HABERLER
Dini Haber
musevilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
musevilik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TEVRAT VE KUR'AN'DA ANLATILAN YARATILIŞ ÖYKÜSÜ

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, islamiyet, musevilik, yahudilik, Tevrat'ta yaratılış, Kur'an'da yaratılış, Kur'andaki çelişkiler, Tanrı'nın insan ve dünyayı yaratışı, Yaratılış öyküsü, Tevrat ve Kur'an Tevrat, Yaratılış 1. bölümden aynen aktarılmıştır:
“Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı. Yer boştu, yeryüzü şekilleri yoktu; engin karanlıklarla kaplıydı. Tanrının Ruhu suların üzerinde dalgalanıyordu. Tanrı, "Işık olsun" diye buyurdu ve ışık oldu. Tanrı ışığın iyi olduğunu gördü ve onu karanlıktan ayırdı. Işığa "Gündüz", karanlığa "Gece" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ilk gün oluştu. Tanrı, "Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın" diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gök kubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye "Gök" adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu. Tanrı, "Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün" diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana "Kara", toplanan sulara "Deniz" adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Yeryüzü bitkiler, tohum veren otlar, türüne göre tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları üretsin" diye buyurdu ve öyle oldu. Yeryüzü bitkiler, türüne göre tohum veren otlar, tohumu meyvesinde bulunan meyve ağaçları yetiştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve üçüncü gün oluştu. Tanrı şöyle buyurdu: "Gök kubbede gündüzü geceden ayıracak, yeryüzünü aydınlatacak ışıklar olsun. Belirtileri, mevsimleri, günleri, yılları göstersin." Ve öyle oldu. Tanrı büyüğü gündüze, küçüğü geceye egemen olacak iki büyük ışığı ve yıldızları yarattı. Yeryüzünü aydınlatmak, gündüze ve geceye egemen olmak, ışığı karanlıktan ayırmak için onları gök kubbeye yerleştirdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve dördüncü gün oluştu. Tanrı, "Sular canlı yaratıklarla dolup taşsın, yeryüzünün üzerinde, gökte kuşlar uçuşsun" diye buyurdu. Tanrı büyük deniz canavarlarını, sularda kaynaşan canlıları ve uçan çeşitli varlıkları yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "Verimli olun, çoğalın, denizleri doldurun, yeryüzünde kuşlar çoğalsın" diyerek onları kutsadı. Akşam oldu, sabah oldu ve beşinci gün oluştu. Tanrı, "Yeryüzünde çeşitli canlı yaratık, evcil ve yabanıl hayvan, sürüngen türetsin" diye buyurdu. Ve öyle oldu. ("Sürüngen": İbranice sözcük fare, böcek gibi öteki kara hayvanlarını da kapsıyor.) Tanrı çeşitli yabanıl hayvan, evcil hayvan, sürüngen yarattı. Bunun iyi olduğunu gördü. Tanrı, "İnsanı kendi suretimizde, kendimize benzer yaratalım" dedi, "Denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, evcil hayvanlara, sürüngenlere, yeryüzünün tümüne egemen olsun." Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı. Onları kutsayarak, "Verimli olun, çoğalın" dedi, "Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun. İşte yeryüzünde tohum veren her otu, tohumu meyvesinde bulunan her meyve ağacını size veriyorum. Bunlar size yiyecek olacak. Yabanıl hayvanlara, gökteki kuşlara, sürüngenlere -soluk alıp veren bütün hayvanlara- yiyecek olarak yeşil otları veriyorum." Ve öyle oldu. Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü. Akşam oldu, sabah oldu ve altıncı gün oluştu. Gök ve yer bütün öğeleriyle tamamlandı. Yedinci güne gelindiğinde Tanrı yapmakta olduğu işi bitirdi. Yaptığı işten o gün dinlendi. Yedinci günü kutsadı. Onu kutsal bir gün olarak belirledi. Çünkü Tanrı o gün yaptığı, Yarattığı bütün işi bitirip dinlendi.”

Tanrı tarafından Musa peygambere geldiğine inanılan, Musevilerin kutsal kitabı eski ahit- Tevrat; evren ve yeryüzünün, canlı cansız her şeyin altı günde yaratılıp tamamlandığını, yedinci günün Rab tarafından kutsandığını –bazı çevirilere göre tanrının dinlendiğini- anlatıyor.
Kur'an bir ayette “Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah'tır…(Araf Suresi- 54) diyerek Tevrat’ta yazılanları birebir onaylıyor. Aynı Kur'an bir başka ayette “Ve bizim buyruğumuz tektir, göz açıp kapayıncaya kadar olup biter.” (Kamer suresi- 50) diyerek kendi kendini yalanlamaktadır. Her şeyi ol demekle oldurabilen tanrı, evreni neden altı günde yaratmıştır? Kur'an ayetlerinden birkaç örnek daha verelim: “Birşeyi dilediği zaman, O'nun emri yalnızca: "Ol" demesidir; o da hemen oluverir.” (Yasin suresi, 82); “Gökleri ve yeri -bir örnek edinmeksizin- yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca "Ol" der, o da hemen oluverir.” (Bakara suresi, 117)

Tevrat’ta ve ardından Kuran’daki yaratılış anlatımlarının; en büyük yaratıcı Allah inancıyla nasıl da ters düştüğü görülüyor. Kutsal kitaplar getirdikleri inanç sistemiyle çelişebilir mi? Ne yazık ki çelişiyorlar. Sonsuz yaratma gücü yalnızca Allah’a aitse, Allah canlı cansız her şeyi “ol” dediğinde oldurabiliyorsa; her şeyi yaratması neden altı gün sürmüştür? Oysa Allah’ın saniyenin kırk milyonda biri kadar bir süre içinde, bildiğimiz bilmediğimiz her şeyin milyonlarcasını yaratabilecek bir güce sahip olması gerekir. Tek tanrılı dinlerin temel inancı böyledir. Üç dinin üç kutsal kitabı da hem bu vurguyu yaparken, hem de altı günde evren yaratılıyor. Üstelik en bozulmamış tek kaynak olarak bilinen İslam’ın Kuran’ı da yaratılışın altı gün sürdüğünü anlatarak kendisiyle çelişmektedir.

Tevrat’tan anladığımıza göre; Allah bir şeyi yarattıktan sonra durup bakıyor ve yarattıklarını beğeniyor. Yani önce bir yaratma denemesi yapıyor, sonra yaptığını beğeniyor. Demek ki yarattığı bir şeyi beğenmezse onu yok edecek. Allah ne yaptığını, ne yapacağını sonsuz gücüyle bilip yapabiliyorsa; böyle bir denemeyi neden yapsın? Geçmişi ve sonsuz geleceği bilmeden, deneme- yanılma yoluyla yaratan bir tanrı olabilir mi? “İnsanı kendi biçimimize göre yaratalım” diyen bir tanrı düşünebiliyor musunuz? Allah şekilden, mekândan ve bildiğimiz her varlıktan münezzehse, dört kutsal kitap da böyle yazıyorsa; Tevrat’ta anlatılan, Allah’ın münezzeh olan kendi biçimiyle insanı yaratması büyük bir çelişki oluşturmuyor mu? Kuran’a girmese de İslam inancı içinde de “Allah”ın insanı yaratırken kendi biçiminden yarattığı” inancı yaygındır. Bu inanç, hadis kitaplarının hemen hepsinde vardır.

Tevrat ve İncil’i aslı bozulmuş kitaplar olarak kabul edip, inanmasanız bile Kuran’da geçen altı günde yaratış ayeti nasıl açıklanabilir?

Zebur, Tevrat, İncil’, Kuran kitapları hep tek yaratıcı Allah inancını savunmasına karşın; kendi içlerinde çelişkiler vardır. Bu kitaplarda anlatılan olaylardan pek çoğu isim ve yer değiştirerek bir başka dinin içine girebilmiştir. Sumer ve eski Mısır inancını, tapınma biçimlerini, efsanelerini her üç dinin içinde olduklarını görmemek ya da görmek istememek insanların düşünce ve sorgulama yetilerini zincire vurmaktır.

Zebur ve İncil yaratılıştan hiç söz etmez. Zebur şiir ve dua kitabıdır. İncil’in bir bölümünü de eski ahit adıyla Zebur ve Tevrat oluşturmuştur. Tevrat’ta anlatılanları yinelememek için İsevilerce geçerli olan dört İncil’e yaratılış konusu katılmamıştır. Kuran’daki yaratılış ayetleriyse Tevrat’tan alınmış bire bir kopyalamadır. Tevrat’ın ana kaynağı da Sumerlerin inançlarıdır.

SÜLEYMAN'IN MÜHRÜ

Hazırlayan: A.Kara
A, Semboller, Antik semboller, Dini semboller, Süleyman'ın mührü, Süleyman tılsımı, musevilik, Süleyman'ın cinleri, Hz.Süleyman, Kral Solomon, SÜLEYMAN'IN MÜHRÜ
Süleyman Mührünün (Süleyman'ın Yüzüğü olarak da bilinir) İsrail Kralı Süleyman'ın ait olan bir yüzük mührü olduğuna inanılmaktadır. Bazıları bu yüzüğün sihirli güçlere sahip olduğunu düşünüyor ve bunun kökeni de Yahudi geleneğine dayanıyor. Bununla birlikte Süleyman Mührü daha sonraları İslami ve Batı okültizminde de görülmeye başlanmıştır çünkü bunların ikisi de Yahudi geleneğinden alınmıştır. Süleyman'ın mührü bir sembol olarak bugün hala kullanılmaktadır.

TANRIDAN GELEN MÜHÜR
Süleyman Mührünün bahsedildiği kaynaklardan biri Süleyman'ın vasiyetidir. Bu vasiyet “iblislerin formları ve faaliyetleri ile bunlara karşı etkili olan tılsımlar hakkında metinler içerir. Bu metnin Süleyman'ın kendisi tarafından yazıldığı ve tapınağın inşası sırasında kralın yaşadığı belli olaylardan bahsettiği iddia edilmiştir.

