HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KADEŞ

A, mitoloji, mısır mitolojisi, Quadesh, Kadesh, Qedesh, Qetesh, Qudshu, Mısır Tanrıçaları, Mısır tanrıları,
Kadeş (Kedeş, Keteş, Kutşu) aslen Yeni Krallık sırasında ibadeti Mısır'a ithal edilen bir semitik (Sami'lere ait) tanrıydı. Doğa, güzellik ve cinsel zevk tanrıçasıydı. Kocası, İbadet'i Orta Krallık zamanında Mısır'a taşınan bir Suriye tanrısı olan Tanrı Reshep idi. Onun ibadeti Mısır'a yayıldığında bereket tanrıçası Min ile ilişkilendirildi. Min ve Reshep'e Kadeş'le ile birlikte üçlü olarak ibadet edildi. Kadeş'e bu iki tanrının karısı bazen ise Reşpu'nun karısı ve Min'in annesi olarak ibadet edilirdi.

Kadeş aslen bir aslanın sırtında duran çıplak bir kadın (Mısır'ın dışındaki bazı bölgelerde bu aslanın at olarak değiştiği görülür) olarak başının üstünde bir hilal ile resmedildi. Mısır panteonuna kabul edilmesinden sonra daha çok Hathor'un başlığı ile veya bir çift inek boynuzu ve bir güneş diski (Hathor ve “Ra'nın Gözü” ile bağlantılı olarak) ve dar bir kılıf elbise giyilerek tasvir edilmiştir. Sağ elinde (erkek cinsiyetini temsil ettiği düşünülen) yılanlar veya sağ elinde papirüs bitkisi (Reshep'i temsil eden) ve sol elinde lotus çiçekleri (dişi cinsel organını veya Min'i temsil eden) vardı.

Adının muhtemelen İbranice kelime "kedeş" ile ilgili olduğu düşünülmektedir. Bu kelimenin anlamı ise biraz sorunludur. Genellikle "kutsal kadın" olarak çevrilir ve (bazılarına göre), Kuedhot (Mısır'daki Hathor'la ilişkilendirilen Semitik doğa tanrıçası) olarak bilinen Aşera kültünün kutsal fahişelerini ifade eder. Aslında, Kadeş bazen ayrı bir tanrıçadan ziyade Aşera'nın bir yönü olarak düşünülür. Bununla birlikte, bazı araştırmacılar onun ayrı bir tanrıça olduğunu ve fuhuşla olan bağlantının ilk İncil metinlerinin hatalı çevirisinden kaynaklandığını ileri sürmüşlerdir. Onlar kelimenin aslında tapınak personeli ile ilgili olduğunu ve cinsel ilişkide barındırmadığını öne sürmektedirler.

Yazan & Çeviren: Anu

HERMES TRISMEGISTUS KİMDİR ?

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
Hermetizm'in temeli olan ve bir dizi kutsal metinlerin yazdığı Hermetika (Hermetik Corpus) 'a göre Hermes Trismegistus gizemli bir isimdir.

Birçok yazar onu Yunan Tanrısı Hermes ve Mısır Tanrı Thoth ile ilişkilendirir. Örneğin Thot, bilgiyle yoğun bir şekilde ilişkiliydi. Mısır mitolojisinde, Toth kozmosta düzeni sürdürmede çok önemli bir rol oynamıştır ve büyük ölçüde sihir, yazı ve bilimin gelişimi ile ilişkilendirilmiştir.

Antik Yunan mitolojisinde Hermes, din ve mitoloji Tanrısı olarak anılmıştır. Sık sık tanrıların elçisi ve habercisi olarak karşımıza çıkar. Ayrıca Hermes, Roma tanrısı Merkür ile tanımlanır.

MISIR İLE BAĞLANTISI
Gizli literatürde Hermes Trismegistus'dan simyayı yaratan ve günümüzde hermetizm olarak bilinen metafizik inanç sistemi geliştiren bir Mısır bilgesi olarak Thoth ile eşdeğer tutulur.

Bir dizi orta çağ düşünürü için Hermes Trismegistus, Hristiyanlığın ortaya çıkışını açıklayan putperest bir peygamberdi.

Hermetizm, Hermes Trismegistus, Hermetika, Hermetik Corpus, Hermes ve Thoth, mitoloji, Yunan tanrısı Hermes, Putperest peygamber, Zümrüt Tablet, Isaac Newton, A, Açıklanamayanlar,
ZÜMRÜT TABLET VE ISAAC NEWTON
Simya çalışmaları onunla bağlantılıydı, Zümrüt Tablet bizzat Isaac Newton tarafından Latince'den İngilizceye tercüme edilmiştir.

Bu, Isaac Newton’un Zümrüt Tablet çevirisidir. Cambridge Üniversitesi'nin Kral Kütüphanesi'nde bulunan simya makaleleri arasında keşfedilmiştir.

Hiç yalan olmadan doğrudur , kesindir ve çok gerçektir.
Aşağıda olan yukarıda olan gibidir, yukarıda olan da aşağıda olan gibidir , ve birlikte tek bir şeyin mucizesini gerçekleştirirler.
Ve bütün her şey bir olandan geldiğinden , bir olanın düşüncesinden gelmiştir. Böylece her şey bu tek olandan uyum sağlayarak çıktı.
Güneş onun babasıdır, Ay annesidir. Rüzgar onu karnında taşımıştır, toprak beslemiştir.
Dünyanın bütün gücünün babası budur. Onun gücü eğer toprağa dönerse her şeye yeter.
Toprağı ateşten ayıracaksın, sübtil olanı kalın olandan; bu büyük bir maharetle olmalı
Topraktan gökyüzüne çıkacak ve yeniden toprağa inecek , ve yukarıda ve aşağıda olanın gücünü alacak. Bununla bütün dünyanın zaferi senin olacak; bunun için bütün karanlık senden uzaklaşacak.
Bu bütün kuvvetlerin en kuvvetlisi; çünkü her sübtil şeyi yenecek, her katı şeyin içine girecek.
Dünya da böyle yaratıldı.
Hayranlık verici biçimler bundan çıktı , bunların ortamı buradadır.
Bu yüzden bana Üç Kere Büyük Hermes denir , çünkü bütün dünyanın felsefesinin üç bölümü de bana aittir. Güneş’in yaptıkları hakkındaki söylediklerim böylece bitiyor ve tamamlanıyor.

Ayrıca felsefede Hermes Trismegistus ile yoğun bir şekilde bağlantılıdır.
Bununla birlikte, varlığı hakkında kesin kanıtların bulunmaması nedeniyle özellikle de ezoterizmin yeniden dirilişinden sonra bir tarihsel figür olarak Orta Çağ'da hayali bir biçimde inşa edilmiştir.

Avrupalı simyacılar Zümrüt Tablet'i sanatlarının ve hermetik geleneklerinin temeli olarak kabul ettiler.

Eski Mısır inançlarına göre, tanrılar eski Mısır'ı fani firavunlardan daha önce yönetmiştir. Bu Tanrılar uygarlaşmış ölümlü kurallarını onların bilgilerine aktarıyordu.

Mısır tanrısı Thoth, bilgelik tanrısı ve sihirbazların koruyucusuydu. Ayrıca tanrıların bilgisini içeren kayıtların koruyucusu ve katibi idi.

İskenderiye'li Klement, Mısırlıların, Mısır rahiplerinin bütün öğretilerini içeren büyülü/cinli 42 kutsal yazıya sahip olduğunu tahmin ediyor. İskenderiye'li Klement, İskenderiye Hristiyan Okulunda ders veren bir Hristiyan ilahiyatçıydı.

İKİ TANRININ BİRLEŞMESİ
Sonunda Yunan Tanrısı Hermes ve Mısırlı meslektaşı Thoth astroloji ve simyanın koruyucusu olarak birleştirildi.

Hermes Trismegistus'a atfedilen sağ kalan metinler olan Asclepius ve Hermetik Öğreti, Hermetica'nın en önemlileridir.

Rönesans sırasında, Hermes Trismegistus'un Hz.Musa'nın moderni olduğunu kabul eden birçok bilim adamı geldi. Sonunda, bu fikir, Hermetik yazıların MS ikinci veya üçüncü yüzyıldan daha önce yazılmamış olduğu anlaşıldıktan sonra ortadan kalktı.
Ayrıca Seyyid Ahmed Amiruddin gibi bazı yazarlar, Hermes Trismegistus'un Gize Piramitlerinin kurucusu olduğuna inanmaktadır.

Diğer alimler, Hermes Trismegistus ve Hz. Muhammed arasında bir bağlantı olduğunu söylemektedirler.

Miraç gecesinde cennete seyahat ettiğine inanılan Hz. Muhammed, Arap soy bilimcilerin iddialarına göre Hermes Trismegistus'un soyundan gelebilir. Suriye'deki Memluk döneminden çok etkili bir tarihçi, yorumcu ve bilgin İbn Kesir şöyle demiştir:

“İdris'e gelince… O, bir soy bilimciye göre Hz.Muhammed'in soy ağacı zincirinde bulunmaktadır… İbn İshak, kalemle yazan ilk kişi olduğunu söylüyor. Onunla Adem'in hayatı arasında 380 yıllık bir süre vardı. Akademisyenlerin çoğu, bunun hakkında ilk konuşanın o olduğunu iddia ediyorlar ve ona Üçlü Hermes [Hermes Trismegistus], ”- İsmail ibn Kesir (kaynak) diyorlar."

Yazan & Çeviren: Anu

TEK TANRILI DİNLERİN KÖKENİ

sizden gelenler, Tek tanrılı dinlerin kökeni, Tek tanrının kökeni, mitoloji, Mitoloji ve tek tanrılı dinler,
SÜMER TABLETLERİNDE TEK TANRI

Klasik mitolojide altın çağ, tam bir mutluluk çağı olarak tasvir edilir. O zaman ne zulüm, ne kavga vardı. Sümer edebi tabletlerinin birinde de insanlığın ilk altın çağı anlatılıyor. Altın çağa ait Sümer görüşü "Enmerkar ve Aratta Beyi" isimli destanda bulunuyor. ( sümerlerde bilinen 9 kahramanlık hikayesi mevcut, 5 tanesi gılgamış, 2 tanesi enmerkar, 2 tanesi lugalbanda )

Bu destan içindeki 21 satırda bir zamanlar barış ve güvenlik içinde bulunan bir ülke anlatılıyor ve bölüm bu mutluluğun bittiğini belirterek son buluyor.

Bu bölüm şöyle:
Bir zamanlar ne yılan vardı, ne akrep vardı,
Ne sırtlan vardı, ne arslan vardı,
Ne vahşi köpek vardı, ne kurt.
Ne korku vardı, ne işkence,
Adamın rakibi yoktu.
Bir zamanlar Şubur ve Hamazi ülkeleri,
Çok ('?) - dilli Sumer, prensliğin büyük ülkesi, tanrısal kanunlar.
Uri, bütün bu gerekenlerle donatılmış ülke,
Marttı ülkesi, emniyette duran,
Bütün evren, birlik (?) içinde olan insanlar,
Enlil'i tek dilde öğdüler.
(Fakat) sonra baba-bey, baba-prens, baba-kral,
E nki baba-bey, baba-prens. baba kral
Kızgın ('! ) baba-bey, kızgın eı baha-prens, kızgın el baba-kral
. . . . . . . . . . bolluk . . . . . . . . . .
. . . . . . . . . . (5 satır kırık)
. . . . . . . . . . insan . . . . . . . . . .
Çok iyi durumda olan ilk on bir satır, insanın kuşkusuz, rakipsiz olarak barış ve bolluk içinde yaşadığı dünyadaki " 'o eski" mutlu günlerini anlatıyor. O zamanlarda evrenin bütün insanları aynı tanrıya, Enlil'e taparlardı.

Hakikaten eğer bu ifadeyi düşündüğümüz gibi "tek bir kalple" değilde tam çevrisi ''bir dilde" olarak kabul edecek olursak. Daha sonra gelen İsrail'liler gibi, Sümer'lerin de diller karışmadan önce evrende, tek bir dil kullanıldığına İnandıklarını söyleyebiliriz.

Bölümün daha sonra gelen on satırı çok kırıklı olduğundan ana kapsamını tahmin edebiliyoruz. Görünüşe göre tanrı Enki. Enlil'in üstünlüğünü kabul etmek istemiyor veya kıskanıyor ve onu bozmak için bazı işlemler yapıyor, insanlar arasına bozuşmayı ve savaşı getirerek onların
altın çağlarına son veriyor.


Belki ( 10 ve 11 nci satırların kelimesi kelimesini çevirirsek). Enki çeşitli diller koyarak İnsanların anlaşmasını önlüyor.

