HABERLER
Dini Haber
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
mitoloji etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MİTOLOJİLERDE EŞCİNSELLİK

Hazırlayan: A.Kara

ANTİK İNANIŞLARDA EŞCİNSELLİK

Eşcinselliğe dair görüşler dünyanın birçok yerinde farklılık göstermiştir. Kimi eski toplumların dini inancında tanrılarında bile görülebilen bir durum iken kimilerince normal olmayan aşağı bir durum ya da bir kişiyi aşağılamanın yöntemi olarak görülmüştür.

Sömürgeci Avrupa'da ve İslam coğrafyasında kabul edilemez ve doğal olmayan bir durum olarak kabul görmüş, bu nedenle eşcinselliği suç sayan yasalar çıkarılmıştı. Avrupa'daki faaliyetler ilerleyen süreçte güçlü bir etki yaratmış, İncil'de yer alan cinsiyet ve günah ilişkili konular nedeniyle Hristiyanlık dinine mensup olan sömürgecilerin eşcinselliğe bakışı onları küçümsemek veya cezalandırmak olmuştu. [1]

Örneğin Levililer 20:13'de şöyle yazar: "Ve bir adam kadınla yatar gibi erkekle yatarsa, ikisi menfur şey yapmışlardır; mutlaka öldürüleceklerdir; kanları kendi üzerlerinde olacaktır."

Fakat buna rağmen Yahudi ya da Hristiyan geleneğinde eşcinsel motifler yok değildi. Eski Ahit'teki Davud ile Yonatan'ın arasında arkadaşlıktan öte bir ilişki vardı.

Hristiyan ve Musevi mitolojisi birbirleri ile etkileşim içinde olmuştur. Özellikle Ortodoks Hristiyan mitolojisi eşcinsellikten kaçınmış ve kınamıştır. Bir Hristiyan gey ikonu olan Aziz Sebastian Hristiyanlık döneminde eşcinselliğe karşı olan abartılı bakışı yansıtmış, bir ağaca el ve ayaklarından bağlanarak vücuduna saplanan oklarla işkence edilir şekilde resmedilmiştir. [19]

Tabi cinselliğin ve cinsel eylemlerin ifadesi dünyanın çoğu yerinde zaman ve mekana göre farklılık göstermiş, aynı cinsiyetten insanların ilişkileri hakkında dünya çapında ortak bir görüş olmamıştır. [1]

Şimdi birçok eski kültürde eşcinselliğe karşı bakış ve anlayış nasıldı, mitoslarında ne şekilde geçiyordu? Buna bakacağız. Kısa özetler halinde küçük bir dünya turu yapacağız.

MISIR MİTOLOJİSİ

Mısır mitolojisinde eşcinselliğe dair farklı yönler görülür. Mevcut kaynaklarda ve mitolojilerde erkekler arasındaki eşcinsel ilişki boyun eğdirici bir tutum olarak tasvir edilir ve bu tür davranışlarda bulunanlar efemine olarak kabul edilirdi. Ayrıca baskın gelmenin veya itaatkar olmanın, boyun eğmenin göstergesi olarak görülüyordu. [3][25]

Bu yüzden mevcut tasvirlerde hakimiyet ve güç eylemi olarak yansıtıldığı, utanç verici bir durum olduğu yansıtılır. Akdeniz bölgesindeki yaygın görüş bu yöndedir.

Bir örnek vermek gerekirse gök tanrısı Horus ile çölün yıkıcı tanrısı Seth arasındaki mücadele sırasında, Set üstünlüğünü gösterip Horus'u aşağılamak için onun kalçalarına iltifat eder, bununla da kalmaz ona cinsel yoldan zorla sahip olmak için planlar yapar. Sarhoş ettiği Horus sızıp kalınca Seth tüm gece onunla birlikte yatarak amacını gerçekleştirir. Bu hareketi ile rakibini yendiğini düşünür. Fakat aslında Horus'un sarhoşluğu bir hiledir, Set boşaldığı sırada Horus onun menisini avcunda toplayarak saklar. [26]

Ertesi sabah annesi Isis'e koşan Horus ona yaptığını anlatır. Öfke içindeki Isis oğlu Horus'a sperm akıtıp bunu Set'e yedirmesini ister. Annesinin tavsiye ve yöntemine kulak veren Horus intikam almak ve hakimiyet kurmak için spermini Set'in en sevdiği yemek olan marulun üzerine bulaştırır. Öte yandan Set'in spermlerini nehre atar, böylece Set tarafından döllenmiş olduğu söylenemeyecektir.

Marulu yiyen Set, Mısır'ın egemenliği konusundaki tartışmayı çözüme kavuşturmak için tanrılara başvurur. Tanrılar Set ve Horus'un bedenindeki spermleri incelerler. Set'in Horus üzerindeki hakimiyetini dinledikten sonra spermleri dışarı çağırırlar ancak hepsi nehirdedir. Horus'un Set üzerindeki hakimiyeti için spermler dışarı çağrıldığında Set'in içinden cevap gelir. Böylece Horus ona boyun eğdirmiş olur. [27]

Tabi bu olayı farklı yorumlayanlar da olmuştu. Bazı yazar ve araştırmacılar Horus ve Set arasındaki bu ilişkilerin uygunsuz bile olsa kendi istekleri ile gerçekleştiğini, Horus'un menisini yiyen Set'in Thoth'un ay diskini doğurması gibi olumlu sonuçları olduğunu iddia eder. [28]

Kültürümüze yerleşmiş ve küfürlerimizde erkeklerin kavga ederken birbirlerine söylediği cinsel içerikli küfür antik Mısır'daki inanışla paralel görünmekte. Yani Set ile Horus arasındaki yaşananlarda gördüğümüz eski Mısır'daki bu aşağılama, galip gelme sembolü bir şekilde Mısır'dan bizim kültürümüze yerleşmiş olabilir. Bu transferin Araplar aracılığı ile gerçekleşmiş olması muhtemeldir.  

MEZOPOTAMYA MİTOLOJİSİ

Mezopotamya birçok dinin doğum yeri olmuştur ve oldukça eski zamanlardan beri çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmıştır. Medeniyetler birbirine bağlı olduğundan, mitolojilerinin de karakterlerin isim değişikliği ile benzer hikayelerden türediği tespit edilmiştir.

Söz konusu eşcinselliğe atıf olduğunda en bilinen, meşhur hikaye Gılgamış ve Enkidu'dan bahsedilen Gılgamış Destanı'dır. Enkidu tanrıların Gılgamış için yarattığı bir yoldaştı. Bu ikiliden bahseden şiirler arkadaşlıkları hakkında bilgiler verir. [18]

Yaklaşık olarak MÖ. 2000'lerden kalma Sümer yaratılış efsanesi tanrıça Ninmah tarafından yaratılan insanlardan bahseder. Yarattıkları arasında erkek ve kadın dışında üçüncü bir cinsiyet vardır. Bunlar hamile kalamayan, kadın veya erkek organı olmayan kadınlardır. Su tanrısı Enki bu insanları kabul ederek onlara rahibelik (naditu) ve kral hizmetkarlığı (girseku) gibi roller verir. [29]

Akadların Atra-Hasis destanı bu hikayenin kısmen farklı varyantını içerir. Buna göre Enki, tanrıça Nintu'dan üçüncü cinsiyetten insanlar, kısır kadınlar ve bebekleri çalan bir iblis yaratmasını ister. [29]

Tanrıça İnanna'ya tapınma yatıştırıcı ağıtlar söyleyen ve "gala" denen üçüncü cinsiyetten rahipleri içerir. Babil metinlerine göre Enki bu insanları özellikle tanrıçaya ilahi ve ağıtlar söylemeleri için yaratmıştır. [30]

HİNT MİTOLOJİSİ

Ramayana, Mahabharata ve Puranalarda eşcinselliğe dair çeşitli referanslar vardır. Mesela Valmiki Ramayana'da, tanrı Ravana'nın yatağında kadınlar tarafından öpülüp kucaklanmış çeşitli Rakşaşa kadınlarının tasvirleri yer alır.

Hatta Krittivasa Ramayana metinleri kocalarının yokluğunda sihirli iksir içerek birbirleri ile sevişen ve sonunda kemiksiz çocuk sahibi olan iki dul kadının hikayesini anlatır.

Padma Purana'da yer alan bir hikaye ölmekte olan bir kral, eşlerine çocuklarını doğurmasını sağlayacak olan iksiri veremeden ölür. Bu yüzden kadınları çaresizlikten birbirleri ile cinsel ilişkiye girerek hamile kalırlar. Çocukları kemiksiz ve beyinsiz doğar.

Bu hikayeler genel olarak eşcinselliğe karşı şefkatli bir yaklaşım barındırmaz ve homoseksüelliği çaresizlik içindeki insanların başvurduğu yöntem olarak gösterir.

Her ne kadar çeşitli tapınaklarda eşcinselliği tasvir eden heykeller olsa da var olan metinler hiçbir zaman bu durumu onaylamamış ve büyük ölçüde eşcinselliği kötüleyerek kabul edilemez bir davranış olarak tanımlamıştır. Mesela Manusmriti'de yer alan bir hikayede eşcinsel ilişki yaşayan kızların gelin ücreti yani başlık parasının iki katına çıkarılacağını, ceza olarak 2000 peni verip ve 10 kez kamçılanacaklarını yazar. Eğer eşcinsel ilişki yaşayan kız değil kadınsa bu durumda kafaları kazıtılır, 2 parmağı kesilir, bir eşeğe bindirilerek köyden kovulurlardı.

Eğer eşcinsel ilişki yaşayan kişi erkek ise inek gübresi, idrarı, sütü, lor ve kurban otlarının karışımı ile hazırlanan bir içecek olan preyşiçitta (prayshchitta) içerek yemin etmeleri gerekiyordu. [2]

Yani Hint tasvirlerinde ve mitolojisinde eşcinsel davranış tasvirleri yer alsa bile aşk ve şefkat kavramlarından uzak tutulup cezalandırılmıştır. [1]

YUNAN MİTOLOJİSİ

Eşcinselliğin en çok yer aldığı alan Yunan mitoslarıdır. Detaylıca değinmek bir ayı bile alabilir. Bu yüzden sadece 1-2 konuya özet olarak değinip geçeceğim.

Yunan mitolojisinde arkadaştan öte yakınlıkta olan, birbirleri ile yasak aşk yaşayan Aşil ve Patroklus gibi karakterler vardır. [4] Cepsius nehrinde boğulan çok sevdiği arkadaşı ve sevgilisi Argynnus için yas tutan bir kahraman vardır ki bu da meşhur Agamemnon'dur. Ona Afrodit Argnnus olarak bir mezar ve türbe inşa ettirir.

Klasik mitolojinin resim ve şiirlerinde görülen başka bir efsanede yer aldığına göre su perileri Herakles'in sevgilisini kaçırırlar. Theodamas'ı savaşta yenen Herakles, onun küçük oğlunu yanına alarak silah taşıyıcısı yapar. Daha sonra eğitip bir savaşçıya dönüştürdüğü bu genç ile aralarında ilerleyen süreçte romantik bir bağ gelişir. [5]

Öne çıkan en önemli figür Grek Mitolojisinin babası Zeus'un erkek aşkıdır. Yunan mitolojisinde Ganimedes olağanüstü güzelliğe sahiptir, öyle ki ölümlülerin en güzeli olarak nam salmıştır. Güzelliğine dayanamayan Zeus bir kartal göndererek kutsal kahraman Ganimedes'i kendisine şarap sunarak hizmet etmesi için İda, yani Kaz Dağı'ndan, Olimpos'a kaçırmıştır.

İSKANDİNAV MİTOLOJİSİ

İskandinav destan ve efsanelerinde eşcinselliğe dair çeşitli motifler bulunur. Bu konuda yine hiç bilmediğiniz yönü ile önümüze tanrı Loki çıkar.

