HABERLER
Dini Haber
Uzaylılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uzaylılar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

UFO, İNSANLIĞIN KÖKENİ VE PANSPERMİA TEORİSİ

Hazırlayan: A.Kara

UFO, PANSPERMİA VE İNSANLIĞIN KÖKENİ TEORİSİ

Bir kuşkucu olarak mantıklı bulduğum şey her ihtimalin, teorinin üzerinde düşünülmesi gerektiğidir. Ancak bu şekilde kendimizi, sorgulamaya, düşünmeye kapamamış oluruz. O yüzden bu makaleyi ve gelecekte yayınlayacağım benzerlerini bir şeyin mutlak kabulü değil de ihtimal değerlendirmesi, irdelemesi, arayışı olarak görmeniz konuya daha sağlıklı bakmanızı sağlayacaktır.

Abiyogenez, spekülatif ve tartışmalı olmasına rağmen Dünya'da yaşamın nasıl ortaya çıktığına dair yaygın teorilerdendir. Bu teori milyonlarca yıllık ilkel dönemden itibaren gerçekleşen evrimsel süreçte cansız maddenin canlı hücrelere dönüştüğünü savunur. Teoriye göre, basit, hücresel yaşam formları, doğal seleksiyon yoluyla yavaş yavaş gelişmeye başlar ve rekabete dayalı genetik mutasyon / adaptasyon dönemlerinden sonra sayısız canlı türü ortaya çıkar.

Bu teori 1950'lerden beri bilimsel bir gerçek olarak destekleniyor ve savunucuları, bazı amino asitlerin inorganik bileşiklerden başarıyla sentezlendiği 50'li yıllardan bir dizi deneyi örnek gösteriyor. Sorun şu ki, bazı amino asitler en basit hücresel yaşamı oluşturmak için gerekli olan proteinlere eşdeğer değildir. Ayrıca bu proteinler canlı bir hücrenin sahip olduğu karmaşık yapının da çok gerisinde kalıyor. Aslında moleküler biyoteknoloji ilerledikçe hücrelerin karmaşıklığına dair keşif ve anlayışlarımız da ilerliyor.

Alternatif bir görüş olan panspermi teorisi, yaşamın, evrenin başka bir yerinde, tanımlanmamış süreçlerle ortaya çıktığını ve daha sonra bir asteroit, kuyruklu yıldız, göktaşı gibi bir gök cismiyle Dünya'ya yayıldığını savunur. Modern ve kesinlik kazanan bazı çalışmalar, güneş sistemimizde ve yıldızlararası uzayda karmaşık, organik moleküllerin var olduğu sonucuna varmıştır. Öyleyse güçlü olan ihtimallerden biri de hayatın temel yapı taşlarının buraya bu tür mekanizmalar yoluyla gelmiş olabileceğidir.

Panstermi teorisinin türevlerinden biri de yönlendirilmiş panspermidir. Organik yaşamın uzaydan bilinçli bir şekilde taşınması olarak tanımlanabilir. Bu teoriye göre, karmaşık, organik yaşamlar üretmek amacıyla cansız ama yaşam barındıran astronomik cisimler dünyaya kasıtlı olarak taşınmıştır. Başka bir deyişle, yüksek teknoloji kullanan ve evrende yaşamın gelişimini sağlamak için kasıtlı olarak gezegenleri veya uyduları aşılayan zeki bir türün eylemleri olarak tanımlanabilir.

Kulağınıza bilim kurgu gibi gelmiş olabilir. Fakat Francis Crick, Leslie Orgel, Sydney Brenner gibi çok beğenilen, dünyaca ünlü bilim insanları bu teoriyi destekleyerek konuyla ilgili kapsamlı çalışmalar yayınladılar.

Brenner'ın genetik kodu çözme çalışmaları ile Nobel Ödülü kazandığını; Francis Crick'in James Watson ile birlikte DNA sarmalını keşfetmesi ile Nobel Ödülü kazandığını ve bugün bildiğimiz şekliyle genetik bilimini doğurduğunu da belirtmek gerek.