Ahit'in başlangıcında yazar, Süleyman'ın Mühürünü Tanrı'dan nasıl aldığını açıklayan bir hikaye sunar. Bu hikayede Süleyman, ustanın işçi oğluna her ne kadar iki maaş ve çift besin kaynağı verilse de her geçen gün daha da zayıfladığını fark ediyor. Çocuk sorgulama sırasında Kral Süleyman'a her gün batımından sonra bir iblisin onu taciz ettiğini söyledi.

"Sana dua ediyorum kral. Bu çocuğun sahip olduğu bütün şeyleri dinle. Hepimiz Tanrı Tapınağı üzerindeki çalışmalarımıza ara verdikten sonra, gün batımından sonra dinlenmek için uzandığımda kötü şeytanlardan biri gelerek benden ücretimin ve yemeğimin yarısını alıyor. Sonra sağ elimi tutuyor ve baş parmağımı emiyor. Ve canım, ruhum baskı altında. Vücudum her gün inceliyor."


Daha sonra Süleyman yardım için Tanrı'ya dua etti. Tanrı, kralın dualarını ona üzerinde pentagram gravürü bulunan sihirli bir mühür yüzüğü göndererek cevapladı.

"Dua ettiğimde, lütfum bana Efendi Sabaoth'un baş meleği Michael (Mikail) tarafından verildi. [Bana] küçük bir yüzük getirdi, oyulmuş bir taştan mührü vardı ve bana şöyle dedi: "Ey Tanrının kralı, Davut'un oğlu, en yüksek Sabaoth'un, yüce Tanrı'nın sana gönderdiği armağanı. Dünyadaki bütün erkek ve dişi şeytanları bunun yardımıyla kilitleyebilirsin. Kudüs'ü inşa etmelisin. [Ama] Tanrı'nın mührünü takmalısın."

Süleyman bu yüzüğü kullanarak usta işçiye işkence eden şeytan Ornias'tan başlayarak iblisleri kontrol altına almaya başladı. Süleyman topladığı şeytanları sorgulayarak, isimlerini, insanlara nasıl zulmettiklerini ve onlara nasıl karşı konabileceklerini öğrendi. Ek olarak, kral bu şeytanların onun için çalışmasını sağladı. Mesela inanışa göre bu sayede Süleyman, iblis Asmodeus'a Tapınağın inşasına yardım etmesini emretti ve onu kullandı.

"Babamın yüce Tanrısı yaşarken sana zincir vuracağım. Ama aynı zamanda Tapınağın bütün inşası için kilinizi (çamur) ayaklarınızla aşağıya doğru iterek yapmalısınız."

Tapınağın inşası tamamlandıktan sonra Süleyman şeytanları şişelere hapsetti. Bu şişelerin iblislerin inşa edilmesine yardım ettiği anıtın altına gömüldüğü söylenir. Bir hikayeye göre şeytanlar Nebukadnezar Kudüs'ü ele geçirdiğinde serbest bırakıldı. Tapınak yok edildiğinde Babilliler Süleyman'ın gömdüğü şişeleri buldu. İçlerinde altın olabileceğini düşünen askerler şişeleri açtılar ve şeytanları tekrar dünyaya serbest bıraktılar.

SEMBOLİK ÖNEM
Ünlü Binbir Gece Masalları'nda bulunan başka bir hikaye, Süleyman’ın tuzağa düşmüş şeytanlarından birini (masalda bir cin olarak anılır) bulan bir balıkçıdan bahseder. Bu, üzerinde mühür bulunan küçük bir bakırdı. Süleyman Mührü olan bu tılsım “Tanrı'nın baskın ismi” olarak tanımlanmaktadır.

Bu iddia edilen mistik niteliklerin yanı sıra Süleyman'ın Mührü sembolik değerlere de sahiptir. Örneğin tılsımın tabanının zemine temas ettiği, ucunun cennete ulaştığı görülmektedir ki bu da karşıtların uyumunu simgelemektedir.

Bu uyumun bir başka örneği Süleyman'ın Mührü'nün “bilim, güzellik ve metafizik arasındaki bağlantıyı tıp ve sihir, astronomi ve astroloji unsurlarıyla sembolize edişi"nde görülebilir.

TEVRATTA VE HRİSTİYANLIKTA ŞİDDET

sizden gelenler, Dfxmed, hristiyanlık, musevilik, yahudilik, İncil'de şiddet, Tevrat'ta şiddet ayetleri, Tevratın tanrısı, Musevilerin ırkçı tanrısı, Musevi tanrısı, din, 1.Samuel 15,
TEVRATTA VE HRİSTİYANLIKTA ŞİDDET

Bilindiği üzere Hristiyanlar Tevrat'a da iman ederler ve Tevrat içerisinde bolca şiddet ayetleri içerir. İncil ise daha barışçıldır. Tevrat'ta Tanrı sert, yok eden, zulüm eden, ırk ayıran bir Tanrı iken İncil'de daha çok baba, merhametli, ırk ayırmayan, seven bir Tanrı olarak karşımıza çıkar.

Tevrat'ta düzinelerce şiddet ayeti vardır ve bunların en göze çarpanı İsrail-oğullarının diğer milletleri kendi elleriyle öldürmesini emreden ayetlerdir.

Örnek: 1. Samuel 15:
2) "Her şeye Egemen RAB diyor ki, 'İsrailliler'e yaptıkları kötülükten ötürü Amalekliler'i cezalandıracağım. Çünkü Mısır'dan çıkan İsrailliler'e karşı koydular."

3) "Şimdi git, Amalekliler'e saldır. Onlara ait her şeyi tamamen yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Erkek, kadın, çoluk çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür."

Burada görüldüğü üzere İsraillilere vur emri veriliyor. Bunu açıklamak için Hristiyanlar:''Onlar günahkardı ve hepsi zaten Tanrının gözünde ölümü hakketmişti. Tanrı ise bunun imanı simgeleyen İsrailliler ile yapılmasını uygun gördü.'' açıklamasını getiriyorlar. Bunu bizzat Hristiyanlardan duyduğum için içim rahat bu konuda.

Tanrı kiralık katil tutar gibi kavme öldür emri veriyor kadın çoluk çocuk demeden diyor ve hatta öldürmeyen İsrailli olursa cezalandırılıyor. Peki nerede merhametli Tanrı? O çocuk belki daha sonra imanlı bir çocuk olacaktı? Kitleleri yola sokmak için peygamber göndermek onların güvenini kazanmak yerine neden onları yok etme yoluna gidiyor?

Sizce bu Tanrı On Emir'de:''Adam öldürmeyeceksin!'' diyen Tanrı ile aynı Tanrı mı? Komşunu kendin gibi sev diyen Tanrı ile aynı Tanrı mı? Burada bir akıl tutulması ve bir çelişki vardır. Tanrı merhametlidir öyle olmalıdır o halde neden vur emri veriyor? Neden ''ÇOLUK ÇOCUK'' demeden öldürün diyor. Sürekli sapıtmalarına rağmen sadece İsrail-oğullarına peygamber indiriyor. Belki de peygamberi bu kavme gönderseydi hiç sapıtmayacaklardı.

Domuz heykeline tapmalarına rağmen neden yok etmek yerine azap yolluyor?
Neden İsrail-oğullarını da yok etmiyor?
Irk gözeten bir tanrı söz konusu burada ve bu görüldüğü üzere hiç adil değil.

Ben ilk Hristiyan olduğum dönemlerde sürekli Tevratın dili ağırdır İncil ile başla derlerdi çünkü İncil'de barış sözlerine aldanacak daha çok bağlanacak Tevrattaki şiddet ayetlerini görünce İncil'deki ayetleri referans alıp görmezden gelecektim. Ama gözümü açıp objektif olarak bakınca sadece yukarıdaki 2 ayet bile bana Tanrının merhametini sorgulatıyor.

Teşekkürler sevgilerle.

SİZDEN GELENLER Yazan: Dfxmed

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

YEHOVA VE TEK TANRICILIĞIN YÜKSELİŞİ

musevilik, yahudilik, Yahweh, Yahweh'in kökeni, İsrail halkının tek tanrılığa geçişi, Yahweh ile tek tanrıya geçiş, Yahweh'in kökeni, A, din, Tanrı Yhw, Yhwh, Yahudi Tanrısı,
YEHOVA İLE TAKİPÇİLERİNİN MONOLATRİZM'DEN MONOTEİZM'E GEÇİŞİ
Başlamadan, yazıyı daha iyi anlayabilmeniz için önemli bir bilgi: Monolatrizm nedir?
Monolatrizm birçok tanrının var olduğuna inanır ama bu tanrıların her birinin sadece kendisine tapan kişilere karşı güçlü olduklarını (sadece o kişileri etkileyebildiklerini) öne süren bir politeizm türüdür.

Sürgün öncesi İsrail halkı tıpkı komşuları gibi çok tanrılı inanışa sahipti ve İsraillilerin monoteizme geçişi eşsiz tarihsel koşulların sonucuydu. İsraEl isminin de gösterdiği gibi İsraillilerin orijinal tanrısı El'di. İlk kabile döneminde her kabilenin kendi koruyucu tanrısı olurdu. Krallık ortaya çıktığında devlet Yehova'yı İsrail'in ulusal tanrısı olarak tanıdı. Daha sonra Yehova diğer tanrılardan daha üstün bir hale geldi ve yavaş yavaş diğer tanrı ve tanrıçaların tüm olumlu özelliklerini sömürerek kendinde topladı. Yehova ve El, Shechem, Shiloh ve Kudüs gibi dini merkezlerde birleşince El'in adı tanrı olarak kullanılacak daha genel bir terim olan "Yehova" tarafından alındı ve Yehova ulusal tanrıları oldu. Bu sırada Yehova, El Shaddai (Yüce) ve Elyon (En Yüksek) gibi eski yüce tanrıların sıfatlarını da kendi bünyesinde topladı.

