılan Kur’an, evrensel midir, her devre, her topluma ve her kültüre hitap eder mi?
  2. Modern  ülkelerdeki kadınlar, boyunları, bacakları, kolları görünüyor diye etraftaki erkeklerden yani çevrelerindeki kendilerini gören erkeklerden sürekli taciz mi görüyorlar?
  3. Bu gün bir kadın dünyanın hangi rejim ya da hangi din ile yönetilen ülkelerine boynu, kolları ve bacakları açık bir vaziyette gitse  tacize ve tecavüze uğrama riski en fazladır?
  4. Bir kadının taciz edilmesini, tecavüze uğramasını, kapalı bir giyim gerçekten engeller mi?
  5. Yoğun müşterisi olan bir halk otobüsünde, tesettürlü olmasına rağmen, kötü ve ahlâksız zihniyetler tarafından otobüsün içinde parmaklanan kaç kadın, kaç genç kız var, bu konuda bir bilginiz var mı? Ya da  üzerindeki onca kat kat kıyafetine ve kapalı giysisine rağmen parmaklanma iğrençliğine maruz kalıp da bunu dile getirmeye utanan kaç tesettürlü kadın var biliyor musunuz?
  6. Hac döneminde Kâbe’yi ziyarete gittiğinde kapanmaktan başka çaresi olmadığı halde o her tarafı kapalı kıyafeti ile birlikte bir kadının oradaki bir Arap erkeği tarafından veya taksi şoförü tarafından kaçırılmamak için ne kadar önlem alması gerektiğini biliyor musunuz? Yani bir kadının, erkeklerin şehevi arzusunu uyandırmaması için kapanması, hac topraklarında bile  etkili  olabiliyor mu?
  7. Kadınlara göz diken kötü niyetli erkeklerin, bir kadına tecavüz etmek için bu kadınların tesettürlü ya da tesettürsüz olanlarını seçtikleri gibi bir araştırma sonucu var mı elinizde?
  8. Etrafında sadece çarşaflarla, burgalarla ya da benzeri kapalı kıyafetlerle gezen kadınların bulunduğu bölgede yaşayan bir erkeği, modern kıyafetli kadınların bulunduğu bir çevreye götürdüğünüz zaman o erkek nasıl tepki göstertir?
  9. Ülkemizdeki kolları, boyunları, gerdanlıkları ve bacakları görünerek gezen kadınların çoğunluğu ahlâksız ya da iffetsiz kadınlar mı? İslâm’a göre bu durum iffetsizlik olarak görülse bile bizim ülkemizin bazı kesim insanları için bu modern giyim tarzına sahip kadınlar o bölge insanlarımız tarafından  iffetsiz olarak görülüyor mu?
  10. Ülkemizde bir aile düşünün. Bu ailedeki karı koca ve çocuklar, deniz kenarına yani sahile tatil yapmaya gidiyorlar. Kadın, kocası ve çocukları mayolarını giyip yüzüyorlar, güneşleniyorlar sonra da sahil kenarında bu kıyafetlerle biraz yürüyüş yapıyorlar. Bu ailenin kadını için ahlâksız diyebilir misiniz ya da iffetsiz? Bu adamın karısına orada tacizde bulunmaya kim cesaret edebilir? Anında linç edilmez mi? Peki linç etmek için tacizcinin üzerine atlayan insanlarımız ahlâkı ve iffeti düşük insanlarımız mıdır? Ya da mayolu bu hanımı taciz edenin üstüne atlayan erkeklerimiz,  orada yarı çıplak olarak gezinen kadınların kızların sırf yarı çıplak geziyorlar diye onların taciz edilmesinin  gerektiğini düşünen ve bu şekilde hisseden zihniyette kişiler midir?
  11. Kapanmak ile ilgili ayetlerin yukarıdaki açıklama kısmı esasen Arap geleneklerinin,  kadını ve kadının kapanmasını yorumlama şekli midir yoksa mantıksal bir akıl yürütme ile alakası var mıdır? Mantıksal bir akıl yürütme şekli varsa yukarıdaki soruları cevaplarken bu mantığı kullanıp cevaplandırabilirsiniz. Eğer bu ayetlerin Arapların gelenekleri ile alakası varsa bizim geleneklerimizle Arapların gelenekleri ne alaka? Eğer Kur’an ayetleri Arap geleneklerine göre indirilmişse bizim kültürümüze ait ayetler nerededir? Eğer Kur’an, bizim Arap geleneklerini  yaşamamızı ve bizi Araplaştırmak  istiyorsa  ORADA DURUN ARTIK!
  12. Dikkat ederseniz bu başörtüsü ile ilgili mevzuların en derin sebepleri Hz  Muhammed’in yaşadığı zaman, coğrafya ve bölgede cereyan eden olaylarla şekillenmiştir. Bu olaylar ve nedenler karşısında alınan dini tedbirleri,  bir kural ve dini bir emir ve yükümlülük olarak kabul edip, bütün zamanlara, coğrafyalara, bölgelere ve milletlere yaymak düşüncesinin mantığı nedir?
Özellikle denizin ve sıcak iklimin  olduğu turistik bölgelerde  çalışan insanlar ve o bölgelerin yerli halkı, genel olarak yaz mevsimine uygun bir şekilde kısa kıyafetlerle dolaşan hanımlara yiyecekmiş gibi bakmazlar, hatta gözleri bu duruma alışmıştır ve normal kabul ederler fakat bu tür bölgelere başka yerlerden gelen insanlar için bu durum garip bir hal alabilir. Mesela, çarşaflı kadınların arasında yaşamış olan Suriyeli bazı erkeklerin ülkemize geldikten sonra mayolu ve bikinili kadınları görüp taciz etmeleri gibidir ki bunun adına görgüsüzlük, hayvanlık ya da hanzoluk diyebilirsiniz. Adam hiç görmemiş ki modern giyim tarzını. Ne demiş Atalarımız “Görmemişin oğlu olmuş,  çekmiş  çükünü  koparmış”.