Çoğu İskandinav tanrısı gibi Loki de dilediğinde cinsiyet değiştirme özelliğine sahipti. Bunu kullanarak hile yapmak için sık sık kadın kılığına girerdi ama bu şekil değiştirmeler sadece şeklen kadın gibi görünmekle kalmıyordu. Aynı zamanda cinsiyetini de değiştiriyordu.

Örneğin bir efsanede Loki kendini kısrağa dönüştürerek Svaðilfari adlı aygır ile birlikte olduktan sonra sekiz bacaklı tay Sleipnir'i doğurur. Evet, erkek olan Loki, dişi hayvan şekline bürünmekle kalmaz aynı zamanda hamile kalıp doğurur. [38]

Njal Destanında Flosi adlı adama Skarphedinn adlı diğer adamın sarf ettiği sözler önemlidir. Skarphedinn, Flosi'ye "Eğer adamların da dediği gibi seni [goblin] her dokuz gecede bir kadına çevirmiyorsa sen gerçekten de Domuz tepesi goblininin [erkek] sevgilisisin." der.

Yani Skarphedinn, Flosi'yi bir goblinle ilişkiye girmekle suçlayarak onun erkek olmadığını iddia eder. Bununla kalmayan Skarphedinn söylemlerinin devamında kanunda yasak olduğunu söyleyerek onun erkekliğine hakaret eder.

İskandinav şiirlerinde erkek kıyafeti giyen kadın temsilleri daha yaygındır ve kadın kıyafeti giyen erkek temsili görmek zordur. Örneğin bir şiirde (Þrymskviða) erkekliğin temsili olan Thor'un çekicini geri alabilmesi için kadın gibi giyindiğinden bahsedilir. Enteresan olan şiirde Thor'un süslü mücevherler takması gerektiğinin yer almasından çok kadın göğüslerine sahip olduğunun işaret edilmesidir. Thor'a kadınsı bir imaj çizilmiştir. Yani muhtemelen Thor da Loki gibi kılık değiştirmiştir.

Burada Thor isteyerek kadınsı giyinen ve erkeklerle ilişki yaşayan diğer erkekleri eleştirir. Şöyle yazar:

"Ardından güçlü Thor yanıtını verdi: "Eğer kadın kıyafetlerini üzerimde tutup çıkarmazsam tanrılar bana argan* desinler"

"Látum und hánum hrynja lukla ok kvenváðir um kné falla, en á brjósti breiða steina ok hagliga um höfuð typpum. Þá kvað þat Þór, þrúðugr áss: "Mik munu æsir argan* kalla, ef ek bindask læt brúðarlíni!

* Burada kullanılan kelime arg, argan'dır. Kendi isteği ile pasif olarak başka erkeklerle birlikte olan erkek anlamına gelir.

Lokasenna adlı şiirde baba tanrı Odin, Loki'yi sekiz kış boyunca yer altı dünyasında bulunmakla suçlar. Kendini gizlediği için korkak olduğunu söylenir ve korkaklığından dolayı kadına benzetilir ve kadınsı olmakla suçlanır.

Aynı şiirde tanrı Njördr devlerle cinsel ilişkiye girmek ve idrar içmekle suçlanır. Loki şöyle der:

"Kapa çeneni Njördr, buradan doğuya tanrılara bir rehine olarak gönderildin. Hymir'in hizmetçileri seni sidikleyip ağzına işediler."

"Loki kvað: Þegi þú, Njörðr, þú vart austr heðan gíls of sendr at goðum;
Hymis meyjar höfðu þik at hlandtrogi ok þér i munn migu."

KELT MİTOLOJİSİ

Kelt mitoslarında eşcinselliğe dair açık referanslar olmasa da üvey kardeş olan Cuchulainn ve Ferdiadh adlı savaşçı kahramanlar arasındaki romantizm eşcinsel motifler taşır. Her ne kadar kimi hikayeler onları eşleri olan iki erkek olarak tasvir etse de aynı zamanda birbirleri ile aynı yatağı paylaşan iki erkek olarak da bahseder.

Zorunlu olarak yaptıkları bir düelloda Cuchulainn gizemli silahı Gae Bulg ile Ferdiadh'ın anüsünü delerek onu yenmişti. Rakibi ve birlikte uyuduğu arkadaşı ölünce ağıt yakmış, bu yönüyle Grek mitolojisindeki Aşil ile karşılaştırılır olmuştur. [6]

ÇİN MİTOLOJİSİ

Eşcinsellik teriminin Çince karşılığı "aynı cinsiyetten insanlar arasındaki aşk" anlamına gelen "tóng xìng ài (同性愛)"dir. Fakat bu 19.yy'dan sonra ortaya çıkmış bir ifadeydi. Öncesinde "erkek rüzgarı (nán fēng : 男風)" gibi şiirsel veya mecazi ifadeler kullanılırdı. Bu söz kadınların yakın ilişkilerden dışlanmasını ifade ediyor, sembolik olarak erkek üstünlüğünü vurguluyordu.

Kullanılan benzer terim ve mecazlar vardı. Örneğin kadın güzelliği ve baştan çıkarıcılığı için kullanılan fakat erkek güzelliğine atıfta bulunan bir terim vardır: "nán sè (男色)".

Tıpkı Divan edebiyatındaki gibi Çin edebiyatında da eşcinsellik için çeşitli mecazların kullanımı yaygındı. Eşcinsel kadınlar için "Altın Orkide Kız kardeşler" (Jīnlán zĭmèi : 金蘭姊妹 / 金兰姊妹) veya "parlatıcı-cilalayıcı aynalar" mecazları kullanılıyordu. [7]

Çin edebiyatı Konfüçyüs öncesi ve Taoist, Budist gelenek öncesi olarak ikiye ayrılmış ve bunlardan sürekli olarak etkilenmiştir. Konfüçyüsçü ve Taocu sistem öncesi mitolojiler esas olarak şamanistti. Erkek eşcinselliğinin Çin'in güneyinden geldiğine inanılıyor ve mecazi olarak güney rüzgarı olarak adlandırılıyordu. Bu yüzden Çin mitoslarında eşcinsellik ile ilişkilendirilen çeşitli tanrılar ve efsanevi Şia Hanedanı'nın kurucusu Büyük Yu gibi ünlü kişilikler vardı. [8]

En meşhur hikayelerden biri ejderha ile yaşlı çiftçi hakkındadır. Bu hikaye vahşi ve gizemli bir canlı olan ejderhanın 60 yaşındaki çiftçiyi zorlayarak onunla ilişkiye girmesinden (sodomize) bahseder. Öyle ki hikayede bu birliktelik sonrası yaşlı adamda açılan yaranın tıbbi müdahale gerektirdiği anlatılır. [8]

Fakat hikayelerde yer alıyor olsa da Taocu gelenekte kabul edilemez bir durum olarak görülmüştür.

Başka bir hikaye taşralı bir müfettişe aşık olduğu için ölüm cezasına çarptırılan, daha sonra Yavru Tavşan Ruhu tanrısına dönüşen bir adamdan bahsedilir. Öldürülen adam tek suçunun aşık olmak olduğunu söyleyince ve bu durum bir aşk eylemi olarak kabul edilince yer altı tanrıları tarafından affedilerek eşcinsel aşkın koruyucusu olarak atanır ve Tu'er Shen* veya Tu Shen** adını alır. [9] Yaşlı bir adamın rüyasında bir tavşan yavrusu olarak dirilen bu tanrı, rüyasında göründüğü yaşlı adamdan köydeki erkeklerin, erkekler arasındaki gönül işleri için tütsü yakabilecekleri bir tapınak inşa etmelerini ister. [10]

* Tavşan Yavrusu Ruhu : 兔兒神,
** Tavşan Tanrı : 兔神

JAPON MİTOLOJİSİ

Japon efsanelerinde eşcinsel aşk yaşayan ve Güneş tanrıçası Amaterasu'nun hizmetkarları olan Shinu No Hafuri ve Ama No Hafuri iki kişi vardır. Hikaye Shinu öldükten sonra buna dayanamayan Ama'nın intihar etmesi ve aynı mezara gömülmesini anlatırken bu ikili ayrı ayrı gömülene kadar Güneş ışınlarının mezarlarının üzerine yansımadığı yer alır. [11]

Başka bir hikayede tanrıça Amaterasu, erkek kardeşi ile; Susanoo (Takehaya) olarak bilinen fırtına ve yağmur tanrısı ile kavga eder. Bunun üzerine kendini göksel bir mağaraya çeker. Onu mağaradan çıkarmak isteyen şafak tanrıçası Ame No Uzume dans etmeye, kıyafetlerini yırtmaya, diğer tanrı ve tanrıçalara seslenmeye başlar. Güneş tanrıçası Amaterasu saklandığı yerden dışarı çıkıp onu izlemeye koyulduğunda bunu fırsat bilen tanrılar mağaranın ağzını kapatırlar. Böylece yeryüzü tekrar güneş ışığına kavuşur. Tabi yine de bu hikayenin eşcinselliğe atıfta bulunup bulunmadığı net değildir. [12]

Diğer yandan Şinto tanrıları yaşamın tüm yönleri ile ilişkili hale getirilmiştir; ki bunlardan biri de geleneksel oğlancılık (pederasti) uygulamasıdır. Bazı halkların Şinto mezheplerinde standart Şinto panteonunun bir parçası olmayan, erkek erkeğe aşk ve birlikteliğin koruyucu tanrısı olan "Shudō Daimyōjin (衆道大明神)" yer alır. [23]

Şintoizm'de kami adı verilen kutsal ruhlar vardır. Bunlardan bazıları aynı cinsiyetten aşk ve birliktelik ile ilişkilidir. Örneğin Shirabyōshi adlı kadın kami, yarı insan yarı yılan olarak temsil edilir. Onun adını taşıyan Şinto rahibeleri ayinler sırasında erkek kıyafetleri giyerek dans ederlerdi. [34]

Fakat şunu belirtmekte fayda var: Bazı eski kültürlerde olduğu gibi rahip ya da rahibelerin karşıt cinsiyeti yansıtan kıyafetler giymeleri doğada her cinsiyetin var olduğunu göstermek, yansıtmak amacı taşıyor da olabilir.  

Kamilere geri dönüp, bunlardan konuyla ilgili olan diğerlerine değinelim:

Oyamakui adlı dağ ruhu çocuk doğumlarını gözetir ve cinsiyet değiştiren bir ruhtur. [35]

Öte yandan İnari çeşitli cinsiyetlerde tasvir edilen, bazen yemek tanrıçası genç bir kadın olarak bazen ise pirinç taşıyan yaşlı bir adam olarak temsil edilen, pirinç ve tarımın kutsal ruhudur. [36]

Orta Çağ Japonya'sında yaygın olan inanış alacakaranlıkta veya gece yalnız başına görünen kadının aslında bir kadın değil tilki ruhu olabileceği yönündeydi. Bu yüzden erkekler onlardan uzak durmalıydı. İşte İnari aynı zamanda Japon mitolojisindeki tilkilerle ve erkekleri tuzağa düşürüp onlardan beslenmek için gerçek cinsiyetlerinden bağımsız olarak kadın kılığına giren hileci tilki ruhları yani Kitsune'lerle de ilişkiliydi. [37]

BUDİST GELENEĞİ

Budist geleneğine göre ruhsal gelişime engel olduğuna inanıldığı için manastır kuralları içinde heteroseksüel ve eşcinsel ilişkiler kabul edilemez eylemler olarak görülürdü. Eşcinsellik olumsuz bir şeyi ima eden bir söz olarak kabul edilmiş ve din adamları bundan men edilmişti.