Eskiden El'in karısı olan Asherah'a Yahweh'in eşi ve annesi olarak ibadet edildi. Khirbet el-Kôm ve Kuntillet Ajrûd'de keşfedilen çanak çömlek parçaları "Yahweh ve Asherah"'a atıfta bulunmaktadır ve çeşitli İncil pasajları onun heykellerinin Kudüs, Bethel ve Samiriye'deki tapınaklarda bulunduğunu göstermektedir.

MÖ. 9.yüzyılda Mısır'daki Asvan Adası'nda yaşayan Yahudilerin geride bıraktığı bulgulara göre Yehova Baal'ın karısı olan Anat'ı, Anat-Yahu adıyla ("Yahu'nun Anatı", yani Yehova) kendine eş olarak mâletmiş olabilir. Cennet Kraliçesi adı verilen Asherah isimli bir tanrıçaya da ibadet edildi ve muhtemelen bu tanrıça, Astarte ile Mezopotamya tanrıçası İştar'ın birleşimi sonrası oluşan yeni tanrının ünvanıydı.

musevilik, yahudilik, Yahweh, Yahweh'in kökeni, İsrail halkının tek tanrılığa geçişi, Yahweh ile tek tanrıya geçiş, Yahweh'in kökeni, A, din, Tanrı Yhw, Yhwh, Yahudi Tanrısı,

Kuntillet Ajrud'da bulunan bir pithos çömleğindeki bu görüntünün altında bulunan bir yazıtta yer alan "Yehova ve Asherah" yazısı keşfedildi. Ayakta duran iki figür ilahi çiftin temsili olarak görülürken arkalarında oturan ve lir çalanın onları eğlendiren kişi olduğu görüşü vardır. Alternatif olarak ise bazı sanat tarihçileri ayakta duran figürleri sahip oldukları sığır yüzlerinden dolayı Mısır'ın cüce tanrısı Bes'in temsili olarak tanımlamaktadır. Ziony Zevit çok fazla kanıt olmasa da Yehova'nın Bes figürü ile temsil edildiğini savundu. Ayrıca kabın üzerindeki görüntülerin altında bulunan yazıtla hiçbir ilgisi olmaması da mümkündür.

Baal ve Yehova'e tapınmak, ibadet etmek, İsrail tarihinin ilk döneminde görülüyordu, bu dönemde 2 tanrı bir arada yaşadılar ancak Kral Ahab ve kraliçesi Jezebel’in Baal’ı ulusal bir tanrı statüsüne yükseltme çabalarını takiben MÖ 9. yy'dan sonra bu 2 tanrı uzlaşmaz olarak kabul edildiler ve Baal'a tapınma bir süre daha devam etti.

Sadece Yehova'ya tapınılması MÖ 9. yy'da en erken İlyas (Elijah) ile başlamış olsa da 8. Yüzyılda peygamber Hoşea ile başlamış olması daha muhtemeldir çünkü sürgün sırasında ve sürgün sonrası dönemde bile küçük bir grubun bu konuda kaygıları vardı. Bu gruplaşmanın ilk destekçileri yaygın olarak gerçek monoteistler yerine monolatristler olarak görülür.

Yehova'nın var olan tek tanrı olduğuna inanmıyorlardı fakat İsrail halkının ibadet etmesi gereken tek tanrı olduğuna inanıyorlardı (Bunun örneği Tesniye 32:8-9'da da görülmektedir. Burada Yehova diğer tanrılar olan oğulları arasında halkları pay eder)

Son aşamada ise sürgünün ulusal krizindeki Yahweh'in takipçileri bir adım daha ileri gittiler ve Yehova (RAB) dışında kalan diğer tanrıların bile var olmadığını söylediler. Bu olay monolatizmden monoteizme geçişin net bir işaretiydi.



Yazan: A.Kara

SAMİRİ VE BUZAĞI

musevilik, yahudilik, islamiyet, Hz Harun,Samiri ve Buzağı,Hz Harun ve Altın Buzağı,Altın Buzağı,Aziz Efrem,Altın buzağıya tapan halk,Dini efsaneler,din, sizden gelenler,

HARUN'UN ALTINDAN BUZAĞI GÜNAHINA ORTAK OLMAMASI VE ÖLDÜRÜLMEYE ÇALIŞILMASI ( KURAN'I KERİM VE AZİZ EFREM ÖRNEĞİ)

Biliyorsunuz İsrailoğulları için , Musa Sina Dağı'na 10 Emir Levhaları'nı almaya çıktığında , Harun Musa'nın kardeşi ve bir peygamber olarak kavmiyle kalmıştı. Musa uzun süre dönmeyince kavmi altından bir buzağı putu yapıp ona tapındı.

Kuran'da da anlatılan ve Samiri adlı bir kişiye atfedilen (bu başka bir konunun meselesidir) bu olayda,  Tevrat'taki anlatıma göre  Harun kavminin bu put günahına ortak olmuştur. Yani Harun onların bu günah girişimine  müdahale etmemiş dahası bunu denememiştir de hatta putun yapımında rol almıştır:

Tevrat | Mısırdan Çıkış Kitabı 32. Bölüm:
1-Halk Musa’nın dağdan inmediğini, geciktiğini görünce, Harun’un çevresine toplandı. Ona, “Kalk, bize öncülük edecek bir ilah yap” dediler, “Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz!”
2- Harun, “Karılarınızın, oğullarınızın, kızlarınızın kulağındaki altın küpeleri çıkarıp bana getirin” dedi. 
3- Herkes kulağındaki küpeyi çıkarıp Harun’a getirdi. 
4- Harun altınları topladı, oymacı aletiyle buzağı biçiminde dökme bir put yaptı. Halk, “Ey İsrailliler, sizi Mısır’dan çıkaran Tanrınız budur!” dedi.
5- Harun bunu görünce, buzağının önünde bir sunak yaptı ve, “Yarın RAB’bin onuruna bayram olacak” diye ilan etti. 
6- Ertesi gün halk erkenden kalkıp yakmalık sunular sundu, esenlik sunuları getirdi. Yiyip içmeye oturdu, sonra kalkıp çılgınca eğlendi.

(Aynı Bölüm)
19-Musa ordugaha yaklaşınca, buzağıyı ve oynayan insanları gördü; çok öfkelendi. Elindeki taş levhaları fırlatıp dağın eteğinde parçaladı. 
20-Yaptıkları buzağıyı alıp yaktı, toz haline gelinceye dek ezdi, sonra suya serperek İsrailliler’e içirdi.
21- Harun’a, “Bu halk sana ne yaptı ki, onları bu korkunç günaha sürükledin?” dedi.
22- Harun, “Öfkelenme, efendim!” diye karşılık verdi, “Bilirsin, halk kötülüğe eğilimlidir. 
23- Bana, ‘Bize öncülük edecek bir ilah yap. Bizi Mısır’dan çıkaran adama, Musa’ya ne oldu bilmiyoruz’ dediler. 
24- Ben de, ‘Kimde altın varsa çıkarsın’ dedim. Altınlarını bana verdiler. Ateşe atınca, bu buzağı ortaya çıktı!”
25- Musa halkın başıboş hale geldiğini gördü. Çünkü Harun onları dizginlememiş, düşmanlarına alay konusu olmalarına neden olmuştu. 

Görüldüğü gibi Harun suçsuz görünmüyor bu anlatıda. Antik Tevrat yorumcuları sormuşlar : ''Tanrı'nın Levililer aracılığıyla kahinliği verdiği ve peygamber yaptığı Harun nasıl olur da böyle bir günaha ortak olur? Üstelik Musa kardeşine, onlara göz kulak olmasını söylemişken bu mümkün müdür? '' Çeşitli açıklamalar getirilmiş popüler olansa anlaşılan (en azından Kuran'ın coğrafyasında) Harun'un kavmini uyardığı (yapmayın etmeyin dediği) putu ise ''öldürülmekten çekindiği için yaptığı'' görüşü olmuş. Bakın Kuran-ı Kerim bize ne söylüyor:

Taha Suresi 90.Ayet : - And olsun ki Harun daha önce onlara: "Ey kavmim! Siz bununla (buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek Rabbiniz Rahmân'dır. Gelin bana uyun ve emrime itaat edin" demişti.

Peki bu ''Harun'un kavmini uyardığı nasihat verdiği'' yorumunun yer aldığı Kuran'a yakın coğrafyalardan veya inançlardan bir metin veya eser var mı? Var efendim. Buyrun, 4. yüzyılda yaşamış Süryani Aziz Efrem'in Tevrat'ın Mısır'dan Çıkış kitabı üzerine yaptığı tefsirde şöyle deniyor:

'' Harun dedi ki: O (Musa) gözünüzün önünde dağa çıkmadı mı? O bulutun içine gittiğinde orda değil miydiniz? Hadi şimdi de , O'nun(Musa'nın) bulunduğu dağa çıkın eğer Yeşu (Joshua- Musa'nın yardımcısı) ve O (Musa)  orada değilse ne arzuluyorsanız onu yapın (yani putu yapın diyor) fakat  Manna'nız varsa (Manna-kudret helvası-gökten gelen ekmek) ya da bıldırcın yiyebiliyorsanız (o da gökten geldi mucize olarak) ,ya da bulut sütünu ve bulut gölgesine sahipseniz (Tevrat'a göre İsrailoğulları'nı mucize olarak bulut takip ediyordu ve onlara Tanrı'nın onlarla olduğunun işareti gibi bir şeydi)  nasıl olur da O (Musa) şimdi dediği yerde (orda ,dağda) olmaz? Sahip olduğunuz her şey O'nun sayesindedir.  '' 
[Alıntı Yeri : Aziz Efrem -  Mısırdan Çıkış 32:1 Üzerine Tefsir]
(Parantezler bana ait)

Peki Harun'un , Kuran'da  öldürülmekten çekindiği için kavminin put yapımında rol almasını anlatan Araf Suresi'nin şu ayeti için ne diyebiliriz? :

Araf Suresi 150. Ayet:
Musa, öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine döndüğünde şöyle dedi:
"Bana arkamdan ne kötü bir halef oldunuz! Rabbiniz'in emriyle dönüşümü beklemeden acele mi ettiniz?" Elindeki levhaları bıraktı ve kardeşi Harun'u başından tutarak kendine doğru çekmeye başladı. Harun, "Ey anamın oğlu!" dedi, "inan ki, bu kavim beni güçsüz buldu, az daha beni öldürüyorlardı, sen de bana böyle yaparak düşmanları sevindirme ve beni bu zalim kavimle bir tutma."

