HABERLER
Dini Haber
din ve bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din ve bilim etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

DİN VE BİLİM 4 | GÖZ TEDAVİSİ MUCİZESİ - ŞEFAATİN GÜCÜ

DP, din, islamiyet, din ve bilim, Göz tedavisi mucizesi, Kur'an ve şefaat, Şefaat var mıdır?, Göz tedavisi hadisi, Peygamber şefaat edebilir mi?, Şefaat ve Allah, Din çelişkileri, İslam çelişkileri,

PEYGAMBERİN GÖZ DOKTORLUĞU, ŞEFAAT VE GÖZ MUCİZESİ (!)


Ünlü Fransız aktris Sophie MARCEU’ yu dünya sinemasına kazandıran meşhur “La Boum” film serisinin ikinci filminin soundtrack parçalarından birisi de Vladimir COSMA’nın seslendirdiği “Your Eyes” yani “SENİN GÖZLERİN” adlı şarkıydı. Film, ergenliğe yeni adım atan bir genç kızın aşk maceralarını konu alıyordu. Bu şarkı, sonlardaki dans sahnesinde öne çıkıyor ve filme damgasını vuruyordu. İzlemiş olanlar hemen hatırlar. Eğer Romantik şarkılardan oluşan bir Top 10 listesi yapmaya kalksam herhalde ilk 3 sırada yerini alır. Şarkının sözleri de inanılmaz anlamlı ve güzeldir. Dinlemenizi tavsiye ederim. Göz romantiktir, aşk unsurudur (Yazar Notu: İlk tanıştığımızda eşimin bakışları beni duman etmişti).

Bakışlar çok şey ifade eder. Göz hareket ve refleksleri sizin o anki psikolojik modunuz hakkında da veriler sunar. Sevinç, korku, mutluluk, panik, acı gibi hisleri gözlerden anlayabilirsiniz. Bizim müzik kültürümüzde de Selami Şahin seslendirmemiş miydi: “Gözler Kalbin Aynasıdır”…

Biyolojik açıdan ele alırsak Göz en hassas organlardandır. Karmaşık bir yapıya ve işleyişe sahiptir. Evrim karşıtı kimi yaradılışçının ya da akıllı tasarımcının tutunduğu “İndirgenemez Karmaşıklık” faktörüne dayanaklardan biridir. Neydi kısaca İndirgenemez Karmaşıklık, “Tek bir parçası çıkarıldığında işlevini yitiren sistem”. Yani sistem ne kadar kusursuz olursa olsun tek bir parça devre dışı kaldığında çöker. Bu nedenle gözü ele alırlar. Gözü bir sistem olarak düşündüğümüzde en küçük bir yapısı dahi devreden çıkarılırsa/oluşmaz ise işlevini yitirir.

Prof. Michael J. Behe indirgenemez karmaşıklığı bir makalesinde şöyle tanımlamıştır:
“İndirgenemez karmaşıklıkla söylemek istediğim birçok etkileşimli parçadan oluşan, temel bir görevi yerine getiren ya da katkıda bulunan tek bir sistemdir. Bu tür bir sistem, tedricen, küçük, başarılı öncü değişikliklerle üretilemez. Çünkü doğal seçilim işleyen bir görevi seçmeye dayanır. Bir indirgenemez karmaşık sistemin, eğer böyle bir şey varsa, doğal seçilim için tam bir bütün olarak çalışır halde aniden oluşması gereklidir”

Akıllı Tasarımı savunanlar şöyle bir yaklaşım geliştirirler:
İnsan gözü, 40 kadar küçük dokunun uyum içinde çalışması sayesinde işlev yapar. Gözü dış etkilerden koruyan göz kapakları, gözü nemlendiren ve yağlayan özel salgı bezleri, ışığın kırılarak içeri alınmasını sağlayan mercek, bu merceği odaklayan küçük kaslar, göze girecek ışık miktarını ayarlayan iris, antibakteriyal göz sıvısı ya da ışığı "yorumlayan" retina tabakası, bu 40 ayrı parçanın bazılarıdır. Önemli olan gözün tüm parçalarının doğru yerde, doğru büyüklükte, doğru işlevde olmasıdır. Eğer bu parçaların biri bile olmasa, ya da işlev göremese, insan kör olur. Gözün bu özelliği, bilimsel literatürde "indirgenemez komplekslik" denen özelliktir. Bu görüşe göre gözü daha basite indirgeyemez, daha ilkel hale getiremezsiniz; tek bir eksiklik, körlükle sonuçlanır.


Neyse şu akıllı tasarım ve yaratılışçı teorileri bir kenara bırakalım. Evrim süreci ve ilerleyişi bilimsel olarak –gözün dahi- ne şekilde ve nasıl evrildiğini mantıklı ve akla uygun bir biçimde açıklayabiliyor. Kısaca bilimsel çevrelerde bu husus tartışılmıyor. Ayrıca eğer Richard DAWKINS’in “Tanrı Yanılgısı” ve “Kör Saatçi” adlı kitaplarını okursanız söylemek istediğim hususu daha rahat anlarsınız.

Bu kadar karmaşık yapıya sahip, hassas, dış ortamdan kaynaklı tehlikelere karşı dikkat edilmesi gerek bu organda meydana gelen rahatsızlıklar hepimizin yaşam kalitesini olumsuz yönde etkiliyor.

Günümüz yeme alışkanlıkları, hastalıklar, yaşam ve iş koşulları gibi birçok faktörden dolayı göz rahatsızlıkları ile karşılaşırız. Bu rahatsızlıklardan korunmak için türlü yöntemler deneriz. İnternet ortamında denk geldiğimiz kürlerden tutun da göze iyi gelen meyvelere kadar. Birçoğumuz kaçınılmaz olarak doktora gider. Rahatsızlığın türüne ve boyutuna bağlı olarak bir tedavi süreci başlar. Kimilerinde gözlük bir rahatlama unsuru iken, yaşam kalitesini artırma adına bir kısmımız ameliyat olur.

Gözde meydana gelebilecek en tehlikeli durum görme yetisinin kalkmasıdır. Görme yetisinin kalkmasına karşı bir takım tedavi süreçleri yürütülür. Kimi hafif kimisi ise ağırdır. Eğer neticede görme yeteneğiniz ortadan kalkar ise en kötü senaryo gerçekleşmiş demektir.

Bazı insanlar görme yeteneğinden mahrum olarak doğar. Hayatın renklerini, biçimini hiç bilemezler. Dünya algıları duydukları, dokundukları ve hissettikleri ile sınırlıdır.

Görme yeteneğini tekrar kazanabilmek için de ayrı tedavi mekanizmaları vardır. Nakiller, ilaçlı veya ilaçsız tedaviler bunlardan bazılarıdır.

Etrafımızı gözlemlediğimizde bu durumdan mustarip çok insan görebiliriz. En basitinden ailemizdeki yaşlılar. Özellikle katarakt, görme yeteneğini önemli ölçüde azaltabiliyor.

Göz tedavisi maalesef oldukça pahalı. Devlet imkânları bir yana eğer yüksek kalitede bir tedavi süreci başlatmak istiyorsanız paraya kıymak zorundasınız.

İşte bu noktada devreye “Şüphesiz gaflet içinde olan!”, kesinlikle iş ve ortaklık yapmamamız gereken, dost edinmememiz gereken Yahudi ve Hristiyanların ya da daha da fenası Allah’ı tanımayan ateist ve deist gibi kâfirlerin icat ettiği makineler ve tedavi formatları ile ilaçlar devreye giriyor.

Bu şekilde, iman edenler, mümin ve mümineler kandırılmaktadırlar. İnananlar için hiç şüphesiz Kuran-ı Kerim’de gözde meydana gelebilecek sorunlara karşı çözümlere dair örnekler bulunmakla birlikte, İslam Peygamberi Muhammed’in sahih hadislerinde de göz’ de meydana gelebilecek en ağır rahatsızlık olan körlüğe tedavi bulunmaktadır.

Okumayan, iman etmeyen, zalimlerin ve saptırılmışların peşinde olanlar bunları görmemekte ve büyük bir yanılgıya düşmektedirler.

Peki, son hak din olan İslamiyet’te gerçekten bu hususta neler var bir inceleyelim. İlk örnek Kuran-ı Kerim’in bizzat kendisinden. Kör olan bir göz nasıl iyileşir?

Hadi Yusuf Suresi 2. Ayete bir göz atalım:
“Muhakkak ki Biz, O'nu Arapça Kur’ân olarak indirdik. Böylece siz akıl edersiniz.”

Şimdi bu ayete bakarak akıl edebilmek için Kuran-ı Kerim’i okumamız gerekiyor. Alak suresinin de ilk beş ayeti bunu destekliyor. Bu tamam. Yani Kuran ve İslamiyet her konuda cevap veriyor.

Şimdi Yusuf 93:
“Bu gömleğimi götürün, sonra da onu babamın yüzüne sürün. Görme hassası (geri) gelir. Ve ailenizin hepsini bana getirin.”

Şimdi Yusuf 96:
“Böylece müjdeci geldiği zaman onu (Yusuf’un gömleğini), onun (babasının) yüzüne sürdü. Görme hassası hemen geri döndü. Yâkub (a.s): “Ben size demedim mi? Gerçekten, ben sizin bilmediğiniz şeyleri Allah’tan (vahiy olarak) biliyorum.” dedi.”

Buradan çıkartacağımız sonuç, Allah’ın izni ile Yusuf babasına şefaatçi olarak gömleğini göndermiş, onun gömleğini yüzüne ve gözüne süren babası Yakub’un görme yeteneği yerine gelmiştir. Kuran-ı Kerim’e göre bu husus sabit. Şüphesiz inananlar için bir mucize.

Yani, Allah’ın izni ve şefaatçi vasıtası ile görme yeteneğinin geri kazanılabildiği, Kuran’da yer alan bir gerçek. Peki, İslam peygamberi Muhammed bu mucizeyi gösterebilmiş midir? Kuran-ı Kerim’de böyle bir ayet yok.

Bu durumda Ehl-i Sünnet Vel Cemaat olmamızdan sebep, ikincil kaynak olarak “sahih” hadis kaynaklarına yönelelim.

Şimdi sakın bu hadisler için “Yok efendim onlar sahih değil, peygamberimize atfedilmiş saçmalıkları hadis diye yutturup güzel dinimizi karalamayın!” diye Karadeniz ağzı ile “Afkurmadan!” önce şunu düşünün. Siz namazınızı ve diğer İslami ibadetlerinizi de sahih hadislere ve sünnete göre yapıyorsunuz. Suç ve ceza mekanizmalarınızı, Cuma namazınızın vaktini ve şeklini, hac görevinizi kısaca tüm İslami pratiklerin çoğunu sahih hadis ve sünnete göre yapıyorsunuz. Boşuna inkar ederek inandığınız dinden çıkıp “Mürted” olmayın. Biliyorsunuz Mürted’liğin cezası açık ve seçik bir şekilde Kuran-ı Kerim’e göre ÖLÜM’dür.

Konumuza geri dönersek, sahih hadislere baktığımızda şunu görürüz:
Tirmizi ve Nesai’nin (Sünen) kitaplarında diyor ki, iki gözü a’ma bir kimse gelip, ya Resulallah, Allahü teâlâya dua et, gözlerim açılsın dedi. (Kusursuz bir abdest al! Sonra Ya Rabbi! Sana yalvarıyorum. Sevgili Peygamberin Muhammed aleyhisselamı araya koyarak, senden istiyorum. Ey çok sevdiğim Peygamberim Muhammed aleyhisselam! Seni vesile ederek, Rabbime yalvarıyorum. Senin hatırın için kabul etmesini istiyorum. Ya Rabbi! Bu yüce Peygamberi bana şefaatçi eyle! Onun hürmetine duamı kabul et!) duasını okumasını buyurdu. Adam, abdest alıp dua etti. Hemen gözleri açıldı. Bu duayı Müslümanlar, her zaman okumuşlar ve maksatlarına kavuşmuşlardır.

