HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SERAF MELEKLERİ (SERAFİM)

Hazırlayan: A.Kara

SERAF (SARAF) MELEKLERİ

"Yanan biri" anlamına gelen Seraf'tan İncil'in Kral James versiyonunda Serafim şeklinde bahsedilir. Arapçadaki karşılığı مشرفين musharifin'dir.  En yüce meleklerdendir. Eski Yahudi kaynaklarında göksel varlıklar (melekler) olarak geçerler. Bu varlıklar daha sonra Musevilik, Hristiyanlık ve İslam'da da rol oynamışlardır. [1] "Seraf " İbranicedeki çoğulu olan "Serafim"den türetilmiştir. Halbuki İbranicedeki tekili "śārāf (שָׂרָף)"tır. [2]

Hristiyanlık Serafları'ı melek sıralamasında en yüksek seviyeye koyarken, 12. yy'da yaşamış olan Sefaradi Yahudisi, filozof, başhaham, Talmud bilgini ve çoğaltıcısı Musa bin Meymūn (30 Mart 1135 – 13 Aralık 1204) Musevilikteki melek hiyerarşisinde 10 melek statüsünün yer aldığı Musevi melek hiyerarşisinde onları beşinci sıraya koymuştur. [3][4][5]

Yeşaya Kitabındaki bir bölüm bu terim hakkında oldukça farklı bir anlatıya sahiptir. Onları tanrı'nın tahtı etrafında uçan altı kanatlı varlıklar olarak tanımlar.

Yeşaya 6: 1-7:
Kral Uzziya’nın öldüğü yıl yüce ve görkemli Rab’bi gördüm; tahtta oturuyordu, giysisinin etekleri tapınağı dolduruyordu. Üzerinde Seraflar duruyordu; her birinin altı kanadı vardı; ikisiyle yüzlerini, ikisiyle ayaklarını örtüyor, öbür ikisiyle de uçuyorlardı.
Birbirlerine şöyle sesleniyorlardı:
“Her Şeye Egemen RAB
Kutsal, kutsal, kutsaldır.
Yüceliği bütün dünyayı dolduruyor.”
Seraflar’ın sesinden kapı söveleriyle eşikler sarsıldı, tapınak dumanla doldu.
“Vay başıma! Mahvoldum” dedim, “Çünkü dudakları kirli bir adamım, dudakları kirli bir halkın arasında yaşıyorum. Buna karşın Kral’ı, Her Şeye Egemen RAB’bi gözlerimle gördüm.”
Seraflar’dan biri bana doğru uçtu, elinde sunaktan maşayla aldığı bir kor vardı; onunla ağzıma dokunarak, “İşte bu kor dudaklarına değdi, suçun silindi, günahın bağışlandı” dedi.

Gördüğünüz üzere bu metinler "Seraflar"ı, Tanrı'nın işlerini yapmak konusunda tutkulu olan kanatlı göksel varlıklar olarak tanımlar. [8] Fakat metindeki bu ifadelere rağmen Tevrat'ta yüksek melekler statüsünün bulunmadığını ve bu durumun yalnızca De Coelesti Hierarchia veya Summa Theologiae gibi sonraki kaynaklarda ortaya çıktığını ve ilahi elçilerin bir bölümü olarak kabul edildiğini iddia eden bir İbrani bilgin de olmuştur. [9]

Seraflar'dan Hanok (Enoch) Kitabı'nda ve Vahiy Kitabı'nda da göksel varlıklar olarak bahsedilir. MÖ 2. yüzyıla tarihlenen Hanok Kitabı'nda [10] Tanrı'nın tahtına en yakın duran göksel yaratıklar olarak Kerub'lardan (çoğulu Kerubim yada Keruvim) bahsedilen bölümde Seraflar yani yüksek meleklerden de birlikte bahsedilir. Buradaki Keruvim'ler İslam'a Kerubiyyun melekleri olarak geçmişlerdir. [20] İslami teolojide bazen cennetin 6. katında bazen ise Allah'ın tahtının yanında bulunan melekler olarak tanımlanırlar.
İncil dışı kaynaklarda bazen Akyəst olarak adlandırılırlar. Eritre ve Kuzey Etiyopya'da konuşulmuş eski bir Sami dili olan Geez (Ge'ez) dilinde "yılanlar", "ejderhalar" anlamına geldiği gibi cehennem için kullanılan alternatif bir terimdir. [11][12][13]

Kenan'da yüksek melekleri sergilemek için kullanılan motiflerin orijinal kaynaklarının antik Mısır'daki Uraeus ikonografisine dayandığı konusunda fikir birliği vardır. [6]

Seraf, Serafim kelimesi İşaya Kitabında dört kez geçmektedir (6: 2–6, 14:29, 30: 6). Fakat enteresan olan şudur ki İşaya 6: 2–6'da bir tür göksel varlığı veya meleği tanımlamak için kullanılan bu kelimenin diğer kullanımları yılanlarla ilgilidir, yılanlara atıfta bulunur. [7]

Dolayısı ile yılan = "melek"tir. Bazen düşmüş melek efsanelerinin etkisi ile şeytan-iblis ile ilişkilendirilmiştir. Bunun örneklerinden biri Şeytan'ın cennette, Aden bahçesinde Adem ve Havva'ya yılan kılığında görünmesi efsanesidir. 

Hanok'un İkinci Kitabında Seraf ve Kerub meleklerin yanında iki göksel varlık sınıfından daha bahsedilir. Bunlar feniks ve chalkydri'dir (khalkýdrai). Her ikisi de 4. veya 6. cennette bulunan, on iki kanadı olan, gün doğumunda şarkı söyleyen, "güneşin uçan ögeleri" olarak tanımlanır. [14]

Yeşaya'da 6 kanatlı Seraflar'ın tanrının üstünde durduğu söyleniyordu. Vahiy kitabında bahsedilen 6 kanatlı melekler ise tanrının tahtının çevresinde bulunmaktadır ve kanatları gözlerle kaplıdır.