Dünyanın bir çok bölgesinde, ülkesinde olduğu gibi bizim ülkemizde de başı açık ve son derece modern görünümlü olan ve aynı zamanda da iffetli olan bir sürü kadın vardır fakat İslâm’ın kadına bakış açısında, başörtüsü, kadının iffetinin göstergelerinden birisi olarak kabul görür. Aslında mantıken bunu düşündüğünüz zaman bir kadının başını da örtecek kadar örtülere bürünmesinin iffet olarak görülmesinin tek nedeni, yaşadığı bölgenin insanlarının  genel inancı ve bu konu hakkındaki ortak kabul görmüş düşüncesidir.  Bunu daha anlaşılır hale getirmek için şöyle yapalım. Eğer bir kadının tacize uğramasını gerekli kılan etmenler giyim tarzı ise:
  1. A  bölgesindeki  kadınlar çarşafla ya da benzeri tesettürlü kıyafetlerle geziyorlarsa bu kıyafetlerin dışına çıkmak bu bölgede  tacize neden olabilir. Bu giyim tarzının dışına çıkmış bir kadın tacize uğradığında  bundan şikayet ederken oranın bir yerlisi de diyebilir ki “E ama ablacım sen de buranın giyim tarzını bilmiyor musun, giyinirken uçuyorsun yahu, giymişsin sıktırmalı kodu, üstünde de kısa kol, kıyafet seçerken biraz bulunduğun çevreye bak, buranın erkeği alışkın değil böyle kıyafete”.
  2. B bölgesindeki  giyim tarzında tesettür yoktur, başı açık kadınlar vardır fakat yine de çok açık kıyafetler giymemektedirler. Mesela etek boyu hep dizin altındadır ve en fazla kısa kol bluz giyerler. Eğer bu bölgede yaşayan bir kadın bu sınırların dışına çıkıp altına midi etek, üzerine askılı bir bluz giyerse ve göbeği de açıkta kalırsa ve  bu şekilde sokağa çıkarsa o bölgenin erkeklerinin tacizine uğrayabilir.
Yukarıdaki iki maddeyi yazarken  “bir kadın, bulunduğu bir bölgenin giyim tarzının dışına çıkmış diye taciz edilebilir”  gibi bir yargıda asla bulunmuyorum. Bu iki örneği kendi bakış açımla değil, Kur’an’ın  baş örtüsünün kendi içindeki  neden-sonuç ilişkisine uygun olan bakış açısıyla veriyorum. Eğer “Araplar içinde bir kadının boynunun, gerdanının açık olması o kadının tacize uğramasına yetiyor” düşüncesini doğru kabul edersek,  başka ülkelerde ve toplumlarda da farklı giyim tarzları ve kıyafetlerdeki farklı sınırlar buna neden olabilir.  Yani Cahiliye Arapları, bir kadının sadece boynunu ve açık gerdanını görerek azıyorsa ya da takip etmeye niyetleniyorsa başka topluluklardaki erkeklerin bunu yapması için bir kadının boynunu ya da gerdanını görmek yeterli gelmeyebilir, o erkekler de kadını daha açık bir kıyafetle gördükten sonra tacizde bulunabilirler. Bu durum, her ülke ve bölgeye göre değiştiğine göre Cahiliye dönemindeki Arap erkeğinin, kadın kıyafetine yönelik azgınlık sınırını Müslüman olması muhtemel her topluma maal etmeye çalışmanın  ancak üç  farklı izahı olabilir:
  1. Birincisi, adının Allah olduğuna inanılan İlâh, dünyadaki bütün erkekleri Arap erkeğinin zihniyeti gibi algılamıştır ve farklı kültürlerin, toplulukların olabileceğini görememiş, bilememiştir,
  2. İkincisi,  kadının sadece boynunu ve gerdanını görünce ağzından salyalar aka aka kuduran ve taciz eden kötü niyetli erkek modelini,   bütün dünya erkeklerine İslâm yolu ile empoze etmek niyetine girmiştir,
  3. Üçüncüsü ise adının Allah olduğundan gönderildiğine inanılan Kur’an ve içindeki hükümler, sadece Arap milletine gönderilmiştir ve diğer milletleri kapsamamaktadır.
Aslında her bölgenin kendine göre bir ahlâk yapısı vardır ve yine her bölgenin insanının kendi geleneğine göre sınırlanırını belirlemiş olduğu bir giyim tarzı vardır. Yine her bölgenin kadınları, içinde bulundukları bölgenin belirlemiş olduğu aykırı giyim tarzına adım attıklarında, anında üzerlerine dikilen rahatsız edici ya da davetkar bakışlara maruz  kalacaklarını bilirler. Dünya milletlerindeki çeşit çeşit kültürel yapı, kıyafet sorununu karşılıklı saygıyla çözmüş olmasına ve İslâm’ın tabiri ile “Açık giyinen” kadınlara gözlerini ve bakışlarını sanki normal bir giyim tarzına bakıyormuş gibi alıştırmış olmasına bu durumu kendi içinde çoktan çözmüş olmasına rağmen Adının Allah olduğuna inanılan İlâh, bu durumu kabul etmez ve dünyadaki insanların önce Müslüman olmasını, ardından bütün dünya kadınlarının Arap gelenekleri doğrultusunda giyinmesi ve örtünmesi gerektiği konusunda ısrar eder.  Adının Allah olduğuna inanılan İlâh ne yazık ki, dünyadaki çeşit çeşit kültürleri ve her bir kültürün kendi içindeki bakış açısını hesap etmek ve kadının kapanmak sınırını bu çeşitliliğin insiyatifine bırakmak yerine, bütün kültürleri  eski dönem cahiliye Arap erkeği bakış açısına mahkûm etme kararı almıştır.

