HABERLER
Dini Haber
sümer mitolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sümer mitolojisi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

SÜMER MİTOLOJİSİ VE İSLAM

Hazırlayan: A.Kara


SÜMER MİTOLOJİSİ VE İSLAM


Kutsal Ereşkigal tahtında yerini aldı,
Anunnaki, yedi yargıç, onun huzurunda hükümlerini bildirdiler, 
Ölüm bakışlarını, gözlerini ona diktiler,
Sözleri üzerine, ruha işkence eden sözleri,
Güçsüz kadın bir cesede dönüştü,
Ceset bir kazığa asıldı.

Özellikle Ur, Uruk ve Kiş gibi yerlerde yapılan arkeolojik kazı çalışmaları ve Dicle-Fırat vadisi'nin eski kentlerinin bulunduğu bölgelerdeki araştırmalar Sümerlerin MÖ 4000 dolaylarında buralarda yaşadığını kanıtlamıştır.
Yaygın olan görüşe göre Sümerlerin bu deltaya Mezapotamya'nın kuzeydoğusundaki dağlardan geldiği düşünülüyor.

Ur kazılarını gerçekleştiren Sir Leonard Woolley, Sümerlerin tarımsal alanda oldukça gelişmiş olduklarını, tapınaklara, rahiplere, edebiyata, düzenleyici yasalara ve oldukça zengin bir mitolojiye sahip olduklarını belgeleriyle anlatmaktadır.

Evet, Sümerler Fırat-Dicle deltasına yerleşerek orada bir uygarlık kurmuş ve bunu günden güne geliştiriyorlardı fakat bir süre sonra Sami halklarının Sümer ve Akad bölgelerine saldırıları başladı, ilk Sami akınları Sümer üzerine gerçekleşti.

Samiler Sümer ülkesini yavaş yavaş ele geçirirken aynı zamanda yenilgiye uğrattıkları Sümerlerin sahip olduğu kültürü ve onların çivi yazılarını özümsediler fakat Arapça'nın atası olan ve büyük Sami dil grubunun önemli dallarından biri olan Akadça dilini kullanan Samiler Sümer dilini benimsemediler.

Fakat istilalar devam etti. Samiler bir süre sonra Amoritler olarak bilinen bir halk kanalıyla ikinci saldırı dalgasını gerçekleştirip başarılı olunca Babilonya'da ilk Amorit hanedanlığı kuruldu. Böylece Babilonya, Hammurabi yönetimi altında Sümer ve Akad bölgesinde egemenlik kurmuş oldu.

500 yıl kadar sonra Dicle vadisinin üst kavşağına, Yukarı Zap ile Aşağı Zap bölgesine yerleşmiş olan başka bir Sami halkı Babilonya'yı fethederek Mezopotamya'daki ilk Asur İmparatorluğunu kurdu.

Bunları bilmek önemli çünkü tamda bu nedenlerden dolayı bir mitolojinin Sümerli, Babilonyalı ve Asurlu biçimleri arasında büyük benzerlikler varken küçük farklılıklar bulunur.

Tüm bu bilgiler sonrası Sümer mitoslarına ve bu mitosların İslamiyette nasıl yer bulduğuna sırası ile bakalım.

En önemli Sümer mitosu Dumuzi ile İnanna ve burada konu alınan İnanna'nın yer altı dünyasına inişidir. Sümerce olan Dumuzi ve İnanna'nın Sami dilindeki karşılığı Tammuz ve İştar'dır. Dumuzi, yani Tammuz (Temmuz) ilkbaharda bitkilerin ve doğanın yeniden canlanışını sembolize ederken İnanna göğün kraliçesidir.
Sümerlerdeki ilkbahar kutlamalarının ve Samilerdeki Tammuz ayinlerinin ana motifini de bitkilerin yeniden canlanışını temsil eden Dumuzi'nin yeraltı dünyasında tutsak tutuluşu alır.

Bu efsaneye göre esir tutulan kocasını kurtarmak isteyen göğün kraliçesi İnanna, kız kardeşi tanrıça Ereşkigal'in egemenliğindeki yeraltı dünyasına, ölüler ülkesine iner. Fakat buraya inmeden önce önlem almalıdır. Bu yüzden İnana, veziri Ninşubur'a "eğer üç gün içinde geri dönmezsem benim için yas törenleri yaptıktan sonra Nippur tanrısı Enlil, ay-tanrısı Nanna ve bilgelik tanrısı Enki'ye gidip yeraltı dünyasında iken öldürülmemi engellemeleri için onlara yalvar" der.

Akabinde İnanna kraliçelik kıyafetlerini giyip değerli takılarını takar ve ölüler dünyasına gider. Yeraltı dünyasının kapısına vardığında "7 kapı"nın bekçisi Neti ona meydan okur. Kız kardeşi Ereşkigal'in buyruğu doğrultusunda yeraltı dünyasının yasaları gereğince İnanna bu 7 kapıyı geçerken geçtiği her bir kapıda giysilerinin bir bölümünü çıkarır. 7 kapıdan geçen İnanna bunun ardından Ereşkigal'in ve yeraltı dünyası Anunnaki'sinin karşısına çıkarılır. Bunlar ölümün gözlerini İnanna'nın üzerine çevirince İnanna ölerek bir ceset olur ve kazığın üzerine asılır.

Aradan 3 gün geçer ve İnanna geri dönmeyince veziri Ninşubur daha önce onun emrettiği üzere harekete geçerek Enlil, Enki ve Nanna'dan yardım ister. Nanna ve Enlil bu işe karışmaya yanaşmazlar fakat Enki bir dizi sihir yaparak İnanna'nın tekrar dirilmesini sağlayacaktır. Enki, tırnaklarının dibindeki kirleri çıkarıp yaptığı efsun ile bunlardan, isimlerinin ne anlama geldiği bilinmeyen Kurgarru ve Kalaturru adında iki tuhaf varlık yaratır. Enki yarattığı bu iki varlık ile ölüler dünyasındaki İnanna'ya yaşam yiyeceği ve yaşam içeceği (âb-ı hayat) gönderir ve bu iki varlığa hayat içeceği ve yiyeceğini İnanna'nın cesedinin üzerine 60 kez serpmelerini emreder.

Kurgarru ve Kalaturru emri yerine getirince İnanna tekrar dirilir fakat ölüler dünyası kanunları gereği orada ölen biri yerine birini bulup koymadıkça yeryüzüne asla geri dönemez. Fakat İnanna'nın bir şekilde geri dönmesi gerektiğinden onu dirilten bu iki cin daha sonra yeryüzüne çıkarak onun yerine geçerek yeraltı dünyasına gelecek kurbanlar ararlar. 
Cinler tanrı Şara'yı, Latarak'ı hatta İnanna'nın veziri Ninşubur'u bile alıp İnanna'nın yerine geçsin diye yeraltı dünyasına götürmek isteseler de İnanna tarafından kurtarılırlar.