Vahiy Kitabı 4: 4-8:
Tahtın çevresinde yirmi dört ayrı taht vardı. Bu tahtlara başlarında altın taçlar olan, beyaz giysilere bürünmüş yirmi dört ihtiyar oturmuştu. 5 Tahttan şimşekler çakıyor, uğultular, gök gürlemeleri işitiliyordu. Tahtın önünde alev alev yanan yedi meşale vardı. Bunlar Tanrı’nın yedi ruhudur. 6 Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı. Tahtın ortasında ve çevresinde, önü ve arkası gözlerle kaplı dört yaratık duruyordu. 7 Birinci yaratık aslana, ikincisi danaya benziyordu. Üçüncü yaratığın yüzü insan yüzü gibiydi. Dördüncü yaratık uçan bir kartalı andırıyordu. 8 Dört yaratığın her birinin altışar kanadı vardı. Yaratıkların her yanı, kanatlarının alt tarafı bile gözlerle kaplıydı. Gece gündüz durup dinlenmeden şöyle diyorlar:
“Kutsal, kutsal, kutsaldır,
Her Şeye Gücü Yeten Rab Tanrı,
Var olmuş, var olan ve gelecek olan.”

Bu varlıklardan ayrıca Dünya'nın Kökeni Üzerine (On the Origin of the World) adlı gnostik metinlerde de bahsedilmektedir. [15]

Seraf'lar Yahudi Kabalasında, Beriah (Briah) Alemi'nin yüksek melekleridir. Beriah ise "Yaratılış", ilk yaratılmış alem, ve ilahi anlayıştır. [16]
İnanışa göre Beriah alemi Kabaladaki Yaşam Ağacı'nın tepesinde yer alan 4 alemden ikincisidir. Bu 4 alemin en tepesindeki alem ise Atzilut'tur. İşte Kabala'ya göre 2. alemde bulunan Seraf meleklerinden 1.alemi görüp onun mutlak tanrısallığından uzak olduğunu fark edenler yanmaya başlar. Bu yanma öyle uzun ve süreklidir ki melek kendini geçersiz kılar. Böylece Tanrı'ya yükselir ve yerine geri döner.

Bunların altındaki 3. alem Yetzirah'dır. Burası "Oluşum", arketipsel yaratılış ve ilahi duygular alemidir. Bu alemde Hezekiel'in vizyonlarında bahsedilen, kendisinin farkında olan ve içgüdüsel duygularla Tanrı'ya hizmet eden aslan, öküz ve kartal suratlı Hayyot melekleri vardır.

Serafim, modern Ortodoks Yahudiliğin melek hiyerarşisinin bir parçasıdır. Seraf'lardan İşaya'nın vizyonu, Yahudilerin ayinlerde okudukları temel dua olan Amida ve onun bir parçası olan Keduşah da dahil olmak üzere günlük Yahudi hayatında ve birkaç başka duada bahsedilir.  

Muhafazakâr Yahudiler meleklerle ilgili geleneksel öğretileri korur ve ayinlerde onlardan bahseder. Fakat bu meleklere olan inanç tüm Yahudilerde aynı değildir. Reform Yahudileri ve Yeniden Yapılandırılmış Yahudiliğinin inananları meleklerin tasvir ve görüntülerini genellikle sembolik işaretler olarak ele alırlar.

MÖ 8. yüzyıldan kalma eski bir Yahudi mührü melekleri bir peygamber olarak görevlendirirken diğer yandan onlardan tıpkı İşaya'nın vizyonlarındaki gibi uçucu ama insani özelliklere sahip varlıklar olarak bahseder. [17]

MS beşinci yüzyıl ortalarında yaşamış olan ve gerçek kişiliğini gizlemiş olan Hristiyan düşünürü Sahte Dionisos (Pseudo-Dionysius the Areopagite) kendi Göksel Hiyerarşisini oluştururken (vii) yüksek meleklerin ortaçağ tahayyülündeki ateşli doğasını tespit etmek için İşaya Kitabı'ndan yararlandı. Onun görüşüne göre Seraf melekleri yalnızca tanrıyı öven ilahiler-sözler zikretmiyor aynı zamanda tanrının kurduğu düzenin korunmasına da yardım ediyorlardı. Haham geleneğindeki metinlerden yararlanan Sahte Dionisos, Serafim kelimesine "tutuşanlar veya ateş sağlayanlar" gibi etimolojik anlamlar verdi. [18]

Ne kadar tanıdık değil mi? Sizce Muhammed'e boşuna mı eskilerin masalları demişler?
Musevilikteki sürekli Rabbi öven, tespih eden, onun işlerine yardım eden melek inanışı İslam'a aynen geçmiş. Bu inanıştan dolayı her şeye kadir, istediğini anında yapabilen, ol deyince olduran dedikleri Allah'a, Cebrail, Mikail gibi melekler yardım ederler. Halbuki her şey ol dediğinde olan bir gücün hiçbir şeyi yaptırmak için başka varlıklara ihtiyacı olmaması gerekir.

Seraf'lar Hristiyan teolojisinde ayrıca İsa ile de ilişkilendirilmişlerdir. İskenderiye'li Kilise Babası Origenes, İlk İlkeler Üzerine (On First Principles) adlı çalışmasında Yeşaya Kitabı'ndaki Serafim'in, Mesih ve Kutsal Ruh'un fiziksel temsilleri olduğunu yazmıştır. Gerekçesi ise "Tanrı dışında hiçbir gücün bir şeyin başlangıcını ve evrenin sonunu tam olarak bilemeyeceği" görüşüdür. Bu yüzden Origenes, Serafim'i tanrının ilahi bilgeliğinden verdiği tanrısal bilgilerle yükselen varlıklar olarak tanımlamıştır. Yazısında şöyle der: 

Yine de, bu güçler, Tanrı'nın Oğlu'nun ve Kutsal Ruh'un vahyiyle öğrenmiş olsalar da - kesinlikle büyük miktarda bilgi edinebilecekler ve daha yüksekte olanlar, daha aşağıda olanlardan çok daha fazlasını elde edebilecekler - yine de onların her şeyi (bilgiyi) kavramaları imkansızdır; çünkü şöyle yazılmıştır: "Tanrı'nın işlerinin çoğu gizlidir". [19]

Origenes daha sonra Seraflar'ın bu bilgilere sahip olma nedeninin onların Tanrının Oğlu ve Kutsal Ruh tarafından mesh edilmiş (kutsal yağ ile yağlanmış) olmalarına bağladı. Bu tür iddialarda bulunduğu için eleştirilere maruz kalarak Hristiyan kilisesi tarafından kafir ilan edildi. Bununla birlikte Yeşaya'da da bahsedildiği üzere, onun Serafim hakkındaki teorisinin yansımaları diğer erken Hristiyan literatüründe ve ikinci yüzyıl boyunca erken Hristiyan inancında yansıtılacaktır.