Adının Allah olduğuna inanılan İlâh, bir kadının erkekler tarafından rahatsız edilmesini, o kadının ziynet yerlerinin açıkta olması ile veya başının açık olması ile ilişkilendiriyorsa eğer,   çarşaflı kadınların yoğun olduğu Müslüman ülkelerdeki yoğun kadın tacizlerini ve tecavüzlerini nasıl açıklayacaksınız? (O ülkelerin insanlarının gerçek anlamda Müslüman olup olmadığından bahsetmiyorum. Hani kadının boynunun, gerdanının  açık  olması, kötü niyetli erkeği  baştan çıkartıyor ya Kur’an’a göre ya da Kur’an yorumcularına göre, işte o mantık iddiasına karşılık  bu örneği veriyorum.)


Kadınların kapalı olması ya da açık olmasına ve bu doğrultuda yaşanan taciz ve tecavüz vakalarına bakıp ülke ülke değerlendirmede bulununca(İslâm ülkelerindeki taciz ve tecavüzlerin bir çoğunun kayıt altına alınmayıp gizlendiğini de göz önünde bulundurun) hangi sonuca varıyorsunuz?  Bu tür olaylar, modern giyimli kadınların  yaşadığı ülkelerde daha mı fazla? Ya da bu durum giyim tarzı ile mi yoksa ilgili bölgedeki insanların eğitim düzeyi veya nasıl yetiştirildikleri ile ya da geleneksel yapı ile mi alakalı?

ESKİ DÖNEMİN ARAP ERKEKLERİ, BAŞI AÇIK KADINA SAYGI GÖSTERMEZMİŞ, BİZENE! BİZİM ERKEKLERİMİZ, CAHİLİYE DÖNEMİ ARAP ERKEKLERİ Mİ?