İnanna yeryüzüne dönmek için ölüler diyarından ayrılırken orada evleri olan ölülerin gölgeleri, gulyabaniler ve harpyalar da onun peşine takılır. Bu hayaletimsi ve korkunç orduyla sarılmış olarak Sümer’i kent kent dolaşır.

İlgili tabletin bundan sonrası kırık olduğundan ne yazık ki okunamayan kısımları olsa da mit bununla sona ermediğinden öykünün birkaç adım sonraki süreci-devamı tabletlerin kalan-okunabilen kısmından elde edilebiliniyor.

İnanna kendisine eşlik eden cinlerle birlikte kendi kenti Erek'e vardığında orada kocası Dumuzi'yi bulur. İnanna'nın cinlerin elinden kurtardığı 3 tanrı İnanna'nın önünde eğilerek ona saygılarını göstermişlerdi, fakat tablette yazana göre Dumuzi İnanna'nın önünde eğilmeyince İnnana öfkelenir ve cinlere kendinin yerine geçmesi için onu yeraltı dünyasına götürmeleri emrini verir.

Bunları duyan Dumuzi güneş-tanrı Utu'ya yakararak yardım dilenir.

Bu efsanede dikkat edilmesi gereken büyük bir nokta var: İnanna'nın 7 KAPI'dan geçerek yerin 7 KAT altına yani 7 KAT cehenneme inişi.
Kur'an'da Hicr suresi 43-44.ayetlerde şöyle yazar:  "Kuşkusuz cehennem, o sana uyanların tamamının buluşma yeri olacaktır. Onun yedi kapısı var; her kapıya da onlardan bir kısmı ayrılmıştır"

Dumuzi ve İnanna mitosundaki 7 Kapı ve 7 katlı yer altı dünyası ile Hicr suresindeki 7 kapının sadece bir rastlantı olduğunu düşünüyorsanız ilgili incelemeye Sümer Yaratılış Mitosu ile devam edelim.

Sümer tanrılarının isimlerinin yer aldığı bir tablette adı "deniz" yani su ile bağlantılı olan bir ideogramla yazılan tanrıça Nammu, "göğü ve yeri doğuran ana" olarak betimlenir. Öteki mitoslardan göğün ve yerin başlangıçta tabanı yer, tepesi gök olan bir dağı oluşturdukları anlaşılmaktadır.
Gök, tanrı An ile, yer ise tanrıça Ki ile kişiselleştirilmiş ve onların birleşiminden hava-tanrı Enlil doğmuştur. Enlil de gök ile yeri birbirinden ayırarak, dünyayı gökle yerin birbirinden hava ile ayrıldığı bir varlık biçimine sokar.

Burada dikkat edilmesi gereken çok önemli noktalar var:
İlk olarak görüyoruz ki Sümer efsanelerinde de canlı hayatı su ile başlıyor, sudan yaratılıyor.

Sümerleri istila eden Samiler ile bu efsanelerin Arapça gibi Akad alt dil gruplarına ve çeşitli kültürlere geçtiğini başlarda belirtmiştim. Bakalım Kur'an'da bunların izine ne şekilde rastlıyoruz:

Enbiya suresi, 30.ayette: "İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?" yazar. Görüldüğü gibi bu anlatım Sümer efsanesindeki yaratılış sürecinin net bir kopyasıdır.

Önemli bir detayı belirtmekte fayda var ki Sümer mitoslarındaki bu yaratıcı, kadın, yani tanrıça iken, İslamiyet'teki yaratıcı her ne kadar cinsiyet atfedilmemiş dense de bir erkek görünümündedir. Peki neden? Bu süreç neden ve nasıl gerçekleşti? diye düşünüyor olabilirsiniz. Bu önemli konuyu başka zaman ayrıca ele alacağım.

Sümer Yaratılış Mitos'una geri dönelim.

Enlil bitişik olan yer ile göğü birbirinden ayırdıktan sonra gökler, ay-tanrı Nanna, güneş-tanrı Utu ve diğer gezegenler, yıldızlar tarafından aydınlatılır. 

Bitkiler, sığırlar (yani hayvanlar), tarım araçları gibi ögeler Enlil'in emirlerini yerine getiren daha küçük tanrılar ile yaratılmış olsa da bunların asıl yaratıcısı olarak Enlil'e inanıldı ve ibadet edildi.

Babilonyalı bilgelik tanrısı Ea'nın (Enki) önerisi doğrultusunda Enlil, tanrılara yiyecek ve giyecek sağlamaları için sığır-tanrı Lahar ve tahıl-tanrıça Aşnan olmak üzere iki küçük tanrı yaratır. Bu iki küçük tanrı sayesinde yeryüzünde büyük bolluk yaşanır. Ne var ki bu iki tanrı içip sarhoş olduktan sonra aralarında tartışmaya, kavga etmeye başlar, yaratılış görevlerini unutur ve yerine getirmezler. Böylece tanrılar ihtiyaç duyduğu şeyleri elde edemez olurlar. İşte tam da bu duruma çare olması amacıyla insan yaratılır.

İlgili dizelere bakalım:
O günlerde, tanrıların yaratış odasında,
Onların Dulkug evinde Lahar'a ve Aşnan'a biçimleri verildi; 
Lahar ve Aşnan'ın yapılışında,
Dulkug Anunnaki'si yediler ama doymadılar;
Katkısız koyun sütlerini... ve iyi şeyleri,
Dulkug Anunnaki'si içtiler, ama kanmadılar;
Katışıksız koyun sürülerinin sağlayacağı iyi şeyler hatırına 
İnsana nefes verildi.

İnsanın yaratılışında ona nefes verildiğini söyleyen çok tanrılı Sümer pagan dininden sonra bir de Kur'an'a bakalım:
Hicr suresi, 29. ayet: "Onun şeklini tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim vakit siz de hemen onun için secdeye kapanın."
Secde suresi, 9. ayet: "Sonra ona düzgün bir şekil vermiş ve ruhundan ona üflemiş; sizi kulak, göz ve gönüllerle donatmıştır."
Görüldüğü üzere bu iki ayette de "insanın Allah'ın ruhundan bir nefes olduğu" yazar.

Şimdi de evrenin düzenlenmesi mitosunda tanrıça İnanna yani İştar'ın yaptıklarına bakalım:

Antik Sümer inanışında "yazgıların tableti" adı verilen nesnelere sıkça rastlanır. Bu tablet oldukça önem arz eder çünkü tanrının niteliklerinden biri de ona sahip olmaktır.

