HABERLER
Dini Haber
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
KTZ etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

BU BİLETLE NEREYE GİDİYORSUN?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Din ıspatlanamaz, Tanrı, Allah, Cennet için uğraşmak, Cennet Cehennem, Var olduğuna inanılan öte dünya, Öte dünya, Ahiret inancı, Cenneti garantilemek, Eğer Allah yoksa bile,

BU BİLETLE NEREYE GİDİYORSUN?

Bu gün size her hangi birisi 50 milyon dolar değerinde bir Tapu satmak istese ve Tapuyu satmadan önce alacağınız adaya sizi götürüp gezdirse  “7 yıldızlı, 10 yıldızlı,… süper lüks bir sarayın olduğu yeşillik ve denizin buluştuğu rüya gibi bir ada. Adada sizin emrinize amade bir sürü hizmetçi. Size ait helikopter, yat, süper lüks bir araba ve daha neler neler…”  50 milyon doları tık verdikten sonra adanın ve adadaki bütün gayrı menkullerin sahibi oluyorsunuz. Siz o parayı bir şekilde bulabilirsiniz. Piyangodan çıkabilir, altın madeni bulursunuz veya altın arayıp koca bir top ham altın bulur, satar paraya dönüştürürsünüz. Daha olmadı azmeder, çalışır, ünlü biri olursunuz ve o parayı bir şekilde  elde edebilir ve gözünüzle bizzat gördüğünüz, gezdiğiniz, varlığından bire bir haberdar olduğunuz ve yasal anlamda gerçekten sahip olabileceğiniz o cennet adasına aslında sahip olabilirsiniz. Sahip olduğunuz anda ise tadını çıkartmaya başlarsınız. Her şey yolundadır. Parayı bulmak için ya da kazanmak için çok  çalıştınız, taklalar attınız ama sonucu da gördünüz, aldınız karşılığını. Çevrenizde sizi tanıyan insanlar da gördü ödülünüzü ya da kazandığınız ve verdiğiniz paranın karşılığını.

Hayır işi dışında kimse kimseye beş kuruşunu vermez. İnsanlar aldıkları maaşı ya da kazandıkları parayı kuruşu kuruşuna hesap ederler. İnsanlar, uğradıkları zerre kadar haksızlığın hesabını sormak isterler sorarlar da. Bir insan kapkaranlık bir gecede elinde fener olmadan ormanın ortasına, ağaçların arasındaki kuytu yerlere dalıp yürümez. Dibi görünmeyen kuyuya inmeyiz. İnmek gerekirse eğer güçlü bir ışık yansıtır veya bir iple kamera sallayarak aşağıda ne olduğunu görmeyi umut ederiz. Böylece o çukur inilecek bir yer mi yoksa inilmeyecek bir yer mi emin olmak isteriz. Bir işe adım attığımız zaman ya da kendimize bir iş kuracağımız zaman veya bir iş yerine çalışan olarak gireceğimiz zaman ne yaptığımızın farkındayızdır. İş yeri, ayan beyan gözlerimizin önündedir. Burası bir giyim mağazası olabilir ya da market. Markette yapılacak olan iş bellidir. Ayrıca bu markette çalışırken maaş alınabilir mi alınamaz mı bunun hesabı bile yapılır. Sabahtan akşama kadar marketin karşısında durup da markete girip çıkan müşterilere baksanız, ortalama olarak o maketin aylık kazancını ve size emeğinizin karşılığını verip veremeyeceklerini hesap edebilirsiniz. Bu market zorunlu olarak yasal bir markettir ve yasal olarak da size sigorta yapmak zorundalar. Sigortanızdan emin değilseniz çok rahatlıkla bunu kontrol edebilir ve hakkınızı arayabilirsiniz. Yapacağınız iş belki birilerinin kuruluşunda çalışmak değil de kendi işinizi kurmak da olabilir. Peyzaj ile ilgili güzel bir bölüm bitirdiniz ve kendi alanınıza yönelik bir iş kurmak istiyorsunuz. Birkaç yıl, böyle bir firma ile çalıştıktan sonra deneyim sahibi oldunuz ve peyzaj ile ilgili küçük de olsa kendi şirketinizi kuracaksınız. Bilmediğiniz bir işe girmiyorsunuz. Piyasayı biliyorsunuz çünkü piyasa dediğimiz şey  gözlerinizin önünde cereyan ediyor, yaşıyor. Çalışacağınız insanlar ya da müşteriler mars gezegeninde ya da başka bir galakside yaşamıyor, bulunduğunuz çevrede yaşıyorlar. Yapacağınız her şey gözlerinizin önünde ve bu yüzden işi yapmadan önce doğru ve sağlıklı bir planlama yapabilirsiniz. Bu planlamalar bizzat içinde yaşadığınız  dünya ve çevre şartları doğrultusunda şekil bulacak ve gerçeğe en yakın sonuçları verecek. İnsanların, bildikleri, haberdar oldukları durumları  icra etmek ya da o durumların olayların  içine girip deneyim sahibi olmaları konusunda sıkıntı yoktur. Gerçek sıkıntı, bilmediğiniz şeylerdedir. Bilinmezlik ise insanın fiziksel duyu organları ile algılayamayacağı veya çeşitli sebeplerle algılayamadığı ve bu algılayamamanın sonucu olarak haberdar olmadığı, bilgi sahibi olmadığı durumlardır. Bilinmeyen bir hastalıktan muzdaripseniz, işiniz ya da tedaviniz şansa kalmış fakat bilinen bir hastalık taşıyorsanız büyük bir ihtimalle doğru ve etkili bir tedavi ile iyileşip sıkıntılarınızdan kurtulursunuz.

İnsanlar, yeryüzü hayatında, bilinmeyen işlere adım atmaktan imtina ederler. Adım atanlar ise ya kahramandır ya çok cesurdur ya da araştırmacıdır ve belirli bir amacı vardır. Diğerleri, cesur olanların, kahramanların ya da araştırmacıların öğrendiği ve var olduğunu ispat ettiği yeni bilgileri ve durumları  insanların gözlerinin önüne sererler ve ortaya çıkan, gözlemlenebilen bu yeni durumları insan yaşantısının bizzat içine katarlar.

Din ise, gözlemlenebilir bir durum olmayıp hâlâ gerçek olduğu ispat edilemeyen yani bilinmeyen (duyu organlarımızla veya teknik cihazlarımız veya araştırmalarımız neticesinde ispat edememiş olduğumuz) bir durum olmasına karşın, insanlar ne yazık ki, ispatlanmış, gözlemlenmiş bir gerçeklik gibi kabul edip bu belirsiz bilgiye inanmakla kalmayıp, hayatlarının tamamını bu bilgiye göre düzenliyorlar. Koskoca bir yaşam! Küçük bir anınız değil. Belirli bir zaman dilimi hiç değil. Bir insan ömrünün tamamı be! Ölümün ardından gelen hiç kimse yok. Öldükten sonra gidilen bir yer var mı? Sırat köprüsü var mı? Cennet Cehennem var mı? Ölen insanın canını Azrail isimli bir melek mi alıyor? Cinler var mı? Mezara yeni gömülen Müslümanın başına sorgu melekleri gelip “Dinin, mezhebin nedir?” diye soruyorlar mı? Bir tanesini ispat edin yahu! Bir tanesini! Yapabildiğiniz tek şey, ama tek şey, var olan her şeyin, adı Allah olan bir Tanrı tarafından yaratıldığını, Muhammed isimli bir Arapın, Allah'ın kulu ve elçisi olup Allah’tan aldığı emirleri tüm insanlara iletmek olduğunu telkin ediyorsunuz. Siz bile görmediniz. Peygamberlerin hiç birisini, hiç birimiz görmedik. Zaman makinesi icat olsa ve Peygamberin yaşadığı döneme gidip Muhammed’i geçmiş zamanda gözlemleme fırsatımız olsa, o meşhur titreme geldiği zaman gerçekten Allah katından vahiy mi geliyor yoksa bu Muhammed denilen kişi rol mü yapıyor veya kendisine ilham şeklinde gelen bazı fikirlerin bir Tanrı tarafından gönderildiğine mi inanıyor hiç birimiz bilemeyeceğiz. Belki de bize anlatılan hiçbir şeyi, Peygamber denilen kişinin hayatında gözlemleyemeyeceğiz.

Tarih derslerimizde öğretmenlerimiz Osmanlı imparatorluğu döneminde bazı Hristiyan kiliselerinin halktan para toplamak amacıyla, dindar insanlara para karşılığı cennet tapusu dağıttıklarından bahsederdi. Bu durumu ise akıl dışı olarak nitelerlerdi. Gerçekten de akıl dışı. Şimdi düşünüyorum da, Dindar Müslüman ya da Hristiyanların veya Yahudilerin  içinde bulunduğu durum farklı mı? Cennetin tapusunun bu dünyada olamayacağını hepimiz biliyoruz, siz dindarlar da biliyorsunuz? Neden cennetin tapusu bu dünyada verilmez? Çok basit. Hiç görmediğiniz, bilmediğiniz bir yerin tapusunu kimse satamaz. Tapuyu satın almak isteyen adama, hangi araziyi göstereceksiniz? “Gel şu otobüse binelim, cennete gidip bakalım” mı diyeceksiniz? Hiç görmediğiniz yerden tapu almak saçma da yine hiç görmediğiniz bu cennet diyarı için bütün hayatınızı değiştirmek, aklınızı, inancınızı birilerinin inandığına teslim etmek, kiraya vermek saçma değil mi?

Dindar Müslümanların dinsizleri ikna etmek için  söyledikleri bazı klasik sözler var, hemen o sözleri yazayım:
Ya öldükten sonra cennet ve cehennem varsa! Ne yapacaksın? Ömrünü ibadetsiz boşu boşuna mı geçirmiş olacaksın? En azından ibadetini yap, Allah'a yakışır bir kul ol da öte aleme gittiğinde, Allah diye bir Tanrı yoksa bir şey kaybetmezsin, var ise cenneti kazanırsın.

Şimdi  ben de dindar Müslümanlar için bir şeyler söylemek istiyorum:
Ya öldükten sonra sizin inandığınız gibi adı Allah olmayan bir Tanrı sizi karşılayacaksa ve kuralları farklı olacaksa ne yapacaksınız? Ya da sizi bir Tanrı karşılamayacak da kendinizi farklı bir oluşum içinde bulacaksanız ne yapacaksınız? Ya cennet cehennem yoksa? Dünya hayatınızı boşu boşuna saçma sapan hurafelerle kısıtlayıp eziyetlerin içinde “Allah'ın imtihanı”  diyerek boşu boşuna kıvranmış, çile çekmişseniz. Dünya hayatına tekrar dönebilecek misiniz? Din adamlarınız size, gelişi olmayan ve gidişin de neresi olduğunun ispat edilmediği ve hiçbir zaman bilinemeyeceği boş bir bilet kesmişler. Siz boş biletle, neresi olduğuna, var olduğuna inandırıldığınız bir yere gitmek için koca hayatınızı şekillendiriyorsunuz. Belki yapmak istediğiniz farklı şeyler var. Yaşamak istediğiniz farklı bir hayat var. Farklı seçimlerin hayalini kuruyorsunuz fakat din denilen dayatmanın etkisi ile istemediğiniz bir hayatı yaşıyorsunuz ve ardından diyorsunuz ki: “Bu dünyada istediğim her şeyi yapamayabilirim, mutsuz olabilirim ama öte alemde mutlaka karşılığını Allah bana verecek”.

Dinlerin insanlara yapabildiği en etkili şey: İnsanları hiç bilinmeyen   cennete ve yine hiç bilinmeyen ve görülmemiş olan bir cehenneme inandırmaktır. 
Elinize bir bilet vermişler. Bilette yazılan yeri hiç görmediniz fakat bileti elinize tutuşturan güruh, hayatınız  boyunca size  uzuuuun uzun anlatacak nereye gideceğinizi. O anlatanların da hiç birisi görmedi o yerleri. Siz  de ölünceye kadar gözlerinizle görmeyeceksiniz  size  vaat edilen yerleri. Ben bana verilen bileti araştırdım, akıl süzgecimden geçirdim ve dolandırıldığımı fark ettim, o bileti yırttım attım. Bunu yapınca kötü birisine dönüşmedim. Zararın neresinden dönsen kârdır. Ben büyük bir kârda olduğumu düşünüyorum. Bütün dindarların, doğumlarından itibaren ellerine tutuşturulan bileti sorgulamaları dileğiyle, sağlıcakla kalın.

KUR'AN'DA EN ÇOK TEKRARLANAN CÜMLE KALIPLARI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
19 Mucizesi, KTZ, din, islamiyet, Spam ayetler, Tekrarlanan ayetler, Kurandaki çelişkiler, Kuran evrensel mi?, Kur'an ayetleri, Sürekli aynı ayetler, Ondokuz mucizesi, Ondokuzcular,

KUR'AN'DA EN ÇOK TEKRARLANAN CÜMLE KALIPLARI

Sen bir Tanrı olsaydın ve bir kutsal kitap gönderseydin en çok neyi ya da neleri önemserdin? Bazı ayetlerin aynısını  tekrar tekrar yazma ihtiyacı hissetseydin neleri tekrarlayıp yazardın? Bakalım Araplardan bize geçen ve adının Allah olduğuna inanılan İlâh, gönderdiği kitapta en çok hangi cümle kalıplarını  tekrarlamış!

Kur’an’da en çok tekrar edilen cümle aşağıdaki kırmızı renkli cümledir ve 31 ayette geçer.

“Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?”
Bu ayet Rahman suresinin tam 31 ayetinde geçer ve Kur’an’da en çok tekrarlanan ayettir. Rabbin nimetinin inkâr edilmesi ile ilgili arada çok ilgisiz, alakasız ve mantık dışı ayetler de var fakat onları başka bir yazımda ele alacağım çünkü konuyu dağıtmak istemiyorum.
( Rahman: 13, 16, 18, 21, 23, 25, 28, 30, 32, 34, 36, 38, 40, 42, 45, 47, 49, 51, 53, 55, 57, 59, 61, 63, 65, 67, 69, 71, 73, 75, 77)

Aşağıdaki cümle Kur’an’da 11 ayette tekrar edilmiştir.

“O gün yalanlayanların vay hâline!”
(Mürselat: 15, 19, 24, 28, 34, 37, 40, 45, 47, 49, Mutaffifin: 10, 11)

Aşağıdaki cümleler, Kur’an’da 8’er ayette geçmektedir.

“Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.”
Bu cümle 8 ayette geçer.
(Şuara: 9, 68, 104, 122, 140, 159, 175, 191)

“Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.”
Bu cümlenin de aynısı 8 ayette geçmektedir.
(Şuara: 108, 110, 126, 131, 144, 150, 163, 179)

Aşağıdaki harfler 7 ayette tekrarlanmıştır.

“Hâ-mîm”
İslâm dünyası tarafından da ne anlama geldiği tam olarak bilinmeyen ve anlamının Allah’ın hikmetine, bilgisine bırakıldığı anlamsız harfler yedi ayette geçer.
(Mü'min: 1, Fussilet:1, Şura:1, Zuhruf:1, Duhan:1, Casiye:1, Ahkaf:1)

Aşağıdaki kırmızı yazılı her bir cümle ya da harf bütünü, 6’şar ayette tekrarlanmıştır.

“Elif-lâm-mîm”
Tıpkı bir önceki ayette olduğu gibi İslâm dünyası tarafından ne anlama geldiği tam olarak bilinmeyen ve anlamının Allah’ın hikmetine, bilgisine bırakıldığı anlamsız harfler altı ayette geçer.
( Bakara: 1, Al-i İmran: 1, Şuara: 1, Rum: 1, Lokman: 1, Secde:1 )

"Şayet dedikleriniz doğruysa ne zaman gerçekleşecek şu tehdit?" diyorlar.
( Yunus: 48, Enbiya: 38, Neml: 71, Sebe: 29, Yasin: 48, Mülk: 25 )

“Şüphesiz bunlarda alınacak büyük bir ders vardır; ama çoğu iman etmezler.”
( Şuara: 8, 67, 103, 121, 174, 190 )

Aşağıdaki kırmızı cümleler ise beş ayette tekrarlanmıştır.

“Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”
( Şuara: 109, 127, 145, 164, 180 )

“Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.”
( Şuara: 107, 125, 143, 162, 178 )

Aşağıdaki kırmızı renkli cümleler 4’er ayette tekrarlanmaktadır.

“Ancak Allah’ın halis kulları başka.”
( Saffat: 40, 74, 128, 160 )

“İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.”
( Saffat: 80, 121, 131 – Mürselat: 44 )

“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?”
( Kamer: 17, 22, 32, 40 )

Aşağıdaki kırmızı renkli cümleler 3’er ayette tekrarlanmaktadır.

“Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.”
( A'raf: 15, Hicr: 37, Sad: 80 )

“Çünkü o, bizim mü’min kullarımızdandı.”
( Saffat: 81, 111, 132 )

“Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.”
( Saffat: 78, 108, 129 )

“Kitab’ın indirilmesi mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.”
( Zümer: 1, Casiye: 2, Ahkaf: 2 )

“Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!”
( Kamer: 16, 21, 30 )

“Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.”
( Vakıa: 74, 96, Hakka: 52 )

Bu ayetlerde kullanılan cümlelerin dışında ortalama 80 cümle kalıbının her biri  ise 2’şer ayette kullanılmıştır. Yani 80 X 2 = 160 ayet. Her biri iki şer kez kullanılmış olan 80 ayeti buraya yazarak kalabalık etmek istemiyorum fakat onları da merak edenler varsa araştırıp bulmak zor değil. Yukarıdaki cümle kalıplarını, en fazla kullanılandan yani en fazla tekrarlanılandan en az tekrarlanılana kadar bir sıralama yapmak istiyorum.

  1. “Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?” (31)
  2. “O gün yalanlayanların vay hâline!”  (11)
  3. “Şüphesiz senin Rabbin, elbette mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.” ( 8 )
  4. “Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin.” ( 8 )
  5. “Hâ-mîm”  ( 7 )
  6. “Elif-lâm-mîm” ( 6 )
  7. "Şayet dedikleriniz doğruysa ne zaman gerçekleşecek şu tehdit?" diyorlar. ( 6 )
  8. “Şüphesiz bunlarda alınacak büyük bir ders vardır; ama çoğu iman etmezler.”(6)
  9. “Buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.” ( 5 )
  10. “Şüphesiz ben size gönderilmiş güvenilir bir peygamberim.” ( 5 )
  11. “Ancak  Allah’ın halis kulları başka.” ( 4 )
  12. “İşte biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız.” ( 4 )
  13. “Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?” ( 4 )
  14. “Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi.” ( 3 )
  15. “Çünkü o, bizim mü’min kullarımızdandı.” ( 3 )
  16. “Sonradan gelenler arasında ona güzel bir ad bıraktık.” ( 3 )
  17. “Kitab’ın indirilmesi mutlak güç sahibi, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.” ( 3 )
  18. “Benim azabım ve uyarılarım nasılmış (gördüler)!” ( 3 )
  19. “Öyleyse yüce Rabbinin adını tesbih et.” ( 3 )

Bir Tanrıya inanıp o Tanrıyı övmek mi daha önemlidir (yeryüzü hayatında) yoksa barış içinde, kan dökmeden insan gibi yaşamak mı? İnsan gibi yaşamak için Din ille de gerekli midir? Dini inancı olmayan şu çağın milletleri bir birlerinin kanlarını mı döküyorlar? Bir Tanrı neden kullarına şöyle demez? “Ey kullarım, benim sizin övgünüze, ibadetinize, sizin beni anmanıza ihtiyacım yok. Benim varlığıma inanmasanız bile dünyada yaşadığınız sürece bir birinize iyi davranın, kan dökmeyin, bir birinizi incitmeyin, hep iyiliklerde bulunun. Ben her şekilde öte alemde size karşılığını en güzel şekilde veririm. Beni tanıyıp tanımadığınıza bile bakmam!” Dinlerin inandıkları İlâhlar arasında bu kadar yüce gönül ve ruh sahibi bir Tanrı var mı?

Bu ayetleri yani 31 kez tekrarlanandan 3’er kez tekrarlananlar da dahil olmak üzere(ikişerli tekrarları eklemeden) sıraya dizdim ve 19 sayısı çıktı. Görüyor musun mucizeyi? 19 Mucizesi bu galiba :D

Bu günkü İslâm dünyasının yani dünyadaki bütün Müslümanların en önemli sorunları neler?

  1. Yoksulluk
  2. Cehalet
  3. Savaş
  4. Zulüm
  5. Eşitsizlik
  6. Ultra zengin ailelerin içindeki rezillikler(Arap şeyhlerinin dışarıya yansımayan gizli hayatı kastediliyor)

Eğer Müslüman isen Allah’ın nimetlerini inkâr eden, yalanlayan birisi değilsindir artık. Ey adının Allah olduğuna inanılan İlâh, sıraladığım 5 ya da 6  maddenin sıkıntılarını çeken milyonlarca Müslüman zaten sana inanıyor. Ayetlerini yalanlamıyor, nimetlerini inkâr etmiyor, senin güçlü ve merhametli olduğuna inanıyor, sana karşı gelmiyor yani onların sana itaat etmesi gereken ayetleri bu kadar tekrarlamana gerek yok. Dininin yayılma döneminde elçin olan Hz Muhammed bu görevi zaten başarıyla yaptı. Senin o gönderdiğin ayetler, yani “Artık rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?, Allah’a karşı gelmekten sakının” gibi ayetlerin, vakti zamanında belki önemli idi ama şimdi önemini yitirdi. Eskiden sayıları pek az olan Müslüman halk için gönderdiğin ayetlere şimdinin milyonlarca Müslüman milletlerinin çok da ihtiyacı yok. Hepsi de kayıtsız şartsız sana inanmaktalar. Sen şimdiki kulların için ne düşünüyorsun? Onların nasıl yaşamasını, hangi nimetlere ulaşmasını ve en önemlisi, “dost edinmeyin” dediğin Yahudi  ve Hıristiyan toplulukları karşısında ne durumda olmalarını istiyorsun? Şu çağdaki Müslümanlara, üzerine vurgu yaparak, tekrarlayarak vermen gereken mesajlar yok mu? Keşke kullarının şu çağda yaşayacağı sıkıntıyı daha önceden görebilmiş  olsaydın ve deseydin ki “Yer altından çıkan kaynakların, bütün Müslüman’lara  eşit bir şekilde paylaştırılmasını emrediyorum” diye bir ayet gönderip o ayeti 31 kez tekrarlasaydın. Ya da “Size gönderdiğim dini parçalara ve mezheplere ayırıp kendi kendinize savaş ilan etmenizi, sırf mezhebi farklı diye bir birinizi öldürmenizi, bir birinize eziyet etmenizi, zulmetmenizi  yasaklıyorum” diye bir ayet gönderseydin ve o ayeti 40 defa 50 defa tekrarlasaydın. Ya da “Ey kullarım! Sizi ilim ve bilim yarışında, diğer bütün dinlerin mensuplarının önünde görmek isterim. Hangi çağda yaşarsanız yaşayın, ilimde bilimde yarışın, eğitiminize en fazla önemi vermenizi emrediyorum” deyip bu ayeti de 100 defa tekrarlasaydın. Keşke kendini ve egonu yücelten ve sana itaat edip seni  yücelten ayetlerden kısıp, ödün verip, fedakârlık yapıp, dünyadaki insanların en önemli sorunlarına çare olabilecek ayetleri Müslüman halklara emir olarak iletseydin. Keşke böyle bir fedakârlığı göstertebilecek büyüklükte olsaydın! Eğer böyle yapsaydın, emin ol, Müslüman olmamama rağmen sana saygı duyardım ve yine emin ol ki eğer böyle yapsaydın, dünyanın ilimde bilimde en gelişen toplumları Müslüman toplumları olurdu ve sayıları daha artardı, gayrımüslim kitleler, Müslüman olmaya başlardı. Sen dininin yayılmasını istemiyorsun. Bir çok  Müslüman’ın kabul ettiği üzere kadın ve erkek bile bir birinden farklı senin nezdinde. Erkeği, biyolojik olarak kadından daha güçlü  yarattığın gibi hak ve hukuk açısından da erkeği, kadından bir derece üstün ilân ettin. Yani cinsiyet eşitliğini toptan ortadan kaldırdın. Neden böyle yaptın? Kadınlar, yüzyıllar boyunca zaten kendilerinden güçlü olan erkeklerden şiddet gördüler, hem fiziksel hem de manevi. Bir de kalkıp tercih haklarını ve hatta insan olma ve insan gibi seçim yapabilme haklarını bile ellerinden aldın. Ellerin memleketlerinde kadınlar insan gibi yaşarken Müslüman memleketlerinde kadınlar, erkeklerin kölesi ya da boynunda tasmayla gezdirilen köpeği gibi yaşıyor. Modern ülkelerdeki kadınların Müslüman olmasını beklemiyorsun herhalde! Yoksa sen diye bir şey yok mu? Sen yoksa birilerinin iddia ettiği gibi bize 1400 yıl evvelin çöl Araplarının icat ettiği kakalama bir dinin hayali bir İlâhı mısın? Adın gerçekten Allah mı?

Ne yalan söyliyeyim, en çok tekrar edilen cümle kalıplarını çoktan aza doğru sıralayınca gerçek bir mucize göreceğimi zannediyordum. Ne bileyim mesela en başa “Kimse kimseyi öldürmesin” veya “Çocuklarınızın eğitimi, en önemli meselenizdir çünkü çocuklarınız sizlerin ve toplumunuzun geleceğidir” gibi. Hani Kur’an’ın şifreleri ile uğraşanlar var ya! Kelimeleri ayetleri sayıp rakamlar buluyorlar. Bak ben 19’u buldum. Eeeeee! Buldum işte! Sonra? Sonrasını bilmem! Herkesin dilinde olan o sayıyı buldum yetmez mi?  Zaten bu sayı işi ile ya da hangi ayet, hangi cümle, hangi kelime kaç defa tekrarlanmış gibi konular sonuç verseydi, geçmiş Âlimler, şu devrin insanlarından önce çoktaaaan bu işi yaparlardı, ortaya da muhteşem sonuçlar çıkardı, bizlere de din dersinde gözümüze “Allah’ın mucizesi” diye göstere göstere sokarlardı.

Ben  şahsen evreni yaratan bir Tanrı olsa idim, gönderdiğim ayetlerin çokluğuyla bile bir sıralama yapılsa, insanları şaşkına uğratacak harikulade bir önem dizilimi oluştururdum. İnsan hakları evrensel bildirgesi bile Kur’an’ın o önem diziliminden örnek alırdı.

Bu başlık altında verdiğim ayetler, sadece bir birinin aynı cümle kalıplarını içeren ayetlerdir. Yoksa Kur’an’da aynı konuya değinilen fakat farklı cümle kalıpları ile ifade edilen  konular da vardır. O konuları da vakit bulunca başka bir yazımda ele almayı umuyorum. Okuduğunuz için Teşekkür ederim, sağlıcakla kalın.
Yazan: Kainatta Toz Zerresi

KURBAN EDENİN BAYRAMI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Kurban bayramı, Kurban edenin bayramı, Kurban geleneği, Hayvan kurban etmek, Kurban, Kurban kesmenin amacı, Kurban etmek,

KURBAN EDENİN BAYRAMI

Bu yazıma  İlâhiyatçılardan İhsan ELİAÇIK’ın bir televizyon programında,  Kurban bayramına yönelik yaptığı konuşmadan bir kısmını aktararak başlamak istiyorum.