CAHİLİYE DÖNEMİNİN ARAP KADINLARI, KENDİLERİNİ ERKEKLERDEN SAKINMAZMIŞ, AHLÂKSIZMIŞ, BİZENE? BİZİM KADINIMIZ CAHİLİYE DÖNEMİNDEKİ ARAP KADINLARI MI?

BİZİM MİLLET OLARAK ŞU AN, ESKİ ARAP CAHİLİYE DÖNEMİNDEKİ GİBİ BİR YAŞANTIMIZ MI VAR? EĞER O AYETLER O DÖNEM ARAPLARININ O AHLÂKSIZ YAŞANTISINA ÖNLEM OLSUN DİYE GÖNDERİLMİŞ İSE  BİZİM MİLLETİMİZLE ALAKASI NE? YOKSA ADININ ALLAH OLDUĞUNA İNANDIĞINIZ İLÂH, BÜTÜN DEVRİN BÜTÜN MİLLETLERİNİ, O CAHİLİYE DÖNEMİNİN IRZI KIRIK İNSANLARI GİBİ Mİ GÖRÜYOR? (Eğer bu konuyu da döndürüp dolaştırıp modern ülkelerdeki zina hususuna getirecekseniz, konumuzun bu olmadığını hemen belirteyim. Konu, iki tarafın da rızası ile yapılan evlilik dışı cinsel birliktelikler değil.  Konu,   bir kadının  dış  örtüsü ile taciz arasındaki bağlantı.)

Kapanma ile taciz arasındaki bağlantı üzerinde çok durmamın nedeni, kapanmanın faziletleri ile ilgili İslâm’i bir gerekçe olmasından çok, Müslüman çevreler ve özellikle çok dindar ve tutucu olan Müslüman çevreler tarafından kadınların tesettürünün bu durumla çok fazla ilişkilendirilmesindendir.

Kadın neden kapanmalıdır sorusunun karşılığı olarak geleneksel İslâmî kesimin üzerinde hemfikir oldukları farklı nedenler de var. Bu nedenler, son yıllarda artık kapanmanın nedeni olarak pek rağbet görmese de  ben yine de o nedenleri de değerlendirmek istiyorum. İlk önce maddeler halinde sıralayayım:
  • Bazı kadınlar çirkindir, özellikle de yaşlı kadınlar çirkindir ve bu yüzden çirkinliklerini örtmek için kapanmak ihtiyacı hissederler.
  • Bir kadın, kendisinden daha güzel bir kadını görünce kıskançlık hissi uyanır ve kendisini kötü hisseder, kötü şeyler yapabilir, psikolojisi bozulabilir.
  • Kadınların, bacak, kol ve ense gibi yerlerinin görünmesi erkekte şehevi arzuların uyanmasına neden olur bu da günaha davettir.
  • Kadınların belirli yerlerinin görünmesi ya da kapanmamış olması sapıkların kendilerine musallat olmasına neden olur.
  • Allah böyle istemiştir, Allah’ın hikmetinden sual sorulmaz.
"Bazı kadınlar çirkindir, özellikle de yaşlı kadınlar çirkindir ve bu yüzden kapanmak ihtiyacı hissederler."
Eğer kadının kapanma nedeni bu ise çirkin kadının kapanması ile çirkinliğinin örtünmesi ne alaka anlayamadım. Çirkinlik dediğiniz bir insanın  dolayısıyla  da bir kadının daha çok  yüz bölgesidir. Tesettüre giren bir kadının yüz bölgesi gene açıktadır. Çirkinliği örtmek için kapanılıyor ise kadının asıl çirkin görünen yüzü neden açıktadır? Kaldı ki günümüzde çirkin bir kadın, uygun bir cilt bakımı, uygun bir makyaj ve uygun bir saç stili ve giyim tarzı ile değme güzellere taş çıkartacak hale gelebilmektedir. Yani 1400 yıl öncesinin imkânsızlıkları içinde yüzen Arap çöllerinde yaşamıyoruz. Hem günümüzde,  tesettürlü olup da çok böyle süslü püslü giyinen hanımlara da bu  giyim tarzının İslâm’a uygun bir giyim tarzı olmadığını  söylüyorsunuz. Neden kızıyorsunuz o kadınlara? Tesettürleri ile bile güzel görünmeye çalışıyorlar. Kendilerini başka kadınlar yanında böylelikle çirkin hissetmeyecekler.  Eğer Allah, çirkin kadının çirkinliğinden dolayı kapanmasını daha uygun görüyorsa o kadını neden çirkin yaratmıştır?  Bir Tanrı,  çirkin görünüşlü kulunun kendi çirkinliğini saklaması ya da bundan dolayı üzüntü duymaması için ona kapanmayı mı emreder yoksa o kulunun çirkinliğine çare olabilecek  şekilde süslenip püslenmesini veya  diğer kullarına seslenip insanları görünüşlerine göre değil kalp güzelliklerine göre değerlendirmeleri için sık sık ayet mi gönderir?