İşte bu efsanede İnanna, uygarlaştırıcı bir tanrı olma özelliği taşıyan Enki'nin sahip olduğu bu yazgı tabletlerini almak ister. Çünkü kendi kenti olan Erek'i onlar sayesinde geliştirmek, uygarlaştırmak istemektedir. Fakat bunun için önce "Mi" denen şeylere sahip olması gerekmektedir; ki buradaki "Me (Mi)" yazgı tabletlerine sahip olduğunda kazanılan güçlerdir.

Yazdı tabletleri ve dolayısı ile Mi'ler Enki'nin elindedir. Bu yüzden tanrıça, babası Enki'nin yanına gider, Enki'de onun gelişi adına bir şölen düzenler. Fakat bu şölende İnanna babasını sarhoş eder ve ondan Me'leri yani tanrısal tüm kararları ve güçleri kendine vereceğine dair söz alır.
Tanrıça, babası Enki'den Mi'leri alarak göklerin teknesine yükleyerek kenti Erek'e doğru yelken açar.
Babası Enki kendine geldiğinde Mi'lerin olmadığını fark eder ve habercisi İsimud'u göndererek kızından onları geri vermesini ister. İsimud bu emri tam 7 kez tekrarlar fakat İnanna'nın veziri Ninşubur tarafından engellenir ve bu sayede tanrıça uygarlığın nimetlerini kenti Erek'e (Uruk) getirir.

7 rakamı tekrar karşımıza çıktı.
Peki neden 7 rakamı Sümerlerde bu kadar yaygın? Neden İnanna yerin 2-3 kat değil de 7 kat altına iniyor ya da Enki neden emrini 4-5 kez değil de 7 kez tekrarlatıyor.
Bunun cevabı da sonraları detaylıca ele alacağım Sümer Kozmolojisinde yatıyor olsa da kısaca bilgilendirmek istiyorum.

Sümer dininde en güçlü ve önemli tanrılar "Karar veren 7 tanrıydı". Yani yönetimde 7 baş tanrı olduğundan 7 sayısı kutsal kabul edilirdi. Bu 7 tanrı ise o dönemde çıplak gözle görülebilen gezegen ve yıldızlar olan "Venüs, Mars, Merkür, Jüpiter, Satürn, Güneş, Ay" dı. Gezegenlerle kişiselleştirilmiş olan bu 7 ilahın her birine bir kat-cennet atanmıştı ve bu katların değerli taşlardan yapıldığına inanılırken kat sayısının yüksekliğine göre taşın değerinin arttığı düşünülürdü. En üst cennet olan 7.kat en değerli taş olan luludānītu'dan yapılmıştı.   

İnsanın yaratılışına Lahar ve Aşnan adlı tanrıların yaratılış mitosu üzerinden değinmiştim.
Sümer mitolojileri Babilonya'da bölgeyi fetheden yeni topluluğun kültürel yapısı ve kullandığı dili sebebiyle değişiklik gösterir. Buna rağmen insanın yaratılışı mitosunun Sümer ve Babil versiyonları arasında farklılıklar olsa da insanın yaratılış amacının toprağı sürmek, tanrılara hizmet etmek ve onların geçimlerini sağlamak yani kulluk etmek olduğu yönünde ortak noktalar bulunmaktadır.

Gözden kaçırılmaması gereken nokta şudur ki; Sümer inancındaki insanın yaratılış sebebinin "tanrılara hizmet" oluşu ile Kur'an'da da karşılaşılmaktadır.
Örneğin Zariyat suresi 56. ayette: "Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım" ve Bakara suresi 21. ayette "Ey insanlar, sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize kulluk edin" yazar. 

Bu detaydan sonra insanın yaratılışını konu alan Sümer mitosuna devam edelim. Tanrılar yeteri kadar yiyecek alamadıkları konusunda yakınırlar. Bu gibi durumlarda başvurdukları bilgelik tanrısı su-tanrı Enki uykuda olduğundan tanrıların anası olan Nammu onu uyandırır. Enki'nin isteği üzerine ilkel okyanus Nammu ile doğum tanrıçası Ninmah diğer iyi ve soylu yaratıcıların da desteğini alarak derin suların üzerindeki balçığı karıp insanı var ederler.

Bu mitosta dikkat çeken şey şu ki yaratılışta "su" ile ilişkili olan Nammu ile Enki başlangıçta baş rolü oynarken diğer tanrıların da desteği ile derin suların üzerindeki balçığı, yani sudan arındırılmış "kuru balçığı" karıp el birliği ile insan yaratılıyor. Bu mitosun Kur'an'a Hicr suresi 26.ayet ile "Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık." şeklinde dahil olduğu görülüyor.

İnsanın yaratılışı sonrası yaptıkları işi kutlamak isteyen Enki bir ziyafet düzenler. Enki ve Ninmah çok şarap içip sarhoş olduğunda Ninmah derin suların üzerindeki balçıktan biraz alıp kısır bir kadın ve hadım bir erkeği içeren 6 farklı insan yaratır. Enki hadım olan erkeğin görevinin krala hizmet etmek olduğunu bildirirken söz konusu mitos Enki'nin aklen ve bedenen zayıf bir insan yaratması ve Ninmah'a yarattığı bu acınacak yaratığın durumunu düzeltmesi için yakarması ile devam eder.
Ninmah hiçbir şey yapamadığı gibi böylesine kusurlu bir varlık yarattığı için Enki'yi lanetler.

Enki'nin aklen ve bedenen zayıf insan yaratması ile Nisa suresi 28.ayetteki "Allah (yükünüzü) hafifletmek ister; çünkü insan zayıf yaratılmıştır" arasında da bir çağrışım olabilir.

Söz konusu Sümer Tufan Mitosu olduğunda burada da azımsanamayacak detaylar ve ipuçları bulmak mümkün.

İnsanlığın tanrı tarafından büyük bir tufan ile öldürüleceği mitosu dünyanın her köşesinde farklı isim ve ufak motif farklılıkları ile görülebilen bir efsanedir. Bunun da en temel nedeni Mezopotamya üzerine sürekli gerçekleşen akınlar ve buradan diğer bölgelere gerçekleşen göç veya akınlardır.

Sümer Tufan mitosunda tanrılar insanları yok etmek isterken diğer yandan insanları kurtarmak isteyen tanrı Enki'dir. Enki, Sippar kentinin sofu kralı Ziusudra'ya bir duvarın kıyısında dikilip beklemesini söyler çünkü ona tanrıların korkunç planından bahsedecek ve kurtulma yollarını anlatacaktır.