Eğer öyle ise, Tevrat'daki ( yaradılış 11 : 1-9) ' "Babil Kulesi'' hikayesinin Sumer' lerdeki paralelini görüyoruz, demektir. Yalnız sümer'ler İnsanın düşüşünü tanrılar arasındaki kıskançlık yüzünden, İbraniler ise Elohim'in insanlara. tanrı gibi hareket ettikleri için, kıskanması sonucu olduğuna inanıyorlar.

Altın çağa ait bölüm "Enki'nin sözleri" olarak belirlenmiş. Enki'nin sevdiği şehir olan Uruk'un beyi Enmerkar, maden yönünden zengin olan Aratta'yı kendine bağlamak istiyor, diye hikaye devam ediyor.

Bunun için O, Aratta'ya bir haberci göndererek. halkının değerli madenler ve taşlar getirerek, Enki'nin mabedi Abzu 'yu yapmazlar ve içini süslemezlerse Aratta'yı eline geçireceğini bildiriyor. Aratta beyine göz dağı vermek için haberciye, Enki'nin, Enlil ve halkının dünya üzerindeki nufüzuna
nasıl son verdiğini bildiren " Enki'nin sözünü " tekrarlamasını
söylüyor.

6-9 ncu satırlardan çıkarılan bilgiye göre, evren 4 ana bölümden oluşuyor. Sümer'lerin oturduğu yer bunların güney bölümü. Bu bölüm kabaca tahmine göre Dicle ile Fırat arasındaki 44 ncü paralelden aşağı Basra körfezine kadar olan kısım,

Sümer'in hemen kuzeyi uri . Burası Dicle ve Fırat arasının 33 ncü paralelden yukarı olan kısımı. Daha sonra Akkad ve Asur olan yerler de bunun içinde.

Sümer ve Uri'nin doğusunda, Kuşkusuz İran'ın batısını da kapsayan Şubur ve Hamazi vardı.

Sümer'in batısı ve güney batısında Fırat ile Akdeniz arasında Martu ve Arabistan bulunuyor. Kısacası Sumer şiirinde, evren kuzeyde Ermenistan'dan Basra körfezine, doğudan İran topraklarından Akdenize kadar uzanıyor.

Kramerden alınan bu bilgiyi doğru yorumlayabilmek için ek olarak genel çerçeveyi bilmemiz gerektiğini düşüyorum. Verilen metinde sümerlere göre altın bir çağ yaşandığından bahsediyor. Bu dönemde tek tanrıya tapıldığını ancak daha sonra düzenin bozulduğundan söz ediyor. Ancak bu konu üzerinde yorum yapabilmek için şu ayrımı bilmemiz gerektiği açık.
Sümerler çok tanrılı bir dine sahiptir..

İlk tanrıları AN yani göktür, baba tanrı figürüne sahiptir.
Ki yani yerdir, ana tanrı olarak betimlenir.
Bu iki gücü karıştırın güç MUMMU'dur.
İçindeki yaşamı sağlayan ve yerle göğü ayıran tanrı yani ENLİL'dir. Ayrıca enlil, erkek bir tanrıyı ifade eder.
Bu dört tanrıdan sonra bir tanrı daha gelir. yeryüzünü yöneten tanrının ismi ENKİ'dir. erkek figürü vardır..
Bunların dışında herşey için küçük tanrılardan bahsedilir.

Bu bilgiler ışığında metni yorumlayalım ve tek tanrı inancının nereye dayandığını sorgulayalım.. ancak şunu da belirtmem lazım ki, burada verdiğim bilgiler hap niyetine bilgiler, afrika ve mısıra dayanan kökler mevcut. ancak bütün inanışları buraya yazmam imkansız.

Metne göre, altın çağda tapınılan tek tanrı, yeri ve göğü yaratan ENLİL'dir. ( ALLAH - BABA - YAHVE ) ancak buradaki ayrım sümerlerin bakışı ile yapılmalıdır. sümerlerde tek tanrı sıfatı, yaratma ve yönetme değil, EN GÜÇLÜ olmak sıfatıdır.


Sümer tanrıları arasındaki çekilme hiç bir zaman yaratma üzerinden çıkmaz, güç ve yönetme üzerinde yoğunlaşır ve hikayelerinde sürekli olarak bu olgu yer değiştirir.
Ancak altınçağ için bu güç, ENLİL deymiş gibi gözüküyor.

Hikayeden anlaşıldığına göre ENLİL'e, ENKİ isyan ediyor.
burada şunu da eklemem lazım; bir çok kaynakta ENKİ'ye dünyayı yönetme görevini ENLİL verir.

Okuduğumuz bu hikayeden çıkan sonuç tek tanrı inancı değil, tapınılması istenen tek tanrı inancı manasında olması gerikir, bu hikayenin özdeşlerini yahve de, hem allahta görüyoruz.
sürekli olarak kendinden başka bir şeye tapınılmamasını öğüt verirler.

Bu durum ilerleyen dönemlerde mitolojik olarak da yer alır.
lugalbanda hikayesinde de bu durum İNANNA ve UTU arasında geçmekteydi.

Bir diğer önemli konu, sümer inanışıyla, tevhit dinleri arasındaki, en dikkat çekici nokta olan dillerin ayrılması ile ilgili kısımdır. dillerin ayrılması konusu hem tevratta hem kuranda ifade edilir. ( bu aktarımın nasıl olduğu konusu çok uzundur. umarım başka zaman anlatma imkanım olur )

Sümerlere göre de tek tapınılan tanrı inancı var sonucunu çıkartmak mümkün ve bu dönemde diller aynı, ancak biliyoruz ki, dünya da insanlık başladığından beri tek dil gibi bir durum yok. bu inanış sümerlere ait bir inanış sadece, ayrıca görüleceği üzere sümerler evrenden bahsederken, sınırlı bir toprak parçasından ve dünyadaki bazı yerlerden bahsediyor. merkez uruk olmak üzere, güney, kuzey, batı, doğu şeklinde verilmiş...

Peki sümerlerin kökeni nereye dayanır. bu bilgi temele ulaşabilmek için çok önemlidir. bir kaynak türklere dayandığını söyler ( Türkler böyle düşünmekten sevinç duyarlar ), ama asıl kanıtlı bilgi, iran ve samilerin oluşturduğu, OBEYD kültürüdür.

İlk yerleşin irandan ve samilerin yaşadığı bölgelerden gelen, göçebe kökenli olan ailelerin uruk şehrine yerleşmesi ile başlar.

Yani bu tek tanrılı altınçağ dönemi, ya sümerler zamanında ( MÖ 3400 den sonra ) ya da obeyd dönemi ve öncesine gitmek durumunda ( MÖ 5900 - 3400 )

Obeyd dönemi hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz için bu iz sürmeyi, başka bir yönden yapmak gerekiyor. madem obeyd kültürünü iranlılar ve samiler oluşturuyorsa, burdan yol almak ne mantıklısı olacaktır..

Bu iz sürmeyi bir sonra ki postum da vereceğim...
Konumuz, hintlilere ve mısırlılara ulaşacak gibi gözüküyor...
Saygılarımla...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Ural Haşim

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

MEZOPOTAMYA TANRILARI

"Kralların ülkesi" olarak bilinen Sümer, güney Mezopotamya'da (modern Irak) M.Ö. 4500 ve 4000 arasında kurulmuştur. Tarihte bilinen şimdiye kadar kurulan ilk medeniyetlerden biri haline gelmiştir. Bu medeniyet, tarım için bataklıkları süzmüş, ticareti geliştirmiş, dokuma, maden ve çanak-çömlek işleri için tesisler kurmuştur.

Her bir şehir, tanrı ya da tanrıça tarafından korunurdu ve kent merkezinde oturmaları için adlarına inşa edilmiş büyük tapınağa sahipti. Mezopotamya'nın tanrıları, hava, ateş ve gök gürültüsü gibi daha önceki ana rollerinin kalıntılarını hala koruyorlardı.

• Anu (cennetin tanrısı) Mezopotamya panteonunun orijinal hükümdarıydı. O, göklerin en yüksek bölgesinde yaşayan ve suç işleyenleri yargılama gücüne sahip olan, takımyıldızların efendisi ve ruhların efendisi olarak bilinen bir ruhani tanrı idi.

• Enlil (hava tanrısı), rüzgar ve açık alanlarla ilişkiliydi ve Nippur şehrinin koruyucusuydu. O cennette Anu'ya ulaşabilen tek tanrıydı, çünkü gökyüzüne hükmediyordu. İnsanları yaratmaya yardım eden Enlil'di, ama çok geçmeden onların kargaşasından rahatsız oldu ve onları büyük bir sel ile öldürmeye çalıştı.

• Enki (tatlısu tanrısı) Eridu şehrinin koruyucusuydu. O, dünya düzleminde yaşayan herkes üzerinde yaşayan bilgi, zanaat ve yaratılışın efendisi olarak biliniyordu. Taş tabletler üzerine yazılan “Me” olarak bilinen ilahi bir gücün koruyucusuydu. Sık sık boynuzlu bir taç ile tasvir edilir ve bir sazan derisi giymektedir.

• Enbilulu (Tanrılar Tanrısı), her ikisi de çok kutsal sayılan Dicle ve Fırat Nehri'nin yönetimindeydi. Tarım alanını yönetmiş, erkeklere sulama ve çiftçiliği öğretmiştir. Yeryüzünün üstünde ve altındaki suların sırlarını bildiği için bunun ona her şeyi geliştirecek gücü verdiği söylenir.

• Nergal (Ölüm Tanrısı), Cuthah'da iktidarda bulunan bir tanrıydı. Çoğunlukla “öfkeli kral” veya “öfkeli olan” olarak bilinen yarı insan yarı aslan olarak tasvir edilirdi. Öğlen vakti güneşi, karanlığı, kaosu, savaş, kıtlık ve haşereleri getireceğine inanılırdı. Ayrıca, sonraki yaşamın ölü ruhlarına yön veren cehenneme başkanlık ediyordu.

• Nanna (Ay Tanrısı) yaygın olarak Ur kentine başkanlık ediyor ve “bilgelik efendisi” olarak biliniyordu. Bilim, astronomi ve astroloji ile ilgili kutsal bilgileri temsil ediyordu. Nanna genellikle hilal boyunca uçan büyük, kanatlı bir boğa olarak tasvir edildi. Yıldız sistemde 30 rakamı ile temsil edilirdi (bir aydaki ortalama gün sayısı anlamına gelir).

• Ninurta (Savaş Tanrısı), genellikle Sharur adlı büyülü bir topuzla tasvir edilen Lagaş'ın efendisi idi. Sadece bir savaş efendisi değil, aynı zamanda insanların yaralanma, hastalık ve şeytani güçlerden kurtulmalarına yardım eden şifa ve tedavilerle ile de ilişkiliydi. Enki, Ninurta’ya savaş ve arkeolojik bilgilerin (muhtemelen Me'nin kutsal öğretilerine dayanan) yollarını öğretmişti.

• Utu (Güneş Tanrısı) hakikat, adalet ve hukuktan sorumlu idi. Genelde kask takan, güneş diski tutan ve tırtıklı bir kılıç taşıyan bir adam olarak tasvir edilir. Utu her gün doğuda bir dağdan doğar, batıda bir mağaraya dönmeden önce iki tekerlekli savaş arabasıyla dünya'ya doğru yol alır ve böylece şafak, gün ortası ve gün batımını yaratır. Her gece ölülerin akıbetine karar vermek için yeraltı dünyasına iner.

• Gerra (Ateş Tanrısı)'nın üstün bir bilgelik ve beceriye sahip olduğu öyle ki hiçbir tanrının bunu anlayamadığı söylenirdi. O takipçileri tarafından güçlü metalleri inceltebilen, insanları kötü ruhlardan arındıran ve insanların bildiği tüm silahlara hakim olan “ateş ve demir ocağı efendisi” olarak biliniyordu. Savaşta yenilmez olduğu iddia edilirdi.

• Tammuz (Bitki Örtüsü Tanrısı) yiyecek ve besin ile ilişkili bir ilahi devriyeydi. İlkbaharda bolluğu ve sonbaharda hayatın azalmasını temsil etti. Yaz mevsiminin geçişi Mezopotamyalı'nın ölümünü temsil etmek için geliyordu ve Tammuz’un adına birçok ayin yapılırdı. Bu ayinlerde Tammuz geçip gittiği için üzülünürdü ve gelecek yıl tekrar geri gelmesi için davet edilirdi.

• Marduk (Fırtına Tanrısı) Babil panteonunun başı olarak yavaş yavaş iktidara gelen tanrıçaydı. O kehanet, diriliş ve gök gürültüsü ile ilişkilendirilen karmaşık bir Tanrıydı. Tanrılar ve onların mucizeleri arasında çıkan bir iç savaş sırasında iktidara yükseldi. Tiamat'ı (bir ilkel tanrıça) öldürmesi ile Tanrı-Kral'ın statüsüne yükselten, Cennete ve Yeryüzüne egemen olan Marduk'du. İnsan da dahil olmak üzere tüm doğa onun varlığına borçluydu.