R.İHSAN ELİAÇIK: “… Kurban bayramında her yer kıpkırmızı oluyor. Hatta bir ara kesilen hayvanların kanları İstanbul’un denizine akıtılmıştı ve denizin suyu kıpkırmızı olmuştu. Yahu bir düşünün, Allah böyle bir şeyi ister mi? Gençler, “hayvanları kesmeyin, onların kanını akıtmayın, bir Tanrı böyle bir şeyi istemez, isteyemez.  Bu kanlar Tanrıya ya da Allah’a felan gitmiyordur” diyorlar. Barış dini olan İslâm’a bu kan yakışıyor mu? Bu gençler, bu çocuklar haklıdır. “Hayvanları kesmeyin, öldürmeyin” diyen çocukların ruhunu dine, Tanrıya daha yakın buluyorum. Fakat bunu sorgulamayan, “yav böyle gelmiş, böyle gider, et yiyeceğiz işte” diyen, ayetlerin şurasına burasına parantez açıp içine kurban sokan insanlardan ve hatta şu çağda çeşitli nedenlerle insan kellesi kesen ve kestiği kelle ile kameralara poz veren, o kellelerle top oynayan zihniyetlerden hayvan hakları savunucuları dinin ruhuna daha yakındır. Hayvanların öldürülmesine göz yummak istemeyen bu gençler ya da insanlar dindar olmasalar bile, “biz Allah’a inanmıyoruz” deseler bile bazen Allah’ın sesi, dini olmayan muhitlerden, yerlerden, kimselerden çıkar. En dindarlık iddiasındaki adamın yaptığına bak, en dinden uzak olan ateist, deist, agnostik olan adamların yaptığına bak. Bunlar bayrama evet, hayvan kesmeye hayır diyor. “Hayvanın kesilmesi bayram değildir” diyor, bir buna bak, bunların aklına, düşüncesine, insanlığına bak, bir de bu kadar sakalıyla, sarığıyla cüppesiyle, konuşurken iki lafından birisi Elhamdülillah, İnşallah, Allah, Maşallah… diyenlerin zihniyetine, vicdansızlığına bak. Videoya bir bakıyorsunuz, Işit militanı, insan kesmiş ve dilinde sürekli Allah kelimesi… Kendisini dindar zannediyor. Şimdi düşünün, bu adam mı dindar yoksa “Ne olur hayvan öldürmeyin, kan akıtmayın…” diye yalvaran dinsizler mi dindar? Hangisi dinin sesidir? “hayvan kesmeyin” diyenlerin kökünde, içinde, dindar olmasalar bile merhamet ve adalet vardır…”

Aklın ve vicdanın yolu birdir. İhsan hoca ile aramızdaki tek fark dini inancımız ya da inançsızlığımız. Ben dinsizim, o ise dindar bir Müslüman. İslâm dininde kurban var mıdır? Yok mudur?  Kurban bayramı ile ilgili hangi ayetlerde ne emreder? Kesin mi der, kesmeyin mi der? Bu mevzulara hiç girmek istemiyorum fakat İhsan bey ile aramızdaki en ortak nokta sanırım aklımız ve vicdanımız. İhsan bey de diğer bazı Modernist denilen İlâhiyatçılar gibi İslâm dinini hoş göstertmeye çalışan ve dindarları yobazlıktan çıkartmak için çabalayan kişilerden birisi.  Çevrenizdeki üniversite mezunu Müslümanların arasına dalın ve deyin ki: “İslâm dininde kurban bayramının amacı kurban kesmek değilmiş. Garip guraba bayramı imiş. Amaç, ihtiyacı olan fakir fukarayı doyurup sevindirmek, onları mutlu etmek imiş..” Sizi ciddiye almazlar veya görmez tarafınızdan bir birlerine kaş göz işareti yapıp sessiz kalırlar ya da gülerler veya “o senin inancın” diyerek geçiştirirler. Geçmişte bizzat deneyimlediğim için söylüyorum. İslâm dininden çıkmış birisi olarak niyetim Dini bayramları çok güzel göstertip ya da “Siz yanlış kutluyorsunuz, aslen böyle kutlamak lazım” gibi şeyler söyleyerek inanmadığım bir dinin kullarına, neyi nasıl yapacaklarını tarif etmek değil. Böyle bir şeye haddim yok çünkü Müslüman değilim fakat Müslüman olmamam, Müslüman olanlarla hemen her konuda sonsuza kadar görüş ayrılığına girecek olmamı ve yine hemen her konuda onlarla zıt görüşlere sahip olmamı gerektirmez. Aynı havayı soluyoruz, aynı bayrağın altında toplanmışız, aynı parayı kazanıyoruz, aynı mağazalardan marketlerden alışveriş yapıyoruz, aynı şeyleri yiyoruz ve belki de bir çok konuda aynı programları seyredip aynı kitapları okuyoruz. Ortak olan o kadar çok yanımız var ki!

Bir yakınım tavuk etini yemez. Tavuk etine karşı alerjisi ya da tiksintisi yok. Çocukluğunda arkadaş edinip çok sevdiği Tavuğu, ailesi gözlerinin önünde kesip pişirmiş. Kırsal bir bölgeden, bir köy yerinden bahsediyorum. Bu tür yerlerde insanların, çocukların daha dayanıklı, duygusal olarak daha bir sağlam olduğuna inanılır ama gerçekte böyle değildir. Çocuk psikolojisi her zaman her yerde aynıdır. Bu kişi, çocukluğunda  çok sevdiği tavuğu, gözlerinin önünde kesilip pişirilip yendikten sonra bir daha tavuk eti yiyememiş. Kaz, ördek, hindi ve kırmızı eti yiyor fakat tavuk etini yiyemiyor. Okul yıllarımda bir arkadaşımız da hiç et yiyemiyordu. Onun hikayesi de benzerdi. Her kurban bayramı öncesinde kurbanlık için eve getirilip bahçeye bağlanan koyun veya inekleri sürekli olarak yemliyor, onları sevip okşuyor, “hayvan” denilen bu canlılarla  kendisi  arasında bir hafta gibi bir sürede sevgi bağı oluşturuyor ve ardından sevdiği hayvanların bayramın birinci günü çaresizlik içinde bağırtılarak kesilişini izliyor ve göz yaşlarını tutamıyor. Sonunda da her türlü etten tiksinmeye başlıyor. İSLÂM DİNİNDE PSİKOLOJİYE DAİR HİÇ BİR ŞEY YOKTUR. ÇOCUKLARLA İLGİLİ TEK ŞEY İSE ONLARIN KARNININ DOYURULUP GİYDİRİLMESİ VE DİNE İNANDIRILMASIDIR.

Kurban bayramına yönelik bazı sorularımı, Müslüman halkımıza sormayı isterim:
  • Kurban bayramında kestiğiniz hayvanın kanının ya da sizin o hayvanı kesme eyleminizin, inandığınız Allah katında bir sevap olduğuna gerçekten inanıyor musunuz? Bir Tanrı, yarattığı bir canlının, yarattığı diğer bir canlı tarafından boğazlanması ile ne elde edebilir?
  • Kurban bayramında, dondurucunuza kaç kilo et istifliyorsunuz?
  • İslâm dünyasındaki genel inanca göre kesilen bir kurbanın etinin tamamının fakire fukaraya dağıtılması gerek. Bu bilgi hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu bilgi işinize geliyor mu?

Henüz vejeteryan değilim. Halen et tüketiyorum. Peki doğru mu yapıyorum? Şahsım adına konuşmam gerekirse hayır. Yıllar süren bir alışkanlığı bırakmak çok zor. Bir gün bu alışkanlığı bırakacağımı biliyorum. Çocukluğumda, kaçırmadan izlediğim yabancı bir dizi film vardı “Ziyaretçiler”. O günleri hatırlayanlar bilirler. Sanırım TRT 2 de yayınlanıyordu. Başka bir gezegenden gelen ve insan görünümüne girmiş olmalarına rağmen kertenkele cinsine benzeyen uzaylı yaratıkların insanlarla olan savaşı konu ediliyordu. Bu canlıların suya ve yiyeceğe ihtiyacı vardı. Kendi gezegenlerindeki su ve gıda kaynakları tükenmek üzereydi. Dünyada ise bol miktarda su ve bu kertenkele cinsi zeki varlıkların damak tadına uygun olan bol miktarda hayvan ve insan eti mevcuttu. Uzaydan gelen bu canlılar, karınlarını doyurmak için hayvan ya da insan eti ayırmıyor, hepsini rahatlıkla yiyorlardı. Bir an aklıma geldi. Acaba bir gün dünyamızı farklı bir tür canlı istila etse ve bizi, yiyebileceği bir tür olarak görse, bizler neler düşünür, neler hissederdik? Hayvanları yememizin tek sebebi, onların bizim gibi zeki olmaması ve kendilerini bizlere karşı savunamaması. Aslında onları yememizin asıl en büyük nedeni, halen ilkel bir dönemde olmamız. Uzmanlar, insanların bol miktarda proteine ihtiyacı olduğunu ve özellikle ilkel dönem insanlarının protein ihtiyacını karşılamak için bol bol avlandığını söylerler.  Peki protein, sadece et türü gıdalarda olan bir besin mi? Tabi ki de hayır. Kırmızı et, halen dünyanın bir çok yerinde pahalı bir yiyecek türü. İnsan nesli ise sürekli olarak bir artış içinde. Bu artış bu şekilde devam ederse yakın bir gelecekte yiyecek sıkıntısı bir çok insanı ve milleti vurmaya başlayacak. Yavaş yavaş suni et üretimi denemeleri yapılmaya başlandı. Amaç aslında et üretimini ucuza maal edebilmek. Bu yöntem henüz ilk denemelerde olduğu için ve yeni olduğu için insanların kulaklarına pek hoş gelmiyor ve sağlık açısından artıları ya da eksileri henüz tam olarak bilinmiyor çünkü sağlık üzerindeki sonuçlarının alınması yıllar sürebilir. Fakat bu sektör de eninde sonunda ilerleyecek, büyüyecek ve günü geldiğinde canlı öldürmeye yani hayvan etine artık ihtiyaç kalmayacak. Peki o dönemler geldiğinde Türkiye’mizdeki Müslüman kesim, “Bu bize Allah’ın kesin emridir” diyerek yine de senede bir kez hayvan kesmeye devam mı edecekler?

Ülkemizde ne diyanet ne de devletin bol bol televizyon ekranlarına çıkarttığı o meşhur zengin ilâhiyatçıların hiç birisi, kurban bayramlarındaki hayvan kesimlerine dur demeyecek, diyemezler. Aşağıdaki kısa haberi okuyalım:

THK'den kurban derisi önerisi
Türk Hava Kurumu (THK) Genel Başkanlığından yapılan açıklamada, ekonomik değeri 100 milyon liraya ulaşan kurban derilerinin, bayramın sıcak havaya denk gelmesi nedeniyle iyi şartlarda saklanması gerektiği, derilerin makbuz karşılığında gönül rahatlığıyla THK'ye verilebileceği belirtildi.”

Kurban derilerinin bir kısmı dini cemaatlere gidiyor. Kızılayın topladığı kurban paralarının da bir kısmının devletin kasasına ya da başka yerlere aktarıldığını  bilmeyen hâlâ bir sürü vatandaşımız var. Yani aslında, sadece kurban bayramı nedeni ile toplamda 1 milyar lira hayvan derisi geliri var. Böyle bir geliri, ülkemizin kolay kolay bırakacağını sanmıyorum fakat Müslüman bile olsa, aklı selim insanların artık bu anlamsız ve ülkemizi dünyaya rezil eden ve hatta İslâm’ın yıllardan beridir karaladığı ve putperestlik olarak tarif ettiği “Cahil insanların Tanrılarına kurban adamaları” adetini aratmayan bu saçma geleneğe son vermelerini  umut ediyorum.

Tedavisi zor ve pahalı olan hastalıklar  ve bu hastalıkların pençesinde kıvranan bir çok yurttaşımız var. Bunların bazıları da çocuk. Şöyle bir düşünün, bu kurban bayramında insanlar, kurbanlıklara verecekleri paraları, tedaviye ihtiyacı olan ve parasal durumu iyi olmayan hastalara verebilirler. Ya da işsizliğin hat safhaya ulaştığı şu dönemlerde maddi olanağı yerinde olan herkes kurban parasını, kendi belirlediği işsiz bir insana ya da aileye verse çok daha anlamlı olurdu. Bir ay sonra okullar açılacak. Devlet okulları parasız diye bir şey yok. Ülkemizde eğitim paralı, paralı, paralı,… Kurbanlıklara verilecek olan paralar, tadilata ya da malzemeye ya da ek binalara ihtiyaç duyan okullara veya fakir aile çocuklarının eğitim ihtiyaçlarına harcanabilir. Bir sürü fabrika ve şirket kapandı ve kapanmaya da devam ediyor. Geriye kalanlar ise küçülme kararı aldı. Kurbanlıklara harcanacak olan paralarla, iflas bayrağı çekmeye hazırlanan fabrikalardaki işçilere bir aylık maaşları verilse, bir çok aile maddi yönden rahatlar, ekonominin düzelmesine katkı sağlanır.