Yine bu Kuran'da da yer alan ''öldürülme endişesi'' teması Yahudi-Hristiyan gelenekten farklı eserlerde yer alıyor fakat ben yine bütünlük açısından Efrem'in tefsirinden alıntı yapacağım: [benim okuduğum kitapta gördüğüm kaynaklar Tevrat'ın Levililer Kitabı Üzerine Midraş, Targum Neofiti (Aramice Tevrat tercümelerinden biri ) ve Efrem'in aşağıda vereceğim tefsiri.. Gördüğünüz gibi 2'si Yahudi , biri Hristiyan kaynağı, yazar bunları örnek vermiş.]

''Bu nedenle Harun'la tartışmaya başladılar.  Harun, onların , onu tıpkı Hur'u taşladıkları gibi taşlayacağını gördü. Çünkü  Hur , Musa dağa tek başına çıktığı zaman, İsrail ileri gelenlerine (yaşlılara) '' sorunlarınızı Hur ve Harun'a başvurun'' dediği kişilerden biriydi. (Buradaki dağa çıkış  Mısır'dan Çıkış 24. Bölüm'de geçiyor. Hur 24:12'de )

 Musa geri dağdan indikten sonra Hur'dan bir daha Kutsal Kitap'ta bahsedilmemektedir bu nedenle denir ki Hur , Harun'a karşı altın buzağı putu yapmak konusunda patlak veren isyanda öldürüldü çünkü Hur onları azarlamıştı. (yani putperestlikle suçladı onları.) İşte bu yüzden , (put yapmak isteyenler) Harun'u da öldürüp bu cinayetin suçlusu olmasınlar veya kendilerine yalnızca bir değil birden çok buzağı putu yapmasınlar ya da Mısır'a geri dönmesinler diye , Harun, onların put yapma isteğini kabul edip zekice bir emirle put yapmak isteyenlerden,karılarının altın küpelerini istedi umuyordu ki bu kadınlar kocalarını buzağı putu yapmaktan alıkoyarlar çünkü kadınlar küpelerine el sürülmesine izin vermezler. ''
[Alıntı Yeri: - Aziz Efrem- Mısırdan Çıkış 32:2 Üzerine Tefsir]
(Parantezler bana aittir.)

Okuduğunuz için çok sağ olun esenlikler.

Kaynaklar:  James Kugel-  Traditions of The Bible :  A Guide To The Bible As It Was At The Start Of the Common Era, Tevrat, Kur'an

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostic

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ZÜLKARNEYN KİMDİR ?

Yazan: Gregoire de Fronsac
GF, din, islamiyet, musevilik, Zülkarneyn kimdir?, Zülkarneyn'in kimliği, Kur'an'da Zülkarneyn, Tevrat'ta Zülkarneyn, Zülkarneyn Enlil mi?, Zülkarneyn ve Yecüc Mecüc, Zülkarneyn,

ZÜLKARNEYN'İN KİMLİK PROBLEMİ

Zülkarneyn İslam dininin kutsal atfedilen kitabı Kur'an'ın , Kehf Suresi'nde geçen bir kişidir. Peygamber olup olmadığı ise  tartışmalıdır. Kendisiyle ilgili anlatı Ye'cüc ve Me'cüc'ü de içerir ki bu bağlamda benzeri anlatılar Tanah'ta da bulunur. Kur'an'daki anlatıda kim veya ne oldukları açıklanmayan Yecüc ve Mecüc'ü engellemek için bir set inşa ettiğinden söz edilir. Hangi çağda yaşadığı belirtilmemiştir.

Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü, sahip ve mâlik demektir. Karn ise boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn'ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilebilir.

Kur'an da isminin zikredildiği ayetler ise şunlardır ;
"Bir de sana Zülkarneyn hakkında soru soruyorlar. De ki: “Size ondan bir anı okuyacağım.”
Biz onu yeryüzünde kudret sahibi kıldık ve kendisine her konuda bir yol verdik.
O da bir yol tuttu.
Güneş'in battığı yere varınca onu siyah balçıklı bir su gözesinde batar buldu. Orada bir kavim gördü. “Ey Zülkarneyn! Ya cezalandırırsın ya da haklarında iyilik yolunu tutarsın” dedik.
Zülkarneyn, “Her kim zulmederse biz onu cezalandıracağız. Sonra o Rabbine döndürülür. O da kendisini görülmedik bir azaba uğratır” dedi.
“Her kim de iman eder ve salih amel işlerse ona mükâfat olarak daha güzeli var. O'na emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
Sonra yine bir yol tuttu.
Güneş'in doğduğu yere ulaşınca onu, kendileriyle Güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.
İşte böyle. Şüphesiz biz onun yanındakileri ilmimizle kuşatmışızdır.
Sonra yine bir yol tuttu.
İki dağ arasına ulaşınca bunların önünde neredeyse hiçbir sözü anlamayan bir halk buldu.
Dediler ki: “Ey Zülkarneyn! Ye'cüc ve Me'cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadır. Onlarla bizim aramıza bir engel yapman karşılığında sana bir vergi verelim mi?”
Zülkarneyn, “Rabbimin bana verdiği daha hayırlıdır. Şimdi siz bana gücünüzle yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel yapayım” dedi.
“Bana demir madeni getirin” dedi. İki yamacın arasındaki boşluğu bir hizaya getirince “Körükleyin!” dedi. Demiri eritip kor yapınca da “Bana erimiş bakır getirin, bunun üzerine boşaltayım” dedi.
Artık onu ne aşabildiler, ne de delebildiler.
Zülkarneyn, “Bu, Rabbimin bir rahmetidir. Rabbimin vaadi gelince onu yerle bir eder. Rabbimin vaadi gerçektir” dedi.(Kehf 83-98 )

96. ayet için Diyanet İşleri Başkanlığı mealinde şöyle bir dipnot mevcuttur: "Kur’an’da “zübera’l-hadîd” şeklinde geçen ibare “demir parçaları”, “demir kütleleri” diye çevirilmiş ise de biz “demir madeni” diye çevirmeyi tercih ettik". Ayrıca 98. ayetteki vaad kelimesi Kıyamet'e yakın zaman dilimi (âhir zaman) olarak algılanır ve Ye'cüc ve Me'cüc'ün Dünya'yı istila etmesi kıyamet alametlerinden birisi olarak yorumlanır.


ZÜLKARNEYN'İN KİMLİĞİ PROBLEMİ
Zülkarneyn karakterini, kelime anlamının çift boynuz sahibi olması nedeniyle (çift boynuzlu miğfer takan) Büyük İskender'e veya Ebu'l Kelam Azad,Muhammed Hüseyin Tabatabaî  ve Nasir Mekarim Şirâzî gibi tefsir âlimleri tarafından ve bâzı Hıristiyanlarca Büyük Kiros'a atfedilir.

Kur'an'da kimlik tanımı flu çizgilerle yapılmış efsanevî bir komutan veya kral olduğu anlaşılan Zülkarneyn’in demir işlemeyi bildiği göz önüne alındığında Demir Çağı'ndan sonra yaşadığı anlaşılır. Sınırları doğu ve batıda olabilecek en geniş noktalara ulaşan bir devlet veya hükümranlığın başını temsil ediyor. Başarılarının büyüklüğü, kendisini Tanrı’nın desteklediği efsanesinin yerleşmesine yol açıyor. Başında savaşlarda kullandığı çift boynuzlu kaska atfen Zülkarneyn (çift boynuzlu) ifadesi kullanılıyor. Hikâyenin buraya kadarki kısmı Büyük İskender ile uyumlu gözüküyor ve Kur'an yorumcularının çoğu Zülkarneyn’in İskender olduğu sonucuna ulaşıyor.Ancak hikâyenin diğer parçaları başka coğrafyalardan derlenmiş unsurlardan oluşuyor. İskender’in demir kitleleri ile inşâ ettiği Zülkarneyn Seddini inşa edenin kimliği, seddin harcı ve kimlere karşı (Ye'cüc ve Me'cüc) yapıldığı göz önüne alındığında yorumcuların aklını karıştırıyor ve Zulkarneyn için sonu olmayan kimlik arayışlarına, hatta onun Muhammed'in kendisi olduğu iddialarına yol açıyor.

Kur'ana göre Süleyman’a krallık, Lokman’a hikmet, Zülkarneyn’e de ‘sebep’ verilmiş.
‘Sebep’ kelimesi Kurân da sadece 8 yerde geçiyor. Bunların 4’ü Zülkarneyn ayetlerinde. Diğerleri de göğe çıkmaya yarayan vasıta anlamında kullanılmış.

