HABERLER
Dini Haber
Mitoloji ve din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Mitoloji ve din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

"GÖKLERDEKİ BABA TANRI"NIN KÖKENİ

Hazırlayan: A.Kara

TANRILARIN "ASIL" BABASI : DYEUS PATER

Hint-Avrupa halklarının ataları gökyüzüne baktılar ve gün ışığı aleminde gücü olan göksel bir baba figürü yarattılar. Pek çok Hint-Avrupa panteonu, diğer tanrılar arasında üstünlüğü olan ve gökyüzü ile ilişkilendirilen tanrılar içerir. Yunanın Zeus'u, Romanın Jüpiter'i vardı. Hinduizm'de Dyaus başlangıçta Zeus'a benzer bir role sahipti. Bilginler bu tanrıları ilk Hint-Avrupa dininin orijinal gökyüzü tanrısı Dyeus'u kullanarak yeniden inşa etmeye çalıştılar.

Hint-Avrupa gökyüzü tanrısının yeniden inşasını anlayabilmek için ona tapan kültür hakkında bilgi sahibi olmak gerekir. Dolayısı ile İlk-Hint-Avrupa (PIE) kültürünün incelemesi gerekir.

İlk-Hint-Avrupa toplumu çoğunlukla karşılaştırmalı dilbilim yoluyla bilinir. Dilbilimciler diğer tüm Hint-Avrupa dillerinin türetildiği ilkel dili yeniden inşa etmek için Latince, Yunanca ve Sanskritçe dahil birçok Hint-Avrupa dilline baktılar.

Çünkü bu diller, dilbilimcilerin ve tarih öncesi Hint-Avrupa dillerinin gelişimini anlamalarına yardımcı olmaktadır. Dilbilimciler Hint-Avrupa dillerinin tamamında veya çoğunda bulunan kelimeleri ve kavramları almışlar ve bunları teorik bir ilk-Hint-Avrupa dili inşa etmek için kullanmışlardır. Bu, ilk Hint-Avrupa toplumlarının en azından ondan gelen tüm Hint-Avrupa dilleri için ortak olan dil özelliklerini içereceği varsayımına dayanmaktadır.

Çoğu Hint-Avrupa dilinde koyunlar için kullanılan benzer kelimeleri vardır. Bu muhtemelen ilk-Hint-Avrupa dilinde koyunlar için kullanılan bir kelime olduğu anlamına gelir. Bu aynı zamanda sosyal ve kültürel etkileri de göstermektedir. Koyun için kullanılan kelime, ilk-Hint-Avrupa toplumunun hayvanlara aşina olduğunu ve koyun yetiştirmiş olabileceğini gösterir.

İlk-Hint-Avrupa dili ve toplumu ile ilgili pek çok tartışma ve belirsizlik vardır. Asıl vatanları bile tartışmalıdır. Pontus-Hazar bozkırları ve Anadolu'nun, Hint-Avrupa dil ailesinin ve bu dili konuşan halkların esas vatanı olduğu söylenmektedir.

Arkeoloji ve dilsel yeniden yapılanmaya dayanan birçok bilim insanı, ilk-Hint-Avrupa toplumunun Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki Pontus-Hazar bozkırında veya Anadolu'da yer aldığına inanır. İlk-Hint-Avrupa dilinin yeniden inşası onların saz ve çamur yapılarında yaşadıklarını, koyun, keçi ve sığır yetiştirdiklerini göstermektedir. Muhtemelen diğer mahsullerin yanı sıra buğday ve arpa da yetiştirdiler. Birçok arkeolog onları Karadeniz ve Hazar Denizi kıyılarında bulunan Kurgan arkeolojik kültürüyle ilişkilendirmektedir.

DYEUS PATER VE İLK-HİNT-AVRUPA DİNİ

İlk-Hint-Avrupa dilinin karşılaştırmalı dilbilim yoluyla inşa edilmesi gibi, Dyeus da karşılaştırmalı din ve mitoloji yoluyla yeniden yapılandırılmıştır. İlk-Hint-Avrupa dininin yeniden inşası muhtemelen daha belirsiz konulardan biridir, çünkü arkeoloji gibi diğer tarihi yeniden inşa yöntemleriyle desteklenmesi, doğrulanması zordur.

Yunan mitolojisi, İskandinav mitolojisi ve Hindu mitolojisi gibi Hint-Avrupa mitolojilerindeki ortak tema, güçlü bir gökyüzü tanrısı veya gökyüzü babası inancıdır. Dyeus adı, İlk-Hint-Avrupa dillerinde gün ışığı ve gündüz gökyüzü ile güçlü bir bağlantısı olduğu düşünülen "parlamak" kelimesinin kökünden gelir.

Delilleri görebilmeniz için bu ismin veya tanrı inancının farklı toplumlarda nasıl karşılık bulduğuna, hangi bölgelere ne şekilde yayıldığına bakalım:
  • İlk-Hint-Avrupa toplumunda gün ışığı ve gök tanrısının adının Dyeus olduğunu söylemiştim. [1][2]
  • O'nun İlk-Hint-İran toplumlarındaki adı Dyaus'tur. [3]
  • Sanskritçe 'deki adı Dyáuṣ (द्यौष्) yada Dyaus Pitṛ́'dir ve gök tanrısıdır. [4][5]
  • Avestaca'da gök anlamındaki "Dyaos" adıyla bilinir. Hatta Avesta'nın bir bölümünde ondan bu isimle bahsedilir. Genç Avesta dilinde ise Zerdüşt dini reformunun bir sonucu olarak "diiaos" yani "cehennem" anlamı taşır. [6]
  • Miken Uygarlığında (antik Yunan) "di-we" (diwei) adıyla görünür. [7]
  • Kıbrıs'taki Buz Devri metinlerinde "ti-wo" adıyla görünür, genitif hali (-in hali) Diwoi'dir ve bu isimlerin Zeus ile ilgili olduğu düşünülür. [8][9][10][11]
  • Yunancaya gök tanrı Zeus (Ζεύς) olarak geçmiştir. [7][12]
  • İlk İtalyan toplumlarındaki adı "djous" (dious) (Okunuş: Dius) dur. [13]
  • Eski Latincede "Dioue (Okunuş: Diuve)" yada "Loue" (Okunuş: Luve)", [12]
  • Latincede ise adı "Jove" (Love) yani sevgidir ve her zamanki gibi gök tanrıdır. Ayrıca ant tanrısı Diūs (Fidius) olarak da inanılmıştır. [1][13][14]
  • İtalya'nın kuzeyindeki İlk Avrupalıların dili olan Oskan dilinde adı "Diúvei (Διουϝει)"dir. [13][15][16]
  • Umbria dilinde Di veya Dei (Grabouie / Graboue) olarak görülür. Bu adlar İvugin tabletlerinde de geçmektedir (Iguvine/Eugubian/Eugubine Tablets). [17]
  • İtalyan kabilelerinin yaşadığı eski Peligni'deki adı: Loviois (Pvc Lois) ve Loveis (Pvcles) dir. [18][19]
  • Anadolu'da tanrı anlamına gelen diéu-, diu- adları ile öne çıkar. [20]
  • Hititçe'deki adı "šīuš (𒅆𒍑)" dur ve tanrı yada güneş-tanrıdır. [21][22]
  • Palaca'da kutsal yada tanrı anlamlarındaki "tiuna" adıyla görülür. [22][23]
  • Lidce'de adı "ciw-" dir ve tanrı demektir. [22]
  • İliryalılarda dei- veya -dí adlarıyla öne çıkar. Bunlar tıpkı "gökyüzü babası" Dei-patrous (Deipaturos) da olduğu gibi "gök" ve "Tanrı" anlamlarına gelir. [4]
  • İlk-Mesap toplumlarında adı dyēs'dir. [24]
  • Mesapça'da Gök-Tanrı "Zis" yada "Dis"dir. [25]
  • Arnavutça'da gökyüzü ve şimşek tanrısı Zojz ve gökyüzü ve gök gürültüsü tanrısı olan Perën-di olarak öne çıkar. Buradaki "-di" eki per-en'e iliştirilmiştir. İlk-Hint-Avrupa toplumlarında "per-" "vurmak" anlamı veren bir uzantıdır. [26][27][28][29][30]
  • Trakça'da Zi-, Diu- veya Dias- adları görülür. [25]
  • Frigce'de ise "Tiy-" dir. [25][31]
  • Lidce'de Lefs veya Lévs adları ile tapılmıştır ki bu da Lidyalıların Zeus'udur. [32][33]
  • İznik, İzmit Körfezi, İstanbul, Sakarya ve Bursa gibi bölgelerde hüküm sürmüş olan Bitinya'lılarda Tiyes ve Anadolu şehri Tium olarak öne çıkar. [34]

Şimdi de Gök Baba sıfatının olduğu toplumlara ve bunlardaki adlara bakalım:
  • İlk-Hint-Avrupa toplumunda Gök Baba anlamındaki Dyēus Phater, [1][2]
  • Yunanca'da Zeus Pater, [5]
  • Vedik mitolojisinde Dyáuṣ-pitṛ́ (द्यौष्पितृ), [5]
  • İtalyanca'da Djous-patēr, (okunuş: Diyus Pater) [13]
  • Latince'de Jüpiter (Iūpiter)'dir. Bunun da arkaik (eski) formları Diespiter ve Iovispater'dir. [4][5][35]
  • Oskan dilinde Dípatír, [13]
  • Umbria dilinde Iupater (yada Iuve patre), [13]
  • Güney Pikence'de dipater, [36]
  • İlirya dilinde Gök Baba "Dei-pátrous" olarak öne çıkar. [4][5]

Diğer yansımalar hem gökyüzü anlamına gelen dyeu- sözcüğünün kökünün soyundan gelenleri hem de orijinal "Baba Tanrı" yapısını koruyan varyantlardır. Bazı geleneklerde "phater" sıfatının "papa" yani "baba" ile yer değiştirdiği görülür:
  • Luvice'de: "Tātis tiwaz", "Baba Tiwaz", Güneş-Tanrı, [37]
  • Palaca'da: Güneş Tanrı "Tiyaz papaz", "Papa (Baba) Tiyaz", [38]
  • İskitçe'de: Papaios (Papa Zios), yani Gök-Tanrı "Baba Zeus", [38]
  • Eski İrlanda dilinde: "Dagdae Oll-athair" vardır ve "Yüce Baba Dagda" anlamına gelir. İlk-Kelt dil yapısı göz önüne alındığında ondan "sindos dago-dēwos ollo fātir" yani "Yüce Tanrı İyi Baba" sıfatıyla bahsedilir. [39][40]
  • Hititçe'de: "attas Isanus yani "Güneş-Tanrı Baba" gökyüzü tanrısının adıdır ve Hattilerin güneş tanrısı "Loan" ile değiştirilmiş fakat orjinal yapısı bozulmadan kalmıştır. [41]
  • Leton mitolojisinde de "Göklerin Babası (Debess tēvs)" sıfatı bulunur. [1]
  • İskandinav mitolojisinde meşhur "Óðinn Alföðr (Odin All-Father / Odin Alfadir) yani Herkesin Babası Odin vardır. [42][43]
  • Antik Rus paganizminde Stribogŭ bir "Baba Tanrı"dır, [1]
  • Arnavutça'da "lord (efendi)" veya "Tanrı" anlamlarına gelen "Zot"un, Göksel Baba Zojz'un (Okunuş: Zoyz) sıfatından türetildiği düşünülmektedir. [44][45]

Göklerin babası aynı zamanda Anadolu'da yaşamış olan Luvi'ler arasında bir güneş tanrısı olma özelliği de kazanmıştır. Cermen kültürleri arasında Dyeus'un yerini bir savaş tanrısı olan Tyr almıştır. Fakat Dyeus'un bu geleneklerdeki dönüşümü Dyeus'un bir gökyüzü tanrısı olarak birincil rolünü sürdürdüğü Latin, Yunan ve Hint-Aryan geleneklerindeki Dyeus'un evrimiyle çelişir.