Yaşamın kendisini tanımlamanın kolay olmadığını bilmek önemlidir. Yüzlerce tanımı vardır ve bazı durumlarda tüm bölümler yalnızca bu temel sözcüğü / kavramı tanımlamaya ayrılmıştır. NASA'nın tercih ettiği tanıma göre hayat 'evrimleşebilen, kendi kendini idame ettiren bir kimyasal sistemdir'. Başka bir deyişle, yaşam "kendini yeniden üretebilen ve hayatta kalmanın gerektirdiği şekilde evrimleşebilen madde"dir.

Bu tanımla aklımıza Charles Darwin'in gelmesi olağandır. Yönlendirilmiş veya yönlendirilmemiş panspermi yanlış bir şekilde, Darwinci evrim kavramına karşı bir başkaldırı olarak yorumlanmamalıdır. Darwinci evrim, yaşamın çevresine uyum sağlama sürecinin yanı sıra, yaşamın kökenlerini de iç içe geçiren pek çok çağrışım ve varsayım biriktirmiştir.

Doğal seçilimin yönlendirdiği ve genetik mutasyonlar, adaptasyonlar anlamına gelen evrim süreci, köklü bir bilimsel alandır. Ancak var olan tüm yaşamın kaynağı olan bu süreç tamamen bilimsel bir gerçek midir? Hatta modern moleküler biyoloji çalışmalarında bu sürecin rekabetçi doğasının çok fazla büyütüldüğüne ve sürecin çok daha sembiyotik olabileceğine dair güçlü kanıtlar vardır. Simbiyoz, diğer adıyla "ortakyaşarlık" iki canlının tek bir organizma gibi birbirleriyle yardımlaşarak bir arada yaşamalarıdır. Bu ortak yaşam bitkiler arasında olabileceği gibi bitki ile hayvan arasında da olabilir.

Örneğin, mantarlar ve fotosentetik alglerin simbiyotik birlikteliği sonucu Likenler meydana gelmiştir. Mantar ve algler nasıl birlikte yaşayarak Likenleri oluşturuyor diye merak ediyorsanız kısaca açıklayayım. Mantar yaşadığı ortamdaki suyu ve tuzu emerek onu alglere verir. Böylece alg de fotosentez yaparak organik bileşikleri meydana getirir.

Genetik çalışmalar literatürü primatların memelilerden yaklaşık 85 milyon yıl önce ayrıldığını, daha sonra çeşitli büyük maymun alt gruplarının da yaklaşık 15 ila 20 milyon yıl önce ayrıldığı gösterir. Oradan iki ayaklı harekete geçişin de yaklaşık 6-7 milyon yıl önce meydana geldiği tahmin edilir. Bu teorik geçiş, ilk insan atalarının dünya çapında göç etmesini sağlamıştır. Fakat iki ayaklılığın gelişimini inceleyen bazı antropologlar, yürüyüşteki bu evrimin tek başına bu primatların dünya çapında yayılmalarını sağlayacak kadar güçlendiremeyeceğini belirtmişlerdir.

Platon ve Pisagor gibi antik Yunan düşünürleri, mitolojinin tanrılarının gerçek olduğu, doğal süreçleri başlattığı ve gezegene yaşam aşıladıkları hakkında detaylı yazılar yazmıştılar. Elbette bu fikirler insanlığın ve dünyanın yaratıcıları olan tanrıların panteonlarına dair binlerce yıllık inancın ürünüydü. Bu gibi düşünceler Darwinizm'in yükselişi ve sanayi devrimiyle birlikte geleneğe indirgenmiş, tamamen mitoloji haline gelmiştir.

