HABERLER
Dini Haber
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
din etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İNCİL'DE TANRININ DİNLENMESİ

din, hristiyanlık, Tanrının dinlenmesi, İncilde tanrının dinlenmesi, Tanrı 7.günde dinlendi, Hristiyanlıktaki çelişkiler, Tevrattaki çelişkiler, İncildeki çelişkiler, A,
Bilindiği gibi İbrahimi dinlerin arasında oldukça benzer yönler vardır. Bunlardan biri de Tanrının dinlenmesi olayıdır. Özellikle Tevrat ve İncil'de açıkça geçen bu olay tıpkı dinini savunmaya çalışan herkes gibi bu dine inanan insanlar tarafından üzerinde kelime oyunları yapılarak kurtarılmaya çalışılmaktadır.

Öncelikle bakalım İncil'de Tanrının dinlenmesi nasıl geçiyor:
1) "Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı.
2) Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi.
3) Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, yarattığı bütün işi bitirip dinlendi." [Yaratılış 2]

Burada açıkça görüldüğü gibi Tanrının göğü ve yeri tamamen yarattığı, sonrasında ise dinlendiği yazıyor. 2.ayete "bakarsanız yapmakta olduğu işi bitirdi" yazdığını görürsünüz. Yani Tanrının dünyayı yaratması bitti, peki akabinde ne diyor: "Yaptığı işten o gün dinlendi."

Dolayısı ile "yaptığı işten o gün dinlendi" sözünü "yaptığı işten çekildi" yada "bitirdi" gibi tercüme ederek, anlayarak burada mantık hatasını düzeltmeye çalışmak akıllıca değildir. Çünkü bir önceki cümlede zaten "yapmakta olduğu işi bitirdi" diyor. Bunu söyleyen bir yaratıcı neden bir cümle sonra tekrar aynı manaya gelecek cümleyi kursun ki? Mantıksız...

Kaldı ki 3. ayette zaten yarattığı bütün işi bitirip "dinlendi" yazıyor. Buradaki dinlendiyi de aynı şekilde "yaptığı işten çekildi" anlamında yorumlamak sağlıklı olmaz, bu sefer tanrısı sürekli aynı şeyleri tekrarlayan bir spamcı durumuna düşürürsünüz.

Bariz bir şekilde işi bittikten sonra Tanrının dinlenmeye çekildiği ve bunun da 7.gün olduğu açıktır. 7 rakamı ise rastlantısal değildir, yani Hristiyan inancına göre laf olsun diye 7. günde dinlenmemiştir tanrı. 7 Hristiyanlık ve birçok dinde kutsal olarak nitelendirilen bir rakamdır.

Ek not, Tanrının dinlendiği gün yahudilerde ise Cumartesidir. Musevilerin Şabat günü de buradan gelmektedir.
Meraklıları tıklayarak buradan okuyabilir.

Yazan: A.Kara

SÜLEYMAN PEYGAMBERİN TÖVBESİ (KURAN VE TALMUD)

din, islamiyet, Hz Süleyman'ın tövbesi, Süleyman'ın tövbesi, Süleyman'ın cinleri, Süleyman neden tövbe etti, Kur'an ve Talmud, sizden gelenler, Aşmoday, Süleymanın içine giren cin,
SÜLEYMAN'IN TÖVBESİ VE TALMUD'UN KURANA ETKİSİ

Sad Suresi(38.Sure) 34-35
34 - Andolsun ki Süleyman'ı imtihan da ettik ve tahtının üzerine bir ceset bıraktık. Sonra tekrar tevbe ile önceki haline döndü.
35 - Süleyman: "Ey Rabbim! Beni bağışla ve bana öyle bir mülk ihsan et ki, ardımdan hiç kimseye yaraşmasın. Şüphesiz, bütün dilekleri veren sensin." dedi.

Şimdi arkadaşlar bu olayı anlamak için müfessirler çok uğraşmış. Tahtının üzerine bırakılan cesed ne ? Oğlu diyen olmuş , gerçekten Talmud'taki öyküdeki gibi şeytan diyen olmuş gibi gibi..

Şimdi metinlerarası bir bakışla bu durum açık görülüyor aslında.

Talmud'un Gittin Bölümü 68. maddesinde bir hikaye var uzunca. O hikayenin bizi ilgilendiren kısmında kısaca şöyle bir anlatım yer almakta:

 Aşmoday adında şeytanların(demonların,cinlerin) lideri bir varlık var. Bu varlık Süleyman'ı yanıltıp bağlı olduğu zincirleri çıkarttırıyor (Süleyman bu cini Tapınak'ı yapmak için kullanıyormuş ve bağlamış tehlikeli olduğu için ) ve  içinde Tanrı'nın Kutsal İsmi yazan (YHWH-Yahve)  Süleyman'ın yüzüğünü de çıkarmasını sağlıyor. (Süleyman bu yüzükle korunuyor bu kötü varlıklara karşı sanırım.)


Daha sonra Süleyman'ın yüzüğünü yutup onu dünyanın öbür ucuna fırlatıyor ve onun tahtına geçiyor. İlgili Talmud bölümünde Süleyman'ın sonra Sanhedrin adlı Yahudi dini kurulun/mahkemenin/konseyin de yardımıyla tahta döndüğü de yer almakta. İki haham arasında da tartışılmış Süleyman'ın akıbeti.

Biri demiş ki ''Hayır Süleyman hikayenin sonunda halktan biri olarak öldü, yani tahtı son yıllarında Aşmoday adlı cin ele geçirdi''.

Diğeri de karşılık olarak demiş ki: ''Yok öyle bir şey önce kraldı, sonra Aşmoday yüzünden tahtan indirildi ama en sonunda tekrar kral oldu''.

Kuran'ın bu hikaye çerçevesinde hangi görüşte olduğu da açığa çıkıyor çünkü Kur'an'a göre Süleyman kafir olmadı ve tevbe etti. (Bakara Suresi 102 ve Sad Suresi 35)

Durum açıkça görülüyor.. Kur'an bir kez daha Talmudik ve diğer hikayelerde görüldüğü gibi (örneğin Zulkarneyn/İskender hikayesi) Süryani geleneğin yoğun etkisinde olduğunu bize gösteriyor.

Kaynaklar:
●GİTTİN 68 B:14
"Solomon kept Ashmedai with him until he completed building the Temple. One day he stood with Ashmedai alone. He said to Ashmedai: It is written: “For him like the lofty horns of the wild ox” (Numbers 24:8), and the Sages say in explanation of the verse: “Like the lofty horns”; these are the ministering angels. “The wild ox”; these are the demons. In what way are you greater than us? Why does the verse praise your abilities and powers over those of human beings?"
●KUR'AN (SAD SURESİ, BAKARA SURESİ)

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostic

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

İLK UZAYA ÇIKIŞ VE MÜSLÜMAN İDDİASI

din,Müslüman takiyesi, sizden gelenler, Kur'an'ın gizemleri, islamiyet, Kur'an'da uzay yolculuğu,Takiye,Meryem suresi,Kur'an'da Sputnik
Takiyeci hanım burada Meryem suresinin uzaydan hatta ilk uzay yolculuğundan bahsettiğini yani bunun önceden bilindiğini ve Kur'an'da yazdığını söylemiş. Peki bakalım Meryem suresinde ne yazıyor:
54 Bu kitapta İsmâil’i de okuyup an. O gerçekten sözüne sadıktı; elçi-peygamberdi.
55 Halkına namazı ve zekâtı emrederdi ve rabbinin rızâsına ermişti.
56 Kitapta İdrîs’i de okuyarak an. Hakikaten o, pek doğru bir insandı ve bir peygamberdi.
57 Onu üstün bir konuma getirdik.

Şimdi ayetlere bakınca olayın hiçte iddia edildiği gibi olmadığı aşikar. Birini üstün bir konuma getirdik demek onu uzaya gönderdik anlamına gelmez. Kaldı ki uzaya gönderdik desin, 56.ayette üstün konuma getirilen kişinin İdris olduğu söyleniyor. Yani 57.ayette üstün konuma getirdik dediği kişi babam değil, 56.da da yazdığı üzere İdris.
Peki Kur'an bu ayette Rusların yaptığı ilk uzay yolculuğundan bahsediyor diyen hanımefendiye sormak istiyorum İdris Rus muydu? İdris 1900'lerde mi yaşadı?

Yani Kur'an bu ayette uzay yolculuğundan falan bahsetmez. Rusların uzaya gidişini falan bilmez. Burada İdris'e makam olarak verilmiş ayrıcalıktan bahsedilir (bilindiği üzere İbrahimi dinin tanrısı sürekli birilerini diğerlerinden üstün kılmayı sever).

Yani 57. ayete bakıp böyle bir anlam çıkarmak neyin kafasıdır bilmiyorum. Komik bir şekilde Rusların Sputnik 1'inden haber veriyor demeye getirmişsiniz ama yukarıda da yazdığım şekilde her yönden FOS bir iddia.

Komik olan ise Sputnik'in fırlatılma tarihini de yanlış biliyor olmaları, doğru tarih 4 Ekim 1957, saat 19:28'dir.

Yani sizin mantığınızla gizem aramaya kalkarsak bu tarihe göre 19, 28 yapıyor.
Peki bakalım Meryem suresi 28. ayetinde uzaydan mı bahsediliyor:
28 "Ey Hârûn’un kız kardeşi! Baban kötü bir adam, annen de iffetsiz değildi."

Evet hakikaten uzaydan bahsediyormuş... Çoğu zaman olduğu gibi iffet, namus, cinsellik vs. Yani konu uzay değil, cinsellik...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Agir Han

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

HİLAL VE YILDIZIN TARİHİ

A, din, islamiyet, Antik semboller, Hilal ve yıldız, Hilal ve yıldız sembolü, İslamiyetin sembolü, Camilerin tepesindeki ay, Ay tanrısı Sin ve İslam, İştar, Şamaş, Mezopotamya'da hilal ve yıldız,
Hilal ve yıldızın birlikte (ortak) kullanımı ilk olarak İsrail'dir ve antik İsrail krallığında yanyana kullanılmışlardır. MÖ. 13-14. yüzyıllarda Moabites tarafından kullanılmış olan bu sembol kendisine ait olan mühürlerde sıkça göze çarpmaktadır.

İslamiyetin sembolü olan hilal ve yıldız figürü aynı zamanda antik Sümer'de de en çok kullanılan öğelerdendir. Hilal, Ay Tanrısı "Sin"i temsil ederken yıldız ise Ishtar (İştar)'ı aynı zamanda Roma mitolojisindeki Venüs'ü sembolize eder.
Antik Sümer'de bu iki sembole ek olarak "Şamaş" adı verilen bir güneş diskinin de kullanımı yaygındır. Sümer medeniyetinde bu 3 sembol kullanılırken:
Ay: Sin'i, yıldız: İştar'ı, güneş: Şamaş'ı temsil etmektedir. (Arap diline Şems -güneş- olarak geçen Şamaş Asur ve Babil'de güneş tanrısı olarak tapınılmış bir ilahtır)

Hilal ve yıldızın bir arada kullanımı Mezopotamya medeniyetlerinde de görülmektedir. M.Ö. 147'de Kral 1. Mithridates, M.Ö. 58-38'de 2. Orodes ve M.Ö. 38-2'de 4. Phraates tarafından basılmış olan antik paralarda bu semollerin kullanılmış olduğu görülmektedir.
Kaldı ki yukarıda sayılan kişiler kullanmadan tam 2 milenyum yıl önc Elam devleti tarafından da kullanılmış, Babil mitolojisindeki zamanın ve ayın tanrısı Sin, güneşin kudretli hakimi, yeryüzü ve cennetin yargıcı olduğuna inanılan Şamaş ve yıldız tanrısı İştar sembolize edilirken bunlar babil krallarının güçlerinin kaynağı olarak kullanılmıştır (antik Mısır'da firavunların gücünü tanrıdan aldığını söylemesi gibi).

Fakat bu sembollerin İslam öncesi kullanım yerleri ve onlara ne şekilde tapınıldığı bilinmesine rağmen hiçbir Müslüman:
"Neden İslamiyet'in sembolü de "hilal"dir?
"Putperestliğe tepki olarak doğduğu söylenen bir din neden kendinden önceki putperestlerin kullandığı sembolleri aynen kullanmaya devam eder?"
diye düşünmüyorlar...