Yukarıda saydığım olasılıkları dinden bağımsız olarak düşünüyorum. Kurbana verilecek paraları bir kenara koyalım, Müslüman kesim, hacca giderken harcadığı onca parayı, hayır amaçlı kullansa, fakir Müslüman diye bir trajedi yaşanmazdı herhalde. Dediğim gibi, bu olasılıkları dinden bağımsız olarak düşünüyorum. Dinde öncelikli olan zaten başkalarına yardımda bulunmak ya da iyi insan olmak değildir. İslâm dininde en önemli şey, İMANdır. Yani Allah’ın var olduğuna inanmak. Sonrasında ibadet ve ibadetten sonra diğerleri  gelir. En önce,  inandığın Tanrıya tapınma görevini yerine getirmelisin. O yüzden, fakire fukaraya yardım amaçlı bile olsa, öncelikli olarak  Kurban bayramını da içine alan Hac vazifeni ömrün boyunca bir kez yerine getirmen gerek. Bunun için de epeyce bir para ayırmalısın. Adının Allah olduğuna inanılan İlâh, kullarına, “ömrünüzde bir kez Kâbe’yi tavaf edin”  deyip milyonlarca Müslüman’ı masrafa sokmak yerine, “ömrünüzde bir kez ihramınızı giyinip en az yüz kişilik kalabalıkla size en  yakın caminin çevresinde veya içinde tavaf yapın, ve  fakir bir ailenin bir senelik yiyecek ihtiyacını karşılayın veya buna karşılık gelecek bir hayırda bulunun” diyemedi. Eğer iddia edildiği gibi adının Allah olduğuna inanılan İlâh, putlar gibi belirli bir yerde, belirli bir taşın içinde değil de zamandan ve mekândan münezzeh olarak her an her yerde mevcudu olan bir varlık olsa idi kullarına “Siz bana her yerde ulaşırsınız, iyiliğin ve temizliğin olduğu her yerde beni anın, ben sizi işitirim. Beni belirli yerlerde aramayın, putlara tapar gibi belirli bir yere toplanıp bir taş veya toprak parçasını kutsallaştırmayın” derdi, diyemedi. “Bana tapmak için veya bana ibadet için harcayacağınız maddiyatınızı, ihtiyacı olanlara harcayın” diyebilirdi, diyemedi.

Kurban bayramında, genel olarak ülkemize baktığınızda kesilmekte olan yüzbinlerce hayvanın kurban edildiğini  görürsünüz. Bense Türkiye’me baktığımda, atalarından gelen geleneklere, din adı altında inandırılmış ve hâlâ inandırılmaya çalışılan ve 1 milyar liralık deri için beyinleri, inançları, parasal varlıkları  kurban edilen milyonlarca insan  görüyorum.

RAHMAN SURESİ, TEKRARLARI VE KAFİYE UĞRAŞI

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, Rahman suresi, O halde Rabbinizin, Spam ayetler, Kurandaki çelişkiler, Müslümanın ilk görevi, Çadırlara kapanmış huriler, Huri, Huriler, Tekrarlanan ayetler,

MÜSLÜMAN'IN İLK GÖREVİ RAHMAN SURESİNİ OKUMAKTIR

Her Müslüman, Rahman suresinin ayetlerini mutlaka Türkçe tercümesi ile birer kez okumalıdır. Rahman suresine İslâm dünyasının verdiği anlamdan ve önemden bahsetmeyeceğim. Madem Kur’an’ı adının Allah olduğuna inanılan İlâh, anlaşılır şekilde kolaylık yapıp göndermiş, biz de dümdüz yazılmış olan bu ayetleri dümdüz bir mantıkla inceleyelim. Rahman suresinin en dikkat çekici ayetleri, tam 31 defa tekrarlanan “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” ifadesidir. Sayın dindar kardeşlerim, bir şeyi yalanlamak için o şeyin önce doğrusunun ne olduğunu iyi bilmeniz ve hatta doğru bildiğiniz şeyden emin olmanız gerekir. İnanmaktan bahsetmiyorum, bir olaya dümdüz tanıklık edip ya da bizzat içinde bulunup yaşayıp deneyim geçirdikten sonra o olayı bilmekten, kesin olarak bilmekten bahsediyorum. Bunu şuna benzetebiliriz. Farz edin  devletin önemli bir kademesinde çalışan bir bürokrata mikrofon uzatıyorlar ve “Efendim, falanca ihaleden rüşvet aldığınız söyleniyor, ne diyorsunuz?” diye soruyorlar. Bu bürokrat o falanca ihaleyi verdiği şirketten çok da güzel bir rüşvet aldı ama kendisine uzatılan mikrofona “Hayır, aslı yok, kimseden rüşvet almadım” diyor. Çok iyi bildiği bir şeyi yalanlıyor. Şimdi, Rahman suresinin ayetlerine geçelim. Kırmızı renkli olan yerler, ayetlerin orijinal metinleri olup siyah yazılı olan yerler de benim kendi değerlendirmeme yönelik ifadelerdir.

Rahman Suresi

1-2. Rahmân, Kur’an’ı öğretti.
3. İnsanı yarattı.
4. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti.

Biz de bu surede düşünme işlevini gerçekleştiriyoruz.

5. Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir.

Bunu bilmek için gökten ayet inmesine gerek yok ki! İslâm dininden binlerce yıl önce yaşamış olan kadim uygarlıklar da bunu biliyor ve bu bilgiye göre muhteşem takvimler geliştiriyor ve hatta bu bilgi doğrultusunda güneş ışınlarını istedikleri şekilde binanın içine konumlandıran çok güzel yapılar inşa ediyorlardı. Normal bir zekaya sahip olan her insan da bunu biliyor zaten.

6. Otlar ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.

Bu ayette bahsedilen şey, bana da çocukluğumdan belli öğretilen, boynunu bükmüş olan ağaç veya otların, “Allah’a ibadet ediyorlar” şeklinde yorumlanmasından kaynaklanan bir durumdur. Otların ve ağaçların Allah’a boyun eğdiğini nereden biliyoruz? Otların ve ağaçların boyunlarının eğmelerinin rüzgârdan tutun da susuz kalıp sararmalarına kadar bir sürü bilimsel nedeni vardır. Eğer konuyu döndürüp dolaştırıp “Allah’ın kâinatta oluşturduğu ve sizin de dediğiniz gibi bilimsel olan yasalara göre boyunlarını büküyorlar yani Allah’ın bilimsel yasalarına göre bükülüyorlar” diyecekseniz eğer, bu durum “Allah’a boyun eğerler” şeklinde ifade edilmez. O zaman her şeyi Allah’a ibadet ediyor şeklinde yoralım. Mesela saatte 200 kilometre hıza ulaşan ve evleri yıkıp insanların ölmesine neden olan ve hatta bir çok ağacın kökünden sökülmesine neden olan kasırgaları, “Allah’a doğru esiyorlar, Allah’a yürüyorlar” şeklinde ifade edelim. Ya da ne bileyim, koca bir köyü yok eden ve patlama esnasında binlerce kilometre yukarıya fırlayan  lavları “Allah’a  doğru  yükselip ibadet ediyorlar” şeklinde ifade edelim. Ya da yolda giden bir kamyonun üzerine devrilen ağacı “Ağaç secdeye kapandı” şeklinde tarif edelim.

7. Göğü yükseltti ve ölçüyü koydu.
8. Ölçüde haddi aşmayın.
9. Tartıyı adaletle yapın, teraziyi eksik tutmayın.

Bu ölçü ayetleri güzel, takdir ediyorum ne diyeyim!

10. Allah, yeri yaratıklar için var etti.
11. Orada meyve(ler) ve salkımlı hurma ağaçları vardır.
12. Yapraklı taneler, hoş kokulu bitkiler vardır.
13. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Evet orada yani Arap yarımadasında ve benzer iklime sahip bölgelerde salkımlı hurma ağaçları var. Dünyanın bir çok yerinde yapraklı hoş kokulu bitkiler var. Var olmasına var da ne malûm bunların hepsini adının Allah olduğuna inanılan İlâhın yarattığı? Bu bitkilerin, meyvelerin üzerinde nurdan ışıklı kalemle yazıyor mu “bizleri Allah ismindeki Tanrı  yarattı” diye? Sanki o kadar hoş kokulu bitki ve meyveyi adının Allah olduğuna inanılan İlâhın yarattığından kesin kes eminiz de sıra nimetleri yalanlamaya geldi.

14. Allah, insanı pişmiş çamur gibi bir balçıktan yarattı.
15. “Cin”i de yalın bir ateşten yarattı.
16. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Bizler, pişmiş çamur gibi bir balçıktan yaratılmışız. Nasıl yani? İspatlandı mı? Cinler de yalın bir ateşten yaratılmış ve devamı yine “O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”  Hani cinler nerede? Nereden biliyoruz cinler diye bir canlı gurubunun olduğunu. Gördük mü bu cinlerden bir tanesini? Madem görmedik o zaman görmediğimiz bilmediğimiz bir şeyi nasıl yalanlayacağız? Görelim, kesin olarak bilelim de iş nimet  yalanlamaya kalsın.

17. O, iki doğunun ve iki batının Rabbidir.
18. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

İki doğu ile iki batı hususunda ne kast edilmek istendiği ile ilgili İslâm dünyasında sadece farklı tahminler vardır. Yani öyle kesin bir bilgi yoktur. Ey adının Allah olduğuna inanılan İlâh, sen şu anlaşılsın diye ya da kolaylaştırdığını iddia ettiğin  Kur’an ayetinde belirtilen iki doğu ile iki batının ne olduğu konusunda İslâm Âlimlerine anlayabilmeleri için  bir ışık, bir fikir ve en önemlisi ortak bir görüş birliği nasip eyle de sıra  senin nimetlerini yalanlamaya ya da yalanlamamaya gelsin.

19. (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.
20. (Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.
21. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Bu ayetlerde anlatılan durum, bir çok dindarın iddia ettiği gibi okyanusun orta yerinde yoğunluğu farklı olan suların oluşturduğu çizgi değil, ırmak, nehir gibi tuz yoğunluğu farklı olan suların denize aktığı yerde oluşturduğu ve farklı renk tonlarında göründüğü  yerlerdir. İslâm’ın Peygamberi, tüccardı ve uzak bölgelere sık sık iş icabı yolculuk yapardı. Bu tür bilgiler o dönemin insanları tarafından zaten bilinen şeylerdi.

22. O denizlerin her ikisinden de inci ve mercan çıkar.
23. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Denizlerden inci ve mercan çıkmasının sebebi niye Allah’a bağlanır? Ne biliyoruz inci ve Mercanın çıkmasının Allah’a bağlı olduğunu? Farz edin öyle. Öbür maddeleri kim yapıyor? Allah niye “şunu ben yarattım, şu benim nimetim, şunu  şunu size verdim” diye teker teker izahat veriyor? “Yeryüzünde ne varsa hepsi benim nimetimdir” gibi kısa, öz ve anlaşılır bir tane ayet kullanmak yetmemiş galiba. Bir çocuğu inandırmaya çalışır gibi “Şöyle şöyle bir şey var, bir de şu var, bir de şu nimet var, hepsini ben verdim…” 
Ben şahsen bu nimetleri yalanlamıyorum. Ben şahsen bu nimetleri eğer bir Tanrı göndermiş ya da bir Tanrı oluşturmuş ise bu Tanrının adı Allah mıdır yoksa bu Tanrı, isim verilemeyecek bir yapıda mıdır? Kur’an isimli bir kitap göndermiş midir? Göndermemiş midir? Kısmını soruyorum. Bu inci ile mercanı Allah’ın yarattığından emin miyiz şimdi? Denizden mercan ve inci çıkması ile nimet yalanlamanın alakasını anlayamıyorum arkadaş!
Evet, denizden mercan çıkıyor, inci çıkıyor, petrol çıkıyor, İslâm dininden binlerce yıl evvelden kalma yapılar bile çıkıyor deniz altından, ee? Kimse bunları yalanlayamaz ki! Mercan diye bir şey var, inci diye bir şey var, midye var, petrol var, var da ne? Bütün bunları onca tanrının içinden Allah yarattığı ne malum?

24. Denizde akıp giden dağlar gibi yüksek gemiler de O’nundur.
25. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

İşte en güzel ayet! İnsan eli ile yapılan ve denizde akıp giden koca gemiler de Allah’ınmış. Gerçi Müslüman’a sorsanız insanın kendisi başta olmak üzere o insanın yaptığı her şey de zaten Allah’a aittir. E o zaman bu kadar geniş geniş yazı yazıp da “o halde nimetlerimi niye yalanlıyorsunuz” diye 31 ayet göndermeye ne gerek var? Sayın okurların 4-6 yaş arası çocukları varsa iyi bilirler. Kız çocuklarına prenses resimleri göstertin, erkek çocuklarına dinozor ya da araba resimler göstertin. Erkek çocukları, araba resimlerini izlerken beğendikleri arabaları parmakları ile işaret edip “o benim” der ve hemen sahiplenirler. Kız çocukları da en beğendikleri prenses resmini göstertip “evet evet, bu prenses benim, bu da benim, bu prenses de benim” diyerek sahiplenmeye çalışırlar. Öylesine aklıma geldi. Siyah iplikten kaşkol örmüştüm, o da Allah’ındır. Mühendislik harikası olan ve yolcu taşımada kullanılan devasa yolcu uçakları ve otobüsler de, hızlı trenler de hepsi hepsi Allah’ındır.

26. Yer üzerinde bulunan her canlı yok olacaktır.
27. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbinin zâtı bâki kalacaktır.
28. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Nereden biliyoruz adının Allah olduğuna inanılan bir İlâhın var olduğunu  ve nereden biliyoruz bu var olduğuna inanılan İlâhın sonsuza kadar bâki kalacağına. Onun sonsuza kadar var olacağını görebilecek miyiz ki yalanlayalım?

29. Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarruftadır.
30. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
31. Yakında sizi de hesaba çekeceğiz, ey cinler ve insanlar!
32. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz.

