HABERLER
Dini Haber
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

KUR'AN DEĞİŞMİŞ MİDİR?

sizden gelenler, Kur'an, Kur'an değişmiş midir?, Kur'an değiştirildi mi?, islamiyet, din, Kuran bozulmamış mıdır?, Zeyd, Halife Osman tarafından değiştirilen Kur'an, Hangisi doğru kitap, Kuran evrenseldir denir. Kuran Sayın Muhammet'in en büyük mucizesidir denir. Ancak Sayın Muhammet Kuran diye bir kitabı hayatında görmemiştir. Kuran'da pek çok ayette "Bu kitap" denir. "Bu kitabı biz indirdik" veya "Bu kitap apaçık ayetlerden oluşur" denir. Ancak ayetler geldiğinde!!! ortada kitap falan yoktur. Sayın Muhammet Kuran diye bir kitabın varlığından haberi bile olmadan ölüp gitmiştir.

Bunları ben nereden biliyorum ? Bunları İslam'ı kötüleyen kitaplardan değil, herhangi bir ateist kaynak dan değil direk İslam'ı anlatan, İslam'I öven, İslam'ın ve Muhammet'in tarihçesini anlatan, hak din islamdır diyen, İslam'i kaynaklardan ve sahih hadislerden okuduğum için biliyorum. Kaynaklar yazının altındadır.

Sayın Muhammet'in ölümü ile birlikte bilindiği üzere ilk Halife Ebu Bekir olur ve dinden çıkanlara karşı savaş başlatır (Ridde). Bu savaşlarda ayetleri ezberlemekle yükümlü 7 hafızdan 4 ü ölür ve elde 3 tanesi kalır. Ömer'in de baskısı ile Ebu Bekir önce gönüllü olmasa da sonradan ayetleri bir kitap haline getirmeyi kabul eder. Zeyd İbn Sabit isminde bir gence bu görev verilir.

Zeyd'in ilk Kuran'ı toplarken elindeki veriler şunlardır :

1.) Sayın Muhammet'in evinden, yatağının altından çıkan deriye, hayvan kemiklerine, taşlara yazılmış ayetler
2.) Hayatta kalan 3 ezberleyicinin beyanları.
3.) Etrafa haber salınarak Muhammet'ten ayet duyduğunu söyleyenler en az 2 şahit ile bunu ispat ederse kitaba geçirilecekti.

Bu şekilde yaklaşık bir yıllık bir çalışma ile Zeyd ortaya bir kitap çıkarttı ve adına Kuran denildi. Şimdiki biline Kurandan daha büyük ve daha çok ayet var içinde.

Ebubekir'in ölümüyle başa halife olarak Ömer geçti ve onun ölümü ile başa üçüncü halife Osman geçti. Eldeki Kuran'da Ömer'in kızı Hafza'nın korumasına verildi. Ancak Halife Osman eldeki bu tek Kuran'ı Hafza'dan istetti ve yeniden bir kitap daha yazdı. İlk Kuran'daki pek çok yeri çıkarttı ve yeni eklemeler yaptı. Çıkartılan musaflar yakıldı. İlk kitaptan geriye kalanlar yeniden Hafza'ya yollandı ve Hafza'nın ölümüyle birlite bu ilk Kuran'da yakılarak yok edildi.

Osman'ın topladığı kitaba yeni Kuran budur denildi. Bugün herkesin bildiği Kuran diye biline kitap Osman'ın topladığı kitap. Ancak bunun da orijinali yok. Kuran'ı toplayan Osman'ın müslümanlarca linç edilerek öldürüldüğü, ölünce cenazesinin bile yıkanmadığını, müslüman mezarlığına gömülmediğini ayrıca belirteyim.

Şimdi Kuran'ın doğru kitap olduğunu kabul etsek dahi hangisi doğru kitap. Hadi mantıken eldeki verilerin daha güvenilir olması açısından ilk toplanan kitap doğru diyelim. Ancak bu kitap yakılarak yok ediliyor ve Osman'ın kitabı doğru kabul ediliyor. İlk kitap ile ikinci kitap arasında dağlar kadar fark olduğu çok açık. Çünkü ilk kitap yok ediliyor. Neden ?