"Kim Allah’ın dünyada ve âhirette kendisine yardım etmeyeceğini sanıyorsa; bir SEBEPLE göğe uzansın, sonra öteki ilişkilerini kessin de bakıversin: Oyunu, öfkelendirdiği şeyleri gerçekten giderecek mi? "
Hac : 15 

"Yoksa göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunanların mülk ve saltanatı onların mı? Eğer öyleyse SEBEPLER içinde yükselsinler."
Sad :10

"Firavun dedi ki: “Ey Hâmân, SEBEPLERE ulaşabilmem için bana yüksek bir kule yap!”
Mü’min : 36

"Göklerin SEBEPLERİNE ulaşırsam, Mûsa’ın tanrısına, da ulaşırım. Ben onun yalancı biri olduğunu düşünüyorum.” Firavun’a, yaptığı işin kötülüğü bu şekilde süslü gösterildi de yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı hep kayıptadır."
Mü’min : 37

"Biz onun için yeryüzünde güç ve saltanat hazırladık ve ona herşeyden bir sebep verdik.
O da bir sebebi izledi."
Kehf :84-85

"Sonra bir sebebi daha izledi."
Kehf : 89

"Sonra yine bir sebebi izledi."
Kehf: 92

Bu ayetelerden yola çıkarak Zülkarneyn’e verilen SEBEB’in yükselmeyle alakalı , yükselmeye yarayan bir araç-vasıta olabileceğini düşünebiliriz.
Şimdi birde Zulkarneyn Tevratta nasıl aktarılıyor ona bakalım ;

"Ve gözlerimi kaldırıp baktım ve işte ırmağın önünde bir koç durmaktaydı.Ve koçun iki boynuzu vardı. İki yüksek boynuz. Ama biri, öbüründen daha yüksekti. Yüksek olanı sonradan çıktı. Koçu, batıya, kuzeye ve güneye doğru tos vurmakta gördüm."
“Ve ben düşünmekteyken işte batıdan, tüm yeryüzü üzerinde, ayağı yere dokunmayan bir teke geldi. Tekenin gözleri arasında, göze çarpan bir boynuzu vardı. Ve ırmağın önünde durmakta olduğunu gördüm. İki boynuzu olan koçun yanına geldi. Ve tüm gücüyle onun üzerine seğirtti… Ve ona karşı kudurdu ve vurup koçun iki boynuzunu kırdı…" (8:3-7.)

"Ve vaki oldu ki ben, Daniel (Danyal), bunları görünce, anlayayım diye araştırdım. Ve işte karşımda biri durdu. Bir insan görünüşündeydi. Ve Ulay Irmağı ortasından bir adam sesi işittim. Şöyle sesleniyordu: ‘Cebrail!Gördüğünün anlamını bu adama anlat!’ Ve durduğum yere yakın geldi. Ve gelince ben korkup yüzüstü kapandım. Ve bana şöyle dedi: ‘Ey Âdemoğlu! Bu gördüğün, ‘ahir zaman alameti’dir. Dinle!’ Ve benimle söyleşirken, yüzüm yerde olarak derin uykuya daldım. Ve bana dokunarak beni ayağa kaldırdı. Ve şöyle konuştu: ‘İşte Tanrı gazabının sonunda ne olacağını ben sana bildiriyorum! Çünkü gördüğün, ahir zamanı belirtmek içindir:
"Gördüğün iki boynuzlu koç, Medya ve Fars Krallarıdır.
‘”O kıllı teke de, Yunan Kralıdır. Gözleri arasında olan büyük boynuz, birinci Kraldır." (8: 15-21.)


Hristiyanlarca Eski Ahit, Yahudilerce Tora olarak adlandırılan, Kur’an’ı Kerim’in ise Tevrat olarak isimlendirdiği metinlerinde yer alan, dağınık, coğrafî, tarihi ve biyografik belirsizliğe boğulmuş bir halde, Zülkarneyn’e mal edilen anlatımlar; hidayete yönelik mesajlardan ziyade mitolojik, efsanevî metinler mesabesinde anlatımlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu hususun daha iyi anlaşılması açısından Tevrat’ta yer alan, kral teması işlenen metinlerinden örnekler vermekte yarar var ;

"Pers Kralı Koreş’in krallığının birinci yılında RAB, Yeremya aracılığıyla bildirdiği sözünü yerine getirmek amacıyla, Pers Kralı Koreş’i harekete geçirdi." Ezra 1. Bab, 1

"Babil Kralı Nebukadnessar’ın Babil’e sürgün ettiği insanlar yaşadıkları ilden Yeruşalim ve Yahuda’daki kendi kentlerine döndü." Ezra 2. Bab, 1

"Şimdi sana gerçeği bildireceğim: Pers krallığında üç kral daha ortaya çıkacak. Ama dördüncü kral öbür üçünden daha zengin olacak. Zenginliği sayesinde elde edeceği güçle herkesi Grek ülkesine karşı kışkırtacak." Daniel 11.Bab, 2

"Asur Kralı İsraillilerin yerine Babil’den, Kuta’dan, Avva’dan, Hama ve Sefarvayim’den insanlar getirtip Samiriye kentlerine yerleştirdi."  2. krallar 17. Bab, 24

Yecüc ve Mecüc anlatıları Tevrat ve İncilde Gog ve Mogog isimleriyle anılıyor. Her iki dinin yorumcuları da Yecüc ile Mücüc’ü daha çok bir insan ırkı olarak nitelemiştir.
Moğollar, İskitler, Çinliler, Kırgızlar gibi ırklar genellikle Yecüc Mecüc olarak nitelenmiştir.

Kur'an'ın Kehf Suresi'nin Orhun Yazıtları ile olan birebir benzerliğine dayanarak Zülkarneyn'in Bilge Kağan veya antik çağda yaşamış bir başka Türk komutan veya Oğuz Kağan olduğu da iddia edilir. Türk efsanelerinde Türk hakanının gökten bir ağaç kovuğuna inen kızlarla evlenmesi, Türk adı ile kurulan ilk devletin uzayla ilgili bir ad ile kurulması ("Gök"Türkler), bir efsanede dağa bakır dökülerek kapatılması ve bir müddet sonra körüklerle eritilmesi ve yolun tekrar açılması, kadim Orta Doğu kazılarında şaşırtıcı şekilde bu kültüre ait izlerin bulunması, Muhammed'den nakledilen hadislerin bulunması gibi hususlar bu son iddiayı güçlendiriyor gibi..

Yorumlarında çağdaş unsurları kullanan bâzı modernist yorumcular ise onun gezegenler arası seyahat yapabilen bir zaman yolcusu olduğunu ileri sürüyorlar.

Şimdi tüm bu bilgileri kısaca özetleyip toparlayalım ;
  • Çift boynuzlu (muhtemelen miğfer)
  • Uzay aracı benzeri bir vasıtaya sahip (Sebep)
  • Çift zamanlı (Zaman mefhumu yok)
  • Kahraman ve adaletli biri .
  • Peygamber değil.
Peki gerçekten kim bu Zulkarneyn ?
Büyük İskender mi ?
Bilge Kağan mı ?
Yemen Kralı mı ?
Pers Kralı mı ?
Yada diğer iddialarda anlatılan başka bir Kral , Hükümdar , Melik yada komutan mı ?
Bunların hiç biri olduğunu düşünmüyorum açıkçası.
Benim şahsi fikrim, Yahudiler'in , sümer tabletlerinde yazan hikayeleri Babilden devşirerek kendi kitaplarına aktarmış oldukları yönünde.
Yani kısacası bu da yine Enlil'in hikayesi..
Madenciliği, uçması, istediği anda istediği yerde olması (zaman mefhumunun olmaması), başka yıldızlara seyahat edebilmesi..
Tüm bunlar sümer tabletlerini ve Enlil'in hikayesini fazlasıyla anımsatıyor bize..
Tabi bu bilgi aktarımının zamanla farklı hikâyelerle karıştığı , farklı kral ve hükümdarlardan etkilenerek değişime uğradığı da göz ardı edilemez..
Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

ALLAH'IN ŞEYTANI BİLEREK YARATMASI

A, din, islamiyet, Allah'ın şeytanı bilerek yaratması, Allah şeytanı neden yarattı, Allah merhametli mi?, Allah ve şeytan, İnsan ve günah, Günah kimin suçu? hristiyanlık, musevilik,
Öncelikle belirtmeliyim ki bu yazıyı tüm ibrahimi dinleri kümenin içine alarak yazıyorum. Yani Allah diyerek yazacak olsam da aynı zamanda İsa (Tanrı), ve Rab (Yehowa)'yı kapsadığını bilmenizi isterim.

İbrahimi dinlere göre Allah insandan önce melekleri ve cinleri yaratıyor. Tabi dinlerde bu melek ve cin kavramlarının arasında ciddi çelişkiler yatıyor fakat bu yazıda değineceğim şey bu değil.

Bu dinlere göre Allah'ın her şeyi bildiği ve bizim anlayamayacağımız ilahi planları olduğuna inanılır, fakat "anlayamayacağımız" bu planlarından dolayı piyon durumuna düşen bizizdir. Bu durumda, buradaki mantığa göre "anlayamayacağımız" işlerin dönmesi bile başlı başına adaletsizliktir.

Dinlerin ortak görüşüne göre Allah her şeyi biliyor, yani yaratırken yarattığı şeyin doğuracağı sonuçları, saniye saniye ne yaptığını ve ileride ne yapacağını, tümünü biliyor. Fakat, insanı yaratmasını geçtim, tüm olacakları bilmesine rağmen yine de melekleri ve cinleri yaratıyor. Melekleri ve cinleri diyorum çünkü inanışları göre onlar da bir birey gibiler, yani sayılabilirler, isimleri hatta aileleri var.

Burada "Allah merhametlidir" sözüne oldukça ters düşen şey, Allah'ın olacak her şeyi bildiği halde yine de baş kaldıracak ve insanlığa musallat olacak o meleği-cini yaratmasıdır. Melek veya cin diyorum çünkü bazı ibrahimi dinlerde şeytan eskiden melekken bazılarında cindir, o yüzden yazının devamında sürekli olarak "melek veya cin" diye yazmayıp "düşmüş melek" diye bilinen tabirden dolayı şeytandan bahsederken melek olarak yazacağım.

Allah yarattığı binlerce melek içinden başkaldıracak olan o meleği daha yaratmadan önce onun sebep olacağı şeyleri, güya sözü ona çok sevdiği yarattıkları olan insanoğluna acı çektirip onların hayatlarını burnundan getireceğini çok iyi biliyordu, bilmiyor ise zaten bu dinlerdeki Allah kavramı ile çelişirdi. Fakat tüm olacakları bildiği halde yine de Şeytan olacak meleği yarattı, bu da yetmezmiş gibi ona izin ve süre verdi.