"Bir kadın, kendisinden daha güzel bir kadını görünce kıskançlık hissi uyanır ve kendisini kötü hisseder, kötü şeyler yapabilir."
Kıskançlık, hayatın her alanında, her yerinde, her türlü sebeple olabilen bir durumdur. Kıskançlığın sebebi, türü, çeşidi sayılamaz, o kadar çoktur ki? Bir kadının güzelliği, tesettürlü iken de görünür. Maviş gözleri, dolgun dudakları, naif bir burnu olan,    incecik  ve manken gibi güzel bir kadını, tesettürlü iken de fark edersiniz  ve tesettürlü hali ile de gözlerinizi ondan alamazsınız merak etmeyin. Eğer konu kıskançlık ise size kıskançlık oluşturabilecek nedenleri sayayım. Bu kıskançlık nedenlerini erkeklere de çevirebiliriz, erkekler de kıskançtır ve hem de  kadınlar gibi hemen her konuda:
  1. Bir kadın kendi kocasının çirkinliği karşısında komşusunun kocasının yakışıklı olmasını acayip derecede kıskanabilir. Hatta bu yüzden kocasından ayrılmaya bile kalkabilir.
  2. Bir kadın fakirlik çekerken ya da orta direk hayat şartları ile mücadele ederken zengin komşusunun iki de bir eşi ile lüks arabalara binip gezmeye gitmesini ve türlü türlü lüks eşyalar almasını kıskanabilir.
  3. Bir kadın, maddi olarak kendisinden daha iyi durumda olan bir kadının evine gittiğinde onun güzel evini kıskanabilir. Hatta bu kıskançlık evde huzursuzluğa  ve eşi ile arasının açılmasına bile neden olabilir.
  4. Yemek yapmaya eli yatkın olmayan bir kadın, çok güzel yemek yapan bir akrabasını ya da komşusunu kıskanabilir. Hatta eşinin iki de bir “falanca gibi yemek yapabilsen” gibi laf sokmalarına tahammül  etmeye çalışır.
  5. İlkokul mezunu bir kadın, üniversite mezunu bir komşusunu o kadar kıskanır ki, kıskançlığı o komşusuyla sürekli eften püften sebeplerle kavga çıkartmasına bile neden olabilir.
  6. Bir kadın, sürekli derslerden zayıf getiren kendi çocuklarına karşılık komşusunun   takdirname getiren çocuklarını kıskanabilir.
  7. Güzelliğin  kıskanılmasına  gelince. Kadınlar  bir araya geldiğinde, özellikle ev içi  günlerinde, baş örtülerini çıkartırlar. Eğer güzellik başın açık olması ile ilgili ise bu durum misafirlik ortamında etkisini yitirir.
Bu arada kıskançlık, psikolojik bir duygu bozukluğudur. Teknik olarak tarif etmek gerekirse eğer: Kıskançlık bir kişinin veya bir ilişkinin yitirilmesinden korkulan, karmaşık bir ruhsal yaşantı ve olumsuz tutumdur. Bunun dışında başkasının sahip olduğuna kendisinin de sahip olma gerekliliğini hissettiren bir duygudur. Bu duygunun tedavi edilmesi için yapılması gereken şey, kıskanılan durumu değiştirmek ya da kapatmak değil, kıskançlık duyan kişinin psikolojisini düzeltmektir. Eğer baş örtüsünü kıskançlık nedeninin bir sonucu olarak ya da tedbiri olarak görüyorsanız, yapmanız gereken şey kıskanılan durumu yani başka bir kadının kendinden güzel olabileceğini saklamak ya da böyle bir şeyden haberdar olmayı, görmeyi engellemek değil, kıskanan kişinin kendine olan güvenini inşa edip, kendindeki cevherleri tespit edip, duygusal ve psikolojik durumunu normal hale getirmektir.

"Kadınların, bacak, kol ve ense gibi yerlerinin görünmesi erkekte şehevi arzuların uyanmasına neden olur bu da günaha davettir."
Kadınların kapanmasının nedeni olarak göstertilen  bu maddeyi zaten yazının giriş kısmında genişçe ele almıştım.