Rönesans döneminde, Roma Kilisesinin bilimsel keşif ve araştırmalar yapanlara ölüm tehditleri savurması, aforoz etmesi, bilimsel çalışmalar yapanları kınayan cevaplar vermesiyle dinsel ve bilimsel görüşler arasında ideolojik bir ölüm-kalım savaşı başlamıştı. 20. yüzyılda alternatif tarih yazarları eski medeniyetlere ait eserler hakkında kitaplar yayınlamaya başlayınca bilim ve mitolojinin karışımı olan antik astronot hipotezi popüler hale geldi.

Bu hipoteze göre mitolojide adları geçen tanrılar aslında insan olmayan zeki, gelişmiş türlerdi ve Dünya'da veya çeşitli gezegenlerde yaşamı başlatmak için ileri teknolojiyi kullanıyorlardı. İnsanlığa sanatı ve bilimi miras bırakmışlardı.

Popülerleşen bu hipotez kısmen de olsa dünyanın dört bir yanındaki insanların anormal hava olaylarını gözlemlemesi, bu konuda artan koleksiyonlar ve uzay ile ilgili alanlarda kaydedilen ilerlemeyle beslendi.

Bazı otoriteler, panspermia teorilerini ironik bir biçimde "sapkınlık" olarak görüyorlar. Günümüzde çoğunluğun panspermia teorisini duymamasının, ana akım kamuoyunda bununla karşılaşmamasının nedeni de budur. İronik diyorum çünkü bilimsel olduğu sürece her teori değerlendirmeye değerdir ve bunları sapkınlık olarak nitelemek bilimin doğasına da aykırıdır. 

2017'nin sonlarında Havai'li gökbilimciler güneş sistemimizden geçen ilk yıldızlararası nesneyi keşfettiler. Ona Oumuamua (Oğu-muğa-muğa) adını verdiler. İlk başta bir kuyruklu yıldız olduğu zannedildi ancak daha sonra bir kuyruklu yıldızın kriterlerine uymadığı ortaya çıktı. O halde asteroittir dediler. Ama daha sonra bu nesnenin bizim güneş sistemimizin dışından geldiği fark edilince onu yıldızlararası nesne olarak tanımlamak zorunda kaldılar. Çünkü uzun süre takip edilen bu nesnenin benzersiz hareketleri vardı. Bunlar kesinlikle bir gezegenin ya da yıldızın sahip olamayacağı hareketlerdi. Çünkü belirli, sabit veya gezegenlerden bildiğimiz gibi dairesel hareketler değil, tıpkı bir aracın hareket ettiği gibi karmaşık ve düzensizdi. 

Bu nesnenin Güneş'in kurtulma hızından daha yüksek hızla gelmesi, gezegenlerin yörüngeleri ile ters yönde hareket etmesi ve hiçbir zaman Güneş Sistemi'ne yerçekimi yönüyle bağlı olmadığını gösteren yüksek dış merkezliliği onun bir yıldızlararası cisim olduğunu düşündüren kuvvetli yönlerdir.

Ona verdikleri Hawaii dilindeki Oumuamua ismi "uzak geçmişten gelen haberci" anlamına gelir. Harvard'ın astronomi bölümü başkanı Avi Loeb, nesnenin bir kaya olamayacak kadar hızlı hareket ettiğini ve bir kuyruklu yıldız gibi buhar püskürtmediğini belirtti. Uzman görüşlerine göre verilere uyan tek makul görüş başka bir akıllı uygarlığa ait olduğuydu.

Hatta gökbilimciler 'Oumuamua'ya benzer bir yıldızlararası nesnenin yılda bir kez iç güneş sisteminden geçtiğini tahmin ettiklerini ancak soluk renginden dolayı fark edilmesinin zor olduğunu, şimdiye kadar gözden kaçtığını, Pan-STARRS1 gibi inceleme teleskopları sayesinde onları keşfetme şansını yakalayacaklarını belirttiler.