Budist metinleri cinsel referanslardan kaçındığı için eşcinsellik hakkında pek bir şeye rastlanmaz. Ancak aynı cinsiyetten yakın arkadaşlıkların tasvirleri vardır ve bunlar platonik aşktan ziyade kardeş sevgisinin tasvirleri gibi görünmektedirler. [13]

Diğer yandan Budizm inancında insanlara yardım etmek için Budalıklarından vazgeçen, koruyucu, yardımcı varlıklar olan Bodhisattva'lardan bazılarının enkarnasyonları sırasında cinsiyet değiştirdiğine inanıldığından kimileri bunu eşcinsellik ya da transseksüellik ile ilişkilendirmiştir. Örneğin Avalokitesvara, Tara, Guanyin gibi bazı bodhisattvaların farklı cinsiyet temsilleri bulunur. [39]

Geleneksel Tayland Theravada Budizm'ine göre eşcinsellik, önceki yaşamında heteroseksüellik dışında eylemlerde bulunan kişinin Budist yasalarını ihmal etmesinin cezasıdır. Buna karmik tazminat denir. [40]

Bu inanışın yansıması olarak Tayland Budistleri "Ananda" adlı müritlerinin kadın olarak birkaç kez dünyaya geldiğine ve önceki yaşamında transseksüel olduğuna inanırlar. [14] Bağlantılı olan bir hikayeye göre Ananda önceki yaşamlarından birinde yakışıklı, genç bir erkek yogidir. Ananda Hint efsanelerinin Yılan kralı Naga'ya aşık olur ve onunla olan ilişkisi cinsel arzulara kaymaya başlayınca gerçek bir Budist keşiş olarak kalabilmek için sevdiği Kral ile arasındaki tüm bağları keser. [14]

PASİFİK ADALARI MİTOSLARI

Asyalı ve Okyanusyalı insanlarla ilişkili olan Pasifik adalarındaki efsaneler çeşitlilik gösterir. Ağırlıklı olarak çok tanrıcı olan bu mitosların içinde görevlerini yerine getirebilmek için cinsiyet değiştirip eşcinsel ilişki yaşayan bazı tanrı ve yarı tanrılar yer alır. Aynı cinsiyetten ilişkilere sık sık göndermeler yapılır.

Polinezya mitoslarında tanrı ve tanrıçalara dair eşcinsel referanslar olsa bile bu kabul gören bir durum olmamıştır. [15]

MAYA VE AZTEK MİTOSLARI

Maya tanrısı Chin'in Maya kültürüne homoerotizmi getirdiği kabul edilir. [16] Bunun sonucunda eşcinsellik ile ilişkilendirilir hale gelmişti. Bu başka bir sonucu doğurmuştu; soylu, güçlü aileler genç erkek çocukları satın alacak, bu yolla eşcinsel evlilik ve ilişkiler yasallaşacaktı. [Conner, A.g.e., p. 110.]

Antik Maya tanrılarından biri Nahuatl dilinde Çiçek Prensi anlamına gelen, sanat, çiçek, oyun, mısır, güzellik ve şarkı tanrısı Xochipilli* dir. Onun üçüncü cinsiyetten olduğuna inanılır, eşcinsellerin koruyucu tanrısı olarak kabul edilirdi. [17]

Erkek tanrılar olan Tezcatlipoca ve Yaotl, adı "Büyük El" ya da "Büyük Armağan" anlamlarına gelen Hueymac adlı tanrı ile çiftleşmek için cinsiyet değiştirerek kendilerini kadına dönüştürmüşlerdi. [33]

* Xochitl : Çiçek + Pilli : Prens, Çocuk = Çiçek Prensi ya da Çiçek Çocuk

AFRİKA MİTOLOJİSİ

Afrika Mitolojisinde ikiz kardeşler olan Ay tanrısı Lisa ile Güneş tanrısı Mavu'nun birleşmesi ile göksel yaratıcı tanrı Mavu-Lisa oluşur. Bu birleşmiş formlarında erdişi* veya cinsiyet değiştiren tanrılar olarak öne çıkarlar. [20]

* Hem erkek hem kadın özelliklerine sahip kişi.

Bunları doğuran ve tüm evreni yaratan ise hem erkek hem dişi özellikler taşıyan "Büyük Anne" Nana Buluku'dur. [21]

Aynı şekilde Zimbabve'deki Shona halkının mitolojik tanrısı Mvari kimi zaman erkek, kimi zaman kadın yönleri ile ortaya çıkan erdişi bir yaratıcı tanrıdır. [22]

Gök cisimlerinin kişileştirilmesi ile oluşmuş bir panteona sahip olan Gana'nın Akan halkının tanrılarının kimileri çift cinsiyetli ya da cinsiyet değiştiren ilahlardır. (Örn: Jüpiter/Abrao, Merkür/Aku, Ay/Avo) [23]

Yoruba gibi çeşitli Afrika toplumlarında ruh tarafından ele geçirilme inancı vardır. Ruhun ele geçirdikleri genellikle kadınlardır fakat erkekleri de ele geçirebilmektedirler. Bu insanlar "tanrının gelini" olarak kabul edilirler. [24]

ESKİMO MİTOSLARI

Eskimo şamanizminde ilk iki insan Aakulujjuusi ve Uumarnituk adlı erkeklerdi. Aynı cinsiyetten olan bu çift birbirlerini arzulayarak çiftleşmeye karar vermişlerdi. Bu ilişki sonucu Uumarnituk hamile kaldı. Fiziksel olarak doğum yapacak yapıya sahip değildi, vücudunda çocuğun dışarıya çıkabileceği bir yer yoktu. Bu yüzden yapılan büyü ile kadın özelliklerine sahip oldu. Kadına dönüşen bu tanrı büyü yaparak dünyada savaşlar çıkmasına neden oluyor, inanışa göre bu şekilde aşırı nüfus artışını da engelliyordu. [31]

Bir başka Eskimo tanrıçası Sedna'dır. Deniz hayvanlarını kontrol eden bu tanrıça bazı efsanelerde karma eşeylidir. Yani vücudunun bir bölgesinde dişilik, diğer bölgesinde erkeklik karakterlerine sahiptir. Bu yüzden kendisine iki ruhlu şamanlar tarafından hizmet edilir. Hatta bazı efsanelerde tanrıça Sedna okyanusun dibindeki kadın sevgilisiyle birlikte yaşamaktadır. [32]

TOLKİEN, ORTA DÜNYA VE MİTOLOJİ - 1

Yazan: A.Kara
TOLKİEN'E VE ONUN ORTA DÜNYASINA ESİN VEREN MİTOSLAR |1

Tolkien'in esin kaynaklarını ve bağlantılı mitosları anlatacağım bu makalede önem arz eden bir nokta varsa o da Tolkien'in okumayı seven, efsanelere, epik şiirlere, halk masallarına hatta tarihe ilgi duyan biri olduğudur.

Yüzüklerin Efendisi'nin yazarı J.R.R. Tolkien'in belki de en çok ilham aldığı bölgelerden biri İzlanda'dır. Bu bölgenin sahip olduğu eşsiz manzaralar, halk masalları ve İskandinav mitolojisi Orta Dünya evreninin şekillenmesinde büyük role sahiptir. Peki Tolkien bu bağlantıyı nasıl kurmuş, neden onca kültür ve yer varken İskandinav, Cermen mitolojisinden ve İzlanda'dan etkilenmişti?

1930'ların başında İngiltere, Oxford'da yaşayan Tolkien'in ailesiyle birlikte yaşayan bir dadısı vardı. Bu dadı Batı Fiyortlardan, İzlandalı bir kadındı. Yani nasıl ki farklı kültürden dadıyla yaşayanlar o kültürün diline, masallarına yönelik bilgiler edinebiliyor ise aynı durum Tolkien için de geçerliydi. İzlandalı dadısı sayesinde İzlanda halk masallarını ve İskandinav mitolojisini öğreniyordu. Ayrıca Birmingham'daki eğitimleri sırasında boş zamanlarını Eski İskandinav dilini okuyarak, onların efsanelerini tercüme ederek geçiriyordu. İşte Tolkien bu süreçte Hobbit (The Hobbit) adlı kitabını yazmaya başlamıştı. Dolayısı ile basit gibi görünse de ona ilham sağlayan en büyük kaynaklardan biri dadısıydı.

Yüzüklerin Efendisinde öne çıkan ögelerde bu kültürün efsanelerinin izlerini görmek mümkündür. Örneğin Völsunga Destanı, tüm güçleri barındıran bir yüzükten, yeniden dövülerek birleştirilen güçlü, görkemli bir kılıçtan bahseder. Bunlar Tolkien'in romanlarında, Yüzüklerin Efendisi'nde "hepsine hükmedecek tek bir yüzük" ve "Anduril, Narsil" adlı kılıçlar olarak karşımıza çıkar.

İskandinav mitoslarının anlatıldığı Manzum ve Nesir Edda'larda yüzük ve kılıç motifleri oldukça yaygındır. Hatta en büyülü ve güçlü olan yüzükleri cüceler dövmüştür. Bu yüzükler, Odin'in yüzüğü ve Niflungların (Almanca: Nibelung) yüzükleridir.
Niflung, diğer adıyla Nibelung Kraliyet Ailesini belirtmek için kullanılan bir terimdir. Bu terim İskandinav efsanelerinde cüce ve devlerin yaşadığı efsanevi topraklarda (Nibelungenlied) da karşımıza çıkar. Daha sonra bu Nibelung teriminin bir cüceyi veya cüce ırkını ifade eder hale geldiği görülür.

Bu yüzükler genellikle İskandinav şiirlerinde güç kullanılan bir metafordu. Bu yüzüklere sahip olmak,  güce sahip olmak demek iken bu yüzüklerden birini diğerleriyle paylaşmak, bir malı biriyle paylaşmak anlamı taşıyordu.

Kılıç konusuna gelirsek; İskandinav mitolojisindeki tüm ünlü kılıçların, Orta Dünya'nın birçok ana karakterine ait kılıçlara çok benzeyen, tarihlerini anlatan isimleri vardır.

William Morris'in, Volsung Sigurd'un 389. sayfasındaki metinler cücelerin yarattığı yüzüklerden ve ölü krallar tarafından taşınan kılıçlardan bahseder. Tolkien bunu öğrenci iken okumuştu.


Wagner'in "Der Ring des Nibelungen" yani "Nibelung Yüzüğü" adlı opera dizisi, büyülü ama lanetli bir altın yüzükten ve yeniden dövülmüş kırık bir kılıçtan bahseder. Völsunga adlı destanda bu öğeler sırasıyla Andvaranaut ve Gram'dır. Bunlar da tek yüzük ve tek kılıç olan Narsil'e (Andúril olarak yeniden dövülmüştür) karşılık gelirler.

Hikayelerin geçtiği fantezi dünyası olan Orta Dünya coğrafyası, İskandinav mitolojisindeki coğrafi anlatılara büyük ölçüde benzemektedir. İskandinav mitolojisinde 'Midgard', insanların, cücelerin, elflerin ve devlerin yaşadığı evreni oluşturan üç dünyadan biridir. Benzer şekilde, Tolkien’in evreninde Valinor adlı yer vardır. Tolkien'in Valinor adlı diyarına oldukça benzer şekilde, İskandinav mitolojisindeki Asgard, Midgard'ın üzerinde bulunur. Burası barış ve mutlu yaşamın yeri, Tanrıların ve en yüksek dünyanın evidir.

Tolkien, Eski İngiliz edebiyatı konusunda, özellikle de Beowulf destanı konusunda uzmandı ve Yüzüklerin Efendisi'nde bundan pek çok kez yararlanmıştı.


Beowulf Destanı'nda (epik şiir) Ogreler, Elfler ve İblis Cesetlerinden "eotenas [ond] ylfe [ond] orcneas," olarak bahsedilir. Bu destan da Tolkien'e Orklar, Elfler ve diğer ırkları yaratması konusunda ilham vermiştir. Elflerin tam olarak neye benzediğine dair fazla bilgiye sahip olmadığından bulabildiği Eski İngilizce dilindeki tüm kaynakları birleştirmek zorunda kalmıştır.

Yine Beowulf'ta "marifetli bir demirci ustası tarafından dikilmiş ağ (zincir zırh)" [searonet seowed, smiþes orþancum] ifadesi geçer. Tolkien buradaki "searo" sözcüğünü Mersiya* dilindeki formuyla *saru olarak kullanmış, bununla Orthanc hükümdarının, Saruman'ın adını yaratmıştır. Saruman, kurnaz, bilge ve teknolojik fikirleri olan büyücüdür.