Bu olayı detaylı olarak incelersek:
Âmâ Hadisi
Sunen-i Tirmizi, Nesai ve diğer kaynaklar tarafından Osman bin Huneyf el Ensari r.anh'ten sahih olarak rivayet edilen aşağıdaki hadisi delil olarak göstermektedirler.

Hadiste ravi şöyle anlatmaktadır:
"Âmâ bir adam Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "bana sıhhat ve afiyet vermesi için Allah'a dua et" dedi.
Rasulullah (s.a.v.) : "istersen senin için dua ederim. Ama dilersen sabredersin. Bu senin için daha hayırlıdır" buyurunca, adam: Dua et dedi.

Peygamber (s.a.v.) 'de güzelce abdest almasını ve şu şekilde dua etmesini emretti:
"Allah’ım senden istiyorum ve rahmet peygamberi olan peygamberin Muhammed ile Sana yöneliyorum. Ben şu ihtiyacımı gidermesi için seninle Rabbime yöneldim. Allah’ım, O'nu benim için şefaatçi kıl" Bu sayede Âmâ adam şifa buldu ve iyileşti." [1]

Tüm bu bilgiler ışığında, Allah’ın izni ile bir peygamberin (Yusuf) gömleğini kullanmak sureti ile körlüğü iyileştirdiğini öğrendik.

Sahih hadisler ışığında bu ilahi sırra Muhammed’in de nail olduğunu, onun şefaati ile körlüğün tedavi edilebildiğini öğrendik. Yine bu sahih hadis ışığında görme yeteneğinin, yukarıdaki duanın okunması şartı ile gerçekleşebildiğini öğrendik.

Cübbeli Ahmet Hoca efendinin de göz tedavisi için bol bol duası mevcut. Kendi site ve kaynaklarında yer alıyor. İnanmıyorsanız araştırıp bakabilirsiniz. Adam hem Kuran-ı Kerimden hem de sahih hadisler ile sünnetten detay veriyor.

Evet? Aklınızda bir soru kaldı mı? Kalmamıştır diye umut ediyorum.

Yazıma burada son verirken…
Bir dakika bir dakika. Tüm inançlı arkadaşlardan özür dilerim. Bir kere “Allah dışı şefaatçi” kavramı tümden Kuran dışıdır. Nasıl olur da dilime dolar ve şefaat işinin peygamber dahi olsa başkaları tarafından aracı kılınarak yapılabileceğini söylerim. İnançlı arkadaşlar bu konuda haklılar. Neden mi? Hadi Zümer Suresine bakalım:

Zümer 43:
Yoksa onlar, Allah’tan başka şefaatçiler mi edindiler? De ki: "Onlar bir şeye (bir güce) malik olmasalar ve akıl etmeseler de mi?"

Zümer 44:
De ki: "Şefaatin hepsi Allah’a mahsustur. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Sonra O’na döndürüleceksiniz."

Kısacası Allah’tan başkası şefaatçi olamaz. Şefaat sadece Allah’a mahsustur. Zümer 43 ve 44 açık ve seçik belirtmiş.

Hatta Müşrikler için sorun da buydu. Kureyşli Müşrikler Allah’a inanıyor, ancak araya şefaatçi olsun diye putları koyuyordu. İslamiyet Öncesi Allah inancı ve Arabistan yarımadasındaki din ile ilgili bu sitede ibadullah kaynak mevcut.

Peygamberin babasının isminin dahi Abdullah olması (Abdullah Allah’ın kulu demektir) bir örnek teşkil ediyor. (Site başyazarı ve yöneticisi A.KARA’nın bu konuda makalelerine bakabilirsiniz)

Pardon ne dediniz? Aracılar şefaat edebilir mi dediniz? Kuran’da var mı dediniz? Olamaz ki? Allah ile arasına şefaatçi koyanlar putperest müşriklerdi. Bizim dinimizde Allah ile kul arasına kimse girmez. Giremez. Biz dinimizi böyle öğrendik kusura bakmayın. Allah ile kul arasına peygamber dahi girmez diyen bizim hocalar değil miydi? İyi de o zaman bu yazıda daha önce bahsettiğim hadis patladı?

Ama bir dakika. O hadiste peygamberin şefaati söz konusuydu. Ben de tümden sapkın olup her şeyi çarpıttım. Objektif olmam lazım.


Toparlayalım. Zümer 43 ve 44 ışığında sadece Allah şefaat edebilir. Anladım.
Hadise göre peygamber şefaatçi olabiliyordu ki peygamber herkes değildir. O Rabbin elçisidir. Yusuf suresi de bu kapsamda mantıklı geldi şimdi.

O halde sadece peygamber/peygamberler şefaat edebilir. Her ne kadar Zümer ve 43 ve 44 olsa da orada bahsedilen hususu ben anlayamamışım demek ki. Yani hadise göre peygamber edebilir ama gerisi edemez. Yani hacılar ve hocalar şefaat edemez. Tamam, şimdi gönlüm huzurla doldu.

Ne? Var mı? Bakara 255’ mi? Ne diyor ki Bakara 255:
Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur (Sadece O vardır). Hayy’dır Kayyum’dur. O’nu ne bir uyuklama ve ne de bir uyku hali tutmaz. Göklerde ve yerde olan herşey O’nundur. O'nun izni olmadan, O’nun katında kim şefaat etme yetkisine sahiptir? Onların önlerinde ve arkalarında olanları (geçmiş ve geleceklerini) bilir. Ve O’nun lminden, O’nun dilediğinden başka bir şey ihata edemezler (kavrayamazlar). O’nun kürsüsü gökleri ve yeri kaplamıştır. Ve o ikisini muhafaza etmek (yerlerin ve göklerin dengesini korumak, gözetmek), Kendisine zor gelmez ve O Alâ’dır (çok yücedir), Azîm’dir (çok büyüktür).

Yani Allah’ın izni ile biri ya da birileri şefaatçi olabiliyor. Hacılar Hocalar şefaatçi olabiliyor. İyi de Zümer 43 ve 44 böyle demiyordu? Ayetleri cımbızla seçmeyip tüm sureleri, hatta Kuran-Kerim’in bütünü ele alındığında da böyle anlam çıkmamalıydı. Çelişki mi var? Yok, zannetmem. Benim sapkın zihnim bunları algılayamadı o kadar.

Bakara 255’e göre şefaatçi olanlar kimler? Seçilme kriterleri neler? Onları kim nasıl tanıyacak? Kuran-ı Kerim ve hadislerde :”Şefaatçileri Tanıma Rehberi” olabilecek kıstaslar var mı?

Yahu beynim yandı. Konuyu Göz’den açtık, tedaviye para vermeyin. Yapın Duanızı geçsin dedik, konu şefaate kaydı.

Tam Zümer 43-44’e göre Allah’tan başkası şefaatçi olamaz dedik karşımıza Yusuf 93-96 çıktı. Ayrıca peygamberin şefaatçi olabildiğine dair sahih hadiste çıktı ki Göz tedavisinin sırrı bu hadiste idi.

Hadi peygamberler olabilir dedik karşımıza Bakara 255 çıktı ki peygamber haricinde başkaları da şefaatçi olabilirmiş onu öğrendik.

İyide Bakara 255 ile Zümer 43-44 birbiri ile çelişti?
O da benim cahilliğimden anlaşılamamış olsun.

Ben çıkamadım işin içinden. Şüphesiz apaçık zalimlerden olduğum için ve zır cahil olduğum için olabilir. Bu hususu size bırakıyorum. Sonuçta cımbızla seçip çarpıttığım ayetler ile sizin zihninizi bulandırmak istemem. Karar sizin. Benim gibi sapkın, apaçık ayetleri görüp de ibret alamayan bir zalim ehlinin deliliğine verin.

Amacım Göz organı ve tedavisi ışığında Din ile Bilim uçurumundan bahsetmekti, konu kaydı da kaydı. Sapkın ve cahil olduğum kadar yazarlıktan da anlamıyorum ki önceki yazılarımı okuyanlar bunu rahatlıkla anlayabilir. Bir türlü konuyu yakalayamıyorum (!). Hiçbir yazımda cevap üretmiyor, sadece saçma sapan sorular soruyorum.

Dedim ya, cahilliğime verin.
Her şeyi bir kenara bırakın. Neye inandığınız önemli değil. Sadece “Bir Dua” ile iyileşen kaç tane kör tanıyorsunuz? Kaç hastalığın iyileştiğine tanık oldunuz?

Kuran ve Hadisler ışığında iyileştiren duaları internette veya dini kaynaklarda araştırın bakalım böyle dualar var mı yok mu? Bunların hurafe olmayıp gerçekten dinde olduğunu göreceksiniz. İnkara kalkmayın. Unutmadan imkan bulursanız ayrıca tatbik edin. Bakalım sonuçlar neler olacak. Bunlar hurafe demeyin. Değiller. İnandığınız dine göre bunlar güvenilir ve sabit. Açın artık “GÖZ” ünüzü.
Sağlıcakla kalın.

Kaynaklar:
[1] Ahmed (4/138) Tirmizi : No 3578) Nesai es Sunenu'l Kubra (No 10419 10420) İbn Mace (No 1385) İbn Huzeyme-es Sahıhun (No 1219) Taberani el,Mu'cemu'l-kebir (9/No 8311-rivayetin merfu olan son bölümü), el-Mucemu,s-sağır, (er Ravdu-d Dani No :508 rivayetin merfu olan son bölümü)
[2] Kur'an (Yusuf 2,93,96, Zümer 43,44, Bakara 255)

Yazan: Demon Product

DİN VE BİLİM 3 | NAMAZ ÇELİŞKİLERİ

din, din ve bilim, DP, Enam 38, İslamda namaz uygulaması, islamiyet, Kutuplarda namaz, Nahl 89, Namaz çelişkileri, Namaz saatleri, Namaza dair çelişkiler, Sorularla İslamiyet,
Toplumumuzda yer alan hemen her kesimin (ister inançlı ister inançsız), hatta dünya İslam aleminin aklına takılan bir husus vardır: “Kutuplarda namaz nasıl kılınır, Mars’ ta namaz kılmak zorunda kalırsak vakitleri nasıl belirleyeceğiz ve yönümüz ne olacak?”. Bu yazımda, daha önce bazı makalelerimde olduğu gibi, mümkün olduğunca kişisel yorum yapmayacağım. Önünüze karşılaştırma yapabileceğiniz verileri koyacağım ve mukayeseyi size bırakacağım. Bu konuya daha önce bazı yazarlar değinmişti. Toplumumuzda ve dünyada da buna açıklamak isteyenler oldu. Ancak ya kimse cevap bulamadı ya da cevaplar kimseyi tatmin edemedi. Gerçi inançlılar için sorun yok, “Hoca efendiler” onlara zaten her şeyi açıklayabiliyor.

Hepimizin bildiği üzere kutuplarda 6 ay gündüz, 6 ay gece yaşanır. Mars gezegenini ele alalım. Orada kıble elbette Dünya olacak çünkü Kâbe Dünyada. Peki, oraya gelen güneş ışını açısı? Vakitler nasıl belirlenecek? Sakın takvim - saat demeyin çünkü Dünyada kullanılan saatler ve takvim orada işlemeyecek. Nedeni, marsın yörünge süresi 687 dünya günüdür. Dünya gibi 365 gün değildir. 1 gün orada 24 saat 39 dakika 35.2 saniyedir. Bir Mars yılı 1.8809 Dünya yılıdır, yani Dünya zaman birimiyle tam olarak 1 yıl, 320 gün ve 18,2 saattir. 1 dünya günü orada yoktur. Mars günü SOL diye adlandırılır. Marsta bir gün, “1 SOL” diye geçer.