Apollo astronotu Al Worden'a birkaç yıl önce katıldığı "Good Morning Britain"da dünya dışı varlıklara inanıp inanmadığı soruldu. Worden, onlara inandığını, var olduklarını bildiğini çünkü onları her gün gördüğünü söyledi. Program sunucusu onun bu cevabını şaka zannederek gülünce, onlara şaka yapmadığını söyledi. Uzak, tarih öncesi geçmişte, zeki bir türün Dünya'da yaşamın temellerini attığı yönünde açıklamalara devam etti ve insanlara Sümer mitolojisini okumalarını önerdi.

Bir diğer astronot Buzz Aldrin, Mars'taki 200 metre yüksekliğindeki anormal bir nesnenin insan dışı bir medeniyetin kanıtı olduğunu açıklamıştı. Ancak astronotların en ilgi çekici görüşlerinden biri Wikileaks ifşaatlarının ortaya çıkardığı Edgar Mitchell'a ait e-postadır. Hillary Clinton Dışişleri Bakanı ve başkan adayı iken astronot Mitchell'dan, Clinton'ın kampına gönderdiği bir e-postada şunları yazmıştı:

"Unutmayın, şiddete başvurmayan bitişik evrendeki dünya dışı zekalar, Dünya'ya sıfır noktası enerjisi getirmemize yardımcı oluyor. Dünyada veya uzayda hiçbir askeri şiddete müsamaha göstermeyecekler." 

Eğer bu tür yaşam formları tam burada, galaksimizde mevcutsa o zaman gezegenimizdeki yaşamın başlangıcıyla ilgili etkilerine dair olasılık ihtimali de kat ve kat artacaktır.

Bu, teorik bilim alanında Fermi paradoksu olarak bilinen bir kavram vardır. Bu tartışmalı paradoks evrenin yaşı (yaklaşık 15 milyar yaşında), muazzam boyutu (sınırları bilinmemektedir) ve kendi gelişimimiz hakkında bildiklerimiz göz önüne alındığında, evrenin akıllı yaşamla birlikte var olması gerektiğini ya da en azından onların kalıntılarıyla dolu olduğunu öne sürer.

Tabi makaleye başlarken de belirttiğim gibi, bunlar "kesinlikle" dünya dışı yaşam vardır ve geçmişte dünya üzerinde aktif rol oynamışlardır anlamına gelmez. Bir kuşkucunun yapması gereken şey her şeyden şüphe duymak, her ihtimali değerlendirmeye alıp üzerlerinde düşünmek ve haklarındaki bilimsel gelişmeleri takip etmek olmalıdır.

İSTER SEMAVİ İSTER UZAYLI İNSANIMSI TANRILAR

DP, din, islamiyet, Uzaylılar var mı?, Şeytanın osurması, Musa'nın Azrail'e tokat atması, Allah'ın el sıkışması, Allah'ın baldırı olması, Cebrail'in kollarıyla peygamberi sıkması, Uzaylılar,
Dünyalar Savaşı, yani orijinal adı ile War Of The World, uzaylıların dünyayı istilasını konu alan, H.G.WELLS’ in yazdığı kitap. Bu kitap kaleme alındığı 1898 yılında büyük ses getirmişti. Jules VERNE akımı ile süregelen bilim-kurgu yaklaşımına yeni bir açı kazandırmıştı. Dünya dışı zeki varlıklar ile tanışmıştı dünya. Bu kitaptan esinlenen birkaç film ve dizi çekildi. Ancak en çok hafızalarda kalanı, Steven SPIELBERG tarafından 2005 yılında çekilen ve başrolünü Tom CRUISE’ un oynadığı versiyonuydu. Bu filmde uzaylıların komuta ettiği üçayaklı, yani tripod makineler her yerde ortaya çıkıyor ve terör estiriyordu. Filmin sonlarına doğru makineden çıkan uzaylıların da üç ayağı olduğunu görüyorduk. Yani uzaylılar, kendi suretlerinde savaş makinelerini tasarlamıştı. Bu yaklaşım Roland EMMERICH’ in 1996 yılı yapımı Özgürlük Günü filminde de (Independence Day) gözümüze çarpmıştı. Uzaylılar dünya gezegenine uyum sağlayabilmek için kendi suretlerinde biyomekanik bir giysi kullanıyorlardı. Yani görsel algıları ve buna bağlı olarak tasarımları, kendi fizyolojik yapılarına göre şekilleniyordu. Transformers’lar? Voltran?... Hep insan vücudu baz lınmıştı.