• Nabu (Tanrıların Katibi) bilgelik ve yazının ustasıydı. Marduk'un oğluydu, onun yazarı ve bakanı olarak hareket etti ve sonunda insanlığın kaderinin kaydedildiği Kader Tabletlerinin koruyucusu oldu. Nabu boynuzlu bir şapka takıyor, eski bir rahiplik jesti ile elleri birbirine kenetli duruyordu. İlk başlarda babası Marduk'a ait olan kanatlı bir ejderhaya biniyordu.

Yazan & Derleyen & Çeviren: Anu

MU KITASI VE MEDENİYETİ

DP, Mu Kıtası, Mu Medeniyeti, Naacal tabletleri, Lemur, Mu kıtasının keşfi, Mu kıtası sahtekarlığı, mitoloji, Mu kıtası efsanesi,
Bir Anglo-Amerikan okültisti olan James Churchward (1851-1936) 1920 yılında Pasifik Okyanusu’nda Mu adında bir batık kara kütlesini bulduğunu iddia ederek Teozofi’ cilere ait batık karaların listesine yeni bir kayıp kıtayı da eklemiş oldu. Churchward; Hatherley’de (Devon) doğdu ve “Yarbay” olarak anılmayı tercih ediyordu (ve hiç kimse nerede hizmet verdiğini görmediğine rağmen, Hindistan ve/veya Tibet hakkındaki bilgilere sahip olduğuna dair ortaya attığı Britanya Hindistanı’nda olduğunu gösteriyor. Sadece bir yazar (Kolosimo 1971 [1969], 56) 1868'te onu Hindistan'da albay olarak gösteriyor, 17 yaşında Albay olmak imkânsızken.)

1872 yılında, (Churchward) Sri Lanka’da yaşıyordu ve 1879’da bir çay tesisini finanse etmek için para ödünç aldı (1878 yılında Colombo’da yayınlanan bir dizinde bir tesis sahibi olarak görünüyor). İki yıl sonra, İngiltere’ye döndü ve bir çay-ekici olarak 1881 nüfus sayımında yer aldı. O zamanlar Croydon’da yaşıyordu (Surrey), ancak on-yılın sonuna gelmeden de Brooklyn’de (ABD) yaşamıştı.

1898 senesinde basılan “Big Game & Fishing Guide to Northeastern Maine” (Büyük Oyun & Kuzeydoğu Maine Balıkçılık Kılavuzu) yazdıktan sonra 1920 ve 30'larda 5 cilt yayınladı ve bunlar ‘Kayıp Kıta’ Mu ve onun ‘keşfi‘ ile ilgiliydi.

Bu kitaplar sırası ile The Lost Continent of Mu (Kayıp Kıta Mu), The Children of Mu (Mu’nun Çocukları), The Sacred Symbols of Mu (Mu’nun Kutsal Sembolleri), The Cosmic Forces of Mu (Mu’nun Kozmik Güçleri), The Second Book of the Cosmic Forces of Mu (Mu’nun Kozmik Güçlerinin İkinci Kitabı)

1926’da yayınlanan ilk cildi, MU medeniyetine ait olan bu bilim dünyasının görkemini yeniden yaratmak için "bilim, antik sanat ve tarih, mitoloji ve okült ile ilgili geniş bir bilgi birikimi" teorisini sergilemektedir.

Churchward okuduğu antik metinlerden uzun süredir kayıp kıta Mu’nun varlığını bulduğunu iddia etmişti. Şimdi Pasifik Okyanusu olarak bilinen bölgede, gelişmiş bir uygarlığa ev sahipliği yapmıştı. Mu yaklaşık olarak 60.000 yıl önce tamamen battı ve Hawaii Adaları ile Paskalya Adası bunun geriye kalan izleri olarak görüldü. Bilgilerinin ana kaynağına “Naacal tabletleri” olarak adlandırdı. 1866 senesinde (onları Tibet’te de gördüğünü iddia etmesine rağmen) Hindistan’daki kıtlık sırasında bir Hindu rahibesi tarafından Naacal dilini (görünüşte tüm insanlığın asıl dili) öğrenerek bunları (tabletleri) deşifre ettiğini söyledi. O zamana göre yaşı 14 ya da 15 olurdu! Rahip tabletlerin neler içerdiği konusunda bir fikri olmadığı halde ve hiçbir şekilde resmi dil bilgisi eğitimi almamasına rağmen, Churchward yine de tabletleri (kısmen psişik ilham yoluyla) tercüme etmeyi başarabilmişti ve böylece kayıp kıtanın da tarihini öğrenmiş oldu.


Naacal Tabletleri’ ne ilave olarak, Churchward’ın kendisi, San Miguel Amantla’da (Meksika) bulunan jeolog William Niven’in (1850-1937) aynı hikâyeyi iddia etmesiyle halka duyuruldu. O bunları Orta Amerika'daki seyahatleri sırasında görmüştü ki bunlar Hindistan ile Tibet'te yaptığı seyahatlerden daha kötü belgelenmişti. Orta Amerika’da bulunan bir ormanın bir yerinde görünüşe göre uçan bir yılan tarafından saldırıya uğramıştı!

Tabletlerin Churchward’ın okumasına göre, ilk insanlar iki milyon yıl önce Mu’da ortaya çıkmıştı; nüfusu 64 milyon büyüdü ama neredeyse tamamı kıta ile birlikte yok olmuştu. Kurtulanlar kültür ögelerini taşıyan ve dünyanın geriye kalan bütün insanların atalarıydı. Kıtanın dayandığı yeraltı 'gaz kemerleri' çöktüğünde kıtanın kendisi dalgaların altına sürüklendi. Farklı yerlerde gazın patlaması dağlar oluşturdu (ki, Churchward'a göre, bunlar daha önceden yoktu).

İlginç olan şey, bundan bahsetmemesine rağmen, Churchward’ın Mu’yu keşfeden ilk kişi olmamasıdır. Ignatius Donnelly ve Auguste le Plongeon’nun (1826-1908) onu Atlantis’le ilişkilendirmesine rağmen Brasseur de Bourbourg’un çevirisine göre batan adanın adı Troano Codex idi. Churchward’a göre Mu’nun konumu daha çok teozofistlerin Lemuria’sına aittir.

İkinci adı “Lemur” olan Naacal Tabletleri’nde daha zorlu bir problem yer almaktadır. Churchward, onları (tabletleri) görüp çevirdiği ‘gizli’ Hint manastırının yerini hiç söylemediği için ve aynı zamanda hiçbir manastır da bu tabletlere sahip olduğunu iddia etmedikleri için, onların (tabletlerin) varlığı ne teyit edilebilir ne de Churchward’dan bağımsız olarak incelenebilirdi. Bir arkadaşına tabletleri gösterdiğini söylemişti; arkadaşının kimliğini ise paylaşmadı, ya da hiç kimse bu kimlikle ortaya çıkmamıştı. Hint (veya Tibetli) örneklerine benzemeyen Meksikan tabletleri tespit edilebildi, ancak Churchward hariç hiç kimse bunların “tablet” olduğunu iddia etmiyordu: bunlar duada ve ibadete yardımcı olabilmek için yakın zamanlarda yerliler tarafından yapılan düzleştirilmiş figürlerdi.

Churchward’ın aşırı verimli hayali dışında Naacal Tabletleri’nin var olduğuna dair bir kanıt yok: Onlara dair her referans hep Churchward’a dayanmaktadır –kimse nerede ya da ne zaman yaşadıklarını bilmiyor ve Churchward’ın deşifre ettiğini iddia ettiği tabletlerin haricinde var oluşlarına dair hiçbir kanıt geriye bırakmamışlardır. Üstelik tabletlerin var olduğuna dair kanıt da yoktur, ancak (Churchward’ın) torunun oğlundaki websitesinde yer alan yeni bir iddiaya göre bunlar (tabletler) Thomas Ritter tarafından Kanchipuram’daki (Tamilnadı, Hindistan) Sri Ekambaranatha tapınağının altındaki bir tünel sistemine taşınmıştır.

Churchward’ın her türlü savını doğrulayabilecek şeyleri aramaya başladığımız zaman herhangi bir şey bulamıyoruz ve Churchward’ın kendi kitabındaki her şeyi icat ettiği sonucunu çıkarıyoruz. Diğer bir deyişle, çalışmalarıyla bilgiden çok kurguya hizmet eden bir sahtekardı. Yine de Mu sahtekarlık literatüründe yer edinmiştir ve yazarlar da doğrulayabilmek için kaynaklarını kontrol etmeleri konusunda nadiren telaşlanmaktadırlar.


Mu Dirildi Mi?
1970’de Kland adındaki bir çocuk tarafından derlenmiş bir günlüğün çevirisini sunduğunu iddia eden bir kitap, Tony Earll tarafından yayımlandı. Mu Revealed (Açığa Çıkarılan Mu) kitabı M.Ö. 21,050 yıllarında çocuğun nasıl Meksika’ya taşındığını ve yanındaki parşömen tomarın bir depremde yıkılan tapınağın kalıntıları arasında sıkışıp kaldığı hikâyesini anlatıyordu. Churchward’ın Mu ile ilgili hipotezini test etmek için yola çıkan arkeolog Reedson Hurdlop’ın 1959’da yaptığı kazılarda bunları (parşömeni) çıkarttı ve içeriği de Churchward’ı sadece doğrulamakla kalmadı, daha fazlasını da anlatıyordu. Kapaktaki yazıda şunları iddia etmektedir: “Günlük parşömeni Mu’nun zirvede bulunduğu ve felakete sürüklenecek kültüründeki günlük yaşantısına nefes kesici bir bakış atmaktadır.” Giriş kısmındaki kelimelerde ise kitap şunları açığa çıkarmaktadır:

“Uzun süre önce kaybolmuş Muror (Medeniyeti). Bu kitabın ana kısımları boyunca parşömenlerin çevirileri mümkün olduğunca günümüz İngilizce diline uyarlanmaya çalışılmıştır, ancak şiirsel stili mümkün olduğunca korunmaya çalışılmıştır. Kland’ın tarzı ise oldukça yapmacık görünüyor. Ama parşömenler uzun uzadıya alıntılanmıştır çünkü onlar bizlere seslenen gerçek “geçmişin sesleridir”. Yazara göre, o uzak günlerde bulunmuş olan ve günümüzde ölü sayılan bir kıtadaki kişinin yaşamına dair kendisine özgü sözlerini okumak, basitçe onun sözlerini çevirmekten daha çok anlam içermektedir. Araya girerek… oluşturulmuştur, ancak o ana kısım “geçmişten gelen sestir” – Muror’un kayıp kıtasındandır.”

Ne yazık ki bu hikâye bir aldatmacaydı. Yazarın adı Tony Earll ‘Not Really’ (Gerçekten Öyle Değil)’ nin anagramdır, yani edebiyatta bir sözcüğün harflerinin değişik düzenle başka bir sözcüğü oluşturmasıdır. Arkeologun kendisi ‘Rednose Rudolph’ adlı kişi iken, 1976’da bu aldatmacanın Raymond Buckland (1934 - ) yani neo-paganizm ve cadılık hakkında yazan kişi tarafından yürütüldüğü gösterilmiştir. Kendi sitesinde bunu kitap listesinin arasında olduğunu göstermektedir. Ancak açıklığa kavuşulamayan şey ise bugün bunu nasıl değerlendireceğidir? Bu bir şaka mıydı? Geri tepen bir kurgu çalışması mıydı? Yazar şimdi söylentinin bir kanal yoluyla (vahiy gibi) elde edildiğini mi iddia edecek? Yine de, bunlar Churchward’in kurgularını destekleyecek yeni kanıtlar değildir.

Yazar Notu: Daha önce hiç mitoloji hakkında yazmamıştım ve ısrarla bu dala girmemeye gayret gösteriyorum. James CHURCHWARD’a ait tüm kitapları okudum. O kitaplar örnekler ile yanlışlamaya çalışmayın. Bir dönem o kitapların ve CHURCHWARD’ ın ateşli bir savunusu idim. Maalesef Bilim ve Arkeoloji dünyası Mu Uygarlığı efsanesini artık sorgulamıyor. Ancak inanmak istiyorsanız bu inanç dünyasında başarılar dilerim.