Burada aklıma şu sorular geliyor:
Allah şeytanı yaratmadan da insanı sınava tabi tutamaz mıydı ?
İnsan yaptığı hataları kendi mi yapıyor yoksa şeytan mı bunu yaptırıyor?


Çünkü eğer Allah insanı şeytan, cin vb. başka hiçbir varlık müdahale edemeyecek bir şekilde, tamamen insanın kendi vicdan ve iradesi üzerine sınava tutsaydı daha adaletli olurdu. Gerçi istemediği halde, sırf "bilinmek istiyorum" diyerek yarattığı canlıları zorla sınava tabi tutmak ve bu sınavda bir oyun gibi önüne engeller ve kazançlar koymak yarattığı ile eğlenmekten farksız değildir.

Eğer insan hataları ve iyilikleri tamamen kendi iradesi ile yaparak cennet-cehennem oyununa maruz kalsa, kısmen daha iyi olurdu ama tüm dinlerce bilinir ki şeytan insanı hataya sürükleyen bir etken, aslında bir kılıftır.

Eğer şeytan günahları etkiliyor, yani günahlar şeytana uyularak yapılıyor ise:
  • Adolf Hitler milyonlarca insanı öldürdüğünde,
  • Binlerce çocuk tecavüzcüsü bu eylemi gerçekleştirdiğinde,
  • Babalar kızlarını mahzenlere kapatıp ırzlarına geçtiğinde,
  • İnsanlar hırsızlık yaptığında,
  • Din adamları para aşırdığında,
  • Kadın kocasını aldattığında,
  • Bir adam boşanmak isteyen karısını 28 kere bıçakladığında,
  • Mini etek giydiği için kız tecavüze uğradığında,
  • Camiye ve kiliseye giden çocuklar taciz edildiğinde,
  • Köylerdeki hayvanlar seks işçisi gibi kullanıldığında,
Sayılamayacak bu ve benzeri milyonlarca eylemde, bunlar işleyenlerin değil, şeytanın, dolayısı ile olacak her şeyi bildiği halde şeytanı yaratan Allah'ın suçudur. Suçu işleyen kadar azlettiren de suçludur. Kaldı ki Allah, ondan izinsiz yaprağın bile kımıldamayacağını söylüyor, yani aslında bu olanlara sırf şu "SINAV" yüzünden o da göz yumuyor.

Allah şeytanı ve kötülükleri yaratmış da bize neden musallat etmiş? Kötülüğü yaratmak kötü, şerri yaratmak da şer değil mi? sorusuna birçok Müslümanın uydurduğu kılıf şudur:
"Şerrin yaratılması şer değildir, şerri işlemek şerdir."
Bunu da süslü cümleler ile insanlara yutturuyor ve bu şeytan-kötülük-Allah üçgeninin üzerine örtüyorlar. Böyle saçma bir mantık olamaz. Yani bu mantığa göre ben bir çocuğun eline bir pompalı tüfek veriyorum, yani şer yaratıyorum, eğer bu çocuk o silahı kullanır da kendini veya etraftakileri öldürür, zarar verir ise şer işlemiş oluyor. İyi de çocuğa bu silahı kim verdi? Ben verdim. Onun eline pompalı tüfeği tutuşturmasaydım kimseye bu silahla zarar veremeyecek, yani bu eylem hiç gerçekleşmeyecekti değil mi?

Eğer ben 4 çocuk sahibi isem ve bir şekilde doğacak 5. çocuğumun inanılmaz psikolojik sorunları olan bir sadist olacağını bildiğim halde onu dünyaya getiriyor, bu da yetmezmiş gibi onu diğer insanlarla uğraşıp zarar verebilecek şekilde donatıp eline silahı veriyor ve bunu diğer milyonlarca insanın bir sınavı olarak nitelendiriyor isem, bu olay, çocuğumun ruhsal bozukluğundan çok benim ruhsal bozukluğum ve şiddetten zevk alıyor oluşum ile ilgilidir.

Bu sorunla ilgili olarak ortaya atılan bir Müslüman görüşü de şu yöndedir:
Allah Teâla günah işleme kabiliyeti olmayan meleklerle, hiç sorumlu olmayan hayvanları yaratmıştır.

Bu iki varlıktan başka, hem melekleri geçecek kadar mükemmel, hem de aklı olmayan hayvanlardan daha aşağı olacak kadar kötü olma özelliğindeki insanı yaratmıştır. İşte böyle bir varlığın hangi özellikleri taşıdığının anlaşılması için şeytan yaratılmıştır.

Bu kadar komik bir durum olabilir mi? Üstelik bu görüşü sunanlar İslam alimleri ve büyük İslami siteler. İnsana "hani Allah olacak her şeyi biliyordu?" Allah insanların nasıl varlıklar olduğunu, nasıl özellikler taşıdığını şeytanı onlara musallat etmeden ve şer yaratmadan bilemiyor mu? Hani önceden biliyordu? Eğer önceden değilde gerçekleştiğinde biliyor ise buna bilmek değil "görmek" veya "öğrenmek" denir, ki bu özelliğe biz insanlar da sahibiz. O halde Allah'ı Allah yapan gaybı bilme özelliği nerede? Onu hangi rafa kaldırdınız?

Bu mantığa göre Allah şeytanı yaratıp insanların üzerine bir virüs gibi salıyor ve insanların nasıl sapkınlıklar yapacağını yada bazılarının bu virüse karşı nasıl direneceğini bekliyor. Sonra da insanların davranışlarını görünce onların taşıdığı özelliklerden haberdar oluyor.

Söz konusu yaratıcı olduğunda, nedense insanlar bu çelişkili olayı savunmak için binlerce söz ve inanç üretiyorlar. Eğer bir yaratıcı varsa ve bu yaratıcı canı sıkılıp bilinmek isteyerek beni yaratmış ve istemediğim halde beni cennet-cehennem oyununa dahil etmiş ise, bu da yetmezmiş gibi bu yolda planladığı bir sınavda beni test etmek için 3 yaşındaki kızımın tecavüze uğrayıp ölmesini bir malzeme gibi kullanıyor ise, bu yaratıcının beni alacağı cenneti de istemem. Şiddet ile gelen yolun sonunda gerçek bir "SEVGİ" asla yoktur.
Sizi sevmeyen bir kadını dağa kaldırıp günlerce döverek sizi sevmesini beklemek kadar mantıksızdır bu. Beni yarattığını söyleyen Allah'tan daha vicdanlıyım ve bu da başlı başına en büyük çelişkidir...

Yazan: A.Kara

ZEBUR (MEZMURLAR)


Hristiyanlık'ta Davut'un Mezmurları olarak anılan ve Eski Ahit'te bulunan, İbranice'de Mizmor, Yunanca'da Psalmoi olarak bilinen Zebur ya da Mezmurlar arp eşliğinde söylenen Tanah şarkısının Teilim bölümüne Türkçede verilen isimdir.

Meraklıları aşağıdaki görsele tıklayarak Zebur'u pdf formatında indirebilir yada dilerlerse indirmeden okuyabilirler.

kutsal kitap pdf, Zebur, Mezmurlar, Davut'un mezmurları, musevilik, Musevilerin kutsal kitapları, Tanah,

KURAN VE TALMUD'DA İSRAİLOĞULLARI’INA VERİLEN EMİR SORUNSALI

HC, din, yahudilik, islamiyet, Maide suresi,Maide 32,Maide 32.ayet,Mişna,Talmud,İsrailoğullarına verilen emir,Maide suresi ve İsrailoğullarıMusevilerin kitabı Talmud, musevilik,
Öncelikle arkadaşlar bu yazı için bir sunuş açıklaması gerekiyor. Ön bilgi olmadan bazı konular size yabancı gelebilir. Biliyorsunuz İslam dininin inananlarına göre Tevrat(İbranice: Tora) ve İncil ya da Hristiyanların adlandırmasıyla söylersek Eski Antlaşma(Yahudiler eski antlaşma demezler TaNaH derler) ve Yeni Antlaşma değiştirilmiştir. Müslümanlar bu metinlerin içinde Kuran'a uyan kısımların değiştirilmemiş olabileceğini kabul etmekle birlikte kitapların ana mesajının ilk orijinal halinden uzaklaştığını kabul ederler.

Yahudilik’in ana kaynağı Tevrat’tır. Sonra Nevim (Peygamberler ) ve Ketuvim( Yazılar) adı verilen ve Tevrat, Neviim ve Ketuvim’in baş harflerinden türetilen ve Tevrat’ı da içeren TaNaKh veya Tanah denilen külliyata inanırlar.Oysaki biliyorsunuz Yahudilik içinde tek kaynak bu külliyat değildir. Ms 2-3 yüzyılda yazıldığı kabul edilen ve büyük hahamların TaNaH hakkında görüşlerini ve dini fıkıh kurallarını içeren Mişna’ya da inanırlar. Mişna’yı içeren ve onu yorumlayan Gemara ise kabul edildiği kadarıyla 5. yüzyılda veya 6. yüzyılda tamamlanmış ve Babil Talmud’u adında toplanmıştır. Bir başka Talmud ve Gemara denemesi ise Kudüs Talmud’u adında Babil Talmud’undan önce yazılmış olan külliyattır ama daha uzun olan ve Yahudilerce daha çok kabul edilen Babil Talmud’u olmuştur.

Kuran’ı Kerim Maide Suresi’nin 32. ayetinde çok garip bir ifade yer almaktadır. Önce Maide Suresi 32. Ayet’i Diyanet İşleri Meali ile alıntılayalım:

Maide 32- ‘’ Bundan dolayı İsrailoğullarına (Kitap’ta) şunu yazdık: “Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.’’