Bir başka ilginç eğilim de Zeus hala kendi irfanına ve mitolojisine sahip belirli bir tanrı iken, soydaşlarının soyut ve uzak figürler olma eğiliminde olmasıdır. Örneğin Jüpiter ve Dyeus kendileriyle ilişkili hayatta kalan çok az efsaneye sahiptir. Başlangıçta ayrıntılı bir mitolojinin olması ve bu mitlerin kaybolmuş olması mümkün olsa da gökyüzü babasının aslında tapınanlarının yaşamlarında önemli bir rol oynamayan Ouranos, yani Uranüs gibi ilkel bir gökyüzü tanrısı olması da muhtemeldir.

Başlangıçta gökyüzünün kişileştirilmesi ile oluşturulmuş ve yalnızca hava durumu ve savaşlar gibi insanların günlük yaşamlarıyla daha alakalı özellikler kazanmış olabilir. Bu durumda Dyeus'un Roma ve Hint-Aryan enkarnasyonu orijinaline daha yakınken, Yunan ve İskandinav anlayışları İlk-Hint-Avrupa toplumlarının Dyeus hakkındaki orijinal inançlarından farklılaşmıştır.

Hinduizm'de gökyüzü tanrısı Dyaus'un bir insan olarak enkarne olmaya ve tam bir insan hayatı yaşamaya zorlanarak cezalandırıldığı bir destan vardır. Hindu tanrılarının insan enkarnasyonlarının oynadığı rol Yunan mitolojisindeki tanrı oğullarının rolüne benzer. Zeus asla bir insan olarak enkarne olmamasına rağmen birçok oğlu vardı. Zeus'un ilahi soyu ve Dyaus'un insan enkarnasyonları ilk-Hint-Avrupa toplumlarının Dyeus hakkındaki bir hikaye ile ortak kökenleri paylaşıyor olabilir.

Günümüzde eski Hint-Avrupa tanrılarına ibadet büyük ölçüde terk edilmiştir. Fakat antik Yunan ve Roma dinleriyle aynı ilk-Hint-Avrupa kaynağından türetilen Hinduizm ve Antik Yunan, Roma, İskandinavya ve Doğu Avrupa'nın atalarının çok tanrılı dinlerini yeniden inşa etmeye çalışan yeni neo-pagan grupları istisna sayılabilir. Ancak Dyeus'un etkileri hala devam etmektedir.

Dyeus'un yüce bir tanrı ve tanrıların hükümdarı olduğu düşünülüyordu çünkü soydaşlarının çoğu bu role sahipti. Bu sonunda Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam'da görülen tek bir Tanrı'ya özel bağlılığa yol açan adanmışlığın habercisidir. Çok tanrıcılık çağının başındaki Dyeus Pater'in tektanrıcılığa giden ilk adımlardan birini temsil etmiş olması mümkündür.

Hatta İbrahimi dinlerde görülen yer ve gök ikilisi Dyeus'a dair inançlarda da bulunmaktaydı. Gök ve baba tanrı olan Dyeus bereketli yağmurlar ve gün ışığı ile ilişkilendirilir, Dhéǵhōm adlı toprak ana ile yani yer ile çiftleştikleri, zıtlık ilişkisi içeren çiftler olduklarına inanılırdı.

Erken Slavlar tıpkı Zerdüşt dini reformundan sonra bazı İran halklarının da yaptığı gibi Dyēus'un Slav halefini şeytanlaştırdılar. Kelimenin "gün" anlamını kullanmaya devam etseler de "gök" anlamını ondan aldılar ve diğer İlk-Hint-Avrupa tanrılarının birçoğunu terk ederek onları yeni Slav veya İran isimleriyle değiştirdiler. Bu nedenle Slav halklarında Dyeus'un iki uzantısı ortaya çıktı. Biri "garip, tuhaf şey" anlamındaki "divo" diğeri ise "divъ" yani iblis'ti. [46]

Kültürümüzdeki "Deyyuz(s)'un oğlu" sözü de bu temele dayanıyor olabilir. İnsanlar geçmişten beri inanmadığı tanrıları aşağılamak için çeşitli sözler kullanmışlar yada onlara küfretmişlerdir. Ülkemizdeki bu "Deyyuz'un oğlu" sözü de eskiden Anadolu topraklarında inanılan tanrılardan biri olan Dyeus'a hakaret-aşağılama amacı ile ortaya çıkmış olabilir. Yani Dyeus, Deyus, Deyyus/Deyyuz şeklinde dilsel değişime uğramış olması mümkündür.

BABİLONYA YARATILIŞ MİTOSU 'ENUMA ELİŞ' VE İSLAM

Hazırlayan: A.Kara
A, Allah ve Marduk, Anunnaki, Anunnakiler, Babil mitolojisi, din ve mitoloji, Enuma Eliş, İslam ve mitoloji, İslamiyet ve Babil, Kur'an'ın kökeni, Marduk, mitoloji, Mitoloji ve din, Yaratılış destanı,

BABİLONYA YARATILIŞ MİTOSU: "ENUMA ELİŞ"
(SÜMER YARATILIŞ MİTOSUNUN BABİL ÇEŞİTLEMESİ)


Yükseklerde Gök henüz isimlendirilmemişken,
Ve aşağıda, Dünya çağrılmamışken ;
Boş ama başlangıçta mevcut olan APSU, Vücuda getiren onları,
MUMMU ve TİAMAT – hepsini doğurandı o,
Birbirine karışmıştı suları.

Saz bitmemişti, bataklıklar ortaya çıkmamıştı.
Tanrıların hiçbiri vücuda gelmemişti,
Hiçbirinin adı yoktu, kaderleri belirlenmemişti;
İşte tam ortalarında tanrılar şekillendi.

Sümer mitolojisi ve İslam konulu yayında, ilgili Sümer efsanelerinin daha sonra Babil'e, farklı toplum ve kültürlere farklılaşarak geçtiğini belirtmiştim. Bunun üzerinden devam edelim.

Sümer yaratılış efsanesinde yaratılış eylemlerini gerçekleştiren tanrılar sayıca çok olsa da temelde Enki ve Enlil başrolü oynamaktaydı. Fakat ilgili efsane Babil'e geçtiğinde Babilonyalıların "Akitu" adını verdikleri Yeni Yıl Şenliği ile ilişkilendirilmesinden dolayı Sümer'de olduğundan daha fazla öneme sahip oldu. Öyle ki törensel bir hal alarak "bir zamanlar yukarılarda" anlamına gelen ve "Enuma Eliş" adıyla bilinen yaratılış destanı şiirinde kendine yer buldu. Yeni Yıl etkinlikleri her yıl sonbaharın başlangıcını simgeleyen 10 günlük kutlamalardan oluşurken, evrenin düzenlenmesini, hayatın yenilenmesini ve gelecek yıl için tüm insanlığın kaderinin yazılmasını vurgulamaktaydı.

Sümer dinini anlatırken "yazgı tabletleri"nin büyük bir öneme sahip olduğu görmüştük. Yaratılış mitosunun Babil çeşitlemesinde yaratılış tabletlerine sahip olacak olan tanrı "Marduk" olduğundan ilgili mitosun baş rolünde de Marduk bulunmaktadır. Babil mitolojisinde Enlil'in yerini alan bilgelik tanrısı Ea yani Enki'dir fakat Marduk Ea'nın oğlu olduğundan ve kendisine verilen görev ve yetkilerden dolayı Marduk ön plana çıkar.

Bu yaratılış mitosuna dair anlatıların en temel kaynağını İngiliz araştırmacıların bulduğu ve yaratılış destanının Babil çeşitlemesini içeren 7 tablet oluşturur ve bilginlerin çoğunun ortak görüşü bu efsanenin M.Ö. 2000 yıllının başlarına ait olduğudur.

Nasıl ki Enki ile Enlil'in baş rolleri Marduk tarafından ele geçirildiyse benzer şekilde Enuma Eliş'in Asur dilinde bulunan bir Asur çeşitlemesinde de Marduk'un yerini Asur tanrısı Asur'un aldığı görülmektedir. Yani imparatorluklarının, başkentlerinin ve tanrılarının adı olan Asur'u (Aşur) ilgili efsaneyi kendilerine göre uyarlarken efsanenin baş rolü konumdaki tanrının yerine getirmişlerdir.

"Enuma Eliş" bizim için bir destan olsa da antik Babil dininde bunun sihirli güçlere sahip bir ilahi-şiir olarak görüldüğü, bu yüzden de bilhassa Babilonya Yeni Yıl kutlamalarında rahipler tarafından okunduğu bilgisine bulunan tabletlerden erişilmektedir.

Nasıl ki Sümer mitoslarında ilk yaratıcı tanrıların daha öncesine dair anlatımlar bulunmuyorsa aynı şekilde Babil Yaratılış Efsanesi de doğrudan tatlı-su okyanusu Apsu ile tuzlu-su okyanusu Tiamat ve vezirleri Mummu (Mummu'dan bazen oğulları olarak bahsedildiği de görülür) dışında hiçbir şeyin bulunmadığı ilksel durumu ve bunların evreni yaratmasını anlatarak başlar. Fakat bu yaratıcıların nasıl var olduğu konusuna değinmez.

►Efsaneye detaylıca girmeden önce dikkat edilmesi gereken nokta şudur ki, efsanede adları geçen tanrı ve tanrıçalar insan olarak düşünülmemelidir. Bunlar gezegenleri, yıldızları, onların hareketlerini, doğadaki güçleri, kent devletlerinin mücadelesini ve siyasal gelişmeleri simgelemektedir. Yani ilgili Babil destanı çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızların, doğa güçlerinin ilahlaştırılmasını ve bunlar üzerinden evrenin yaratılmasına dair oluşan inancı ve içerir.

Tuzlu su ile tatlı su olan bu iki tanrının karışmaları sonucu yeni tanrılar meydana gelir. Bunlardan ilk ikisi tanrı Lahmu (Lakmu) ve tanrıça Lahumu'dur (Lakamu).

Daha sonra Apsu ile Tiamat'ın çocukları olan bu ikilinin de birleşmeleri sonucu Anşar ile Kinşar, bunların da birleşmeleri sonucu gök-tanrı Anu ile toprak ve su tanrı Nidimmud, diğer bilinen adıyla Ea dünyaya gelir. Daha sonra, 50 isme sahip olan Babil'in koruyucu tanrısı, dünyanın ve cennetin efendisi lakaplı Marduk dünyaya gelir.
Marduk'a, Enki, Enlil, Ninhursag, Ninurta gibi tanrıların vasıfları yüklenir ve böylece Marduk Babil şehrinin baş tanrısı olur.