Başlayan tufan tüm kült merkezlerinin altını üstüne getirir ve bu durum şöyle anlatılır:

Yedi gün (ve) yedi gece sürdükten sonra Tufan ülkenin altını üstüne getirdi, (Ve) büyük suların üzerindeki fırtınalar koca kayığı bir o yana bir bu yana salladı durdu. 
Göklere (ve) yere ışık saçan [güneş-tanrı] Utu göründü. 
Ziusudra koca kayığının bir penceresini açtı, Kahraman Utu ışınlarını dev kayığın içine getirdi.
Kral Ziusudra Utu'nun önünde yerlere kapandı,

Daha sonra Kral Ziusudra bir öküz öldürür ve bir koyun boğazlar; yani tanrılara kurban verir. Kral'a ne olduğu tablette şöyle anlatılır:

Kral Ziusudra, Anu'nun ve Enlil'in önünde yerlere kapandı,
Anu (ve) Enlil hoş davrandılar Ziusudra'ya, Ona bir tanrınınki gibi sonsuz yaşam verdiler,
Bir tanrınınki gibi sonsuz soluk indirdiler onun için.
Sonra, kral Ziusudra'nın, bitkiler dünyasının (ve) insanlığın soyunun adını sürdüren kişinin,
Karşı taraftaki ülkede, Dilmun ülkesinde, güneşin doğduğu ülkede oturmasını sağladılar.

Yine dikkat edilmesi gereken noktalara gelelim:
Enki'nin Ziusudra'yı uyarması ile Cebrail'in Nuh'u uyarması, tufandan sağ çıkmak için kayık veya gemi inşa edilmesi gibi noktalar tamamen ortak. Yani Enki'nin (Şeytan) yerini Cebrail almış. İbrahimi dinlerin bir çok mitolojiden beslendiği ve en çok Sümer, Babil ve Mısır'dan beslendiği her defasında öne çıkacak bir gerçektir.

Daha önce defalarca olduğu gibi Sümer dininin kutsal olan 7 rakamı bu efsanede "7 gün ve 7 gece" ifadesi ile ortaya çıktığı gibi bir başka mitosta tekrar kendini gösterecektir.

Örneğin Enki ile Ninhursag mitosunda Ninhursag çılgına dönerek Enki'ye korkunç bir lanet okur.  Öyle ki tanrılar bile dehşete kapılırlar. Ninhursag'ın bu büyük laneti üzerine Enki bedeninin 7 yerinden hastalığa yakalanır.

Son olarak bir diğer ve İbrahimi dinlerde bariz şekilde yer almış, oldukça önemli mitos, temelde tarımcı, yani çiftçi ile çoban arasındaki rekabeti anlatan Dumuzi ile Enkimdu mitosudur.
Bu efsanede Babilonya adı İştar olan İnanna kendine bir koca seçecektir. Önünde iki seçenek vardır, ya çoban tanrı Dumuzi yani Tammuz ya da çiftçi tanrı Enkimdu'yu seçecektir. Güneş tanrı Utu, kız kardeşine Dumuzi ile evlenmesini söylese de İnanna, Enkimdu'yu istemektedir.

Dumuzi eş olarak onu seçmesi gerektiğini ve İnanna'ya Enkimdu'dan daha fazlasını sunabileceğini söylerken diğer yandan Enkimdu rakibi olan Dumuzi'ye İnanna'dan vazgeçmesi için hayvanlarına ot sağlamak, ona buğday ve fasulye vermek gibi türlü tekliflerde bulunur. İkili arasında sözlü yarışma devam eder ve İnanna sonunda eş olarak çoban tanrı Dumuzi'yi seçer.

İşte bu mitos toplumdan topluma aktarılırken giderek değişir, her kültürün efsanelerinde ve inanışlarında farklılaşarak yer alır. Öyle ki Yehova'nın çiftçi olan Kayin'in ürünlerinden oluşan adakları reddetmesinin temelini oluşturduğu gibi Kur'an'da şu şekilde yer alır:

“Onlara Âdem’in iki oğlu hakkındaki haberi gerçek olarak oku. Hani her biri birer kurban sunmuşlardı da birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti..." (Maide suresi 27. ayet)

Sümerlileri yenen Sami'ler Sümer çivi yazısını benimsemiş olmakla birlikte, Sümerceden tamamen farklı olan bir Sami dili olan Akadça'yı yazabilmelerine olanak verecek uyarlamalar yaptılar. Tam da bu yüzden Babilonya ve Asurlularca benimsenen Sümer tanrı ve tanrıçalarının bir çoğu söz konusu Akad mitolojisi olduğunda uyarlanmış olan Sami adları ile görünürler. İnanna = İştar, Utu = Şamaş, ay-tanrı Nanna = Sin olurken tapınak isimleri ve ayin terimleri Sümerce biçimiyle değişmeden kalmıştır, tıpkı Latince'nin kilisenin dinsel tören dili olarak kalması gibi.

İşte bu yüzden ilerleyen süreçte Babil-İslam ilişkisini, Sümer ve Babil mitoslarının her birini tek tek ve daha detaylı şekilde ele alacağım gibi mitoloji ve arkeolojinin ortaya çıkardığı gerçekleri savuşturmak için sığınılan 124.000 peygamber yalanını da ayrıca işleyeceğim.

Mitolojiyi bilmek, geçmiş inanışlara dokunabilme, insan akıl ve hayal gücünün çalışma şeklini keşfedebilme ve dinlerin kökenine inebilme imkanı tanır.
Esen kalın.

MARDUK'UN KEHANETİ VE TANRININ ÇALINAN HEYKELİ

Hazırlayan: A.Kara
din ve mitoloji, Marduk, 1.Nebukadnezar, Marduk heykelinin çalınışı, Çalınan Marduk heykeli, Asur tanrısı Aşur, Elamitler, Antik tarih, tarih, A, mitoloji, sümer mitolojisi, Enki'nin oğlu,

MARDUK'UN KEHANETİ VE TANRININ ÇALINAN HEYKELİ

İnsanlığın yaratıcısı ve koruyucusu olan güçlü tanrı Enki'nin oğlu olan Marduk, Mezopotamya mitolojisinde ve Babil tarihinde önemli bir rol oynamaktadır.

Babil, Marduk kültüne adanmış "kutsal şehir" idi ve şehirde onun tapınağı, altında da bir heykeli vardı. Antik çağda Babil neredeyse "dünyanın merkezi" olarak kabul edildi. Hatta Büyük İskender bile oranın güzelliği ve gücü ile büyülenmişti.

Eski bir Asur metni olan ve “Marduk Kehaneti” olarak da bilinen metin "Sulgi Kehaneti"nden de bahseder. Bu metinlerde Marduk'un Hitit, Asur ve Elamitlerin topraklarına olan yolculuklarını gördüğümüz gibi aynı zamanda güneybatı İran'ın eski bir ülkesi olan Elam'dan gelerek Marduk'u yeniden yönetecek olan krala dair kehaneti de görmek mümkündür.

Tarihçilere göre Marduk Kehaneti MÖ. 713-612 tarihleri arasında yazılmıştır. Bu eski belge Asur İmparatorluğu'nun ilk başkenti olan Asur kentindeki bir tapınağa yakın olan Cin Evi'nde ortaya çıkarıldı.