Bu ayete göre Allah İsrailoğulları’na çok önemli ve kilit sayılabilecek bir emir vermiştir. Peki ‘’Bundan dolayı’’ denmesinin nedeni nedir? Bunu anlamak için Maide Suresi’nin 32. ayetinde yer alan bu emrin gerekçesini bağlamıyla öğrenmemiz gerekiyor. Bunun için 27 ile 31. ayetleri dikkatle okumalıyız:

Maide 27-31 ‘’ (Ey Muhammed!) Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti. "Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır." Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu.’’

Yani Kuran’ı Kerim’e göre Maide 32’nin gerekçesi, ondan önce yer alan 5 ayetin anlattığı ,Kabil ile Habil hikayesinden çıkmaktadır. Buna göre Kabil ya da Adem’in 2 oğlundan kötü olanı kardeşini haksız yere öldürmüş ve Maide 32’den anladığımız kadarıyla o sadece kardeşini değil tüm insanları öldürmüş gibi olmuştu. Bu da İsrailoğulları’na bir ders /kıssadan hisse mahiyetinde yazılmıştı.

Peki hepiniz merak ediyor olmalısınız. Bunun başta sunuş kısmında anlattığımız başlıkta da yazdığımız Mişna ya da Talmud’la ne ilgisi olabilir? Şöyle ki Müslümanlar veya Kuran ,Talmud denen bir külliyatı tanımamaktadır. Böyle bir külliyatın kutsal olduğuna inanmamaktadır. Buna rağmen o kadar ilginç bir şey ortaya çıkmaktadır ki Maide Suresi 32. ayette yer alan ‘’İsraloğulları’na (Kitap’ta) şunu yazdık’’ ifadesi sadece Mişna’da ya da Talmud’ta karşılığını bulmaktadır.Çünkü bugün hem internet yoluyla hem satın alarak okuyabileceğiniz Tevrat metnine bakarsanız, ne Maide 32’deki ifadeyi ne de benzerini görebilirsiniz. Kabil ile Habil hikayesi Tevrat’ın Yaratılış Kitabı 4. Bölüm’de anlatılmaktadır fakat Kuran’ın bu hikayeden sonra verdiği mesaj Tevrat’ta yoktur. Bu mesaj İsrailoğulları’na ait bir kitapta yazmaktadır ama bu en erken Mişna’da yazılı karşılığı bulunur. Mişna’nın Sanhedrin Bölümü 4:5’e bakarsak özetle şöyle denmektedir:

Mişna Sanhedrin 4:5
"Yaratılış Kitabı 4:10’da ‘’Habil’in kanı topraktan bana sesleniyor.’’ İfadesi yer alır oysa İbranice orijinal metinde ‘’kanı ‘’ değil ‘’kanları’’ denmektedir.(Türkçe Tevrat metninde de ifade tekildir ama gerçekte İbranice metinde ‘’kanlar denmektedir.) Bunun nedeni Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek sadece kardeşini değil, onun potansiyel çocuklarını da öldürmüş olmasıdır. Bu ayetin başka bir tefsiri/açıklaması da şudur :Habil’in kanları öldürüldüğünde ağaçlara ve taşlara sıçramıştır, bu yüzden Tevrat’ta bu çoğul ifade kullanılmıştır. (kanı değil kanları). Bu aynı zamanda Adem’in ilk insan olarak tek başına yaratılmasının gayesini de açıklar buna göre kim bir hayata zarar verirse tüm herkese zarar vermiş gibi olur kim de bir hayatı kurtarırsa tüm herkesi kurtarmış gibi olur."

(Adem’in tek yaratılmasının konuyla ilişkisi bildiğiniz gibi şudur. Adem’in günahı yüzünden tüm insanlık düşmüştür. Yani Adem kendi hayatına zarar vererek tüm potansiyel çocuklarının hayatına zarar vermiştir.)

Çok garip değil mi arkadaşlar? Kuran’ı Kerim’de ‘’İsrailoğulları’na yazıldığı’’ söylenen ifade Tevrat ana metninde değil onun tefsiri/açıklamalarını içeren Mişna ve Talmud’ta yer almaktadır. Müslümanlar doğal olarak şu itirazı yapabilirler: Tevrat’ta bu ifadenin yer almadığını ve sonra çıkarılmadığını nereden biliyorsunuz?’’ Şuradan biliyoruz:

Mişna’nın ilgili kısmında yapılan, Tevrat’ın orijinal metninde yer alan ifadeye bir ekleme değildir (yani Tevrat’tan çıkarılan bir ifade tekrar oraya konmamaktadır) bilakis amaç o ifadede yer alan ve çoğul kullanılan ‘’kanlar’’ kelimesini açıklama gayretidir. Mişna yazarı /yazarları burada Tevrat’tan çıkarılmış bir ifadeyi tekrar oraya koyma amacı gütmemekte ve Tevrat’ın metni konusunda bir tartışma yapmamaktadır. Tevrat’ın içinde yer alan bir ifade hakkında 2 farklı görüşü dillendirmektedir Buna göre, bir görüş bu çoğul ‘’kanlar’’ ifadesinin Habil’in etrafa sıçrayan kanları ile ilgili kullanıldığı kanısındadır , diğer haham görüşü ise bu çoğul ifadeyi ders verici manada anlar ve Kuran’ın Maide Suresi 32. ayetiyle aynı sonuca varır. Burada tartışılanın Tevrat’ın ana metni olmadığını onun tefsiri olduğunu ve Kuran’ın bu tefsirlerde yer alan açıklamalardan birini ‘’İsrailoğulları’na yazdık’’ diye aktarmasının yarattığı sorunu görmezden gelemeyiz.

Sonuç olarak Kuran’ın Maide 32’de İsrailoğulları’na yazdık dediği metin Tevrat veya TaNaH değil, Mişna veya Talmud’tur. Bunu hem Mişna’da hem Kuran’da aynı ifadenin aynı hikaye sonrasında kullandığı gerçeğinden yola çıkarak kanıtlayabiliyoruz. (2 metinde de kullanılan ders verici mesaj Kabil ile Habil’in öyküsüyle ilişkilendirilmiştir.)

Buysa Müslümanların Talmud’u da bir nevi Kutsal Kitap kabul etmesi mümkün olmadığı için sorunludur. Ayrıca Kuran burada, Mişna veya Talmud’taki 2 görüşten birini seçmiştir oysa bunların 2’si de sadece hahamların Tevrat’taki bir ayetteki çoğul ifadeye yönelik yorumlarıdır. Son olarak Ehli Kurancılar’a göre Kuran dışında yer alan Sünnet niteliğindeki kaynaklar Kuran’a göre kabul edilmezdir. Oysa Maide 32’de Kuran, Yahudi sünneti/fıkıhı diyebileceğimiz Mişna/Talmud’dan ‘’biz yazdık’’ diye bahsederek alıntı yapmaktadır. Bu sorunlar çoğaltılabilir ama görülen şudur Kuran’ı Kerim için Maide 32 içerik açısından sorunludur. Sevgiler.

Yazan: Higher Criticism

KADININ ÇALIŞMASI VE KADINLARIN DÜNYA DİNLERİNDEKİ ROLLERİ

Hazırlayan: A.Kara
A, din, Kadınların dünya dinlerinde rolleri, Din ve Kadın, Din ve kadının çalışması, islamiyet, hristiyanlık, musevilik, yahudilik, hinduizm, budizm, Kadın çalışabilir mi?, Dinlerde kadın, Kadın, A, din, Kadınların dünya dinlerinde rolleri, Din ve Kadın, Din ve kadının çalışması, islamiyet, hristiyanlık, musevilik, yahudilik, hinduizm, budizm, Kadın çalışabilir mi?, Dinlerde kadın, Kadın, A, din, Kadınların dünya dinlerinde rolleri, Din ve Kadın, Din ve kadının çalışması, islamiyet, hristiyanlık, musevilik, yahudilik, hinduizm, budizm, Kadın çalışabilir mi?, Dinlerde kadın, Kadın, A, din, Kadınların dünya dinlerinde rolleri, Din ve Kadın, Din ve kadının çalışması, islamiyet, hristiyanlık, musevilik, yahudilik, hinduizm, budizm, Kadın çalışabilir mi?, Dinlerde kadın, Kadın,
Kadınlar için, bazı dinler diğerlerine oranla daha fazla özgürlük sağlar ve kadınlara güç pozisyonu ve erkeklerle yazılmış esasta eşitlik sunar. Beş büyük dindeki kadın rollerine bir göz atalım. Her ne kadar tüm dinlere inanmayan, gereksiz ve insan ürünü olduklarına, kısacası din olgusuna karşı olsam da (Hristiyanlık'ta buna dahil) Hristiyanlık inancına sahip kadınlar iş hayatında daha aktif oldukları bir gerçek. Tabi burada daha büyük bir GERÇEK var, o da şuan birçok Avrupa ülkesinde yaşanan Hristiyanlığın, haçlı seferleri düzenleyen, kadına yüzlerce kısıtlama getiren Hristiyanlık ile aynı olmadığı, bu dinin zamanla halk tarafından yumuşatıldığıdır (çünkü Hristiyan ülkeler bizim aksimize tarihlerinden ders çıkarıp dinlerin onlar üzerindeki kötü etkilerinden kurtulma yoluna girdiler).

Unutulmamalıdır ki, bizim ülkemizde de çalışan kadınların diğer İslam ülkelerine oranla fazla olabilmesinin de temel nedeni; İslamiyetin Türkiye'de diğer İslam ülkeleri gibi yaşanmaması, yumuşatılarak, halk tarafından şekillendirilmiş, işine gelen kısımlarının görülüp, işlerine gelmeyen taraflarının göz ardı edilmiş olmasıdır. Yani Türkiye'deki İslamiyet'te yumuşatılmıştır. "Gerçek İslam bu değil" lafının 4 bir yandan duyulduğu ülkem insanının asıl kendi yaşadığı "gerçek İslam değildir". Türkiye'de yaşayan bir Müslüman, sayısı onları geçen diğer İslam ülkelerindeki uygulama ve yaşam şeklini gerçekten içine girerek görür ve şahit olursa vicdan tutulması yaşayacaktır (tabi gerçekten vicdanlı, kadın ve erkeğin eşit olduğuna inanan ve vicdanını sadece kendi önem sırasına ve inancına göre şekillendiren biri değil ise...)