Kaynaklar:
Irving L. Finkel, Markham J. Geller, Sumerian Gods and Their Representations, Styx, 1997, p71,
André Parrot, Sumer: The Dawn of Art, Golden Press, 1961,
A.H. van Zyl, The Moabites, Brill, 1960, pp 111-112, pp 157-158,
Othmar Keel, Christoph Uehlinger, Gods, Goddesses, and Images of God in Ancient Israel, Fortress Press, 1998, p322,
John Hansman, "The great gods of Elymais" in Acta Iranica, Encyclopédie Permanente Des Etudes Iraniennes, v.X, Papers in Honor of Professor Mary Boyce, Brill Archive, 1985, pp 229-232,
Michael R. Molnar, The Star of Bethlehem, Rutgers University Press, 1999, p78

Yazan: A.Kara

İSLAM EVRENSEL MİDİR?

Aftiel, din, islamiyet, İslam evrensel midir?, İslam tüm insanlığı kapsar mı?, Kur'an evrensel midir?, Kur'an'da cinler, Arap inanışında cinler, Marid cini, Cinler
İslamistler İslam dininin her döneme ve bölgeye hitap edebileceğini öne sürerler. Acaba bu iddialarının doğruluk payı ne kadar? Dedikleri gibi evrensel bir kitap mı yoksa 6-7. yy. Arap kültürüne mi ait?

En’am 92. ayete bakacak olursanız Kur’an ın tüm dünyaya hakim olmak gibi bir amacının olmadığını fark edersiniz. Bahsi geçen ayette Kur’anın Mekkeye (oradaki deyim ile şehirlerin anasına) ve çevresine indiği anlatılmaktadır. Eğer Kur’an dedikleri gibi evrensel bir kitap ise Tanrı neden bu kadar yerel bir amaçla konuşmuştur?

Hicab. Yani baş örtüsü veya türban. Bu İslamiyet öncesinde Arapların kullandığı bir kıyafettir. İslamiyetten sonra ise kullanımı erkeklerin kadınları görüp etkilenmemesi için kadınlara zorunlu kılınmıştır(!). Yine Tanrı Arap kültüründen bir ögeyi kullanarak kendi istediğini gerçekleştirmiştir. Üstelik amacını başaramamıştır bile. Tesettür giymenin asıl amacı kadını gösterişten uzak tutmak ve erkeklerden sakınmasını sağlamaktır. Ancak günümüz Müslüman erkeklerinin kızları ve eşleri (Müslüman kadın demedim farkındaysanız çünkü Müslüman kadın diye bir şey yoktur. Müminlerin hanımları ve kızları vardır ki bu da başka bir günün konusu) tesettür takmakla beraber bir kova makyaj malzemesi kullanmaktadır veya sadece baş örtüsü takıp günlük giyilebilecek kot pantolon veya tişört giymektedirler. Bu durumda tesettürlü olmanın ne anlamı kaldı ki?

Diğer bir İslamiyet öncesi Arap kültürü ögesi ise cinlerdir. Bildiğiniz üzere cinler Kur’anda büyük bir yer kaplamaktadır. Ancak onlar da diğer birçok içerik gibi İslamiyet ile birlikte gelmemiştir. İslamiyetten önce de var olan “Marid” vb. Arap mitolojisi varlıklarındandır. Arap mitolojisinde cinler elementlerle özdeşleştirilmiştir. Ancak bu elementler bizim şu anki kullandığımız elementler tabloundakiler değildir elbet. Su, toprak, ateş ve havadır. Marid dediğimiz varlık da su cinidir. Diğer cinlerin arasında en güçlü olan ama en az bulunan cindir. Eğer İslamiyet dedikleri gibi eski cahiliye dönemini yıkıp yerine daha akılcı bir durum getirdiyse dilekleri yerine getirdiklerine inanılan ve varlıklarına dair hiçbir bilimsel kanıt bulunmayan bu varlıkları neden kendi sözleri içerisine sokmuştur?

İslami cezalar da yine eski yüzyıllardan kalma cezalardır. Suçluyu yere yatırıp falakaya tutmak, taşlayarak öldürmek, kafasını kesmek, ellerini çapraz şekilde kesmek. Tamamı ya canicedir ya da anlamsız ve çocukçadır. Tanrı resmen utanmasa kafalarını bir tahtaya geçirip domates fırlatın diyecektir. Günümüzde ötenazi hakkında tartışmalar yapılırken İslam zina cezası olarak ayaklara halk arasında sopa vurulması cezasını uygun görüyor. Şimdi lütfen söyler misiniz bunun neresi evrensel?

Zuhruf suresi 3. ayete bakacak olursanız Tanrı bizim Kur’anı daha iyi anlamamız için onu Arapça indirdiğini söylediğini görürsünüz. Günümüzde bile 7.53 milyar insan arasından sadece 220 milyon kişi konuşuyor. Yani dünyanın büyük bir kısmı Arapçadan bihaber. Peki bu durumda Tanrı neden Kur’an ı en çok konuşulan dillerden birinde göndermedi? Mesela Çinceyi konuşan 1.3 milyar kişi var. Tanrı en azından Çince gönderseydi dünyanın yaklaşık olarak çeyreği sıkıntı çekmeden Kur’anı anlayabilir ve üzerine düşünebilirdi.

Ayrıca Kur’anın Türkçeye çevrilmemesi, çevrilse bile Türkçe okunmaması da bu dinin bir Arap dini olduğunun diğer bir göstergesidir. İlla Kur’an ı Arapça okuyacaksın. Türkçe veya başka bir dilde okursan anlamını mı yitiriyor? Ya da tam çevrilemiyor diye mi Arapça okuman lazım? İyi de zaten çevrilemiyorsa nasıl bu anlamadığımız kitaptan sorumlu tutuluruz?

Kur’an 6-7. yy. Arabistan yarımadası yaşamını günümüze ve ülkemize aşılamayı günümüzde gayet iyi de başarıyor. Normal bir günde bedevi gibi gezenler mi dersiniz, karalar içinde suratı bile görünmeye kadınların etrafta korku filmi unsuru gibi gezmesi mi dersiniz her şey var.

Bir sonraki yazıma kadar modern kalın, mantıklı kalın.

Yazan: Aftiel

HİNDİSTAN'DA 4 YAŞINDAKİ ÇOCUK TOPLU TECAVÜZE UĞRADI

Haber
haber, Dini Haber, Haberler, Tecavüz haberleri,Hindistan'da tecavüz,Tecavüzcüye idam yasası,Hindistan'da 4 yaşındaki çocuğa toplu tecavüz,din, Cinsel istismar,
Yılan sokması nedeniyle Uttar Pradeş eyaletinde yoğun bakımda yatan ve tedavi görmekte olan 4 yaşındaki bir kız çocuğu 5 adamın toplu tecavüzüne uğradı, olay sonrası soruşturma başlatıldı.

Tecavüzün anlaşılması ise ilk olarak kız çocuğunun büyükannesine bir hemşir ile 4 adamın kendisine saldırdığını söylemesi ile ortaya çıktı. Yakalanan bir kişi gözaltında fakat diğerleri aranıyor.

Tecavüz vakalarının artması nedeniyle cezaları ağırlaştıran Hindistan'da tecavüz vakaları durmuyor. Daha önce de Yeni Delhi'deki bir otobüs yolculuğunda bir öğrenci toplu tecavüze maruz kalmış ve sonrasında tecavüzcüleri tarafından öldürülmüştü. 

12 yaşından küçüklere tecavüzün cezasının idam olduğu Hindistan'da yetişkinlere tecavüzün cezası ise 20 yıla çıkarılmasına olanak tanınmıştı.

Haber Tarihi: 05.11.2018
Kaynak: BBC

Admin Notu: Benzerliklerin farkında mısınız? Cinsel açlığın, tecavüz vakalarındaki yüksekliğin? Hindistan halkı ile ülkemizdeki halkın eğitim seviyesinin benzerliğinin? Oranın da dinin baskın halde yaşandığı bir toplum olduğunun farkında mısınız?

Hatta gördüğünüz gibi tecavüz yasasını yaşa göre kategorize etmişler. Bu absürd yasa eğer hatırlıyorsanız aynı şekilde günümüz hükümeti tarafından önerilmiş, halk tarafından "tecavüze uğrayanın yaşı mı olur, yaş ayrımı olmasın" tepkileri yükselmişti.
Ülkemizde tecavüz suçu için idam yasası isteniyor, idam cezası olan Hindistan'da tecavüz vakaları yine de durmuyor.

Bu ne demek?
Her zaman dediğim gibi, ceza ile bir işi çözemezsiniz. Ne ceza verirseniz verin bir öküz yine öküzdür. Önemli olan onu daha çocukken düzgün bir eğitim ile (aile + okul) büyütmek, hayatlarını din adı altında kısıtlamamaktır.
Yoksa istenirse tecavüz edenin üzerine göktaşı düşüreceğiz diyin, öküz yine öküzdür, yine de tecavüz eder.

EĞİTİM, EĞİTİM, EĞİTİM...

DİNİ REFORME ETMEYE ÇALIŞMAK NE KADAR MANTIKLI?

Aftiel, Caner Taslaman,İslami reformistler,Dini reformistler,Deve sidiği,Edip Yüksel,Martin Luther ve Protestanlık,din, islamiyet, İslami reform,İslamı güzel gösterme çabaları
Çoğunuz şu hikayeyi duymuşsunuzdur:
Zamanında Roma Katolik Kilisesi insanlara cennetten arsa satıyordu. İnsanlar yeterli ücreti ödediğinde cennetteki yerleri hazır oluyordu. Ancak bu fikir bazı kişilere anlamsız geldi.

Günlerden bir gün bir kişi kiliseye gelip sorar: “Cehennemden de arsa satıyor musunuz?”.

Cevap evettir. Ama kim cehennemden bir arsa almak ister ki diye düşünürler. Daha sonra ise çok ucuz bir fiyata bu kişi bütün cehennemi alır.

Cehennemin tapusuyla binlerce insana seslenir: “Bundan sonra kimse kiliseden cennet toprağı satın almasın. Çünkü cehennemin sahibi benim ve hiçbirinizin oraya giriş hakkı yok.”

Bunun üzerine kilise bu kişinin peşine düşer ancak bu kişi sığındığı kral sayesinde kiliseden kurtulur ve Protestanlık mezhebini kurar. Bu kişi Martin Luther'dir.

Bu hikayenin gerçeklik payı var mı bilmiyorum ancak gerçek olmasa bile günümüzde bu şekilde çalışan reformistler yok mu? Var. O zaman onlardan konuşalım.

İnsanlar ilerleyen zamanla dinin içindeki bazı saçma şeyleri görmeye başlıyorlar. Bir kısmı dinden çıkıyor, bir kısmı bunları görmezden geliyor, bir kısmı ise ikisini de yapamayacak kadar korkak ve kararsız olduğu için dinini kendi kafasına göre yamalıyor. Bizim ele alacağımız kişiler bu son grup.

Martin Luther (Tekrar söylüyorum. Hikaye eğer gerçekse geçerli bunlar.) madem dinin saçmaladığı noktaları tespit etti, neden toptan bu dini reddetmek yerine reforme etmeye çalıştı ki? Neden? Neden temelleri parçalanmış olan bir binanın temellerine hala çimento ile yama yapmaya çalışırsın ki? En mantıklısı o binayı yıkıp daha sağlam temellere dayanan bir bina yapmak değil midir?

Aynı soruyu bugün İslamı reforme etmeye çalışan Caner Taslaman, Edip Yüksel gibi kişilere de sormak isterim. Madem bu dinin saçma yönlerini görecek kadar cesursunuz, neden onu reddedemeyecek kadar korkak davranıyorsunuz? Caner Taslaman bey TV programlarına çıkıp Müslümanlara deve sidiği sunmayı biliyor. Ancak kendisi de Müslüman olduğunu iddia ederken o sidiği sanki yabancı birine sunar gibi sunuyor.