Rahip Thomas Aquinas, Summa Theologiae adlı eserinde Serafim yani yüksek meleklerin doğasına ilişkin şöyle bir açıklama sunar:

"Serafim" adı sadece hayırseverlikten değil, şevk ya da ateş kelimesiyle ifade edilen aşırı hayırseverlikten gelir. Dolayısıyla Dionisos (Coel. Hier. Vii) "Serafim" ismini aşırı ısı içeren ateşin özelliklerine göre açıklar. Şimdi ateş ile ilgili üç ihtimali düşünebiliriz.

Birincisi, yukarı doğru ve sürekli olan hareket. Bu onların inatçı bir şekilde Tanrı'ya ulaşma isteği taşıdıklarını gösterir.

İkincisi, ateşe bakıldığında gözle görülemeyen ancak belli bir keskinlikle, en nüfuz edici eylem olarak var olan ve en küçük şeylere bile büyük bir coşkuyla ulaşabilen, delici etkileri olan "ısı"dır. Bu meleklerin kendilerine tabi olanlar üzerinde güçlü bir şekilde uyguladıkları, onları benzer bir şevkle uyandıran ve onları ateşleriyle tamamen temizleyen eylemleri anlamına gelir.

Üçüncüsü, ateşin netliği veya parlaklığının kalitesidir. Bu meleklerin kendi içlerinde sönmez bir ışığa sahip olduklarını ve aynı zamanda başkalarını da mükemmel şekilde aydınlattıklarını gösterir.

Birçok makalemde neredeyse her dinin temelinde Işığa tapınmanın olduğunu, sadece her toplum ve dinin bunu farklı şekilde, farklı isimler, ayinler altında uyguladığını belirterek bazı toplum ve dinlerde bunun Güneş yada Ateş olabileceğini ifade ettim.
Ateşe, ışığa ilahi anlamlar yüklenen bu anlayışın izlerini çoğu kez bu makalede, Seraf melekleri konusunda da görmek mümkün.

EHRİMEN VE AHURA MAZDA

Yazan: A.Kara

ZERDÜŞT YARATILIŞ MİTOLOJİSİ

Ahura Mazda ve Angra Mainyu, Zerdüştlüğün zıtlık öğretisindeki iki ana tanrıdır. Ahura Mazda bu dinin yüce tanrısı iken Angra Mainyu yani Ahriman (Ehrimen) kötü, yıkıcı ruhtur. Angra Mainyu veya Ahriman, Zerdüştlükteki "yıkıcı / kötü ruhun" özünün adı iken Spenta Mainyu "kutsal / yaratıcı ruhlar / zihniyet"tir ve bunlar doğrudan Zerdüştlüğün en yüksek tanrısı Ahura Mazda'nın adı-sıfatıdır. Fakat aynı zamanda hem Angra Mainyu hem de Spenta Mainyu, Ahura Mazda'nın eserleri olarak kabul edilir.

Ahura Mazda'nın izlerini Zerdüşt dinini benimsemiş topluluklardan olan Sasaniler'in kaya kabartmalarına işlediği tasvirlerde görmek mümkündür. Öte yandan Angra Mainyu sanat eserlerinde nadiren tasvir edilmiştir.

Ahura Mazda, Ormuz, Ormız, Ormus, Hormuz, Hormus, Hurmus, Hürmüz gibi çeşitli şekillerde yazılır veya söylenir. Avesta dilinden çevrilen bu tanrının adı "Bilginin Efendisi" anlamına gelir. Öte yandan adı Yıkıcı Ruh anlamına gelen Ehrimen'in ana lakabı "Yalan" anlamına gelen "Druj" dur. Burada da zıtlık ilkesi karşımıza çıkar. Çünkü Ehrimen'in yalan olan lakabına karşılık Ahura Mazda'nın lakabı "Gerçek" olarak tercüme edilen "Aşa (Asha)"dır. Bu nedenle Zerdüştlükteki bu iki güç doğrudan veya dolaylı olarak birbirlerine karşıdırlar.

Zerdüştlüğe dair inanış ve mitleri anlatmaya devam ederken unutmamanızı istediğim şey şudur ki, Zerdüştlük İslam'dan, İbrahimi dinlerden çok daha eski bir dindir ve bu dindeki birçok inanış çeşitli yollarla İbrahimi dinlere geçmiştir.

Ahura Mazda ve Angra Mainyu'nun birbirleriyle nasıl ilişkili olduklarına dair birkaç farklı açıklama vardır. Bu versiyonlardan biri Zerdüştlüğün kurucusu Zerdüşt tarafından yazıldığına inanılan 17 Avesta ilahisi Gatalar'da yer alır. Gatalar, Avesta'da toplanan kutsal dörtlüklerdir. Eski İran dini Zerdüştçülük ile ilgili günümüze ulaşan tek belgedir. MÖ 14. veya 13. yüzyılda yazıldığı ve yaklaşık MS 7. yüzyılda düzenlenerek Avesta'ya dahil edildiği düşünülmektedir.

Gatalar'da yazdığına göre Vohu Manah adlı bir ruh Zerdüşt'ün önünde belirir ve ona geleneksel İran kültlerinin kanlı kurban ayinlerine karşı çıkmasını ayrıca fakirlere yardım etmesini emreder. Vohu Menah "İyi Niyetli", "İyi Amaçlı" gibi anlamlara gelir. Bu vahiyci ruhun İslam'daki karşılığı Cebrail'dir.

Zerdüşt ilk başta farkında olmasa da daha sonra bu ruhun Ahura Mazda tarafından gönderildiğini öğrenir. Bunun ardından Zerdüşt, Ahura Mazda'nın dünyayı, içindeki her şeyi ve insanları yarattığını, evrenin geri kalan kısmının ise "Kutsal Ölümsüzler" anlamına gelen diğer altı Amesha Spenta tarafından yaratıldığını vaaz etmeye başlar. [2] Yani bazılarının zannettiği gibi Zerdüştlük tek tanrılı bir din değildir.

Evren bu iyi ruhlar tarafından yaratılır fakat mevcut düzen "kötü ruhlar" (daevalar) yüzünden tehdit altındadır. Böylece iyi ve kötü ruhlar ebedi savaşa başlarlar ve insanların hangi tarafa destek olacağına karar vermesi gerekir. Zerdüşt'ün öğretilerine göre eğer insanlar ruhların bu savaşında iyi ruhları desteklerlerse Ahura Mazda'nın kaçınılmaz zaferi hız kazanacaktı.

Peki Zerdüşt dini mensupları bu iyi ruhları nasıl destekleyeceklerdi? Onları desteklemenin yolu yalan söylememek, fakirlere yardım etmek, kurban vermek ve ateş kültü gibi yollardı.