Bu belge büyük olasılıkla Kral 1.Nebukadnezar döneminde yazılmıştı ve çoğu tarihçiye göre bu yazıt onun zaferlerini kutlamak için kullandığı bir propaganda malzemesiydi.

Marduk kehaneti eve tanrı heykelini getirerek huzuru ve düzeni geri getirecek güçlü ve kudretli bir kralın dönüşünü anlatır.

Kral 1.Nebukadnezar: "Elam'a girdim ve çalınan Marduk heykelini geri getirdim".
Babil Kralının listesi onun 22 yıl boyunca hüküm sürdüğünü bildirir ve bir kudurru, Kral Nebukadnezar'ı işaret eder:
"Elamitlere karşı olan savaş sırasında tanrı Marduk'un heykelini geri aldım."

Babilliler üzerlerine oyarak ve keserek hitabeleri yazdıkları oyulmuş taşlara sahiptiler ve onlara "kuduru" diyorlardı. Sadece ekonomik ve dini nedenlerden ötürü değil, aynı zamanda Babil'deki Kassite egemenliği döneminden günümüze kalan tek sanat eseri olarak da önemliydiler (M.Ö. 16-12. yüzyıl). Bu kudurruların üzerine birçok önemli tarihi olay yazılmıştır.

Marduk Kehaneti'nin Kral 1.Nebukadnezar'a bir hediye olarak yazıldığı düşünmesine rağmen, belgenin başka bir amaca hizmet etmiş olması da mümkün.

Cin Evi'nde kazı yaparken arkeologlar ilginç bir şekilde diğer olaylarla da ilgili birkaç çivi yazısı tablet buldular.

“Marduk Kehaneti” dışında metnin yazarının Nebukadnezar'ın Elamit seferlerine ilişkin endişesi yer alıyor. İlaveten Asur baş tanrısı Aşur'un Marduk'dan daha üstün olduğunu ilan eden bazı metinler de bulundu.

Bu metinler bazılarının Marduk Kehaneti'nin, Asur'un başkenti Ashur'un en önemli ilahı olan tanrı Aşur ile ilgili olarak Marduk'un nasıl değerlendirildiğini anlatmak için yazıldığını düşünmelerine de yol açtı.

Kehanet ayrıca astrolojik kehanet metinleri içerir ve belirli takımyıldızlarıyla ilişkili bazı eski yerlerden bahseder.

Marduk ve Sulgi kehanetleri ile Uruk Kehaneti'nde olduğu gibi pek çok tahminin de aynı şekilde astrolojik külliyat ile tam olarak paralel olduğu görülüyor.

Babilliler ve Sümerler astronomi konusunda çok ileri bilgiye sahip olduklarından, çeşitli nedenlerden dolayı inandıkları gök cisimlerini keşfetmeleri şaşırtıcı değildir ve kehanet öngörüleri, astrolojik kehanetler ve astronomik olaylar arasında belirli paralellikler vardır.

İNANNA

sizden gelenler, sümer mitolojisi, Sümerler, İnanna, Sümer tanrıçası İnanna, Tanrıça İnanna, Sümer üreme tanrıçası, Dumuzi ve Inanna, Nevruz, mitoloji, Toprak ana,
F*HİŞE İNANNA
Yazıma başlamadan önce biraz sert ve birazda açık cümleler kuracağımı belirtmek zorundayım. Çünkü atalarımız gayet açık ve bize göre ahlaksız konuşarak bazı bilgiler aktarmıştır.

Günümüz insanı, belki de ilmiye çığ nedeniyle İnannayı bir f-hişe, hatta hayat kadını olarak tanımaktadır. Bazı yorumlara denk geldiğim kadarıyla hakaret boyutuna varan söylemler oluşuyor. Öncelikle günümüz algılarımızı, gidip Mö. 2500 yıllarda yaşamış bir mitoloji için kullanamayız. bu başlı başına yanlış bir tarih okuması olur.

İnanna, evet bir f-hişedir. Ancak bizdeki f-hişe kavramı ile o günkü atalarımızın f-hişe kavramı farklıdır. Bizler bugün ki ahlaki yapımızla onunla bununla sevişen biri olarak tasvir ediyoruz. Ancak İnanna kavramı, o günlerde Kutsal rahibe olarak geçmektedir. Kendisi bir yandan kadınların cinselliğini temsil ederken, bir yandan da anaerkilden, ataerkile geçen bir süreç içerisinde, bir simge hatta baş kaldırı olmuştur.

Ana tanrıça figürünün, toprak ana olması konusu ile üreme yoluyla gelişmeyi göstermiş ve bu olgu İnanna ile özdeşleşerek, tanrılar panteonun da kendine önemli yer edinmiştir. Sanıldığının aksine İnanna tek bir kişiliği belirtmez. İnsanlığın vazgeçilmez unsuru olan kadınları da temsil eder. Toprak üzerinden bütün kadınları temsil ederken, aynı zamanda ANUNNA ( İNANNA ) ismine bile riayet etmiştir.

İnanna, başlıca bir mit hikayesinde karşımıza çıkar, Gılgamışın arkadaşı Enkidu erkek karakteri ile tam bir hayvandır. Ancak, kutsal f-hişe ile ilişkiye girdikçe insanlaşmaya başlar. İnanna üzerinden şekillenen kutsal f-hişe, bir hayvanı insanlaştırmıştır. Bu da bize erkek yani eril ırkın, kadın olmadan hayvandan beter bir halde olduğunun göstergesi olduğunu gösterir. Ayrıca bu bölüm bize hayvandan insana geçen evrimleşmenin, kadından üreme yöntemiyle bir sonra ki nesle aktarımını gösteren bir hikaye olarak yorumlanabilir.

İnanna, ikincil bir hikayesinde, sevgi üzerinden karşımıza çıkar. Bir tarafta tarım tanrısı Emkimdu ve çoban tanrısı Dumizi arasındaki çekişmede karşımıza çıkar. İnsanlık tarihinin en önemli olgusu olan tarım ve hayvancılık toplumu kavramında bile İnanna belirleyici bir yönde karar verir. Çiftçinin oğlu tarafından tecavüze uğrayan inanna, sonuç olarak Dumizi'yi seçer. Bu hikaye hiç de hafife alınamayacak bir hikayedir. Bugün bile günlük hayatımızda bir kadın uğruna savaşan iki erkeği görebiliriz.

İnanna, Toprak anadan aldığı misyon ile toprak rolüne soyunur. Sümer halkının çok açık sözlerle cinsel ilişkiyi anlattığı bölümlerde başrolde İnanna olur. Doğurganlık üzerinden erkeğin spermeni içine aldığı ifade edilir. Mitlerde bu bölüm gayet açık ve doğaldır. Erkeğin organı boğaya benzetilerek güç ile birleştirilmiş ve kadının narin vücudunda doğurganlık anlatılmıştır. Bu durum aslında yağmurun toprağı döllemesi ile alakalıdır.