Peki Entleri yani devasa ağaç adamları nereden esinlenmişti?

Entleri, başka bir Eski İngiliz şiiri, II. Maksimlerdeki (Maxims II) "devlerin becerikli eseri" (orþanc enta geweorc) ifadesinden türetmiştir. Buradaki Orþanc [Orthanc] ifadesine dikkat etmek gerekir çünkü bu ifade Orta Dünya evrenine Entlerin Saruman'ı hapsettiği Orthanc kulesi ve Entlerin Orthanc adlı ağaçlık alanı olarak girmiştir.

Tolkien, Rohan Süvarilerinin pek çok yönü için Beowulf ve diğer Eski İngiliz kaynaklarından yararlanmıştır. Örneğin Rohan topraklarının adı Mersiya lehçesindeki "Marc" dan türetilen Mark'tır.

Tolkien'in yazıp göndermemiş olduğu bir mektupta yazdıkları, Rohan'ın hem kurgusal hem de gerçek etimolojik kökenine ışık tutar:

... Rohan, Britanya'da, eski gururlu ve güçlü bir aile tarafından taşınan, ünlü bir isimdir. Bunun farkındaydım ve kelimenin bu şeklini beğendim. Ama aynı zamanda (uzun zaman önce) Elfçe "at" kelimesini icat etmiştim ve Rohan'ın atlılar tarafından işgalinden sonra Mark'ın (önceden Calenarðon '(büyük) yeşil bölge' olarak adlandırılıyordu) geç bir Sindarin adı olarak dilsel duruma nasıl uyum sağlayabileceğini görmüştüm. Britanya'nın tarihindeki hiçbir şey Éorlingas'a ışık tutmaz.

Peki ya Gandalf, onun esin kaynağı kimdir, nedir?

Gandalf, uzun-ak sakallı, yaşlı, geniş siperli şapka takan ve asa taşıyan gezgin İskandinav tanrısı Odin'in yeniden yapılandırılmış halidir. Bunu Tolkien kendisi söylüyor. 1946 tarihli bir mektupta, Gandalf'ı "Odin'e benzeyen bir gezgin" olarak düşündüğünü yazmıştır.

Balrog ve Moria'daki Khazad-dûm Köprüsü'nün çöküşü, İskandinav mitolojisinde, güneydeki ateş devlerinin başı, Surtr adlı dev ile ve Asgard köprüsü Bifröst'ün** yıkımı ile benzerlikler taşır. Orta Dünya'nın yaratıcı tanrıları Valar'lar, Aesir'e, Asgard tanrılarına benzer.
Orta Dünya'da tanrıların fiziksel olarak en güçlüleri Tulkas ve Orome ikilisidir. Tulkas ve Melkor'un yaratıklarıyla savaşan Orome, İskandinav mitolojisindeki Thor'a oldukça benzerken Valar'ın başı olan Manwe, Baba Odin ile benzerlikler taşır.

Işığın Elfleri, Kalakendi (Calaquendi) ve Karanlığın Elfleri, Morikendi (Moriquendi) tarzındaki ayrım, İskandinav mitolojisindeki ışık elfleri ve kara elflerin bölünmesini yansıtır. İskandinav mitolojisinde ışık elflerinin tanrılarla ilişkilendirilmesine benzer şekilde Kalakendi'ler de Valar'lar ile bağlantılıdır.

Tolkien'in etkilendiği mitoslardan diğeri ise Finlerin "Kalevala Destanı"dır. Buna ve ek olarak Yunan, Kelt, Slav mitoslarından temel aldığı ögeleri de makalenin 2. bölümünde ele alacağım.

DİPNOTLAR
* Merciya, 7 Anglosakson krallığından (heptarşi) biriydi. Günümüzde Midlands olarak bilinen bölgenin Trent nehir vadisinde bulunan Tamworth krallığının başşehriydi.
** Bifröst, Cermen mitolojisinde gökkuşağı şeklindeki köprüdür. Bu köprü tanrıların dünyalar arasında seyahat etmesini sağlar.

BABİL'DE BÜYÜ VE YAKARIŞLARLA DEPRESYONDAN KURTULMA ÇABASI

Yazan: A.Kara

BABİL'DE DEPRESYONA BAKIŞ, BÜYÜ VE YAKARIŞLARLA ŞİFA ARAYIŞI

"ANTİK MEDENİYETLERDEN GÜNÜMÜZE DEPRESYON" başlıklı videoyu izleyerek çeşitli toplumlarda depresyona dair inanışları, algıyı, tedavi yöntemlerini ve geçmişten günümüze uzanan bilimsel gelişimleri öğrenebilirsiniz.

Medeniyetin beşiği Mezopotamya'da MÖ 2.000'lerde depresyondan söz edildiği görülür. Fakat Mezopotamyalılar onu ruhani bir durum, şeytani bir ele geçirmenin neden olduğu bir rahatsızlık olarak görüyorlardı. Yani o dönem depresyonda olan kişinin yardımına bir doktor değil de kutsal bir adam çağırıyorlardı. Kişi ayrıntılı bir törenle tanrı Şamaş'a bir kurban sunarak “korku ve endişelerini” ortadan kaldırmasını umuyordu. [1]

Mezopotamya da söz konusu depresyon olduğunda kalp (jb veya ḥꜣtj; Akadca libbu) önemli bir rol oynuyordu. [2] Çünkü inanışa göre duyguların ifadesiyle yakından bağlantılıydı ve eğer kalp hastaysa kişinin psikolojisi bundan etkilenebilirdi. Eski Mezopotamya'da depresyon belirtilerinin tanım ve tedavileri için uygulanan bazı "ḫūṣ ḫīpi libbi"ler yani talimatlar vardır. [3]

Tedavi talimatlarına doğrudan metinlerde yazanları okuyarak örnek vereyim:

Eğer bir adam gitgide bunalıma girerse (ve) kalbi düşünüp taşınırsa, yol kenarındaki bitkiyi (ve) (kurutulmuş) danaburnu tozunu suya karıştırın. Birbirini kucaklayan iki figür yapın. İlkinin omzuna şöyle yazarsın: "Kaçak, birliğine uymayan kaçak". İkincinin omzuna şöyle yazarsın: Yaygara, feryat, kim yapmaz... [...]. Daha sonra onlara isimleriyle hitap edersin. [4]

Bazı talimatlar depresyona giren kişinin azallû-bitkisinin tohumunu bira ya da yağa karıştırarak içmesini öneriyordu. [5]

Babilliler depresyonun ne olduğunu bilmezdi. Ruhsal rahatsızlıklara ilişkin Babil açıklamaları nesnellikleri, öznel duygu ve düşüncelerin yokluğuyla dikkat çekicidir. [6]

Babil dilinde "ašašu" fiiliyle ilişkili olan bir isim olarak "ašuštu" öne çıkar. Bu terim hemen hemen "sıkıntı" anlamına gelir. Bazı tıbbi metinler kelimenin tam anlamıyla "hayatın kesilmesi" veya kısaltılması anlamına gelen ve Sümer dilinden alınmış bir kelime olan "zikurrudû" sözcüğünü içerir. Bu terim “intihar”, “intihar girişimi” veya “intihar eğilimi” olarak yorumlanmıştır. [7]

Babilliler korku için ya "puluhtu" ya da "sürekli korkuyor" anlamına gelen bir fiil olan "iptanarrud" terimlerini kullanırdı. "Hīp libbi" yani "aklın kırılması" terimi ya "sinir krizi" ya da "panik atak" dan bahsediyordu.

Aşağıdaki metindeki bahsedilen klinik tanımlamanın özellikle bir hane reisini içeren tek bir vakaya mı yoksa olağan Babil tıp geleneğinde var olan genel klinik tabloyu mu sunduğu belirsizdir. Babil metnine geçmeden önce birkaç noktaya kısaca değinmem gerek. Aşağıda kısaca açıklanan tedavi ayininde māmītu kelimesi 'yemin' veya 'zorlama' anlamlarına gelir. [6] Burada, iki figürün veya anti-māmītu imgelerinin yapılıp gömülmesi insanlara öfkelenmiş kişisel tanrı ve tanrıçaya edilen yeminlerin bozulması veya öfkelerinin durdurulması için kullanılırdı. Fakat ayindeki çağrı daha yüksek bir tanrıya, güneş ve adalet tanrısı Şamaş'a yönelikti. Şimdi Babil metnine bakalım:

Bir hane reisi (avilum) uzun bir musibet geçirmişse ve bunun nasıl olduğunu bilmiyorsa, öyle ki, sürekli olarak arpa ve gümüş kayıpları, köle ve cariye kayıpları olmuş, yoksunluğuna maruz kalmış, öküz, at, koyun, köpek ve domuzu kaybolmuş ve hatta hanesinin diğer üyeleri ölmüşse; sık sık sinir krizi geçiriyor ve sürekli kimsenin uymadığı sürekli emirler veriyor, kimse cevap vermediği halde sesleniyor ve evine bakmakla meşgulken arzularını gerçekleştirmeye çalışıyorsa, yatak odasında korkudan titriyor ve uzuvları “zayıf” hale geliyorsa, bu durumundan dolayı tanrıya ve krala karşı öfkeyle doluysa; uzuvları sık sık topallıyor ve bazen gece ya da gündüz uyuyamayacak kadar korkuyorsa, sürekli rahatsız edici rüyalar görüyorsa, yeterince yiyecek ve içecek olmamasından dolayı uzuvlarında bir "zayıflık" varsa ve eğer konuşurken söylemeye çalıştığı kelimeyi unutuyorsa, o halde tanrı ve tanrıçasının gazabı o avīlum'un üzerinedir.

Onun serbest kalması ve “korkularını” yenilmemesi için:

(Prosedür): Çamurdan ve çömlekçi kilinden erkek ve dişi olmak üzere iki anti-māmītu imgesi yapacaksın ve adlarını sol taraflarına yazacaksın. Kadın heykelciğe mavi, siyah ve beyaz yünden bir palto, şal ve başörtüsü giydireceksin. Boynuna beyaz bir taş koyacaksın. Erkek heykelciğine palto, şal ve başörtüsü giydireceksin ve beline de beyaz, bükülmemiş yünden bir kuşak bağlayacaksın.

Sonra Şamaş'tan (geleneksel) ayini hazırlayacaksınız. Bir şarap kabı hazırlayacak, hurma ve buğday nişastasından oluşan yemeği sunacaksınız. Temiz ve kusursuz bir koyun sunusu hazırlayacaksın ve ona hem yağlı hem de kızarmış sağ omzu sunacaksın.

Daha sonra māmītu karşıtı görüntüleri Şamaş'a tanıtacak, isimlerini bildireceksin (ve şöyle diyeceksin):

Büyü metninin bazı kısımları anlam bozulması yaşanmaması için düzenledim. Değiştirilen kısmın aslı açık gri renk ile parantez içinde belirtilmiştir.