Neden bu konuda yazdığımı merak ediyorsanız, ben kanıtlanmamış, bir veya birkaç kişinin beyni ile -- kanıtsız olarak ve bilimsellikten uzak - üretilmiş her türlü inanca karşıyım. İster adına Din deyin ister Mitoloji. Kanıt yoksa bilim de yoktur. Bilimin olmadığı yerde de cehalet işler.
Kanıtı olmayan her türlü bilgi ve varsayım’da benim için sadece ve sadece ZIRVA’ dır.
Sağlıcakla kalın.

Kaynak:
badarcaeology.com

Yazan: Demon Product

SÜMER'DEN BİZE KALAN BAZI GELENEK VE UYGULAMALAR

GF, din, sümer mitolojisi, Sümer ritüelleri, Sümer gelenekleri, Domuzun haram olması, Nevruz, Mezarlığın kökeni, Kurbanın kökeni, Marduk, Başörtüsünün kökeni, Kutsal sayılar, islamiyet, din ve mitoloji,mitoloji ve din
Sümer’den insanlığa kalan pek çok miras var ve bu sadece mitolojiyle de sınırlı değil.
Ancak bu içerikte Sümer mitolojisinden sadece sayılı örnek ele alınmıştır.

Sümer dini, önceleri tanrısız bir dindi. İnsanlar öncelikle büyük tabiat güçlerine taparlardı.
Büyük tabiat güçleri pasifti, yaratıcı güçten yoksundu. Bu tabiat güçlerine sonradan Tanrısallık biçilmiştir. İnsan aklı soyuttan somuta doğru gelişmiştir ve soyut şeyleri antik çağların insanları somutlaştırmak istemiştir. Bu somutlaştırmadan evvel,Tanrı kavramı yaratıcı olmaktan ziyade soyut olarak ‘enerjiyle’ ifade ediliyordu.
Örneğin Tammuz, bereket tanrısı olmadan önce ağacın ve bitkinin içindeki enerjiydi.
Bu somutlaştırma sürecinde Sümerler, o dönem en ileri oldukları astronomiden yararlanmıştır. İnşa ettikleri devasa Zigguratlar ile gökyüzünü gözlemektelerdi. Soyut ilahlarını, gökyüzünde keşfetmeye başladıkları cisimlerle özdeşleştirerek somutlaştırdılar.
Ay Tanrısı, Güneş Tanrısı, Rüzgar Tanrısı vs.

Sami Irktan olan Akadlar, M.Ö. 2500 yılında Sümer bölgesine yerleşiyor ve muazzam bir uygarlıkla karşılaşıp kendi inançlarını Sümer inançlarıyla harmanlıyor. Akadların, hem Batı hem de Doğu’ya doğru genişlemesiyle Sümer inançları denizci bir toplum olan Fenikeliler’e ve Filistin’e ulaşıyor. Fenikeliler vasıtasıyla da Antik Yunan ve Roma’ya…

Sümerlerin İnanna’sı; Semitik toplumların İştar’ı, Fenikeliler’in Astarte’si, Antik Yunan’ın Afrodit’i oluyor. Sümer’in Tammuz’u, Fenike’nin Adonis’i oluyor. Sümer’in Ninurta’sı, Yunan’ın Zeus’u oluyor. Kısaca, Sümer’de somutlaştırılan ne kadar Tanrı ve Tanrıça varsa bahsi geçen coğrafyalarda da versiyonları türetiliyor.

1. Nevruz: Kutsal Evlilik
“Nevruz bir Türk bayramı mıdır yoksa Kürt bayramı mıdır?” “Nevruz kimindir?”
Ülkemizde her yıl Nevruz yaklaşınca akla gelen ve bazılarının tatmin uğruna saçlamayarak cevapladığı bu sorunun cevabı: Nevruz bir Sümer ayinidir ve tüm toplumlara da Sümer’den yayılmıştır. Şöyle ki; Sümer’in en ünlü tanrısı Tammuz, bereket ve güneş tanrısıdır.

En ünlü tanrıçası ise, bereket, toprak ve ay tanrısı olan İnanna’dır.
Sümer’deki inanışa göre, soğuk ve zor geçen kışın ardından baharın gelişiyle her yıl 21 Mart tarihinde Tammuz ve İnanna evlenir.
Bu evlilik kışın bitişini, topraktaki bereketlenmeyi simgeler ve her yıl bu tarihte kutlanır.
21  Mart aynı zamanda gündüz ve gecenin birbirine eşit olduğu tarihtir.

Güneş tanrısı Tammuz, gündüzü; ay tanrısı İnanna geceyi simgeler ve bu geceyle gündüzün kavuşmasıdır.

Tammuz ve İnanna’nın birleşmeleriyle dünyaya bolluk, bereket ve yeşillik gelirdi, hayvanlar yavrulardı. Evlilik, güneşle alakalı olduğundan ayinde ateşin üstünden atlamakta vardır. (Ateş, güneşi simgeler.)

İlk defa M.Ö. 4000 yılında kutlanan bu evlilik, Mezopotamya ve Orta Asya’da Nevruz halini alıp zenginleştirilmiştir.
Hristiyanların Paskalyası ve Hıdrellez’in kaynağı da bu kutsal evliliktir.
Semitik toplumlardaki ‘cemre’ inancı da bu evlilikten gelir.


2. Gelin odasının süslenmesi
İnanışa göre, kutsal evlilik öncesinde Tanrıça İnanna yıkanır, annesi ile konuşarak ondan tavsiyeler alır, kapı arasından hediyelerin gelişini gözler. Daha sonra gelin odası hazırlanır ve çeyizler ziyaretçilere gösterilir. Ancak tüm bu hazırlıklar tamamsa Tammuz’un içeri girmesine izin verilir. 6000 yıldır bu evlilik töreni, o bölgede, bölge çevresinde ve Anadolu’da bu şekilde devam etmektedir.

3. Selvi ağacı, mezarlıklar ve Tammuz
Tammuz için metinlerde şöyle denir: “Bir yığın Haşur Ormanlarının arasında sen pırıl pırıl parlayan bir selvi ağacıydın ve senin bulunduğun yere sadece güneş gelebilirdi”.

Sümer tapınaklarında Tammuz’un sembolü olarak selvi ağacı dikilirdi. Tammuz, sular tanrısı Enki’nin oğlu olduğu için, tapınaklarda aynı zamanda havuz, su kuyusu veya çeşme de olurdu. Bugün mezarlıklarda selvi ağaçlarının olmasının nedeni, selvi ağacının “ebedi hayat”ı simgeleyen ‘hayat ağacı’ olmasıdır. Tammuz gerçek anlamda hiçbir zaman ölmez; ebediyete sahiptir.

4. Noel ağacı
Bir önceki maddede Tammuz hiçbir zaman tam olarak ölmez demiştim. Evet ölmez sadece derin bir uykuya dalar. Bu uyku, gecenin gündüze galip gelmeye başladığı tarihe denk gelir. Bu tarih gece ile gündüzün yıl içerisinde son kez birbirlerine eşit oldukları ekinoks tarihidir. Bu tarihten sonra gecelerin süresi, gündüzü geçer ta ki 21 Aralık’a kadar.
21 Aralık yıl içerisinde en uzun geceyi içerir. 21 Aralık’ta Güneş tanrısı Tammuz ‘ölür.’ 3 gün sonra ise gecenin kısalmaya gündüzün uzamaya başlamasıyla dirilir.
Bu diriliş 25 Aralık’ta kutlanır ve bu kutlamalarda Sümerler, bugün noel dedikleri ağaçları kullanır. Ağaçtaki süsler, her türden meyveyi ve bereketi simgeler; ağacın kendisi ise Tammuz’dur.

5. Tıbbın Sembolü
Yukarıdaki örneklerde hayat ağacının kendisinin Tammuz olduğunu görmüştük. Hayat ağacına sarılı iki yılan Tammuz’un iyileştirici özelliğini tasvir eder. Günümüz tıp çevrelerinde yaygın olarak kullanılan yılan sembolünün kaynağı da yine Sümer’dir.

6. Domuzun Haram Olması
Tammuz’un diğer adı -daha doğrusu bir başka söylenişi- Domuzi’dir. İnanca göre Tammuz ve onun bir sonraki versiyonu olan Adonis, vahşi bir domuz tarafından katledilir.

Domuzu mitolojide günahkar,dinlerde haram yapan bilinçaltında yatan ‘Tanrı katili’ sıfatıdır.
Ayrıca ekonomik açıdan, domuzun küçükbaş hayvanlar gibi göç edememesi ve dönemin şartlarınca yaz aylarında etinin sıcağa dayanamayarak çabuk bozulması da nedenler arasındadır.

7. Yere Düşen Ekmeğin Öpülmesi
Ekmeğin kutsallığı Sabiilerden gelir. Tammuz’un bir başka versiyonuna tapan Sabiilere göre ekmek çok kutsaldı. Öyle ki, buğdayın toplanması ve öğütülmesi zamanında Sabiiler ağlardı. Çünkü bu tarihler, Tammuz’un öldüğü -derin uykuya daldığı- günlere denk gelirdi.
Sabiilere göre, ekmek Tammuz’un etiydi. Tammuz, Sabiiler için ana geçim kaynağıydı.
Bu nedenledir ki, bugün Anadolu’da hala ekmek yere düştüğü zaman öpülür ve başa konur, ekmek ve buğday kırıntısına basmanın büyük günah olduğuna inanılır ve ekmek bıçakla kesilmez.

Çünkü, ekmek binlerce yıl önceki inanca göre bereket tanrısı Tammuz’un etiydi. Ekmeğe verilen önem bu coğrafyada hiç değişmedi. Elbette, Tammuz unutuldu, gitti.

(Ek olarak, Sabiiler’e göre ekmek Tammuz’un eti dedik. Şarap da barış ve şarap tanrısı Dionysus’un kanıydı. Her ikisi de dönemin insanları için ana geçim kaynağıydı. Hristiyanların Efkaristiya’sını açıklamak için yeterli bir kaynak.)

8. Kurban Ayini
Sümer’de tanrıları sevindirmek, istekte bulunmak, hastalıktan kurtulmak ve adakta bulunmak için, hasta veya sakat olmayan bir hayvan kurban edilirdi.
Kurbanları tapınak rahipleri keserlerdi. Kurbanın sağ kalçası ve iç organları Tanrılara takdim edilir, geri kalanı ise dağıtılırdı.

9. Mitolojideki İlk Tek Tanrı: Marduk
Marduk, Babil kentinin tanrısıydı ve Sümer’deki Tammuz’un Babil versiyonuydu. Babil şehrinin güçlenmesiyle birlikte o da güçlendi. (Mitolojide tanrılar, doğdukları şehre bağlıydı. Şehir güçlendikçe o şehrin -ya da devletin- kralı, kendi tanrısını da güçlendirmiş ve yaygınlaştırmış oluyordu.)

Marduk, M.Ö. 2000’de Kral Hamurabi tarafından Baş Tanrı olarak ilan edildi. M.Ö. 1600’lerde de Kral Buhtunnasr tarafından Tek Tanrı ilan edildi.
Marduk Tanrıların Tanrısı konumuna gelince diğer 50 tanrı, kendi güçlerini Marduk’a verir. Her bir gücün, özelliğin de ayrı ismi vardır. Böylelikle, Marduk’un 50 kadar ismi olur.
Marduk, kendisine güçlerini sunan tanrı ve tanrıçaları kendi hizmetine alır ve onlara sınırlı güç ve görevler atfeder. Böylelikle eski Sümer tanrıları, tek tanrının hizmetinde birer elçi, veli ve ilahi ögelere dönüşür.

Babil’in zayıflaması ve Asur’un güçlenmesiyle Marduk’un Asur versiyonu ortaya çıkar: Devlete de ismini veren Asur tanrısıdır. Ve zamanla Kabala öğretisinde kendine yer edinen bu tek tanrı inancı, modern yapısına Tevrat ile kavuşur.

10. Başörtüsü
Sümer’de, Babil’de (ve hatta erken Anadolu dönemlerinde bile) her genç kız evlenmeden önce tapınağa gider ve orada bir kere olmak üzere yabancı bir erkekle para karşılığı beraber olurdu. Bu parayı tapınağa bağışladıktan sonra tapınaktan ayrılabilir ve artık evlenebilirdi. Bu tür bir cinsel birleşme son derece kutsal sayılırdı (tıpkı Tammuz İnanna veya Kral-Baş Rahibe birleşmesinde olduğu gibi)
Bunu yapmadan genç kız evlenemezdi. Asilzadeler bile kızlarını kendi elleriyle bu tapınaklara getirmişlerdir. Çirkin kızların kötü bir kaderi vardı; bazen kendileriyle beraber olacak bir erkek çıkması için yıllarca tapınaklarda beklerlerdi.