Ya gelecekte uzayda seyahat eden bir Mümin’in durumu? Güneş ışını yok, vakitler yok, takvim yok.
Bu noktada “Her şey Kuran’da yazmaz. Sen mantık ile bulacaksın. Allah akıl vermiş” dersen kâfir olursun. İnançlı biri için Kuran apaçık ve eksiksizdir. Bunun için kanıt isteyenler şu iki ayete baksınlar:

Enam 38: "Yeryüzünde gezen her türlü canlı ve (gökte) iki kanadıyla uçan her tür kuş, sizin gibi birer topluluktan başka bir şey değildir. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Sonunda hepsi Rablerinin huzuruna toplanıp getirilecekler." (Diyanet İşleri)

Nahl 89: "(Ey Muhammed!) Her ümmetin kendi içinden üzerlerine bir şahit göndereceğimiz, seni de onların üzerine bir şahit olarak getireceğimiz günü düşün. Sana bu kitabı; her şey için bir açıklama, doğru yolu gösteren bir rehber, bir rahmet ve Müslümanlar için bir müjde olarak indirdik." (Diyanet İşleri)

Kısacası aslında orada anlatılmak istenen diye başlayan cümleler kurup inandığınız dinden çıkıp kâfir olmayın.

Yazıda konuyu 3 ayrı başlıkta inceleyerek bu bilgileri karşılaştıracağız:
1. İslami Açıdan Namaz Vakitlerinin Belirlenmesi (Kuran-ı Kerim).
2. Kutuplarda Namaz Vakti Belirlenmesi.

a) Kutuplarda Namaz, www.sorularlaislamiyet.com sitesinden alıntı:
b) Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, http://www.milliyet.com.tr/kutuplarda-namaz-saatleri-sorununa-yanit-bulundu-gundem-1403243/ sitesinden alıntı:

3. Daha Önce Bahsedilen 2 Başlığın Karşılaştırılması.
Yazıya giriş yapmadan önce, eğer daha önce okumadıysanız, aşağıda verilen namaz ile ilgili bazı ayetleri anlayarak okuyun. Herhangi bir yanlış anlamaya yer açmamak için bu ayetleri daha sonra içerisinde bulundukları sureler ile okuyun ki kimse “cımbızla ayıkladıkları ayetler ile yanlış bilgi veriyorlar” demesin. Hatta lütfen kendinizde bununla ilgili araştırma yapın ki bir kısım tarafından şahsımıza yapılan “milleti yönlendiriyorlar” suçlaması ile karşı karşıya kalmayalım.

1. İSLAMİ AÇIDAN NAMAZ VAKİTLERİNİN BELİRLENMESİ (KURAN-I KERİM)

11:114 - Gündüzün her iki tarafında ve gecenin saçaklarında (gündüze yakın olan saatlerinde) namaz kıl! Muhakkak ki, iyilik kötülükleri giderir. Bu ise, düşünebilenlere bir öğüttür.

17:78 - Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.

17:79 - Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.

24:58 - Ey iman edenler! Ellerinizin altında bulunan (köle ve cariyeleriniz) ve içinizden henüz erginlik çağına girmemiş olanlar, sabah namazından önce, öğleyin soyunduğunuz vakit ve yatsı namazından sonra (yanınıza gireceklerinde) sizden üç defa izin istesinler. Bunlar mahrem halde bulunabileceğiniz üç vakittir. Bu vakitlerin dışında ne sizin için, ne de onlar için bir mahzur yoktur. (Birbirinizin yanına girip çıkabilirsiniz.) İşte Allah, âyetlerini size böyle açıklar. Allah her şeyi bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

73:20 - Rabbin, senin gecenin üçte ikisinden daha azında, yarısında ve üçte birinde kalktığını, seninle beraber bulunanlardan bir topluluğun da böyle yaptığını biliyor. Gece ve gündüzü Allah takdir eder. O, sizin onu sayamayacağınızı bildi de sizi affetti. Bundan böyle Kur'ân'dan size ne kolay gelirse okuyun. Allah, içinizden hastalar, yeryüzünde gezip Allah'ın lütfunu arayan başka kimseler ve Allah yolunda savaşan daha başka insanlar olacağını bilmiştir. Onun için Kur'ân'dan kolayınıza geldiği kadar okuyun, namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a güzel bir borç verin (Hayırlı işlere mal sarfedin). Kendiniz için gönderdiğiniz her iyiliği, Allah katında daha hayırlı ve sevapça daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan bağış dileyin. Kuşkusuz Allah bağışlayandır, merhamet edendir.

2. KUTUPLARDA NAMAZ VAKTİ BELİRLENMESİ
a) Kutuplarda Namaz, www.sorularlaislamiyet.com sitesinden alıntı:
Namazların kutuplarda nasıl kılınacağına dair bilgiler bizzat Hz. Peygamber (a.s.m)’den gelmiştir. Deccal hadisi olarak bilinen hadiste Hz. Peygamber (asv),
“Deccal yeryüzünde kırk gün kalacaktır. Bu kırk günün bir günü bir yıl gibi, bir günü bir ay gibi, bir günü bir hafta gibi, diğer günleri ise normal günleriniz gibi olacaktır.” deyince ashab, uzun günlerde bir günlük namazın yeterli olup olmadığını sormuşlar, bunun üzerine Hz. Peygamber “Hayır bir günlük namaz yeterli değildir; namaz vakitlerini takdir edersiniz.” buyurmuştur (Müslim, Kitabu’l-Fiten ve Eşrâtu’s-Sâat, 20).
Bu hadis, vakitlerin oluşmamasının namazı düşürmeyeceğini ve vakit oluşmayan bölge ve zamanlarda vakitlerin takdir edilerek namazın kılınması gerektiğini açıkça göstermektedir. İlâhî hitabın gereği bütün Müslümanlar, günde (24 saatte) beş vakit namazı kılmakla mükelleftirler. Dünyada, bazı bölgelerde bazı vakitler tam olarak oluşmasa da, kutuplara yakın bölgelerde günlerce, hatta aylarca güneş doğmasa veya batmasa da bir gün yirmi dört saattir ve tarih değişimi de buna göre olmaktadır.
Bu sebeple, bir bölgede herhangi bir namazın vakti gerçekleşmiyorsa veya tam olarak belirlenemiyorsa, takdir yapılarak namazlar kılınır. Oruç da namaza kıyas edilir, o da kutup bölgesine en yakın olan yerlerin normal saatlerine göre ayarlanır.
Bu hadiste on dört asır öncesinden, dünyanın bazı bölgelerinde altı ay gündüz, altı ay gece ve bu iki bölge arasında kalan bazı yerlerde de bir ay veya bir hafta güğneşin doğup batmadadığına işaret edilmiştir. Bu husus başlıbaşına bir mucizedir. Çünkü on dört asır önce böyle bir bilginin “b”sinden bile bahsedilemezdi.

Bediüzzaman Hazretlerinin şu ifadeleri konumuza ışık tutacak mahiyettedir:
“Alâmet-i Kıyametten olan Deccal hakkında Hadis-i Şerif de "Birinci günü bir sene, ikinci günü bir ay, üçüncü günü bir hafta, dördüncü günü eyyam-ı sâire gibidir. Çıktığı zaman dünya işitir. Kırk günde dünyayı gezer." rivayet ediliyor. İnsafsız insanlar bu rivayete muhal demişler. Hâşâ, şu rivayetin inkâr ve iptaline gitmişler. Halbuki, ve'l-ilmu indallâh, hakikati şu olmak gerektir ki: Alem-i küfrün en kesafetlisi olan şimalde tabiiyyûnun fikr-i küfrîsinden süzülen bir cereyan-ı azîmin başına geçecek ve Ulûhiyeti inkâr edecek bir şahsın şimal tarafından çıkmasına işaret ve şu işaret içinde bir remz-i hikmet vardır ki, kutb-u şimaliye (kuzey kutbu) yakın dairede bütün sene, bir gece bir gündüzdür. Altı ayı gece, altı ayı gündüzdür. "Deccalın bir günü bir senedir." O daire yakınında zuhuruna işarettir. "İkinci günü bir aydır" demekten murad, şimalden bu tarafa geldikçe bazen olur yazın bir ayında güneş gurub etmez (batmaz). Şu dahi, Deccal şimalden çıkıp âlem-i medeniyet tarafına tecavüzüne işarettir. Günü Deccal’e isnat etmekle şu işarete işaret eder. Daha bu tarafa geldikçe bir haftada güneş gurub etmiyor. Daha gele gele tulû’ ve gurub (gün doğumu-gün batımı) ortasında üç saat devam ediyor. Ben Rusya'da esarette iken böyle bir yerde bulundum. Bize yakın, bir hafta güneş gurub etmeyen bir yer vardı. Seyir için oraya gidiyorlardı…”(Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal, Asıl.)

b) Prof. Dr. Abdülaziz BAYINDIR, http://www.milliyet.com.tr/kutuplarda-namaz-saatleri-sorununa-yanit-bulundu-gundem-1403243/ sitesinden alıntı:
Bayındır, Süleymaniye Vakfında yaptığı basın toplantısında, kutup bölgelerinde güneş hareketlerinin namaz ve oruç konusunun tartışılmasına neden olduğunu belirterek, Ocak ayında vakıftan bir heyetin Norveç’e gittiğini ve heyetin buradaki gözlemlerinin ardından, 5 vakit namazın 5’inin de Türkiye’deki derin vadilerde olduğu gibi tespit edilebildiğini kaydetti.
Kutuplarda binlerce Müslüman’ın bulunduğunu ifade eden Bayındır, "Norveç’in Tromso kentinde yaptığımız çalışmalar, bize kutuplarda güneş batmasa da gece, güneş doğmasa da gündüzün olduğunu gösterdi. Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman da bunu destekleyen ayetler görüyoruz" dedi. Enbiya Suresi’nin "Geceyi, gündüzü ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yüzmektedir" mealindeki 33’üncü ayetini hatırlatan Bayındır, gece ve gündüzün güneşe bağlı bir varlık olmadığını, ikisinin de güneşten ayrı bir varlık olarak hareket ettiğini söyledi.

Prof. Dr. Bayındır, şunları kaydetti: "Kur’an-ı Kerim şunu da gösteriyor ki Dünya’yı, Güneş aydınlatmıyor.
Dünya’yı aydınlatan, Güneş ışınlarını aydınlığa çeviren gündüz dediğimiz varlıktır. Gündüz dediğimiz varlık ufkun altında da olsa, bunu aydınlığa çevirmektedir. Karanlığın oluşması, Güneş’in batmasından değil, gece denilen varlığın ortaya çıkmasıdır. Resim ve belgeseller üzerinde yaptığımız çalışmalarda da güneşin tepede olmasına rağmen karanlık olduğunu, Güneş’in yok olmasına rağmen gündüz denilen varlığın ortaya çıktığını görüyoruz. Güneş’ten yansıyan ışınları gündüze çeviriyor." "Kutuplarda namaz vaktinin girmemesi gibi bir şey söz konusu değildir. Vakitler çıplak gözle bile anlaşılabiliyor" diyen Bayındır, 22-26 Haziran’da Norveç’in Tromso kentinde ikinci bir çalışma yapacaklarını ve bunun kamuoyuna duyurulacağını anlattı. Bayındır, Kur’an-ı Kerim’de namazın ilk peygamberden son peygambere kadar kesintisiz kılındığının anlatıldığını belirterek, bu vakitlerin herkesi kapsadığını kaydetti.
İÜ Fen Fakültesi Astronomi ve Uzay Bilimleri Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Adnan Ökten’in bu çalışmalar sonucunda yeni bir takvimin yapılabileceğini söylediğini aktaran Prof. Dr. Abdulaziz Bayındır, namaz vakitlerinin bölgesel nitelikte hazırlanması gerektiğini söyledi. Prof. Dr. Bayındır, havadaki bütün ufukların aynı karanlığa dönüştüğünde yatsı namazı vaktinin bittiğini anlatarak, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Türkiye’de ve diğer İslam ülkelerinde yatsı ezanının okunduğu vakitte namaz vakti doluyor. Yani o ezan, yatsı namazının bittiğini ifade ediyor. İnsanlar başladığını zannediyor. Mezhepler üzerine yaptığım çalışmada, Hanefi, Şafii, Maliki ve Hanbeli mezheplerini kuran âlimlerin tamamı hava karardığı zaman yatsı vaktinin bittiğine tamamen ittifak ediyor. Çünkü ilgili hadis ve ayetler kesindir. Sonra ne olduysa Maliki mezhebi hariç, diğer mezhepler yatsı namazını sabah vaktine kadar uzatmış. Bu konuda da herkes, Kur’an-ı Kerim’in İsra Suresi’nin 78. ayetine bakarsa namazın vaktinin bittiğini görür."