(Büyü)

Ey yerin ve göğün kralı, yasanın efendisi ve adil Şamaş,
Heykellerimi canlarını korumak için çömlekçinin çamurunu temizledim,
Onlara gümüş boncuklarını verdim.
Onları size takdim ederken, sizi onlarla onurlandırıyorum, sizi onlarla yüceltiyorum,
Öyleyse bırak bu heykeli bir erkek olsun,
Bu onun heykeli, bir kadın olsun.
Ey Şamaş, her şeyin en yücesi ve en iyi bileni,
Ben, falancanın oğlu, senin saygılı kulun,
Bugünden itibaren senin büyük tanrısallığın benim üzerimde parlarken önünde yürürüm.
(Bugünden itibaren senin önünde yürürüm.
Senin büyük tanrısallığın benim üzerimde parlarken,)
Beni yakalayan, gece gündüz takip eden, etimi israf eden ve canımı kesmeye hazır olan māmītu etkilerine gelince,
(Beni yakalayan, beni gece gündüz takip eden māmītu etkilerine gelince,
Etimi israf eden ve canımı kesmeye hazır olan,)
Senin büyük tanrının emriyle
Bu heykelciklerin bedenimin ve kişiliğimin yerine geçmesine izin verin,
Benim yerime geçen heykelciklerim onları rahat bıraksın.
Şimdi yerime geçenleri toprağa gömüyor ve Yeraltı Dünyasının büyük Kraliçesi Ereşkigal'e şöyle diyorum:
(Şimdi Yeraltı Dünyasının büyük Kraliçesi Ereşkigal'e,
Yerime geçenleri toprağa gömüyor ve şöyle diyorum:)
Bana hükmeder, açılır, uzun bir ömür ve sağlık [bahşeder misin?]
(Uzun ömür ve sağlık
Bana hükmeder misin, bana açılır mısın!) [6]

5 ANTİK BÜYÜ KİTABI-METNİ

Yazan: A.Kara

AVRUPALI VE ARAPLARIN 5 BÜYÜ KİTABI

İnsanlığın daha yüksek bir güce, bunlara sahip olma yada yönlendirmeye olan inançları belki insanlık tarihi kadar eskidir. Sihir, lanet ve büyülü sözlere olan inanışlar kültürler arasında yaygın olarak yer almıştır. Bu inanışın meyvesi olarak yüzyıllar boyunca pek çok 'grimor' yani büyülü sözler içeren kitaplar üretilmiş, bunların çoğu gizli topluluklar ve yirminci yüzyıla kadar dayanan okült örgütler tarafından tercih edilen kitaplar haline gelmiştir.

Konuya dair 5 kitabı burada özetleyecek olsam da ilerleyen süreçte her birini tek tek, daha ayrıntılı olarak ele alacağım.

ABRAMELİN'İN BÜYÜ KİTABI

Bu kitaplardan biri Kabalistik bilginin ezoterik (gizli, özel) kitabı olan Büyücü Abramelin'in kitabıdır.

Batı ezoterik düşüncesinin kökleri Doğu Akdeniz'deki Geç Antik döneme dayanır. Bu, doğunun batı ile buluştuğu bölgeydi. Dolayısıyla bu aynı zamanda Babil, İran, Mısır, Levant ve Yunanistan'ın din ve entelektüel geleneklerinin birbirine karışabildiği bir alandı. Bu türden çeşitli geleneklerin karışmasıyla ana akım Hristiyanlıktan farklı olarak Hermetizm, Gnostisizm ve Neoplatonizm gibi ezoterik düşünce okulları doğdu. Ezoterik öğretileri açıklayan metinler yazıldı ve bu düşünce okulları batıya doğru ilerleyerek Avrupa'ya yayıldı. 14-15. yüzyıl aralığında "Büyücü Abramelin'in Kutsal Maji Kitabı" yazıldı.

Bu kitap, Worms'lü* İbrahim (Abraham) olarak bilinen kişinin mektuplarından oluşan bir tür roman veya otobiyografi olarak yazılmıştır. İbrahim 14. ve 15. yüzyıllar arasında yaşadığına inanılan bir Alman Yahudi'siydi. İşte, Büyücü Abramelin'in Kitabı, İbrahim'in büyülü ve kabalistik bilgilerinin oğlu Lemek'e aktarılmasını anlatırken aynı zamanda bu bilgileri nasıl edindiğinin hikayesini anlatır.

İbrahim, hikayesine ölümünden kısa bir süre önce Kutsal Kabala'ya sahip olabilmek için gerekli olan yollarla ilgili "işaretler ve talimatlar" veren babasının ölümüyle başlar. Bu bilgeliği elde etmek isteyen İbrahim, bu tür çalışmalarda bilgili Musa adlı bir Hahamın yanında çalışmak için Mayence'e (Mainz) gider. İbrahim bu Hahamın yanında dört yıl çalışır. Geçmişe dönüp baktığında, önceki Hahamın öğretilerinin "kâfir ve putperest ulusların sanatlarını ve hurafelerini" içerdiği için hatalarla dolu olduğunu söyler ve haham ile zamanını boşa harcadığını hisseder. Hayatının sonraki altı yılını seyahat ile geçirir ve sonunda Mısır'a ulaşır.

Abraham, Arachi veya Araki adında bir Mısır kasabasının dışında, çölde yaşayan Mısırlı büyücü Abramelin ile tanışır. Evinin ağaçlarla çevrili bir tepenin üzerinde olduğu yazmış; Abramelin'i nazik, kibar ve "saygıdeğer yaşlı bir adam" olarak tanımlamıştır.
İbrahim'in Abramelin'le kaldığı süre boyunca büyücü ona "Tanrı Korkusu" dışında bir şeyden bahsetmez, İbrahim'i "iyi bir yaşam" sürdürmeye teşvik eder, onu "insanın zayıflığı nedeniyle yaptığı bazı hatalar" konusunda uyarır, zenginlikten ve mal elde etmekten tiksindiğini anlamasını sağlar.

Abramelin'in daha sonra İbrahim'e Kabalistik büyüleri öğrettiği söylenir. Ancak bundan önce İbrahim'in yaşam tarzını değiştirmesi, sahte dogmalarından vazgeçmesi ve Rab'bin yasaları üzerine bir yaşam süreceğine dair söz vermesi gerekiyordu.
İbrahim'den söz alan Abramelin, ona kopyalanması için iki el yazması verir. Abramelin ayrıca kasabadaki 72 fakire dağıtmak için İbrahim'den on altın para (florin) ister. Abramelin, Abraham'ı iki el yazmasını kopyalarken bırakarak parayı fakirlere dağıtmak için ayrılır ve 15 gün sonra geri döner. Kitapta, ertesi sabah Abramelin'in İbrahim'e, 'hayatını efendiye anlatarak günah çıkarmasını', 'efendiye hizmet etmesi, ondan korkması' ve 'kutsal yasasına göre yaşayıp ölmesi' konusunda söz vermesi istediği yazar.

Abramelin'in kabalistik bilgisini İbrahim'e aktardığı iki el yazması, Abramelin'in Büyü Kitabı'nın büyük bölümünü oluşturur. Bu büyü kitabının öne çıkan özelliklerinden biri "Abramelin İşlemi" olarak bilinen ayrıntılı bir ayindir. Bu ayinin uygun şekilde gerçekleştirilmesinin, büyücünün "koruyucu meleğinin" bilgi ve konuşmalarına ulaşabilme imkanı sağladığı ve bu ayinin büyücünün iblisleri kör etmesini de sağladığı söylenir.

Büyü kitabının diğer bir bölümü, her bir karenin, karenin sihirli amacıyla ilgili sözcükleri veya isimleri içerdiği 'sihirli sözcük kareleri' hakkındadır.

Bu kitap tarih boyunca pek çok coğrafyaya yayılmıştır. Samuel Liddell MacGregor Mathers tarafından yazılan Büyücü Abramelin'in Kitabı'nın İngilizce çevirisi nedeniyle Kabalistik sihrin anlatıldığı bu metinler 19. ve 20. yüzyıllarda oldukça popüler hale gelir. Popülerliği ile Altın Şafak Hermetik Cemiyeti ve Aleister Crowley'in mistik Thelema dini gibi gizli organizasyonlarda kullanılır hale gelmiştir.

KADİM BÜYÜLÜ KİTAP : ARS NOTORİA

Sihirli olduğu iddia edilen kitapların bazılarında şeytan veya melekleri çağırmak amaçlanmıştır. Sihir ve şeytan kavramları tarih boyunca tartışmalı olmayı korurken, bu tür kitapların çoğu farklı dillere tercüme edilmiş, derlenmiş ve geniş kitlelere yayılma imkanı bulmuştur. Bu kitaplardan biri de Ars Notoria'dır.

"Süleyman'ın Küçük Anahtarı" olarak bilinen daha geniş bir derlemenin parçası olan Ars Notoria'nın, takipçilerine akademi alanında hakimiyet sağladığı, onlara daha güzel ve etkili konuşma yeteneği yanı sıra "mükemmel bir hafıza" ve bilgelik verdiği söylenir. Yani Ars Notoria tam anlamıyla bir büyü veya iksir hazırlama kitabı değil de, zihinsel gücü artırmak gibi entelektüel hediyeler için tanrıya yalvarma şekillerini, dualar ve sözleri içeren bir kitaptı.
Peki geçmişteki insanlar, Ars Notoria'nın dua ve uygulamalarını takip ederek akademik becerilerini ve hafızalarını geliştirebildiler mi?

Ars Notoria, "Süleyman'ın Küçük Anahtarı" veya Clavicula Salomonis Regis adlı bir büyü kitabı içindeki beş kitaptan biridir. Bir büyü kitabı, okuyucusuna büyü yapma, tılsım yaratma, ruh-iblis çağırma ve kehanet elde etme yeteneği vermeyi amaçlayan, okült bilgiler içeren ders kitabıdır. "Süleyman'ın Küçük Anahtarı" 17. yüzyıldaki diğer çalışmalardan derlenen ve şeytan bilimine odaklanan anonim bir büyü kitabıdır. "Süleyman'ın Küçük Anahtarı"'nda yer alan beş kitap ise Ars Goetia, Ars Theurgia-Goetia, Ars Paulina, Ars Almadel ve Ars Notoria'dır.

Bu kitabın en eski el yazmaları 13. yüzyıla tarihlenmektedir. İçinde yer alan metinler ise 1200'den çok öncesine dayanan hitapların, dualar ve büyülü sözlerin bir koleksiyonudur. Bu dualar İbranice, Yunanca ve Latince gibi birkaç farklı dilde mevcuttur.

Bu kitap daha akıllı, yaratıcı, yenilikçi olmak isteyen insanlar için cezbediciydi. Aritmetik, geometri ve felsefe gibi alanlarda uğraşan kişiler eğer kendilerini Ars Notoria'ya adarlarsa onların kendi alanlarındaki tüm konulara hakim olacağı sözü verilir. Kitabın içinde ise okuyucunun odağını ve hafızasını geliştirmeyi amaçlayan adımlar anlatılır.

Süleyman'ın, bilgeliğini Ars Notoria'nın metnini takip ederek kazandığı iddia edilirdi. Akademik bir alanda uzmanlaşmak isteyenler için bu çok cazip bir söz gibi gelebilir. Daha iyi bir hafızaya, daha fazla güzel söze, bilgeliğe veya daha yüksek duyulara sahip olmak isteyen birçok kişi, yaşamlarını iyileştirme, güç kazanma umuduyla Ars Notoria'da yazanları takip etmiş olabilir. Tabi, Ars Notoria'nın talimatlarını uyguladığı halde istediği sonuçlara ulaşamayan kişiler de olmuştur. Neticede büyü diye bir şey yoktur, daha çok emek veren daha çok bilgi edinir.

Bir efsaneye göre 14. yüzyıldan kalma bir keşiş olan Morigny'li John, Ars Notoria'nın öğretilerini ve talimatlarını içtenlikle takip etti fakat iyi yetiler kazanmak yerine, unutulmaz, şeytani vizyonlar görmüş, bu yüzden insanları Ars Notoria'dan uzak tutmak için Libor Visonum adlı kitabını yazmıştır.

Ars Notoria'nın içinde yer alanlardan biri de "manyetik deneyiydi". Bu özellikle Avrupa yapımı korku filmlerinde karşımıza çıkan temalardan biridir.

Kitabı okuyan kişiye bir mıknatıs taşı ve iki pusula iğnesi kullanarak uzun mesafeler arasında iletişim kurmanın yöntemini gösterilir. Bu bölümde yazanlara göre iki pusula iğnesi aynı mıknatıs taşına sürülürse iğneler "birbirine dolanır" ve biri nasıl hareket ettirilirse diğeri de aynı şekilde hareket ederdi. İddiaya göre dolaşmış iki iğne bir harf çemberinin ortasına yerleştiriliyor, iki kişi bu iğneleri çemberdeki harfleri işaret ederek, heceler oluşturup sözcükler yaratacak şekilde hareket ettirerek uzak mesafelerden iletişim kurabiliyorlardı.