Zerdüşt, zamanın sonu geldiğinde bir Son Yargı olacağını açıklar. Tüm insanlar dar bir köprüden geçecek (İslam'a sırat köprüsü olarak geçmiştir) ve Spenta Mainyu tarafından yargılanacaktır. İnanışa göre kötü ruhların destekçileri "En Kötü Varoluş" adı verilen büyük bir ateş çukuruna düşerken, Ahura Mazda'nın takipçileri Cennet'in Zerdüşt varyantı olan "En İyi Amaçlı Ev" e gideceklerdir.

Zerdüşt, Gatalar'da Ahura Mazda'nın baş düşmanı olan kötü güçten Angra Mainyu olarak değil de   "Yalan" olarak bahseder. Bazıları Zerdüşt'ün oldukça uzun olan 17 Gata'da, Angra Mainyu'dan bahsetmek için yeterli fırsatı olduğunu söyler. Fakat Zerdüşt, ilahileri boyunca tutarlı bir şekilde “Yalan” dan bahsetmiştir. Bu nedenle Angra Mainyu'nun Zerdüşt'ün orijinal öğretilerinin bir parçası olup olamayacağı da tartışılan bir konudur.

Diğer taraftan "Angra Mainyu" adının antik bir isim olduğunu belirtenler de vardır. Akademisyenlerin görüşüne göre Zerdüşt, Kötü ruh Angra Mainyu'yu daha soyut bir kavram olan "Yalan" ile değiştirerek takipçileri arasında daha büyük oranda kişisel sorumluluk hissi yaratmaya çalışıyordu.

Ahura Mazda ve Angra Mainyu ile ilgili bir başka kaynak Partça yazılmış olan Bundahişnih metinleridir. "İlk Yaratılış" anlamına gelen bu eser Pehlevi alfabesiyle yazılmıştır ve Zerdüşt'ün kozmogoni ve kozmolojisini anlatmaktadır. Bundahişnih'de Ahura Mazda ve Angra Mainyu sonsuza kadar var olmuşlar gibi görünürler ancak bir boşlukla ayrılmışlardır.

Angra Mainyu, Ahura Mazda'ya saldırmaya başladığında yaratma süreci başlar. İşte Dünya da Ahura Mazda'nın Ehrimen'i yenebileceği bir savaş alanı olarak yaratılır. 9.000 yıl sürmesi gereken bu savaşın 6.000 yıl süren Zerdüşt'ün ortaya çıkışıyla Ahura Mazda'nın zaferi ile sona ereceğine inanılır. Son 3.000 yıl boyunca Ahura Mazda ve Angra Mainyu eşit düzeyde savaşacaktır ve inanışa göre "gerçek" yani "Ahura Mazda" galip gelecektir.

Bundahişnih'deki anlatımlarla ilgili sorunlardan biri Ahura Mazda ve Angra Mainyu'nun kökenlerinin tartışılmamasıdır, bu konu hakkında söz edilmemesidir. Çünkü eğer Ahriman'ın doğrudan Ahura Mazda'nın düşmanı olmadığı versiyon reddedilirse bu bir sorun teşkil edecektir. Bundahişnih, Ahura Mazda ve Angra Mainyu'yu doğrudan zıt güçler olarak sunduğundan kökenlerinin ne olduğu sorusu gündeme gelmişti. Bu durum Zerdüştlüğün bir dalı olan Zurvanizm'in gelişmesine yol açtı.

Peki Zurvanizm nedir? Kısaca değinmek gerekirse Zerdüştlüğün günümüzde inananı olmayan, eski kollarından biridir ve zamanı esas alır. Onlara göre Zerdüştlerin tanrısı Ahura Mazda ve onun karşıt gücü Ehrimen'i yaratan güç Zurvan'dır. Yani ilk yaratıcı odur. Adının anlamı ise "zaman" dır. Zerdüştlüğün özünü bozduğu düşünüldüğünden Zurvani Zerdüştler kınanmış ve sapkın ilan edilmişlerdir.

Zerdüştler kötü bir ruh olduğundan Angra Mainyu'ya tapmıyor öte yandan Ahura Mazda iyi ruh olarak görüldüğünden ona tapılıyordu. Bu durum Zerdüştlükteki başlıca ibadet eylemi olan Yasna töreninde de görülür. Avesta'nın birinci ve en eski bölümü olan Yasna, Zerdüşt özdeyişlerinden oluşmuştur. Zerdüşt inancının temel ilkelerini ve ibadetlerini açıklar. 72 bölümden oluşur ve Zerdüşt'e ithaf edilen Gatalar ile Ahura Mazda'ya kurban verilirken okunacak duaları içerir. Aynı zamanda törenlerde okunacak dini özdeyişleri, ilahileri, tapınma şekillerini, adakları, ibadetlerin başında okuması gereken metinleri kapsar. [1]

Yasna töreninin esas yönü "haoma"dır.; Yani ölümsüzlüğün kutsal içeceği hazırlanması ve tüketilmesi. Bu ayini öyle herkes yapamaz. Sadece nitelikli din adamları bu ritüeli gerçekleştirebilir ve her günün sabahı yapılması gerekir. Sıradan insanların ayinin yapıldığı kutsal alana girmesi yasaktır.

Bu törende iyi ruhlar töreninin yapıldığı kutsal alana davet edilirler. Bunlardan ilk davet edilen Ahura Mazda'dır. Ardından ise kutsal ölümsüzler yani Ameşa (Amesha) Spenta ve bir dizi başka iyi ruh davet edilir. Bu davet, törende okunan Yasna'daki belirli ayetler aracılığı ile gerçekleşirdi. Bu ayin sırasında Ahura Mazda'nın görkemli saflığının büyüdüğüne ve Yasna törenini yöneten rahip aracılığıyla parladığına inanılır. [7][8]

Ahura Mazda'ya tapınmanın başka bir yolu da Afringan ayinidir. Ayinin amacı dünyaya bahşettiği iyilik için Ahura Mazda'ya övgüler sunmaktır. Ek olarak bu törende Ahura Mazda'dan Zerdüştleri daha fazla kutsaması talep edilir. Ahura Mazda'ya meyve, yumurta, su, süt, üç bardak şarap ve sekiz çiçekle kaplı tepsi gibi teklifler sunulur. Bunlar onun insanlık üzerindeki kutsamalarını simgelemek için kullanılır.