Bunun dışında tapınak rahibeleri, bu kutsal fahişeliği sürekli olarak yaparlar ve tapınağa gelir sağlarlardı (ancak belirttiğim gibi, bu utanç verici bir iş değil son derece kutsal bir görevdi, onlara sokak fahişesi muamelesi yapılmazdı)
Bu kadınların diğer kadınlardan ayrılması için, başlarının bir şalla örtülmesi zorunluydu. Bu örtü, artık o kadının evlenebileceği anlamına geliyordu. Bunların haricinde kızların, cariyelerin ve fahişelerin örtünmesi yasaktı.

M.Ö. 1500 yıllarında Asur kralı, sadece evlenilebilir kadınların değil; evlenen ve dul kalan kadınlarında örtünmesini zorunlu kılmıştır. Böylelikle, üç büyük kutsal kitapta da geçen baş örtüsü adetinin kaynağının Sümer olduğu öğreniyoruz.

11. Kartal Figürü
Sümer’de güneşin farklı farklı şekilleri vardır. Sabah, öğle, akşam güneşinin; yaz, bahar, kış güneşinin farklı farklı isimleri, simgeleri ve tanrıları vardır.

Sümer’deki sabah güneşini de kartal simgeler. Sabah güneşiyle kartal; doğuşu ve yükselişi ifade eder. Kartal aynı zamanda batmayan güneşin temsilidir.

Sümer’den günümüze kadar özellikle devletler tarafından bu simge kullanılmıştır. Kartal, pek çok devlet için gücün sembolü olmuştur. (Roma, Selçuklu, günümüzde ABD vs.)

12. Kutsal Sayılar
Sümerliler, gökteki 12 burcu ilk kez keşfeden uygarlıktır. Sümerlilerin bir gün 12 saatten oluşuyordu ama 1 saatleri bizim 2 saatimize eşitti; yani toplamda yine 24 saatti. İsa’nın 12 havarisi, bu burçları temsil eder. Sümer inancına göre, burçlarda birer tanrı otururdu ve güneş tanrısı bu burçları ziyaret ederdi (her 2150 yılda bir güneş başka bir burca denk gelirdi ve Sümerliler bunu hesaplamışlardır)

Bugün Yahudilikteki ve Hıristiyanlıktaki 7 kollu şamdan, Sümer’in meşhur ağacını ve yedi seyyareyi temsil eder. Tek tanrılı dinlerdeki cehennemin 7 kapısı, Sümer’in yer altı dünyasının 7 kapısı olmasından gelir.

Sümerlerde sayı sistemi 10’luk değil; 60’lıktır. En büyük rakam 60, en büyük tanrının rakamı da 60’tır. Ay tanrısının rakamı ise, 30’dur.
(Ay Dünya etrafındaki dönüşünü yaklaşık 30 günde tamamlar.)

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Kaynak:
Kur'an, İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni - Muazzez İlmiye Çığ (Sümerolog, Tarihçi ve Dil Bilimci)

Yazan: Gregoire de Fronsac

UMAY ANA

Umay ana, mitoloji, Türk mitolojisi, Türk mitolojisinde koruyucu kadın, Lohusaların koruyucusu, Yakut Türkleri, Umay Ayısıt, Umay, BK, Tonyukuk yazıtı, Umay ana inanışları, Türk mitolojisinde tanrıça
Olağanüstü bir varlık, tanrıça, ruh, koruyucu, iye… Umay

Umay, kadim Türklerin millî ilâheleri, çocukların ve hayvan yavrularının koruyucusudur.

“(Buralara kadar) gelenler “(geliş) zor(du)” dediler, (ama pek de zorluk) hissetmediler. Galiba, Tanrı Umay, Kutsal Yer ve Su (ruhları bize) yardımcı oluverdiler. Niye kaçıyoruz?”

Tonyukuk yazıtının 38. satırında kazınmış olan bu bilgiler, Umay’ın varlığının en erken nerelere kadar götürülebileceğinin cevabını da bizlere sunmaktadır.

Çocukların ve yeni doğum yapmış kadınların koruyucusu olan Umay, doğum sırasında, doğumdan sonra ve koruyuculuğunu üstlendiği çocuğu ergenlik çağına ulaşıncaya kadar koruyan doğaüstü bir varlık, belki bir Tanrıça belki de yaratılış mitlerinde adı geçen Ak Ene… Ancak şu da bilinmelidir ki Umay, yalnızca insanların değil bütün canlıların yavrularını korumakla da yükümlüdür.

Çocukların ve lohusaların koruyucu iyesi olarak nitelendirdiğimiz Umay, bazı inanışlarda sadece nefes alan çocukların koruyucusu değil var olması istenen çocukları ailesine bahşeden, bir can bağışlayabilen olağanüstü güçtür. Bunun bir örneğini Yakut Türklerinin çocuk istemeye dair gerçekleştirdiği ritüellerde görebiliriz:

Yakut Türkleri Umay’ı Ayısıt diye çağırır. Çocuğu olmayan bir Yakut kadını, çocuğu olması için Ak Şaman’a başvurur. Tanrılara sunulan her istek ve her dua Ak Şamanlar aracılığıyla gerçekleştirilir. Ak Şaman da Ayısıt Hatun’a dua eder ve kimsenin binemeyeceği bir kurbanı ıduk olarak bağışlar. 

İlk derlemeci olarak bilinen Kaşgarlı Mahmud’un meşhur eseri Dîvânu Lugâti’t-Türk’ünde de Umay’a tapıldığı vakit erkek çocuğu olmayanların erkek çocuklarının olacağı yazmaktadır. Aynı zamanda Umay için bir de kadın doğurduktan sonra karnından çıkan ve hokkaya benzeyen, karında iken çocuğun yoldaşı oluğu söylenen şey, açıklaması da yer almaktadır. Görünen o ki doğumdan sonra çıkan sonda (plasenta)da Umay’ı bulabilmek mümkündür.  Bazı yörelerimizdeki inanışlarda bebeğin eşi yani sonu kimsenin ayağının basamayacağı ıssız ancak temiz yerlere gömülmek zorundadır. İşte buralarda inanılarak gerçekleştirilen bu uygulamalar Umay iyesinin kutsal kabul edilmiş olan varlığının devam etmesine ve ona duyulan saygının değişiklik göstermeden yaşadığına işarettir.


Az ya da çok herkesin karşılaştığı bir hikâye mevcuttur: Anne karnındaki bir bebeğin doğum zamanına kadar yanında bir melek vardır. Bebek o meleğe beni şimdi sen koruyorsun ama dünyaya gittikten sonra beni kim koruyacak diye sorar. Bunun üzerine de koruyucu melek bebeğe, adı Anne olan bir melek seni ölene dek koruyacak cevabını verir. Belki de anlatılan bu hikâyelerdeki bebeğe yoldaş olan varlık Umay’dı, Umay Ana’ydı ve halk farkında olmadan Umay’ı yaşatmaya devam ediyordu.

Yörelerden inanışlarla devam edelim.

Yeni doğum yapmış bir kadının bebeğinin sonunun (eşinin) üzerine kısır bir kadın sıcakken oturtulursa kısır kadının bebeği olacağına inanılmaktadır. Burada döl verme yeteneği olanların gücünü bu sonla birlikte kısır olana geçirme vardır. Yani, kısır kadın döl geçirme yeteneği olan sonun üzerine oturduğunda yeni doğum yapan kadının bu özelliğinin ona geçeceğine inanılır. Bu yüzden kadınlar sıcakken bu sonun üzerine oturtulur.  Daha önce sonda olduğuna inanılan Umay tanrıçasının gücü burada kısır kadına bir bebek vermektedir.

Kadim Türklerden beri süregelen Umay Ana’ya dair inanışlar ve uygulamalar oldukça çoktur. Bu uygulamaları merak edenler varsa Halk İnanışları ve Folklor başlıklı çalışmalar, Mitoloji kitaplarının Umay kısımlarında verilen değerli bilgiler merakları gidermeye yetecektir.

Koruyucu ruh, iye, olağanüstü varlık ve yeri geldiğinde de bir tanrıça olarak kabul edilmiş olan Umay Ana’nın fonksiyonu zamanla değişmiş ve o artık çocukları korkutmak için Umacı olarak adlandırılan olumsuz bir varlığa, Albastı gibi kötü bir ruha ya da Fatma Ana’nın eline dönüştürülmüştür. Kadim Türk devirlerinde Umay Ana’nın varlığı ve olağanüstü fonksiyonu belirginken çocuklara zarar veren, onların ölümüne sebep olan olumsuz, kötü ruhların varlığı da mevcuttu. Somutlaştırmak ve olumsuz bir varlığı oluşturmak için kötü ruhların değiştirilerek Albastıya dönüştürülmüş olması varken kutsal bir varlık olan Umay’ın dönüştürülmesini anlamak şu an için olanaksız gibi görünüyor. Bu olanaksızlığı kaldırmak ve düşüncemizi ortaya atmak için çalışmalara devam ediyoruz, çalışmaya ve bol okumaya devam...

Yazan: Büşra K.

MUHAMMED'İN MİTOLOJİK ATI "BURAK"

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Burk-E-Albani / البُراق‎ ‎ / Al-Burāq
Muhammed'in Mitolojik Atı

Burak'ın tavus kuşu kuyruğu yerine at kuyruğu vardır. Fakat birçok sefer aşırı benzerliğinden dolayı at kuyruğundan farklı olarak Kamadhenu'yla yakından ilişkilendirilmiş ve tavus kuşu kuyruğuyla (çoğu zaman Hindistan'ın sembolü olmuştur) resmedilmiştir.

Tanrıça Shri Kamadhenu bazen bir inek olarak tasvir edildiği gibi bazen bir tavuskuşu kuyruğu ve güzel bir kadının kafası ile mistik bir kanatlı inek olarak da tasvir edilir. Bu ikonografi Muhammed'i gece yolculuğuna sırtında taşıyan dişi at olan Burak'ınkine çok benzer.

Mistik Kamadhenu kanatlı bir inek olarak tanımlanırken, Burak kanatlı bir at olarak tanımlanmaktadır.

Kadın başlı, at gövdeli ve tavus kuşu kuyruklu Burak, Hz. Muhammed'in Miraçta, Yedi Gökten Kudüs'e gidişinde bindiği bir dişi melektir.

Tıpkı tek boynuzlu Unicorn gibi bir kadının kafasına sahip olan, kanatlı At benzeri yaratık olduğu söylenen Burak İslam'daki dişil İlahiliğin bir örneğidir ve 7 kat gökten Muhammed'in Miraç yolculuğunun aracı olmuştur. İnanışa göre Muhammed alevden bir enerji ile çevrilmiş ve melekler eşliğinde Burak'a binmiştir.

Ayrıca İslam inancında, eşi Sare ile yaşayan İbrahim peygamberin diğer eşi Hacer ve oğlu İsmail'i ziyaret etmek için Mekke'ye giderken Burak'ı kullandığı ve aynı gün içinde akşam vakti yine Burak ile geri döndüğü ifade edilmektedir.

mitoloji, İslam mitolojisi, Burak, Muhammed'in atı Burak, Muhammed'in binerek uçtuğu at, Burak atı, Kanatlı at Burak ve Kamadhenu, A, din ve mitoloji, Miraca uçuran at, Burak tasviri, Kamadhenu
Yukarıdaki görselde gördüğünüz Hindu Tanrıçası Kamadhenu ile Burak arasında bariz benzerlikler vardır. Kamadhenu'da tıpkı Burak gibi genellikle kanatlarla ve tavus kuşunun kuyruğuyla tasvir edilmiş, dilek yerine geçen bir canlı olarak kullanılmıştır.

Muhammed, Burak'a Binerek Cennete Uçuyor
Al-Burāq (Arapça: البُراق al-Burāq "yıldırım"), peygamberleri taşıyan göksel bir yaratık olarak tanımlanan bir mitolojik attır. En sık anlatılan hikayede 7. yüzyılda, Burak'ın İslam peygamberi Muhammed'i Mekke'den Kudüs'e, İsrail'e ve Mi'raj ya da “Gece Yolculuğu” na götürür ve bunlar Kur'an'da da yer almaktadır.

Kanatlı bir at olan Burak, Mısır mitlerinin meşhur yaratıklarından olan sfenksler ile de benzerlikler içermektedir. Bazı çizimlerde ise Burak'ın siyah saçları ve kulağındaki küpesi ile bir kadın yüzü vardır. Muhammed de sade bir elbise giymiştir. Bu resim tarzı Uzak Doğu sanatının etkisini göstermektedir.

Sahih-i Buhari'den bir alıntı yaparak Burak'ı nasıl tarif ettiğine bakalım:
“... Sonra bir katırdan daha küçük ve eşekten daha büyük beyaz bir hayvan bana getirildi.” ... "Hayvansalın adımı (o kadar genişti ki) hayvanın görüş alanının en uzak noktasına ulaştı."