"Kadınların belirli yerlerinin görünmesi ya da kapanmamış olması sapıkların kendilerine musallat olmasına neden olur."
SAPIK olarak tarif edilen kişi, normal bir beyin, düşünce ve ahlâk yapısına ve hatta normal bir mantık ve değer yapısına sahip değildir. Sapıklar, ileri derecede psikolojik rahatsızlığı olan kişilerdir ki böyle kişiler, taciz etmek için kapalı ya da açık kadın ayrımı yapmazlar. Hatta yetişkin-çocuk ayrımı da yapmazlar.  Kendi toplumumuzun içinde bile bunun örneklerini  görmekteyiz.

"Allah böyle istemiştir, Allah’ın hikmetinden sual sorulmaz."
Kadınların kapanmasına dair diğer nedenler aslında şimdiki âlimlere ve aklı çalışan bir çok insana mantık dışı geldiği için son dönemlerde Kur’an yorumcuları ve İslâm’i siteler tarafından en çok tercih edilen ya da üzerinde anlaşma sağlanan neden “Hikmetini Allah bilir” nedenidir. Bu yüzden “Allah, kadına neden kapanmayı emretmiştir?” sorusunun ardından genellikle  “Allah böyle dilemiş, böyle uygun görmüş, sorgulamak bile biz kulların haddine değil”  deniliyorsa eğer:

Tıpkı, şeyhinin tepeden tırnağa kadar bütün uzuvlarını, ruhunu ve emirlerini kutsal görüp, şeyhinin her istediğini(aykırı istekler bile olsa) sorgusuz sualsiz yerine getirip “Şeyhimiz böyle yapmamızı emrediyorsa, başım gözüm üstüne, canım feda ona, o nurlu zat böyle bir şeyi yapmamızı emretmiş ise vardır bir bildiği ve vardır bunda bir hayır, benim aklım ermese bile şeyhimin aklı erer, o en iyisini, bizim bile bilemeyeceklerimizin en hayırlısını bilendir” diyen bir mürit gibi sorgusuz bir iman ile Adının Allah olduğuna inandığınız ya da inandırıldığınız İlâh’a teslim olmaya ve yine adının Allah olduğundan indirildiğine inandığınız Kur’an ismindeki kutsal kitabınızın emir ve yasaklarına uymaya devam ediniz.

Bu yazımı okuyan  imanlı Müslümanlar,  bir tarikatın şeyhine yapılan iman ile adının Allah olduğuna inanılan İlâha yapılan imanı karşılaştırırcasına örnek vermeme sinirlenmişlerdir  fakat burada üzerine vurgu yaptığım şey, şirk veya birisinin insan diğerinin Tanrı olduğuna inanılması değil, ikisine de gösterilen saygının ve bu iki taraftan da açıklanan emirlere uyma kısmının, inananlar tarafından  beyinlerinin mantık ve sorgulama kısmını tamamen kapatarak gözü kapalı bir inanmışlıkla adeta koyun gibi kendilerine her söylenene riayet etmek, her emri yerine getirmek davranışıdır. Kur’an’ın yorumlanmasında bazı ayetlerin ya da emirlerin hikmetinin sadece Allah tarafından bilinebileceği bilgisi her zaman zikredilir. Tarikat inancında da durum aynıdır. Bir tarikatın müridlerine emrettiği bir çok şeyin hikmetini ancak Şeyh bilir, müridin ya da o Şeyhe inanan müslümanın aklı ermez. Aşırı dincilere göre daha reformist ve daha modernist olan Müslümanlar, tarikatlar ve cemaatler içindeki bu kula kulluk etmek kısmını eleştirirken  bu toplulukların dine aykırı olan kısımlarını ve şirk ile ilgili kısımlarını anlattıktan sonra mantıksal bir eleştiri yaparak  bu insanların, cemaatleri emrinde yaptıkları işi sorgulamayıp adeta koyun gibi ya da bu cemaatlerin robotu gibi güdüldüklerini de eleştirirler fakat  bu durumu eleştiren kişiler de aynı şekilde adının Allah olduğundan gönderildiğine inandıkları kutsal kitabın emir ve yasaklarını yerine getirirken akıllarının ermediği ayetlerde  çok fazla kafa patlatmaz ve “Allah böyle istemişse vardır bir hikmeti, sorgusuz yerine getiririm”  inancıyla hareket ederler. BU DURUMDA ARADAKİ FARK NEDİR?  “Sen emirleri yanlış yerden alıyorsun,  ben doğru yerden alıyorum.” Düşüncesi mi? Nerden ya da kimden emir alırsan al! İki şekilde de sorgulamıyorsun, sorgulasan bile cevabını bulamadığında yine o emirleri yerine getirmeye devam ediyorsun.