İlgili efsanede bir süre sonra ilksel tanrılar ile onların çocukları olan tanrılar kuşağı arasında çatışmalar yaşanmaya başlanır ve durum kendi çocuklarını öldürmek isteyen anne-baba halini alır. Yani İbrahimi dinlerde de karşılaştığımız, "yarattıklarını öldürmek isteyen" bir tanrı-tanrılar inancı görülür.

Başlangıç okyanusunu simgeleyen dişi deniz ejderhası yani bir yılan olan Tiamat'ın 2 yönlü kişiliği vardır ve bu yüzden bir yandan var ederken diğer yandan yıkmak ister.

Tanrıça Tiamat ve Apsu diğer tanrıların var olmasını sağlamıştı fakat artık genç tanrıların gürültüleri onları rahatsız etmeye başlar, öyle ki onları yok edip bu gürültüye bir son vermek isterler ve kendilerine akıl vermesi, nasıl yok edeceklerine dair yol göstermesi için Apsu'nun veziri Mummu'ya danışırlar. Tiamat onları yok etme konusunda istekli değilse de kocası Apsu oldukça kararlıdır çünkü genç tanrılar yok edildiğinde rahatlıkla uykusuna devam edebilecektir. Apsu ile Mummu bir yok etme planı hazırlarlar.

Fakat bu plan bir şekilde ortaya çıkınca genç tanrılar korku içinde koşturmaya başlarlar. Her şeyi bilen ve hatta Apsu'nun bile üstadı olan bilgelik tanrısı Ea yani Enki onların yok etme planına karşı bir plan geliştirir. Büyü yapma gücüne sahip olan Ea tüm genç tanrıları etrafında toplar ve onları saldırılara karşı koruması için sihirli bir çember çizerek büyülü sözlerini üfleyerek efsununu gerçekleştirir. Apsu derin bir uykuya dalınca Ea onun krallık tacını başından alır, onun doğaüstü ışınımını üstünden alıp giyerek onun güç ve kudretine de sahip olduktan sonra onu öldürür ve Apsu'nun üzerine diğer tanrılar için kutsal bir ziyafet yeri olması adına yine Apsu adında bir tapınak inşa ettirir.

Bu işte Apsu'nun yanında olan vezir Mummu'yu bağlar, burnuna bir ip geçirir ve onu hapseder. Fakat tanrıça Tiamat'a zarar vermez çünkü o kocasının bu planına karşı çıkmıştır.

Ea ile karısı Damkina'nın oğulları, yüreklere korku salan, haşmetli ve gözleri şimşek gibi çakan bilge tanrı Marduk inşa edilen bu Apsu tapınağında dünyaya gelir ve tanrıçaların emzirdiği Marduk'un olağanüstü güce sahip olduğuna değinilir.

Burada değinilmesi gereken önemli noktalar vardır. Örneğin Ea'nın büyülü sözler mırıldanıp üflemesi, yere çizdiği çember sayesinde kötülük ve saldırılara karşı koruma sağlaması gibi anlatıların farklı kültür, din ve inanışlarda kendine nasıl yer bulduğunu açıkça göstermektedir.

Yok etme planı engellenmiştir ama tanrılar kuşağı arasındaki çatışma bunlarla sınırlı kalmaz. Eşi öldürülen Tiamat bu durumdan çok rahatsızdır, yerinde duramaz olur, gece-gündüz demeden dolaşıp durmaktadır. Tiamat'ın genç tanrılar safında yer almış olmayan öteki çocukları, özellikle de ilk çocuğu Kingu bu durumu fırsat bilerek Tiamat'ı babaları öldürülürken olanlara göz yumduğu ve sessiz kaldığı için kınar, onu kışkırtarak öfkesini körüklerler. Tiamat'ı öylesine kinlendirirler ki tanrı Anu ve onun yandaşlarını yok etmek üzere harekete geçer. Bu sırada başkaldıran bazı tanrılar Ea'ya karşı gelerek tanrıça Tiamat'ın safına geçer.

İlk çocuğu olan Kingu'yu saldırının önderi yapan Tiamat onu silahlarla, yazgı tabletleri ile donatır ve kendi sihirli gücünü ona hediye ederek Kingu'yu tüm tanrılardan üstün kılar. Eylemleri bununla da kalmaz.Güçlü bir saldırı oluşturmak adına akrep-adamlar, at-adamlar yani kentaurlar, yılan ve ejderhalar gibi çeşitli canavar kalabalığını doğurur.

Tiamat'ın saldırı hazırlığı içinde olduğu Ea'ya haber verilince Ea bu tehlike karşısında korkuya kapılır, Anşar sıkıntılanır, ah çekerek dövünür. Büyükbaba Anşar, Ea'ya Apsu'ya karşı kazandığı zaferi anımsatarak onu cesaretlendirmeye çalışır ve Tiamat'a karşı çıkması gerektiğini söyler.

Ea Tiamat karşısında başarısız olunca Anşar, oğlu Anu'yu tanrılar meclisinin yetkileriyle donatır ve tanrıçayı amacından vazgeçirmesi için gönderirken ona şöyle der:

"[Git] ve Ti'amat'ın önünde dur [ki] ruhu [sakinleşsinl ve yüreği yumuşasın. [Eğer] senin sözünü dinlemezse, ona bizim [sözümüzü (?)]söyle ki sakinleşsin."

Tiamat ile görüşen Anu başarısız olur ve düşmanlarını yenmenin yolunun fiziksel güç kullanmaktan geçtiğini anlar, korkuya kapılır ve Anşar'dan görevden affını ister. Tüm Anunnakiler korku içinde beklemekteyken Anşar'ın aklına bir fikir gelir ve tanrılar meclisinde ayağa kalkarak bu görevin daha önce yiğitliğini kanıtlamış olan güçlü kahraman Marduk'a verilmesini önerir.

Babası Ea Marduk'a bu görevi kabul etmesini öğütler. Marduk tüm kuvveti dışa vurmuş halde ve büyük bir özgüven ile Anşar'ın huzuruna çıkarak bu görevi kabul eder ve şöyle der:

"[Anşar], sessiz kalma, dudaklarını aç; ben gidip senin gönlünde yatan her şeyi gerçekleştireceğim! Ey atam, yaratıcı, memnun ol ve sevin; yakında Ti'amat'ın ensesine ayağını basacaksın!"

Marduk görevi kabul etmiştir ancak tanrılar meclisinde kendisine eşit ve eksiksiz yetki verilmesini ve sözlerinin yazgıyı değiştirilemeyecek şekilde saptamasının kabul edilmesini şart koşar. Yani tanrıları kurtarması karşılığında bütün tanrıların en üstünü sayılmak ve tartışılmaz yetkiye sahip olmak istemektedir.

Anşar bu isteği kabul eder fakat kararın tanrılar meclisinde onaylanması gerekmektedir. Bunun üzerine Anşar veziri Kaka'yı çok uzaklarda yaşayan ve bu yüzden olaylardan haberdar olmayan Lahmu ile Lahamu'ya ve diğer tanrılara gönderir. Kaka gerçekleşen bu kavgalardan ve tehlikeden bahsederek onları Anşar'ın huzuruna çağırır, duydukları karşısında şaşkına dönen tanrılar dehşete düşüp, bağrışır ve korkuya kapılırlar.

Anşar'ın huzuruna gelen tanrılar kurultay sarayını doldurur ve ziyafet sofrası ile karşılanırlar.

“Şarap korkularını dağıttı, bütün tanrılar gevşeyip rahatladılar. Moralleri yükselen tanrılar; öçlerini alacak olan Marduk için yazgıyı belirleyip ilan ettiler."

Tanrılar Marduk'a en yüce konumu bağışlayarak ona evrenin bütünü üzerine krallık verirler fakat bu güce sahip olup olmadığını sınamak isteyerek orta yere bir giysi koyarlar. Marduk bu giysiyi önce görünmez kılıp daha sonra tekrar görünür kılınca (bazı araştırmacılar bu kısmı giysiyi önce tahrip edip daha sonra eski haline döndürdüğü şeklinde çevirmiştir) tanrılar ikna olur ve alkışlayarak "Marduk kraldır" derler. Ona krallık simgeleri olan Asa, taht, krallık giysilerini ve güçlü bir silah verir ve "Git Tiamat'ın hayatını kes!" derler.

Tüm tanrıların en yücesi konumuna gelen Marduk'un 50 ismi vardır, tıpkı tüm diğer Arap putlarını yok ederek en yüceleri konumuna gelen ve 99 isme sahip olan El-ilah gibi. Sizce bu benzerlikler tesadüf mü? Yoksa Sami din ve efsanelerinin Arap coğrafyasındaki yansıması mı? Kararı siz verin.

Destana devam edelim.

Savaş için kendini silahlandıran Marduk bir ağ yapar ve onu Anu'nun armağan ettiği dört yönün yeline taşıtır. Ok ve yay, topuz, şimşek ve korku salıcı örme demir zırh kuşanır. Yedi azgın tayfun yaratır, yağmur selini boşandırır, bedenini yakıcı alevlerle doldurur ve korkunç dört efsanevi yaratık tarafından çekilen fırtına arabasına binerek onu takip eden tanrılar ile birlikte Tiamat'a saldırmak üzere ilerler.

Önemli bir noktaya değinmekte fayda var ki tanrıların bu alevli fırtına arabaları tasvirleri ve onları çeken korkunç yaratıklara dair tasvirler ufak değişiklikler ile Hezekiel kitabına da girmiştir.

Marduk'u gören rakip tanrıların ve Kingu'nun içine korku düşer. Ti'amat kükreyerek Marduk'u korkutmak istediyse de Marduk bundan etkilenmedi ve Ti'amat'ı teke tek dövüşmeye çağırır.

Meydan okumayı kabul eden tanrıçayı ağını atarak kıstırır ve Tiamat Marduk'u yutmak için ağzını açtığında ağzını tekrar kapayamasın diye kötü yeli ağzından içeri yollayarak onu şişirir ve delip geçen, yüreğini parçalayan okuyla onu mıhlar.

Yenilgiyle korkuya kapılan Tiamat'ın cinleri kaçmayı denerken ağa takılıp bağlanırken önderleri Kingu'da yakalanıp bağlanır ve Marduk ondan yazgı tabletlerini alıp kendi mühürü ile mühürleyip göğsüne bağlayınca tanrılar arasında en yüce yetkiye ulaşmış olur.

Marduk sopasıyla Ti'amat'ın kafasını yarıp ana damarlarını keser ve kanını güney rüzgarları ile evrenin en uzak noktalarına kadar taşıtır. Tiamat'ın gövdesinden evreni yaratır. Tanrıçanın gövdesinin yarısı ile yeri diğer yarısı ile göğü var eder, yani yer ile göğü birbirinden ayırır ve göğü direklerle tutturur.