İBLİS, ŞEYTAN VE TEHLİKELİ YARATIKLAR KİTABI : PSEUDOMONARCHİA DAEMONUM

Sahte Şeytanlar Hiyerarşisi olarak da bilinen Pseudomonarchia Daemonum, altmış dokuz iblisin adını dikte eden 16. yüzyıldan kalma büyük bir kitaptır. İçinde 69 iblisin adları ve onları çağırmanın uygun olduğu saatler ile ayinler yer alır.

Bu iblisler listesi başlangıçta Johann Weyer'in iblisoloji ve büyücülük hakkındaki ilk kitabı "Şeytanların Hileleri Üzerine"ye (De Praestigiis Daemonum et Incantationibus ac Venificiisi) bir ek olarak çıktı ve kitabın yazarının kendinden önce ruhlar ve iblisleri konu alan bir metinden ilham aldığı söylendi.

Johann Weyer, 1515'te Hollanda'da doğmuş bir doktordu. Latince bildiği için kısa sürede ünlü bir sihirbaz, ilahiyatçı ve okültist olan Heinrich Cornelius Agrippa'nın öğrencisi oldu.

Agrippa tıpkı öğrencisinin de bir gün yapacağı gibi, iblisler hakkında bir kitap yayınladı. Ancak öğretilerini aktaracak fazla zamanı yoktu, öldüğünde öğrencisi Weyer on dokuz yaşındaydı. Agippa'nın yanında çalıştığı sürede Weyer, büyüye ilgi duymaya başlamıştı. Ancak zaman geçip doktor olduğunda bu merak ve ilgisi daha da arttı. Fakat artan merakın fitilini ateşleyen bir olay vardı:

Bir medyumun yargılanması için mahkemeye çağrıldı ve hakim ondan konuyla ilgili görüş ve tavsiyelerini istedi. Bu dava, büyüye olan ilgisini öyle artırmıştı ki büyü yapmakla suçlananları savunmaya başlamıştı. Weyer, bu vakadan 27 yıl sonra, 62 yaşındayken "Pseudomonarchia Daemonum"un, "De Praestigiis Daemonum et Incantationibus ac Venificiis" adlı bölümünü yayınladı.

Weyer'in yazdığı 69 iblis listesinin yer aldığı kitabın, o dönem cadıların ibadet ettiğine inanılan iblisler hiyerarşisi fikriyle alay etmek için tasarlandığını iddia edenler de vardı.  

Bu çalışma iblislerin ve cehennemden gelen yaratıkların insanlar üzerinde etkilere sahip olabildiğini iddia ediyor ve bundan etkilenen insanların, cadılıkla yargılanan ya da zihinsel sorunları olan kişiler olmadığını, daha çok sıradan insanlara oyun oynayarak kolay para kazanan sihirbazlar olduğunu söylüyordu. Fakat Weyer, yazdığı metinlerde bu söylemleriyle ironi oluşturacak şekilde, okuyucularına tıpkı cadıların hakkındaki inanış gibi, iblis ruhlarını çağırmayı ve bükmeyi anlatmıştı.

Yazdığı "Pseudomonarchia Daemonum" bir ilham kaynağı olarak "Süleyman'ın Küçük Anahtarı"nın birinci bölümü olan Ars Geotia'nın** yazılmasına yol açtı. Burada Weyer'in tarif ettiğinden birkaç fazla iblis ile Kral Süleyman tarafından çağrılmış 72 iblisin yer aldığı liste bulunuyor ve bunların nasıl çağırılacağı, neye benzedikleri, nasıl güçler kazandıracakları anlatılıyordu.

16.yy' dan 18.yy'a kadar iblisler ve şeytanlar hakkında metinler yazmak oldukça popüler hale gelmişti. Ortaçağ'da hala günümüzde bazı dinlerde de olduğu şeytani olan ve olmayan anlamında sol ve sağ ayrımı vardı. VI. James olarak İskoçya'nın, I. James olarak ise İngiltere'nin kralı olan James ve doktor Weyer gibi bazı kişiler büyünün sağ yada sol el ile yapılması (ak büyü-kara büyü) sonucunda sahip olabilecekleri veya olmayacakları güçleri anlamaya kararlıydılar.

Ancak, Kral James gibi birçok ismin aksine Weyer'in amacı, aslında masum olan sanığı incelemek için bir inanç yaratmaktı. Çünkü ona göre cadılar zihinsel olarak dengesiz kişilerdi. Fakat cadılıkla suçlananlar için verdiği çabaları bir işe yaramamıştı. Çünkü, korku, mahkemedeki yargıçlar ve jüriler için çok daha güçlü, ağır basan bir etkendi.

ARAP BÜYÜ KİTABI : PİKATRİKS [بيكاتركس]

Pikatriks (Picatrix), büyü tariflerinin müstehcen anlatımıyla ün kazanan, 10. veya 11. yüzyıla ait olan eski bir Arap astroloji ve okült büyü kitabıdır. Bu kitap, neredeyse insan aklına gelebilecek her türlü istek veya arzuyu kapsayan gizemli astrolojik tanımlamaları ve içerdiği büyüleriyle yüzyıllar boyunca birçok kültür tarafından tercüme edilmiş, kullanılmış ve dünyanın dört bir yanından gizli takipçiler kazanmıştır.

Picatrix orijinal olarak Arapça "Bilgenin Amacı" anlamına gelen Gāyat-ül Ḥakīm (غاية الحكيم) adıyla yazılmıştı. Çoğu bilim insanı bu kitabın 11. yüzyılda ortaya çıktığına inanıyor olsa da onu 10. yüzyıla tarihlendiren sağlam argümanlar da var.

Kitap yazıldıktan sonra Arapça metinler İspanyolcaya ve 1256'da Kastilya kralı Bilge Alfonso için Latinceye çevrildi. Latince çevirisinin adı Pikatriks'di.

Hem sihir hem de astrolojiye yer veren bu kitaba "tılsım büyülerinin el kitabı" olarak atıfta bulunulur. David Pingree gibi birçok araştırmacı, bu kitabı "göksel büyünün Arapçadaki en kapsamlı açıklaması" olarak nitelendirir ve onu "MS 9. ve 10. yüzyıllarda Yakın Doğu'da üretilen Hermetizm, Sabianizm, İsmailizm, astroloji, simya ve büyü hakkında Arapça metinler" olarak tanımlar.

Pikatriks adlı bu büyü kitabı kendi içinde dört kitaba ayrılmıştır:
1. Kitap: Göklerin ve onların altında yapılan resimlerin neden olduğu etkilerden,
2. Kitap: Göklerin şekilleri ve kürenin genel hareketi ve bunların bu dünyadaki etkilerinden,
3. Kitap: Gezegenlerin ve işaretlerin özellikleri, renkleri, şekil ve formları, gezegenlerin ruhları ile nasıl konuşulacağından,
4. Kitap: Ruhların özellikleri, gözlemlenmesi, hangi sembollerle nasıl çağrılabilecekleri ve ilave birçok konudan bahseder.

Bu kitapların da her biri birkaç bölüm içerir. Örneğin tek bir kitapta; Büyü ve özellikleri; gezegenlerin, güneşin ve ayın işleri; doğal şeylerin düzeni; her gezegen için uygun olan taşlar; gezegenlerin figürleri, renkleri, örtüleri ve tütsüleri; 7 gezegenin ruhları tarafından kullanılan yiyecek, tütsü, merhem ve parfümler, Ay ruhunun enerjisini yeryüzündeki şeylere çekme yöntemleri, yıldızların tütsülerinin nasıl yapılması gerektiği gibi birçok bölüm bulunur.

Bu Arap büyü kitabında, başkasının kalbini kazanmak, kayıp bir hazineyi bulmak, yolcuları korumak, dostluk sağlamak, mahsul artırmak, kemirgenleri kovmak, servet artırmak, hastaları iyileştirmek gibi sonuçlar doğuran birçok büyünün yapılışı anlatılır.

Kitap kötü bir şöhrete de sahiptir. Bunun nedeni büyü tariflerinin müstehcen doğasıdır. Korkunç karışımlar kişinin bilinç durumunu değiştirmeye yöneliktir ve beden dışı deneyimlere ve hatta ölüme yol açabilecek olmasıdır. Çünkü büyü tariflerinin içeriğini, kan, vücut atıkları, beyin maddesiyle karıştırılmış çokça esrar, afyon ve psikoaktif etkisi olan bitkiler oluşturur.

Örneğin, kişinin birini kendinden soğutmasını amaçlayan "Düşmanlık ve Anlaşmazlık Doğurma" büyüsünün tarifi şöyledir:

Siyah bir köpekten*** dört ölçek kan, domuzdan bir ölçek kan ve bir ölçek beyin ve eşekten bir ölçek beyin alın. Tüm bunları iyice karıştırın. Bunu yiyecek veya içecek olarak birine verdiğinizde sizden nefret edecektir. [pktrx1]

Buradaki siyah köpek vurgusu İslam'da köpeklerin, özellikle de siyah köpeklerin şeytani görülmesi ve bu yüzden katledilmelerinin yansımasıdır. Siyah köpek konusuna dair çokta hadis bulabilirsiniz. Yine büyüde domuz kullanılıyor olmasının nedeni, tıpkı siyah köpek gibi onun da lanetlenmiş bir hayvan olarak görülüyor olmasıdır.

Kitabın astrolojiye odaklanma nedeni, geleceği kontrol etmek, değiştirmek ya da iyileştirmekti. Örneğin, iki kişi arasına sevgi yerleştirme büyüsünün tarifine bakalım:

Yükselen yengeç burcunun 1. yüzü ve oradaki Venüs****, 11. evdeki boğa burcunun 1. yüzündeki Ay olmak üzere iki şekil çizin. Bu çizimler yüz yüze bakacak şekilde o kişinin [büyü yapılacak kişinin] evine gömün. Bunu yaptığınızda birbirlerini önemsemeye başlayacaklar ve aralarında kalıcı bir sevgi oluşacak. [pktrx2]

Arap yazımı bu eski büyü kitabı insanlık tarihi boyunca gelişen büyü temalarının ve bazı Arap inanışlarının temsilcisidir. Eski insanlar güce açlık duyuyor, büyüye ve büyülü güçlere karşı hayranlık besliyorlardı. Bu yüzden büyü tarih boyunca hem korkulan hem de hayranlık duyulan bir olgu olmuştur.

ARBATEL

MS. 1575'de yazıldığı iddia edilen "Eskilerin Büyüsü Arbatel" (The Arbatel de magia veterum), Rönesans dönemine ait bir büyü öğretme kitabıdır ve türünün en etkili eserlerinden biridir. Fakat Arbatel, kara büyü ve kötü amaçlı büyüler içeren diğer  okült yazmaların aksine, dürüst ve onurlu bir yaşamın nasıl yaşanacağına dair ruhani tavsiyeler verir ve yol gösterir.

Yazıldığı söylenen MS 1575 yılı, 536'dan 1583'e kadar uzanan yazılı referanslarla desteklenir. Bu kitabın son editörünün İsviçreli doktor Theodor Zwinger olduğu ve İtalyan matbaacı Pietro Perna tarafından yayınlandığına inanılır. Yazarın kim olduğu bilinmese de "Jacques Gohory" adında bir kişinin yazmış olabileceği tahmin edilmekte fakat tam olarak bilinmemektedir. Gohory, tıpkı Zwinger ve Perna gibi, Modern tıbbın kurucularından biri olarak görülen İsviçreli doktor ve kimyager Paracelsus'un tıbbi teorilerine ve terapilerine inanan ve bunları takip eden bir grubun üyesiydi.  

Arbatel'in odak noktası insanlık ile göksel hiyerarşi arasındaki doğal ilişkilerdir. Göksel dünya ile insanlar arasındaki olumlu ilişkilere ve ikisi arasındaki etkileşimlere odaklanır.