Kuran'ı asıl kitap haline getirmesi gereken, hiç kimseye bu işi bırakmaması gereken asıl kişinin Sayın Muhammet olması gerekmez miydi ? Muhammet'in bu görevi yapmaması büyük bir ciddiyetsizlik örneği değil midir ?

Muhammet'ten yıllar sonra iki defa derlenen ve birincisi yakılarak yok edilen bir kitaba değişmemiştir, aslını korumuştur demek ve güvenilirdir demek ne kadar mümkündür.

Suyuti'nin El-İtkan (2/32)'inda geçen şekilde İbn Ömer şöyle diyor : "Hiçbiriniz Kuran'ın tümünü aldım (elimde bulunduruyorum) demesin. Bilemez ki Kuran'ın çoğu yok olup gitmiştir. Ne kadarı ortada varsa o kadarını elimde tutuyorum desin"

Kaynaklar:
Buhari es-sahih; Kitabul Fedail-ül Kuarn Menakubul Ensar. Sahih-i Buhari Muntasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi  |  Dr. Subhi e's -Salih; Mebahis fi Ulumil Kuran  |  Celaleddin Suyuti, el-itkan fi Ulumil  |  Kuran  |  Müslim e's Sahih  |  Ebu Davud

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

BLOODY MARY EFSANESİ

sizden gelenler, bloody mary, bloody mary efsanesi, efsaneler, korkunç efsaneler, kültürel korku efsaneleri, kanlı mary, üç kez bloody mary derseniz, hristiyan korku efsanesi, inanışlar,
Bloody Mary günümüzden 150 sene önce yaşamış bir kız, daha önce ki doktorlar bu günkü bilim ve teknolojiye sahip değillermiş. Mary’nin kalbinden rahatsız olduğunu anlayamamışlar. Bir gün kızın kalbi aniden durmuş ve öldüğünü sanmışlar. Ailesi bunu duyunca yıkılmış kızlarının ölümüne anlam verememişler.

Cenaze töreninde kızın koluna bir iplik takmışlar ve yaşıyorsa kolundaki iplik çanı çekince çalar diye düşünmüşler tabi cenazeyi gömdükten sonra tüm aile üzgün olduğu için bara içki içmeye gitmişler. Dönüşte tekrar kızın mezarına bakmak için gelmişler ve görmüşlerki ip çekilmiş çan yerde duruyormuş. Hemen mezarı açmışlar tabutu çıkarmışlar. Bir de ne görsünler zavalı kızcağız tabuttu açabilmek için tırnaklarıyla tabutu kazımış .
Elleri kan içinde kalmış ve ailesi onu bu sefer gerçekten ölü olarak bulmuşlar. Kızı canlı canlı gömmüşler.

Efsaneye göre karanlık bir odada ayna karşısında üç kez "Bloody Mary" derseniz yanınıza geliyor ve gözlerinizi oyarak sizi öldürüyor.

Çok farklı anlatılışları var bu efsanenin farklı şekillerde de internette bulabilirsiniz. Supernatural 1x5de de Bloody Mary'den bahsedilmişti.

Yazan: Meyra Yılmaz

BİR ŞEYHİN ÖLÜMÜ

sizden gelenler, bir şeyhin ölümü, din, şeyhler, sahtekar şeyhler, Allah adına konuşan, çocuk tecavüzcüsü imam ve şeyhler, din, dini öykü, deve sidiği ile çare, şeyhin evi, islamiyet,
Okuyucumuzun gönderdiği, eleştirisel tarzda, betimsel ögeler barındıran bir öykü:

Anadolu’nun güneyinde, taşranın uzak köşelerinden birinde ufak bir köy ile kasaba olmak arasında gidip gelen ama bir türlü kimliğine kavuşamayan bir yerleşim yeri bulunmaktaydı. Bu yerleşim yerinde ise oraya çok uzun zaman evvel yerleşmiş bir şeyh yaşamaktaydı ki yıllar boyunca bulunduğu bölgede oldukça saygı değer, sözü dinlenilen, güçlü bir kişi olmuştu. Kendisine ait orta büyüklükte kompleks yapıda bir evi vardı. Düzenli aralıklardaki dini toplantılarını, hasta muayenelerini ve dini eğitim hizmetlerini bu evde yapardı. Emri altında çalışan mutfak işçileri, bahçıvanı, temizlikçileri ve bir de bekçisi vardı. Kendisince mutlu bir hayat yaşayan şeyh geçen zamanın verdiği yaşlılık ve sağlığına gerekli ilgiyi göstermemesi nedeniyle yatağa düşmüştü. Ona gelen tüm hastalarına, çare arayanlarına uyguladığı yöntemleri kendisi üzerinde denemiş fakat hiçbiri iyileşmesine vesile olamamıştı. Ne yazık ki yaşadığı zaman diliminde deve sidiği ve dualı tükürüğün kardiyovasküler hastalıklar üzerindeki etkisizliğini ortaya koymuş bir bilimsel makale bulunmamaktaydı ve zavallı şeyh çareyi yanlış yerlerde aramaya mahrum kalmıştı. Onca başarısız tedavi denemesinin ardından yorgun düştüğü başka bir günün sonunda odasına giden şeyhin bir isteği olup olmadığını öğrenmek için ardından odaya giren hizmetçilerden birisi, şeyhi divanında hareketsiz öylece kalmış bulunca ne yapacağını şaşırarak çığlık atmaya başladı. Sesi duyup gelen diğer görevliler şeyhe ne olduğunu anlamaya, ona yardım etmeye çalışırlarken çabalarının boşa olduğunu biraz sakinleşince anladılar. Çünkü şeyh ölmüştü.
. . .