İslamda kadını dövmek yoktur, İslamda kadın erkek eşittir, İslam mantık dinidir, Kuranda bilimsel mucizeler vardır… Peki İslam böyle bir din mi? Siz Kur'an inmeye başladığında, İslam yayılmaya başladığında insanların kendini bilime ve felsefeye adadığını, kadınların yüksek mevkilere gelip rahatça yaşayabildiklerini, mantıksız uydurma hurafelerin terk edilip akılcı bir yaşam tarzının elde edildiğini mi düşünüyorsunuz?


Neden günümüz laik yaşantısı İslam sanılıyor? Eğer sen dışarıda istediğin gibi gezebiliyorsan, sevdiğin kişi ile sinemaya gidebiliyorsan, karşı cinsle eşit şartlarda okuyabiliyorsan, dinden çıktığın zaman kimse sana karışmıyorsa teşekkür etmen gereken kişi peygamber değil. Bu dinin getirisi değildir. Bu laik cumhuriyetin getirisidir.

Bu reformistler Kuranın kendilerine yeterli olduğunu iddia ediyorlar. Peki kardeşim. Uygulayalım mı Kuranda yazanların hepsini? Öldürelim dinden çıkanları. Kadınlardan hicab takmayanları sopayla dövelim. Kadına erkeğin yarısı kadar miras verelim. Var mısınız bunlara?

Aaa tabi unutmuşum. O gerçek İslam değil. Kuranda aslında orada öyle demek istemiyor.

E binlerce yıldır Araplar bunları yaşıyor ve yaşatıyor?

Ama onlar gerçek İslamı yaşamıyorlar. Onlar kendi dilinde yazan kitabı anlayamamışlar. Bir tek siz (Arapça bile bilmeyen) birkaç kişi en iyi şekilde anlıyorsunuz. Gerçek İslam tamamen modern bir bakış açısına sahiptir. Hiç akıl dışı işlere girişmemiştir bu din.

Hem tanrı korkunuzu yenemiyorsunuz hem de yaşam şeklinizden ödün veremiyorsunuz. Ancak gerçekten İslamı yaşayan kişilere gidip “Ben sizin dininizin kafiriyim.” derken hiç sıkıntı yaşamıyorsunuz. İstediğiniz kadar reddedin. İstediğiniz kadar değiştirmeye çalışın. İslam dini 6-7. yy. Arap dinidir. Dibine kadar Arap kültüründen oluşmaktadır. Evrensel hiçbir şey içermez. O dönemde Araplar neyi iyi görmüşse o yazılıdır Kur'an'da.

Bu akımı takip edenlerin sebebi de aynıdır. Bir yandan korkuyor bir yandan da böyle yaşamak istemiyorlardır. Çünkü gerçek İslama göre yaşayanlar birebir 6-7. yy. Araplarının hayatını yaşarlar. Gençler de bu yüzden bu hayat biçimi ile yaşamak istemiyor, ancak küçüklükten itibaren korkuyla yetiştirildikleri için de dinlerini terk edemiyorlar. O yüzden içlerini rahatlatmak için bu akıma kaptırıyorlar kendilerini.

İslamı radikal olarak yaşayanların bakış açısından bile daha tehlikelidir bu bakış açısı. Çünkü radikaller ne kadar ekstrem şeyler ile uğraşsalar da bu kişilere yeterli kanıt gösterdiğinde dini terk etmeye kadar varan bir sürece girerler. Ancak reformistler bu yolun sonuna bir duvar örüyorlar. Tehlikeli olmalarının sebebi de bu. İnsanları din denen hurafeler bütününü reddetmekten alıkoyarak onlara dini süsleyip püsleyerek yeniden satıyorlar.

Zaten bu kişilerin dürüstlükleri de ortadadır. Kendi uydurdukları doğrulanamaz veya anlamsız mucizeler ile avuturlar kendilerini. Bunun yanında bütün radikal ayetleri de kafalarına göre yeniden yazarlar. Bunu yaparken acaba inandıkları tanrıdan da mı korkmuyorlar?

Ayrıca bu bakış açısının yaygınlaşmasının asıl sebebi dinin artık bitmek üzere olmasıdır. Ülkemizde non-teizm çok hızlı bir şekilde yayılıyor. Dinden para kazanan ve kazanmaya devam etmesi gereken insanlar da bu yüzden bu ayrılışı bir şekilde durdurmalı. Bunu da onların istediği yaşama şeklini onlara çarpıtarak vererek başarıyorlar.

Bir sonraki yazıma kadar sağlam temelli rasyonel fikirlerle kalın.

Yazan: Aftiel

ŞİNTOİZM'DE SAFLIK

Şintoizm, Şintoizm'de saflık, Şintoizm dini, Japonların dini, Şinto dini, Japon inançları,Her insan temiz doğar,Japonların inanışları, uzakdoğu dinleri, Şintoizm'de kirlenme,Kötü ruh, A,din,
Şintoizm'de "Saflık" iyi ve kötünün anlayışının kalbinde yer alır.
Şintoizm'deki kirlilik insanı kami'den ayıran her şeyi ve musubiyi, yaratıcılığı ve uyum gücünü ifade eder. Bizi çürüten şeyler tsumi - kirlilik veya günahtır.

Şintoizm'de saflık çok önemlidir, bu durumu Brandon Toropov ve Luke Buckles şöyle izah eder:
Batı'da 'saflık sofuluğun sonraki adımı' olduğunu söyledik ama Japon anlayışı için "saflığın sofuluktan farklı olmadığını' söyleyebiliriz.
-Brandon Toropov ve Luke Buckles O.P.
İNSAN SAF, TEMİZ DOĞAR
Şintoizm insanın kötü ya da kirli doğduğunu kabul etmez; Aslında Şintoizm insanların saf doğduklarını ve ilahi ruhta iştirak ettiklerini belirtmektedir.

Kötülük, kirlilik ya da günah daha sonraki yaşamda ortaya çıkan ve genellikle basit temizlik ya da arınma ayinleriyle kurtulabilinen şeylerdir.

KİRLİLİĞİN NEDENLERİ
Kirlenme - tsumi - fiziksel, ahlaki veya manevi olabilir. 'Tsumi', İngilizce 'günah' kelimesi ile aynı anlama gelir ancak günahtan farklıdır çünkü insanların kontrolünün ötesinde olan şeyleri içerir ve onlara kötü ruhların neden olduğu düşünülür. Eski Şintoizm inancında tsumi hastalığı, felaketi ve hatayı da kapsıyordu. Özellikle ölüm veya ölü ile bağlantılı herhangi bir şey kirletici olarak kabul edilir.

Yazan & Çeviren: A.Kara

TESLİMİYET DİNİ İSLAM

din, islamiyet, Aftiel, Teslimiyet dini,İslamiyette soru sormak,Müslümanın sorgulaması yasaktır,Düşünmek ve İslam,İslamiyet ve sorgulamak,Maide 101,Kehf 54,Maide 102,Bakara 108
İslamın kelime anlamı konusunda bazı tartışmalar var. Bazıları selam kökünden türediğini söyler, bazıları barış anlamına geldiğini söyler. Bazıları ise Müslümanın “teslim olmuş kişi” anlamına geldiğini söylerler.

Bazıları İslamın akıl dini olduğunu ve bize sorgulamamızı emrettiğini söyler. Bazıları ise teslimiyet dini olduğunu, mantık dini olmadığını söyler. Bakalım Kur’an bu konuda ne diyor.

Maide 101: “Ey iman edenler, size açıklanınca fenanıza gidecek şeyleri sormayın! Oysa Kur'an indirildiği esnada sorarsanız, onlar size açıklanır. Allah onları şimdilik affetmiştir. Allah, çok bağışlayan ve çok yumuşak davranandır.” (Elmalılı Sadeleştirilmiş)

Yani diyor ki ey iman edenler, sakın Kur’andaki bazı şeyleri kurcalamayın hoşunuza gitmeyebilir. Ama tam indiği sırada sorarsanız peygamber size onun açıklamasını yapar(!). Tıpkı bizim Caner Taslaman gibi değil mi bu? Yani işine geldiğinde ayetleri senin görmeni istediği şekilde bükme olayından bahsediyorum. Ne olacaktı peki bir kişi çıkıp peygamberi ayeti getirdiği sırada sorgulasaydı? Gerçekten peygamber ona sakince cevap verir miydi? Ya da peygambere kimlerin helal olduğunu anlatan ayet inerken biri sorsa “Yahu peygamberimiz, neden bunlar sadece sana helal de bize değil?”. Hani peygamber insanları kendinden birini peygamber olarak görsün diye insanlar arasından seçilmişti? E bunun neresi adil(!)?

Kehf 54:” Andolsun, biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü misali değişik şekillerde açıkladık. Fakat insan tartışmaya her şeyden daha çok düşkündür.” (Diyanet İşleri)

Yani diyor ki Allah “Ne yapsak yaranamıyoruz yahu(!)”. Acaba bu ayet ne tür bir durumda indi? E hani ayet inerken sorgulamak serbestti hocam? Neden hala insanların düşünmeye tartışmaya olan düşkünlüğü seni rahatsız ediyor? Şunun ne kadar saçma olduğunun farkında mısınız: “İnsanların düşünmeye düşkün olması kötü bir şeydir” düşüncesi kadar saçma bir düşünce var mı? Düşünmeyi, tartışmayı sevmemiz bizi tarihte buraya kadar tek şeydi. Aklını kullanan herkes tartışmaya açık olmalıdır değil mi? Ama nedense tanrı bundan rahatsız oluyor. Bak tanrı bir fikrim var. İnsanları bu şekilde yaratmayabilirdin. Yani yine suç sende.

Maide 102: "Nitekim, böyle meseleleri sizden evvel bir topluluk sordu da sonra bu yüzden kafir oldular." (Elmalılı Sadeleştirilmiş)

Çok ilginç. Hem tanrı bize benim sözlerim size gelirken sorgulayın diyor, hem de diyor ki bak sizden önce de soranlar oldu ama onların sonu pek iyi olmadı. O yüzden siz de sormayın. Bu yalanını örtmeye çalışan birinin kuracağı türden bir cümle değil midir? Yani bak beni sorgula ama son sorgulayan adamın sonu çok da iyi olmadı yani. Anladın mı? Şimdi sen de sorgulayabilirsin diyorum ama bence sorgulama. Harika bir korkutma ve bastırma yöntemi değil mi?

Bakara 108: ” Yoksa daha önce Mûsâ’nın sorguya çekildiği gibi, siz de peygamberinizi sorguya çekmek mi istiyorsunuz? Her kim imanı küfre değişirse, o artık doğru yoldan sapmış olur.” (Diyanet İşleri)

Yine benzer bir kullanım. Bakın sizden önce sorgulayanlar da vardı onlar yanıyor şu an. E hani İslam sorgulanabilir bir din idi? Neresini sorgulamamızı istiyor tam olarak? Peygamber sorgulanmıyor. Peki insan sorgulayamadığı bir şeyi kabul mu etmeli? Bazı pelerinli hocaların dediği gibi kendimizi teslim mi etmeliyiz dine?

Hadi bir örnek verelim. Bu hoca evinde otururken yanına gittim. Ona benim tanrının yeni elçisi olduğumu söyledim. Doğal olarak olamayacağımı, Muhammed peygamberin son peygamber olduğunu söyleyecektir.
Ben de ona Nahl suresi 101. ayeti gösteririm bu durumda:
“Biz bir âyeti değiştirip yerine başka bir âyet getirdiğimiz zaman -ki Allah, neyi indireceğini gayet iyi bilir- onlar Peygambere, “Sen ancak uyduruyorsun” derler. Hayır, onların çoğu bilmezler.” (Diyanet İşleri)

Tanrı ayetlerini değiştirdi pelerinli bilmem ne hoca. Şimdi bana teslim olmanızı istiyorum. Ne? Beni mi sorgulayacaksınız? Neden? Kendi dinini sorguladın da sıra bana mı geldi? Hayır teslim olacaksınız. Benim dinim teslimiyet dinidir. Sakın ola beni sorgulamayın. Daha önce peygamberini sorgulayanlar kafir oldu. Siz de mi kafir olanlardansınız? Hayır mı? Güzel. Zaten benim dinim akıl mantık dini değil. Ama bana inanırsanız size cennette “kadın” var kadın. Hem de en sevdiğinizden. “Göğüsleri henüz tomurcuklanmış kızlar”.