İnanna, başka mitolojik bir hikaye de, karşımıza baharın gelişi ile alakalı olarak gelmektedir. Bugün insanların nevruz diyerek kutladığı olay, Dumizi'nin yer altından çıkarak İnanna'yla birleşmesi ile alakalı olarak tasvir edilmiştir. Yani bereket kültü direk kadın figürünü temsil eden İnanna ile gerçekleşir. Şayet İnanna'yı buradan çekip alın dünya çorak kalır. Eski çağ atalarımız dini ritüellerini taklit üzerine kurmuş ve bu ilişkiyi çağın rahibi ile kutsal f-hişe üzerinde gerçekleştirmiş ve bereketi beklemişlerdir.

İnanna, yani KADIN hayatımızın vazgeçilmez bir parçadır. Ölüm hiklayemizde bile, yer altı dünyasına inen ve dirilen İnanna'dır.

Bu nedenle paganizm felsefesini lütfen sapkın olarak görmeyelim. Birebir içinde yaşadığımız doğa ve erkek kadın ilişkisi ile birebir alakadır. Atalarımızın aptal olmadığı bilerek bu şekilde tarihimizi değerlendirelim. Saygılarımla...

SİZDEN GELENLER | Yazan & Çeviren: Haşim Ural

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

SÜMER BİRA VE ALKOL TANRIÇASI NİNSAKİ

sümer mitolojisi, Sümerler, Biranın tarihçesi, Antik dönemde bira ve alkol, Ninsaki, Bira tanrıçası Ninsaki, Sümer tabletlerinde biranın yapılışı, Eski toplumlarda bira, Sümer efsaneleri, Sümer tabletleri,
BİRA VE ALKOL TANRIÇASI NİNSAKİ

Ninkasi günümüzde Irak'ta Dicle ve Fırat olarak bilinen büyük nehirler arasında yer alan Mezopotamya'da tapınılan Sümer bira ve alkol tanrıçasıydı.

Günümüzde bile ne kadar fazla insanın alkollü içki içtiğini, sevdiğini düşünürsek Ninkasi'nin de Mezopotamya tanrıları arasında çok sevilen bir tanrı olduğu açıktır.

TANRIÇADAN BİR HEDİYE : BİRA
Ninkasi antik dönem insanları tarafından tapılan tek bira tanrıçası değildi. Eski Mısır'da tanrıça Hathor ve Menket de birayla ilişkilendirilmişti.

Bira Ansiklopedisi'nde şöyle diyor:
"Mayalanmış içecek tanrıçalarının Afrika ve Hindistan'daki izole kabile grupları arasında görüldüğü gibi günümüze kadar hayatta kaldıklarını öğreniyoruz. Tüm biralara her ikisi de İnka medeniyetinin yükselişinden çok önce var olan dünya tanrıçası Mama Sara ve Pauchua Mama'ya edilen dualar ve sunulan teklifler eşlik ediyordu.

Tıpkı tanrıçaların insanlara bira armağan ettiğine inanıldığı gibi tarihsel olarak kadınlar bira yapıcıları olmuşlardır. Kadınların erkek egemen avcı-toplayıcı topluluklardaki güç ve statülerini korumak için bira yapma becerilerini kullandıkları açıktır. Modern dünyanın bazı uzak köşelerinde kadınlar hala bira yapımı sayesinde hâkimiyetlerine devam ediyor."

BİRA TANRIÇASI NİNSAKİ'NİN İLAHİSİ İLE BİRA TARİFİ
Ninkasi Uruk'tan bir kralın kızı ve Asurlarda iştar olarak bilinen Mezopotamya tanrıçası İnanna tapınağının rahibesiydi. Ninkasi'nin birkaç sorumluluğu vardı. Tanrı Enki’nin sekiz yarasından birini iyileştirmek zorunda kalan sekiz çocuktan biriydi ve her gün bira hazırlardı.

Irak'ta kazı yapan arkeologlar tarafından "Ninkasi'nin ilahisi" olarak bilinen antik bir şiir keşfedildi. Bir kil tablete yazılmış olan bu şiir aslında bira yapımını anlatan bir tariftir. Aynı zamanda bira üretimiyle kadınların haneye hem ekmek hem de bira sağlama konusundaki sorumlulukları arasındaki bağlantıyı ortaya çıkaran en eski kayıttır.

Bilindiği gibi kil tabletler Sümerler tarafından icat edilen en eski yazma sistemlerinden biriydi.


NİNSAKİ'NİN İLAHİSİ
Okumadan önce önemli not: Bappir bir tür antik Sümer ekmeğidir.

Akan suların kaynağı
Ninhursag tarafından şefkatle bakılıp ilgilenilen,
Akan suların kaynağı
Ninhursag tarafından şefkatle bakılıp ilgilenilen,

Kasabanı kutsal gölün yanında kurmak,
O senin için harika duvarlarını inşa edip bitirdi.
Ninkasi şehrini kutsal gölün yanında kurdu.
O senin için duvarlarını bitirdi.

Baban Enki, Lord Nidimmud.
Annen, kutsal gölün kraliçesi Ninti.
Ninkasi, baban Enki, Lord Nidimmud,
Annen, kutsal gölün kraliçesi Ninti.

Hamuru büyük bir kürekle işleyen tek kişisin,
Bappir çukurunda tatlı aromalar karıştırarak,
Ninkasi hamuru işleyen tek kişi sensin ve
Bir çukurun içinde bappiri bal ile çırpan,

Büyük fırında bappir yapan kişi sensin,
Kabuğu soyulmuş tahılları mayalayan,
Ninkasi, bappirleri büyük fırında pişiren sensin,
Kabuğu soyulmuş tahılları mayalayan,

Yerde duran maltı sulayan sensin,
Asil köpekler potentaları bile uzak tutuyor.
Ninkasi, yere düşen maltı sulayan sensin,
Asil köpekler hükümdarları bile uzak tutuyor.

Malt'ı bir kavanozun içine sokan sensin,
Dalgalar yükseliyor, dalgalar düşüyor.
Ninkasi, maltı kavanozun içine sokan sensin,
Dalgalar yükseliyor, dalgalar düşüyor.

Pişmiş püreyi büyük kamıştan hasırlara dağıtan sensin,
Serinlik üstesinden gelir,
Pişmiş püreyi büyük kamıştan hasırlara dağıtan sensin,
Serinlik üstesinden gelir,

İki eliyle büyük tatlı arpa mayasına sahip olan sensin,
Onu bal ve şarapla mayalayan
Sen, kabın tatlı mayası
Ninkasi, (...) Sen kaba giden tatlı maya

Hoş bir ses çıkaran filtre kabı,
Sen uygun şekilde büyük bir toplayıcı fıçıya yerleştirirsin.
Hoş bir ses çıkaran filtre kabı,
Sen uygun şekilde büyük bir toplayıcı fıçıya yerleştirirsin.