Demek bizi ve cinleri hesaba çekeceksiniz! Bu durumda sizin nimetlerinizi yalanlamamak için öte dünyaya gidip hesaba çekilmeyi beklememiz gerek. Ancak o zaman görür, bizzat deneyimler ve ancak ondan sonra nimetlerinizi yalanlamayız. Hem görmediğimiz hesap gününü, kesin olarak yani görecekmişiz gibi algılayıp da dünyada faydalandığımız nimetleri yalanlamak ne alaka, kafam basmıyor arkadaş! Bir çilek tarlasında çilek yetiştirmenin Zirai teknikleri vardır ve bütün dünyada bilinir. Ateist olan da deist olan da Yahudi olan da Müslüman olan da bu teknikleri kullanıp çilek yetiştirir, yer, reçelini yapar, satar, para kazanır bu nimetten. Ee? Tamamen inançsız olan kişiler de faydalanıyor bu nimetten. Madem öyle, adının Allah olduğuna inanılan İlâh, bu nimetini neden ayetlerini ve nimetlerini yalanlayanlara nasip ediyor? Bu nimetlerden en çok faydalananlar Müslümanlar değil ki? İnançsız olan milletler bu yalanlanmaması gereken nimetlerden daha fazla faydalanıyorlar.  Ama önemli değil çünkü Zeki ve Uyanık olan Allah, onların işini öte dünyaya yani bizim şu an ne bilimsel olarak ne de gözlemsel olarak kanıtlayamadığımız Cehennem diyarına bıraktı. Onlar yalanlasalar da yalanlamasalar da cehenneme gidecekler.

33. Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin uçlarından bucaklarından geçip gitmeye gücünüz yeterse geçip gidin. Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz.
34. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Haaaaa, burada duralım! Eğer bu ayette kast edilen şey, uzaya çıkmak ise güzel bir noktaya değinilmiş. Şu an için bunu yapmak, gerçekten de büyük bir güç gerektiriyor. Özellikle de para gücü ve tabi ki büyük bir enerji. Ama ilerleyen yıllarda bunu yapmak o kadar da büyük bir güç gerektirmeyecek. Hatta  bir uçak, otobüs veya araba yolculuğu gibi sıradan bir şey ve ucuz bir yolculuk  haline gelecek. Çünkü eski dönemlerin zorlukları, yerini yeni dönemlerin kolaylıklarına bırakır. İcat edilen ilk bilgisayarı hatta ilk hesap makinesini hatırlayın. Ne kadar devasa, karmaşık ve pahalı bir yapı idi. O devasa hesap makinesi ve o devasa bilgisayarın daha karmaşık hali, şu an küçücük cep telefonlarında ve en fakir insanın bile cebinde taşınıp insana hizmet ediyor. Ey adının Allah olduğuna inanılan İlâh, uzaya çıkmak, kolay ve ucuz bir yöntem haline geldiğinde 33’üncü ayetindeki “Büyük bir güç olmadıkça geçip gidemezsiniz” ayetini yineleyip  “O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” diyecek misin?

35. Üstünüze ateşten yalın bir alevle kıpkızıl bir duman gönderilir de kendinizi koruyamazsınız.
36. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
37. Gök yarılıp da, yanıp kızaran yağ gibi kırmızı gül hâline geldiği zaman (hâliniz ne olur?)
38. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
39. İşte o gün ne insana, ne cine günahı sorulmayacak.
40. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Bu  ayetlerde kıyamet gününden bahsediyor. İyi güzel, kıyametten bahsedilmiş ama o kıyamet ayetlerinin sonundaki “O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” ayeti yine ne alaka? Biz kıyameti gördük mü? Alevleri gördük mü? Sanki kıyameti yaşadık, nasıl dehşetli bir sahne olduğuna şahit olduk, başımızdan geçti, bildik de İslâm’ın İlâhı olan Allah da hemen “O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz” ayetini alnımızın ortasına yapıştırıverdi. İş, nimet yalanlamaya gelecekse hele bir bekleyelim, gözlerimiz görecekse şu kıyameti bir görelim. Gördükten sonra bir de bu kıyamet denilen ya da kıyamet olduğu tahmin edilen şey Allah’tan mıdır yoksa başka bir şeyden dolayı mıdır diye karar verelim. Ondan sonra nimetleri yalanlamaya geçelim.

41. Suçlular simalarından tanınır da, perçemlerinden ve ayaklarından yakalanırlar.
42. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
43. İşte bu suçluların yalanladıkları cehennemdir.
44. Onlar, cehennem ateşi ile yüksek derecede kaynar su arasında gider gelirler.
45. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

“O halde”! Yani “O halde” derken biz öte tarafa gittik geldik, suçluların cehenneme girip çıktığını gördük,  İslâm’ın İlahı olan Allah da dedi ki “O halde…” yani  “madem ki gördünüz, artık biliyorsunuz, O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”.

46. Rabbinin huzurunda (hesap vermek üzere) duracağından korkan kimseye iki cennet vardır.
47. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
48. İki cennet de (ağaçlar, meyveler, rengârenk bitkiler gibi) çeşit çeşit güzelliklerle bezenmiştir.
49. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
50. İçlerinde akan iki pınar vardır.
51. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
52. İkisinde de her meyveden çift çift vardır.
53. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
54. Onlar astarları kalın ipekten olan döşeklere yaslanırlar. Bu iki cennetin meyveleri (zahmetsizce alınacak kadar) yakındır.
55. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
56. Oralarda bakışlarını sadece eşlerine çevirmiş dilberler vardır. Onlara eşlerinden önce ne bir insan, ne bir cin dokunmuştur.
57. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
58. Onlar sanki yakut ve mercandır.
59. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Astarı kalın ipek olan döşekler yani yataklar, Meyveler, bakışlarını eşlerine çevirmiş dilberler. O dilberlere daha önce ne bir cin ne bir insan dokunmuştur. Onlar yani o dilberler sanki yakut ve mercandır. Ah erkek olsaydım, “gidip de gördüm mü ki o el değmemiş dilberleri  iş yalanlamaya kalsın” diyecektim diyemedim. Erkeklere el değmemiş huriler, ya biz kadınlara nerede Nuriler? Görüyor musun adının Allah olduğuna inanılan sayın İlâh! Vakti zamanında çok zeki ve akıllı olmana rağmen aradan yıllar geçtikten sonra Ataerkil toplum yapılarının değiştikten sonra cinsiyet eşitliğinin artık hüküm sürmeye başlayacağını tahmin edemedin. O zamanın Arap erkekleri, parasal durumuna göre, 3-4 kadınla ömür geçirir, kadınlar da buna itiraz etmez, bir erkeğin üçüncü dördüncü hanımı olmayı kabul eder kıyamete kadar bu böyle devam eder zannettin. Bir kadın olarak ben senin cennetinden hiç haz etmiyorum, yanlış hesap yaptın. Bu Kur’an’ı yazan sen, bir fani değil de gerçekten bir Tanrı olsaydın, bu günleri hesap eder, önlemini alırdın. Her ne kadar bizim bazı ilâhiyatçılarımız  “efendim cennette adı geçen eşler hur diye ifade edilir ve cinsiyetleri yoktur yani hem kadın hem de erkek olabilirler” diye tarif etseler de anadili Arapça olan hiçbir Müslüman ülkede böyle iddialar yoktur. Ne de olsa bizim İlâhiyatçılarımız Arap gramerini Araplardan daha iyi bilirler.

Neyse, konudan fazla uzaklaşmayalım. Biz bu cennetleri ve cennetlerdeki  sayılanları  gördük mü? İş yalanlamaya geldi mi?

60. İyiliğin karşılığı, yalnız iyiliktir.
61. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Bak bu güzelmiş. Bana bunlarla gelin.

62. Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır.
63. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
64. O iki cennet koyu yeşil renktedir.
65. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
66. İçlerinde kaynayan iki pınar vardır.
67. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
68. İçlerinde her türlü meyve, hurma ve nar vardır.
69. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
70. Onlarda huyları güzel, yüzleri güzel dilberler vardır.
71. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
72. Onlar, çadırlara kapanmış hurilerdir.
73. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
74. Onlara, eşlerinden önce ne bir insan ne bir cin dokunmuştur.
75. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
76. Onlar yeşil yastıklara ve güzel yaygılara yaslanırlar, (nimetlenirler).
77. O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?

Yok artık! “Çadırlara kapanmış huriler” de nedir?. Yahu bu dini Araplar bize resmen kakalamış kardeşim. “Her tarafı Arap çölü, geleneği, yaşam biçimi ve hayali kokuyor”. Bunu deyince de kızarsınız.
Şuna bakar mısınız. Cennette çadırlara kapanmış huriler..!
Tabi burada şimdi cambaz bir Kur’an yorumcusu iseniz o çadırlar, nurdan yapılmış ve aslında insanın hayal edemeyeceği kadar güzel ve hurilerin içinde konakladığı özel bir evdir. Fakat Allah, bunu insanların anlayacağı bir dille izah etmek için “Çadır” ifadesini kullanmıştır. Böyle de yorumlayabilirsiniz. Nitekim, bizim ülkemizin son on yılında bu şekilde ayet yorumlama konusunda rekor kırılmaya başlandı. Kendilerini bu hususta daha da geliştiriyorlar efendim.

"O hurilere, eşlerinden önce ne bir insan ne de bir cin dokunmuştur". sözü çok önemli. Cinsiyet eşitliğine inanmayan, ataerkil ve kadını mal zihniyetiyle gören bütün toplumlarda ve bu zihniyete sahip bütün erkeklerde kadının el değmemiş olması çok önemli bir husustur. Erkeğin aksine cinsel organı içeride olan kadına dokunulmamış olması gerekir. Sıfır ile ikinci el araba arasındaki fark gibi düşünülür. Kadının karakteri, niyeti, bacağının arasındaki deliğin durumu kadar önemli değildir. Arap geleneğinde de aşırı derecede önemlidir bu dokunulmamışlık mevzusu.

Eeeee Müslüman erkekler! Rabbiniz size iki cennet + iki cennet daha verdi. İçinde de  hurmalar, yeşil yastıklar, yataklar,  pınarlar, el değmemiş bakire huriler verdi. Sizler de gittiniz geldiniz gördünüz değil mi? Hatta o hurilere sizden önce başka bir insan ya da cin dokunmuş mu dokunmamış mı, yani o huriler bakire mi değil mi, kontrol edecek zamanınız da oldu. Gördünüz ve dünyaya geri döndünüz değil mi? “O halde Rabbinizin, hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?”

NOT: Eğer bu cennet ayetlerinde bahsedilen şey bir din değil de geçmiş zamanlarda Sümerlerdeki her biri 72 millete ait olan tapınak fahişelerinden ve bu tapınağın asma üzümlerine, yeşil çimenlerine benzeyen bahçesinden bahsedilseydi ve o dönemin erkeklerinden birisine bu sorular yöneltilseydi derdi ki “Ooooooo,  gittim o cennet diyarına, gördüm 72 huriyi, biriyle de beraber oldum. Dillere destan o güzel bahçede mest oldum, hangi birini yalanlayabilirim ki” diyebilir, demelidir de. Ama siz diyemezsiniz. Konu konuyu açıyor ve bazen tutamıyorum kendimi.

Haşhaşiler tarikatı ile tanınmış Hasan Sabbah’ın Cennet ile ilgili bir uygulamasına yönelik internetten okuduğum bir yazının bir kısmını paylaşmak istiyorum:
“…Haşhaşilerin militanları eğitirken kullandıkları yöntemler, dünya tarihine geçmiştir. Ailelerden seçilerek alınan gençler, Alamut kalesinde özel olarak yetiştiriliyorlardı.  Din eğitimi, halkla ilişkiler; insan psikolojisine göre davranma, Haşhaşilerin sırrını gizleme konusu önemliydi. Ve suikast konusu... Fedailer, özellikle hançerlerle yaptıkları suikastlerle ünlüydüler. Bazı olaylar; bunların zehir de kullandıklarını göstermektedir. Artık, düşman üstüne salınacak döneme geldiklerinde bunların yedikleri bala veya çöreklere haşhaş yağı katılıyordu. Bu uyuşturucuyu alan gençler götürülüp özel olarak kurulmuş cennete bırakılıyorlardı.
Bu cennetler; Kuran'da anlatılan cennete benzetiliyordu. İçinde ağaçlar, otlaklar, sular ve yarı çıplak kızlar dolaşmaktaydı. Bunlar; isteyenlere, Kevser şarabına benzetilen şaraplar sunuyorlardı. Bu şaraplara da afyon damlatıldığından şarabı içenler bu cennet içinde hurilerle birlikte olduklarını sanıyorlardı.
Bunlara daha sonra; dine hizmet eden ve Masum İmam'a sadık olanların hep böyle hurilerle dolu cennette yaşayacakları telkin ediliyordu. Onlar da kütür kütür memeli kızların bulunduğu cennete daha bu dünyada ulaşmış olmanın coşkusu ile ne denirse yapmaya hazır oluyorlardı…”

O eski dönemlerde bu dümenlere oyuncak edilen genç erkeklere de sorsanız herhalde o cennet diyarını görmüş olduklarını zannederekten Rablerinin hangi nimetlerini inkâr edebilirler?

Cennet diyarını delil niyetine göstertip sanki o cennete bütün Müslümanlar bu dünyadayken gidip gelmiş görmüş muamelesi yapar gibi ardından “O halde Rabbinizin hangi nimetlerini” yalanlıyorsunuz ifadesini yapıştıran bir kitaptan çıkartacağınız iki  olası sonuç vardır:

Birincisi: Bu ayetleri kim yazdıysa hakikaten derdi insanları, özellikle de erkekleri kandırıp peşine takmaktır.

İkinci olasılık ise: Kur’an’da bahsedilen cennet diyarı, gerçek anlamda bir öte alem diyarı olmayıp geçmişteki Sümerlerin 72 hurisini ve bu hurilerin yaşadığı "Zevkler Evi" isimli tapınağın yeşil bahçesini  ziyaret edip tadan erkeklerin  yaşadıkları bu olayların  civarda anlatılırken değişime uğrayarak Araplar tarafından kutsal addedilen bir kitabın içine eklenmesinin  öyküsüdür.