Sizce böyle bir konuşma geçer miydi? Sanmıyorum. Pelerinli bilmem ne hoca aniden dünyanın en büyük septiği haline gelirdi bence. Aniden beni sorgulamaya ve dediklerim arasında açık aramaya başlardı. Belki fetva verirken arada benimle ilgili espri yapardı.

Ama konu kendi inancına gelince kimse bir şeyi sorgulamıyor. Teslim oluyorlar. Şimdi size soruyorum: İslam kelimesinin anlamı barış mı, selam mı yoksa TESLİMİYET mi?

Akıl insanların evrimsel tarihte tek silahı olmuştur. Elinizdeki tek silahı kullanmanızı engelleyecek kişiler ve düşünceler sizin en büyük düşmanınız değil midir? Konu teslimiyet olduğunda bunu neden sadece dininize uyguluyorsunuz? Mesela evinize gelen dolandırıcılara neden direkt paralarınızı vermiyorsunuz? Sorgulayanların sonu iyi olmadı değil mi? Sorgulama teslim ol. Bak bir anda teslimiyet sana neler yaptı.

Bu tür nedenlerden dolayı hiçbir şeye teslim olmayı kabul edemeyiz. Her şey sorgulanabilirdir. Eğer bir şeyi sorgulamanız izin verilmiyorsa o kesinlikle, şüphesiz kusurludur ve kusurlarını görmeniz istenmiyordur.

Bir sonraki yazıma kadar aklınızla, sorgulama yeteneğinizle kalın.

Yazan: Aftiel

ŞABAT GÜNÜ

yahudilik, A,din,Şabat, Şabat günü, Yahudilerin tanrıyla anlaşması, Yahudilikte Şabat,Musevilerin Şabat günü,Yahudilerle anlaşma yapan tanrı,Yehova, Yehovanın Şabat emri,Musevilikteki çelişkiler
Bilindiği gibi neredeyse her dinin özel günleri vardır. İnsanlar kendi dinlerini oluştururken içine halka kendini özel hissettirecek yada onları manevi olarak besleyip kendi dininden olmayanlardan ayıracak gün ve ayinler belirlemişlerdir. Aynı durum Musevilik'te de mevcuttur.

Musevilik inancında tanrı tıpkı bir insanmış gibi ve sanki tapınılmaya ihtiyacı varmış gibi yahudi halkı ile karşılıklı bir anlaşma imzalamıştır (bu anlaşmanın imzası da sünnet olmaktır denebilir). Bu anlaşma yahudiler arasında Şabat isimli özel günü oluşturmuştur.

TANRI TARAFINDAN EMREDİLEN ŞABAT GÜNÜ
Şabat yahudilerin dinlenme günü olan Cumartesi günüdür. Her hafta dindar yahudiler, yahudi kutsal gün olan Şabat'a uyar, yasalarını ve adetlerini muhafaza ederler.

Şabat, Cuma günü akşam vakti başlar ve cumartesi günü akşam saatlerine kadar sürer. Pratik açıdan anlatılacak olursa Şabat Cuma günü gün batımından birkaç dakika önce başlar ve cumartesi günü güneş battıktan sonra bir saat kadar daha devam eder yani yaklaşık 25 saat sürer.

Yehova (yahudi tanrısı), yahudi halkına Şabat'a uymalarını ve on Emir'in dördüncüsü olarak onun kutsallığının bilinmesini emretti.
10 Emir'in dördüncüsü şu şekildedir:
"Cumartesi günü hiçbir iş yapmayacaksın!"

Dinlenme günü fikri Tevrat'taki Yaratılış hikayesinden gelir: Tanrı evreni 6 günde yarattıktan sonra haftanın yedinci gününde dinlenir ve bu günü yahudilere hediye eder, dolayısıyla Yahudiler Şabat günü hiçbir iş yapmaz ve dinlenirler.

Yahudiler genellikle Sabbath için İbranice olan ve din için İbranice kelimeden gelen Şabat gününü ararlar.

SÖZLEŞMENİN HATIRLATICILARINDAN BİRİ
Bilindiği gibi Yahudi inancında, kutsal saydıkları kitapları Tevrat'ta da yazdıkları gibi tanrı ile yapılmış bir anlaşma vardır. Şabat, tanrı ile yahudi halkı arasındaki bu anlaşmanın bir parçasıdır, o günü kutlamak yapılan antlaşmanın bir hatırlatıcısı olduğu gibi tanrının vaadlerini, verdiği sözleri tuttuğu için bir sevinme günüdür.


TANRIDAN BİR HEDİYE
Çoğu yahudi hafta boyunca Şabat'ı dört gözle bekler. Çünkü Şabat gününü Tanrı'nın, seçtiği insanlara, gündelik şeylerden özel hissetmek için zaman ayırdıkları bir "gün hediyesi" olarak görüyorlar.

Bu özel gün bir durgunluk zamanıdır. Şabat, televizyonun olmadığı, telefonlara bakmak ya da yoğun bir çalışma programına koşmak zorunda kalınmadığı bir gündür. İnsanlar o gün iş veya başka stres verici şeyler hakkında düşünmezler.
Bu güne özel geleneksel selamlar vardır. Bunlar İbranice "Şabat Şalom" Yidiş (Eskenazi) dilinde "Gut Shabbos"dur.

ŞABAT GÜNÜ GELENEKLERİ
O gün iş yapmamak için ve Şabat'ın özel olmasını sağlamak için Şabat günü gelmeden alışveriş, temizlik ve yemek pişirme gibi tüm işler cuma günü bitmiş olmalıdır.

İnsanlar Şabat için giyinir ve Şabat'ı bir zevk haline getirme emrini yerine getirmek ve her şeyin düzenlendiğinden emin olmak için büyük sıkıntıya girerler.

Şabat mumları cuma günü gün batımında yakılırlar. Genellikle bu ayini yerine getiren kişi evin kadınıdır. Bu bölüm yahudi gelenek ve töreninin ayrılmaz bir parçasıdır.

Mumlar şamdanlara yerleştirilir. Her bir Şabat'ın başlangıcını işaret ettikleri gibi aynı zamanda iki emir olan Zachor (Şabat'ı hatırlamak) ve Shamor'u (Şabat'a uymak) temsil ederler.

Mumlar yandıktan sonra yahudi aileler şarap içmeye başlarlar. Şabat şarabı tatlıdır ve genellikle Kiddush Kupası olarak bilinen özel bir kadehden içilir. Şabat'ta şarap içmek sevinç ve kutlamayı sembolize etmektedir.

Ayrıca o gün örgü şeklindeki yumuşak, yumurtalı bir ekmek olan "challah" yemek de bir gelenektir. Bizim pastanelerimizdeki açmaya çok benzemektedir, tek farkı şeklinin örgü gibi olmasıdır. Challah sadece Şabat günü ve yahudi dini bayramlarında yenir fakat yahudilerin "hamursuz günü" bunların dışındadır.

Yahudi kanunları gereğince Şabat günü her yahudi üç öğün yemek zorundadır. Bu yemeklerden biri mutlaka ekmek içermelidir. İtaatkar olan yahudiler genellikle Şabat yemeğinin en başında challah ekmeği yerler.

Challah yenilmeden önce aşağıdaki dua okunur:
"Baruch atah Adonai, Eloheinu Melech ha'olam, hamotzi lechem min ha'aretz."
Anlamı şudur:
"Yüce tanrınız, Efendimiz, Dünyaya ekmeği getiren kâinatın kralı."

Bunun dışında iyi dilekler dilenir, çeşitli dualar edilir, şarkılar söylenir. Ailelerin ise çocuklarını Şabat gününde kutsaması bir gelenektir.

Kaynaklar: BBC, Wikipedia, Wikiwand ve bazı yahudi platformları.

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

AHLAKA DAİR BAKIŞ AÇILARIMIZ

Aftiel, Felsefe,Ahlak felsefesi,Ahlaka dair bakış açıları, Ahlak nedir?, Pragmatistik ahlak,Sokrates'in ahlak felsefesi,Kant ödev ahlakı, din ve ahlak, Aftiel,
Ahlakın varlığı binlerce yıldır tartışılan bir durum. Bazıları olmalıdır, gereklidir derken bazıları tamamen yok sayılması gerektiğini söylemiştir.

Bu yazımda size şunu kabul etmelisiniz demeyeceğim. Sadece size filozofların neleri hangi argümanlarla savunduğunu göstereceğim ve kendi bakış açımı anlatacağım. Kendi düşünceleriniz tamamen size aittir.

Dinlerin Getirisi Olan Mutlak Ahlak
Dinlere inanan herkesin sahip olduğu ahlaki bakış açısı. Bu kişiler için bütün yapmaları gereken ellerinin altındaki kitapları okumaktır. Onlara göre tanrı tarafından gönderilmiş sözler hakikatin tek kaynağıdır. Bu yüzden hepsi kutsal kitaplarını en az bir kez okumuşlardır(!).

Yaptıkları iyiliklerin kaynağı vicdanları değil de mitsel bir inanış olduğu için bu davranışları ne kadar ahlaki sayabiliriz siz karar verin.

Kant’ın Ödev Ahlakı
Kant’a göre ahlaki davranışın hedefi ödev olmalıdır. Ödev ise iyi olanı istemektir. Gerçekleşmesi ya da gerçekleşmemesi önemli değildir. Bir davranışın etikliği ona göre bu davranışın ödev duygusuyla yapılıp yapılmadığıdır.

Kant da ahlak kurallarının mutlak olması gerektiğini düşünür. Ahlak kuralları tüm insanlar için geçerlidir.

Pragmatistik Ahlak
Bu bakış açısına göre de bir davranış ne kadar yararlıysa o kadar ahlakidir. Ancak buradaki fayda herkesin yararına olan faydadır, bireysel fayda değildir. Ancak kesin bir çizgi çekmediği için bu bakış açısı öznel bir bakış açısından ibarettir.

Sokrates’in Ahlak Felsefesi
Sokrates’e göre her insan belli ahlak normları üzerine doğar. Ahlakını şekillendirmesi için de bu normları kabul etmelidir. Ancak bu değerler insan kaynaklı değerler değillerdir. İnsan ahlaki davranabilmesi için bu ahlak normlarını kullanmalıdır.

Ahlaki Nihilizm
Bu Nietzsche’nin önderliğini yaptığı bakış açısıdır. Ayrıca benim de kabul ettiğim görüştür. Nietzsche’ye göre “üstinsan” tüm değer yargılarını terk etmiş kişidir. Ahlak kuralları terk edilmelidir. Mutlak ahlak kuralları var olamaz. Davranışlar düşünülerek yapılmalıdır.

Ancak şöyle düşünenler olabilir: “Peki o zaman neden gidip birilerine tecavüz etmiyorsunuz?”. Bu soru “Peki ateistler neden gidip tecavüz falan etmiyor?” sorusu ile aynı cevaba sahip. Çünkü gereksiz zarar anlamsızdır ve bir getirisi yoktur kimse için.

Şöyle düşünün başkaları ile iyi geçinerek onları yanınızda mı tutmak istersiniz yoksa herkese kötü davranıp onları kendinizden soğutmayı ve siz de bir yardıma ihtiyaç duyduğunuzda birilerinden yardım istemeyi mi istersiniz?

Cevap sanırsam gayet açık.


Mutlak Ahlak Mümkün Olabilir mi?
Her an her yerde geçerli olabilecek bir ahlak sizce mümkün müdür? Eğer mümkünse bunun kaynağı ne olabilir? Ya da sınırları neler olabilir?

Bu durumda ahlaki dilemmalar işin içine giriyor. Bilmeyenler için:
Dilemma: İkilem.
(Kaynak)

Yani sorulan bir soru karşısında doğru cevabı bulamamaktır ahlaki dilemmalar. Mesela daha iyi kavramanız için şu örneği verebilirim:

Bir savaştasınız. Bu savaş o kadar büyük ki binlerce insan her gün bu savaşta can veriyor. Savaşı durdurabilmek için bir şansınız var. Ancak tek yapmanız gereken tamamen masum, savaşla yakından uzaktan alakası olmayan bir çocuğu öldürmek.