Yaptığımız yapay zekâ sahibi robotlara bir bakın. Örneğin Honda firmasının ürettiği ASIMO robotu. Adeta insanımsı. Çünkü bize göre insan vücudu çok işlevsel. Neden? Sebebi çok açık. Mevcut yapımız, bizim dünyayı anlama veya değiştirme konusunda bize bir öngörü sunuyor. İş makinelerine bakın. Bir Ekskavatöre. Şekli insan kolu gibidir. Kepçe mekanizması avucunu kazıma moduna almış bir çocuğun ki gibidir. Yani plajda çukur kazmak için avucunu kazma moduna alıp kumu çeken bir çocuktan esinlenilmiştir. Bu konuda çok örnek sunulabilir.

İstisnalar da bol miktarda olmak üzere genel tasarımlarımız bu şekildedir. İnsan vücudu ve fizyolojik yetileri tasarımlarımızda geniş yer tutar.

Bu husus çağlar boyu her açıdan insanoğlunu etkiledi. Dinlerde bile ister Tanrı ister diğer ilahi varlıklar hep insan gibi düşünüldü. Hominid (İnsanımsı) özellikler yüklendi.

Örneğin:
Şeytana, sindirim yapan canlılara has bir hususun atfedilmesi:
Şeytan ZART diye osurur.
Hadis-i Şerif [1]

Azrail’in insan gibi düşünülmesi ile tokat yediğinin söylenmesi:
Musa, Azrail’e tokat attı.
Hadis-i Şerif [2]

Allah’ın el sıkışması:
Allah benimle görüştü el sıkıştı.
Hadis-i Şerif [3]

Allah’ ın baldırı olması:
"Allah ahirette Peygamberlere kimliğini kanıtlamak için bacağını açıp baldırını gösterir." Hadis-i Şerif [4]


Cebrail’in kolları olması ve peygamberi kolları arasında sıkması:
"Melek bana okumamı emretti. Kendisine okuma bilmediğimi söyledim. Beni kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı; sonra 'Oku!' dedi. Ben yine, 'Okuma bilmem.' dedim. Beni tekrar kollarımn arasına aldı, kuvvetle sıktı ve 'Oku!' diye tekrar etti. Ben yine 'Okuma bilmem.' dedim. Üçüncü defa kollarının arasına alıp daha kuvvetlice sıktıktan sonra bıraktı ve şöyle dedi:

"Yaratan rabbinin adıyla oku; O, insanı alaktan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. İnsana bilmediklerini öğretmiştir." Hadis-i Şerif [5]

Daha örnek o kadar çok ki… Sadece birkaç tanesini koydum.
Dini olmayan inançlarımızı bile bu tetikliyor. Mesela uzaylılar. Dünya üzerinde kaçırılma fenomenlerine dikkat edin. UFO’ lar hakkında yazılan çizilen tasarımlara bir bakın. Hepsi hominid yani insanımsıları tarif ediyor. İki ayak üzerinde yürüyen, iki kol, iki göz, iki kulak burun, ağız, el ve parmaklar, ayaklar... Kısacası kendi formunun farklı versiyonlarını tarif ediyor.