Sizce hangi seçenek daha ağır basıyor?
Ya da Rahman suresini okuduktan sonra aklınıza farklı seçenekler de geliyor mu?
     
78. Azamet ve İKRAM sahibi Rabbinin adı yücedir.

Birçoğunu bu  hayatta göremeyeceğimiz, bilemeyeceğimiz şeyleri delil göstertip “O halde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?” cümlesine bağlıyorsunuz  sonra da diyorsunuz ki “Bu ayetleri Tanrı gönderdi”. 

Ey İslâm’ın İlâhı olan ve adının Allah olduğuna inanılan İlâh! Sen nasıl bir ilâhsın? Eğer bizi ve kâinatı sen yarattıysan, bizleri matematik hesabı üzerine kurulmuş olan bir sistemin içine gönderdiğinin farkında değil misin? Rüzgâr neden eser? Mevsimler neden oluşur?... Bu tür şeyleri gözlemleyip, araştırıp bilimsel temelle açıklayabileceğimiz bir sistemin içinde yaşıyoruz. Bize verdiğin akıl ve zekâ, sadece bu gözlemlere ve bilimsel temelli bilgilere inanabilmemizi olanaklı kılacak şekilde yaratılmış. Daha zeki olanlarımız dinden çıkıyor. Neden biliyor musun? İnsanoğlunu  hem akıl ve zekânın sınırlarını aşmayan bir kâinat sistemine göndermişsin hem de insan aklının veya duyu organlarının hiç algılayamayacağı bir boyutta bulunan aleme yani hiç gözlemleyemeyeceğimiz bir aleme inanmamızı bekliyorsun. Dalga mı geçiyorsun bizimle?

Yukarıdaki ayetleri bir Tanrının göndermiş olabileceğine şahsen inanmıyorum.

Atıyorum benim inandığım bir Tanrı var. Adı da “Yakari”. Ne büyük, ne güçlüdür benim Tanrım. Aslında kâinatın tek yaratıcısıdır benim Tanrım Ulu Yakari. Ama bilmezler, nankör insanlar. Hepsi de “Bizim Tanrımız gerçek olan Tanrı” diye bir türkü tutturmuşlar. Bir de Tanrılarına isim uydurmuşlar. Yok senin Tanrın yalan, bizim ki gerçek… Didişip duruyorlar. Kardeşim asıl gerçek olan benim Tanrım. Adı da Yakari. Kâinattaki her şeyi yaratan kâinatın asıl yaratıcısıdır Yakari. Bir gün tabiat  gezisine çıktım. Öyle şeylere tanık oldum ki ağzım açık kaldı.
  1. Yaban kazları “V” şeklinde dizilmişler gökyüzüne, öyle sistematik uçuyorlardı ki! Kazlara  o şekilde uçmayı kim öğretti sanıyorsunuz?
  2. O halde Tanrı Yakari’nin hangi nimetlerini, hangi sistemini  yalanlıyorsunuz?
  3. Küçücük arılarda, topladıkları çiçek tozlarından insanlara faydalı bal yapıyorlar.
  4. O halde Tanrı Yakari’nin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
  5. Rüzgâr eserken, çiçek ve bitki tohumlarını uzağa taşıyor. Böylelikle ait olduğu gövdeden kopan tohum, kendisini büyüten annesinden 50 metre uzaktaki  toprağa tutunup boy atıyor.
  6. O halde Tanrı Yakari’nin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
  7. Öte aleme gittiğinizde arşın yedi kat tepesinde Tanrı Yakari’ye iman koşusu düzenleriz. Bu iman koşusunda iyi derece alanlar tekrar Dünyaya gönderilir ve hepsi de zengin birer ailenin kucağında doğar.
  8. Yakari, kullarına 8 cennet vermiştir. Her birinde bir birinden çeşitli ve hoş kokulu çiçekler, kumsallar, tertemiz suyu olan denizler vermiştir.
  9. O halde Tanrı Yakari’nin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz?
  10. Yüce YAKARİ, Kâinatın tek yaratıcısıdır.  Anlayabilene..

KİM DEMİŞ İSLÂM EVRENSEL DEĞİL DİYE?

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, Dinler evrensel mi?, İslam evrensel mi?, Evrensellik,

KİM  DEMİŞ  İSLÂM  EVRENSEL  DEĞİL DİYE?

100 YIL ÖNCE
Kadın: Herif! Yeter gayrı doğurduğum, dayanamıyom, bunun bir hal çaresine baksak, çocuk 10 oldu, 11 inciye dayanacak takatim kalmadı.
Erkek: Sen sus eksik etek. Aklın ermez öyle şeylere. Allah çoğalın diye emretmiş. Hem Allah’ın verdiği canı ne yapacan, öldürecen mi? Allah öyle emretmiş, Allah’ın emrine garşı mı gelecez?
Kadın: Dudağımı boyadım bey, güzel olmuş mu?
Erkek: Oro…puya dönmüşsün, o ne lan. Bir daha görmeyeyim. En güzel boya, Allah’ın boyasıdır. Allah’ın verdiği yüzü, gavur icadıynan mahfeyleme.

ŞİMDİKİ ZAMAN
Kadın: Kocacığım kaç çocuk yapalım?
Erkek: Bilmem ki hanım, Allah kaç tane nasip ettiyse. İki taneye karar verelim de gerisi Allah kerim. Allah nasip ederse  üçüncüyü de yaparık İNŞALLAH!
Kadın: Makyajım nasıl olmuş?
Erkek: Çok güzel olmuş, çok yakışmış ama dışarıya giderken boyanma, evde  yap makyajını.  Kocasına güzel görünmek için süslenen kadını Allah da sever.
Kadın: Dudağıma dolgu yaptırayım diyorum ne dersin?
Erkek: Yok artık, orada dur derim. Allah’ın verdiği dudağı bozma bak,  Rabbim ne güzel dudak vermiş sana! Şükret! Hem ben memnunum dudağından!

100 YIL SONRA
Erkek: Geldik nihayet eve, hastane ne kadar kalabalıktı. Allah’ın izni ile çocuğumuzun göz rengine, boy uzunluğuna karar verdik. Sülalemizde mavi gözlü, uzun boylu biri yok ama,  Allah’ın bize bahşettiği genetik mühendisliğinin imkânlarıyla olacak inşaaaallah!
Kadın: Öyle öyle. Allah razı olsun bu yöntemi icat edenlerden. Yalnız bizimkilere ne diyeceğiz, biliyorsun anne babalarımız böyle şeylere karşı.
Erkek: Bırak o eski kafalıları. Onların ki dindarlık değil, yobazlık. Önemli olan takvadır, maneviyattır. Çocuklarımızın görüntüsü nasıl olursa olsun,  önemli olan maneviyatlarını iyi yetiştirelim. Allah maneviyata önem verir, görüntü ne ki?
Kadın: Doğru söylüyorsun.
Erkek: Bir de şey söyleyecektim hanım, doğumdan sonra seni bir genetik güzellik merkezine götürüp vücudunu komple sarışın yapsak nasıl olur?
Kadın: Hımmm, sarışın olayım istiyorsun.
Erkek: Evet.
Kadın: Hele bir doğurayım da nasibimde varsa  onu da yaptırırız İnşallah!
Erkek: Hayırlısı.

500  YIL SONRA
Erkek: Karıcığım, ben görevim gereği  Marsın yörüngesine gidiyorum.  6 ay gelemeyeceğim. Seni çok özleyeceğim ama gitmek zorundayım.
Kadın: Kendine iyi bak,  güle güle.  Allah yol açıklığı versin, hayırlısıyla sağ salim gidip gelmeyi nasip etsin.
………………………………………………
Erkek: Hanım, ben geldim.
Kadın: Sen de kimsin be!
Erkek: Benim, senin kocan.
Kadın: Ha sen şu benim yeni vücudun kocası.
Erkek: Ne?
Kadın: Sen burada yokken karını kaçırdılar ahbap. Beni de kaçırmışlardı. Üzerimizde yasa dışı deney yaptılar. Karınla benim bilincimiz yer değiştirdi. Karının bilinci şu an benim bedenimde, benim bilincim de karının bedeninde. Tekrardan bilinçlerimizi  değiştiremedik, kaldık mı böyle? Ne yapcaz?
Erkek: Benim karı nerde?
Kadın: Benimkinin yanında.
Erkek: Sistem, fetvaya ihtiyacım var, hocayı bağla bana.
Hoca: İslâm dininde, beyin organı ve bilinç  ile ilgili bir bilgi olmadığı gibi beyin zinası  ya da beyin evliliği diye bir durum yoktur. Bir mümin kadınla bir mümin erkeğin birlikteliğini içeren evlilik, zina  ya da ahlâksızlık gibi  durumlar insanın bizzat  biyolojik vücudu ile gerçekleştirdiği durumlardan kaynaklanan sonuçlar ile hüküm sürer. İman ise kalptedir. Bu nedenle size gerekli olan, eşinizin vücudu ile kalbidir. Yani eşinizin vücudu ve kalbi hangisi ise o sizin helâlinizdir, caizdir.  Diğeri ile işiniz yoktur.

1.000  YIL  SONRA
Erkek: İş yolculuğum bu kez uzun sürecek. Güneş sisteminin dışına çıkıp “X” gezegenine varacağız. Ne zaman gelirim bilemiyorum.
Kadın: Allah’a emanet ol.
…………………………………………………………………….
Erkek: Hanım ben geldim.
Kadın: Hoşgel…., o yanındaki kadın  kim?
Erkek: Ha bu mu? Kusura bakma ya! İstemeden aldım. Almak zorunda kaldım!
Kadın: Anlamadım, ne saçmalıyorsun sen? Ne alması?
Erkek: Yüce Mevlam, X gezegenine de Peygamber göndermiş. Oradaki dini kurallara göre gezegene ayak basar basmaz o Peygambere bağlanıyorsun.  Zaten oraya vardığımızda  Peygamber, kâfirlerle cihad ediyordu. Nasıl oldu bilmiyorum, bizim gemiyi ele geçirdiler, bizi de esir aldılar.  Esaretten kurtulmak için oradaki Müslüman bir kadınla evlendirdiler. Gerçi onlar Müslüman ya da Allah demiyor, dilleri ve telaffuzları farklı ama biz anladık ne olduğunu. Gelirken mecburen oradaki hanımı da aldım getirdim  ne yapayım? Allah’ım hiçbir gezegeni sahipsiz, Peygambersiz, dinsiz  bırakmıyor. A aaaaa, hanım o sepetteki bebek ne?
Kadın: Bizim  bebeğimiz. Sana sürpriz yapayım dedim ama en büyük sürprizi sen yaptın.
Erkek: Nasıl benim bebeğim? Ben gideli 14 ay oldu.
Kadın: Sen yokken canım sıkıldı, ben de çocuk yaptım oyalanayım diye?
Erkek: Ne demek yani? Nasıl yani ben yokken?
Kadın: Senin bütün genetik özelliklerin kayıtlı ya bilgisayar sisteminde!
Erkek: Eeeeee?
Kadın: İşte o kayıtlı olan DNA şifrenin aynısından yapay Sperm ürettiler sonra da yumurtalarımdan biri ile döllediler. Yani biyolojik olarak senin sayılır. Sadece işlem farklı.
Erkek: Allah’ın bize bahşettiği tıbbı görüyor musun, nasıl da ilerlemiş!
Kadın: Yani sen de Allah’ın sana izin verdiği ikinci hanımı bu dünyada alamadın ya, gittin başka gezegenden aldın geldin! Yuh be!
Erkek: Sen o konuyu dert etme. Ben ikinize de eşit davranmak için evdeki sistemi ayarlıyorum. Birinize fazla ilgi göstertirsem sistem uyarı verip beni diğerinize yönlendirecek. Çok şükür teknolojiyi bize veren Rabbime! Sen hiç üzülme,  Allah’ın bahşettiği teknoloji sayesinde aranızda zerre kadar adaletsizlik yapmayacağım.

İSLAM'DA FARKLI İNANÇ ŞEKİLLERİ

Yazan: Kainatta Toz Zerresi
KTZ, din, islamiyet, İslam'da farklı inanç şekilleri, Farklı Müslüman inanışları, Peygamber mi Allah mı?, Allah dayatması, Hz Muhammed, İslamı sorgulamaya giden yol,

İSLAM'DA FARKLI İNANÇ ŞEKİLLERİ

Bu başlık altında ele alacağım konu, meshep ya da tarikatlarla, cemaatlerle ilgili değil.

Dindar olduğum dönemlerde, tanıdıklarla veya yeni tanıdığımız insanlarla bazen dini konuları içeren sohbetler yapardık. O zamanlar İslâm’ı modern şekilde yorumlamaya çalışan Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi İlâhiyatçılar çok popülerdi. Biz de ailecek, etrafımızdaki çok tutucu ve çok dindar olan dini yapıdan kendimizi bir parça ayırır ve Sosyete hocası denilen bu tür kişilerin görüşlerini dinler, hak verir ve etrafımıza da sohbet aralarında anlatmaya çalışırdık. Bu sohbetler bazen tartışmaya döner ve baktık ki işler kötüye gider,  bir birimize gireceğiz, karşılıklı olarak hemen konuyu kapatır, farklı şeylerden konuşmaya başlardık.