Gördüğünüz üzere Sümer mitolojisinde karşımıza çıkan yer ve göğün birbirinden ayrılması anlatımı Babil inanışında da devam etmektedir ve bunun yansımaları daha sonra Arap coğrafyasına ve Kur'an'a başlangıçta bitişik olan yer ile göğün ayrılması şeklinde geçmiştir.

Bu durum farklı kültürlerin kendi ilahlarını diğer ilahlarla güç yarışına sokmalarının, üstün kılma çabalarının bir sonucudur.

Sümerlerdeki inanış ile birebir aynı görüşü, düz dünya betimlemesini anlatan Kur'an'da, Allah'ın göğü direksiz olarak yükseltmesi anlatımı (Ra'd: 2) Kur'an'ı yazanların kullandığı akıllıca bir yöntemdir çünkü böylece kendi ilahlarının Samilerden onlara anlatılagelen Marduk'dan daha güçlü, kudretli olduğunu, göğü yukarıda tutmak için direğe bile ihtiyaç duymadığını vurgulamak istemişlerdir:

"Allah, gökleri gördüğünüz gibi direksiz olarak yükseltti. Sonra arşı istiva etti. Her biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan güneş ve ayı buyruğu altına aldı. Kesin olarak Rabbiniz’le buluşacağınıza inanmanız için buyruğunu yürütüp, ayetleri uzun uzun açıklıyor." (Ra'd suresi 2.ayet)

Bu ve benzeri onlarca net kanıttan sonra eğer hala Arapların Sümer ve Babil efsanelerinden haberdar olmadığını söyleyecek olan varsa, bilmelidir ki kimseyi inandıramaz. Marduk ile Allah arasındaki bağlantı konusunda anlatılmayı bekleyen çok sayıda detay var fakat bunlar ayrı bir videonun konusu.

Efsaneye kaldığı yerden devam edelim:

Marduk Tiamat'ın yarısından yarattığı gökyüzünü tutması ve tanrıçanın sularının boşalmasını önlemesi amacıyla yerleştirdiği direkleri korumaları için bekçiler atar. Daha sonra Anu ve Ea'yı kendi bölgelerine yerleştirir.

Buradan sonra Marduk'un en önemli görevi olan evrene düzen verme süreci başlar; ki bunun da en önemlisi takvim oluşturmaktır. Evreni düzenlemesini güneşin doğup batacağı doğu ve batı kapıları yaptırmak, ayın değişim evrelerini saptamak ve ona geceyi aydınlatması için ışık vermek, takımyıldızlarını göklere yerleştirmek, baş ucunda Anu'nun, kuzeyde Enlil'in ve güney göklerinde Ea'nın olmak üzere üç göksel yolu birleştirmek olur.

Marduk önce yer ve göğü birbirinden ayırmıştı, şimdi de göğü kandillerle donatmış ve onları düzenlemiş oldu.

Tiamat yenildiği için onun yanında yer alan rakip tanrılar Marduk'un safındaki tanrılara hizmet ekmekle görevlendirilince tutsak tanrılar Marduk'tan bu görevi kendilerinden almasını isteyince Marduk babası Ea'nın da tavsiyeleri ile insanı yaratmaya karar verir.

Tiamat'ın öfkesini körükleyen ve esir tutulmakta olan Kingu bağlanmış bir şekilde yüce mahkeme karşısında yargılanır, Marduk'un talimatı ile Ea ve bazı tanrılar Kingu'nun ana damarlarını kesip onun akan kanından Sümerce'de "lullu" olarak görülen ve Sami diline "amelu" olarak çevrilen canlı soyunu yani insanı yaratır.

Böylece tutsak tanrıların zafer kazanmış olan tanrılara hizmet görevi onlardan alınır ve insanoğluna verilince insanoğlu hem eski tutsak ilahların hem de zafer kazanmış olan tanrıların yeme-içme ihtiyacını sağlamak hem de tapınak ayinleri ile ilgili işleri yürütmek durumunda kalır.

Böylece Marduk tüm tanrıların gözünde yükselir ve Anunnakiler saygılarının bir işareti olarak Marduk'un büyük tapınağı Esegila'yı ve Babil kentini inşa eder. Yaptıkları şölende Marduk'un 50 adını okurlar. Bir kurultay ile tüm yetkiyi ve otoriteyi ayrıca okudukları 50 adı resmi olarak verir, onun yolunu tüm yollar arasında birinci kılarlar.

Efsanede görülen Marduk'un 50 ismi ile Allah'ın 99 ismi yine toplumların tanrılarını soktukları güç yarışının bir sonucu-yansıması olabilir.

Antik Sümer ve Babil dinine baktığımızda bunların İbrahimi dinlere ciddi şekilde kaynak oluşturduğu ortadadır ve gelecekte ele alacağım mitoslar ile daha böyle yüzlercesinin olduğunu göreceğiz.

Bu durumu savuşturmak için teistler "bunlar dinimizin eskiden de var olduğunun kanıtıdır, fakat sonradan bozulmuştur, bozulmuş şekilleridir" deseler de yüzlerce antik toplumun tamamının bozulduğuna inanmak, bir savunma güdüsü ile dini kurtarma çabasından başka bir şey değildir.

Allah, Rab veya Yehova'nın iddia edildiği gibi bu ve diğer antik medeniyetlere peygamber göndererek onlara tek tanrıyı tebliğ ettiğine yada bir zamanlar onların da teistlerin tek ilahına taptığına dair hiçbir kanıt yoktur!
İlgili antik topluluklar konusunda teistlerin bu iddasını destekleyen bir tane bile çivi yazısı, kabartma veya herhangi bir belgenin olmaması bu iddiayı sadece içi boş bir teori yapar.

SEMAVİ DİNLERE GÖRE DİLLERİN KÖKENİ

Yazan: Set


DİLLERİN KÖKENİ VE DİNLER


Diğer her şeye zamanının doğrularına göre anlam veren dinler insanların neden farklı diller konuştukları üzerine de  bir açıklama getirmeye çalışmıştır.
Hikayeye göre Nuh Tufanı olduktan sonra insanlar birleşmiş bir ırk olarak bir tek dil konuşurlar.Doğuya göç ettikleri esnada Şinar denen yere yerleşirler ve burada Göklere erişecek bir kule yapmaya karar verirler. Bu olay Eski Ahit’te (yani Tevrat’ta) şöyle geçer:

Yaratılış 11:1-9: Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. 2. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. 3. Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. 4. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.” 5. RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. 6. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, 7. “Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” 8. Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. 9. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.

Eski Ahit’te “Babil Kulesi” yerine “şehir ve kule” veya sadece “şehir” olarak geçer. Babil kelimesinin kökeni ise belirsizdir.Akadca’da şehrin adi Bab-ilim olmakla beraber “Tanrının kapısı” anlamına gelir Bununla birlikte, bu biçim ve yorumun kendisinin artık genellikle anlamsız ve muhtemelen Semitik olmayan kökenli Babilla isminin daha önceki bir biçimine uygulanan Akkad halk etimolojisinin bir sonucu olduğu düşünülmektedir. Eski Ahit'e göre, şehir İbranice fiilinden ā (bālal), karmakarışık ya da karıştırmak anlamına gelen "Babil" adını aldı. [1][2][3]

Bazı bilim adamları Babil Kulesi'ni bilinen yapılarla, özellikle de Babil'de Mezopotamya tanrısı Marduk'a adanmış bir ziggurat olan Etemenanki ile ilişkilendirdiler. Benzer unsurlara sahip bir Sümer hikayesi Enmerkar ve Aratta Kralı'nda anlatılmaktadır. [4]

Hikayenin Tanrı ve insanlar arasındaki rekabet teması Yaratılış Kitabı'nın başka yerlerinde, Adem ve Havva'nın Cennet Bahçesi'nde geçer. Flavius ​​Josephus'ta bulunan 1. yüzyıl Yahudi yorumuna göre kule kibirli zalim Nemrut'un emrettiği Tanrı'ya karşı kasıtlı bir meydan okuma eylemi olarak inşa ediliyor.Bununla birlikte, bu klasik yorumda, anlatıda belirtilen kültürel ve dilsel homojenliğin açık güdüsüne vurgu yapılan bazı çağdaş zorluklar olmuştur Metnin bu okuması Tanrı'nın eylemlerini gurur için bir ceza olarak değil, kültürel farklılıkların bir etiyolojisi olarak görür ve Babil'i medeniyetin beşiği olarak sunar. [5]

Enmerkar ve Aratta’nın Efendisi olarak adlandırılan Babil Kulesi’ne benzer bir Sümer efsanesi bulunmaktadır. Enmerkar Eridu’da büyük bir ziggurat inşa eder ve inşaatı için Aratta’dan değerli bir haraç ister ve bir nokta Tanrı Enki’yi Subur,Hamazi,Sümer,Uri-ki(Akkad) ve Martu toprakları olarak adlandırılan yerleşim bölgelerinin dilsel birliğini restore etmesini (veya bazı çevirilere göre bozmasını) teşvik eden bir büyüyü hatırlatır.Tüm evren,iyi korunmuş insanlar-hepsi Enlil’e tek bir dilde hitap ederler.Bunun yanı sıra,Yeni Asur İmparatorluğu sırasında M.Ö. 8. Yüzyıldan kalma bir başka Süryani efsanesi, daha sonra Eski Ahit’teki hikayeyle benzerlikler taşır. [6][7]

Aynı zamanda ismi verilmese de Kur’an’da da benzer bir hikaye vardır. Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer.Firavun,Haman’dan bir kule inşa etmesini ister ve bu sayede Musa’nın Tanrısını göreceğini söyler.

Kasas Suresi 38-40.Ayetler: Firavun, "Ey seçkinler! Sizin için benden başka tanrı tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için tuğla fırınını yak, bana bir kule yap. Belki oradan Mûsâ’nın tanrısını görürüm; ama kesinlikle onun bir yalancı olduğunu düşünüyorum" dedi. Firavun ve askerleri, bize döndürülmeyecekleri kanaatine kapılarak yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar. Biz de onu ve askerlerini alıp denizin içinde bıraktık. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!

Kur'an'da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları sihirle imtihan etmek için Allah tarafından Babil'e gönderilirler;

Bakara Suresi 102.Ayet: “Süleyman'ın hükümranlığı hakkında onlar, şeytanların uydurup söylediklerine tâbi oldular. Halbuki Süleyman büyü yapıp kâfir olmadı. Lâkin şeytanlar kâfir oldular. Çünkü insanlara sihri ve Babil'de Hârut ile Mârut isimli iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Halbuki o iki melek, herkese: Biz ancak imtihan için gönderildik, sakın yanlış inanıp da kâfir olmayasınız, demeden hiç kimseye öğretmezlerdi. Onlar, o iki melekten, karı ile koca arasını açacak şeyleri öğreniyorlardı. Oysa büyücüler, Allah'ın izni olmadan hiç kimseye zarar veremezler. Onlar, kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni öğrenirler.”

Babilden Yakut el-Hamavi'nin yazmalarında ve Lisan el-Arab'da bahsedilir. Öyküye göre tüm insanlar rüzgârın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil'de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgârla geldikleri yerlere dağıtılırlar.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. 13. yy. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim'in atası Hud'un kendi dilini (İbranice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin inşasına katılmamıştır.