3. DAHA ÖNCE BAHSEDİLEN 2 BAŞLIĞIN KARŞILAŞTIRILMASI
İlk başlıkta bahsettiğimiz üzere namaz vakitleri Kuran’da ayrıntılı olarak verilmiştir. Gece ve Gündüz kavramları ile sabah, öğle ya da geceden önce gibi kavramlar ayetlerde açık bir biçimde yer almaktadır. Yani Kuran-Kerim saat ve takvime yer vermemiş, aksine sadece Güneş ışınlarına ve Gece-Gündüz kavramlarına atıf yapmıştır. İlkokul Fen Derslerine girdiyseniz daha o dönem bu bilgiler ile tanışıyoruz. Gece ve Gündüz olayını güneş ve dünyanın o anki konumu belirler. Dünya üzerinde Gece ve Gündüz farklı zaman dilimlerinde ve farklı şekillerde yaşanır. Gündüzden kasıt güneş ışınlarının yeryüzünü aydınlattığı periyot, Geceden kasıt ise güneş ışınlarının artık ulaşmadığı periyottur. Sabah-Öğle-İkindi-Akşam gibi vakitler, yeryüzünün herhangi noktasında denk gelen güneş ışınının açısı ile bağlantılıdır. Dolayısı ile bu noktada eğip bükmek, “aslında şu denmek isteniyor” gibi kıvırmalar yersizdir. İnanan için ayetler açık seçik ortadadır. İkini başlık olan “2. Kutuplarda Namaz Vakti Belirlenmesi” altında, iki farklı görüşe yer verilmiştir. Bu hususta verilen bilgiler, çoğu İslami çevrenin kabul ettiği 2 farklı görüşü sunar. Birbirlerine paralel olmakla birlikte küçük nüanslar ile ayrılırlar. Açıkçası objektif olarak incelendiğinde her iki görüşte de doyurucu ve net açıklanan bir durum yoktur. Hemen her mezhep, İslami görüş veya hoca farklı açıklamalar getirmektedir. Çünkü ortada bilimsel bir kesinlik vardır. Madem namaz vakitleri için için saat-dakika-takvim kavramı değil, coğrafi kavramlar (güneş ışınlarının geliş açısı/ gece ile gündüz) geçerlidir, o halde 6 ay gündüz ve 6 ay gece olan bölgeler için durum nedir? Diğer gezegenlerde durum ne olacak? Uzayda seyahat ederken vakitleri nasıl belirleyeceğiz? Maalesef hiçbir İslami açıklama buna yanıt verememektedir.

Acaba namaz vakitleri ve zamanları belirlenirken kutuplar gibi yeryüzü bölgeleri veya diğer gezegenler (Hatta ay, oraya gidildi neticede) bilinmediği için bunlara yer verilmemiş olma olasılığı var mı? Yani kutsal kitabı yazanlar veya derleyenler bilmediği için olabilir mi? Yok, yazının başında bahsedildiği üzere Enam 38 ve Nahl 89’da Kuran-ı Kerim’in apaçık açıklayıcı ve eksiksiz olduğu yazılı. Böyle sapkın düşüncelere girip imanımı sakatlamak istemem (!). Demek ki kutuplarda namaz kılınmayacak. Ya da 6 ay gündüzün ilk başlangıcını sabah kabul edip kılacağız, Güneşin tam o noktaya doğrudan açı yaptığı 3 ay sonra öğle kılacağız, 2 ay sonra ikindi, 1 ay sonra akşam ve tam geceye dönüldüğünde de yatsı kılınacak. O halde günlük vakitler kaçmış oluyor? Pardon hocalar nasıl bir kıvırma metodu geliştirmişti? En yakın yerleşim birimi… Ya en yakın yerleşim birimi de Kutup dairesi içerisindeyse? Yok Kutup çemberi dışında bir yeri baz almalıyız diyorlarsa bu noktada Kuran-ı Kerim ile çelişildi? Daha önce bahsedildiği üzere Kuran’da herhangi bir nokta için gece-gündüz kavramı ile güneş ışınları baz alınıyor.

Şu an diğer gezegenlerde hayatın olmadığını ve gezegenler arası yolculuğu hayal kabul edip günümüz gerçeklerine dönelim. Kutupları ne yapacağız? Namaz vakitleri hakkında ayetler bu bakımdan yeryüzünün tamamını kapsamamaktadır.

İstediğiniz kaynağa başvurun, istediğiniz bilimsel kaynaklara gidin, istediğinizi hocaya danışın. Hatta İlahiyat Profesörlerine danışın. Bilgi alın. Aldığınız bilgileri karşılaştırın. Bakın bakalım sonuç ne çıkacak. Bu yazıyı deli saçması olarak görüp dikkate almayın. Hatta bu yazıyı tamamen zırva olarak nitelendirin. İyi de çelişkiler ortada duruyor? Bir açıklama getirsenize?

Birkaç yıl önce Ramazan programında, astronomik rakamlarda para alıp program yapan “Alim” olan hocaya şöyle bir soru gelmişti: “Hocam ayda veya kutuplarda namaz nasıl kılacağız?” Cevap şöyleydi: “Hele sen bir oraya gitme işini hallet, o zaman cevap veririm”. Böylesine alaycı ve sığ bir biçimde cevap verilen genç şaşkınlık içerisinde yerine otururken hocanın vermiş olduğu “mükemmel” cevapla tatmin olan seyirci kitlesi dalga geçer gibi gence bakıyordu.

Dini Bilim ile açıklamak ya da Bilimi Din ile bağdaştırmak. İster semavi olsun ister olmasın hemen her dinde bu çaba vardır. Basit anlamda Din, inanç işidir. İnanç, elle tutamadığınız, gözle göremediğiniz, test edemediğiniz, ölçemediğiniz, değerlendiremediğiniz, kanıtlayamayacağınız bir unsurdur. İslamiyet’ in ilk şartı olan kelime-i şehadet getirirken dahi ilk olarak “Eşhedü” kelimesini kullanırsınız. Eşhedü kelimesi, “şehadet ederim ki, yemin ederim ki, şahit olurum, tüm benliğimle inanırım” manaları taşır.

İnsanlar, inancı kullanarak gözlemlediği ve karşılaştığı, ancak anlayamadığı durumları açıklamaya çalışır. Örneğin eski çağlarda kuyruklu yıldız gören birisi, uzay, meteor gibi kavramları bilmediğinden bu hususu doğaüstü/metafizik unsurlara dayandırarak açıklamaya çalışmıştır. Evrenin, yeryüzünün ve insanın yaradılışı, gökyüzü, afetler, doğa olayları gibi daha birçok karşılaşılan ya da açıklanamayan (örneğin yaradılış) gibi unsurlar hep inanç temellidir.

Özellikle 16. Yüzyıldan itibaren bilimde gözlemlenen gelişmeler sayesinde evrenin oluşma ve çalışma mekaniğine dair kuramlar oluşturulabilmiş; evrenin, yeryüzünün ve insanın yaradılışına dair gizemlerin büyük bölümü çözülmüştür. İnsanoğlu’nun gözü önünde cereyan eden bu gelişmeler, dini metinler ile çelişki oluşturmaya başlamıştır. Bir tarafta kesin kanıtlar, bir tarafta da inançlar. Bu durumdan rahatsız olan dini çevreler, dini kitaplarda yer alan söylevleri, tespit edilen bilimsel buluşlar ile izah etmeye çalışma gayreti içine düşmüşlerdir. Doğal olarak her bilginin semavi kitaplarda yer alması ya da açıklanmış olması gerekmektedir.

Daha önce yayınlanan “Din ve Bilim 1” ve “Din ve Bilim 2” başlıklı makalelerimde bu konuya yer vermeye çalışmıştım.

Din ile Bilim’i yan yana koymaya, hele hele onları birbirleri ile örtüştürmeye çalışmayın. Ya dininizi ya da bilimi kaybedersiniz. Yok, “ben ikisini de yürütüyorum. Din ve Bilim birbiri ile çelişmiyor” gibi bir düşünce yapısı içerisindeyseniz, bu ütopik dünyanızda size iyi yolculuklar dilerim.

Son olarak namazı 5 vakit olarak söylerken bu Sünni İslam anlayışına göredir. Şia’ya göre namaz 3 vakit kılınır. Onlara göre 3 vakit kılınması gerektiğini bizzat Kuran-ı Kerim söylemektedir ve bu konuda ayetler vardır. Bu da ayrı bir konu.

Yine soruları ortaya koyup hiçbirine cevap bulamadığım için özür dilerim. Bunca Bilim insanı ve Din Âlimi’ nin cevap bulamadığı veya cevapta müttefik olamadıkları bir konuda benim bir açıklama bulmamı elbette beklememelisiniz. Sağlıcakla kalın.

İSLAM VE BİLİM, BİZ VE ONLAR

Yazan: Demon Product
DP, Gavur icadı, Yabancıların yaptığı her şey sayesinde yaşarken onları aşağılamak, din ve bilim, islamiyet, din, İslam ülkelerinde teknoloji ve refah, İslam ülkeleri neden geride?

İSLAM VE BİLİM, BİZ VE ONLAR


"Ne gördüğüm hakikati gizlemekten hoşlanırım, ne de bunu açıkça ifade etmekten korkarım. Aydınlık ve karanlık arasındaki, bilim ve cehalet arasındaki savaşa her yerde katıldım. Bundan dolayı her yerde zorlukla karşılaştım ve cehaletin babaları olan resmi akademisyenlerin yanı sıra kalın kafalı çoğunluğun öfkesinde hedef olarak yaşadım." Giordano BRUNO

Sabah uyandığımda ilk işim elimi yüzümü için banyoya yönelmek oldu. Yabancı birinin elektriği kullanımımıza sunması sayesinde yabancı birinin icat ettiği lambayı yaktıktan sonra iyi göremiyor olduğumdan dolayı yabancı birinin icat edip ürettiği gözlüğümü taktım. Gözlüğü nasıl aldığım ayrı bir muamma;

Gözlerimin iyi görmemesi nedeniyle 2 hafta öncesinde doktora gitmiştim. Önce, yabancı birinin icat ettiği telefon ile randevu aldım. Yabancı birinin icat ettiği ve ürettiği otomobilime atladım. Yabancı birinin icat ettiği radyoyu açtım. Yabancı birinin bulduğu FM frekansında Türk musikisi çalan bir radyoya denk geldim. Müzeyyen SENAR o bülbül gibi sesi ile adeta şakıyordu.

O sırada yabancı birinin bulduğu benzin ışığımın yandığını fark ettim. Hemen yabancılar tarafından bulunan petrolün damıtılması ile elde edilen benzini aldım. Kredi kartı ile yabancılar tarafından bulunan bir alış-veriş sistemini kullandım. Aracımı otoparka çektikten sonra hastaneye girdim. Yabancılar tarafından icat edilen bir alet ile doktor beni muayene etti. Yabancılar tarafından icat edilen bir metot ile sorunum tespit edildi ve gözlüğüm yazıldı. Daha sonra yabancılar tarafından icat edilen asansör ile otoparka inerek hastaneden ayrıldım. O sırada yabancılar tarafından icat edilerek geliştirilen telefonuma mesaj geldi. Mesajı eşim göndermişti. Yabancıların bulup kullanımımıza sunduğu sosyal iletişim amaçlı kullanılan mesajlaşma programına eşim bana aldığı hediyeyi gösteriyordu. Bayılmıştım bu hediyeye. Yabancılar tarafından icat edilmiş bir tablet. (O zamanlar baya pahalı idi)

Her neyse günümün sabahına geri dönelim. Gözlüğümü taktıktan sonra yabancıların icat ettiği ve eşimin bana hediye ettiği tabletimi aldım. Yabancılardan satın aldığımız ve geliştireceğimiz sistemler ile ilgili bir haber dikkatimi çekti. Onların icat edip bulduğu bir sistemi “PARA VEREREK” satın alıyor, yerli ve milli yapıyorduk. Ne mutluluktu bu böyle? Bizimde yerli-milli sistemlerimiz olacaktı. Gerçi yabancılar icat etmişti ama olsun.