Yaşar Nuri ÖZTÜRK, hangi kanaldı hatırlamıyorum ama “Ayşe ÖZGÜN ile her gün” isimli bir programda Cuma günleri konuk olarak bulunuyordu. Ayşe hanım, Yaşar Nuri beyin, İslâm ile ilgili bir kitabını elinde bulunduruyor ve kendisine ilginç gelen konular ile ilgili sorular soruyordu. O günlerden hatırlayabildiğim şeyler, “İslâm’ın şartı 5 değildir, kadınlar Cuma namazı kılabilir, kadın başı açık şekilde namaz kılabilir, cenaze namazı sırasında kadınlar da erkeklerle  ön sırada saf tutup cenaze namazını kılabilir,…” gibi konular yer alıyordu. İnsanlar bu tür konuları dinlerken ve kendilerine öğretilen geleneksel din ile Kur’an’da var olan dinin farklı olduğunu fark edince şok oluyorlardı. Bu yönü ile kendisine bir çok taraftar toplamış olmasına rağmen bir çok kişiyi de karşısına almıştı. Yaşar Nuri bey, her ne kadar kendi çapında İslâm’ı,  yobaz  ve gerici bir din olmaktan çıkartıp modernleştirme çabasına girmiş olsa da (belki de öyle görünmeye çalışıyordu),  aslında bu ülke insanının bilincine çok güzel şeyler kattığına inanıyorum. Peki neler kattı?
  • Öncelikle geleneksel din ile Kur’an dini arasındaki farkları ve çelişkileri ortaya koyarak inançlı kesimin dikkatini uyardı. Buna, uyuklayan insanı omzundan tutup silkelemek de diyebiliriz.
  • Müslüman kesime, din ile ilgili bir ibadet veya bir emir ya da benzeri bir şey yaparken, “Ben bunu doğru yapıyor muyum? Allah gerçekten böyle yapmamı mı istemiş? Kur’an’da bu geçiyor mu? Bunun aslı faslı nedir?” gibi düşüncelerle dini yaşantısını sorgulama ve kontrol etme ihtiyacı hissettirdi. 
  • O zamanın ilahiyatçılarına dek, bir çok konuda soru soran ve sorgulama yeteneği olan fakat dini konularda sorular sormaya çekinen, aklına ters bir soru geldiğinde “şeytan işi” diyen “ayıptır, günahtır” diyen ve soru sormaktan çok fetvaya ihtiyaç duyan Müslüman’lara cesur sorular sormalarının ve sağlıklı sorgulama yapmalarının kapısını açtı. Bunun sağladığı en güzel fayda ise “DİN SORGULANMAZ!” inanç kalıbının yıkılmaya başlamasıdır.
  • O zamana kadar Kur’an’ı sadece Arapça okunuşu ile okuyan, Türkçe meali ile okuma alışkanlığı olmayan Müslüman halka “Evinizdeki Kur’an mealini, duvarınızda süs niyetine asmayın, açın okuyun” diyerek insanları Kur’an’ın Türkçe mealini okumaları yönünde teşvik etti. Bu çok önemliydi çünkü eski İlâhiyatçılar ve özellikle Diyanet, Kur’an’ın anlaşılması ağır bir kitap olduğunu ve ancak onu, alanında uzmanlaşmış İlâhiyatçıların ve hocaların okuyup anlayabildiklerini ve vatandaşın da ancak bu hocalardan gereken bilgiyi alabileceklerini söylerlerdi. Kur’an’ı anlama algısı  bu şekilde oluşturulmuştu. Yaşar Nuri ÖZTÜRK ile,  bu algı değişime uğramaya başladı. 
  • Emeviler ve Abbasiler gibi İslâm topluluklarının dini ve Kur’an’ı nasıl yozlaştırmaya çalıştığını ve tahrif edildiğini çok kez dillendirdi. Bu konularla ilgili olarak bir çok kişinin zihninde “Kur’an gerçekten de kıyamete kadar korunuyor mu?” şüphesini getirdi. 
  • Yaşar Nuri beyin, din ile ilgili bence bu ülke insanına kazandırdığı en güzel şeylerden birisi de her ne kadar İslâm Peygamberini yüceltse de Arap milletlerinin yaşantısından haz etmeyen ve o milletlerin yaşantısını, insan haklarına aykırı olarak gören ve bunu bir çok kez dile getirerek halkı bu konuda bilinçlendirmeye çalışmasıyla ilklerden biri olmasıydı.  Onun dönemine kadar bir çoğumuz, Suudi Arabistan’ı kutsal bir ülke olarak görürdük. Hatta Araplar da kutsaldı. Suudi Arabistan içinde yangın çıkan bir otelden kadınların kurtulmak için yarı çıplak bir şekilde can havliyle dışarı koşarken, emniyet güçlerinin “kadının dışarıya yarı çıplak şekilde çıkması günahtır” diyerek kadınları tekrar alevlerin olduğu otele tıkmaya çalıştığından tutun da, Ramazan ayına girişin tespiti için bilimsel ve kesin  yöntemler yerine görevli birisinin yüksek bir tepeye çıkartılıp ayın durumunu gözlemleyerek ancak Ramazan ayına girişin karar verildiğine kadar bir çok insanlık ve akıl dışı olayları yeri geldiğinde sık sık anlatırdı. Bunları dinleyen halk, haliyle Arap ülkeleri ile kendi yaşantısını ve ülkesini  karşılaştırıp Arap milletlerinin dindarlıktan çok cehaletle ve gericilikle yaşayan topluluklar olduğuna vakıf oldu. Şu an için bu tür bilgilere herkes ulaşabiliyor fakat internetin olmadığı ve televizyon kanalının tamamen devletin tekelinde olduğu ve özel kanalın sadece birkaç tane olduğu 90’lı yıllarda bu tür bilgilere ulaşmak çok zordu. Öğrencilik yıllarımızda ise din dersi öğretmenleri, Arap ülkelerini öyle yağlı ballı anlatırlardı ki, oralar sanki hayalimizde cennet diyarıydı. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, bizlere cennet diyarı diye anlatılan masallardan insanların ciddi bir kısmını uyandırdı ve Medeni yasalar ile Şeriat yasaları arasındaki farkı irdeleyip anlamamıza vesile oldu. 
  • Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Kur’an ve ükemizdeki İslâm geleneğine yönelik cesur yorumlarıyla gündeme oturmaya başladıktan sonra aynı görüşe ya da benzer görüşe sahip  diğer İlâhiyatçılar teker teker konuşmaya başladılar. Aslında bir çoğunun benzer görüşü yeni değildi fakat o dönemlerde insanların en etkili iletişim ve haber aracı olan televizyon vasıtası ile bu yolu diğerlerine açan Yaşar hoca oldu.
  • O dönemlerde, geleneksel din ile Kur’an arasındaki farklar incelenip sorgulanıp sonrasında Kur’an’ı kim daha doğru yorumluyor sorgulamalarına gidildi.  O sorgulamanın ardından gelen  soru ise “Kur’an ayetleri insan haklarına, çocuk haklarına ve kadın haklarına uygun mu?”. En son geldiğimiz noktada ise en popüler olan sorgulama sorusu şu şekilde: “Ateistler, dinimizde bunun böyle böyle olduğunu söylüyorlar, yoksa doğru mu?”

Bazı yazılarımda Modernist diye tabir ettiğim İlâhiyat profesörlerini, hocaları yerden yere vurup eleştirdiğim çok oldu fakat biraz derin düşününce, benim ve benim gibi bir çok kimsenin Arap yutturması bu dini sorgulayıp bırakmamızdaki süreçte onların katkılarını görmezden gelemem. Yaşar Nuri beyin döneminden önce, dine  yöneltilebilecek çok cesur soruları bırakın sormayı  aklımıza bile getirmezdik.
O dönemlerden bu dönemlere doğru gelindiğinde, dini bilgileri sorgulayan, araştıran, düşünen  bir kısım  insanın(ülkemiz için söylüyorum) kafasında bir birine benzemeyen ama en çok da İslâmiyet’e benzemeyen fakat İslâm gibi görünen inanç türleri oluştuğuna şahit oldum. Karşılaştığım bazı durumlar, yaptığım bazı sohbetler, tanıdığım bazı kimselerden tesadüfen işittiğim kişisel dini tutumlar  ve sosyal medyada gözlemlediğim izlediğim bazı durumlar üzerinden bunların neler olduğunu, ilgili başlıklar altında paylaşmak isterim.

  • Bir şeyler yanlış!
Dindar kesim içerisinde namaza başlayan ve bir süre sonra bırakan insanlara rastlamışsınızdır. Ben de o insanlardan biri idim geçmişte. Ortalama 5 yıl namaz kıldım. Çevremdeki insanların “namaza bir başlasan müptelası olursun, için o kadar huzur dolar ki…” gibi sözlerini dikkate alırdım ama o huzuru yaşadığımı söyleyemem. Gerçekten söyleyemiyordum çünkü bir kez söyledikten sonra “Sen Allah’ı gerektiği gibi sevmiyorsun” cevabını aldım ve susmayı tercih ettim. Sonrasında bıraktım namaz kılmayı. Namazı bırakmamın ardından 1 yıl sonra başka bir tanıdığım ile sohbet ederken konu namaza geldi(çekim yasası dedikleri bu olsa gerek). Tanıdık olan kişi İlâhiyatı bitirmiş. Kendisinin daha önceleri çok kez namaza başladığını fakat namaza kendisini bir türlü veremediğini, hûşû dedikleri huzuru ne namazda ne de namaz sonrasında hiç yaşamadığını ve namazın kendisine “gereksiz bir ibadet” hissi verdiğini ve en sonunda namaz kılmayı bıraktığını söyledi ve devamında “Bu namazda yanlış olan bir şeyler var. Günümüze kadar orjinali ile geldiğine inanmıyorum. Bence Allah’ın Peygamberimize öğrettiği namaz ile bize kadar gelen namaz, aynı namaz değil. O yüzden ben, namaz kılmak yerine, namaz vakitlerinde Allah’ı anıp oturduğum yerden dua ve sure okuyorum. Böylelikle kendimi daha huzurlu hissediyorum. Doğrusunu mu yapıyorum ondan da emin değilim”. Namaz hakkında bir ara ülkemiz gündemine de oturan tartışmalar ve görüş ayrılıkları yaşanmıştı. Kimileri namazın 3 vakit kimileri ise 5 vakit  kılınması gerektiğini. Kur’an’da namazın “salat” şeklinde geçtiğini ve nasıl kılınacağı konusunda bilgi vermediği için Müslüman’ın tamamen kendisine bırakıldığını ve isteyenin öğretildiği şekli ile eda edip isteyenin, ilgili vakitler uyarınca yürekten Allah’ı anıp dua ederek de namazı tamamlamış olacağına dair görüşler vardı. Bu görüşler ve tartışmalar boşa değilmiş ve havada kalmamış.

  • Peygamber mi Allah mı?
Yanında benim adım anılıp da bana salavat getirmeyenin burnu yerde sürtülsün." (Hakim ve Tirmizi). Hz Muhammed’in söylediğine inanılan bir sözdür ve kabul görür. Dindar Müslümanlar  bir birleri ile karşılaştıklarında  “Musafahalaşmak” denilen bir tokalaşma yöntemi ile selamlaşırlar. Bu tokalaşmak sırasında Peygambere selam gönderilir. Sadece selamlaşma sırasında değil, dualarda, namazlarda, sohbetlerde, mevlüdlerde Peygamberin ismi sık sık zikredilir. O’nun yaşantısı örnek alınır. O’nun gibi olmak istenir. Öte alemde O’nun yani Peygamberin şefaat edeceğine inanılır. Öte alemde, Peygamber ile aynı cennet katına yerleşmek için ve cennette onunla yaşamak için yarışanlar, ibadeti abartanlar bile vardır. Bir Müslüman rüyasında Hz Muhammed olduğuna inandığı birini görmüş ise uyanır uyanmaz rüya yorumcuları aranır bulunur, rüya anlatılır, hatim indirilir. O kişinin bir sıkıntısı var ise o sıkıntının Peygamber vesilesi ile bertaraf edileceğine ayrıca rüyayı gören kimsenin cennete gideceğine ve yine rüyayı gören kimsenin Peygambere Allah’a yakışır imanlı bir kul olduğuna dalalet edilir. Sülale boyu sevinilir. Konu komşu “Allah bize de nasip etsin Peygamberimizin nurlu yüzünü görmeyi” diye dua eder. Haaaasılı, Allah’ın ismi Peygamberin isminden daha az anılır. Peygamber bir tık daha yukarıdadır. Garip olan ise, Müslümanlar bunun pek farkında değillerdir, hallerinden şikâyetçi de değillerdir.