Gerçekte ise dillerin kökeni bunlardan çok farklıdır.İnsanlık yaklaşık 60.000 yıl önce Afrika’dan başlayarak dünyaya dağılmaya başlayınca coğrafi koşullara ve dini inançlarına göre nesnelere önceleri basit sesler daha sonraları ise kelimeler takmışlardır. En büyük faktör ise coğrafi koşuldur.Örneğin deve olmayan bir coğrafyada yaşayan milletin dilinde deve kelimesi yoktu.Ancak günümüzdeki teknolojik gelişmelerle bu durum değişmektedir.

ADEM VE LİLİTH

Yazan: Serdar Kaangil
SK, Lilith, Adem ve Lilith, Hz Adem, Hz Adem'in ilk Eşi, Adem ve Lilith, mitoloji, din, Lilith miti, Lilith'in laneti, Havva ve Lilith, Lilith'in doğuşu, din ve mitoloji, Mitoloji ve din,

PEYGAMBERLERDE AŞIK OLUR |1
Adem’in Havva’sı ve Lilith’i


Kutsal kitaplara göre Adem eş ya da aşk seçeneği olmayan ilk insandı. Kendisine sunulanı kabullenmek, bulduğu ile yetinmek zorundaydı. Ama öyle olmadı.
Musevilerin ve Hristiyanların büyük bir kısmının inancına göre;
Yaratılan ilk kadın Havva değil Lilith idi.Uzmanlar ilk Lilith kaynaklarının 8. ve 10. Yüzyıllar arasından kaldığını belirtiyorlar ama bunlar yazılı kaynaklar, asıl öykünün ya da daha uygunu efsanenin ne zamandan geldiğini anlamak veya öğrenmek mümkün değil.
Antik Çağ´dan kalma bazı muskalarda ancak öykünün ilk paragrafına rastlanıyor ama hepsi bu. Zohar yani Musevi Kabalasının yorumlarında ve Gershom Scholem´in (Major Trends in Jewish Mysticism, sayfa 174) adlı kitabında Lilith ile ilgili muhtemelen daha eskilere yönelik göndermeler vardır. Buna karşın yeterince araştırmanın yapıldığı da söylenemez hatta kasten yapılmadığı söylenebilir. Peki neden? Bunun cevabını efsanenin bildiğimiz kadarını okuduktan sonra arayacağız.

Şimdi bir diğer kaynağa yönelelim; Kralın küçük oğlu hastadır; Kral Nebukadnezar; büyücü Ben Sira´ya “Oğlum iyileşsin, eğer bunu yapmazsan seni öldüreceğim.” der. Ben Sira oturur ve üzerinde kutsal isimlerin yazılı olduğu bir tılsım yani bir madalyon hazırlar. Tılsımda, şifa verici meleklerin isimleri, şekilleri, kanatları, elleri ve ayakları görünerek çizilmiştir. Nebukadnezar tılsıma bakar; “Bu kim?” der ve Ben Sira anlatır;
“Bunlar tıp melekleri Snvi, Snsvi ve Smnglof.

Havva ortada yokken Lilith vardı ama Lilith bir feministti.
Tanrı Adem´i yarattıktan sonra onun yalnız olduğunu gördü ve adamın yalnız olmasının iyi olmadığına karar verdi. (Tevrat/Yaratılış: 2:18)
Tanrı Adem için topraktan bir kadın yarattı ve ona Lilith adını verdi ama Adem ve Lilith kavga etmeye başladılar.

Lilith Adem´le yatmak istemiyor, birleştiklerinde hep üstüne çıkmasına karşı çıkıyor ve kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını yani eşit olduklarını söylüyordu. Anlaşmazlık sürdü, gitti ta ki Lilith Tanrı´nın kutsal isimlerinden birisini kullanıp, göğe uçuncaya kadar. Adem Tanrı´ya dua etti ve kadının kendisini terk ettiğini söyledi. Bunun üzerine Tanrı üç meleğini, Lilith´i geri getirmeleri için görevlendirdi ve eğer Lilith Adem´e geri dönmeyi kabul etmezse, her gün yüz çocuğunun öleceğini söylemelerini emretti. Melekler Tanrı´nın yanından ayrılarak Lilith´i izlediler ve onu Mısırlılar´ın intihar etmek için kullandıkları suyun ortasındaki adacıkta bulup, Tanrı´nın sözlerini tekrarladılar ama Lilith geri dönmek istemedi, bu kez melekler onu suya batırıp, boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi;

“Beni rahat bırakın, sadece hastalıklı bebekler doğuruyorum; eğer erkek bir bebek olursa doğumdan sonra 8 gün, kız bebek olursa 20 gün onun kölesi olacağım.” dedi. Melekler ısrar etmeye devam ettiler ama Lilith Tanrı´nın adına yemin ederek meleklere; “Ne zaman isimlerinizi veya şekillerinizi bir muskanın üzerinde görürsem, onu takan bebeğe yaşam vermeyeceğim.” dedi ve her gün yüz çocuğunun ölmesini kabul etti. Anlatılana göre her gün yüz şeytan aynı nedenden öldü ve bizler o günden bu yana, o meleklerin isimlerini küçük çocukların boyunlarına asılı muskalara yazdık.

Lilith meleklerin isimlerini her gördüğünde yeminini hatırlar ve çocukları korur.” Ben Sira´nın Kral´a anlattıkları bu kadar ama efsanenin bir diğer versiyonu daha var;

Batılı bir çok insan için Tanrı insanı ve kadını kendi suretinde Yaradılış´ın Altıncı Günü´nde yaratmış. sonra ona dünyayı vermiştir ama o anda aslında Havva henüz yoktur. Tanrı, Adem adını verdiği ilk insana yaşayan her canlının adını öğretir ve dişi, erkek olarak iki ayrı cins olduklarını gösterir. Adem´in o sıralarda 20 yaşlarında olduğuna inanılır.
Adem hepsi birer çift olan canlıların birbirlerine duydukları aşkı kıskanmaya başlar. Her dişi canlı ile beraber olmaya çalışır ama tatmin olmayınca haykırır;
“Hepsi canlı ama ben uygun eş değilim.” ve Tanrı´ya bu haksızlığı gidermesi için dua eder.

Öteki Anlatı ve Lilith´in Laneti

Ve Tanrı ilk kadını Lilith´i yaptı, onu da Adem gibi oluşturdu ama bu kez saf toprak yerine Adem´den kalan tortuları kullanmıştı. Adem´in artıklarından Naamah ve Asmodeus başta olmak üzere sayısız cin türemişti ve bunlar insanlığın başına nesiller boyu dert olacaklardı. Hatta bin yıllar sonra Lilith ve Naamah, cinlere hükmeden Peygamber Kral Süleyman´ın Kudüs´de fahişeleri yargılamasına çağrıldılar. Adem ve Lilith asla barış içinde olmadılar, Adem ne zaman Lilith´le yatmak istediyse reddedildi; Lilith yere uzanmak istemiyor ve; “Niçin seninle yatmalıyım?” diyor ve soruyordu; “Ben de topraktan yapıldım ve seninle eşitim.” Adem onu zorladı ve güç kullandı ama Lilith öfkeyle karşı koyarak, Tanrı´nın sihirli adını kullanarak göğe yükseldi ve onu terk etti. Adem Tanrı´ya şikayet etti; Tanrı ilk olarak meleklerinden Senoy, Sansenoy ve Semangelof´u yollayarak, Lilith´i geri getirmelerini emretti. Melekler Lilith´i, Kızıl Deniz yakınında buldular; orası şehvet şeytanlarının yeriydi. Melekler Lilith´e gecikmeden Adem´e geri dönmesini aksi halde onu boğacaklarını söylediler. Lilith cevap verdi; “Burada kaldıktan sonra Adem´e namuslu bir ev kadanı olarak nasıl geri dönebilirim?” Melekler ısrar edince Lilith cevap verdi; “Tanrı beni yeni doğmuş çocuklara yaşam vermekle görevlendirdi. Erkek çocuklar yaşamın sekizinci gününde sünnet olduklarında, kızlar ise yirminci günde ölecekler. eğer ben sizin isimlerinizi veya görüntülerinizi yeni doğmuş bir bebeğe takılı bir madalyonun üstünde görürsem, yemin ederim onları esirgeyeceğim.” Lilith´in sözü kabul edildi ama Tanrı onu cezalandırdı ve her gün onun cin bebeklerinden yüz tanesi öldü. Lililth insan bebekleri öldüremedi çünkü hepsinde melek muskaları takılıydı ve kendi sözüne karşı gelemedi.Bazı kaynaklara göre Lilith, Saba Melikesi´ne karşı Zmargad´ın kraliçesi oldu ve cinlerine Job´un oğullarını öldürttü. Ama Adem´in laneti sürüyordu, Adem Cennet´den düşüşe kadar Lilith´e lanet etmeyi sürdürdü. Lilith ve melek Naamah intikam olarak insan bebekleri boğup öldüremediler ama erkeklerin rüyalarına ayartıcı olarak girdiler ve yanlız uyuyanların bazıları onların kurbanı oldular.
Evet, aşk Adem’le, ilk insanla, ilk peygamberle başlıyor efsaneye göre. Adem’den sonra gelen peygamberlerde de devam ettiği muhakkak. Hakkında pek bilgi olmayan bir çok peygamber var. Ancak öyküleri uzun anlatılanlarda aşka rastlıyoruz. Bunlardan en önemlileri de Davud’un ve oğlu Süleyman’ın aşkları.

MİTOLOJİK PEYGAMBER "İDRİS"

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, İdris, Hz İdris, Enoş, Enoch, yahudilik, islamiyet, İdris'in mitolojik kökeni,Mitoloji ve İdris, Hanok, din ve mitoloji, Mitoloji ve din, İdris'in miracı, Osiris ve İdris, Mitolojide İdris,

MİTOLOJİK PEYGAMBER: İDRİS


Din kaynaklarına göre; İdris’in, Âdem’den sonraki 7. Kuşaktan olduğu söylenilir. Şit peygamberin torunlarından Yeret’in oğlu İdris, Kuran ve Tevrat’tan başka öteki din kitaplarında da adı geçen peygamberlerdendir. Bazı kaynaklara göre peygamber değil ermiş bir kişidir. Babil ya da Mısır’da doğduğu söylenir. Kendisine otuz sayfalık kitap indirilmiş. Çeşitli hadislere göre; ölmeden tanrı katına çıkan kimine göre dört, kimine göre dokuz kişiden birisidir. Yetmiş iki dil ile konuşarak, her kavme kendi diliyle seslenip, dine davet etmiş.

İslam yazılı kaynaklarında İdris peygamberin adı Ahnut-Uhnut ya da Unnuh, batı dillerinde aslı İbranice olan Hanok’tur. Tevrat’ta da Hanok olarak anılır. Kuran’da iki yerde; Meryem ve Enbiya surelerinde adı İdris olarak geçer.