Kaçırılma (alıkonma) fenomenine uğrayanlara dikkat edin:
"Gözleri siyahtı, kafaları kocamandı, insana benziyorlardı…"

Hatta İsviçreli bir adam ki kaçırılma fenomenlerinde başı çekiyor, hemen hemen tüm UFO teorisyenlerinin gözdesi. Sarışın kadın ve erkek uzaylılardan bahsediyordu. Billy MEIER adlı bu yaşlı dostumuz, Pleiades takımyıldızından gelen uzaylılarla temasını ballandıra ballandıra anlatır. Normal olarak bu hikâyenin hiçbir bilimsel yönü yok. Hatta bilimsel açıdan zırva olarak nitelendirilen, Benzerine ancak la Fontaine masallarında denk gelebileceğimiz hikâyeler. Kendi ailesi bile adamı bozmamak için “Aslında gördük sanırım ama bizim hafızamızı sildiklerinden bilmiyoruz.” Diyorlar. Yani kıvırmanın bir diğer taktiği.

Şimdi UFO hikayelerine inanmak istiyorsanız bunda sorun yok. İstediğinize inanın. Ancak elinizdeki kanıtlar ile dini inancına sıkı sıkıya bağlı birisinin elindeki kanıtlar çok farklı değil. Hatta onlar biraz daha önde.

Evrende yalnız mıyız veya ziyaret ediliyor muyuz? Bilmiyorum. Ancak tüm hikâyelerde Dünya gezegenine özel evrimsel mekanizmanın ön planda olması hiç aklınızı kurcalamadı mı?

İyi evrendeki en kusursuz tasarım biz miyiz? Kusursuz tasarım için iki kol ve iki bacak mı gerekli?
Algı için illa göz mü olmalı? Farklı organlar bu vazifeyi üstlenemez mi?

Şimdi evrimci yaklaşımla bakarsak eğer, evrim kuralları gereği organizmayı çevresel şartlar ve ihtiyaçlar şekillendirir. Mesela ahtapot kendi için kusursuz bir tasarıma sahiptir. Aynı şekilde kuşlar. Kendileri için kusursuz bir tasarıma sahiptirler. Eksik olan tek faktör “düşünme” yetisidir.

Şeytanı betimlerken insan formunu baz alıyoruz. Meleği tasvir ederken insanı baz alıyoruz. Uzaylıyı tasarlarken insanı baz alıyoruz.

Hâlbuki dünyada oksijen seviyesi kademe kademe değişse bakın bakalım insan nasıl evrimleşiyor. Örneğin 350 milyon yıl önce dünyanın oksijen oranı ne idi? Yaklaşık %32. Neden sauropod cinsi dinozorlar devasa boyutta idiler? Büyük olasılıkla oksijen oranı ve besin kaynaklarının yüksekte olması. Kısaca canlıyı oluşturan motor faktörden ziyade çevresel faktörler evrimsel tasarımda rol oynuyor. Yiyecek kaynakları, yaşam döngüsünü sağlayan gazın varlığı ve oranı. Bize göre organik yaşam için oksijen şart. Ya da canlı yaşamı için oksijen şart. Ya değil se? Ya farklı gazlar yaşamı destekleyebiliyorsa? Ya da farklı oranlar. Hadi oksijen gerekliliğini öne sürelim. Her yerde oksijen oranı sabit olmayacaktır.

Uzaylı yaşam formlarını hep hominid, yani insanımsı olarak ön gördük. Dünyamızı ziyaret ediyorlardı. O halde yaklaşık, düşük tolerans aralığı ile %21 oksijen oranı onlar için de ön koşul.

Şöyle bir varsayımda bulunalım. Uzaylılar bizi ziyaret ediyor ise neden evrendeki tüm akıllı varlıklar insanımsı? Neden Stephanie MEYER’in The Host (Göçebe) romanındaki gibi küçük ipeğimsi uzaylılar olmasın?

Tüm tanrı mitolojilerine bakın. Hatta uzaylı tanrı mitolojilerine. Hepsi hominid. Madem uzaylılar hominid ve dünyada yaşamı başlattılar, neden diğer insanımsı memeliler ile hatta diğer canlılar ile inanılmaz derece de ortak yanımız var?