Sen toplayıcının fıçısından süzülmüş birayı döktüğünde,
Bu, Dicle ve Fırat'ın saldırısı gibidir.
Ninkasi, toplayıcının fıçısından filtrelenmiş birayı döken sensin,
Bu, Dicle ve Fırat'ın saldırısı gibidir.

BİRA SÜMER TOPLUMUNDA DEĞERLİYDİ
Amerika Arkeoloji Enstitüsü tarafından yayınlanan "Antik Bir Bira Mayalamak" dergisinde “kil tabletlerde korunan eski metinlerin en eski biranın Sümer yapımı olduğunu gösterdiğini, belirlediğimiz kadarıyla biranın Sümer toplumunda önemli bir rol oynadığını gösteriyor. Tüm sosyal sınıflardan erkekler ve kadınlar tarafından bira tüketiliyordu.

Araştırmacıların derlediği Sümer ve Akad sözlüklerinde bira kelimesinin tıp, ritüel ve mit ile ilgili konularla ilişkili olduğu görülmektedir. "Bira salonu" kavramının 18. yüzyılda Hammurabi tarafından oluşturulan yasalarda özel bir şekilde ifade edildiği görülmektedir.”

Daha önceki bir yazıda da belirttiğim gibi bira ve mayalı içecekler eski toplumlarda o kadar popülerdi ki Sümerler'de işçilere maaş olarak bira veriliyordu. Benzer şekilde Mısır'lılar da birayı çok değerli bir içecek olarak kullanmışlardır.

Bira muhtemelen M.Ö. 7000'de Orta Doğu'da doğmuş olsa da antik Çinlilerin pirinç, bal ve meyveden yapılmış, Kui olarak bilinen biraya benzer bir içecek tükettiklerini unutmamak gerekir.

Diğer alkollü içeceklerin tarihi ise çok daha eski olabilir. Araştırmacılar eski uygarlıkların yaklaşık 10.000 yıl önce alkolü icat ettiğini düşünüyor.



Yazan: Anu

GILGAMIŞ

mitoloji, sümer mitolojisi, din ve mitoloji, A,Gılgamış hakkında,Gılgamış kimdir?, mezopotamya mitolojisi, Tummal yazıtı,Gılgamışın mezarı
Çoğu yazar ve akademisyen binlerce yıl önce yaşamış olabileceğini iddia etse de, Gılgamış genellikle Sümer mitolojisinin efsanevi bir karakteri olarak kabul edilir. Yeryüzündeki ilk kahraman olarak anılır ve Gılgamış Destanında merkezi bir figürdür.

Sümer Kraliyet Listesi'ne göre Gılgamış, tanrıça Ninsun'un ve Kulab ilçesinin kralı ve Uruk kentinin beşinci kralı Rahip-Kral Lugalbanda oğludur (Irak'taki İncil'deki metinlerde, şimdiki Warqa'da). [Yıl MÖ 2750]

Büyük olasılıkla MÖ 2800 ile 2500 arasında hüküm sürdü ve ölümünden sonra tanrılaştırıldı.

Gilgamış Lugalbanda'nın kralı olmayı başardı. O, 126 yıl boyunca hüküm sürdükten sonra tahtı 30 yıl boyunca hüküm sürecek olan oğlu Ur-Nungal'a vermiştir.

Uruk'un kralı olan Gılgamış, genellikle bir insan olarak anılırken üçte ikilik bir tanrı ve üçte biri kadar insan olduğu söylenir.

Gılgamış'ın tanrılar tarafından güç, cesaret ve güzellikle kutsanmış olduğuna ve var olan en güçlü ve en büyük kral olarak adlandırıldığına inanılmaktadır.

Sümer dili okuyan ilk araştırmacılar, ismini hatalı şekilde "İzdubar" şeklinde okumuşlardır.
O belki de en çok Gılgamış Destanı olarak da anılan Gılgamış Şiirinin kahramanı olarak bilinir.

Gılgamış Destanı dünyanın en eski edebi eseri olarak kabul edilir ve dünyada bilinen en eski edebi yazılar arasında yer alır. Çalışma, 3. veya 2. binyıl sonlarına dayanan çivi yazılarında bir dizi Sümer efsanesi ve şiiri olarak ortaya çıkmıştır.

Tarihçiler, Gılgamış Destanı'nın İlyada ve Odise üzerinde önemli bir etki yaptığını kabul ederler.


Gılgamış Destanı, bir dizi tehlikeli görev ve maceraya başlarken, arkadaşı Enkidu ile birlikte seyahat eden tanrıça Nnisun'un oğlunu takip eder.

Karşı konulamaz bir kral olan Gılgamış yeni evli Uruk kadınıyla yatmıştı. Bu insanları mutsuz etti.
Yaratılış tanrıçası olan Aruru, Gılgamış'a karşı koyabilecek bir güç olarak Enkidu adlı güçlü bir vahşi adam yaratır.

Gılgamış ve Enkidu, Gılgamış'ın kazanan olarak çıktığı büyük bir savaşla mücadele eder. Sonrasında Gılgamış Enkidu’nun hayatını değiştirir ve arkadaş olurlar. Birlikte maceralara devam ederler. Humbaba'yı (Huwawa'nın Doğu Semitik adı) ve Cennetin Boğasını birlikte yenerler.

Gılgamış Destanında Enkidu, Tanrıların bir ceza olarak indirdiği bir hastalık yüzünden ölür. Bu olay Gılgamış'ın ölümünden korkmasına neden olur. Büyük tufandan kurtulan Utnapiştim adasını ziyaret etmeye karar verir çünkü ölümsüzlüğü aramaktadır.

Fakat Gılgamış ölümsüzlüğün sırrını bulamaz. Birçok kez başarısız olur ve sonunda Uruk'a döner. Ölümsüzlüğün onun ulaşabileceğinin çok ötesinde olduğunu fark eder.

Edebiyatın eski eserlerinde Gılgamış'ın ismi birçok yerde gerçeğine rağmen, günümüz araştırmacıları onun gerçekten yaşadığına dair kesin bir kanıt bulamadılar..

Gılgamış, Gılgamış'ın yaşamı boyunca ya da yanında yaşamış olduğuna inanılan, bilinen tarihi bir figür olan Kish Kralı Enmebaragesi'nin hükümdarı olarak anılır.

İşbi-Erra döneminde meydana gelen otuz dört satırlık bir tarih yazımı olan Tummal Yazıtı, Urg surlarının inşası sırasında Gılgamış'tan şöyle bahseder: "Tummalık 2.kez yıkılır, Gılgamış Enlil için Kununurra evini inşa eder. Gılgamış'ın oğlu Ur-lugal, Tummal'ı yüce ilan eder ve Ninlil'i Tummal'a getirir."