Eski Mısır tanrısı Osiris’in İdris olduğu ileri sürülür. Bununla birlikte Tevrat’ta İdris’e karşılık gelen Osiris’le ilişkilendirilir. Değişik inanç kitaplarında ve yazılı söylencelerde antik Mısır tanrısı Thot, Sümer ve Babil tanrısı Enlil ve antik Yunan tanrısı Hermes’in aslında İdris olduğu iddia edilir. Bu yazılı söylencelerde anlatılanlarla İdris’in yaşadığı olaylar birbirine çok benzer. Bu söylencelerin hepsinde ortak olay ve özellikleri görmemek için kör olmak gerek. Yani, İslam’ın içine; antik Yunan, antik Mısır ve Sümer’den alınmış olayların benzerliğine rastlantı denilebilir mi?

Tevrat’ın 5. Bölümünde Hanok şöyle anlatılır: “Yeret 162 yaşındayken oğlu Hanok doğdu. Hanok'un doğumundan sonra Yeret 800 yıl daha yaşadı. Başka oğulları, kızları oldu. Yeret toplam 962 yıl yaşadıktan sonra öldü. Hanok 65 yaşındayken oğlu Metuşelah doğdu. Metuşelah'ın doğumundan sonra Hanok 300 yıl Tanrı yolunda yürüdü. Başka oğulları, kızları oldu. Hanok toplam 365 yıl yaşadı. Tanrı yolunda yürüdü, sonra ortadan kayboldu; çünkü Tanrı onu yanına almıştı.”

TDV İslam Ansiklopedisi, 21.cilt 478- 480 sayfaları arasında İdris hakkında verilen ayrıntılar hadis ve Kuran yorumcularına dayanmaktadır. Kısaltarak aldığımız bu bölümdeki bilgiler şöyle:

“Müslüman müellifler, Kuran’daki bilgilerden hareketle ve Kuran dışı kaynaklardan, özellikle de Kitâb-ı Mukaddes, apokrif eserler ve rabbânî literatürden faydalanarak İdris’i, Kitâb-ı Mukaddes’te yer alan ve semaya kaldırılmış olan şahsiyetlerden (Hanok [Hanokh, Enoch, Uhnûh], İlyâ [İlyâs] veya Hızır) biri olarak kabul etmişlerdir. Diğer taraftan İdris, Hermes’le de bir sayılmıştır. İbnü’l-Kıftî, İdris’le ilgili şu görüşleri nakleder: Bazıları onun Mısır’da doğduğunu ve adının Hermesü’l-Herâmise olduğunu söylemektedir. Yunancada adı Ermis olup Arapça’ya Hermes olarak geçtiğini söyleyenler de vardır. İbraniler ona Hanûh demektedir, bu isim Uhnûh olarak Arapçalaştırılmıştır. Allah kitabında onu İdris olarak adlandırmaktadır (Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “drs” md.; İbnü’l-Kıftî, s. 1-2). Bîrûnî, Hermes’e İdris de denildiğini, bazılarının Buda’yı Hermes olarak kabul ettiklerini nakleder (el-Âs̱ârü’l-bâḳıye, s. 206). Müslüman müelliflerin hepsi İdris’in, Kitâb-ı Mukaddes’teki rivayete göre ebedî hayata ermiş olan veya Kitâb-ı Mukaddes dışı Yahudi dinî literatürüne göre ölmeden cennete giren Hanok (Honoch) olduğunu kabul eder. Bu görüşü benimseyen ilk müellif Taberî’dir (Târîḫ, I, 170). Fahreddin er-Râzî (XXI, 233), Nesefî (III, 265), İbnü’l-Esîr (I, 62) ve diğer müfessirler de İbrânîler’in Uhnûh’u ile Müslümanların İdris’inin aynı kişi olduğunu söylemektedir… toplam 365 yıl yaşar. Nihayet gözden kaybolur, çünkü onu Allah almıştır (Tekvîn, 5/21-24); şu halde o ölmemiştir (İbraniler’e Mektup, 11/5). …Hakkında Kitâb-ı Mukaddes dışında Talmud ve Midraş ile apokrif literatürde de bilgiler bulunan Hanok’un bir peygamber mi yoksa kutsî bir şahsiyet mi olduğu konusu Yahudi âlimleri arasında tartışmalıdır. Aggadah’ta (Yahudilerin Talmud ve Midraş’ın kıssalar, efsaneler, alıntılar, darbımeseller, folklorik temalar içeren bölümlerine verdikleri isim) Hanok, ölüm acısını duymadan cennete giren dokuz sadık insandan biri olarak gösterilir.


Yahudi kaynaklarındaki bilgilere göre Hanok, gizli bir yerde sadık bir insan olarak yaşarken bir melek kendisine gelir ve bu inzivadan çıkıp Tanrı’nın yolunda gitmeleri için insanlara öğretmenlik yapmasını ister. Bunun üzerine Hanok 243 yıl öğretmenlik (peygamberlik) yapar ve bu dönemde dünya huzur ve barışla dolar; hatta bütün krallar ve prensler ona boyun eğer. İnsanoğluna yaptığı hizmetlere karşılık Tanrı onu gökte de meleklerin kralı yapmaya karar verir ve şimşek gibi savaş atlarının çektiği alev saçan bir arabayla kendisini semaya alır. Tanrı Hanok’a muhteşem bir elbise ve gözleri kamaştıran bir taç giydirir. Ona hikmetin bütün kapılarını açar ve kendisine “Metatron” (bütün semavat sakinlerinin prensi ve başı) adını verir, bedenini bir şuleye dönüştürür, onu fırtına, kasırga ve gök gürlemesiyle kuşatır (EJd., VI, 794).

Hanok, mistik Yahudi grupları içerisinde kendisine büyük önem verilen bir şahsiyettir. Bu gruplara göre bazı melekler özel bir mazhariyete erişmiş olup bunların en başında Metatron yer alır. Böylece o baş melektir ve diğerlerinin prensidir. Merkabah literatürüne göre Metatron, Hanok’un beşerilikten kurtulmuş ve melekleşmiş hali olup göğe alındıktan sonra orada insanların amellerinin kaydını tutmaktadır (ER, V, 118).

Kabbalistler’e göre de altı harfle yazılmış olan Metatron Hanok’tur, fakat o yeryüzündedir. Zohar kitabına göre Hanok, Âdem’in nesillerinden her birinin kitapları gibi bir kitap sahibidir. Onun kitabı “hikmetin sırrı”dır (EJd., XI, 1443-1446). Dünyanın sonuna doğru Hanok, Eliya (İlyâ, İlyâs) ile beraber “yol açıcı” ve “hazırlayıcı”, dolayısıyla mehdî rolünü oynayacaktır. Bunlara göre Hanok melekleşince Metatron adını almış ve nuranileşmiştir. Eliya da ölmemiş, göğe çekilmiştir, fakat hâlâ beşerî formunu korumaktadır. Ancak Hanok ile Eliya’nın aynı şahıslar olup değişik isimlerle ifade edildiğini ileri sürenler de vardır (a.g.e., VI, 793). Hanok’la ilgili kaynaklardan biri de apokrif kabul edilen “Hanok’un Kitabı”dır. Üç farklı nüshası bulunan eserin Etiyopya dilinde yazılmış olanında Hanok iyi insanlarla Tanrı arasında bir aracıdır. Semavî bir yolculuğa çıkar ve bu yolculukta bütün yaratılışın sırlarına, unsurlarına muttali olur (a.g.e., VI, 795-796). Slav dilinde kaleme alınmış olanda ise Hanok’un meleğin kanadında yedi feleği ziyareti anlatılır. O, yedinci kat semada Tanrı’yı arşa istivâ etmiş olarak müşahede eder, ayrıca mühürlü kitapları da görür. Tanrı melek Vreveil’e, Hanok’a semanın ve arzın işleyiş düzenini ve diğer konuları anlatmasını, Hanok’a da bu anlatılanları 360 kitap içerisinde kaydetmesini emreder (a.g.e., VI, 797-798)…

Hz. İdrîs’in terzi olduğu, her iğne saplayışında “sübhânellah” dediği, akşam olduğunda yeryüzünde ameli ondan daha üstün hiç kimsenin bulunmadığı da İbn Abbas’tan rivayet edilmiştir (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, V, 236). “Biz onu yüce bir mekâna yükselttik” meâlindeki âyet açıklanırken kendisine hem peygamberlik hem de otuz sahîfe verilmesi yanında kalemle yazı yazan, elbise diken, hesap ve yıldız ilmiyle meşgul olan ilk insanın İdrîs olduğu belirtilir (Fahreddin er-Râzî, XXI, 233). İdrîs bazan İlyâ (İlyâs) ile aynı kişi sayılmıştır. Nitekim Abdullah b. Mes‘ûd’dan nakledildiğine göre, “İlyâs da şüphe yok ki gönderilmiş peygamberlerdendi” (es-Sâffât 37/123) mealindeki ayetin tefsirinde İbn Mesud ile İbn Abbas, İlyâs ile İdris’in aynı kişi olduğunu söylemişlerdir)…  Hz. İdris’e ilâhi bilgileri ihtiva eden otuz sayfa indirilmiştir. O, Âdem’in ve Şît’in sahîfelerini de kalbinin üzerinde taşırdı. Remil ilmi, heyet, nucüm, hesap, tıp, nebatların sırları, garip sanatlar, yazı yazmak, dikiş dikmek, terazi kullanmak gibi meslek ve sanatları İdris icat etmiştir. Sahifelerinde semavî sırlar, ruhanilere hükmetmenin yöntemleri, varlıkların özellikleri gibi konulara dair bilgiler vardı. Çok sayıda talebesi olan İdrîs, yeryüzünde ilk defa demiri keşfedip ondan aletler yapmış, ziraatı geliştirmiş, deri ve kumaşlardan elbise dikmiştir (İbnü’l-Esîr, I, 54; Nişancızâde, I, 124-128). Yıldızlar ve hesap ilmiyle ilk meşgul olan kişi olduğu için Yunanlı hakîmler ona “Hermesü’l-hakîm” (Hermesü’l-Herâmise) demişlerdir (İbnü’l-Esîr, I, 54-55, 59-60; İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 99-100).

İdris’in kimliği konusunda en çok ilgi çeken hususlardan biri de onun yarı efsanevî bir şahsiyet olan Hermes’le ilgisidir. İslâmî kaynaklarda üç Hermes’ten söz edilmekte olup her biri değişik özelliklere sahiptir. Bunlar Hermes (Hermesü’l-Herâmise), Bâbilli Hermes ve Mısırlı Hermes’tir. Birinci Hermes hakkındaki rivayetler İdris’e dair anlatılanlara benzemekte, bazılarınca bunun Uhnûh ve İdris’le aynı kişi olduğu kabul edilmektedir. Bu Hermes, gökler hakkında bilgiye sahip olan ve insanlara tıp konusunda bilgiler veren ilk insandır. Onun harflerin ve yazının mucidi olduğuna, insanlara giyinmeyi öğrettiğine de inanılır; ilk defa Allah’a ibadet etmek için evler bina etmiş, Nuh tufanını haber vermiştir (Seyyid Hüseyin Nasr, s. 151-152; Kılıç, s. 49)….” (Ömer Faruk Harman- TDV İslâm Ansiklopedisi 21. Cilt, sayfa:  478-480 arası- 2000)

İdris’in Miracı( Göğe Çekilmesi)
Hadis ve Kuran yorumcularının ışığında anlatılan İdris’in göğe çıkması olayı ilk miraç kabul edilmektedir.