Birinci seçenekte yüz binlerce hayat kurtarıyorsunuz ancak hiçbir suçu günahı olmayan bir çocuğu öldürüyorsunuz,ikinci seçenekte ise bir çocuğu feda etmediğiniz için yüz binlerce hayatın bitmesini sağlıyorsunuz.

İki seçenek de aynı anda hem etiktir hem değildir.

Ya da şunu sorayım: Sizce ikinci dünya savaşında atom bombası kullanmak ne kadar ahlaki? Evet insanların hayatını hiçe sayan ve saniyeler içinde 140.000 kişiyi öldürebilen bir güçten bahsediyoruz. Ancak bu bomba yapılmasaydı ve kullanılmasaydı savaş daha da uzayacaktı ve muhtemelen bu sayıdan daha fazla insan uzun vadede can verecekti.

Bu gibi paradokslar insanı ikilem içinde bıraktığı için ben şahsen kararlarımı ahlaki değil mantıklı olmasına göre yargılarım. Böylece verdiğim kararlar başkaları tarafından sorgulansa dahi en azından elimde bir açıklama bulundururum.

Her ne kadar bazı kararlar herkes tarafından kabul görse de ahlakın değişkenliği ve üzerine yapılan tartışmalar her yerde farklı oluyor. Her ülkede, her şehirde hatta her sokakta dahi değişiyor.

Ancak dediğim gibi amacım size öznel fikirlerimi aşılamak değildi. Neyin ahlaki olduğuna karar verecek olan yine sizlersiniz. Umarım en azından vereceğiniz kararları sınırlandırılmış bir kitaptan değil de vicdanınızdan alırsınız. Bir sonraki yazıma kadar vicdanınızla kalın.

Yazan: Aftiel

TEİSTİK TANRI İLE İLGİLİ BAZI PROBLEMLER

Aftiel, din, Teistik Tanrı, Tanrı ve kötülük, Evreni yaratanı kim yarattı?, Tanrı neden yarattı?, Vahiy neden peygamberle gönderilir?, Tanrı duaları duyar mı?, Tanrı çelişkisi, Allah çelişkisi,
"Kötülük Problemi"
Dünya üzerindeki en eski problemlerdendir bu problem. Antik Yunandan günümüze kadar olan süreçte çözülememiştir. Konusu OMNİPOTENT(Her şeye kadir) tanrının neden kötülüğün var olmasına izin vermesidir.

Tanrının varlığını kabul edelim. Tanrı var evet. Ancak bunun yanında kötülük de var. Birinciden her ne kadar emin olmasak da ikincinin varlığına dair kanıt istiyorsanız ülkemizde yayınlanan herhangi bir gazetenin 3. sayfasına bakmanızı öneririm.

Tanrı ve kötülük var. Tanrı neden kötülüğü durdurmuyor?
Durdurmak istiyor ancak buna gücü yetmiyorsa omnipotent olamaz. Her şeye gücü yetmiyor demektir.

Gücü var ancak durdurmak istemiyorsa bu onu iyi yapmaz, kendi yarattığı şeytandan da kötü yapar. Bu durumda ona tapmamızın amacı nedir?

Hem gücü var hem de durdurmak istiyor. O zaman neden kötülük hala devam ediyor?
Ne durduracak gücü var ne de durdurmak istemiyorsa ona neden “TANRI” diyoruz ki?

"Evreni yaratanı kim yarattı?"
Teistler evrenin mükemmelliğine hayran olduklarını ve bu kadar harika bir oluşumun kendi kendine olamayacağını söylerler.

Peki biz de onlara soralım. Bu kadar “mükemmel işleyen” bir evreni yaratabilen, bizi 7/24 izleyen, yaptığımız her şeyden; bildiğimiz her şeyden haberdar olan, bu kadar harika bir varlık nasıl olur da kendi kendine oluşur? TESADÜFEN Mİ OLUŞTU YANİ? TESADÜF MÜ DİYORSUNUZ?(!)

"Tanrının evreni yaratma sebebi"
Her türlü kusurdan noksan, her şeye gücü yeten, her an her yerde olabilen, var olduğuna emin olduğumuz her türlü canlıdan daha güçlü olan bir varlık düşünün. Hatta bu varlığın yerine kendinizi koyun. Böyle bir güce sahip olsaydınız yapacağınız ilk şey zaten her istediğini anında var edebilen biri olduğunuz halde kendinize yardımcı yaratmak mı olurdu? Ya da sizin isteklerinize karşı çıkacak bir ergen yaratmak mı olurdu? Ya da size günde 5 vakit, veya hafta da bir tapınacak güçsüz varlıklar mı olurdu?

Ya da onlara size tapmalarını mı emrederdiniz? Onlara size inanmaları için bir elçi gönderip herkesin büyü yaptığı bir devirde asasını yılana çevirmesini mi emrederdiniz?

Ya da son gönderdiğiniz elçinin cinsel yaşamını mı takip ederdiniz? Ya da onun evine gelen misafirleri mi düşünürdünüz?
Bunların hiçbiri umurunuzda olur muydu?

"Vahiy neden peygamberle gönderilir?"
Yukarıdakileri kabul edelim. Siz böyle bir tanrısınız. Peki ne istiyorsunuz? Bir sınav yapmak. Sonucunu bildiğiniz bir sınavdan yarattıklarınızı geçirmek. Böylece zaten kimin nereye gideceğini bildiğiniz halde onları bir yarış haline soktunuz. Peki onların sınavı geçmesini mi istiyorsunuz?

Eğer cevap evetse yapacağınız şey çok basit. Her 10 yılda bir (bilerek bu sayıyı verdim çünkü sonuçta tanrısınız uğraşacak daha önemli şeyleriniz olmalı değil mi?) kendinizi bütün dünyaya gösterin. Böylece sizin yüzünüzü görmeden ölen kimse olmaz ve tüm hayatlarını elle tutulur devasa bir kanıta adayıp ibadet ederler. Ne kadar harika değil mi?
Eğer cevabınız hayırsa zaten size tapmamızın ne anlamı var?

"Tanrı dualarımızı duyuyor mu?"
Tanrı elinde büyük bir plan tutuyor. Her şeyi içeren bir plan. Neyin ne olacağını bu plana yazdı ki bir şeyler onu değiştiremesin.

Ayrıca bu tanrı bizden ona dua etmemizi istiyor. Çünkü eğer içten olursak dualarımız kabul olacakmış. Ne kadar harika bir tanrımız var.

Ancak sorun şu: Eğer bizim dualarımız geleceğimizi etkiliyorsa bu tanrının planını bozmaz mı? Ya da tanrı zaten elinde her şeyin nasıl olacağını yazdığı bir plan tutuyorsa bizim dualarımız kabul olur mu?

Eğer dualarımız tanrının planı ile çakışıyorsa dua etmemizin tam olarak amacı nedir ki ve neden dualarımız bazen işe yarar da bazen yaramaz ki?

Teizm, yani gökte bizi gözetleyen, dualarımıza yanıt veren, bizim için planları olan, her şeye kadir bir tanrıya inanma düşüncesi dibine kadar hastalıklı bir düşüncedir. Günümüzdeki suç oranları dahi böyle bir üst oluşumun olmadığına kanıttır. Eğer onlar dinsiz olduğu için öyle diyorsanız bu da tanrının başarısızlığıdır. İnsanların kendi sözlerini ciddiye almasını bile sağlayamamıştır. Böyle bir tanrı var ise bile sizce tapılmaya değer bir tanrı mıdır? Yoksa yaşlı ve huysuz bir dededen mi ibaret bu tanrı?

Bu tür düşüncelerin zihninizi yemesine izin vermemeniz umuduyla yazımı bitiriyorum bir sonraki yazıma kadar bilimle kalın.

Yazan: Aftiel

İSLAM VE HRİSTİYANLIKTA TANRI MODELİ

din, hristiyanlık, Hristiyanlıkta tanrı,İslamiyette tanrı, islamiyet, hristiyanlık, İslam ve Hristiyanlık,İsa mesih,Allah,Tanrı insan ilişkisi,Dünden bugüne tanrı
Yunan düşüncesinin, evreni ve evrendeki varlıklar arasındaki ilişkileri, bir mimari bütünle bütünü oluşturan parçalar arasındaki mimari-matematiksel bir ilişkiler bütünü olarak algılama eğiliminde olmasına karışılık Yahudi-Hristiyan düşünce geleneği, daha ziyade Tanrı ile evren arasındaki veya evrendeki varlıkların kendi aralarındaki ilişkileri açıklamakta aile kavramına dayanır ve baba-oğul modelini kullanır.

Tanrı, Yahudi kavmini seçmiştir ve özel bir ilgi ile onları kendi çocukları olarak sevmektedir. Bazen acımasız davranmakla, onu sık sık azarlamakla birlikte kabahatli çocuklarını yine de seven bir baba kadar ona yakın ve şefkatlidir. Özellikle bu fikrin Hristiyanlıkta çok daha vurgulanarak en mükemmel biçimini aldığını biliyoruz. İsa, Tanrı'nın oğludur ve insanların kurtarılması için babasının sevgisine dayanmaktadır.

İslam'a geçtiğimizde ise bu baba-oğul modelinin yerine kul ile efendi arasındaki ilişki; kuldan efendiye itaat, efendiden kula ise hakkaniyet ilkelerine dayalı ittifak, sözleşme fikrinin daha ağır bastığını görmekteyiz. Tanrı, aktüel yaratımdan önceki bir yaratımda insan ruhlarını yaratmış, onları kendisiyle bir sözleşme yapabilecek bir statü içinde donatmış ve sormuştur: "Ben sizin rabbiniz, (yani efendiniz) değil miyim?" Onlar da bunu "Evet" diye cevaplandırmışlardır. Bu noktadan itibaren Tanrı ile kulları arasında karşılıklı ödeve ve haklara dayanan bir misak, pakt tesis edilmiştir. İslam, hiç şüphesiz diğer bir çok veçhesi yanında esas olarak bir hukuktur; Muhammed dünyayı hukuk kavramları içinde, hukuk terimlerinden oluşan bir algı modeli içinde görmekte ve bunu Tanrı-insan, Tanrı-peygamber, peygamber-mümin, mümin-mümin olmayan ilişkilerine uygulamaktadır.

Kim ne derse desin: Hristiyanlığın temel kavramlarının "grace" {lütuf) ve "charite" (merhamete dayanan sevgi, acıma, şefkat) olmasına karşılık İslam'ın temel kavramı, adalet ve hakkaniyettir.

Yazan: Ahmet Arslan, İslam Felsefesi Üzerine, Sayfa 75-76

KUR'AN'DA OLMAYANLAR VE MUHAMMED'İN İLAHLAŞMASI

sizden gelenler, din, islamiyet, Kur'an'da olmayanlar, Hz Muhammed'in ilahlaşması, Muhammed ve Allah, Salli Barik, Allahümme Salli, Süphaneke, Ettehiyyatü, Ayet zannedilen sözler, Selanın anlamı, Sela,
Müslümanım diyen 1000 kişiye sorun 999'u Bunlar KURAN ayetleri der:
- ALLAHÜMME SALLİ/BARİK.
- SUPHÂNEKE.
- ETTEHİYÂHÛ.

Bunlar KUR'AN'DA YOKTUR Ama günde 5 vakit namazda, cenaze, bayram ve cuma namazlarında okunur. 57 İslam Ülkesi içinde Sadece TÜRKİYE'DE...

Halbu ki üçü de HADİSTİR ve 8-9. yy'da yazılmıştır.
Üstelik 5 vakit namazda ve bayram ile cuma namazında okunduğu yetmiyormuş gibi CENAZE namazında da okunan ALLAHÜMME SALLÎ/BARİK ne diyor biliyor musunuz?
"Allah'ım İbrahime verdiğin rahmeti, bereketi zenginliği Muhammed'e, Ailesine ve Sülalesine de ver"
Gömerken bile Araplar için Allah'a yalvarıyorlar...

SELÂ VE ANLAMI
"Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Rasulallah!
Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Habiballah!
Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Nûre Arşillah!
Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Hayra Halgillah!
Es Salatu Ve's-Selamu Aleyke Ya Seyyidel Evveline Vel Ahirin!
Vel Hamdü Lillahi Rabbil Alemin!"