İngiliz şair ve mistik Arthur Edward Waite (A.E. Waite), Arbatel'in Hristiyan doğasına sahip olduğunu, herhangi bir kara büyü içermediğini ve iblisolojiye odaklanan "Büyük veya Küçük Süleyman Anahtarları" ile bağlantılı olmadığını söyler.

Arbatel'de en çok alıntı yapılan kitap İncil'dir. İçeriği dikkate alındığında yazarının İncil'in birçok bölümünü ezberlemiş olduğu ve bu durumun yazılarını etkilediği anlaşılıyor. Bunlar A.E.Waite'ın söylemini destekleyen noktalardır.

Dönemi için son derece etkili bir çalışma olan Arbatel'in anlamının, Paracelsus'un felsefesini bilmeden anlaşılamayacağı söylenir. Teosofiye***** okült yönüyle baktı ve belki de bunu yapan ilk yazılı çalışmaydı.

Teozofi (teosofi), "tanrı" ve "bilgi" sözcükleri birleştirilerek türetilmiştir. Odak noktası, insan, evren ve Tanrı arasındaki ilişkileri sezgi ve gizemli yollarla açıklamak, insan ile tanrı ya da mistik varlıklar arasında iletişim kurmaktır.

Arbatel'den önce "teosofi" terimi genellikle teoloji ile eşanlamlı olarak kullanılıyordu. Arbatel, insan bilgisi ile ilahi bilgi arasındaki önemli ayrımı yapan ilk kitaptı. Ancak kitaba dair tüm görüşler olumlu değildi.

Hollandalı doktor, okültist ve şeytan bilimci Johann Weyer, "De praestigiis daemonum" adlı kitabında Arbatel'i "büyülü dinsizliklerle dolu" diyerek kınamıştı.
Almanya'daki Marburg Üniversitesi'nden iki profesör 1617'de Arbatel'i öğrenciler için bir ders kitabı olarak kullanmayı planlamıştı. Üniversite tarafından bu profesörlere karşı dava açıldı ve kitap bir öğrencinin okuldan atılmasına yol açtı. Hatta 1623 yılında cadı olmakla suçlanan Jean Michel Menuisier, Arbatel kitabından öğrendiği büyülü sözleri kullandığını iddia etmişti.

İlk baskısı muhtemelen Basel'de yayınlanmış olan bu kitabın daha erken döneme ait olduğunu söyleyenler olsa da bu iddiayı destekleyen hiçbir kanıt yoktur. 

1575'ten itibaren birkaç kez daha basıldı. 1655'te [Robert Turner tarafından] İngilizceye çevrildi. 1686'da [Andreas Luppius tarafından] Almanca çevirisi yazıldıktan sonra bu çevirideki hataları düzenleyen Scheible tarafından1855'te başka bir Almanca çevirisini tamamladı. 1945'te [Marc Haven tarafından] Fransızca çevirisi yapıldı. 1969'da İngiliz Kütüphanesi'nin Sloane El Yazmaları'nda tekrar İngilizceye çevrildi.
Bu İngilizce çeviri birçok hataya ve eksik bölümlere neden olmasının yanında başka hiçbir sürümde bulunmayan "Gizemlerin Mührü" adlı bölümü içeriyordu.

Baştan itibaren ele aldığım 5 büyü kitabı, geçmişten bugüne insanların büyüye olan ilgisini, sorunlarını çözmek için gizemli yollar aramalarını, ortaçağda ivme kazanan büyü, ele geçirilme, şeytan, cin, peri, cadılık, aşk iksirleri gibi birçok inanışı anlamaya yardımcı olacaktır. Bu kitapların içerdiği büyülerde kullanılan ögeler bile, yazarın ait olduğu toplumun dini yapısında yer edinmiş olan gizemli ya da lanetli şeylerin izlerini taşımaktadır. Tıpkı Arap büyü kitabı Pikatriks'te kara büyü tarifi verilirken siyah köpek ve domuz kanının kullanılması gibi.



DİPNOTLAR
* Worms, Almanya'da bir şehirdir.
** Goetia (Goëtia) Latincedir. Antik Yunancada büyücülük, büyü anlamlarına gelen "goēteía" (γοητεία) teriminden türetilmiştir.
*** Buradaki siyah köpek vurgusu İslam'da köpeklerin, özellikle de siyah köpeklerin şeytani görülmesi ve bu yüzden katledilmelerinin yansımasıdır. Siyah köpek konusuna dair çokta hadis bulabilirsiniz. Yine büyüde domuz kullanılıyor olmasının nedeni, tıpkı siyah köpek gibi onun da lanetlenmiş bir hayvan olarak görülüyor olmasıdır.
**** Venüs, birçok toplumda olduğu gibi aşk ve doğurganlık ile ilişkilendirilmiştir. Arap paganizminde Venüs ile ilişkilendirilen birçok aşk, doğurganlık ve bereket tanrısı-tanrıçası bulunur.
***** Teozofi (teosofi), "tanrı" ve "bilgi" sözcükleri birleştirilerek türetilmiştir. Odak noktası, insan, evren ve Tanrı arasındaki ilişkileri sezgi ve gizemli yollarla açıklamak, insan ile tanrı ya da mistik varlıklar arasında iletişim kurmaktır.

BABİL KULESİ, ZİGGURAT EFSANELERİ VE TEVRAT

Yazan: A.Kara

BABİL KULESİ MİTİ VE PARALELLİK GÖSTEREN PİRAMİT-ZİGGURATLAR

Mezopotamya efsanelerinin Meksika Volkanik Vadisi'ne kadar uzandığı görülür. Birbirlerinden, engin okyanuslar ve çöller ile ayrılmış olan bu dağınık kültürlerin mitolojilerinde birbirine benzeyen hikayeler görülür. Tıpkı Babil Kulesi veya Cholula Piramidi gibi. Bunlar dünyanın farklı bölgelerinde yer alsalar da çarpıcı biçimde birbirine benzeyen yapılardır.

Farklı kültürler tarafından inşa edilen zigguratlara dair çokça hikaye bulunur. Bu masalların ortak birkaç bileşeni vardır: Öfkeli tanrılar, dillerin çoğaltılması, küresel bir tufan felaketi ve antik yapılar. Bu yönleriyle hepsi sanki deşifre edilmeyi bekleyen büyük bir küresel bulmacanın parçaları gibi iç içe geçmiş durumdadırlar.

Mitoloji göründüğü haliyle körü körüne kabul edilmemelidir ancak öte yandan onu tamamen reddetmek de tutarsız bir davranış olacaktır.
Karşılaştırmalı mitoloji konusunda en ünlü bilim insanlarından Carl Jung ve Joseph Campbell gibi  isimler, farklı kültürler arasında yaygın görülen mitolojik benzerliklerin, insan bilinçaltının ortak (kolektif) birikiminden türetilen temel arketiplerin oluşumuyla açıklanabileceğini söylüyorlar.

Tanrılarla ilişkili ve birbirine benzeyen anlatılara sahip yapılara Babil Kulesi ile başlayalım.

Babil Kulesi, Yaratılış Kitabı'nın 11. babında anlatılır. Bu anlatı küresel bir tufan felaketini izleyen nesillerin tek bir dil altında birleştiğini belirtir. Bu metinlere göre insanlar batıya, Şinar bölgesine (Sümer veya günümüz Irak'ı) göç ettiler ve heybetli kulesi olan büyük bir şehir inşa etmeye başladılar.

Bu kulenin bir şekilde onları güçlendireceğine ve gelecekte herhangi bir imhayı-felaketi önleyeceğine dair ilginç bir görüş taşıyorlar. Dahası bu proje tanrıya hakaret olarak görülüyor. Bu çabaya karşı koymak için, tanrı onları birleştiren dili birden fazla dil haline getirerek duruma müdahale eder, aynı dili konuşamayan insanlar birbirleri ile anlaşamaz, iletişime geçemez hale gelirler. Yani tanrı Babil kulesi projesinin altını oyar. Daha sonra bu insanları gezegene dağıtır.

Yaratılış Kitabı, 11.Bab:
Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler.
Birbirlerine, “Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim” dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, “Kendimize bir kent kuralım” dediler, “Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.”
RAB insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar” dedi, “Gelin, aşağı inip* dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.” Böylece RAB onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü RAB bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı. [1]

Antik çağlardan günümüze kadar çeşitli yazar, akademisyen ve araştırmacı bu metinle ilgili çeşitli yorumlar yapmışlardır. Örneğin Josephus, bu hikayenin önemli noktasının, kulenin dikilmesini emreden ve İncil'in Nemrut olarak bahsettiği zalim hükümdarın küstahlığı olduğunu yazmıştır. Başka bir yoruma göre ise bu anlatı, farklı dillerin ve kültürlerin kökenine açıklama getiren etiyolojik** bir efsanedir.

Yapılan bilimsel gözlemler, söz konusu yapıyı eski Babil ve Sümer'in gizemli zigguratlarıyla ilişkilendirerek tanımlamaya çalışmış olabilir. Ancak metinlerde adı geçen şehirlerin tarihsel bir temele sahip olması, söz konusu hükümdar tarafından kurulduğu söylenmesi ve bir kule ya da kule benzeri yapı inşa edildiğinin anlatılması gibi yönlere bakılırsa bu ilişkilendirme mantıklı sayılabilir.
Neticede dinlerin kutsal olduğuna inanılan kitaplar insan ürünü olduğundan onları yazanlar çevreden duyup ekledikleri hikayelere ek olarak gördüğü şeyleri de yazmış olabilirler.

Modern bilim insanlarının bir kısmının ortak kanısına göre bu kule II. Nebukadnezar tarafından restore edilen ve daha sonra Büyük İskender tarafından gerçekleştirilen restorasyon girişiminde yıkılan, Babil'deki Etemenanki Ziggurat'ı olduğu yönündedir.

Büyük İskender MÖ 331'de Babil'i ele geçirdiğinde Etemenanki'nin onarılmasını emretmişti. Yıllar sonra, MÖ 323'te antik kente döndüğünde onarım konusunda hiçbir ilerleme kaydedilmediğini fark edince, son kez yapılacak yenileme çalışması için ordusuna tüm yapıyı yıkmasını emretti. [7] Ancak İskender ölünce yeniden yapılanma da durmuş oldu. [8]

Zigguratlar toplu ibadet için kullanılmıyordu çünkü adandığı tanrının mesken yeri olduğuna inanılıyordu. O yüzden buralarda sadece seçkin rahipler, küçük bir silahlı muhafız birliği bulunurdu. 

Herodot'a göre zigguratın en tepesinde, içinde küçük bir türbenin olduğu tapınak bulunuyordu. Bu tapınakta baş rahipler gizli ayinler yaparak özel adaklar sunuyordu.