Başka bir açıklama:
"Ardından Cebrail, güzel yüzlü ve dizginlenmiş Burak'ı, eşekten daha büyük, ancak katırdan daha küçük, uzun, beyaz bir canavarı getirdi. O, toynaklarını bakışlarının en uzak sınırına yerleştirebilirdi. Uzun kulakları vardı. Ne zaman bir dağla karşılaşırsa, arka ayakları uzardı ve yokuş aşağı gittiğinde ise ön bacakları uzardı. Bacaklarına kuvvet veren iki kanadı vardı."

Yine Sahih Buhari Hadislerinden,
İsra ve Mirac Hakkında Malik İbn-i Sa`Saa Hadisi (HadisNo: 1551)
...Daha sonra katırdan küçük ve merkepten büyük beyaz bir binit getirildi. -Râvî (Enes İbn-i Mâlik): "Bunun adı Burak`tır ki o, adımını gözünün irişebildiği yerin müntehâsına atardı" demişti:- Ben bunun üzerine bindirildim...

Taberî’nin naklettiği bir rivayette Hz. İbrâhim’in Kâbe’yi ziyarete giderken bu bineği kullandığı belirtilmekte ve bu sebeple buraktan “İbrâhim’in bineği” (dâbbetü İbrâhim) şeklinde söz edilmektedir (Tefsîr, XV, 5, 10). Ayrıca kıyamet günü, mahşer yerinde bulunan ümmetlerine ulaşabilmeleri için peygamberlere binek verileceği, Sâlih peygamber devesine binerken Muhammed’in de kızı Fâtıma ile birlikte buraka bineceği ve o gün Burak'ın sadece kendisine tahsis edileceği gibi hususlar da konu ile ilgili rivayetlerdendir.

Kaynaklar:
Lisânü’l-ǾArab, “brk” md.; Tâcü’l-Ǿarûs, “brk” md.; Müsned, III, 148; IV, 208; Buhârî, “Bedǿü’l-halk”, 6, “Menâkıbü’l-ensâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 264; Nesâî, “Salât”, 1; İbn Hişâm, es-Sîre, I, 396-398; İbn Sa‘d, et-Tabakāt, I, 214; Taberî, Tefsîr (Bulak), XV, 4-5, 10, 12, 13; Hâkim, el-Müstedrek, II, 360; IV, 606; Demîrî, Hayâtü’l-hayevân, I, 165-168; B. Carra de Vaux, “Burak”, İA, II, 804; R. Paret, “al-Burāk”, EI² (İng.), I, 1310-1311, Hint mitolojisi Kamadhenu;  Journeys in holy lands: The Evolution of the Abraham-Ishmael Legends in Islamic Exegesis, Reuven Firestone, State University of New York Press, New York, 1990

Yazan: A.Kara

PROMETHEUS

GF, mitoloji, Prometheus, Prometheus'un hikayesi, Prometheus'un kurtuluşu, Prometheus ile şeytan ilişkisi, Prometheus'un çamurdan insan yaratışı, Enki ve Prometheus, yunan mitolojisi, din ve mitoloji,
PROMETHEUS
(ATEŞ HIRSIZI, DEVRİMCİ VE ŞEYTAN)


Adı “önceden gören” anlamına gelen Prometheus, titanların soyundan gelir. Hesiodos’a göre, Lapetos’la Klymene’nin; Aiskhylos’a göre ise Prometheus Gaia’nın oğludur. İnsanların yaratıcısı ve onlara ateşi veren kişi olarak tanımlanan Prometheus’un Atlas, Menoitios, Epimetheus adında üç kardeşi vardır.

Titan soyundan gelen Prometheus ve kardeşleri akıl gücü bakımından diğer tanrılardan üstündür ve bu gücü Zeus’a karşı gelmek için kullanırlar. Fakat akıl gücü Zeus’un tekelindedir ve Zeus dünya egemenliğini bu güçle ele geçirmiştir. Bu gücü başkasında görmek, içinde bitmek bilmez bir öfke doğurur. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur. Sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus’u aldatma ve küçük düşürmek için kullanır.
Aiskhylos’a göre Prometheus bir kahindir ve nasıl Gaia Kronos’a devrileceğini haber verdiyse, Prometheus da Zeus’un bir gün tahttan düşeceğini bilir. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus’u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Zamanla dört kardeş de bu üstünlükleri yüzünden Zeus tarafından eşi görülmemiş cezalara çarptırılır. Kardeşlerden ilk ikisi Atlas’la Menoitios, tanrılarla titanlar arasındaki ünlü savaşa katılmış ve Zeus tarafından Atlas gök kubbeyi omuzlarında taşımakla, Menoitos da yerin dibine kapatılmakla cezalandırılmıştır. Zeus, Prometheus’un karaciğerini kartallara yedirerek, Epimetheus’u da ilk kadın Pandora’yı kendisine eş etmekle cezalandıracaktır.

İnsanın Prometheus tarafından maddeden yaratıldığı, daha doğru bir deyimle “yapıldığı” mitosu, geç bir dönemde İÖ 4. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Prometheus suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bedenine biçim verir. Sonra çamurdan yapılmış bu bedene yaşam soluğunu üfler.
Bir başka mitosa göre Prometheus, ilk insanın yalnızca yapıcısıdır, onu yalnızca biçimleyen kişidir. İlk insana hayatı, ruhu Athena vermiştir.

İlk kaynaklardan beri Prometheus insanların dostu olarak  anılmaktadır. Hesiodos şöyle bir olay anlatır ;

"Ölümsüz tanrılarla ölümlü insanların
Mekone’de çatıştığı zamanlardı o zamanlar,
O günlerden bir gün, Prometheus yaranmak için
Koca bir öküzü ikiye böldü getirdi sofraya:
Zeus’u aldatmak istiyordu aslında;
Öküzün yarısı yağlı etler ve barsaklardı
Karın derisi altında saklı,
Öbür yarısı yalın kemiklerdi sadece
Ak yağlar altında kurnazca saklanmış …
Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası
Ey İapetosoğlu, soyluların soylusu, dedi ona,
Hiç de haklı bir paylaştırma değil bu dostum.
Böyle alaylı alaylı konuştu engin akıllı Zeus,
Sinsi düşünceli Prometheus hafifçe gülümseyip
Kurnazlığını saklamaya çalıştı ve dedi:
Ulular ulusu Zeus, ölmez tanrıların en şanslısı,
Göğsündeki yürek hangi payı istiyorsa onu al. "


Zeus “öküzün ak yağlarını” kaldırıp kemikleri görünce yüreğini bir öfke sarmıştır. Tanrılar tanrısı aslında Prometheus’un kurnazlığını anlamış, ama   önleyememiştir. “Bilmişlerin en bilmişi” dediği Iapetosoğlu’nun bu yaptığını cezasız bırakmaz. Ölümlülerin elinden ateşi alır. Ama  Prometheus bir kez daha aldatır tanrılar tanrısı Zeus’u.
Bir bahane ile Zeus'un gönlünü almayı başaran Prometheus , Tanrılara gelecekten haber verme bahanesi ile Olympos'a çıkar ve güneşin alev alev yanan ışığından bir parça çalarak bir rezene kabı içinde saklayarak geri döner , böylece ateşi yeniden insanlara verir ..
Başka bir anlatıya göre ise Prometheus , ateşi Zeus'un oğlu demirci Tanrı Hephaistos'un kaynak ocağından alır .
Her iki anlatıya göre de Prometheus ateşi Olympos Tanrılarından çalıp insanlığa armağan etmiştir .
Aiskhylos “ateşi çalmakla” ilgili miti yeniden kurgulayarak farklı bir boyut kazandırır ve ona simgesel bir anlam yükler. Prometheus, mitolojideki gibi yalnızca ateşi çalıp onu başkalarına ulaştıran bir hırsız değildir. O aynı zamanda insanlığın eğiticisidir. Prometheus insanlara ateşi vermiş, böylece insanoğlu da bu dehayı kullanarak kendi büyüklüğünün ve gücünün sınırsızlığını kanıtlamıştır.

Prometheus, öteki kardeşleri gibi tanrıların düzenine karşı çıkmış, ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanları yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Bu yüzden de Zeus, Demirci Tanrı Hepaistos’a, onu yer yüzünün diğer ucunda bulunan Kafkas Dağı’nda bir kayaya çırılçıplak bir şekilde zincirleme emri verir.
Ardından tanrılarca görevlendirilen bir kartal, Prometheus’un sürekli olarak her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirir. Bu olaylardan sonra Prometheus,  “Prometheus Desmotes (Zincire Vurulmuş Prometheus)” adıyla anılmıştır.

Prometheus’tan sonra Zeus, insanları da cezalandırmak için kadını yaratır ve tanrıça görünümlü o güzel bedeni topraktan su ile yoğurmasını ve çekici kılmasını Hephaistos’a buyurur. Athena bedeni uyumlu olarak süsler, Afrodit yüzüne zarafet ve dayanılmaz arzu serper, ulak Hermes ise ona şeytani bir zeka ve kandırma yetisi üfler. Ayrıca konuşma yetisi de verir.

Hermes ona Pandora (bütün tanrılardan armağan) adını verir. Pandora’ya kapalı bir küp emanet ederek onu Epimetheus’a götürür. Kardeşi Prometheus, Zeus’tan hiçbir armağan almaması konusunda Epimetheus’u boşuna uyarmıştır. Epimetheus, Pandora’nın çekiciliğine karşı koyamaz ve Pandora’yı eş olarak kabul eder.
Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kendisine düğün hediyesi olarak verilen küpü açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda küpü kapatır maalesef küpün içinde kalan tek şey ise “umut”tur.

Prometheus’un kurtuluşu ise şu şekilde olur ;  Zeus’un geleceği ile ilgili bir gizi yalnızca  Prometheus biliyordu. Zeus’un birlikte olacağı bir kadından doğacak bir çocuk babasının krallığına son verecekti. Bu kadının kim olduğunu öğrenip onu bekleyen tehlikeyi savuşturmak için zincire vurulan Prometheus’u salıvermek zorunda kalır ve onun zincirlerini çözer  Prometheus’un karaciğerini kemiren kartalı öldürsün diye de Herkales’i yollar.
Promethes, onu Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu tanrısal işkenceden kurtaran Herakles’e, “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yok” der, böylelikle de insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur. Yeniden tanrılar katına kabul edilen Prometheus gizi açıklar. Zeus, Nereus’un kızı Thetis’e gönül vermiştir. Thetis’in doğuracağı çocuk babasından daha güçlü olacaktır. Zeus, Thetis ile birleştiği taktirde krallığı son bulacaktır. Tanrılar kendilerini korumak için Thetis’in bir ölümlüyle evlenmesini sağlarlar. Bunun sonucunda, Thetis’in oğlu, yaralanmaz ama ölümlü savaşçı Akhilleus olacaktır.

Prometheus'un hikayesine baktığımızda, Tanrı karşıtı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  Baş Tanrı ya karşı gelir. Ateşi çalıp insanlara verir,  ışık getirir. Yani aslında Şeytantır !
Böylece en önemli Tanrısal güçlerden birini insana vermiş olur yani ateşi !
Bu şu demektir; yapıcı ve yakıcı  bilgi !! Zeus'un yıldırımına bağlı kalmadan yakılmış ateşi sürdürmek için uğraşmadan ateş yakmak.
Bir başka deyişle Tanrı olmak. Zira ateş kullanılarak çömlek yapılır, silah elde edilir. Prometheus insanı çamurdan çömlekçi çarkında yaratır. Gerçek Tanrı odur.
Onun Sümerde ki karşılığı Enki'dir.
Yerin efendisi ve suların tanrısı.
İnsanı yaratan ve tufan dahil baş Tanrı’nın gazabından koruyan odur.  Ayrıca Enki kurnaz olarak sıfatlandırılır. Aynı şekilde Prometheus da önceden düşünendir.
Bu fikirsel bazda da bir başka paralellik arzeder.  Ölüm / ölümsüzlük / elma / bilgi testinde insan dişisine elmayı tercih etmesini yoksa öldürülecekkerini ,  ölümsüzlüğün hayal olduğunu söyleyen Enki'dir. Bu Havva’ya  elmayı yediren  şeytan ile aynıdır.
Tanrı bilgi ağacının meyvesini yasak etmiştir. İnsanı cahil bırakır.
Oysa şeytan ve Enki insanı bilgi ile donatır. Prometheus da ateşin bilgisini insana verir.
Seks ve bilginin çoğalması ile meyve olan çocuk ve bilgi bir tutulmuştur.
Venüs,  İştar, Lilith ile Samael kuzey yıldızı ile birdir.
Her halükarda Adem'i erkek üstünlüğünü reddeden ana tanrıçalar onlardır. Ancak Enki ve Prometheus farklıdır, onlar insanı yaratan Tanrı’lar olarak hep insanı korur. Bilgi ile aydınlatır, ışık getirir. Bu sebeple baş Tanrı ile savaşırlar.
Şeytana bu dünyanın Kralı denir.
Bu tamamen Enki ile özdeşleşir.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

BAAL'IN DİNİ VE TANRININ ÇOKLU İSİMLERİ

A, Allah, Anat, Baal'ın dini, Büyük tanrı El, din, El-ilah, Elohim, hristiyanlık, islamiyet, Kenan halkı, mitoloji, Mot, musevilik, sümer mitolojisi, Sümer mitolojisinde Tanrı, Tanrı El, Tanrının evrimi,
Baal'ın dini çoktanrıcılıktan çıkamamış olsa da, fiziksel putların ve sınırlı ruhların arasında gizlenmiş sonsuz bir şeyin parıltısını algılamak mümkündür: Büyük Tanrı El.