Fakat Zerdüştlerin sayısı o kadar azalmıştır ki birçoğu artık halka açık törenlere erişemiyor. Bu nedenle günümüz Zerdüştleri için bu halka açık ritüellerin yerini her takipçinin bireysel olarak Ahura Mazda'yı andığı dualar almıştır. Bu duaların en dikkate değerlerinden biri "Ahuna Vairya" duasıdır. En kutsal Zerdüşt duası olarak kabul edilir. Çünkü inanışa göre bunlar, 9.000 yıllık savaşın başında, kötü güç Angra Mainyu'yu bastırmak için Ahura Mazda'nın bizzat kendisi tarafından kullanıldığına inanılan sözlerdir.

Ahura Mazda, Ahuna Vairya duasının yardımıyla düşmanını 3.000 yıl perişan etmiştir.  Bu dua Hristiyanlıktaki Rab'bin Duası ile de karşılaştırılır.

Zerdüştler Ahura Mazda'yı dünyanın yaratıcısı olarak gördüğü için onu her şeyde hatırlamaları gerekir. Buna insanın fiziksel ve zihinsel sağlığını da dahildir. Çünkü kişinin fiziksel ve zihinsel sağlığına özen göstermesi, yaratıcıları olan Ahura Mazda'yı onurlandırmanın yollarından biridir.

Ahura Mazda, tutarlı olmasa da çağlar boyunca sanatta tasvir edilmiştir. Örneğin Ahameniş dönemindeki Pers hükümdarları Zerdüşt olmamalarına rağmen Ahura Mazda'ya tapıyorlardı. [3] Ahura Mazda'dan pek çok Ahameniş metninde bahsedilmiştir [4] ki bunlardan en meşhuru "Behistun Yazıtı"dır. Bu yazıtta Pers Kralı I. Darius “Bana bu imparatorluğu Ahura Mazda bahşetti. Bu imparatorluğu kazanana kadar bana yardım etti; O'nun lütfuyla bu imparatorluğu elimde tutuyorum” demiştir.

Fakat Ahura Mazda'ya yapılan bu tarz metinsel referanslara rağmen Ahamenişlerin bu tanrıyı nadiren tasvir etmiş gibi görünmektedir. Bu durum Herodot gibi eski yazarlar tarafından da not edilmiş ve mevcut arkeolojik kanıtlarla desteklenmiştir. Herodot, Ahameniş ordularında beyaz atların çektiği boş bir arabanın bulundurulması geleneğinden bahseder. Bu savaş arabasının Perslerin yüce tanrısı için kutsal olduğu sanılıyordu. Savaş arabasının temsil ettiği yüce tanrının Ahura Mazda olması daha olasıdır fakat Herodot'a göre bu tanrı Zeus'dur.

Ahura Mazda'nın görünümüne ilişkin bilinen en eski referans, Ahameniş imparatoru II. Artaserhas'ın 39. yılında (yaklaşık MÖ 365), dönemin Lidya sömürge yöneticisinin bir tanrı heykeli diktiğini anlatan metinde bulunur. [5] Metinler bir Yunan tarafından yazıldığı için, tanrı, kanun koyucu "Zeus" olarak anılıyordu fakat muhtemelen yine Ahura Mazda'dan söz ediyordu.

Sasaniler döneminde de Ahura Mazda bir süre tasvir edilmeye devam etmiştir. Bu tasvirlerden en bilineni Sasani krallarının yatırımlarını tasvir eden kaya kabartmalarıdır. Bunlara bir örnek, MS 3. yüzyılda oluşturulan Nakş-ı Rüstem'deki I. Ardeşir ile ilgili olan Atama Kabartmasıdır (Rölyef). Bu rölyefte solda Ardeşir, sağda ise Ahura Mazda tasvir edilmiştir. Her iki figür de at sırtındadır ve tanrı, Sasani kralına hükümdarlığının meşrulaştırılmasını simgeleyen krallık halkasını (taç-yüzük) sunarken resmedilmiştir.
Ayrıca son Part hükümdarı olan IV. Erdevân ve Angra Mainyu'nun cesetleri atların toynakları altında kalacak şekilde tasvir edilmiştir. Bu da kralın ve onun tanrılarının zaferini simgelemektedir. 

Görüşler Sasaniler'in resmetmeye karşı olmasından dolayı Ahura Mazda'yı tasvir etmekten uzak durdukları yönündedir. [6] Bununla birlikte bunun tanrıya ibadet için geçerli olduğu ve kaya kabartmalarının dini nitelik taşımaması nedeniyle üzerlerinde tanrının tasvir edilmesine izin verildiği düşünülmektedir. Her halükarda zaman geçtikçe Zerdüştlükteki Ahura Mazda da dahil olmak üzere tanrıların insani betimlemelerini reddetmek-yasaklamak yaygın hale gelmişti.

İSKANDİNAV MİTOSLARINDA EŞCİNSELLİK

Yazan: A.Kara

İSKANDİNAV MİTOSLARINDA EŞCİNSELLİK

"MİTOLOJİLERDE EŞCİNSELLİK" başlıklı videoyu izleyerek çeşitli toplumlarda eşcinselliği dair inanışları, tavrı öğrenebilirsiniz.

İskandinav destan ve efsanelerinde eşcinselliğe dair çeşitli motifler bulunur. Bu konuda yine hiç bilmediğiniz yönü ile önümüze tanrı Loki çıkar.

Çoğu İskandinav tanrısı gibi Loki de dilediğinde cinsiyet değiştirme özelliğine sahipti. Bunu kullanarak hile yapmak için sık sık kadın kılığına girerdi ama bu şekil değiştirmeler sadece şeklen kadın gibi görünmekle kalmıyordu. Aynı zamanda cinsiyetini de değiştiriyordu.

Örneğin bir efsanede Loki kendini kısrağa dönüştürerek Svaðilfari adlı aygır ile birlikte olduktan sonra sekiz bacaklı tay Sleipnir'i doğurur. Evet, erkek olan Loki, dişi hayvan şekline bürünmekle kalmaz aynı zamanda hamile kalıp doğurur.
[Margaret Clunies Ross (1998). Old Norse myths in medieval northern society, 36: 131-140]

Njal Destanında Flosi adlı adama Skarphedinn adlı diğer adamın sarf ettiği sözler önemlidir. Skarphedinn, Flosi'ye "Eğer adamların da dediği gibi seni [goblin] her dokuz gecede bir kadına çevirmiyorsa sen gerçekten de Domuz tepesi goblininin [erkek] sevgilisisin." der.

Yani Skarphedinn, Flosi'yi bir goblinle ilişkiye girmekle suçlayarak onun erkek olmadığını iddia eder. Bununla kalmayan Skarphedinn söylemlerinin devamında kanunda yasak olduğunu söyleyerek onun erkekliğine hakaret eder.