Bu sistemin çalışması için yabancıların icat ettiği roket sistemi kullanılarak yabancı bir ülkeden uzaya yabancıların icat ettiği bir uydunun gönderilmesi gerekiyordu. O da gönderilmişti. Yabancıların tayin ettiği bir yörüngeye yerleştirilen uydumuz hizmet veriyordu. Gururum kabarmıştı. O sırada havanın soğuduğunu hissettim. Yabancılardan satın aldığımız doğalgazı devreye almalıydım. Yabancılar tarafından icat edilen kombiyi çalıştırdım. Ancak içerisi hemen ısınmıyordu. Bende hemen yabancılar tarafından icat edilen klimamı açtım. Yeni kitabımı okumak için önümde hiçbir engel kalmamıştı. "Turgut ÖZAKMAN’ dan Şu Çılgın Türkler". Uzun zamandır bu kitabı okumadığımdan sebep kendimden utanıyordum.

Hemen mutfağa gittim. Yabancıların icat ettiği su ısıtıcısında su ısıtıp yabancıların icat ettiği çözülebilir hazır kahvemi de alıp koltuğuma kuruldum. Bu ne keyifti böyle. Kitabın sayfalarımı ilerledikçe tarihim ve toplumum ile bir kez daha gurur duydum. O sırada telefonum çaldı ona yönelirken kahvem kitaba döküldü. Hemen mutfağa koşup yabancıların icat ettiği kâğıt havlu ile temizledim. Tabii ki yerleri de yabancıların icat ettiği deterjanlar ile hallettim. Eşim akşam geldiğinde sorunla karşılaşmamalıydı. Benim izin günüm olduğundan ev benden soruluyordu. Kitap kuruyana kadar belgesel izlemeye karar verdim. Yabancı birinin icat ettiği Televizyonun başına kuruldum. Yabancı birilerin icat edip kullanımımıza sunduğu dijital platform cihazını çalıştırdım. Yabancı birinin hazırlayıp sunduğu belgeseli izlemeye koyuldum.

Canım sıkıldı. Yabancıların icat ettiği bilgisayarımı açtım. Yabancıların icat ettiği sosyal platformlara bir göz attım. Birkaç gruba üye idim sosyal platformda. Ülkemize ve dinimize giydirenlere cevap yazdım. Bunlar kimin tarafındaydılar? Gözleri hiç mi görmüyordu? Kulakları hiç mi duymuyordu? Beyinleri yok muydu? Bizim milletimiz tarihe nam salmış, iyilik ve doğruluk üzerine bir milletti. Nice bilim adamları yetiştirmiş, nice projelere imza atmış nesillerin torunları idik. Hele dinimiz? Barış ve Esenlik üzerine olan güzel dinimiz her şeyin en güzelini öğütlüyordu. Ayrılık ve ötekileştirme yasaktı. İnsan hakları her şeyin üstündeydi. Komşusu açken tok yatan bizden değildi. İbadetin ve iyiliğin gizli olanı sevaptı. Hele ki bilim ve Fen? İslam tarihi ve tarihimizde o kadar çok bilim insanı vardı ki yeryüzünde var olan hemen her şeyi biz “icat etmiş ve bulmuştuk”.

Buraya kadarki anlatımlar tamamen hayal ürünüdür; ancak büyük çoğunluğu kendi yaşamımdan kesitler içermektedir. Biliyorum ki sizin yaşantınızdan da kesitler içeriyor.

Neden kritik icatlar bize ait değildi? Neden kritik buluşlar bizde yapılmıyordu? Eminim birçoğunuzun kafasında bu sorular öyle veya böyle dolaşıyordur. Bu yazıda amacım sizin tabiriniz ile “Din Düşmanlığı” yapmak değil, aksine toplumumuza bir ayna tutmaya çalışmaktır. İnançlılar, inançsızlar, az inançlılar ya da az inançsızlar. Neye inandığınız, neye taptığınız umurumda dahi değil. İlgilendirmiyor da. Yeter ki inandığınız inanç veya değerleri iyi okuyup araştırın. Onun bunun etkisinde kalmayın. Zaten aklınız sizi doğru yola iletecek.

Yazıya Giordano BRUNO’ nun bir sözü ile başladım. Bruno değerli bir astronom ve filozof sayılabilir. Aynı zamanda rahip idi. Küçüklüğünden bu yana din içerisinde yoğrulmuş bir rahip. Tanrıya ulaşmanın yolunun bilimden geçtiğini savunuyordu. Tanrıya öyle bir aşk ile bağlıydı ki ona ulaşmanın tek yolunun bilim olduğunu düşündüğünden astronomiye merak sardı. Gezegenler, yıldızlar ve evren derken sonsuzluğu keşfetti. Kimileri panteist olduğunu düşündü, kimileri deist, kimileri de sapkın bir Hristiyan. Kimin ne düşündüğü önemli değil. Bruno, sadece kutsal metinleri okumanın yaratıcıya ulaştırmayacağını, bunula birlikte onun verdiği aklın ve bilimin mutlak suretle öne alınmasını ön görüyordu. Bu fikirleri onu ölüme dahi götürdü. 1600 yılında İtalya’ da Campo De’Fiori meydanında Engizisyon mahkemesi kararı ile yakılarak öldürüldü.

Deizmin fikir babalarından sayılan Thomas PAINE? Sizce inançsız birimiydi? Tam aksine inancı kuvvetli biri idi. Çağımızdan örnek verelim, ya Carl SAGAN? İnançsız mıydı? Dini bilgileri o kadar kuvvetliydi ki, din ve bilim tartışmalarında nice din adamı önünde yer almak istemiyordu. Onları zor duruma sokan hususlardan biri de Sagan’ın üslubu idi. Sert olmayan, nazik ve naif konuşmaları, karşısındaki insanlara sakin yaklaşımı gerginlikleri en baştan engelliyordu.

Belirli bir grubu saymaz isek çoğu bilim insanının çıkış noktası DİN’dir. Tarihte çok değerli İslami bilim insanları elbette ki vardır. Onların çalışmaları elbette ki yadsınamaz. Ancak onların çalışmalarının temelinde antik yunan bilgileri vardı ki artık bu husus tüm çevrelerce kabul görmüş durumda. Günümüz gelişmiş batı medeniyetinin temelinde İslam coğrafyası olduğu çok doğru. Çünkü onlar bir dönem sonra Hristiyanlaşma sonucu bilimi terk ettiler. Terk ettikleri bilimi onlara bizler verdik. Ama ilerletmeyi ihmal ettik. Bilim insanlarını tu kaka ilan ettik. Her şeyin Kuran da yazılı olduğunu, bu nedenle ilmi araştırmaların çokta gerekli olmadığını düşündük. Benim gibi bu görüşü savunanlara da “Olur mu canım öyle şey, bize inen ilk ayet OKU’ dur. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum mantığını baz alıyoruz! Her şeyi gavur ajanlar yapıyor. Onlar bozuyor bizi!” demeye devam ederek kendimizi kandırdık.

Görünen köy kılavuz istemiyor. Hastalandığınızda kullandığınız ilacı kimler icat etti? Nükleer enerji? Elektrik? Otomobil? Uçak? Atom? Kimyasallar? Fırın, çamaşır ve bulaşık makinası, Televizyon, Cep Telefonu, gündelik eşyalarınıza bir göz atın. Daha o kadar çok örnek var ki, biz neyi icat ettik? Neyi bulduk?

En güzel yaptığımız şey eleştirmek. Bunu güzel icat ettik. Bilinçsizce, okumadan, bilgisizce ve desteksizce eleştirmek. Avrupa da yaşayan Türklere bir göz atın. Hiç kimse milliyetçilik masalları ardına saklanmasın. “Bu kefereler g.tünü bile yıkamıyor pis cenabetler!” iyi de suçlamadan önce iyi düşün: onların memleketinde onların parası ile ne işin var? Oradaki Türkler gayet güzel yaşıyorlar. Madem orada hayat berbat neden dönmüyorlar buraya? Oralara bir gidin, bizimkilerin yaşantısını bir görün sonra karar verin. Davulun sesi uzaktan hoş gelir masalının ardına saklanmayın. Mutlaka bu yazımı okuyan gurbetçilerimizden bazıları bana kızacak ve eleştirecek. Lütfen doğruyu söyleyin. Orada ki sağlık ve eğitim mi? Buradaki sağlık ve eğitim mi… Karar sizin. Ya ulaşım ve sosyal yaşam? Orada yaşayan vatandaşlarımızı kesinlikle eleştirmiyorum. Yaşamlarının gereği doğup büyüdükleri topraklardan ayrılıp gurbete çıktılar. Ancak şu an pişmanlar mı? İstisnalar dışında pek sanmıyorum.

Şöyle bir görüş ile de tartışmaya katılmayın: “Onlar terör destekçisi, bizdeki teröristleri besliyor ve kolluyorlar. Onları finanse edip silahlandırıyorlar, bizi karıştırıyorlar sayın yazar. Neden bu hususlardan bahsetmiyorsun? Onların adamı mısın yoksa?” Bu savda gerçeklik payı olmakla beraber (Ajan veya onların adamı değilim) o bahsedilen ülkeler ile müttefik, stratejik ortak, ekonomik partner ve “Kardeş Ülke” olduğumuz ironisine ne diyeceksiniz peki? Bu nedenle böylesine tartışma konusunu komik ve yetersiz buluyorum. Örneğin aramızın en bozuk olduğu dönemlerde bile İsrail ile yapmış olduğumuz ortak tatbikatlar ve ekonomik işbirliği anlaşmaları varken…

Bizler için ağır olsa da evet, o adamlar daha bilgili ve daha medeni. Kullandığımız ve kullandığınız her şey onların icadı. Bu gerçeği kabullenin artık. Burada suç ajanlarda değil, bizle uğraşan kimse yok, toplum mühendisliği diye bir şey yok. Kafanızı kaldırın artık. İllüminati, Masonlar ve Thule Tarikatı gibi fraksiyonlar sizle uğraşmıyor. Sen ilerlemek istedin de kim tuttu seni? Roket icat etmek istedin de kimler engelledi? Gündelik eşyalarını icat etmek istedin de kafana silah mı dayadılar? Hadi bizle uğraşıyorlar. Neden İslam coğrafyasında ilerlemiş tek bir toplum ya da ulus yok? Ki onlar inandıkları dinin kitabını anlayarak ve pratiklerini hayatlarına geçirerek uyguluyorlar. Madem her şey ilahi kitaplarda yazılı, onlara dayanarak yapılan bir tane keşif veya ilerlemeyi söyleyin?

Hiç düşündünüz mü? Batı neden vites attı 1500-1600’lerden sonra? Evet, o döneme kadar en parlak dönem bizde. Ya sonra? Ne oldu da hızlı bir gelişim gösterdiler. Yahudiler mi? Kabbala mı? Tapınakçılar mı? Kimler? Uzaylılar mı ilim öğretti batıya? Günümüz Roket teknolojisini Çin yaptı diyorsanız sınıfta kaldınız. Werner Von BRAUN ismini bir araştırın. Ya İstanbul’u fetheden toplar?

Çünkü bu tarihlerde Batı, din ve bilimi birbirinden söktü attı. Engizisyonun baskısını ortadan kaldırdılar. Neden, Niçin ve Nasıl soruları aranmaya başlandı. Onlardaki Din adamları bile sırf ateist ve deistleri ekarte edebilmek için Bilim ve Fen’e sarıldılar. En basitinden bizim camiada böyle sorulara gerek yok. Uzay araştırmalarına gerek yok çünkü “Göklerde” ne olduğu anlatılmış. Ne gerek var ki? Mesela insanının yaratılışı. Gerek yok incelemeye, Adem ve Havva’dan geldik bitti. Ne gerek var araştırmaya? Bir örnekle Cübbeli Ahmet Hoca 2013 yılında NASA için ne demişti, Milyarlarca dolar yatırım yapmanın cahillik olduğunu söyleyerek, "Mars'ta su var mı? Et var mı? But var mı? Manyak manyak işler... Ben sana söyleyeyim, sen oraya çıkamadan dünya kopacak. Masrafa değmez. Ver bana 100 bin dolar her şeyi söyleyeyim. Ne cahil adamsın. Kur-an'da var, hadiste var. Bakmıyorlar ki..."