1880'lerde keşfedilen Neo-Babil temel silindirlerindeki yazıtlarda Kral'ın restorasyon çabalarının anlatıldığı görülür. Şöyle yazar:

"O sırada efendim Marduk bana, Babil'in zigguratı Etemenanki ile ilgili olarak, benden önce (zaten) çok zayıf kalmış ve kötü bir şekilde bükülmüş [olan zigguratın] altının cehennem aleminin göğsüne dayanmasını, tepesinin göklerle rekabet etmesini emretti. Fildişi, abanoz ve musukkannu ağacından maşalar, kürekler ve tuğla kalıplar yaptım ve onları toprağımdan toplanan geniş bir işgücünün eline verdim. Onlara sayısız kerpiç tuğla ve yağmur damlası sayısınca pişirilmiş tuğla şekillendirdim. Arahtu Nehri'nin tıpkı muazzam bir sel gibi asfalt ve zift taşımasını sağladım.
Ea'nın anlayışıyla, Marduk'un zekasıyla, Nabû ve Nissaba'nın bilgeliğiyle, beni yaratan tanrının sahip olmama izin verdiği engin akıl aracılığıyla, büyük aklımla düşündüm, en bilge uzmanlar ve bilir kişiler ile [yapının] boyutları on iki arşınlık kural ile belirledi. Usta yapımcılar ölçüm iplerini gerdiler, sınırları belirlediler. Şamaş, Adad ve Marduk'a danışarak onaylarını aradım ve ne zaman zihnim [yapı] üzerinde tartışsa (ve) boyutları düşünüp (emin olamasam) büyük tanrılar onaylama yöntemi (kehanet) ile bana [gerçeği] bildirdiler. Şeytan çıkarma zanaatıyla, Ea ve Marduk'un bilgeliğiyle orayı arındırdım ve ana platformu eski temel üzerinde sağlamlaştırdım. Temellerine dağdan ve denizden, altın, gümüş, değerli taşlar yerleştirdim. Tuğla işçiliğinin altına ışıltılı sapsu, tatlı kokulu yağ, aromatikler ve kırmızı toprak yığınları koydum. Kraliyet resmimin toprak sepeti taşıyan tasvirlerini yaptım ve (onları) çeşitli şekillerde yapının temeline yerleştirdim. Onu eski zamanlarda olduğu gibi Efendim Marduk için merak uyandıran bir nesne yaptım." [2]

Bu kraliyet yazıtının 1880'lerde keşfedilmiştir. Daha eski tarihte bu zigguratın açıklamasını yapan tek isim MÖ 5. yüzyılın ortalarından kalma yazılarında onu tanımlayan Herodot'tur. Heredot'un yazdıkları şöyledir:

"Kasabanın her bölümü merkezi bir kale tarafından işgal edildi. Birinde kralların sarayı [vardı], büyük sağlamlık ve büyüklükteki bir duvarla çevriliydi: diğeri Jüpiter Belus'un [Zeus] kutsal bölgesiydi. Sağlam pirinçten kapıları olan, her iki yana uzanan 402 metrelik kare şeklinde bir mahfazaydı; bu da benim zamanımda kaldı. Bölgenin ortasında, üzerinde ikinci bir kule yükselen, 201 metre uzunluğunda ve genişliğinde sağlam duvarlı bir kule var ve bunun üzerinde üçüncüsü, onun üzerinde dördüncüsü şeklinde sekize kadar [kat kat] devam ediyor. Zirveye tüm kulenin etrafını saran dışarıdaki bir patika yol ile çıkılır. Biri yarı yolda kaldığında, zirveye giderken yolda bir süre oturabilmesi için oturaklar ve bir dinlenme yeri bulunur. En üstteki kulede geniş bir tapınak var ve tapınağın içinde, yanında altın bir masa olan, zengin bir şekilde süslenmiş, alışılmadık büyüklükte bir kanepe durur. Buraya dikilmiş herhangi bir heykel bulunmaz. Tanrının rahipleri olan Keldanilerin [Babilliler] de onayladığı gibi, geceleri [burada] ülkedeki tüm kadınlar arasından tanrı tarafından kendisi için seçilen bir kadın bulunur." [3]

Tevrat'taki anlatılardan uzun zaman önce yazılmış çok sayıda Sümer efsanesi vardır. Dolayısı ile bu mitlerin Tevrat'ta yer alan metinlerin öncülleri olması kuvvetli bir ihtimaldir.

Bu mitlerden biri "Enmerkar ve Aratta Efendisi"dir. Uruk kralı Enmerkar şehrini dağların arkasında yatan zengin şehir Aratta'da bulunan değerli metal ve taşlarla süslemek ister. Aratta'nın tanrıçası İnanna, Enmerkar'a yardım eder ve ona Aratta'ya meydan okuyan bir haberci göndermesini öğütler. Karşılığında kraldan bir şey ister ve bu isteğin onun lehine olduğunu belirterek iddiasını güçlendirir.

Daha sonra Enmerkar, Nudimmud büyüsünü yaparak, krallar aralarında tartışabilsin diye Enlil'in tüm dilleri bir araya getirip tek bir dil yapmasını sağlar. Zamanında insanların konuştuğu tek dili çoğaltan ise tanrı Enki'dir.

İlgili tablet metni şöyledir:

Ona kutsal şarkıyı, odalarında söylenen büyülü sözü söyleyin - Nudimmud'un büyüsü: "Yılanın olmadığı, akrebin olmadığı, sırtlanın olmadığı, aslanın olmadığı, ne kurt ne de köpeğin olmadığı o gün,  ne korku ne de titreme olduğunda insanın rakibi yoktur! Böyle bir zamanda çok dilli Cubur ve Hamazi toprakları ve benim muhteşem dağım Sümer ve uygun olan her şeye sahip olan Akad ve güvenlik içinde dinlenen Martu toprağı - tüm evren, iyi korunan insanlar - hepsi Enlil'e tek bir dilde hitap etsinler! O günlerde hırslı bey, hırslı prens, hırslı kral Enki, Enki, hırslı bey, hırslı prens, hırslı kral, hırslı bey, hırslı prens, hırslı kral, Enki, bereketin beyi, doğru söyleyen bey, Yurdun bilge, anlayışlı beyi, tanrıların uzmanı, anlayışıyla anılan Eridug’un beyi, yerleştikleri sürece [insanların] ağızlarındaki dili değiştirdi ve bu yüzden insanlığın konuşması gerçekten birdir." [4][5]

Yani bu Sümer efsanesinde Tevrat'a geçen tema vardır, bir olan dillerin bozulması. Tek fark İbrahimi dinlerde bu dilleri bozarak çoğaltan tanrı iken, Sümer metinlerinde bu karakter tanrı değil Enki yani şeytandır.

Çerokiler de (Amerikan yerlileri) bu Sümer efsanesine benzeyen unsurlar içeren sözlü geleneğe sahiptir. Bir Kızılderili efsanesine bakarak bunu görelim:

Büyük suların ötesinde yaşadığımızda Çeroki kabilesine ait 12 klan vardı. Yaşadığımız eski memlekette ülke büyük sellere maruz kaldı. Bu yüzden bir konsey yaptık ve cennete kadar yükselen bir ambar inşa etmeye karar verdik. Ambar inşa edildikten sonra, tekrar seller geldiğinde kabilemiz dünyayı terk edip cennete (göğe) gidecekti. Büyük bir yapı inşa etmeye başladık ve en yüksek göklerden birine yükselirken büyük güçler tepeyi yok ederek yapının yüksekliğinin yaklaşık yarısına kadarını kestiler. Ancak kabile, can güvenlikleri için cennete uzanan yapıyı inşa etmeye tamamen kararlı olduğundan cesaretleri kırılmadı, tanrıların verdiği zararı onarmaya başladılar. Sonunda yüksek yapıyı tamamladılar ve kendilerini sellere karşı güvende gördüler. Ancak tamamlandıktan sonra tanrılar yüksek kısmı tekrar yok ettiler. Çerokiler hasarı [tekrar] onarmaya karar verdiğinde kabilenin dilinin karıştırıldığını veya yok edildiğini gördüler. [6]

Greko-Romen anlatısında Tartarus ve Gaia'nın birleşmesi sonucunda yaratılan, yılan ayaklı ölümsüz devler olan Gigant efsanesi bu öykü ile neredeyse aynıdır. Ancak objektif olarak kabul edilmelidir ki bu kültürlerin yakın teması söz konusu olduğundan duydukları efsaneyi Mezopotamya'dan Akdeniz'e aktarmış olmaları çok güçlü ihtimaldir.

Dünyanın en uzak köşelerinde bulunan paralel mitoslar ve esrarengiz yapılardan biri de Meksika'daki Büyük Cholula Piramidi'nin meşhur ikiz kulesidir.

Günümüze kadar keşfedilenler içinde hacim olarak en büyük piramit Meksika Vadisi'nde bulunur. Büyük Cholula Piramidi olarak bilinen bu muazzam piramit, Mezoamerikan tanrısı Tüylü Yılan, diğer adıyla Kuş-Yılan (Quetzalcoatl) ve yakınlarındaki esrarengiz Teotihuacan bölgesi ile yakından ilişkilidir. Bu yapı ve daha önce hakkında konuştuğum ziggurat, tasarımları açısından benzer olmasalar da mitolojik gelenekleri ve gizemli işlevleri açısından oldukça benzerdir.

Aztekler için Cholula Piramidi ve Teotihuacan kutsal hac yerleriydi. Aztek mitolojisine göre Quinametzin, önceki “Yağmur Güneşi” döneminde bölgede yaşayan devlerin bir ırkıydı. 3,7 metre uzunluğundaydılar ve hem Teotihuacan'ın hem de Cholula Piramidi'ni inşa edenler onlardı.

MS 16. yüzyıl Dominik rahiplerinden Diego Duran, eski bir Cholula rahibi tarafından kendisine iletilenler hakkında bir rapor yazmıştı. Yazdıklarına göre, güneş ilk doğduğunda karada devler vardı ve onları Güneş'e götürecek bir kule inşa etmeye karar vermişlerdi. Yaratıcı tanrı buna öfkelendi ve gökyüzü sakinlerini kuleyi yıkmaya ve devlerin ırkını dağıtmaya çağırdı.

Aztek mitolojisinde buna benzer başka bir efsane daha vardır. 7 dev, dehşet verici bir tufandan sağ kurtularak vadiye gelir ve tekrar böyle bir felaket olursa diye devasa bir piramit inşa etmeye çalışırlar. (aralarında Xelhua'nın da bulunur) Tanrılar buna öfkelenerek piramidin üzerine ateş topları fırlatır, birçoğunu öldürür ve böylece piramitin inşası da son bulur.

Tabi bu Mezo-Amerikan mitlerinin Tevrat-İncil metinlerini yansıtması, bunlarla paralellik göstermesi, onları ilk kaydedenlerin keşişler, katolik rahipleri ve misyonerler olmasından kaynaklanıyor da olabilir. Yani Aztek efsanelerini kaydeden Musevi ya da Hristiyan din adamlarının bu efsanelere eklemeler yapmış olabileceği çoğu kez tartışılmış bir konudur.

Bu Aztek efsanesine farklı bir bakış açısı kazandırabilmek için onunla paralellik gösteren yerlerle ilişkili isimlerin köken ve anlamlarına bakmak gerekir.

Cholula kelimesini Nahua*** dilinde "sığınak yeri" anlamına gelen Cholollan'dır kelimesinden gelmektedir. Teotihuacan kelimesi ise "İnsanların Tanrı Olduğu Yer" demektir.

Chimalpopoca metinlerinde, Teotihuacan ve Cholula ile ilişkilendirilen tanrı Tüylü Yılan'ın bir süre Dünya'da yaşadıktan sonra kız kardeşi olan bekâr rahibe ile birlikte içerek sarhoş olduğu, onunla çiftleştiği ve kutsal yükümlülüklerini ihmal ettiği anlatılır. Ertesi gün o ve ona tabi olanlar muazzam bir taş sandık dikerler. Tüylü Yılan bu sandığın içine uzanır, her yeri yeşim taşı ile kaplanır ve ateşe verilir. Külleri ve yüreği göklere yükselince sabah yıldızına yani Venüs'e dönüşür.

Antik Yunan'ın Gigant anlatısı, devlerin dağların tepesine devasa kayaları yığarak Olimpos'u yani gökyüzünü kuşatmaya çalıştıklarını anlatır.

Tüm bu benzerliklerin nasıl var olduğunun cevabı insanoğlunun göğe yüklediği kutsallıkta yatar. Gökyüzünün tanrıların ya da cennetin mekanı olduğu düşünüldüğünden bu kutsal alana erişme çabalarına yönelik hikayeler türetilmiş, yüksek yapılar inşa edilmiştir. Yani benzerliklerin asıl nedeni kolektif bilinçtir. Kimilerine göre ise bu benzerliklerin çok daha gizemli nedenleri vardır...

DİPNOTLAR
* Kur'an'da arşa istiva eden Allah gibi Yahve'de göktedir. Bu İbrahimi dinlerin geleneksel inancıdır.
** Bilinmeyen bir şeyin kökenini açıklayan bir mit türüdür.
*** Nahuatl, Meksika'da ve El Salvador'da Nahualar tarafından konuşulan bir dildir.