Adının Allah olduğuna inanılan  İlâh,  neden bazı şeylere akıl erdirmeyip sadece uymamızı ister? Kendi yarattığı aklın buna uygun olduğunu mu düşünür? Peki sorgulamaya giren ve mantıklı cevabını bulamadığı ayetlerden yüz çeviren Kulları ile ilgili ne düşünüyor? Onları kâfir olmakla mı suçluyor? Bir anne baba bile çocuklarına nasıl nasihat eder? Oğlum, kızım, aklınızı başınıza alın, her kese her denilene inanmayın, kafanızı çalıştırın, bir işi yaparken ya da birisi size bir şey yaptırmaya çalışırken “ ben niye bunu böyle yapıyorum” diye  sorun kendinize…  demez mi?

Farzedin peygamber olduğunu söyleyen birisi çıktı ve Tanrı katından kendisine  bir kutsal kitap indiğini bildirdi. Kur’an’da belirtilen kıyametin de ikinci dünya savaşı olduğunu söyleyip Kur’an ayetleri ile bunu kanıtladı. (Kur’an ayetlerinin içeriğini, anlam olarak çok farklı bir şekilde yorumlayabilmek gibi yeteneklere ulaşıldı son yıllarda.) Yeni  kutsal kitabın içindeki her bilgi ve emir, insan aklının alıp kabul edeceği bilgiler olsun. Kur’an’a göre çok düzenli, çok anlamlı ve yaşadığımız çağa ve bu çağın sorunlarına, ihtiyaçlarına son derece uygun olan bir kutsal kitap olsun ve hatta bir cahilin bile okuduğunda anlayabileceği basit ve anlaşılır cümleler kurulmuş olsun. Öyle ki bu yeni kutsal kitabı anlamak için onca âlimin kafa patlatmasına, yıllarca araştırma yapmasına gerek duyulmasın. Yeni kutsal kitabı daha mantıklı, daha adil, daha anlaşılır ve insan aklına daha uygun olduğu için haktan gelen bir kitap olarak gören ve bu yeni dine geçen Müslümanlar olduğu zaman,  adının Allah olduğuna inanılan İlâh, bu kulları hakkında ne düşünmeli? Ya da kendisinin yazıp 1400 yıl evvel gönderdiği kitap hakkında ne düşünmeli?  Aklımıza daha uygun bir kitabı sunan yeni peygambere neden inanmayalım? Müslüman çoğunluğu olan ülkeleri bir gözden geçirin. Akıllarını kullanma kapasiteleri ne düzeyde? Yiyip içip sevişip çoğalmaktan başka ve banka hesaplarındaki parayı lüks hayatla yemekten başka  dünyaya bir katkıları var mı? Ayrıca bir kutsal kitabın içine birilerinin “aklınızı kullanmıyor musunuz” ifadelerini serpiştirmiş olması, o kitabın Yaratıcı katından indiğinin bir göstergesi de değildir. Tarihin derinliklerinden bu zamana kadar gelmiş düşünürlerin ve bilim insanlarının sözlerini akıl süzgecinden geçirdiğinizde “Aklınızı kullanmıyor musunuz? Düşünemiyor musunuz?” gibi sözlerden çok daha anlamlı sözleri ve cümleleri sosyal medya hesaplarında paylaşıp “Vay be, ne büyük insanmış!” deriz mutlaka. Kapanma ile ilgili ayette aklını kullan bakalım, yukarıdaki değerlendirmelerden sonra hangi sonuca ulaşıyorsun? Neden bazı ayetler, sadece Allah’ın bileceği, insanların aklının ermeyeceği bir anlam ile gönderilir ki? Kapanmanın bir fazileti varsa Allah, bunu neden yarattığı insanın aklının kavrayabileceği bir açıklıkta yazmamış?

Bir de “Saçının tek telini bile başka erkeğe göstertmemelisin” zihniyeti ve inancı var. Genel olarak Yahudilerin inancında da var bu durum. Bu o kadar ciddi bir inanç ki, eskiden resmi dairelerde çalışan kapalı kadınlarımız, baş örtüsü yasak olduğu için kafalarına peruk takarlardı. Bunun nedeni, kadın saçının,  kadının mahrem bir bölgesi  olarak görülmesindendir. Ben başı kapalı bir kadın değilim fakat yetiştirildiğim bölgede kapanmak konusundaki bazı ilginç imalar,  bizden yaşça  büyük kadınlar tarafından sıkça yapılırdı. “Şeyini açık göstertiyor musun kızım? …  O zaman saçını da açıp göstertmeyeceksin, orası da senin mahremin” zihniyetine  iyi  direnmişim  doğrusu. Kafadaki saç  ile cinsel bölgeyi, mahremiyet konusunda bir tutmak, geleneksel din inancının akıldan ve mantıktan ne kadar uzakta olduğunu zaten vurguluyor.