İskandinav şiirlerinde erkek kıyafeti giyen kadın temsilleri daha yaygındır ve kadın kıyafeti giyen erkek temsili görmek zordur. Örneğin bir şiirde (Þrymskviða) erkekliğin temsili olan Thor'un çekicini geri alabilmesi için kadın gibi giyindiğinden bahsedilir. Enteresan olan şiirde Thor'un süslü mücevherler takması gerektiğinin yer almasından çok kadın göğüslerine sahip olduğunun işaret edilmesidir. Thor'a kadınsı bir imaj çizilmiştir. Yani muhtemelen Thor da Loki gibi kılık değiştirmiştir.

Burada Thor isteyerek kadınsı giyinen ve erkeklerle ilişki yaşayan diğer erkekleri eleştirir. Şöyle yazar:

"Ardından güçlü Thor yanıtını verdi: "Eğer kadın kıyafetlerini üzerimde tutup çıkarmazsam tanrılar bana argan* desinler"

"Látum und hánum hrynja lukla ok kvenváðir um kné falla, en á brjósti breiða steina ok hagliga um höfuð typpum. Þá kvað þat Þór, þrúðugr áss: "Mik munu æsir argan* kalla, ef ek bindask læt brúðarlíni!

* Burada kullanılan kelime arg, argan'dır. Kendi isteği ile pasif olarak başka erkeklerle birlikte olan erkek anlamına gelir.

Lokasenna adlı şiirde baba tanrı Odin, Loki'yi sekiz kış boyunca yer altı dünyasında bulunmakla suçlar. Kendini gizlediği için korkak olduğunu söylenir ve korkaklığından dolayı kadına benzetilir ve kadınsı olmakla suçlanır.

Aynı şiirde tanrı Njördr devlerle cinsel ilişkiye girmek ve idrar içmekle suçlanır. Loki şöyle der:

"Kapa çeneni Njördr, buradan doğuya tanrılara bir rehine olarak gönderildin. Hymir'in hizmetçileri seni sidikleyip ağzına işediler."

"Loki kvað: Þegi þú, Njörðr, þú vart austr heðan gíls of sendr at goðum;
Hymis meyjar höfðu þik at hlandtrogi ok þér i munn migu."

ÇİN MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

Hazırlayan: A.Kara

ÇİN MİTOLOJİSİNDE EŞCİNSELLİK

"MİTOLOJİLERDE EŞCİNSELLİK" başlıklı videoyu izleyerek çeşitli toplumlarda eşcinselliği dair inanışları, tavrı öğrenebilirsiniz.

Eşcinsellik teriminin Çince karşılığı "aynı cinsiyetten insanlar arasındaki aşk" anlamına gelen "tóng xìng ài (同性愛)"dir. Fakat bu 19.yy'dan sonra ortaya çıkmış bir ifadeydi. Öncesinde "erkek rüzgarı (nán fēng : 男風)" gibi şiirsel veya mecazi ifadeler kullanılırdı. Bu söz kadınların yakın ilişkilerden dışlanmasını ifade ediyor, sembolik olarak erkek üstünlüğünü vurguluyordu.

Kullanılan benzer terim ve mecazlar vardı. Örneğin kadın güzelliği ve baştan çıkarıcılığı için kullanılan fakat erkek güzelliğine atıfta bulunan bir terim vardır: "nán sè (男色)".

Tıpkı Divan edebiyatındaki gibi Çin edebiyatında da eşcinsellik için çeşitli mecazların kullanımı yaygındı. Eşcinsel kadınlar için "Altın Orkide Kız kardeşler" (Jīnlán zĭmèi : 金蘭姊妹 / 金兰姊妹) veya "parlatıcı-cilalayıcı aynalar" mecazları kullanılıyordu. [1]

Çin edebiyatı Konfüçyüs öncesi ve Taoist, Budist gelenek öncesi olarak ikiye ayrılmış ve bunlardan sürekli olarak etkilenmiştir. Konfüçyüsçü ve Taocu sistem öncesi mitolojiler esas olarak şamanistti. Erkek eşcinselliğinin Çin'in güneyinden geldiğine inanılıyor ve mecazi olarak güney rüzgarı olarak adlandırılıyordu. Bu yüzden Çin mitoslarında eşcinsellik ile ilişkilendirilen çeşitli tanrılar ve efsanevi Şia Hanedanı'nın kurucusu Büyük Yu gibi ünlü kişilikler vardı. [2]

En meşhur hikayelerden biri ejderha ile yaşlı çiftçi hakkındadır. Bu hikaye vahşi ve gizemli bir canlı olan ejderhanın 60 yaşındaki çiftçiyi zorlayarak onunla ilişkiye girmesinden (sodomize) bahseder. Öyle ki hikayede bu birliktelik sonrası yaşlı adamda açılan yaranın tıbbi müdahale gerektirdiği anlatılır. [2]

Fakat hikayelerde yer alıyor olsa da Taocu gelenekte kabul edilemez bir durum olarak görülmüştür.

Başka bir hikaye taşralı bir müfettişe aşık olduğu için ölüm cezasına çarptırılan, daha sonra Yavru Tavşan Ruhu tanrısına dönüşen bir adamdan bahsedilir. Öldürülen adam tek suçunun aşık olmak olduğunu söyleyince ve bu durum bir aşk eylemi olarak kabul edilince yer altı tanrıları tarafından affedilerek eşcinsel aşkın koruyucusu olarak atanır ve Tu'er Shen* veya Tu Shen** adını alır. [3] Yaşlı bir adamın rüyasında bir tavşan yavrusu olarak dirilen bu tanrı, rüyasında göründüğü yaşlı adamdan köydeki erkeklerin, erkekler arasındaki gönül işleri için tütsü yakabilecekleri bir tapınak inşa etmelerini ister. [4]

* Tavşan Yavrusu Ruhu : 兔兒神,
** Tavşan Tanrı : 兔神

MİTOLOJİ'DE KARGA VE KUZGUN

Hazırlayan: A.Kara

MİTOLOJİNİN TÜYLÜ HİLECİLERİ : KARGA VE KUZGUN

İncil'de kargalar ve onların yakın akrabaları olan kuzgunlar için "kirli" deniyordu ve bu kuşlar daha sonra okültizm, büyücülük ve ölümle ilişkilendirildi. İslam'da öldürülmesine "izin verilen" beş hayvandan biri olarak bahsedildiği için bu kuşlara mümkünse bazı kişilerden uzak durmasını öneriyorum.