El, diğer tüm tanrılardan daha büyük bir tanrıydı, İbrahim doğmadan bin yıl önce veya daha fazla bir süredir tapılmıştı. En yüksek tanrının adı kültürden kültüre değişiyordu, fakat bugün farklı ülkelerin gott, dios, Allah, Yehova ya da dieu'dan bahsettiği gibi El'in tasavvuru aynı kalmıştı.

Semitik dilleri konuşanlar onu El olarak tanıyordu, fakat aşağı Mezopotamya'nın Sümerler'i onu cennetin gök tanrısı olan An olarak kabul etmişti. Mezopotamya'da da yaşayan Akadlar ve Asurlular ise onu Anu olarak adlandırdılar. İlk Mısırlılar ona Horus diyorlardı ancak daha sonra hanedanlar ona Ptah, Atum ve Ra adını verdiler.

Her kültürde, El'in rolü aynıydı. O özel panteondaki (ulusun bütün tanrıları) diğer tüm tanrıların ataları olan babasıydı. Gökyüzündeki güneş gibi, El de dünyadan ziyade cennete yönelerek cennetten hükmetti ve şafakta dağlara parıltı veriyordu. Kenan halkı, El, Baal, Mot ve Anat gibi daha küçük tanrıların yaratıcısı olarak “Boğa-Tanrı” olan Thoru-el adı altında El'e saygıyla ibadet ettiler.
Bu olay Bahai perspektifinden anlaşılabilirdir çünkü:
… Her yaşta ilahi vahiyin ölçüsü, sürekli olarak gelişen bir insanlık tarafından o çağda elde edilen toplumsal ilerleme derecesine uygun hale getirilmiş ve orantılıdır. Shoghi Efendi, Vaat Günü geldi, S.118.


Nüfusun göreceli eğitim eksikliği göz önüne alındığında, El / Anu / An / Thoru-el'in sadece eskimiş tanrı olmadığı sonucuna varılabilir. İnsanlar onu, evrende en yüksek tanrı olarak görüyorlardı, adı ne olursa olsun, onu ne kadar kötü anlıyorlarsa olsunlar. Tanrı, Gott, Dios, Allah, Dieu, Θεός, Deus, Dio, бог, Bağışlayıcı, Efendilerin Efendisi.

İbrahim, Musa ve İsa'nın vahyleri ile, en yüksek tanrıya verilen isimler gelişmeye devam etmiş ve Eski ve Yeni Ahit'te çeşitli versiyonlar serpiştirilmiştir, ancak bu farklılıklar genellikle İncil'in standart İngilizce çevirilerine yansıtılmamıştır. Elohim, Elyon, El Ro'i ve El Shaddai büyük tanrı El ile yakından ilişkili olan dört isimdir. Örneğin Enoch, “elohim ile yürüdüm.” İbrahim’in cariyesi Hagar, El Ro’i ile konuştu, Yakup El Shaddai’yi Kenan topraklarında görmüştü ve Melchizedek, El Elyon'un Rahibi'ydi. El, aynı zamanda Elohim-RAB, Elohim-Yahweh-Adonai ve Elohim Adonai'de olduğu gibi, tanrının farklı yönlerinin hepsine yönelik artan bir takdiri daha açık bir şekilde ifade etmenin bir yolu olarak başka bir kelime veya iki kelime ile birlikte kullanılmıştır. Yunanlılar sonunda El'i Zeus'un adıyla kabul ederken ve Romalılar onu Jüpiter olarak kabul edeceklerdi. Arabistan'da ise ismi El-İlah olarak başlayacak ve sonra Allah'a dönüşecekti.

İsa'nın Tanrı için birden fazla farklı kelime kullanmadığını kimse söyleyemez, ancak İsa'nın hem İbranice hem de Aramice'de akıcı olduğu ve en azından küçük seviyede bir Yunanca konuşabildiği düşünülürdü. Yahudi yazılarını okumak için evde İbranice öğrendiği söylenir ancak Aramice hayatı boyunca Kenan'ın ana diliydi ve Yunanca, tüccarlar ve gezginler tarafından Akdeniz dünyasında ortak bir dil olarak kullanılıyordu. Elah, Aramice'de Tanrı için en yaygın kelime iken, Theos ve Kyrios ise Yunan dilindeki eşdeğerleri idi.

İncil tarihçilerinden Carl Henry, insanların bazen daha yeni isimlerle Tanrı'yı ifade edişini ve daha eski isimlerle birleştirilmesi konusundaki endişeyi bastırabilmek için şöyle diyor:
… Ardışık tarihin ardışık dönemlerinde, Tanrı'nın daha önceki isimleri daha sonraki isimleri ile yan yana tutulur. Sonraki ilahi açığa vuruş, önceki isimlerin gücünü ve önemini geçersiz kılmaz, çünkü Tanrı, isimlerinin ilerici vahiyinde kendini inkar etmez. Tanrı daha önceki veya sonraki isimler tarafından uygun şekilde ele alınabilir. Carl Henry (Tanrı, Vahiy ve Otorite, s. 182-183.)

Fakat bu sözün doğruluğu tartışılır çünkü Tanrının kendini açığa vuruş biçiminin lanetlediği diğer put ve tanrılarla aynı isim veya kurallara sahip olması onu kendi içinde büyük bir çelişkiye sokar.

Çeviren & Yazan: A.Kara

MEZOPOTAMYA'NIN UGARİT EFSANELERİ

mezopotamya mitolojisi, Ugarit krallığı,Ugarit mitleri,Ugarit efsaneleri,Tanrının krala yardımı,Tanrı ile kral ilişkisi,Semitik inanış, Semitik mitoloji, sümer mitolojisi, mitoloji,
Eski Mezopotamyalılara göre, ışık ve karanlık, yaşam ve ölüm bir bütünün iki yarısıydı. Yaşayan dünyayı yöneten Inanna, cennet tanrıçası iken kız kardeşi Ereshkigal karanlık ve ölülerin kraliçesi idi. Hiçbir kız kardeş birbiri olmadan var olamaz, var oluşlarını birlikte sağlarlardı. Ancak Inanna insanlar tarafından dünyada görülebilirken, Ereshkigal görünmezdi. Mezopotamya sanatçıları Ereshkigal'ı asla doğrudan tasvir etmediler, ancak Ereshkigal'ın gönderdiği canavarların ve iblislerin görüntülerini tasvir ettiler.

Baal, bir dizi Ugarit efsanesinde Baal döngüsü ile belirir. Bu hikayeler Baal'ın iktidara yükselişini ve gücünün artışını, diğer tanrılara meydan okuyuşunu ve yüz yüze geldiği zorlukları anlatıyor. Baal döngüsünün altında yatan bir konu ise eski tanrı El ile genç ve güçlü Baal arasındaki gerginliktir. El yüceliğini sürdürmüş olsa da, Baal tanrıların kralı haline gelmişti. Baal, doğanın tahrip edici gücünü temsil eden, denizlerle ve tufanlarla ilişkili olan Leviathan olarak da bilinen Yam'ı yenmiştir. Baal ayrıca doğurganlığın ve bereketin tanrıçası olan kız kardeşi Anat ile barış yapmak zorunda kaldı ve kanlı bir savaşçı kurbanı gerçekleştirdi. Sonunda, Baal ve Anat yeryüzüne ölüm tanrısı Mot ile yüzleşmek için gittiler. El, Baal ve Mot arasındaki savaşa başkanlık etti. Fakat hiçbir tanrı kazanamadı.

Diğer Ugarit efsaneleri ise efsanevi krallarla ilgilidir. Bu masallar gerçekte bazı tarihsel temelleri olmasına rağmen ayrıntıları kayıptır. Bir efsane oğul hasreti çeken King Keret'in hikayesini anlatır. Gördüğü bir rüyada El, Keret'e komşu bir krallığın prensesini karısı olarak almasını söyler. Anat ve Ashera'yı onurlandıracağına söz veren kral bunu yaptı ve yeni karısı yedi oğul ile bir kız doğurdu. Ancak, Keret hastalandı ve tanrıçalara yapması gereken ibadetlerini ihmal etti. Sadece Baal'a yapılacak özel bir tören ile kral ve kraliyet eski sağlığına yeniden kavuşabilirdi. Bu efsane tanrıların kral aracılığı ile insanlara iyi veya kötü şans gönderdiğini söyleyen Semitik inanışı resmetmektedir.

Yazan: A.Kara

MARİD

Marid, Marid nedir?, mitoloji, İslam mitolojisi, İslam mitolojisinde Marid, İslam mitolojisinde cin, Marid cinleri, Mavi görünümlü cin, Cin ve Meleklerin savaşı, Süleyman ve cinler, Siyah marid,
Efsaneye göre Marid, zorlu, en eski ve en güçlü cin ırkıdır. Maridler şekillerini kendi istekleriyle değiştirebilir ancak doğası gereği mavi renkli bir görünüme sahiptir. Eşleştikleri kişinin göğsünde devasa bir şişliğe sebep olur ve övünme dolu kişiliği ile kendini belli eder.

Cinlerin isyanları sırasında, bazı maridler meleklere karşı savaştılar. Onların yenilgisinden sonra, çoğu cin boyun eğerek cinler alemine döndü, ama bazıları reddederek Dünya'ya göç etti. Mitolojiye göre maridler çölde yaşlı bir adam biçiminde dolaşırken bile bulunabilirlerdi. Bu yüzden insanlar “Çölde yalnız seyahat edenlere karşı dikkatli olun” diyorlardı.

Siyah bir marid onun mavi tarikat üyelerini yönetir. Allah, Kral Süleyman'a cinleri kontrol etme yeteneği verdiğinde, Süleyman'ın yanında kolları katlanmış siyah bir marid durdu ve Süleyman'ın emirlerine uymayı reddeden cinleri cezalandırdı. Fakat siyah marid de bu durumdan memnun değildi. Yüzünde her zaman ekşi bir ifade vardı ve kendisinin Süleyman'ın kasından başka bir şey olmadığını söylerdi.

Yazan: Anu

İSLAM MİTOLOJİSİNDE MELEK

A, İslam mitolojisi, mitoloji, İslam mitolojisinde melek,İslam mitolojisinde melekler,Mitolojide melekler,Arap mitolojisinde melek, Arap mitolojisi, İslamda melekler,Melekler nasıl varlıklardır?
İslam mitolojisinde Allah melekleri, insanları ve cinleri yaratmıştır (ki bunlar da cinsel olarak bilinir). İnsanları çamurdan, şeytan ve cinleri ise dumansız ateşten yaaratmıştır. Her iki grup da iyilik ve kötülük arasında seçim yapma özgürlüğü ile kutsanmıştır. Allah, melekleri ışıktan-nurdan yarattı ve onları sadece iyi yaratıklar yaptı ama onlara özgür irade vermedi. İslamdaki melekler sadece Allah'ın onlara yapmalarını söylediklerini yaparlar. Yemek yemiyorlar, içmiyorlar, Allah'a ibadet etmekten de yorulmuyorlar. Bir nevi programlanmış makineler gibidirler (Bu yüzden Bakara 30'da çok büyük bir çelişki vardır fakat bu konuya ayrı bir yazı ile değineceğim).

İslam mitolojisinde melekler, dev büyüklüktedirler. En büyük melek olan Cebrail, her biri ufku kapsayan 600 kanat içerir. Onun yüksekliği cennetten Dünya'ya uzanır ve tüm melekler gibi ışık hızından daha hızlı hareket edebilir. Allah mesajcıları olarak melekleri kullanır ve isteklerini yerine getirtir, ama melekler aynı zamanda pagan tanrılarına ve koruyucu azizlere benzer işlevlere de sahiptirler. Örneğin melek mikail rüzgarı ve yağmuru kontrol eder. Bir diğeri ise gözlerinin arasındaki alan 70.000 yürüyüş mesafesi olan, dev Ölüm Meleği'dir (Azrail). Yarı kar ve yarı ateşten yaratılmış bir melek de vardır. Bu melek sürekli olarak şarkı söyleyen bir ölümsüz koroyla çevrelenmiştir.