Madem bizi uzaylılar kendileri gibi yarattı, o halde bize benzeyen bu kadar canlıyı aksesuar olsun diye mi yarattılar? O halde evrim teorisi çöktü. Yaratılışçı teori gerçek. Tek fark yaratıcı bir tanrı değil de patlak gözlü bir uzaylı. Evrim teorisi bilimsel bir gerçek olduğuna göre bu sav gerçekten çok uzak.

Diyelim ki uzaylı teması ile insan ırkı diğer hominidlerden ayrıldı. Yani genlerimizi mıncıkladılar. O halde bizim genimizi mıncıklayan uzaylılar neden insanımsı? Antik betimlemelere bir bakın. Uzaylı tanrı betimlemelerine bir bakın. Tanrılar hep hominid. Yani insanımsı. Tekrar yani kelimesi ile başlarsak, Koskoca evrende akıllı bir yaşama sahip olmak için illa hominid mi olmak lazım?  O halde Gibon ve Orangutanlar?

Tanrı olmak için veya Uzaylı Tanrı olmak için illa insanımsı mı olmak lazım? Dört ayak üzerinde yürüyen ama ayrıca Hint tanrısı gibi birkaç kolu da olan tanrı olamaz mı? Böyle bir tanrı olması hakkında yasak mı yayınlandı? Genelge mi var?

Rotayı delillere kıralım ki üç beş “hiçbir bilimsel dayanağı olmayan” deliller arasında en meşhuru olan Roswell olayını bilmeyen yok. 1947 yılında bir UFO Amerika’da Roswell adlı bir kasaba yakınlarına düşer. Uzaylılar çıkar. Otopsi yapılır. Bunlar da ne kadar ilginçtir ki insanımsıdır.

Tabii ki elde hiç delil yok. Çünkü gizli dünya düzeni otoritesi, CIA, Mossad gibi yapılanmalar bunu bizden saklıyorlar. Hatta Amerika teknolojisini uzaylılara borçlu. 51. Bölge zaten onların üssü… Çok seviyoruz komplo teorilerini. Hep varsayıyoruz.

Şu gerçek unutulmamalıdır ki teori üretmeden, varsaymadan da bilim yapılmıyor. Ancak bilimsel veriler ile hiç mi hiç uyuşmayan inançlar da maalesef gerçekçi gelmiyor.

Uzaylılar alternatif bir yaratıcı gibi gelebilir. Ancak Gezegenimizin tarihi, Evrimsel biyoloji, Evrim sistemi, Yaşamsal ön gereklilikler gibi faktörler göz önüne alındığında cevap çok ortada.

Madem uzaylılar var, var olsunlar. İkram edecek bir bardak çayımız var. Tabi ağızları varsa. Paylaşacak oksijenimiz var. Tabi oksijen ile solunum yapıyorlarsa. Soğuk suyumuz var. Tabi su onlar için ön gereklilik ise. Güzel kızlarımız, yakışıklı delikanlılarımız var. Tabi gözleri varsa. Halı sahamız da var. Tabi ayakları varsa. Tavlamız da var. Tabi zar atacak elleri varsa. İki lafın belini de kırarız. Konuşacak dilleri varsa.

İlla akıllı olmak için insanımsı olmaya gerek yok. Eğer sizin inandığınız yaratıcılar ister Tanrı olsun ister uzaylı, eğer iki ele ve iki ayağa, göze, kulağa, buruna ve dile sahip ise, yani dünya gezegenine has bir evrimsel sistemden geçmişler ise, hiç kusura bakmayın. Beyninizde yarattığınız tanrılara/tanrıya inanıyorsunuz.


Tanrı veya ilahi varlıklar var ise ne insan gibidir ne de ona benzerdir. Hadislerde söylendiği gibi kolları, bacakları olmaz. Hominid olmazlar. Yok eğer mantığınıza yatıyorsa size de saygım sonsuz.

Madem uzaylı Sümerler ve Babiller işi yürüttü. Neden bu vatandaşlar insanımsı?