Bir çok araştırma, başta İslamiyet ve Hinduizm olmak üzere birçok dinden kadının çocuk bakıp evi temizlemek dışında bir rolü olmadığını gösteriyor. Gerçi araştırmalar göstermese de, vizyonu açık, yersiz taraf tutup boş fanatiklik yapmayan birisi zaten bu araştırma sonucuna pek itiraz etmeyecektir. Yani ister dindar olun ister dinsiz, 6 yaşındaki çocuğa bile sorsanız İslam ülkelerinde kadınların çalıştırılmadığını (bizim ülkemiz için kötünün iyisi diyebiliriz, çünkü diğer İslam ülkelerine oranla bizim ülkemizde çalışan kadın sayısı fena değil), eğitilmediğini, hatta bazı İslam ülkelerinde çalışma ve eğitim haklarının bile olmadığını bilir, umarım ölüsü-dirisi herkesin bildiği bu gerçek hakkında yersiz ve saçma bir savunmaya girmez bu yazıyı okuyan Müslüman arkadaşlar. Zaten hadisler olsun, kulak verdikleri hocalar veya eteğine takıldıkları tarikat liderleri olsun, hepsi tek noktada birleşiyor "Kadın çalışamaz"

Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir ankete göre (1)
ABD'deki kadınların% 86'sı bir dine bağlı.
% 63'ü dinin hayatının önemli bir parçası olduğunu söylemektedir.
% 44'ü en az haftalık olarak ibadet hizmetlerine katılmaktadır.

Hristiyanlık (1,2,3)
ABD nüfus yüzdesi:% 70.6
Dünya nüfus yüzdesi:% 31.5
Kadınların yüzdesi:% 55 (Protestanlık)
Kutsal yazıda dikkate değer kadınlar: Meryem, İsa'nın annesi ve Elizabeth, Vaftizci Yahya'nın annesi.
Pozisyonlarında güçlüler mi? Evet, vaaz, öğretme ve misyonerlik rollerinde güçlüler.
Kadınların temel sorumlulukları: Çocukları yetiştirmek ve öğretmek, aileyi korumak, aileye ve dini konularda kocaya atıfta bulunmak, kilisede sosyal grupları korumak.

İslam (1,4,5)
ABD nüfus yüzdesi:% 0.9
Dünya nüfus yüzdesi:% 23.2
Kadınların yüzdesi:% 35
Kutsal yazıda dikkate değer kadınlar: Hz Muhammed'in karısı Aişa ve Adem'in karısı olan Havva.
Pozisyonlarında güçlüler mi? Evet, siyasette ve Müslüman Kardeşliği gibi dini örgütlerde aktifler.
Kadınların temel sorumlulukları: Çocuklara bakım, gelenekleri çocuklara geçirme, evde kocaya hizmet etme, cinsiyete özgü emirleri takip etme, eş ve diğer erkek aile üyelerine siyasi ve dini kararlarda yardımcı olma, ailevi varlıkları koruma ve bakım.

Yahudilik (1,6)
ABD nüfus yüzdesi:% 1.9
Dünya nüfus yüzdesi:% 0.2
Kadınların yüzdesi:% 48
Kutsal Kitapta Dikkat Çeken Kadınlar: Musa'nın kardeşi Meryem.
Pozisyonlarında güçlüler mi? Evet.
Kadınların temel sorumlulukları: Tanrı hem kadın hem de erkektir ve ilk insan, her iki cinsiyete ait olduğu için belirli cinsiyet rollerine daha az vurgu yapılır. Fakat erkekler daha fazla entelektüel görev yapmaları beklenirken erkekler daha fazla fiziksel görev yapar.

Hinduizm (1,7,8)
ABD nüfus yüzdesi:% 0.7
Dünya nüfus yüzdesi:% 15
Kadınların yüzdesi:% 38
Kutsal yazıda dikkate değer kadınlar: Shakti, Evrensel Anne ve Sita, Tanrı'nın bir parçası.
Pozisyonlarında güçlüler mi? Hayır, çok zengin, güçlü aileler haricinde tipik değil. Kadınlar törenleri yönetemezler.
Kadınların temel sorumlulukları: Çocukları yetiştirmek ve bakım yapmak, düzenlenmiş bir evliliğin parçası olmak, kocanın geleneksel törenleri gerçekleştirmesine yardımcı olmak, yaşlı aile üyelerine bakım vermek, eve bakmak.

Budizm (1,9,10)
ABD nüfus yüzdesi:% 0.7
Dünya nüfus yüzdesi:% 7.1
Kadınların yüzdesi:% 49
Kutsal kitapta dikkate değer kadınlar: Abhirupananda ve Buda'nın takipçisi Jenti.
Pozisyonlarında güçlüler mi? Evet.
Kadınların temel sorumlulukları: Eve bakmak, çocukları yetiştirmek için yardım etmek, eşin olmadığı durumlarda karar vermede kocanın yerine yardımcı olmak, çok eşli evlilik yapıyorsa eşinin "diğer eşleri" ile barış içinde, bir arada bulunmak.

Kaynaklar:
1. http://www.pewforum.org
2. http://www.theopedia.com
3. http://www.womeninthebible.net
4. http://www.pbs.org/
5. http://islam.about.com
6. http://www.jewfaq.org
7. http://www.hinduwebsite.com
8. http://hinduism.iskcon.org
9. http://www.buddhanet.net
10. http://www.urbandharma.org

YAHUDİLİK VE YAHUDİLİĞİN DOĞUŞU

Yazan: A.Kara
yahudilik, yahudilik nedir, musevilik, yahudiliğin doğuşu, yahudi tarihi, Yahudilerin sürgün edilişleri, köle olarak satılan Yahudiler, Asur ve Babillerin Yahudilere saldırması, Merheptah Steli, din, Musa'nın soyundan geldiklerine inanıldığı için ülkemizde genelde "Musevilik" olarak isimlendirilen din, bir diğer adıyla "Yahudilik". Peygamber olduğuna inanılan Yakup'un oğullarından ve İsrail'in 12 oymağından biri olan Yahuda'nın isminden gelen Yahudilik, İbranilere ve İsrailoğullarına dayanan bir dindir ve kutsal kitapları Tevrat'tır. Bu dine mensup kişilerin Türkçe'deki adı ise Arapça'dan gelen Yehudi kelimesine dayanmaktadır. Yahudiliği; Yahuda tarikatı üyesi, dini Yahudilik olan veya İsrailoğulları soyundan gelen şeklinde tanımlayabiliriz.

Yahudilerin binlerce yıldır İsrail topraklarında yaşadığına kanıt olan gösterilen tek metin M.Ö. 1200 yıllarına kadar dayanan "Merheptah Steli" metnidir. Taş üzerine kazınarak yazılan bu metnin son 2 satırında şunlar yazmaktadır: "Kenan zorlukla yağmalandı. Aşkelon alındı, Gezer kuşatıldı, [ve] Yano‘am tamamen harap edildi. İsrail yıkıldı, tohumu kalmadı.” Araştırmacıların tahminlerine göre bu metin II. Ramses’in 13. oğlu olan Merneptah döneminde yazılmıştır.

Yahudiler kuruldukları ilk dönemde Biblik yargıçları tarafından yönetilmiş olup sonrasında Kral Davut Kudüs'ü İsrail ve Yehuda Birleşik Krallığına başkent seçmiştir. Başkent Kudüs merkezli olarak 12 İsrailoğlu kabilesi yönetilmiş olsa da zaman zaman bağımsız yaşadıkları da olmuştur.


Davut'un oğlu Süleyman, M.Ö. 970 yılında İsrail'in Kralı olmuş ve Kutsal Tapınağı inşa ettirerek sonrasında kuzeyde bulunan 10 kabile Krallığından ayrılmıştır. Asurların gelip bu topraklara saldırması ve işgal etmesi sonucu M.Ö. 722'de Yahudiler bu topraklardan ayrılmak zorunda kalmış, Asurlar tarafından sürgün edilmişlerdir. Fakat işgaller devam etmektedir, bir diğer Yahudi Krallığı olan Yehudalar'ın da Babiller tarafından yenilgiye uğratılması sonrası, Babiller Kudüs Tapınağına yok etmiş, hemen akabinde Yahudileri bu topraklardan kovmuşlardır. 50 yıl boyunca sürgünde yaşayan Yahudilere, Pers Kralı Büyük Kiros tarafından Kudüs'te yaşamlarına devam edebilecekleri söylenmiştir.

Babillerin yıktığı Kutsal Tapınaktan 70 yıl sonra, ikinci Tapınağın inşası Darius Hükümdarlığı döneminde tamamlanmış olup M.Ö. 152 yılında Mattathias, Haşmonayin Krallğını kurarak Kudüs'ü tekrar başkent yapmıştır. 100 yıl kadar sonra Gücünü arttıran Roma İmparatorluğu'nun tahta geçirdiği Herod, Haşmonayim Krallığını kontrolü altına almıştır. Roma'nın Yahudiler üzerinde kurduğu bu egemenlik Yahudi-Roma savaşlarının başlamasına sebep olmuştur. M.S.70 yılındaki birinci ayaklanma ve MS.135 yılındaki Bar Kohba ayaklanması sonrası yenilgiye uğratılan Yahudiler yaşadıkları şehirlerden sürgün edilmiş, birçok Yahudi ise Roma İmparatorluğu tarafından köle olarak satılmışlardır. Bu sebeple Yahudiler dünyanın 4 bir yanına yayılmışlardır. Köle olarak satılan dönemin Yahudileri, ilk önce Avrupa, sonra Orta doğu ve Kuzey Amerika'ya yayılmışlardır.