MEALİ
"Ey Allah'ın Resûlu, salat-u selam senin üzerine olsun!
Ey Allah'ın Habibi, salat-u selam senin üzerine olsun!
Ey Allah'ın Arşının Nuru, salat-u selam senin üzerine olsun!
Ey Allah'ın Mahlukatının Hayırlısı, salat-u selam senin üzerine olsun!
Ey Öncekilerin ve Sonrakilerin Efendisi, salat-u selam senin üzerine olsun!
Hamd Alemlerin Rabbi Olan Allah İçindir!"

Öncekilerin ve sonrakilerin efendisi Muhammed mi ? Muhammed'i öyle bir ilahlaştırıyorlar ki İslam tanrısı Allah Muhammed kadar övgü ve sevgi görmüyor İslam dininde. Allah gerçekten Muhammed in gölgesinde kalmış bunu gerçekten mecazi anlamda değil reel anlamda söylüyorum.

SİZDEN GELENLER | Yazan: İsimsiz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

SÜNNETİN KÖKENİ VE TARİHİ

Hazırlayan: A.Kara
A, din, hristiyanlık, İslamda sünnet, islamiyet, Kuranda sünnet, Sünnet, Sünnet geleneği, Sünnet olmadan ümmet olmaz, Sünnetin dindeki yeri, Sünnetin kökeni, Sünnetle ilgili ayet var mı?, yahudilik,
[Antik Mısır'da M.Ö. 1360 yılında 18.Hanedan 3.Amenhotep döneminde Luxor bölgesindeki Khonspekhrod Tapınağı'nın kuzey duvarındaki kayanın üzerine sünnetin yapılışını gösteren bir kabartma oyulmuştur.]

ERKEK SÜNNETİNİN TARİHÇESİ VE MİTOLOJİK KÖKENLERİ


Erkek sünneti hakkındaki en eski belgesel kanıtlar eski Mısır'dan gelmektedir. 6. Hanedanlık döneminden (MÖ 2345-2181) kalan sanat eseri lahitler sünnetli penisleri olan erkekleri gösterir ve bu dönemde yapılmış olan bir kabartma işçiliğinde ayakta durarak sünnet olan bir erkeğin tasviri ve o anki sünnet uygulaması gösterilir. Mısır mumyalarının incelenmesi sonrasında bazılarının sünnetli olduğu görüldü.

Sünnet, evrensel olmasa da eski Semitik halklar arasında yaygındı. Yaratılış kitabı sünnetten, Tanrı'nın İbrahim ile olan antlaşmasının bir emri olarak bahseder. Bu sünnetler erkek çocuğun doğumdan sonraki sekizinci gününde gerçekleştirilirdi. M.Ö. 5. yüzyılda Yunan tarihçi Herodotus tarafından yazılmış olan metinler Koliselileri, Etiyopyalıları, Fenikelileri ve Suriyelileri sünnet kültürüne sahip toplumlar olarak listeler.

Ancak Büyük İskender'in fethinin ardından Yunanların sünnetten hoşlanmaması daha önce sünnetin uygulandığı pek çok halk arasında uygulama sıklığının azalmasına neden oldu.

Makkabiler'in yazarı, Selevkos İmparatorluğunda bulunan birçok Yahudi erkeğin sünnetli olduğunu gizlemeye çalıştıklarını veya sünnet işlemini tersine çevirmeye çalıştıklarını, ancak bu şekilde çıplaklığın normal olduğu Yunan spor salonlarında egzersiz yapabildiklerini yazar. Sünnetli olduklarını gizleme yöntemlerinden biri, deriyi penisi kapatacak şekilde çekip ucunu bağlamaktı. Bu şekilde sünnetli gibi görüneceklerdi.

Yahudi sporcular evlerine döndüklerinde, yaşlılar onların bağlanmış derilerini görüp öfkelendiler. Uygulamaya bir son vermek için, sadece sünnet derisinin tamamen çıkarılmasının yerine penisin altındaki ince ve hassas zarın (frenulum) keskinleştirilmiş bir tırnakla yırtılmasını içeren Periah uygulamasını başlattılar. [1]

İlk Makkabiler'de ayrıca, Helenistik bir imparatorluk olan Selevkos'ların, Brit Milah olarak bilinen Yahudi sünneti uygulamasını yasakladığını, sünnet eden kişileri sünnet ettikleri bebekler ile birlikte öldürdüğünü anlatır.

Sünnetin alt-ekvatoryal Afrika'da çeşitli etnik gruplar arasında antik kökleri vardır ve hala savaşçı statüsüne ya da yetişkinliğe geçişlerini sembolize etmek için ergenlik çağındaki erkek çocuklara sünnet uygulanmaktadır. [2]

Yahudilikte sünnet geleneksel olarak doğumdan sonraki sekizinci günde erkekler arasında uygulanmaktadır. Erkek sünneti çoğu zaman ayinlerin karmaşık bir geleneğinin bir parçası olarak batılı gezginler ile ilk temas sonrası Avustralyalı Aborjinler ve Pasifik adalıları arasında ortak bir uygulama haline gelmiştir. Geleneksel olarak hala nüfusun bir kısmı tarafından uygulanmaktadır. [3]

KÖKENLERİ
Erkek sünnetinin ilk çıkış noktası kesin olarak bilinmemektedir ve çeşitli şekillerde başlamış olabileceği öne sürülmüştür:
  1. Dini bir fedakarlık olarak,
  2. Bir çocuğun yetişkinliğe girmesini işaret eden bir geçit töreni olarak (Örneğin Antik Mısır, Afrika ülkeleri vs.)
  3. Doğurganlığı sağlamak için bir sihir formu olarak,
  4. Cinsel hazzı azaltmanın bir yolu olarak,
  5. Düzenli yıkanmanın mümkün olmadığı durumlarda hijyene yardımcı olarak,
  6. Daha yüksek sosyal statülere işaret eden bir araç olarak,
  7. Düşmanları ve köleleri aşağılama aracı olarak,
  8. Bir topluluğu diğer komşularından ayırmanın bir aracı olarak,
  9. Mastürbasyon veya diğer toplumsal olarak yasaklanmış cinsel davranışları engellemenin bir aracı olarak,
  10. Aşırı zevkten kaçınmanın bir yolu olarak,
  11. Bir erkeğin kadınlara çekiciliğini arttırmanın bir yolu olarak,
  12. Kişinin acıya dayanma yeteneğinin bir kanıtı olarak,
  13. Doğuştan sünnetli olan, yani Hipospadias hastalığı olan önemli bir lider gibi sünnetli görünmek, [4]
  14. Şeytanları kovmak için bir yol olarak, [5]
  15. Sünnet derisinin kıvrım yerlerinde topaklanan kirli beyaz maddeden (smegma) iğrenme nedeni olarak.
Sünnetin farklı nedenlerle farklı kültürlerde bağımsız olarak ortaya çıkması mümkündür.

Sünnet derisine birtakım sihirli özellikler atfedildiğini söylemiştim. Sünnet derisi çoğunlukla sarımsak ve soğanla birlikte bir ipe tutturulur ve yarası iyileşene kadar sünnetli çocuğun boynuna ya da ayak bileği etrafına asılırdı. [6]

Şiraz'da (İran'da bir şehir) sünnet derisi 40 gün boyunca bekleyerek kuruması ve toz haline gelmesi için çocuğun ayak bileğine konur. Toz haline getirildikten sonra nabit denen bir şeker ile karıştırılır ve çocuğa verilir. [7]

Benzer bir uygulama Horasan'da yapılmaktadır. Amacının yeniden diriliş gününde çocuğun sağlam bir şekilde dirilmesini sağlamak olduğu bildirilmektedir. [8]
Sünnet derisinin bazen tavuklara veya horozlara verildiği de görülmektedir, sebebi ise çocuğun bir savaşçı olarak büyüyeceğine inanılmasıdır. [9]

Sünnet derisinin bir Yahudi dükkan yada evine atılmasının çocuğun üzerinde sakinleştirici bir etkiye sahip olduğuna; onu gömmenin ise çocuğu bilge ve ihtiyatlı yapacağına inanılmaktadır. [10]
Kadınlar sünnet derisini çok istiyorlardı çünkü yutulmasının çoraklığı tedavi edeceğine ya da erkek çocuğa hamile kalmalarına yardımcı olacağına inanıyorlardı. [11]

Sünnet derisinin sihirli olduğu inancı nedeniyle yutulmasına Orta Doğu'daki Yahudi ve Arap kadınları arasında rastlandığı kanıtlanmıştır. [12]
Ayrıca kadınların sünnet olan çocuklarının kurulmuş ve toz haline getirilmiş sünnet derilerini kocalarının yemeğine bir aşk büyüsü olarak gizlice koydukları bilinmektedir. [13]

SÜNNETİN ANTİK DÜNYADAKİ KÖKENLERİ
Altıncı Hanedanlığın (M.Ö. 2345–2181) Mısır'daki türbesinin sünnet konusunda en eski belgesel kanıt olduğu düşünülmüştür. Sünnete dair en eski tasvir Sakkara'daki kabristanda bulunan (M.Ö. 2400) yarı kabartma bir antik kitabın okunmasıyla birlikte su yüzüne çıkmıştır. Kabartmada şu gibi yazılar bulunmaktadır:

"Merhem ona yardımcı olur."
"Onu [adamı] düşmemesi için tutun".

Mısır hiyerogliflerinde "penis" sünnetli ve dik biçimde tasvir edilmiştir. En eski yazılı metinde toplu sünnet tarifi vardır ve burada Uha adlı bir 23 yaşındaki Mısırlı bir adamın sünnet acısına tahammül etme kabiliyetine sahip olduğu yazar. Bu antik metnin okunabilen kısımlarında toplu sünnete dair şöyle bir kısım göze çarpmaktadır. Şöyle yazar: "Ben 120 adamla birlikte sünnet olunduğumda..." [14]

Ankmahor'un (Ankhmahor) mezarındaki gözden geçirilmeye değer bir tasvir vardır. Kral Teti'nin (M.Ö. 2355-2343) hüküm sürdüğü 6.hanedanlık döneminde eski Mısır'daki sünnet eylemlerine dair en eski tasvirdir.

Ankmahor'un mezarı küçüktür fakat yüksek rütbeli biri olduğundan mezarı kabartma oymalar ile güzelce dekore edilmiştir. Teti'nin piramit alanında bulunur. Onun sıfatları bütün kralların çalışmalarının gözetmenlerini ve iki hazinenin gözetmeni olan Maat rahibi ve lektör rahibini içeriyordu. [15]


Bu kabartma sünnet olan iki adamı gösteriyor. Bu sahne önceleri farklı şekillerde yorumlanmıştı fakat sağdaki çıplak adamın şu sözlerinin yazılı olduğu yazıt sayesinde yanlış anlaşılmaların üstesinden gelinmiş oldu: "kesmek, gerçekten, tamamen" (sin vnnt r mnx).
Onun önünde diz çökmüş olan adam ise şöyle diyor: "dikkatlice devam edeceğim" (iv (.i) r irt r nDm).