Ya bu “Gavur” aleminin araştırmaları olmasaydı ne olacaktı? Bu araştırmalar sayesinde icat edilen unsurları kullanıyorsunuz. İlaçlar, günlük alet ve edevatlar… Her şey… Hadi şunu yapın. Kendinize 3 gün verin. Evdeki eşyalarınızın bir listesini çıkartın ve onların “icat” ettiği şeyleri 3 gün kullanmayın. Buna elektrik de, günlük ilaçlarınız da dahil. Bakalım kaç gün dayanabiliyorsunuz? Maalesef işimize gelince “İyide bu icatlar global/küresel icatlar. Neden kullanmayayım? Müslüman her şeyin en doğrusunu ve en güzelini kullanır. Onlar yapsın biz kullanırız.” diyebilirsiniz. Peki niçin bu “global/küresel” icatları biz yapmıyoruz? Kısaca AR-GE olarak adlandırılan Araştırma ve Geliştirme faaliyetleri bu ülkede neden geride? Ülkede az da olsa kurulmuş olan AR-GE birimlerinde görev alan bilim insanlarına dikkat edin. Hangi ülkelerde, hangi okul ve akademileri bitirmişler. İslami Coğrafyadan çıkan bir AR-GE çalışmasını veya icadı söyleyin. Amacım kimseyi ezmek veya rencide etmek değil. Sadece okumanızı ve sentezlemenizi istiyorum. Yazının başlarında söylediğim gibi neye inandığınız veya neye taptığınız umurumda bile değil. İnanç en önemli özgürlüklerden birisidir. Yaşama hakkı gibi. Herkes birey olarak kendi ölçeğinde istediği şeye inanabilir ve ibadet edebilir. Ya da inanmayabilir.

Bu toplumda beraber yaşıyoruz. Batıda bilim ve fen gelişirken kimse kimseye inancını sormadı. NASA Apollo projesinde çalışan Müslüman Bilim İnsanlarına bir bakın. Farouk El BAZ sadece bunlardan birisi. A.B.D. de Aziz SANCAR ile hepimiz gurur duyduk. Türkiye’de bu başarıyı gösterebilir miydi?

Maalesef İslam coğrafyası Din ve Bilim’ i yan yana koyamadı. Onların artıkçısı ve pazarıyız sadece. Onlar için alt segment insan grubuyuz. İslam coğrafyasını yönetenlere bir bakın. İdarecilerin ailelerine ve yaşantılarına. Onların ve çocuklarının okudukları okullara bir bakın. Bazılarının eşlerine ve giyim tarzlarına. Hatta yaşam tarzlarına. Maalesef onların aynadaki yansımalarıyız. Kendi ülkemize bir bakın. Amacım siyaset değil. Hiçbir zaman siyaset yapmadım ve bu yazımda da yapmayacağım. Ancak maalesef ülkemizdeki her siyasi yapı onlara iktidar hırsı ile göz kırpıyor.

Kimseye isyan edin, bayrak açın, devrim yapın, sokaklara dökülün demiyorum. Modern, çağdaş hukuk devletlerinde değişim EĞİTİM ile başlar. AKIL ve BİLİM ön planda tutulduğu sürece bu millet ne uşak, ne de artıkçı olur. Kimsenin oyun sahası olmaz. Kimsenin pazarlık konusu olmaz. Yön verilen değil, Yön veren oluruz.

Okuyun ve bilime önem verin. İnsana ve sanata önem verin. Kaç yaşında ve ne mezunu olduğunuz hiç önemli değil. Bir kursa yazılın. Gönüllü faaliyetlere katılın. Görün bakın değişim nasıl gerçekleşiyor. Çocukları gelecek olan görün. Potansiyel kaçak işçi değil. Kadınları insan olarak kabul edin. Seks objesi ve eve kapatılacak mal olarak değil. Bir grup erkek okuyucu için söylüyorum: Hiç kimse ikinci sınıf değil. Hiç kimse sizin sahip olacağınız malınız değil. Hiç kimse penisinizin zevk makinası değil. Hiç kimse sizin kaburga kemiğinizden üretilmedi. Hiç kimse şeytan tarafından kandırılan kadın nedeni ile dünyaya azap için gönderilmedi. Hiç kimsenin görevi evde oturup sizi tatmin etmek değil. Hiç kimsenin görevi kendisini elçilere bağışlamak ta değildi. Sizlere tavsiyem bilim anlamında Marie Curie’nin hayatını iyi okuyun.

Din faktörünü önceliğine alan ve almayan ülkelere bir bakın. Kimler önde, kimler arkada. Söylemek istediğim, din pratiklerinin bireylere indirgenmesi. İsteyen istediğine inansın; ancak kişisel düzeyde inansın. Devlet düzeni, eğitim, iş yaşamı ve sosyal yaşamdan bu pratikleri uzak tutun. Görün bakın neler oluyor.

Bu yazıda bahsettiğim unsurlar inançlı ya da inançsız tüm toplumumuzun ortak kabul ettiği hususlar. Yalnız Din faktörünü hayatının tam ortasına yerleştirenler, bu faktörde sorun görmediği için suçu başka yerlerde, komplo teorilerinde ve fantastik hikâyelerde aramaya devam edecek.

Bu yazıda önceki yazılarıma nazaran daha çok yorum kullanarak Durum Etüdü yaptım. Bunu yaparken karşılaşacağım eleştiri oklarını baştan kabul ediyorum. Bazı görüşlerim, birçoğunun reddedeceği, kaynaksız ve desteksiz bulacağı fikirler olmakla beraber aslında eleştirel yaklaşanların da aklında küçük soru işaretleri kalacağına eminim. Çünkü yazıda “BİZİ, KENDİMİZİ” anlattım. Kısacası kabul edemeyeceğiniz ya da reddedeceğiniz bir husus olduğunu pek de sanmıyorum.

“Bütün ilerlemeler, insan fikrinin eseridir. Fikri harekete getirmek birinci işimiz olmalıdır. Bir kere millet benliğine hakim olsun ve düşünebilsin, yeter! Başlangıçta hatalı düşünse de, az zaman sonra bu hatayı düzeltebilir. Fikir bir kere faaliyete başladı mı, her şey yavaş yavaş düzene girer ve düzelir.

Gözlerimizi kapayıp, yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş, uygarlaşmış bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız: bu yaşam ancak bilim ve fenle olur. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için bağ ve koşul yoktur.” Mustafa Kemal ATATÜRK

OKUSANA BENİ

Din zırvaları hakkında düşünüp taşınma sürecinin stresini daha yeni üzerimden atmışım o zamanlar, kalın bağırsağım sevinçten halay çekiyo "oh be kurtulduuuk" diyerekten. İlk başlarda çok düşünmüştüm "ulen bunu bizimkilere söylesem mi söylemesem mi?" diye. Çünkü aile dindar, evde Nihat hatipoğlu'nun sesi eksik olmuyo, o kadar çok izleniyo ki rüyama girip "O arada Ebu el Pikaçu geldiiii, atıyorduuuu yıldırımlarııığğğ, balbazarrr çaresiiiz, balbazar kan revaaan içindeee, bitki pokemonu tabiii içine içinnneee alıyor yıldırımlarııı, o sırada yaradana sığınıyor balbazaaar yıldırımdan kararmış bedeniyle, Balba-Balbazaaar diyor..." şeyler izletiyo bana.

Neyse zaten bu süreci başka bir ara yazacağım aile ve çevre tepkisi diye, şimdi jokerimi kullanıp heba etmeyeyim reyiz. İşte bu Nihat Hatipoğlu'lu dindar aile ortamında ben deist olduğumu söyledikten sonra üzerinden 1 ay kadar geçmiş. Benim üzerimde de acayip bi rahatlama var, anlatmak imkansız diyeyim. Cennette huri alacak adamdan daha büyük bi sevinç var içimde. Vel hasıl falan filan, 1 ay geçtikten sonra pismillak demeden annem geldi yanıma. Çayını demlemiş, kahvaltısını hazırlamıştım anacuğumun, odamda oturuyodum. Odamın kapısını araladı, bende bilgisayar başında hareketsizce duruyorum, bukalemun taklidi yapıyom sadece yandan yandan bakıyom ne diyecek diye, anlayacağın kafa hareketli popo sabit. Sonrasında şu ölümcül muhabbet geçti aramızda:

- Annem: Napıyosun ?
- Ben: ..... (Anneme bakıyorum, malum ne yaptığımı görüyo zaten oturuyorum, aya füze gönderecek potansiyelim vardı da ben mi şeyetmedim)
- Annem: İçimde bi his var ya, midem... (Evet anne içinde bi his var miden biraz garip çünkü hem midende yara var hemde gastritin var, yani mortal kombatta Raiden dan fatality yiyen Sonya'dan farkın yok. Midende o yüzden garip bi his olmasın?)
- Ben: Eeee? Mide ilaçlarını falan aldın mı? Su falan içiyo musun? Ne zaman görsem zenciler gibi sigara içiyon, zaten miden sorunlu; delik deşik olmuş avm torbası resmen miden...
- Annem: Okusana beni azcık rahatlayayım.
- Ben: ... (Yaklaşık 2 dakika kadar suskun bir şekilde baktım, ama dayanamadım gülme geliyo tutuyorum, sonunda dayanamayıp gülmeye başladım)
- Annem: Ne gülüyosun! Abdest alda okusana beni. (He oldu tamam, tibi tibi ya)
- Ben: Anne şakamı yapıyosun :) ?
- Annem: Yahu niye yahu niye ? (uuu agresif kadun, ver eline mızrağı savaşa yolla bebişimi)
- Ben: Anne ben size deistim demedim mi? İnanmıyom ki dinlere falan...
- Annem: Ya inanmıyosan inanma hadi abdest alda oku beni.
- Ben: Muhahahahahahahahahaha! Yahu deli misin ben inanmıyom diyom, sen diyon abdest alda oku beni. Ben okuyamam başkası okusun benim okuyacak başka şeylerim var Zeus affetsin, Thor günahlarımı kokulu silgiyle silsin. Sen enişteme git eniştem yada ablam okur seni.
- Annem: İyi ha iyi, iyi !

Yahu ben napayım be reyiz, ölüden şey istemek gibi bişi bu. İnanmadığı dinin ritüelini niye yapsın ki bi insan, ne acayip şeylere inanıyomuşum nan zamanında, hastane, ilaç, bilim diye bir şey var. Okuyayım da geçsin falan, he yavrum he, he tamam...

Yazan: Anu

DİN VE BİLİM 2 | MUCİZELER

DP, din ve bilim, din, islamiyet, Kuran mucizeleri, Kuranda güneş, Nasa Kuran'ı araştırıyor iddiaları, Kuran ve bilim, Kuranda ayetler, Bilim ve din, Kuranda yıldızlar, Kuran bilime ışık tutmaz, Kimilerine göre Din tüm teknolojileri çağlar öncesinden bize “apaçık” müjdeliyor. Gönül ve mantık gözü kapalı olanlar ise bu bilgi havuzundan maalesef mahrum kalıyordu. Fakat bu işi çözen “Gavur Güruh” bu durumun farkına vardığından, hemen Kuran çözümleme işine girmiş, tüm asırların – geçmişin ve geleceğin – ilmine sahip olmuşlardı. Toplumumuzda bu tip komplo teorilerini savunanlar yadsınamayacak ölçüde. Hatta muhafazakar kanadın ciddi bir gazetesi, NASA’nın ciddi ciddi Fecr 6-7-8 ‘ de bahsedilen İrem şehrinin peşinde olduğu, bu nedenle Kuran’ı araştırdıklarını söylüyorlardı. NASA aslında büyük bir yanılgı içerisinde. Şüphesiz apaçık ayetler ile açıklanmış bu kitapta yer alan bilgiler kesin verilerdir. Git, Arapça tefsir/meal konusunda uzmanlaşmış bir Müslüman yakala, o sana koordinatları versin. Neden o kadar araştırma vs. ile uğraşıyorsun.