İdris yeryüzünde insan bulunan toplulukları dine davet ettiyse de pek karşılık bulamayınca, kendisine vekiller atadıktan sonra Aşure gününde göğe çıkarıldı.

Deylemi, Firdevs, İbni İshak, İbni Hişam, Buhari, Ümmü Selem gibi pek çok hadisçiler bu konuyu şöyle anlatırlar:

“Dünyada yaşadığı ömrünün sonuna doğru ölüm meleği Azrail, İdris’i ziyarete geldi. İdris, Azrail’e: “Bir anlık benim ruhumu al.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrail’e; “Onun ruhunu al!” diye vahiy etti. Azrail İdris’in ruhunu aldı. Allah Teâlâ, İdris’in ruhunu tekrar iade etti. İdris, Azrail’e; “Beni semalara götür. Cennet’i ve cehennem’i göreyim.” dedi. Allah Teâlâ, Azrail’e onu semaya götürmesini, cehennem’i ve cennet’i göstermesini vahiy etti. İdris’e cehennem gösterildi. Cennet’e götürüldü. Cennet’e girince, çıkmak istemedi. Kendisine; “Niçin çıkmıyorsun?” diye sorulunca; “Allah Teâlâ, «Her nefis ölümü tadacaktır.» buyurdu. Ben ise ölümü tattım. Yine Allah Teâlâ, «Herkes cehennem’e uğrayacaktır.» buyurdu. Ben oraya uğradım. Allah Teâlâ, «Onlar oradan (cennet’ten) çıkmayacaklardır.» buyurdu. İşte ben bunun için cennet’ten çıkmak istemem.” dedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Azrail’e vahiy edip, İdris’in cennet’te kalmasını bildirdi. İdris böylece Cennet’te kaldı.

Nitekim Buhârî ve Müslim’de bildirilen hadisi şerifte, peygamberimiz Miraca çıktığı zaman, hazret-i İdris’i dördüncü kat semada gördüğünü bildirmiştir. İdris aleyhi selam diri olarak göğe çıkarılınca, onu çok sevenler, ayrılık acısına dayanamadılar. Hatırlamak için resmini yaptılar. Daha sonra gelenler bu resmi tanrı sandılar, çeşitli heykeller yapıp tapıldı. Böylece putperestlik meydana çıktı.”

Yine bazı hadislere göre; İdris’in göğe çekilmesinden sonra şeytan gelip, İdris’e inanmış olanlara; İdris’in resmini, sonra da halkın sevdiği saydığı başkalarının resimlerini de yapmış. Daha sonra bu resimler yontulara dönüşerek, toplantı yerlerine dikilmiş. Önce bu yontulara tapınılmadıysa da, sonradan puta tapma inancı ortaya çıkmış.

Bazı Sorular:
Burada sorulması gereken aykırı birkaç sorudan sonra bu konuyu kapatmak istiyoruz.
  • Ölüm meleği Azrail’in görevi can almaksa, İdris’i ziyarete gelebilir mi?
  • İdris’in cehennem ve cenneti görüp; Allah’ın verdiği sözlere dayanarak, Allah’ı “tongaya düşürmesi” olasılığı olabilir mi?
  • Hadislere göre; bütün her şeyi Muhammed peygamber için yarattığını söyleyen tanrı, Muhammed peygamberi değil de; neden İdris’i, İsa’yı ve başkalarını yanına alıp ölümsüzleştirdi?
Kuran’a göre peygamber Muhammed’i miraca çıkaran Cebrail. Oysa hadislere göre; İdris’i semaya çıkaran Azrail. Her iki kitaba göre; Cebrail ve Azrail’in böyle bir görevleri yok.

Soruları çoğaltabiliriz. Ne kadar soru sorulsa da, birileri çıkıp; “hikmetinden sual olunmaz” deyip geçiştireceklerdir.

HEKET

A, Mısır mitleri, mısır mitolojisi, mitoloji, Mısır Tanrıçaları, Eski mısırda doğum, Doğum tanrıçası, Mısır doğum tanrıçası, Heqet, Heket, Heqat, Mitoloji ve din, din ve mitoloji,
HEQET (HEQAT, HEKET)
Heqet (Heqat, Heket) Antik Mısır'da doğum ve bereket tanrıçasıydı. Kurbağa ya da kurbağa kafalı bir kadın olarak tasvir edilirdi. Adının anlamı kesin olmamakla birlikte "yönetici" veya "asa" anlamına gelen "heqa" kelimesinden türetildiği bilinmektedir. Kurbağa ile sembolize edilmesinin nedeni ise kurbağaların bereket ve yeni hayatı sembolize ediyor olmasıydı. Bu da araştırmacıları Heqet'in rahibelerinin aynı zamanda eğitimli birer ebe oldukları üzerinde düşünmeye itiyor.

Bir inanışa göre, Heqet, Abu yani Filipin'in yaratıcısı olan tanrı Khnum'un karısıydı. Her bir kişiyi çömlekçi çarkında yarattı ve annelerinin rahimlerine yerleştirilmeden önce onlara hayat verdi. Heqet ve Khnum, Deir el Bahri'deki Mortuary Tapınağında Hatshepsut'un doğum sütunlarında tasvir edilmiştir. Burada Heqet'in bebek Hatshepsut'a doğru bir ankh (yaşamı sembolize eder) ve onun Ka'sını tutmakta olduğu görülür.

Başka bir inanışa göre ise o Heh'in karısıydı ve her insanı onlara hayat vermeden önce yaratan kişi bizzat oydu. Bazen annesi Hathor'un formuna geçmesine rağmen yaşlı Horus'un karısı olarak da kabul edildiği görülmektedir.

Hamile kadınların koruma için Heqet'i betimleyen muskalar giydikleri ve Orta Krallık'ta doğum sırasında yapılan ayinlerde fil dişinden bıçaklar ve ismiyle yazılı tokmaklar kullanıldığı ve bununla kötülüğü önlemenin amaçlandığı görülmektedir. Ayrıca, doğum sancısı verebilir ve bu sancı sırasında kadına koruma sağlayabilirdi. Heqet'in dünyaya gelen 3 firavunun hikayesinin anlatıldığı Westcar parşömenindeki "Khufu ve Sihirbazlar" hikayesinde, 3 firavunun doğumuna yardım ederek krallığı koruyup kolladığı görülmektedir.

Ayrıca Heqet vefat eden kişinin dirilişine, ahirete gidişine de dahil olmuştu. Piramit metinlerinde görüldüğü üzere ebedi yıldızlar gökyüzüne doğru yol almakta olan firavuna yardım eder ve Denderah’da ölen Osiris'in defninin altında betimlenir. Qus'ta, Heqet için yapılmış Batlamyos'a ait bir tapınak vardı fakat sadece bir sütunu geride kalmıştır. Ayrıca Tuna el-Gebel'in mezarındaki Herwer'de bir tapınağa yapılan göndermeler vardır fakat araştırmalara rağmen bu tapınak henüz bulunamamıştır.

MİTOLOJİ VE DİN
Görüldüğü gibi İslamiyet ve diğer İbrahimi dinler öncesi eski Mısır ve birçok antik toplumda ölümden sonra hayat yani bir ahiret inancı ve çamurdan yaratılış efsaneleri bulunmaktaydı. İnsanlar yine ölünce başka bir aleme gittiklerine, orada ödül alacak yada ceza çekecek olduklarına inanıyorlardı ve yine tıpkı Adem ile Havva gibi, ilk insanların çamurdan yaratılışına dair masallara sahiptiler. Bu tanrıçanın İbrahimi tanrılardan tek farkı insanı çamurdan, bir çömlek çarkında işleyerek yaratıyor olmasıdır (Prometheus gibi).

Fakat tıpkı Kur'an'daki anlatım gibi antik bazı efsanelerde (ÇİN) insanın kanla karışık çamurdan yaratıldığına dair efsaneler bulunmaktadır.

Sünnet uygulamasının Mısırlılar'dan İbrahimi dinlere geçtiği örneği gibi mitoloji ve din her zaman birbiri ile bağlantılı olmuştur çünkü günümüzde her inançtan insanın DOĞRU, dediği dinleri aslında geçmişin mitolojilerinin YENİ HALLERİDİR!

Makale önerileri:
Çamurdan Yaratılış Hikayeleri
Yaratılış Destanları
Sünnetin Kökeni ve Tarihi

Yazan: A.Kara

PROMETHEUS

GF, mitoloji, Prometheus, Prometheus'un hikayesi, Prometheus'un kurtuluşu, Prometheus ile şeytan ilişkisi, Prometheus'un çamurdan insan yaratışı, Enki ve Prometheus, yunan mitolojisi, din ve mitoloji,
PROMETHEUS
(ATEŞ HIRSIZI, DEVRİMCİ VE ŞEYTAN)


Adı “önceden gören” anlamına gelen Prometheus, titanların soyundan gelir. Hesiodos’a göre, Lapetos’la Klymene’nin; Aiskhylos’a göre ise Prometheus Gaia’nın oğludur. İnsanların yaratıcısı ve onlara ateşi veren kişi olarak tanımlanan Prometheus’un Atlas, Menoitios, Epimetheus adında üç kardeşi vardır.

Titan soyundan gelen Prometheus ve kardeşleri akıl gücü bakımından diğer tanrılardan üstündür ve bu gücü Zeus’a karşı gelmek için kullanırlar. Fakat akıl gücü Zeus’un tekelindedir ve Zeus dünya egemenliğini bu güçle ele geçirmiştir. Bu gücü başkasında görmek, içinde bitmek bilmez bir öfke doğurur. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur. Sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus’u aldatma ve küçük düşürmek için kullanır.
Aiskhylos’a göre Prometheus bir kahindir ve nasıl Gaia Kronos’a devrileceğini haber verdiyse, Prometheus da Zeus’un bir gün tahttan düşeceğini bilir. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus’u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Zamanla dört kardeş de bu üstünlükleri yüzünden Zeus tarafından eşi görülmemiş cezalara çarptırılır. Kardeşlerden ilk ikisi Atlas’la Menoitios, tanrılarla titanlar arasındaki ünlü savaşa katılmış ve Zeus tarafından Atlas gök kubbeyi omuzlarında taşımakla, Menoitos da yerin dibine kapatılmakla cezalandırılmıştır. Zeus, Prometheus’un karaciğerini kartallara yedirerek, Epimetheus’u da ilk kadın Pandora’yı kendisine eş etmekle cezalandıracaktır.

İnsanın Prometheus tarafından maddeden yaratıldığı, daha doğru bir deyimle “yapıldığı” mitosu, geç bir dönemde İÖ 4. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Prometheus suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bedenine biçim verir. Sonra çamurdan yapılmış bu bedene yaşam soluğunu üfler.
Bir başka mitosa göre Prometheus, ilk insanın yalnızca yapıcısıdır, onu yalnızca biçimleyen kişidir. İlk insana hayatı, ruhu Athena vermiştir.