Arap çölünde yaşayan insanların kapanmak için çok nedeni var. Bu nedenlerden birisi yoğun güneş.  Güneş o bölgelerde o kadar önemli ki Arap erkekleri bile  yoğun güneşten kendilerini korumak için başlarına örtü alırlar, almak zorundalar. Dahası Arap çöllerinin kendine has ince kumu, vücudunuzu yeteri kadar kapatmadığınız takdirde ağzınıza, burun deliklerinize ve gözlerinize bile doluşur, yapışır. 

Sorgulama sürecini yaşadığım yıllarda, yüzlerce İslâmî site ve kitap, sorularıma makul ve tatmin edici cevaplar vermiyordu.  Karşıt görüşteki mantıklı ve ayrıntılı düşüncelere  ise  ulaşamıyordum çünkü insanlar  bu tür düşüncelerini, internet sitelerinde bile paylaşmaktan imtina ediyorlardı, çekiniyorlardı. Ben de çaresizlik içinde ve küçüklüğümden beri beynime kazınan “İslâm’da şüphe yoktur”  kodlamasıyla  hareket ediyor ve sorgulamayı mantıklı bir şekilde kendi düşünce sistemim içinde yapmaktan kaçınıyordum  ve sonuç olarak  “Allah’ın vardır bir bildiği” ifadesine sarılıyordum. Düşünce özgürlüğüne  ve her türlü fikri başkalarıyla paylaşmanın ve  başkalarının da gerektiğinde bu farklı fikirlere ve düşüncelere ulaşabilmesinin insanî bir gereklilik ve bir hak olduğuna inanan birisi olarak karşıt görüşlerimi paylaşmaya çalışıyorum.

Var olduğuna inandığım bir İlâh var fakat O’nun adı “Allah”  değil. İnandığım İlâhın yer yüzüne Peygamberler gönderdiğine ve Peygamberler aracılığı ile kitaplar ve dinler gönderdiğine inanmıyorum. Bu gün dünyadaki bütün dinleri hayali olarak bile ortadan kaldırın, insanların, din ayırımı yapmadan bir birlerine yaklaştığını ve kenetlenmeye başladığını, devletler savaş kararı alsa bile halkların buna izin vermemek için direnebileceğini  görürsünüz.  Teknolojinin ve iletişim araçlarının gelişmesiyle birlikte   dünyadaki bütün topluluklar ortak bir kültür yapısına doğru ilerliyor. Giyim tarzı ve bu giyim tarzına karşılık olan bakış açısı bile çoktan bu ortak bilince dahil olmaya  başladı bile. Dünya insanları bir biri ile kaynaştıkça ve Müslüman ülkelerdeki erkeklerin kapalı Müslüman kadınlarına olan davranışları ve saygıları ile modern ülkelerdeki erkeklerin modern giyinen kadınlara olan davranışları ve saygılarını karşılaştırdığınızda şunu muhakkak söyleceksiniz:

Bir erkeğin, kadına duyduğu saygı,  farklı etmenlerle birlikte o erkeğin beyin yapısı ile ve nasıl yetiştirildiği ile alakalıdır. Toplum, o erkeğe çocukluğundan itibaren kimsenin giyim tercihine karışmadan  kadını kendi başına bir değer ve kendi başına bir insan olarak görmeyi öğretmişse o erkek, karşısındaki kadının “bacağı mı görünüyor, kolları mı görünüyor?” kısmına bakmaz aksine  bu durumu, o kadının özgür bir giyim tarzı olarak algılar, kabul eder ve saygı duyar. Ammmaaaaa, birileri o erkeği yetiştirirken, “Taciz edeceğin, sarkacağın kadın vardır, sarkmayacağın kadın vardır. Orası burası(kolu, bacağı) açık gezinen o….pular vardır,  onlara her şeyi yapabilirsin ama kapalı kadından uzak durmalısın…” zihniyeti ile yetiştirilmiş ise boynu, gerdanı, kolu bacağı açıkta olan kadın bu zihniyete göre taciz de edilir, İffetsiz de görülür. SİZİN ŞU AN İÇİNDE BULUNDUĞUNUZ ÇEVRE HANGİ ZİHNİYETTE?