Solda çıplak erkeği tutarak orada sabitleyen bir adam diğer tarafta onun önünde sünneti gerçekleştirmek için diz çöken biri var. Diz çökmüş adamın önündeki glifler onu bir Hm-kA yani ölüm rahibi olarak tanımlıyor.
Yazıtta ayaktaki adama sünnet olacak kişiyi sabitlemesi söyleniyor: "Çabuk tut onu. Bayılmasına-düşmesine izin verme" (nDr sv m rdi dbA.f ).
Sabitleyici şöyle cevaplıyor: "İstediğiniz gibi yapacağım" (iri.i r Hst.k). [16]

Herodot M.Ö. 5. yüzyılda Mısırlıların “temizlik için sünnet yaptıklarını, temizlik fikrinin alımlı olmaktan çok daha iyi olduğunun düşünüldüğü dolayısı ile temizlik amacı gözeterek uyguladıklarını” yazmıştır. [17]

Gollaher ise eski Mısır'daki sünnetin çocukluktan yetişkinliğe geçişin bir işareti olarak görmüştür. Vücuttaki değişimin ve sünnet ayininin çok eski antik gizemlere erişim hakkı sağladığından bahseder. [18]

Sünnet sonrası erişim hakkı kazanılan bu gizemlerin neler olduğu yani içeriği belirsizdir ancak büyük olasılıkla Mısır dininin merkezinde bulunan efsane, dua ve büyülü olduğuna inanılan sözlerdir. Örneğin Mısır Ölüler Kitabı güneş tanrısı Ra'nın kendini kestiğini ve ondan akan kanın iki küçük koruyucu tanrıyı yarattığını anlatır. Mısır Medeniyeti Uzmanı Emmanuel Vicomte de Rougé bunu bir sünnet eylemi olarak yorumlamaktadır. [19]

Sünnetler ayin eşliğinde taş bıçak kullanılarak halka açık bir törenle gerçekleştiriliyordu. Toplumun üst kademeleri arasında daha yaygın olduğu düşünülmekte olup yaygın olmasa da sosyal düzenin aşağı kısmının da sünnet prosedürünü gerçekleştirdiği bilinmektedir. [20]

Eski Mısır'da, dulların definlerinde acımasız bir şekilde her iki cins için tören düzenlenir ve onların doğurganlık tanrılarını memnun etmek için bir kurban ayini olarak sünnet uygulaması yapılırdı.

Eski Mezopotamya'da ise genç çocukların genital organının vahşice kesildiği ve doğurganlık tanrıçasını memnun etmek için sunulduğu şenlikler vardı.

Sünnet ayrıca Mısır'da ve çevresinde yaşayan bazı Semitik halklar tarafından da benimsenmiştir. Herodotus sünnetin sadece Mısırlılar tarafından benimsenmediğini, Etiyopyalılar, Fenikeliler, 'Filistinli Suriyeliler', 'Terme ve Bartın Çayları çevresinde yaşayan Suriyeliler ve onların komşuları Makronlar tarafından da benimsenerek uygulandığını bildirmiştir. Ancak “Yunanlılar Fenikeliler ile ticaret yapmaya geldiklerinde Mısırlıların bu geleneği takip etmekten vazgeçip çocuklarının sünnetsiz kalmasına izin verdiklerini” de belirtmektedir. [21]

İncil'deki Yaratılış bölümüne göre Tanrı İbrahim'den kendisini, ev halkını ve kölelerini sünnet etmesini ve bunu aralarındaki sonsuz bir antlaşma olarak görmesini söyler. Sünnet edilmeyenlerin ise kendi halklarından ilişiği kesilecekti.

Bakalım bu konu Yaratılış 17:10-14'de nasıl geçiyor:

“Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek. Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak. Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu. Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak. Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”

İncil'de bulunan sözleşmeler genellikle bir hayvanı parçalayarak mühürlenmektedir; bunun anlamı, sözleşmeyi bozan şahıs veya tarafın benzer bir kadere maruz kalacağıdır. İbranicede bir antlaşmayı mühürlemek anlamına gelen fiilin karşılığı tam anlamıyla "kesmek"tir. Yahudi akademisyenler tarafından sünnet derisinin kesilmesinin sembolik olarak bu tür bir antlaşmayı temsil ettiği varsayılmaktadır. [22]

Yeşu 5:2-7'ye göre Musa sünnetli olmayabilir hatta onun oğullarından birinin ve çölde seyahat ederken onu takip edenlerin bir kısmının sünnetli olmadığı anlatılır.

Bu arada RAB, Yeşu’ya şöyle seslendi: “Kendine taştan bıçaklar yap ve İsrailliler’i eskisi gibi sünnet et.”
Böylece Yeşu taştan yaptığı bıçaklarla İsrailliler’i Givat-Haaralot’ta sünnet etti. Bunu yapmasının nedeni şuydu: İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşabilecek yaştaki bütün erkekler, Mısır’dan çıktıktan sonra çölden geçerken ölmüşlerdi. Mısır’dan çıkan erkeklerin hepsi sünnetliydi. Ama Mısır’dan çıktıktan sonra yolda, çölde doğan erkeklerin hiçbiri sünnet olmamıştı. İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında savaşacak yaşta olanların tümü ölünceye dek çölde kırk yıl dolaştılar. Çünkü RAB’bin sözünü dinlememişlerdi. RAB bize verilmek üzere atalarımıza söz verdiği süt ve bal akan ülkeyi onlara göstermeyeceğine ant içmişti. RAB onların yerine çocuklarını yaşattı. Sünnetsiz olan bu çocukları Yeşu sünnet etti. Çünkü yolda sünnet olmamışlardı.

Mısır'dan Çıkış 4:21-26'da ise Tanrı, Musa'nın karısı Sippora'yı Musa'yı öldürmekle tehdit edince tüm oğullarını sünnet ettiriyor:

RAB Musa’ya, “Mısır’a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek. Sonra firavuna de ki, ‘RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur. Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.’ ”
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa’yla karşılaştı, onu öldürmek istedi. O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa’nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi. Böylece RAB Musa’yı esirgedi. Sippora Musa’ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.

HELENİSTİK VE YAHUDİ KÜLTÜRÜNDE SÜNNET
Hodges'e göre antik Yunan'da insan formunun estetiği, sünneti "zaten mükemmel şekilli bir organın bir parçalanması" olarak değerlendiriyordu. Dönemin Yunan sanat eserleri, Satir (yarı keçi yarı insan) ve barbar tasvirleri hariç olmak üzere genelde penisleri sünnet derisi (bazen zarif detaylarda) ile birlikte yani sünnetsiz olarak resmetmiştir. [23]

Sünnetli penisin doğru olan bir şeyi bozmak olarak görülmesinden dolayı Helenistik dönemlerde daha önce bunu uygulamış olan birçok halk arasında bile sünnet sayılarında azalma oldu.

Mısır'da ise sadece papaza ait kast sınıfı sünneti devam ettirdi ve 2. yüzyıla gelindiğinde Roma İmparatorluğu'ndaki sünnet olan tek grup Museviler, Yahudi Hristiyanlar, Mısırlı rahipler ve Nebatilerdi.

Nebatiler, Kuzey Arabistanlı, Ürdünlü, Kenanlı Araplardı. Fırat Irmağından Kızıldeniz'e kadar olan bölgede ve Suriye ile Arabistan arasındaki vahalarda, Nebate adı verilen alanda yaşayan Araplardı.  

Sünnet uygulamalarının bir sürü yapılış şekli vardı. el-Asir vilayetindeki Arapların uyguladığı sünnet işlemi gerçekten korkunçtur ve muhtemelen yapılış nedeni acıya dayanılabildiğinin, bir savaşçı olunduğunun göstergesidir. 

Burada yapılan sünnete "kazıma" deniyordu. Bu deriyi soyma işlemiydi. Sünnet edilen 10-12 yaşındaki genç sağ elinde bir mızrak tutarak yerden yüksek bir alana yerleştirilirdi. Kabile üyeleri sünnet olan gencin dayanıklılık ve cesaretini gözlemlemek için onun yanında durur ve sünnetçi, jilet kadar keskin olan bir hançer ile işlemi gerçekleştirirdi. Önce göbek deliğinin hemen altındaki göbek boyunca deriyi keserek yüzeysel bir kesi yapar ve iki kasıktan aşağı doğru benzer kesiler yaparak devam ederdi. Ardından üst deriyi kesiklerden aşağıya doğru yırtıp testisleri ve penisi yüzerek sünnet derisini keserdi. Önemli bir nokta vardı ki tüm bunlar olurken gencin elinde tuttuğu mızrak titrememeliydi. [24]

İbrahimi dinlerin coğrafyasında sünnet dendiğinde akla gelen ilk toplum Yahudilerdi. Sünnet, Yahudi olmayanlar arasında o kadar az görülen bir durumdu ki, sünnet Roma mahkemelerinde birinin Yahudi olduğunun kesin kanıtı olarak görülüyordu.

Romalı tarihçi Suetonius, Roma İmparatoru Domitianus'un (Domitian) biyografisinde (12.2) 90 yaşındaki bir adamın soyulduğu bir mahkeme sürecini anlatmaktadır. Adamın soyulmasının sebebi ise Roma'nın Yahudilere uyguladığı kafa vergilerinden kaçıp kaçmadığına karar vermektir. Bu yüzden adam mahkeme önünde çıplak kalacak şekilde bırakılmış, sünnetli olup olmadığına bakılmıştır. [25]

Helenistik dünyanın kültürel baskısı altında yapılan sünnetlerde oldu: Yehudalı Kral Yohanan Hurkanus İdilleri fethettiğinde halkı sünnet olmaya ve Museviliğe geçmeye zorladı fakat onların ataları olan Edomitler Helenistik dönem öncesinde zaten sünneti uygulamışlardı.

Eskiden sünnet edilmiş bir penisin sünnetsiz gibi görünmesini sağlayan teknikler M.Ö. 2. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Bu teknikte sünnet derisinin kalıntılarından bir kısmı zamanla penis ucunu kaplaması için yeterince gerilmiş hale gelene kadar bakırdan yapılmış bir ağırlıkla asılırdı. 1. yüzyıl yazarı Celsus (Kelsos) yaptığı bilimsel incelemesi "De Medicina"da sünnet derisi restorasyonu için 2 teknik açıkladı. [26]

Bunlardan birinde cilt penis ucunun tabanı etrafında kesilerek gevşetiliyor, daha sonra deri penis ucunun üzerine geriliyor ve sünnetsiz bir penis görünümünü verilerek iyileşmeye bırakılıyordu. Bu uygulama mümkündü çünkü İncil'de (Yahudi İncili = Tevrat) Milah olarak isimlendirilen sünnet antlaşması nispeten küçük bir sünnetti. Bu sünnete göre sadece penis ucunun ötesine uzanan sünnet derisinin kesilmesi gerekiyordu. Buna karşılık olarak Yahudi dinî yazarları 1. Makkabiler ve Talmud'daki İbrahim'in antlaşmasından dolayı bu tür uygulamaları kınadılar. [27]

Bu girişimler ve diğer nedenlerden ötürü sünnet prosedürüne ikinci bir radikal adım eklenmiştir. Bu işlem "Birit Periah" olarak adlandırılmıştır. Bu aşamada "coronal sulcus" denen işlem uygulanarak sünnet derisi daha geriden, penis ucunun arka sırtına kadar kesiliyor sonra birtakım işlemlerle penis ucunun altından yeni derinin gelmesi sağlanıyordu. [28]

Daha sonra Talmud döneminde (M.S. 500-625) Metzitzah olarak bilinen üçüncü bir yöntem uygulanmaya başlandı. Bu aşamada, mohel, yani Yahudilerde sünneti yapan kişi, kötü olduğuna inanılan kanları çıkarmak için sarılı sünnetten ağzıyla kan emerdi. Tüberküloz ve zührevi hastalıklar gibi enfeksiyonların gerçekleşme olasılığını artırdığı için çok sonraki dönemlerde moheller kan emmek için bebeğin penisi üzerine bir cam tüp yerleştirip onu kullanırlardı. Birçok Yahudi sünnet ayininde Metzitzah'ın bu aşaması ortadan kaldırılmıştır. [28]

İlk Makkabiler "Brit milah"ın uygulanmasını yasakladığını, bunu yapanların ve bu işleme tabi tutulan bebeklerin bile ölümle cezalandırdığını söylüyor.