İlk kaynaklardan beri Prometheus insanların dostu olarak  anılmaktadır. Hesiodos şöyle bir olay anlatır ;

"Ölümsüz tanrılarla ölümlü insanların
Mekone’de çatıştığı zamanlardı o zamanlar,
O günlerden bir gün, Prometheus yaranmak için
Koca bir öküzü ikiye böldü getirdi sofraya:
Zeus’u aldatmak istiyordu aslında;
Öküzün yarısı yağlı etler ve barsaklardı
Karın derisi altında saklı,
Öbür yarısı yalın kemiklerdi sadece
Ak yağlar altında kurnazca saklanmış …
Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası
Ey İapetosoğlu, soyluların soylusu, dedi ona,
Hiç de haklı bir paylaştırma değil bu dostum.
Böyle alaylı alaylı konuştu engin akıllı Zeus,
Sinsi düşünceli Prometheus hafifçe gülümseyip
Kurnazlığını saklamaya çalıştı ve dedi:
Ulular ulusu Zeus, ölmez tanrıların en şanslısı,
Göğsündeki yürek hangi payı istiyorsa onu al. "


Zeus “öküzün ak yağlarını” kaldırıp kemikleri görünce yüreğini bir öfke sarmıştır. Tanrılar tanrısı aslında Prometheus’un kurnazlığını anlamış, ama   önleyememiştir. “Bilmişlerin en bilmişi” dediği Iapetosoğlu’nun bu yaptığını cezasız bırakmaz. Ölümlülerin elinden ateşi alır. Ama  Prometheus bir kez daha aldatır tanrılar tanrısı Zeus’u.
Bir bahane ile Zeus'un gönlünü almayı başaran Prometheus , Tanrılara gelecekten haber verme bahanesi ile Olympos'a çıkar ve güneşin alev alev yanan ışığından bir parça çalarak bir rezene kabı içinde saklayarak geri döner , böylece ateşi yeniden insanlara verir ..
Başka bir anlatıya göre ise Prometheus , ateşi Zeus'un oğlu demirci Tanrı Hephaistos'un kaynak ocağından alır .
Her iki anlatıya göre de Prometheus ateşi Olympos Tanrılarından çalıp insanlığa armağan etmiştir .
Aiskhylos “ateşi çalmakla” ilgili miti yeniden kurgulayarak farklı bir boyut kazandırır ve ona simgesel bir anlam yükler. Prometheus, mitolojideki gibi yalnızca ateşi çalıp onu başkalarına ulaştıran bir hırsız değildir. O aynı zamanda insanlığın eğiticisidir. Prometheus insanlara ateşi vermiş, böylece insanoğlu da bu dehayı kullanarak kendi büyüklüğünün ve gücünün sınırsızlığını kanıtlamıştır.

Prometheus, öteki kardeşleri gibi tanrıların düzenine karşı çıkmış, ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanları yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Bu yüzden de Zeus, Demirci Tanrı Hepaistos’a, onu yer yüzünün diğer ucunda bulunan Kafkas Dağı’nda bir kayaya çırılçıplak bir şekilde zincirleme emri verir.
Ardından tanrılarca görevlendirilen bir kartal, Prometheus’un sürekli olarak her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirir. Bu olaylardan sonra Prometheus,  “Prometheus Desmotes (Zincire Vurulmuş Prometheus)” adıyla anılmıştır.

Prometheus’tan sonra Zeus, insanları da cezalandırmak için kadını yaratır ve tanrıça görünümlü o güzel bedeni topraktan su ile yoğurmasını ve çekici kılmasını Hephaistos’a buyurur. Athena bedeni uyumlu olarak süsler, Afrodit yüzüne zarafet ve dayanılmaz arzu serper, ulak Hermes ise ona şeytani bir zeka ve kandırma yetisi üfler. Ayrıca konuşma yetisi de verir.

Hermes ona Pandora (bütün tanrılardan armağan) adını verir. Pandora’ya kapalı bir küp emanet ederek onu Epimetheus’a götürür. Kardeşi Prometheus, Zeus’tan hiçbir armağan almaması konusunda Epimetheus’u boşuna uyarmıştır. Epimetheus, Pandora’nın çekiciliğine karşı koyamaz ve Pandora’yı eş olarak kabul eder.
Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kendisine düğün hediyesi olarak verilen küpü açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda küpü kapatır maalesef küpün içinde kalan tek şey ise “umut”tur.

Prometheus’un kurtuluşu ise şu şekilde olur ;  Zeus’un geleceği ile ilgili bir gizi yalnızca  Prometheus biliyordu. Zeus’un birlikte olacağı bir kadından doğacak bir çocuk babasının krallığına son verecekti. Bu kadının kim olduğunu öğrenip onu bekleyen tehlikeyi savuşturmak için zincire vurulan Prometheus’u salıvermek zorunda kalır ve onun zincirlerini çözer  Prometheus’un karaciğerini kemiren kartalı öldürsün diye de Herkales’i yollar.
Promethes, onu Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu tanrısal işkenceden kurtaran Herakles’e, “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yok” der, böylelikle de insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur. Yeniden tanrılar katına kabul edilen Prometheus gizi açıklar. Zeus, Nereus’un kızı Thetis’e gönül vermiştir. Thetis’in doğuracağı çocuk babasından daha güçlü olacaktır. Zeus, Thetis ile birleştiği taktirde krallığı son bulacaktır. Tanrılar kendilerini korumak için Thetis’in bir ölümlüyle evlenmesini sağlarlar. Bunun sonucunda, Thetis’in oğlu, yaralanmaz ama ölümlü savaşçı Akhilleus olacaktır.

Prometheus'un hikayesine baktığımızda, Tanrı karşıtı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  Baş Tanrı ya karşı gelir. Ateşi çalıp insanlara verir,  ışık getirir. Yani aslında Şeytantır !
Böylece en önemli Tanrısal güçlerden birini insana vermiş olur yani ateşi !
Bu şu demektir; yapıcı ve yakıcı  bilgi !! Zeus'un yıldırımına bağlı kalmadan yakılmış ateşi sürdürmek için uğraşmadan ateş yakmak.
Bir başka deyişle Tanrı olmak. Zira ateş kullanılarak çömlek yapılır, silah elde edilir. Prometheus insanı çamurdan çömlekçi çarkında yaratır. Gerçek Tanrı odur.
Onun Sümerde ki karşılığı Enki'dir.
Yerin efendisi ve suların tanrısı.
İnsanı yaratan ve tufan dahil baş Tanrı’nın gazabından koruyan odur.  Ayrıca Enki kurnaz olarak sıfatlandırılır. Aynı şekilde Prometheus da önceden düşünendir.
Bu fikirsel bazda da bir başka paralellik arzeder.  Ölüm / ölümsüzlük / elma / bilgi testinde insan dişisine elmayı tercih etmesini yoksa öldürülecekkerini ,  ölümsüzlüğün hayal olduğunu söyleyen Enki'dir. Bu Havva’ya  elmayı yediren  şeytan ile aynıdır.
Tanrı bilgi ağacının meyvesini yasak etmiştir. İnsanı cahil bırakır.
Oysa şeytan ve Enki insanı bilgi ile donatır. Prometheus da ateşin bilgisini insana verir.
Seks ve bilginin çoğalması ile meyve olan çocuk ve bilgi bir tutulmuştur.
Venüs,  İştar, Lilith ile Samael kuzey yıldızı ile birdir.
Her halükarda Adem'i erkek üstünlüğünü reddeden ana tanrıçalar onlardır. Ancak Enki ve Prometheus farklıdır, onlar insanı yaratan Tanrı’lar olarak hep insanı korur. Bilgi ile aydınlatır, ışık getirir. Bu sebeple baş Tanrı ile savaşırlar.
Şeytana bu dünyanın Kralı denir.
Bu tamamen Enki ile özdeşleşir.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

ÇAMURDAN YARATILIŞ HİKAYELERİ

AY, din, islamiyet, Çamurdan yaratılış hikayeleri,Mitolojide çamurdan yaratılış,İnsanın yaratılış mitleri,yaratılış mitleri, yahudilik, din ve mitoloji, Mitoloji ve din, Marduk,Aruru,Zeus
 İSRAİL'İN TANRISI YEHOVA'DAN ĶUR-AN'IN TANRISI ALLAH'A ÇAMURDAN YARATILIŞ

Prometheus
Gözyaşlarımla toprağı ÇAMUR haline getirdim ve yoğurdum. Bir insan heykeli yaptım. Sonra bu heykele ruh verdim. İlk ölümlü yaratıklar oluştu böylece. "Ben, önceki tanrılardan böyle gördüm. Böyle terbiye aldım.

Zeus
"Namlı, şanlı Hephaistos'u çağırdım hemen, 'bir parça toprak al, suyla karıştır' dedim. 'İçine insan sesi koy, insan gücü koy. Bir varlık yap ki, yüzü ölümsüz tanrıçalara benzesin.' Koca Hephaistos, topal tanrı, hemen yaptı dediğimi. Bir kız biçimine soktu toprağı. Ses koydu içine. Ve, Pandora adını koydu. İşte, böyle yarattım insanı."

Marduk
"Bizim eski tanrılar, yaptığım işlerden dolayı teşekkür etmişlerdi bana. Hallerinden çok memnun olduklarını, ancak kendilerine hizmet edecek, tanrı niteliği taşımayan bir yaratığa ihtiyaçları olduğunu söylemişlerdi. Bunun üzerine, ben de Ea'nın yardımını istedim. Toprağı, Kingu'nun kanıyla yoğurdum. İlk insanı meydana getirdim."

Aruru
"Büyük gök tanrısı Anu -ki, kendisini ben yarattım- Uruk halkının ah ve figanlarını dinlemişti. Beni çağırdı. 'Sen,' dedi, 'Beni yarattın, şimdi de fikrimi yarat.' Bunu duyar duymaz, Anu'nun fikrini kalbimde yarattım. Ellerimi yıkadım. Bir parça çamur koparıp yazıya attım. Ve bu yazıda, kahraman Engidu'yu yarattım. ÇAMURDAN yarattığım Engidu, demir gibi serttir. Bütün gövdesi kıllardan simsiyahtır. Kadın gibi uzun saçları vardır."

Tevrat
"Ve Rab Allah yerin toprağından Adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve adam yaşayan can oldu."

"Ve Allah dedi: 'Suretimizde, benzeyişimize göre insan yapalım/Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı, onu Allah'ın suretinde yarattı./Ve Rab Allah yerin toprağından Adam'ı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi ve Adam yaşayan can oldu./Fakat adam için kendisine uygun yardımcı bulunmadı./Ve Rab Allah Adam'ın üzerine derin bir uyku getirdi ve o uyudu ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı ve yerini etle kapladı./Ve Rab Allah Adam'dan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu Adam'a getirdi.."

Adem ile Havva'nın ilk günahları ve cennetten kovuluşları ile devam eden bu yaratılış öyküsü, hemen hemen aynen Kur'an'a geçmiştir.

Kur-an
8) Kur'an, Mü'minün 12-16: "And olsun ki Biz insanı süzme ÇAMURDAN yarattık."
9) Kur'an, Es-Safaat 11: "Hakikat Biz onları cıvık bir ÇAMURDAN yarattık."
10) Kur'an, Sad 71-76: "Ben muhakkak ÇAMURDAN bir insan yaratacağım. Artık onu tamamlayıp içerisine de ruhumdan üfürdüğüm zaman kendisi için derhal ona secdeye kapanın."