Me-Turan'da (modern Tell Haddad) bulunan destansı metnin parçaları, ölümünden sonra Gılgamış'ın nehir yatağının altına gömüldüğünü gösterir.

Kaynaklar:
Sümerler: Tarih, Kültür ve Karakter — Samuel Noah Kramer,
Gılgamış Destanı: Akademi ve Sümerdeki Babil Destanı ve Diğer Metinler - Andrew George,
Mezopotamya'dan Efsaneler: Yaratılış, Sel, Gılgamış ve Diğerleri (Oxford Dünyası Klasikleri) - Stephanie Dalley,
Aramızda Gılgamış: Antik Epik ile Modern Buluşmalar - Theodore Ziolkowski

Yazan & Derleyen & Çeviren: A.Kara

ANUNNAKİ'NİN ATASI "ANU"

A, Anu, Anunnaki, Anunnaki'nin atası Anu, Anunnakiler, Anunnakilerin babası, Cennetten gelenler, mitoloji, sümer mitolojisi, Sümer panteonu, Sümer tanrıları Anunnakiler, Tanrıların babası,
ANU, TÜM OTORİTENİN YÜCE KAYNAĞI VE ANUNNAKİ'NİN ATASI

Sümer panteonun en eski tanrılarından olan Anu, tanrıların babası ve ilk kralı olarak kabul edilir ve antik Anunnaki'nin atası olarak anılır. Sümerliler için kutsal olan 60 rakamı ile ilişkilendirilmiştir.

Sümer mitolojisinde An yada Akadca adıyla Anu "gök" demektir. O gökyüzünün tanrısı, takımyıldızlarının efendisi, tanrıların kralı olarak tanınırdı ve gökyüzünün en yüksek yerinde karısı Ki (Sümer'de "Dünya" veya Akadca'da Antu) ile birlikte yaşardı.

Suç işleyenleri yargılama yetkisine sahip olduğuna ve yıldızları kötülüğü yok etmek için asker olarak yarattığına inanılıyordu. (Bkz: Kur'an'da Allah'ın yıldızlarla şeytan taşlaması)

Onun niteliği kraliyet tacı idi. Hizmetkarı ve bakanı, tanrı Ilabrat'dı.
Daha da önemlisi o, eski Mezopotamya'daki rüzgar, hava, toprak ve fırtına tanrısı Enlil'in babası ve tüm otoritenin en yüce kaynağı olan Anunnaki'nin atasıydı.

Peki, eski Anunnaki kimdir?
ANUNNAKI terimi; ANU: “Cennet” -NNA: “İnmek” - KI: “Dünya”: “Cennetten dünyaya inenler…”

Bugün pek çok yazar onların bir tanrı yada melek olmadıklarına ikna olmuştur fakat  üstün fizik bilgisine ve ilkel insanın genleri, dnaları üzerinde oynayabilecek gelişmiş teknolojiye sahip olan dünya dışı varlıkların ilkel insanı geliştirerek köle olarak kullandığı görüşü vardır.

Anunnaki gibi bir teknolojik uygarlık ile daha önce hiç karşılaşmamış olan ilkel insanların onların önünde diz çöktüğü düşünülmektedir.

Başka bir deyişle bu "ziyaretçiler", ilkel insanın anlamadığı bir teknolojiye sahip oldukları için "yüce tanrılar" olarak yanlış yorumlanmıştır.

An, Sümer panteonunun en güçlü ve en önemli tanrılarından biriydi ve Anunnaki Tanrılarının, An ve onun eşi Ki'nin oğulları olduğuna inanılıyordu. Birçok araştırmacı Anunnakiler'in tam olarak "An'ın çocukları olduğunu söylemektedir.

Anunnaki'lerden “karar veren yedi tanrı” şöyle listelenebilir: Bir, Enlil, Enki, Ninhursag, Nanna, Utu ve İnanna.

Anunnaki'den bahsederken bilmek gerekir ki eski Sümer tabletleri bu Tanrılara yalnızca eterik yaratıklar olarak gönderme yapmazlar, onları insan gibi vücudu ve kanı olan biyolojik varlıkları olarak tanımlarlar.

Tanrılar hakkında konuştuğumuzda, gerçekliğin belirsiz bir düzleminin sınırlarından çıkan bulutsu, göksel varlıkları, ruh hallerini hayal ediyoruz ancak, Sümerlerin Anunnaki'ye verdiği tanım bu değildir.

Antik Sümerler’e göre bu tanrılar her yönden gerçekti. Tanrılar insanla bir arada yaşarlardı (Bkz Mormon inancı). Bu göksel varlıklar yaşamlarını paylaşmış ve yeryüzündeki antik şehirlerde insanla bir arada yaşamışlardı. Fiziksel ve elle tutulabilir varlıklardı, kimi zaman yemek yediler, kimi zaman uyudular ve hatta öldüler.

Bu tanrılar herkesin gözüyle görülebilirdi; Onlar, gök gürültüsüne benzer sesler çıkaran, alev çıkaran ve dağları titreten araçlarla göklere doğru hareket ediyorlardı.

Anu, Babil'in güneyindeki Uruk (İncil'deki Erech) şehrinin E-anna tapınağı ile ilişkilidir ve buranın, Anu'nun ibadetinin özgün yeri olduğunu işaret eden iyi bir neden vardır.

Uruk'taki Anu'nun tapınağına E-an-na (cennetin evi) denir. Cennetteki tahtında oturan Anu egemen olduğu tüm nitelikleriyle betimlenir: asa, taç, baş örtüsü ve personelleri gibi…

Onun ordusunu yıldızlar oluşturuyordu. Sembolik olarak krallar güçlerini doğrudan Anu'dan alıyorlardı. Bu yüzden faniler değil, egemenler, hükümdarlar olarak adlandırıldılar.

Anu'ya aşağıdaki 3 şey olarak tapılmıştır:
"Tanrıların babası" (abû ilâni),
"Cennetin babası" (ab shamê),
"Cennetin kralı" (il shamê).

Anu'nun batı sami dilindeki eşdeğeri tanrı El olurdu. Aynı zamanda Filistinler ve Fenikeliler'in Dagon Tanrısı ile eşdeğer gibi görünmektedir.

Astronomik açıdan Anu, gökyüzünün ekvator ile çakışan bir bölgesi olan An yolu ile (ya da An'ın yolu) ile ilişkilendirilmiştir.

Kaynaklar:
Beaulieu 2003, The pantheon of Uruk.
Ebeling 1932, "An-Anum".
Foster 2005, Before the Muses.
Frayne 2008, Presargonic Period.
George 1993, House Most High.
Grayson 1987, Assyrian Rulers ... (to 1115 BC)
Horowitz 2001, Mesopotamian Cosmic Geography.

Yazan & Çeviren: A.Kara