1. yüzyıl yazarlarından, İskenderiyeli, Ortodoks Yahudi bir filozof olan Filon (MÖ. 20-MS. 50), sağlık, temizlik ve doğurganlık da dahil olmak üzere çeşitli gerekçelerle Yahudi sünnetini savundu. [29]

Ayrıca sünnetin mümkün olduğu kadar erken bir zamanda yapılması gerektiğini düşünerek kişinin kendi özgür iradesiyle yapılmasının mümkün olmayacağını düşünmüştür. Sünnet derisinin spermin vajinaya ulaşmasını engellediğini ve bu nedenle de milletin nüfusunu arttırmanın bir yolu olarak yapılması gerektiğini iddia etmiştir. Ek olarak sünnetin cinsel hazzı azaltmak için etkili bir yol olduğunu ve yapılması gerektiğini belirtti. [30]

Yahudi filozof Maimonides (Musa bin Meymun, 1135–1204) sünnetin imanın tek göstergesi olduğu konusunda ısrar etti. Yapmanın çok zor olduğunu ancak “bazı dürtüleri bastırmak” ve “ahlaki açıdan kusursuz olanı” başarmanın yolu olarak sünneti onayladı. Zamanın bilgeleri sünnet derisinin cinsel hazzı arttırdığını fark etmişti. Maimonides koruyucu derinin kesilmesinin ve kan kaybının penisi zayıflattığını, böylece bir erkeğin şehvetli düşüncelerini azaltmada ve daha az zevkli bir şekilde seks yapmada etkili olduğunu belirtmiş ve şöyle demiştir: [31]

"Bilgelerimiz net bir şekilde "Bir kadının cinsel birliktelik yaşadığı sünnetsiz bir adamdan ayrılması zordur" der. Sanırım sünnetin emredilmesinin en iyi nedeni budur." [32]

13. yüzyılda, Maimonides'in, Fransız öğrencisi (Isaac ben Yediah) sünnetin bir kadının cinsel isteğini azaltmanın etkili bir yolu olduğunu iddia etti. Sünnet olmamış bir adamla birlikte her zaman orgazm olduğunu ve böylece cinsel iştahının hiçbir zaman yerine gelmediğini ancak sünnetli bir adamla "orgazmda büyük ısı ve yanma nedeniyle" hiç zevk almadığını söyledi. [33]

SÜNNETİN HRİSTİYAN DÜNYASINDAKİ DÜŞÜŞÜ
Elçilerin İşleri 15'de Kudüs Konseyi Hristiyanlığa yeni geçenlerde sünnetin gerekip gerekmediği konusunu ele aldı. Hem Aziz Petrus (Simon Peter, d. MS 30; ö. MS 64-68) hem de Âdil Yakup (diğer adları: James the Just, İsa'nın kardeşi Yakup, Rabbin kardeşi Yakup), Yahudi olmayanların dine geçişinde sünnete ihtiyaç olmadığını söyleyince tüm konsey sünnetin gerekli olmadığına karar verdi.

Ancak, Elçilerin İşleri 16 ve Pavlus'un Mektuplarındaki birçok referans uygulamanın hemen ortadan kaldırılmadığını göstermektedir. Örnek olarak bazı ayetleri inceleyelim:

Elçilerin İşleri 16:1–3' de Pavlus'un bir Yunan'ı sünnet ettirdiğini görüyoruz:
1. Pavlus, Derbe ve Listra’ya da uğradı. Listra’da Timoteos adında bir İsa öğrencisi vardı. Annesi imanlı bir Yahudi, babası ise Grek’ti.
2. Listra ve Konya’daki kardeşler ondan övgüyle söz ediyorlardı.
3. Timoteos’u kendisiyle birlikte götürmek isteyen Pavlus, oralarda bulunan Yahudiler yüzünden onu sünnet ettirdi. Çünkü hepsi, babasının Grek olduğunu biliyordu.
Romalılar 3:1-2'de Tarsuslu Paul Yahudi sünnetini övüyor gibi görünmektedir:
1. Öyleyse Yahudi’nin ne üstünlüğü var? Sünnetin yararı nedir?
2. Her yönden çoktur. İlk olarak, Tanrı’nın sözleri Yahudiler’e emanet edilmiştir.
Fakat bununla çelişir bir şekilde 1.Korintliler 7:18-19'da sünnet önemli değildir vurgusu yapılır:
18. Biri sünnetliyken mi çağrıldı, sünnetsiz olmasın. Bir başkası sünnetsizken mi çağrıldı, sünnet olmasın.
19. Sünnetli olup olmamak önemli değildir. Önemli olan, Tanrı’nın buyruklarını yerine getirmektir. 
Galatyalılar 6:11-13'de ise sünnet ettirmek isteyenler etiyle övünmekle suçluyor ve sünnet karşıtlığı artışa geçiyor:
11. Bakın, size kendi elimle ne denli büyük harflerle yazıyorum!
12. Bedende gösterişe önem verenler, yalnız Mesih’in çarmıhı uğruna zulüm görmemek için sizi sünnet olmaya zorluyorlar.
13. Oysa sünnetlilerin kendileri bile Kutsal Yasa’yı yerine getirmiyor, sizin bedenlerinizle övünebilmek için sünnet olmanızı istiyorlar.
Daha sonra ise Filipililer 3:2-3'de Hristiyanlar "bozulmaya" karşı uyarılıyor:
2. Kötülük yapan o adamlardan, o köpeklerden sakının; o sünnet bağnazlarından sakının!
3. Çünkü gerçek sünnetliler Tanrı’nın Ruhu aracılığıyla tapınan, Mesih İsa’yla övünen, insansal özelliklere güvenmeyen bizleriz.
Yahudi Hristiyanlar "sünnet olanlar" veya sünnetli Hristiyanlar olarak adlandırılırken sünnet daha çok Yahudi erkeklerle ilişkilendirilmiştir. Sünnetli-sünnetsiz terimleri genel olarak Yahudiler ve Yunanlılar anlamına gelmekteydi. [34]

Bununla birlikte, 1. yüzyıla ait Yehuda Eyaleti'nde artık sünnetli olmayan bazı Yahudiler, ve bazı Yunanlılar ve Mısırlılar, Etiyopyalılar ve Araplar gibi başkaları da vardı. Thomas'ın 53. Müjdesi'ne göre İsa şöyle diyor:
53. Havarileri ona dediler : Sünnet faydalı mı değil mi ? Onlara dedi: Eğer faydalı olsaydı, babaları onları daha annelerindeyken sünnet ederdi. Ama Ruh’taki gerçek sünnet çok faydalı.!
Thomas 53 ile Pavlus'un Romalılar 2:29'u, Filipililer 3:3, Korintliler 7:19, Galatyalılar 6:15 ve Koloseliler 2:11–12 arasında paralellikler bulunmaktadır.

Yuhanna 7:23'de İsa Şabat gününde uyguladığı şifa için onu eleştirenlere cevap veriyor:
23. Musa’nın Yasası bozulmasın diye Şabat Günü biri sünnet ediliyor da, Şabat Günü bir adamı tamamen iyileştirdim diye bana neden kızıyorsunuz?
Kudüs İncili: Şimdi eğer bir adam Musa'nın Yasası'nın bozulmaması için Şabat günü sünnet edilebiliyorsa bir erkeği Şabat gününde sağlıklı ve eksiksiz yaptığım için bana neden kızgınsın?

Bu metinler penisin sünnet edilmesinin onu iyileştirdiği üzerine gelişen Tanrısal inanca ya da sünnet uygulaması üzerine bir eleştiri olarak görülmüştür. [34]

Avrupalılar, Yahudiler hariç erkek sünnetini hiç uygulamamışlardı fakat silahlı seferberlik kralı Vamba'nın sivil topluma karşı zulüm yapan herkesi sünnet ettirdiği Vizigot İspanya'sında nadir bir istisna meydana gelmiştir. [35]

Katolik Kilisesi, Mısır'ın en eski halklarından Kıptilerin (Koptlar) ve Katoliklerin sünnet uygulamalarını sonlandırmak için sünnetin ahlaki bir günah olduğunu söyleyerek sünneti ve yaptıranları kınamıştır. 1442'de Basel-Floransa Konseyi'nde sünnet uygulamasına karşı emir verdi. Bu karar, vaftiz edilmenin sünnetin yerine geçtiği inancına dayanıyordu (Kol. 2:11–12). [36]

Birleşmiş Milletler Aids Programı'na (UNAIDS) göre bu konseyde Papa sünnetin Hristiyanlar için gereksiz olduğunu belirtti. [37]

18. yüzyılda Edward Gibbon sünneti yalnızca Yahudiler ve Türkler tarafından uygulanan "tuhaf bir sakatlama-bozma" olarak ve "acı verici, sıklıkla tehlikeli bir ayin" şeklinde nitelendirdi... (R. Darby) [38]

Londra'da 1753'te Yahudilere eşit haklar vermek için bir öneri yapıldı. Yahudilere eşit haklar verilmesinin evrensel sünnet anlamına geldiği korkusunu yayan zamanın broşürcüleri tarafından şiddetle karşı çıkıldı. Erkekler korunmaya ve savunmaya çağrıldı:

"Mülkünüzün en iyisini ve onun tehdit altındaki sünnet derilerini koruyun!" Seksle ilgili popüler inançların, erkeklikle ilgili korkuların ve Yahudiler hakkındaki yanlış kavramların sıra dışı bir şekilde dışa vurulması aynı zamanda dönemin erkeklerinin kendi üreme organlarını ve sünnet konusunu nasıl dikkate aldığının çarpıcı bir göstergesiydi. (R.Darby) [38]

Bu olumsuz tavırlar 19. yüzyıla kadar devam etti. İngiliz kaşif Sir Richard Burton, "Hristiyan aleminin sünnet uygulamasından korktuğunu ve nefret ettiğini" gözlemledi.

İSLAM TOPLUMLARINDA SÜNNET
Kur'an'da sünnet ile ilgili herhangi bir ayet-sure GEÇMEMEKTEDİR! Bunu okuyunca bana küfretmeye kalkacak olan dostlardan rica ediyorum Google'a "Kur'an'da sünnetten bahsedilir mi?" yazıp arasınlar yada gidip en güvendikleri hocalarına sorsunlar, hiç olmadı evdeki Kur'an'ı açıp baksınlar. Görecekler ki kesinlikle hiçbir ayette sünnetten bahsedilmemektedir.
Sünnet uygulaması sadece bazı hadislerde geçmektedir. Bu yüzden de hadislere inanmam, güvenmem yada "benim için tek kaynak Kur'an'dır" diyen arkadaşlarımızın içinde oldukları çelişkiyi görmeleri gerekir.

Şimdi sünnetin geçtiği bazı hadislere bakalım:
  • "Doğuştan insan ruhuna yakışan hususlardan bir kısmı şunlardır: Ağzı su ile yıkayıp çalkalamak, buruna su çekmek ve temizlemek. Bıyıkları kesmek (veya kısaltmak), tırnakları kesmek, koltuk altının kıllarını gidermek, etekteki kılları gidermek ve sünnet olmak." [39]
  • "Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa don giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim'dir." [40]
  • "Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." [41]
  • "Peygamberimiz (s.a.s)'e geldim ve İslamiyet'i kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (s.a.s) şöyle buyurdular: 'Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol.' " [42]
  • "Sünnet (hıtan), erkeklere sünnet, kadınlar için fazilettir." [43]

    Günümüzde zaman zaman doğuştan sünnetli olan çocuklarla karşılaşırız ve Hipospadias adı verilen bu hastalık ciddi sonuçlar doğurabilmektedir.

    Bazıları Muhammed'in “Peygamber” olduğunun göstergesi olarak sünnetli doğduğu efsanesine inanmaktadırlar. Çünkü inanışa göre Allah onu mükemmel bir biçimde yaratmıştır. 
    Bu inanış ise apayrı bir çelişki içerir çünkü eğer Allah Muhammed'i kusursuz yani sünnetli yarattı ise, Allah'ın sünnetsiz yarattığı insanlar kusurlu mudur? Hani Allah kusursuz ve eksiksiz yaratandı? hani hata yapmaz, eksik yaratmazdı?

    Bazı Müslümanlar, Eski Ahitte yazanların geçerli olduğunu, bu nedenle İbrahim ile Tanrı arasındaki sünnet anlaşmasına bağlı kalınması gerektiğini düşünürler. Tevrat değiştirilmiştir diyenlerin sünnete açıklama getirirken Tevrat metinlerini delil göstermeleri büyük bir çelişkidir. Değiştirilen ya da hatalı olduğu iddia edilen bir kaynağın içinden seç, beğen, al yapılamaz.

    Bunca kaynak gösteriyor ki; sünnet Yahudilere antik Mısır'dan, Müslümanlara da Yahudilerden geçmiştir. Yani "sünnet" tıpkı İslamiyet'teki birçok inanış, metin ve gelenek gibi başka toplumlardan, onların dinlerinden alınmış, uygulamaya başlanmıştır.