Bu iki büyük dünya dini çoğunlukla karga ve akrabalarını saldırgan, gürültülü ve yıkıcı yaratıklar olarak yeniden adlandırmıştır. Ancak bu olumsuz özellikler kuşun zekasını ve problem çözme becerilerini geri planda bırakmıştır. İnsanlarla arasında güvenli bir mesafe bırakmaları bile zekalarının harika bir örneğidir. Onların sosyal mitlere, kültürel masallara, felsefelere ve pek çok eski dine bu kadar derinlemesine nüfuz etmesine neden olan şey bir bağlamda bu uzaklık olabilir.

Bu iki dinin inançlarının ötesine, karşılaştırmalı dinlerin yaratılış mitlerine ve folklorik sistemlerine baktığımızda bu kuşların manevi ve çevresel tehdit olarak düşünülmediği görülebilir. Aslında kargalar ve kuzgunlar sahip oldukları pozisyondan düşürülmeden önce eski çağın yıldızlarıydılar. Evrenin yaratılış hikayelerinde kilit rol oynadıkları gibi ilahi ışığı taşıyan ve yaşam gücünü getiren varlıklar konumundaydılar.

Yaratılış mitlerinde karga ve kuzgunların çoğu zaman büyülü varlıklar olduğu görülür. Yarı ilahi ve insan veya hayvan formuna, bazen cansız nesnelere ve hatta saf ışığa dönüşebilirler. Çoğunlukla sırların koruyucusu olarak algılanan bu kuşlar daha büyük topluluğun gereksinimlerine bakılmaksızın sık sık kendi açgözlülüklerini tatmin etmeye odaklanan "hileci" karakter rolünü oynadılar. Ancak bu her açıdan olumsuz değildir çünkü eski kültürlerde hileciler genellikle hayatta kalan, yazar, esprili, en çekici ve yaratıcı olan karakterlerdir.

MÖ 15.000'e kadar günümüz Avrupa'sında yaşayan insanlar, kargalar ve kuzgunlar ile bir tür ruhsal bağlantıları olduğunu düşündüler. Bu durum Fransa'daki Lascaux mağarasında yer alan bir tabloda da görülür. Karga kafalı bir kişiyi tasvir eden arkeologlar, bu karga-adamı, insanların totemik inançlarına ve ölümden sonra ruhun yolculuğunu nasıl algıladıklarına dair bir anlayış olarak yorumlarlar.

Lascaux halkı çevrelerindeki binlerce kuş, böcek ve sürüngen arasından kargaya dönüşen bir insanı resmetmeyi seçti. Bu durum tek başına bile bu kuşların Avrupa'nın tarih öncesi dönemindeki önemini pekiştirmeye yeter.

Metinsel olarak kargalara ve kuzgunlara en eski atıf Mezopotamya mitolojisinde, edebiyatın ilk büyük eseri olarak kabul edilen ünlü şiir; Gılgamış Destanı'nda görülür. Burada Utnapiştim kara bulmak için bir güvercin ve bir kuzgun gönderir ve büyük selden sonra insanlığın yaratılışına kadar kargalar ortaya çıkar. Güvercin eli boş döner fakat kuzgun hiç geri dönmeyerek toprak bulma ve dünyada yeni yaşam kurma konusundaki başarısını gösterir.

Antik Yunan ve Roma'da tanrı Apollon'u karga temsil ediyordu ve efsanelerde tüylerinin rengini beyazdan siyaha çeviren de oydu. Bu kuşların uçuş yolları kehanetlerini kuşların rotalarından alan kadim rahipler olan Augur'lar için önemliydi. Bir efsaneye göre Zeus, Delphi'deki antik Yunan dünyasının merkezini temsil eden Omphalos taşının yerini belirlemek için biri doğu diğeri batı olmak üzere iki karga gönderir.

İspanyol keşiş ve profesör Simon Pedro'nun 1602 çalışmasında aynı yaratma dinamiğinin Güney Amerika'da yaratıcı tanrı Chiminigague'in doğu ve batıya iki kara kuzgun gönderip dünyaya ışık saçtığı Chibcha yaratılış mitolojilerinde de işlendiğini görüyoruz.

Kelt mitolojisinde İskandinavlarınkine benzer şekilde, iki kuzgun, savaşan savaşçıların üzerinden uçan Tanrıça Morrígan'ın görünümleridir. Galler mitolojisinde ise Britanya'nın efsanevi kralı Kutsanmış Brân, iki karga veya kuzgun ile temsil edilirdi.

Nesir Edda'da kaydedilen İskandinav mitlerinde Huginn (ruh) ve Muninn (hafıza) adlı iki kuzgun, tüm tanrıların babası kabul edilen Odin'in görme araçlarıydı. Dünyanın her yerine uçarak (Midgard) sahipleri Odin için bilgi toplayıp ve iletiyorlardı. Ancak Norveç mitolojisinde kuzgunlar ilahi haberciler olarak düşünülse de İsveç'te cinayete kurban gidenlerin öfkeli hayaletleri olarak görülürken Danimarka'da kovulmuş ruhlar olduklarına inanılıyordu.

The Princeton Dictionary of Budizm'in 2013 baskısı hem eski Hinduizm'de hem de Budizm'de kargaların ve kuzgunların insanların atalarına ait varlıkları sembolize ettiğini ve bu inanışın dünyanın birçok bölgesine uzandığını, Avustralya Aborjin mitolojisinde bile görüldüğünü belirtir. Budizm'in Tibet kolu Vajrayana'da kargalar son derece kutsal sayılır ve onların birer "Yıldırım Aracı" olduğu düşünülüyor, ayrıca dünyayı koruyan ve devamlılığını sağlayan Mahakala'nın dünyevi tezahürü olarak görülüyordu. Hinduizm'de eski bir ata ritüeli olan Śrāddha sırasında bu kuşlara yiyecekler sunulurdu.

Sırasıyla Yatagarasu, Samjokgo ve Sanzuwu olarak bilinen Kore, Japon ve Çin mitolojilerinde öne çıkan üç ayaklı bir orman kuzgunu vardır. İnsan işlerine "ilahi bir şekilde müdahale ettikleri" söylenen üç farklı efsanede karga ve kuzgunlar Güneş'in sembolleriydi.

Antik Amerika'da kuzgun yada kara kargalar popüler birer totem sembolüydüler ve genellikle hileci, ateş, ışık ve ruh hırsızı olarak tanımlanıyorlardı.