  • Allah’a inan,  gerisi yalan
Ben dinden çıkalı henüz bir yıl olmadı. İlk kez bu sene oruç tutmadım fakat dışarıda oruç tutuyormuş gibi yapmak durumunda kaldım. İş arkadaşlarının yanında sohbet ederken, dini konular gündeme geldiğinde, içini dökememek, inançsızlığını göğsünü gere gere söyleyememek sinir bozucu bir duygu. Ramazan ayına bir hafta kala, anneme açıldım. Annem pek dindar bir kadın değildir. Namaz kılmaz fakat orucunu tutar. Dini toplantılardan pek haz etmez. Kasabada yaşayan ve sağı solu dindar komşularla dolu olan birisi olarak onların tam zıddı ve kasaba kadınının geleneksel giyim kuşamına sahip olmasına rağmen tam bir Cumhuriyet kadınıdır. Anneme konuyu açarken Kur’an’ı bir süredir araştırdığımı ve takip edip görüşlerine önem verdiğimiz İlâhiyatçılara rağmen Kur’an’ın Allah katından inen bir kitap olduğuna inanmadığımı ve bu durumdan içsel olarak emin olduğumu, bu yüzden de Müslümanlığı bıraktığımı söyledim. Annemin bana çok ters ve kötü bir tepki gösterteceğini sandım fakat tepkisi aynen şu şekilde oldu: “Tamam kızım, Kur’an’a inanma da, Müslümanlıktan niye çıkıyorsun?”. HÖNK? HIH? O NEY ANNE ÖÖÖLE? “Gızım tamam, Kur’an sana anlamsız geliyo, Müslümanlığı niye bırakıyon ki? Dediğin doğru, Araplar Kur’an’ı mahfetmişler. İçindeki bilgilerin bir çoğu  bu zamana kadar yalan yanlış gelmiş, hocalar anlatıyor hiç dinlemedin mi? Ama Allah gerçek. Peygamberimiz de gerçek. Kur’an’ın emirlerine uyma, tamam. Zaten Kur’an’ın hangi ayetleri doğru gelmiş, hangileri yanlış gelmiş belli değil  ama Allah’a inanmayı bırakma,  Allah gerçek…” Sevineyim miiii, Üzüleyim miiii, Şaşırayım mı bilemedim gitti! Ben senelerdir içsel alemimde cebelleşirken Annem kendine göre çoktan meseleyi sonuçlandırmış beyninde. Annem yine de senede bir ay oruç tutmaya devam ediyor çünkü sağlığa faydalı olduğunu düşünüyor. İzlediğim youtube videolarından birisinde Müslüman olduğunu söyleyen birisi tıpkı annemin anlattığı gibi bazı ayetlerin tahrif edildiğine inandığını ama bunun kendisini dinden çıkarmak için yeterli bir neden olmadığını söylüyordu. Sosyal medya üzerinden yapılan yorumlarda buna benzer konuları gündeme getirenlere nadir de olsa  rastlıyorum. Yani ülkemizde böyle bir Müslüman kesimi var. Allah gerçek, Peygamber gerçek ama Kur’an tahrif edildi bu yüzden Allah’a inan, Kur’an’a inanma.

  • Gelgit yapan küskünler
Nahl 97: Erkek veya kadın, kim mü’min olarak iyi iş işlerse, elbette ona hoş bir hayat yaşatacağız ve onların mükâfatlarını yapmakta olduklarının en güzeli ile vereceğiz.

Buna benzer başka ayetler de var. Ülkemizin Müslüman halkı içinde de bu inanç mevcut. Her ne kadar bir kısım inanan, “bu dünyada,  yaptığımız iyiliklerin karşılığını bulamasak bile öbür dünyada mutlaka bulacağız” dese de diğer bir kısmı işin İlâhi adalet kısmında oldukça hassas bir gönül terazisine sahiptir ve başına gelen musibetlere ya da vermekte olduğu çetin hayat mücadelesine ya da bitmek bilmeyen ve artık dertleri sıkıntıları hastalık olarak vücudunda nüksetmeye başlamış bazı Müslümanlar, bir süre sonra isyan etmeye başlarlar. Bu konu ile ilgili çok detaya girmek istemiyorum çünkü her insan için gerçekten de çok hassas durumları içeriyor. Aile ya da akraba içinde ölüm nedeni ile yaşanan kayıplar, tedavisi çok zor olan ve hem maddi hem de manevi olarak bireyi çökertme durumuna gelen hastalıklar,  manevi şiddet, iflas,  sürekli  hor görülen  aşağılanılan bir ortamda yaşam mücadelesi vermek, savaş, iyilik yaptığın biri tarafından sırtından bıçaklanmak(manevi anlamda) vb durumlarla yüz yüze gelen çok sayıda Müslüman var. Bu kimselerden bazıları, dinlerini terk etme noktasına gelebiliyorlar ve hatta terk ediyorlar. Bir süre sonra farklı nedenlerden ya da bir şekilde emin olamadıklarından dolayı tekrar geri dönüyorlar İslâm’a fakat bu kez, hayatlarını iyiden iyiye incelemeye alıyorlar ve yaşamlarında karşılaştıkları her şeyi, kendi içlerindeki adalet tartılarıyla tartmaya başlıyorlar çünkü ters giden bir şeyler var. İyi bir insan olmaya ve yaşadıkları hayata, çevrelerine, yaptıkları işlere en iyisini katmak için çaba sarf etmelerine ve sürekli olarak dua etmelerine karşın, işler yolunda gitmiyor ve bitmek tükenmek bilmeyen  sıkıntılarla boğuşuyorlar. Bu Müslümanların  bir süre sonra İslâm’ı anlamak, yorumlamak ya da inanmakla ilgili belirgin bir kalıp çıkıyor zihinlerinden “Eğer Allah diye bir Tanrı varsa ve bu Tanrı, bize anlatıldığı gibi adil ise kendisine ibadet eden ve dünya hayatında da iyi işler yapan kullarını sadece cennet hayatında değil, dünya hayatında da mükafatlandırmalı. Eğer  O Tanrı, kendisine sadık kalmamı ve ibadetimde, imanımda devam etmemi istiyorsa, bunca yaptığım iyilik, gösterdiğim sabır, katlandığım sıkıntı ve yaptığım ibadetler karşısında bana karşılığını şu dünya hayatında göstertmeli, bekliyorum. Bu dünyada didiş, uğraş, sıkıntı çek, ödülünü hiç görmediğin öte tarafta al, yok öyle yağma…”  Müslümanlar arasında bu şekilde düşünen  asi ruhlu inançlılar da var. Her ne kadar toplum içinde kendilerini pek belli etmemeye çalışsalar da bazen yaşanan haksızlıklar  karşısında “Allah görmüyor bizi, görsün diye duysun sesimizi diye daha ne yapmalı bilmem ki!” gibi sitemleri duymuşsunuzdur. Aslında bu sitemlerin derininde daha büyük haykırışlar vardır fakat sitemde bulunan kişi, ağzından çıkan cümleleri kontrol etmeye çalışır.

  • El için mi Allah için mi?
Aile ve toplum bağlarına önem veren insanlarız. Bunun doğal bir sonucu olarak dedikodu ve bir birini eleştirme  gibi yan etkiler kaçınılmazdır. Dünyanın her toplumunda da bir parça vardır diye düşünüyorum.  Dindar olduğum yıllarda, çevremdeki dindarların içindeki  El korkusunun, Allah korkusundan üstün olduğuna inanırdım.  18-20 yaşlarımda, başımı kapatmamla ilgili dini ısrarlardan sonra bakıyorlar ki bende çıt yok, aldırmıyorum, bu kez, “biz senin iyiliğin için söylüyoruz, o başını kapatmazsan kimse seni oğluna almaz, evde kalırsın”, çıktı mı ipin alt ucu? Cuma namazına gitmek istemeyen erkekler olur. Gitmek zorundalar çünkü “falanca cumaya bile gelmiyor” denebilir. Bir çok küçük yerleşim yerinde Ramazan ayı gelince bayanların camiye teravihe gitme modası çıktı. Gitmeyenler dedikodu konusu olur. “Niye gelmiyorsun?, Tamam dini bir zorunluluk değil de gelsen ne olacak sanki? Ne kaybedeceksin?, Biz gidiyoruz bak, çok güzel şeyler öğreniyoruz, hem sevap kazanacaksın!”. “Üffffff, gidiym bari, elin çenesine düşmekten iyidir.”  Dini toplantılar yapılır. Bu toplantılar sırasında, gündelik hayatında,  saat başı bile Allah adını anmayan kimseler, her on dakikada bir “Allah, çok şükür, Allah’ım büyüksün, La ilahe illallah!...”  lar kırıla gider. Allah’a gönülden inanan ama gündelik hayatında namaz kılmadığını bildiğim  kadınların, bu dini toplantılar sırasında, öğlen ezanı okunurken hemen yerinden fırlayıp seccadeyi alıp da herkesten önce kıbleye doğru serip namaz kılanlarını  çok gördüm.  İnanç var fakat hangisine daha çok önem verilir? Allah biliyor kısmı mı daha önemli yoksa Elalem bilmeli, görmeli kısmı mı daha önemli?   Müslümanlar da bu tür durumlardan ve bu türlü davranışlardan çok yakınırlar fakat “Din” denilen şey zaten bu davranışın nedenidir. Dini ortadan kaldırdığınız zaman zaten insanlar bir birlerinin manevi Tanrılarına nasıl ibadet ettikleri ya da o manevi Tanrının isteklerini nasıl yerine getirdikleri ile ilgilenmezler. İlgilenecekleri şey direkt olarak Atasözümüzün de belirttiği gibi “Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz”. Şöyle de söyleyebiliriz “Ayinesi iştir kişinin ibadetine, şekline şemaline bakılmaz”. Keşke insanlar bir birlerini yargılayıp eleştirirken “Namazını kılar mı? Allah adı anılınca derlenip toplanıp saygılı oturur mu? Orucunu tutar mı?, Elhamı bilir mi?...” gibi ibadet şekillerine odaklanmak yerine “Çevrenin güzelleştirilmesi için ne yapar?, Fidan dikme çalışmasına katılıyor mu?, Kadınları koruma derneğine katkısı var mı?...” gibi sorular ve meraklar gündeme gelse. En azından hayatın güzelleştirilmesi ve iyileştirilmesi aşamasında faydası olurdu. Sonuç olarak Din inancının içinde, Din inancının sosyal yaşama etkisinin sonucu olarak insanlar ve özellikle de dindar kesim  bir birilerinin ilgisini ve dikkatini, toplumun ortak çıkarlarından çok manevi inançlarının görsellerine odaklıyorlar.

  • Hz Muhammed, iyi kalpli bir medyum idi
Bu kimselere Müslüman demek yanlış olur. Aslında Müslümanlığın dinsizliğe doğru giden adımları da diyebiliriz. Bu kimseler, Allah olarak bilinen Tanrı’nın, hiçbir insana ya da seçtiği bir Peygambere vahiy göndermeyeceğine inanırlar.  Fakat bazı insanların hissiyatlarının ve manevi yönlerinin çok güçlü olduğuna ve bu yönleri dolayısıyla tıpkı psişik güçleri olan kişiler veya bazı medyumlar gibi kâinatın manevi güçleri ile veya şahsi çalışmaları, meditasyonları sırasında direkt olarak Tanrı ile iletişim kurabileceklerini ve Tanrının kendilerine indirdiği bilgiyi değil de Peygamber olarak tanınan kişinin kendi çabası ile  ihtiyaç duyduğu konu hakkındaki İlâhi bilgiyi Tanrı katından özel bir çalışma yolu ile ilham şeklinde aldığına inanırlar. Bu kişilerin görüşlerine göre bazı Peygamberlerin de soy ağacının aynı olması, bu genetik psişik yeteneğin bu şekilde sonraki kuşaklara iletildiğinin bir göstergesidir. Buna inanan kimseler için Kur’an’daki çelişkilerin  izahı çok basittir. “Kur’an’ı aslında Tanrı göndermemiştir. Muhammed Peygamber, manevi yönünün gücü ve psişik yeteneklerinin bir sonucu ve özel çalışmaları nedeni ile bazı konular hakkında ilâhi kattan bilgi almak istemiştir ve psişik olarak Tanrı katına ilettiği bu isteğine karşılık, beklediği bilgiler kendisine Tanrı tarafından  ilhâm edilmiştir fakat bu bilgiler ya da ayetler, insanların Tanrı tarafından uyulmasını emrettiği bilgiler değildir. Bir çoğu, insanların iyiliği için Tanrı katından bir bilgi olarak gönderilmiş fakat Muhammed Peygamber, o bilgileri, dini bir kitaba dönüştürmek ve kendi çevresine kabul ettirmek için üzerinde değişiklikler yapmıştır. Bu değişiklikler o zamanın şartlarına göre gerekli idi. Aslında Muhammed Peygamber çok iyi ve eşsiz bir insan idi. Elinden gelenin en iyisini yaptı. Onun iyi bir insan olduğuna inanıyorum fakat Kur’an, her ne kadar Tanrı katından özel isteklerle  inen bazı bilgilerden oluşmuşsa da bu bilgiler, bizim  Kur’an denilen  Eski Araplara özel düzenlenmiş kitaba  inanmamızı ve uymamızı gerektirmez”.  Bu türlü düşünen ve bu mantığa inanan bir kısım insan var  ve dahası, kendisini tam bir Müslüman olarak tarif etmesine ve görmesine karşın, “Hz Muhammed’e vahiy nasıl inmiş olabilir?”, “Allah ile nasıl bir diyalog yaşandı?” gibi sorulara çok daha detaylı cevap almak isteyen ve bu konuda gereğinden fazla kafa patlatan kişilerin  inançları bu konu doğrultusunda az ya da çok evrim değiştirmeye başlıyor. Çünkü bir insanın “Bana Tanrıdan vahiy geliyor” demesi, hakikaten üzerinde çok düşünülmesi ve emin olmak için çok kafa patlatılması gereken bir durumdur. Bu şüphe bir çok Müslüman’ın içinde belli ya da belirsiz bir miktar bulunur. “Ya vahiy inmedi ise. Ya Muhammed Peygamber, kendisini bazı konularda şartlandırıp ilham edindiği bilgileri, Allah katından geldi diye algıladıysa…” gibi sorular, Müslümanların beynini kemiren kurtçuk gibidir. Sorgulamayı yapan söz konusu Müslüman, bu durumla baş edemez. Zaten kafasında, hoş olmayan ve İnsanlığa aykırı Kur’an ayetleri vardır ve o ayetlerin mantıklı bir izahı yoktur. Bir de üstüne “Muhammed’e gerçekten vahiy inmiş olabilir mi?” sorusunun olumsuz cevabı baskın olursa, kişi, çocukluğundan beri çok sevdirilmiş olduğu Peygamberini ve Allah’ı birden bire silemez ve sonuçta böyle bir yol bulur.  O inanç yolu da şudur: “Hz Muhammed  çok iyi bir insandı, Tanrı’ya Allah diye hitap ediyordu ve kendisine ilham edilen bilgiler Tanrı katından geliyordu fakat o bilgiler bizim için değildi, o dönem insanlarına gönderildi.