Hepsi bir kenara neden hiçbir delil yok? Neden arkeolojik kazılarda üstün teknoloji göstergesi bir şeyler ile karşılaşılmadı? Evet anladım. Amerikalılar saklıyor.

Şöyle bir teori de var. Uzaylı dediklerimiz dünya kökenli. Yani bizimle aynı evrimsel aşamalardan geçtiler. Ancak onlar daha erken akıllanan bir hominid türü idi. Dünyaya döndüler ve genimizi mıncıklayarak bizi de zekâ sahibi yaptılar. Bu bir teori. Ancak asla cevap değil. Kanıt yok. Test edilemiyor. Yanlışlanamıyor.

Anaksimendros ve Anaksimenes’ in tartışmasında olduğu gibi cevabı bulmuyor, başka sorular doğuruyor.

Sadece bir düşünün. Madem uzaylılar var, neden onlar insanımsı? Bu soru yeterli olur sanırım. Koskoca evrende yaşam üreten tüm gezegenlerin aynı evrimsel akışa sahip olmaları sizce mümkün mü? Böyle bir tesadüf nasıl açıklana bilir? 19. Yüzyılın en büyük icadı tüm evrenin keşmekeş olduğudur ki (Prof. A. C. ŞENGÖR) böyle bir tesadüf imkânsızdır.

Din dışı alternatif yaratılış teorilerini eleştirmiyorum. Bunda bir sorun yok. Şahsen beni ilgilendirmiyor. Benim hayatıma müdahale etmedikleri sürece. Ancak “şahsi” olarak fikrimi sorarsanız, semavi dinlerin tanrısı ile sizin uzaylı tanrılarınız arasında çok fark yok. Sadece semavi dinlerin tanrısı kitap yolluyor, sizin ki kendi gezegenine basıp gitmiş.

Peki, bir yaratıcı yok mu diye soruyorsanız, inananlara göre cevap belli: Allah şüphesiz tek yaratıcıdır. Alternatif uzaylı tanrıcılara göre cevap Sümer ve Babil de gizli ki benim tavsiyem Mu medeniyetine de bir göz atsınlar. J. Churchward’ın kitapları ve araştırmaları oldukça güzel.

Şahsen bu noktada agnostik kalmayı tercih ediyorum. Ama varsa… İşte bu durumda size tavsiyem site başyazarı ve yöneticisi A. KARA dostumun “Benim Tanrım” adlı yazısını okuyun. Cevap bence orada gizli.

Bu arada Roswell olayı başta olmak üzere neden mi tüm uzaylı kanıtlarına bilim dışı dedim? Bilim dışılar da ondan. Bana SETI projesini söyleyip güldürmeyin. O projeye Amerikan bütçesinden ayrılan paya bakın. Bu payın bölüşümüne bakın. O projenin amacı uzaylıları mı dinlemek yoksa başka bir şey mi? Roswell safsatası ile manipüle edilenler ne? O kadarını da siz araştırıp bulun.

Neden bilimsel çevrelerde bu mevzuya kimse kafa yormuyor? Ha Cüppeli Bilmem ne Hoca, Ha Uzaylı uzmanı UFOlog bilmem ne… Hepsi aynı geminin yolcusu.

Size tavsiyem kitap okuyun. Araştırın. Bilimsel yayınları takip edin. Kafanızı kaldırın. Eğer varlarsa zaten karşınıza çıkarlar.

Neyse Demon Product’tan bu kadar deli saçması yeter. Cahilce yazdım, çizdim bir şeyler.
Sağlıcakla kalın.

Kaynaklar:
[1] Buhari, Ezan/4 ; Tecrid 360; Müslim, Kitab us-salat 369
[2] Müslim 10/176
[3] Hanbel 5/243; Tirmizi 3231
[4] Müslim-İman 302; Buhari 97/24, 10/29; Hanbel 3/1
[5] Buhârî, Bed'ü'I-vahy, 3; Müslim, İmân, 252

Yazan: Demon Product