Yazan: A.Kara

ARES

12 Olimpos tanrısından biri olan Ares savaş tanrısıdır. Zeus ve Hera'nın oğludur. Edebiyatta Ares, savaşın şiddetini, fiziksel ve vahşi yönünü temsil ediyor. Bu yönüyle zekânın tanrıçası olan, askeri stratejilerde uzman bir generali temsil eden Athena ile zıtlık oluşturuyor.

Ares savaşta başarı için gerekli olan fiziksel saldırganlığı somutlaştırmasına rağmen, Yunanlılar ona karşı kararsızdı çünkü savaşta doyumsuz olan tehlikeli, ezici bir güçtü.

Ares, Hephaestus ile evli olan Afrodit'in sevgilisi olarak bilinir ve Ares, edebiyatta sınırlı bir rol oynasa da, mitlerde ortaya çıktığı zaman, genellikle aşağılanma ile karşı karşıyadır. Örneğin, Ares ve Afrodit'in ünlü bir hikayesinde, Afrodit'in kocası Hephaestus'un yaptığı akıllı bir cihaz ile yatakta çıplak bir şekilde onları tuzağa düşürülürler ve tanrılar tarafından alay konusu olurlar.

Ares'in Sembolleri:
Mızrak, kask, köpek, savaş arabası, domuz, akbaba ve yanan meşale.

Madde madde Ares:
  • Ares en çok savaş tanrısı olarak adlandırılırdı; savaşın hoş olmayan yönlerini temsil etti.
  • Her ikisi de ondan nefret eden Zeus ve Hera'nın oğluydu (Homer'e göre).
  • Ares, savaşla olan bağlantısına rağmen çoğu kez kinci bir korkak olarak nitelendirildi.
  • Bazı kaynaklara göre Ares, Afrodit’in sevgilisi olarak tanımlandı ve kocası Hephaestus tarafından hor görüldü. Aralarındaki ilişki, Olimposlular arasında bir sır değildi.
  • Ares erkekler ve diğer ölümsüzler arasında asla çok popüler değildi. Sonuç olarak, Yunanistan'daki ibadeti önemli veya yaygın değildi.
  • Yunanistan'ın kuzeydoğusunda kızgın bir halkın yaşadığı Trakya'dan geldi.
  • Kuşu akbaba idi.
  • Amazonlar, savaşçı kadınlar onun kızlarıydı. Anneleri Harmony adında barışsever bir su perisiydi.
  • Otus ve Ephialtes adındaki ikiz devler, Ares'i bir pirinç zinciriyle bağlayarak bir ay yılı boyunca tutukladılar; Sonunda Hermes tarafından kurtarıldı.
  • Ares Truva Savaşı'nda hep Afrodit'in tarafını tuttu. Bir Yunan savaşçısı onu Athena'nın rehberliğinde bir mızrakla delene kadar Hector (bir Truva atı) için savaştı. Daha sonra, Zeus’a Athena’nın şiddeti hakkında şikayette bulunmak için savaş alanından ayrıldı.
  • Harmonia, Uyum Tanrıçası, Ares ve Afrodit'in kızıydı.
  • Ayrıca Eros (daha çok Cupid olarak da bilinir) Ares ve Afrodit'in çocuğuydu.
  • Ares'in oğlu Tereus'a babasının miğde bulandıran mutlak niteliklerinden miras kaldığı biliniyordu.
  • Ares, Herkül'ün düşmanlarının en az üçünün biyolojik babasıydı: Cycnus, Lycaon ve Diomedes.
  • Ares'in anlaşmazlık Tanrıçası olan Eris adında bir kız kardeşi vardı.
  • Bir başka kız kardeşi olan Hebe, gençlik Tanrıçasıydı.
  • Ares mitoloji öykülerine nadiren girerdi ve öykülerde genellikle aşağılanırdı.
  • Ares iki başka savaş tanrısı ile ilişkiliydi: Enyalius ve Enyo.
  • Ares'in, çok sayıda Yunan tanrısının hemen hemen hepsinin karakteristik özelliği olan çok sayıda çocuğu vardı. Daha ölümlü çocukları tanrısal çocuklardan daha iyi kavramıştı.
  • Ares sanatta genellikle bir mızrak ve bir kask takar şekilde tasvir edilmişti.
  • Ares'in Roma mitolojisindeki adı Mars'dır.
Yazan: Anu

10 KELT MİTİ

Yazan: A.Kara
Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

PERİ
Birçok farklı kültüre ait mitolojide farklı formlarda fideler vardır fakat fideler İrlanda mitolojisinde özel bir önem taşıyorlar. İrlanda'daki peri topluluğunun, Peter Pan’un Tinker Bell’inden çok canlı ve uzak olduğu düşünülmektedir. Kelt mitolojisindeki bir peri dilediği herhangi bir şekli alabilir ve genellikle bir insan formu seçer. Güzel ve güçlü oldukları söylenir ki bu talihsiz bir durumdur çünkü inanışa göre birçok peri onlara yaklaşan fanilere talihsizlik ve kötü şans getirmeye bayılırlar.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,


LEPRİKON
Leprikon, muhtemelen İrlanda'daki en yaygın peri tipidir. Orta çağlardan beri cüce cinler İrlanda efsanesinde var olmuştur. Geleneksel olarak, cüce cinler uzun perilerdir ve genellikle yaşlı bir adam olarak insanlara görünür. Çok farklı ve sonradan yaygınlaşan formu ise yeşil takım elbiseli küçük, çocuksu bir peri görünümüdür. Efsaneye göre bu cüce orman cinleri altınları toplamaya bayılırlar ve topladıkları altınları çömleklere doldurup gökkuşağının sonunda saklarlar. İnanışa göre eğer bir insan cüceyi yakalarsa, serbest kalmak için yakalayan kişinin 3 arzusunu yerine getirmelidir.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

FİN MACCOOL
Finn MacCool, birkaç İrlanda efsanesinde görülen mitolojik bir savaşçıdır. Popüler bir hikayede, dünyaya ait tüm bilgilere sahip olan bir somon balığı anlatıyor. Finn bilgiyi kazanmak için bu Somonu yemeye karar veriyor. Yemek pişirirken sıçrayan balık suyu Finn’in parmağını yakıyor. Finn, acıyı durdurmak için başparmağını ağzına sokuyor ve somonun taşıdığı bilgileri anında öğreniyor. O andan itibaren Finn öğrenmek istediği bir bilgi olduğunda baş parmağını emerek ona ulaşıyor.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

3 YAPRAKLI YONCA
Yoncanın üç yeşil yaprağı, İrlanda'nın resmi olmayan sembolüdür. 3 yapraklı yonca İrlanda'nın tarihi kültürlerinin çoğuna anlam katmıştır. Druid'ler bu yoncanın kötülüğü kaldırabilecek kutsal bir bitki olduğuna inanıyordu. Keltler bu bitkinin üç kalp şeklindeki yaprakları nedeniyle mistik özelliklere sahip olduğuna inanıyordu. Keltler için 3 kutsal bir sayıydı. Aynı zamanda bazı Hristiyanlarda 3 yapraklı yoncanın özel bir anlamı olduğuna inanıyordu (Kutsal Üçleme'yi temsil eden üç yaprak).

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

AZİZ PATRICK
Çoğu insan için Aziz Patrick, dünyanın dört bir yanındaki barlara iyi, neşeli bir gün ve yeşil bira getirirdi. Gerçekte ise Patrick ölümünden sonra yüzyıllar geçene kadar bir aziz değildi, hatta İrlandalı bile değildi. Patrick, zengin bir ailenin çocuğu olarak İngiltere’de doğmuştu. Çocukluğunda kaçırıldı ve İrlanda'da köle olarak satıldı. Kölelik yıllarında Hristiyanlı dinine geçti ve serbest bırakıldığında hayatının geri kalanını İrlandalılara Hristiyan dinini öğreterek geçirdi. Ama ölümünden kısa bir süre sonra unutuldu. Uzun yıllar geçtikten sonra rahipler onu İrlanda'daki bütün yılanlara karşı savaşıp ülkeden kovan hikayesi ile Aziz Patrick olarak anlatmaya başlamıştı. Fakat bu onun asla yapamayacağı bir şeydi çünkü İrlanda'da hiç yılan olmamıştı.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

LİR'İN ÇOCUKLARI
Lir Çocuklarının hikayesi, İrlanda Mitolojisi döngüsünden gelir. Lir, denizlerin efendisiydi. Bir karısı ve dört çocuğu vardı. Lir'in karısı öldüğünde, karısının kız kardeşi Aoife ile evlendi. Aoife, Lir’in çocuklarını kıskanıyordu ve onlardan kurtulmak istiyordu. Bir gün Aoife çocukları göle götürdü. Yüzerken onlar üzerinde büyü yaptı ve onları kuğulara çevirdi. Büyünün altındaki bu çocuklar bir Hristiyan çan sesi duyana kadar kuğu olarak kalacaklardı. Kuğular gölün içinden nehire doğru yüzerek yıllarca akan suyun sesini beklediler fakat ancak 900 yıl sonra Aziz Patrick İrlanda'ya gelmesi ile bu lanetten kurtulabildiler.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

DAGDA'NIN ARPI
İrlanda mitolojisinde Dagda, büyük ve güzel bir arpı olan önemli bir rahipti. Bir savaş sırasında rakip bir kabile Dagda’nın arpını çaldı ve terkedilmiş bir kaleye götürdü. Dagda kabileyi takip etti ve seslenerek arpını çağırdı. Arp Dagda'ya geldi ve tellerine vurulmaya başlandı. Arp Gözyaşları müziğini salıverdi ve şatodaki herkes ağlamaya başladı. Dagda tellere tekrar vurdu ve arp neşe müziğini çalmaya başlayınca tüm savaşçılar gülmeye tutuldu. Ardından Dagda tellere son kez vurdu ve arp uyku müziğini serbest bıraktı. Bu sayede Dagda büyülü arpı ile sağ salim geri döndü.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

PERİLERİN DEĞİŞTİRDİĞİ ÇOCUK (CHANGELINGS)
Efsaneye göre kadın periler genellikle deforme olmuş çocuklar doğururlardı. Periler görsel olarak hoş bebekleri tercih ettikleri için ölümlü dünyaya girerek sağlıklı bir insan bebeği ile değişecekler ve yerine kendi deforme çocuklarını koyacaklardı. Değiştirilen çocuklar bir insan bebeğine benzese de, aynı duygusal özelliklerin hiçbirini taşımazdı. Bu peri çocukları sadece yaşadıkları evde talihsizlik ya da üzüntü olduğunda mutlu olurlardı. Bu perilerin değiştirdiği çocuk efsanesi yüzyıllar boyunca sürdü.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

POOKALAR
Pookalar fani dünyasında hasara yol açan belirli bir peri türüydü. Pookalar geceleri İrlanda kırsallarında ve deniz kıyısı boyunca ortaya çıkarlardı. İyi bir günde Pookalar çitleri yıkıp hayvanların dağılmasına yol açarak bir çiftlikte yıkıma neden olurdu. Kötü bir günde ise Pookalar çiftlik evinin dışında duracak ve insanlara isimleri ile seslenecekti. Eğer birisi sesi duyup çıkarsa Pookalar onları çok uzaklara taşırdı. Ayrıca İrlanda'dan uzaklaşan gemilerle dalga geçmeyi çok seviyorlardı ve kayalık sahil boyunca görülen birçok gemi enkazından sorumlu tutuldular.

Kelt mitolojisi, mitoloji, din ve mitoloji, İrlanda mitolojisi,Kelt efsaneleri,Peri,Leprikon,Fin McCool,3 Yapraklı yonca,Aziz Patrick,Lir'in çocukları,A,Dagda'nın arpı,Pooka,Ölüm perisi, efsaneler,

ÖLÜM PERİSİ (BANSHEE)
Banshee beraberinde ölüm alameti taşıyan bir kadındı. Ölüm perisi bazen paçavra giymiş yaşlı bir kadın olarak, bazen genç ve güzel bir kız olarak ve bazen kanlı kıyafetleri yıkayan bir kadın olarak görünürdü. Göründüğü zaman korkunç bir şekilde ağlamaya başlar ve ölüm alametini serbest bırakırdı. Bu ağlama onu duyan aileye ölüm getirirdi. İskoçya Kralı 1. James bir ölüm perisi tarafından alamete yakalandığını düşünüyordu. Kısa bir süre sonra, Atholl'un Kontu'nda ölü bulundu.