Dünya mitlerinde kargaların ve kuzgunların rolünü tanımlamak için en uygun sıfatı seçmek gerekirse bu kesinlikle "hileci" olurdu. Bu iyi niyetli ama zararlı bir karakterdir.

JAPON MİTOLOJİSİNDE ŞEYTANİ KADINLAR

Hazırlayan: A.Kara

JAPON MİTOLOJİSİNİN ŞEYTANİ KADINLARI

Japonya'nın yüzlerce yıldır "oni" (iblisler veya canavarlar) ve "yuurei" (hayaletler) hakkında hikayeleri olmuştur. Zaman geçtikçe yeni intikamcı ruhlar ortaya çıkmaya devam etmiş ve hikayeleri günümüze kadar gelmiştir. Aşağıdakiler bir dizi hannya'nın, yani nefret veya kıskançlık nedeniyle yaşamları boyunca iblis veya canavara dönüşen (oni) ve zamanla klasik Japon müzikal dramasındaki karakterlere dönüşen kadınların efsaneleridir. Bu makalede konuya dair birkaç Japon mitine kısaca değineceğim fakat ilerleyen süreçte bu efsaneleri tek tek, daha detaylı halleri ile anlatacağım.

KİYOHİME
Kiyohime, sevgilisine kızmış bir kadındır. Bu adam, yani rahip Anchin kadına mesafeli davranır ve sonunda onu sevmeyi bırakır. Terk edildiğini fark eden Kiyohime bir nehre ulaşana kadar onu takip eder. Orada bir yılan yada ejderhaya dönüşerek teknesinin altında yüzmeye başlar. Canavarı görünce dehşete düşen keşiş bir tapınağa sığınır ve oradaki rahipler onu büyük bir çanın altına saklarlar. Kiyohime onun kokusunu takip ederek keşişi bulur. Sinirlidir ve çanın etrafına dolanarak kuyruğuyla vurmaya başlar. Sonra zile ateş üfleyerek onu eritir ve kendini terk eden adamı öldürür. [1][2]

YUKİ-ONNA
Kar kadın Yuki-Onna hakkında çok sayıda efsane vardır. Genellikle sağ tarafı sol tarafın üzerine gelecek şekilde beyaz bir kimono giymiş olarak tanımlanır. Normalde kimono her zaman soldan sağa doğru bağlanır ve sağdan sola doğru bağlanması yalnızca ölülere uygulanır.
Yuki-Onna'nın beyaz teni ve çok uzun saçları vardır. Kar yağdığında ortaya çıkar ve bir hayalet gibi karın üzerinde süzülür. Kurbanlarını dondurur ve ardından insan yaşamının özünden beslenmek için onları öper ve öpücük kurbanın ölümüyle sonuçlanır. [3][4][5]

YAMAUBA
Kökeni orta çağa dayanan Yamauba'lar bir tür dev kadın ırkıdır. Başlangıçta toplum tarafından dışlanmış ve dağlarda yalnız yaşamaya zorlanmışlardır. Bazı Yamauba'ların insan eti yemeyi sevdiği söylenir. Onlar hakkında çok sayıda hikaye vardır. Popüler bir hikaye, doğum yapmak üzere olan bir kadını evinde barındıran bir Yamauba'dan bahseder ve hikayeye göre bu Yamauba yeni doğan çocuğu yemeyi planlamaktadır.
Başka bir hikayede ise anneler köyden uzaktayken Yamauba'nın çocukları yemeye gittiğini söyler. Bu dev kadınların korkunç doğalarına ek olarak saçlarının altında çokça ağızları olduğu da söylenir. [6][7][8]

UJİ NO HASHİHİME
Bir başka efsanevi hikaye de Hashihime hakkındadır. O, kocası bir başkasına aşık olan bir kadındır. Kocasını, metresini ve diğer akrabalarını öldürerek intikam almak için bir tanrıya dua ederek onu iblis veya canavara çevirmesi (oni) için dua eder.
Daha sonra bunun gerçekleşmesi için 21 gün boyunca Uji Nehri'nde yıkanmış, beş boynuzu varmış gibi görünmek için saçlarını şekillendirmiş ve vücudunu kırmızıya boyamıştır. Akabinde ona karşı suç işleyen herkesi öldürür. Onu gören herkesin korkudan ölür. [9]

OİWA
Oiwa adlı kadın Iemon adlı bir ronin'e yani ustasız bir samuray ile evlenir. Samuray zaten evli olmasına rağmen kendine ona aşık olan çok zengin bir yerel kızla evlenmek ister. Fakat Oiwa ile evlidir. Zengin kadınla evlenme planını hayata geçirmek için karısına içine zehir katılmış bir ilaç gönderir. Ancak bu ilaç kadını öldürecek kadar güçlü değildir. Kadın ölmez ama şekli bozulur, çirkinleşir.
Oiwa ne kadar çirkin göründüğünü ve nasıl ihanete uğradığını anladıktan sonra kazara kendini bir kılıçla öldürür. Fakat daha sonra onun bozulmuş yüzü her yerde belirmeye başlar ve Iemon'u rahatsız eder. Oiwa’nın bozulmuş yüzü kocasının yeni gelininin yüzünde belirir. Korkuya kapılan adam kurtulmak için yeni evlendiği kadının başını kesse de Oiwa öleceği güne kadar ona musallat olur. [10]

AGİ KÖPRÜSÜ İBLİSİ
Son olarak Agi Köprüsü'ndeki iblisin hikayesine bakalım. Bu hikaye arkadaşlarına Agi Köprüsü'nden geçmekten ya da köprüyü koruyan şeytandan korkmadığını söyleyerek övünen bir adamla başlar. Bir oni görünüşünü istediği gibi değiştirebildiğinden Agi Köprüsü'ndeki iblis bu adama terk edilmiş bir kadın şeklinde görünür. Adam kadına baktığı an iblis ürkütücü biçimine geri döner. Korkan adam kaçar ve iblis tarafından yakalanmaktan kurtulur. İblis hırslanır ​​ve intikam almak ister. Kaçan adamın erkek kardeşinin şekline bürünerek bir gece adamın kapısını çalar. Adam kapıyı açtığında karşısında duran kişinin kardeşi olduğunu zannederek onu içeri alır.
Sonrasında iblis gerçek kimliğini bir kez daha ortaya çıkarır ve adamın kafasını ısırır ve ortadan kaybolmadan önce adamın ailesinin önünde onun koparılmış başıyla dans eder. [11]

Bunlar Japon mitolojisindeki hırslı, intikamcı iblis kadınlarla ilgili efsanelerden sadece bazılarıdır ve çok daha fazlası vardır.