Öyle ya, Werner Von BRAUN gizli Kuran okuyucusuydu. Onca ilim ve icat oradan esinlenmişti. Şu an uzaya, aya ve diğer gezegenlere ulaşım, füze teknolojisi bildiğiniz süpersonik uçaklar jetler vs. hepsinin tek bir mucidi var. Werner Von BRAUN. Nazi Almanya’sında bir SS Albayı (Bilim Subayı) olan bu bilim insanı, Londra’yı tarumar eden meşhur V1 roketlerinin mucidiydi. Savaş biraz daha uzasa V2 roketleri ile Britanya’nın coğrafyasını dümdüz edecekti. Savaş sonrası teslim olan Von BRAUN, A.B.D. nin meşhur Paperclip operasyonu ile diğer tüm nazi bilim insanları (askerleri) ile birlikte kaçırıldı. Kendisine yeni bir kimlik verildi, Von unvanı silindi ve Werner BRAUN olarak yıllarca (1970’lerin ortasına kadar) NASA’da hizmet verdi. Aya giden SATURN V roketinin motorlarını ve avionik aksamlarını bizzat BRAUN tasarlamıştı. Onun icadı olan V2 roketlerinin parça ve enkazlarının bir kısmını/kurtarabildiklerini kaçıran Sovyetler ise KOROLEV başkanlığında bu parçaları bir araya getirerek uzay ve füze yarışına dahil oldu.

Bizler 50’ler ve 60’larda toplumsal kalkınma ile uğraşırken diğerleri uzay ve teknoloji yarışında yerlerini almışlardı. Ağır bir savaş (II. Dünya Savaşı) geçiren dünyanın nasıl böyle hızlı ilerlediğini hep tartıştık. Öyle ya? Onlar birbirlerinin dostu idiler. Asıl olan şuydu. Onlar toplumsal dönüşümlerini tamamladıklarından geriye sadece teknolojik ve sanat anlamında ilerlemeler kalmıştı. Bizim teknolojik ve sanat ilerlemelerine/dönüşümlerine kavuşabilmemiz toplumsal dönüşüme bağlı olduğundan, bu iki dönüşüme maalesef sıra gelmedi. İster dini, ister toplumumuzu suçlayın. Netice bizim bu dönüşümü tamamlayamadığımız ve küresel dünya teknolojilerinin çok gerisinde kaldığımızdır.

“Ülkemizi ele geçirdiler… Atatürk ve İnönü bizi Yahudilere, masonlara sattı… İngilizlere peşkeş çekti” masallarına artık çocuklar bile inanmıyor. Sınıfta kaldığımız gerçeği ile yüzleşemiyoruz. Kabullenemiyoruz. İlla bir suçlu bulma gayreti içerisindeyiz. Neden? Çünkü biz dinini tam doğru yaşayan, en son indirilmiş, tüm güncellemeleri yapılmış, Hadis alimlerince açıkları (!) kapatılmış (Kuran-ı Kerim’e daha büyük bir küfür düşünemiyorum. Bizi suçluyorlar ama asıl büyük küfrü onlar işliyor) bir dine inanıyorduk. Aslında en önde olan biz olmalıydık. Ama sorun Atatürk ve arkadaşlarında idi. Bizi Kuran ve dinden uzaklaştırdıkları için anlayamıyor ve onun pratiklerini hayata geçiremiyorduk. Ah Atatürk ve arkadaşları olmasa dinimizi tam bütün yaşayacak ve şu anda dünyanın en gelişmiş, en ileri ve en çağdaş ülkesi (tabi öyle bir ülke olur muydu o da ayrı bir konu) olacaktık. Sırf onlar engelledi. Onları İngiliz ve Yahudiler gönderdi önümüzü kesmek için. Mason locaları başardı bu işi.

Biraz bu olguya yumuşak yaklaşanlar suçlamaktan geri duruyor. Ancak Kuran-ı Kerime tam dönüş yaparsak bir anda sıçrama yapacağımızı savunuyor. Neden? Çünkü Kuran’ı okusak tüm bilgiler ile donanırız. Hemen örnekleyelim;

Ülkemizde bu tip savunucuların tutunduğu çeşitli bilgiler var.

Aslında o konular (Hangi konular?) Kuran da açıklanıyor. Bizim bi hoca vardı öyle demişti.
  • Kuran’da atomlar, gezegenler, uzay, kısaca her şey açıklanıyor. Hatta daha gavurlar dünyaya düz derken bir yuvarlak olduğunu ve güneş ile ayın bir yörüngede yüzdüklerini biliyorduk. (Bu bilgileri M.Ö. 4500 yıllarında Sümerler tabletlerde resmetmiş ve açıklamış.)
  • İnsanın yaratılışı Kuran da öyle bir açıklanmış ki, 3 evrede nasıl yaratıldığımız (3 evrede yaratılma işe hepten patlak. Böyle bir şeyin olmadığını size istediğiniz Doktor sağlıkçı vs. açıklasın, iyice araştırırsanız biyoloji kitaplarında bile var.), nutfeden nasıl oluştuğumuz (nutfe atılan bir kısım su anlamına geliyor. Spermin ne olduğunu bilmiyorsan bu yazının devamını okuma gayretine girme.), Kemiklere etin nasıl giydirildiği öyle bir anlatılmış ki (Etin kemiklerin üstünde olduğunu bilmemek için farklı bir boyutta yaşıyor olmak gerek.), bizim hoca anlatınca hayret ettim vallahi.
  • Hz. Muhammed okuma yazma konusunda zayıf iken, çölün ortasında yaşayan biri nasıl böyle bir kitap yazabilir? (Varaka Bin Nevfel’i ve vahiy kâtiplerini bir araştırın derim)
  • İbn-i Sina, Farabi, Biruni gibi İslam alimlerimiz var. Bunlar Kuran- ı iyi çözümledikleri için ilimlere vakıf oldular. (Bunların alim olmadığını, bilim insanı olmadığını iddia etmek elbette hakaret olur. Ancak bir döneme damga vuran bu değerli bilim insanları o sahip oldukları eşsiz bilgileri Kuran’ dan değil, bilakis antik yunandan edinmişlerdi. Bana inanmayabilirsiniz istediğiniz kaynağa başvurun.)
  • Evrim falan hikaye, kadın zaten kürek kemiğinden yaratıldı. (Yahu yuh. Kuran’da böyle bir ayet yok. İnandığı kitaba iftira daha nasıl olabilir ki? Allah’ ın adıyla yalan en büyük günahlardan. Üstelik kürek kemiği meselesinin İsrailliyattan geldiği çoğu İslam aliminin de malumu)
  • Evrim falan harbiden hikaye. Bak, tek hücreli canlılar, bakteriler, virüsler, sinekler hala aynı… (iyi de biraderim antibiyotik ve pestisit-insektisit ilaçlarının geliştirilmesi evrimin ispatının en büyük kanıtı. Genetik mutasyon sonucu bir sonraki jenerasyon bir önceki jenerasyona üstün gelen ilaç ve antibiyotiklere bağışıklık sağlıyor, hiç mi mutasyona uğrayıp kitleleri kırana koyan grip salgınlarını duymadın? Ha doğru ya, o işi Yahudiler yapıyordu)
Kısacası bu mantığa oturtma çabaları her seferinde çuvallamakla kalmıyor, adeta çöküntüye uğruyor. En dibe vuran zat-ı muhteremler dayanamayıp “aslında siz Yahudi-Hristiyan uşağısınız… Sonunuz gelecek. Bizim zamanımız geldi!...” gibisinden savunmalara geçiyorlar ki, bu sitenin Facebook hesabına gelen yorumlar bunu kanıtlar nitelikte. Site moderatörü ve kurucusu A.Kara'nın sayesinde saçma sapan tartışma ortamlarından uzak kalıyoruz.

Konumuza dönelim, madem Kuran-ı Kerim çağlar öncesinden gelen çağlar ötesi “apaçık” bir kitap, neden bilimsel çoğu kavram ile uyuşmuyor? Neden hayatımızın tüm pratiklerini sağlayan teknolojiler “gavurların” ürünü? Lütfen bana İslam alemini şöyle böldüler böyle böldüler edebiyatı yapmayın. İstanbul’u fetheden topları kim yaptı? Barut? Pusula? Astronomi? Tıp?

Üçüncü Mustafa'nın saltanat yıllarında, 1770'lerde yaşanan bir olay. Türk ordusunu, özellikle de topçu birliklerini modernize etmesi için Fransa'dan getirilen François de Tott adındaki Macar asıllı bir Baron, topların namlularını temizlemek için domuz kılından yapılma fırçalar kullanınca kıyamet kopmuş, modernleşmenin karşısında olanlar bu fırçaları bahane edip Baron'u geri göndertmeye çalışmışlar ama hemen herkesi şaşırtan bir savunmayla karşılaşınca susmak zorunda kalmışlardı. Baron de Tott 'Camilerin badanası da domuz kılından fırçalarla yapılıyor, hatta fırçanın kılları duvarlara yapışıyor. İbadethanelerin kutsallığını bozmayan domuz kılını düşmanlarınıza karşı kullanmanızda hiçbir sakınca yoktur' deyince 'Müminlerin şanı ve selameti için' domuz kılından yapılma fırçaların kullanılmasına devam edilmişti.

Şimdi yalın ve tarafsız olarak örnekleme için Güneş ve Yıldızlar hakkındaki ayetleri sıralayalım.

Önce Güneş:

Kuranda güneş ile alakalı tahmini 34 ayet geçiyor
2:258 -
Allah, kendisine hükümdarlık verdi diye, Rabbi hakkında İbrahim'le tartışanı görmedin mi? Hani İbrahim, ona: "Benim Rabbim odur ki, hem diriltir, hem öldürür." dediği zaman: "Ben de diriltir ve öldürürüm." demişti. İbrahim: "Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir!" deyince o inkâr eden herif şaşırıp kaldı. Öyle ya, Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.
6:78 -
Güneş'i doğarken görünce: "Rabb'im budur, bu hepsinden büyük" dedi. O da batınca dedi ki: "Ey kavmim! Ben sizin (Allah'a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım".
6:96 -
Karanlığı yarıp tanyerini ağartan O'dur. Geceyi, dinlenmek için; Güneş'i, Ay'ı (vakitlerinizi) hesaplamak için yaratmıştır. İşte bu, her şeye galip gelen ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
7:54 -
Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.
10:5 -
O Allah'dır ki, senelerin sayısını ve hesabını bilesiniz diye güneşi bir ışık, ayı da bir nur yaptı. Ve aya menziller tayin etti. Allah bunu hak olarak yarattı. O, bilecek olan bir kavim için âyetlerini ayrıntılı olarak açıklar.
12:4 -
Hani bir vakitler Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım, ben rüyada onbir yıldızla güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm."
13:2 -
Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.
14:33 -
Sürekli olarak yörüngelerinde hareket eden ay ve güneşi, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verdi.
16:12 -
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
17:78 -
Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.
18:17 -
Ey Muhammed! Baksaydın güneşin doğduğu zaman mağaranın sağ tarafına yöneldiğini, batarken de sol taraftan onları makaslayıp geçtiğini görürdün. Onlar, mağaranın geniş bir yerinde idiler. İşte bu Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse, işte o, hakka ulaşmıştır; kimi de hidayetten mahrum ederse, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.
18:86 -
Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: "Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi davranırsın."
18:90 -
Biz süre sonra, güneşin doğduğu yere varınca onu, güneşe karşı kendilerine bir siper yapmadığımız bir topluluğun üzerine doğar buldu.
20:119 -
Ve sen orada ne susarsın, ne de güneşin sıcağında kalırsın"
20:130 -
O halde, dediklerine sabret; güneşin doğmasından önce ve batmasından önce Rabbini hamd ile tesbih et. Gecenin bir kısım vakitlerinde ve gündüzün etrafında da tesbih et ki hoşnudluğa eresin.
21:33 -
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O'dur. Bunların her biri kendi dairesinde dolaşmaktadır.
22:18 -
Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık ona ikram edecek yoktur. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.
25:45 -
Rabbinin gölgeyi nasıl uzatmakta olduğunu görmedin mi? Dileseydi onu elbet hareketsiz de kılardı. Sonra biz güneşi, ona (gölgeye) delil kılmışızdır.
26:60 -
Derken (Firavun ve adamları) güneş doğmuştu ki, onların ardına düştüler.
27:24 -
"Onun ve kavminin, Allah'ı bırakıp güneşe secde ettiklerini gördüm. Şeytan, kendilerine yaptıklarını süslü göstermiş de onları doğru yoldan alıkoymuş. Bunun için hidayete giremiyorlar."
29:61 -
Andolsun ki onlara, "Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?" diye sorsan "Allah" derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar?
31:29 -
Görmedin mi ki, Allah geceyi gündüze sokuyor, gündüzü geceye sokuyor. Güneş ile ayı da emrine boyun eğdirmiştir. Her biri belirli bir süreye kadar akıp gidiyor. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.
35:13 -
O, geceyi gündüze sokuyor, gündüzü de geceye sokuyor. Güneşi ve ayı emrine âmâde kılmıştır. Her biri mukadder bir gayeye akıp gidiyor. İşte bu gördüklerinizi yapan Allah sizin Rabbinizdir. Mülk (hükümranlık) O'nundur. O'ndan başka taptıklarınız ise, bir çekirdek zarını bile idare edemezler.
36:38 -
Güneş de bir delildir ki kendi yolunda akıp gidiyor. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah'ın takdiridir.
36:40 -
Ne güneşin aya çatması yaraşır, ne de gece gündüzü geçebilir; onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.
39:5 -
O, gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne sarıyor, gündüzü de gecenin üstüne sarıyor. Güneşi ve ay'ı emrine âmade kılmış,her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki, çok güçlü ve çok bağışlayıcı olan ancak O'dur.
41:37 -
Gece ile gündüz ve güneş ile ay Allah'ın kudretinin delillerindendir. Güneşe ve aya secde etmeyin. Eğer sadece Allah'a kulluk yapmak istiyorsanız, onları yaratan Allah'a secde edin.
50:39 -
Ey Muhammed! Onların söylediklerine karşı sabret. Güneşin doğuşundan önce (sabah namazını) ve batışından önce de (öğle ve ikindi namazalarını kılarak) Rabbini Hamd ile tesbih et.
55:5 -
Güneş de ay da bir hesab iledir.
71:16 -
Ve Ay'ı bunların içinde bir nur yapmış, güneşi de bir lamba kılmış.
75:9 -
Güneş ve ay toplanır,
76:13 -
Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk.
81:1 -
Güneş katlanıp dürüldüğünde,
91:1 -
Güneş'e ve onun parıltısına,

Şimdi Yıldızlara bakalım:

Kuranda yıldız ile alakalı tahmini 18 ayet geçiyor
6:76 -
Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü:"Rabb'im budur" dedi. Yıldız batınca da:" Ben batanları sevmem" dedi.
6:97 -
Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için yaratan O'dur. Şüphesiz biz, bilen bir toplum için ayetleri geniş bir şekilde açıkladık.
7:54 -
Şüphesiz Rabbiniz Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra Arş üzerine hükümran oldu. O, geceyi durmadan onu kovalayan gündüze bürüyüp örter; güneş, ay ve yıldızlar emrine âmâdedir. İyi biliniz ki yaratma ve emir O'nundur. Âlemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir.
12:4 -
Hani bir vakitler Yusuf, babasına demişti ki: "Babacığım, ben rüyada onbir yıldızla güneşi ve ayı bana secde ederken gördüm."
16:12 -
Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize O verdi. Bütün yıldızlar da O'nun emrine boyun eğmişlerdir. Şüphesiz ki bunda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.
16:16 -
Daha birçok âlametler yarattı. İnsanlar geceleyin de Allah'ın yarattığı yıldızlarla yönlerini bulurlar.
22:17 -
Şüphesiz o iman edenler, yahudi olanlar, sabiîler (yıldıza tapanlar), hristiyanlar, ateşe tapanlar ve (Allah'a) eş koşanlar (yok mu?) Allah, kıyamet günü bunların arasını şüphesiz ayıracaktır. Çünkü Allah her şeyi hakkıyla görüp bilendir.
23-32
Hiç kuşkusuz, Şi'ra yıldızının/şuurlanmanın Rabbi de O'dur.
22:18 -
Görmedin mi, göklerdeki kimseler, yerdeki kimseler, güneş, ay ve yıldızlar, dağlar, ağaçlar, bütün hayvanlar ve insanlardan birçoğu hep Allah'a secde ediyor. Birçoğunun üzerine de azab hak olmuştur. Allah kimi hor ve hakir kılarsa artık ona ikram edecek yoktur. Şüphesiz Allah dilediği şeyi yapar.
24:35 -
Allah, göklerin ve yerin nurudur (aydınlatıcısıdır). O'nun nurunun temsili, içinde lamba bulunan bir kandil gibidir. O lamba bir billur içindedir; o billur da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nisbet edilemeyen mübarek bir ağaçtan çıkan yağdan tutuşturulur. (Bu öyle bir ağaç ki) yağı, nerdeyse, kendisine ateş değmese bile ışık verir. (Bu ışık) nurb üstüne nurdur. Allah dilediği kimseyi nuruyla hidayete iletir. Allah insanlara (işte böyle) misal verir; Allah her şeyi bilir.
37:6 -
Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla süsledik.
37:88 -
Derken yıldızlara bir baktı da: "Ben gerçekten hastayım" dedi.
52:49 -
Gecenin bir kısmında ve yıldızların batışında da O'nu tesbih et.
53:1 -
İnmekte olan yıldıza andolsun ki,
56:75 -
Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.
77:8 -
Hani o yıldızlar silindiği zaman,
81:2 -
Yıldızlar bulandığında,
82:2 -
Yıldızlar döküldüğü vakit,
86:3 -
O, karanlığı delen yıldızdır.

Şimdi bu bilgiler ışığında yorum sizin. Bu kavramları tam okuyup “apaçık” olan bilgiler ile gelecek çağlara hangi bilgiler aktarabilirsiniz? NASA bu bilgilerden hangilerini kullanıp uzaya hükmetmiş olabilir? Yahudiler burada bahse konu hangi bilgiler ile dünya silah teknolojisini yönetiyor? Ruslar, Japonlar, Fransızlar vs. “gavur” ülkeler hangi ayetleri kavrayarak sıçrama yaptı?

Maalesef Kuran ve Din belirli bir sınıfın (Ruhban benzeri) tekelinde olduğundan çarpık bilgi akışı nedeni ile insanlar hiç bilmedikleri bir dine inanıyor. İnsanların okuması ve öğrenmesi istenmiyor. Gelin empati yapın ve kendinizi Tam mümin bir Müslüman olarak düşünün. Soru ve cevap basit.

Hira mağarasında iken Hz. Muhammed'e Cebrail tarafından ilk ne bildirildi? Alak Suresi. Alak suresi ilk indirilen suredir. (İlk 5 ayet. Tam olarak indirilen ilk sure ise Fatiha suresidir)

Ne diyor Alak suresi: (Elmalılı Hamdi YAZIR’dan)

1 - Yaratan Rabbinin adıyla oku!

2 - O, insanı bir alekadan (embriyodan) yarattı.

3 - Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.

4 - O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.

5 - İnsana bilmediği şeyleri öğretti.

Madem sana ilk inen ayet ve emir OKU! NEDEN OKUMUYORSUN BRE ÇAKMA MÜSLÜMAN!!!

Çünkü okunmasından korkuyorlar. Öğrenilmesinden korkuyorlar. Okundukça neler olabileceğini bildiklerin ellerinden geldiğince anlayarak ve araştırarak okunmasını istemiyorlar. Yoksa sistemleri çökecek. Vatikan ve Hristiyan dünyası çoktan el attı bu konuya. Bizde ki ilahiyatçılar yeni yeni başladı. Bilim ve Din başlıklı ilk yazımda zaten bu konuyu irdelemiştim.

Din ve Bilim maalesef örtüşmüyor. Örtüştürme çabaları ise boşa çıkıyor. Bu sadece İslam dininin sorunu değil. Aynı şekilde Yahudilik ve Hristiyanlık dinleri de bu durum ile başa çıkabilmek için yoğun uğraş veriyor.

Bazı sesleri duyar gibiyim: “Yahudiler din ile yönetiliyor sayın yazar. Niye bunları söylemiyorsun? Amacın sırf İslamiyet’i karalamak. Onları koruyorsun” Kusura bakmayın. Ülkemiz ve toplumsal çoğunluğumuzun anlayış ve dilini kullanmak zorundayım. Yalnız şu noktada vereceğim cevap bu ses sahiplerinin hoşuna gidecek. Yahudilik ve Hristiyanlıkta ki durum daha da vahim. İslamiyet en azından bazı kavramlara açıklama getirip özetliyor. Onlar da bu da yok. Tamamen fantastik hikayeler ile bezenmiş söylevlerden ibaret. Hele Yahudilerin Talmud’u var ki evlere şenlik.

Günümüz İsrail’i her ne kadar din devleti gibi gözükse de yönetim kadrolarının din ile ilişkisi bizdekiler gibi. Sadece halkı daha etkin yönetmek ve idare etmek için. Yoksa asıl yönetim unsurları Millet Irkçılığı ve Ulusçuluğa dayalı. Noam Chomsky bu hususları gayet iyi özetliyor. Neyse konumuza dönelim,

Bilim ve Din… Emre DORMAN, TV8 kanalında Aklımdaki Sorular programı’nda konukları ile bazen bu konuları tartışıp cevapları bulmaya çalışıyorlar; ancak tarafsız ve objektif izleyenler varsa –maalesef- çözüm bulamayıp yorum deryası içerisinde oluşan girdaplarda kaybolup gittiklerini rahatlıkla görebilirler. Aksine, bu ve benzeri programlar size Deizm veya Ateizm’ de Master yaptırır benden söylemesi. İmanınızı sakatlayıp mürtet olmayın.

Bilim ve Din maalesef birbirlerine uzak kavramlar. Yan yana gelmeleri gerçekten çok güç. Bazı okuyucular bana kızıyor hatta bela okuyor olabilirler. Bana saldırmak için ayıracağınız vakti biraz araştırmaya ve okumaya ayırsanız nasıl olur?

İlk yazım Bilim ve Din’ i okuyanlar, benim Deist olduğumu rahatlıkla anlamışlardır. Kusura bakmayın, ancak sizinle yanyana geldiğimizde, Kuran, meal, fıkıh, hadis gibi hususlarda yarışmaya kalksak terleme katsayınız artar. En büyük hadis alimi olan Buhari ve Hanefilik kurucusu İmam Ebu Hanife’ nin hayatını okuyun – ama iyi araştırıp okuyun- . Yaşamlarına bir bakın. Nasıl ve hangi suçlamalar ile karşılaştıklarına bir bakın. Kimlerin nasıl ve neden zulüm ettiklerini öğrenin. Nasıl öldüklerini araştırın. Neden bu iki şahsiyeti araştırmanızı istedim? Çünkü hiç okumadığınıza, bilmediğinize adım gibi eminim. Birisi en büyük hadis alimi öteki senin mezhebinin kurucusu. Bunların üzerine daha hala bir şey anlamadıysanız diyecek bir şey yok. Fazla kasmayın. Kendinize güzel demli bir çay alıp arkanıza yaslanın, bizim için “Allah ıslah etsin” talebinizi yapıp, “yanacağımız” için bize üzülerek “keşke imanlarını sakatlamasalardı” deyin.
Sevgi ve sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product