Köyümsü kasabada -ya da kasabamsı köyde- şeyhin seveninin çok olduğunu bilen evin görevlileri (çevreden çağrılan düzinelerce ilave işçiyle) çoktan cenaze hazırlıklarına başlamışlardı. Şeyh-ölü bedeni- ak kefene sarılı, temizlenmiş bir halde odasında yatmakta, gelecek olan yoğun kalabalık için yemek hazırlıkları yoğun bir şekilde sürmekteydi. Haberin çabucak yayılmasıyla birlikte sevenleri bölük bölük şeyhin evine akın etmeye başladı. Yola çıkmadan evvel gözlerini ısıtmaya başlayan bu insanlar şeyhin evine geldiğinde eşi benzeri görülmemiş bir ağlama merasimine tutuluyorlardı. Fakat ağlama töreni evinin büyük salon bölümünde ve dış bahçede yapılabiliyor, şeyhin bedeninin bulunduğu odaya sadece halkın üst sınıfından olan sakinler girebiliyordu. Kefeninin üzerinden şeyhin mübarek ayaklarını öpüp dualarını ederek çıkıyorlardı. Şiddetli başlayıp, bölükler halinde gelen halkla artçı sarsıntılar halinde devam eden ağlama merasimi yavaş yavaş bitmiş, herkes cenaze evinin içi ve çevresinde kendisine uygun bir yer bularak yerleşmişti. Yoğun duygular yerini çeşitli sorgulamalara bırakmış, herkesin derdine çare bulan şeyhin nasıl kendi derdine çare bulamadığına dair tartışmalar evin çeşitli bölümlerindeki halk arasında cereyan etmişti. Tüm tartışmalar “Alında yazıldıysa hiçbir şey yapamazsın.”, “Takdir-i İlahi…” , “Hepimizin sonu bu değil mi sonuçta, ibret almak lazım.” şeklindeki benzer söyleyişlerle ahenkli bir şekilde sonlanıyordu. Arada “Terzi kendi söküğünü dikemezmiş.” gibi ironili söylemlerle şeyhe saygıda kusur edenler de çıkıyordu fakat bu kişiler çekilen tevbeler eşliğinde derhal etkisiz hale getiriliyordu (susturuluyordu). İşte bu cenaze merasimine katılan halkın içersinde diğerlerine pek benzemeyen birisi bulunmaktaydı. İsmi İbrahim El-Muktedir olan bu orta yaşlı adam sessiz sakin diğerlerinden uzak kalmayı seçen fakat göze batmaktan kaçındığı için çeşitli merasim ve törensel aktivitelere katılan kafası daima karışık bir insandı. Kafasının içi sürekli sorular, düşünceler, mantıksal arayışlar, betimlemeler, gözlemler ve çıkarımlarla dolu olurdu. Şaşkınlığından ve çeşitli olaylara anlam veremeyişinden uzun yıllardır kurtulamamıştı. İşlevsel amaçla kurduğu ilişkiler haricinde yerleşim yerinin hiçbir sakiniyle derin bir ilişkisi bulunmamakta, fakat gerekli sosyal aktiviteleri yerine getirmeye çalışıp herkese saygılı-eşit mesafede durduğu için çevresinden saygı görmekteydi. İbrahim El-Muktedir cenaze evinin içerisindeki büyük salonun, şeyhin kapısına bakan penceresinin altındaki koltukta oturmakta, rastgele yükselen “Merhumun ruhuna el Fatiha!” uyarılarıyla reflekssi bir hareketmişçesine duasını okuyup sessizce oturmaya devam etmekteydi. Aklından ölümü, bilinmez sonu, şeyhin hayatının nasıl geçmiş olduğunu geçirmekte, hayatın anlamı üzerine pek de derin olmayan fakat derin bir sorgulamanın ilk kıvılcımlarını oluşturacak nitelikte düşünceler geçiriyordu. Fakat bu düşünceleri kalabalığın içinden yükselen şiddetli bir ses ile kesildi; “Bismillahirrahmânirrahîm.”. Ses 55 yaşlarındaki şeyhin yakını sayılabilecek kişilerden olan tüccar Fahid’e aitti. Gür sesiyle yaptığı başlangıcın ardından içerideki herkes susup, kulaklarını Fahid’e vermişti. Fahid şu şekilde devam etti; “Elem tera keyfe fe'ale rabbüke biashâbilfîl…”. Cenazede Kur’an okumak saygıdeğer bir davranıştır fakat ondan bir bölümü ezbere gür sesle okumak takdire şayandır. Halk takdir eder gözlerle ve hür dikkatle Fahid’i dinliyor “Ne kadar da güzel bir insan.” diye içlerinden geçiriyorlardı çünkü Kur’an okuyordu. Okuduğunun ne anlama geldiği önemli değildi. Arapça ve Kur’an’dan bir bölüm olması yeterliydi, kimse anlamıyla ilgilenmiyor zaten çoğunluk da okunanların ne anlama geldiğini bilmiyordu. Fakat İbrahim duyduğunun Kur’an’ın 105. suresi olan Fil Suresi olduğunu anlamıştı. Anlamasıyla büyük bir şaşkınlık içine düşmesi bir olmuştu. Aklından şunları geçirdi; “Bu bir cenaze, bir insan öldü ve biz onun için buradayız, değil mi? Ve ona karşı duyduğumuz iyi dilekleri iletmek, hayatını anmak, anısına saygı göstermek bizim vecibelerimizden birisi, değil mi? Peki bu adam neden bir kabilenin filler üzerinde Kabe’ye saldırırken 17 santimetrelik kuşlar tarafından helak edilmelerini anlatan bir sureyi okuyor? İçinde bulunduğumuz durum ve ortamla alakası nedir? En azından ölümle ilgili olan -halka ibret olması amacıyla- ayetler okusaydı bir derece anlamlı olabilirdi fakat Fil? Şeyh öldü ve Fahid onun anısını fil ve kuşlarla bezenmiş bir halk masalıyla anıyor(!). Bu insanların derdi ne gerçekten anlayabilmiş değilim.”. Fillerin ölümle ilgi ve alakasını biz de anlayamamış olsak da biraz evvel belirttiğimiz gibi önemli olan eylemdi, içerik değil. İbrahim El-Muktedir yavaş yavaş bunalmaya başlamışken Fahid, suresini bitirmiş halk da “Amin.” diyerek karşılık vermiş ve herkesin birbiriyle konuştuğu o karmaşık hale geri dönülmüştü. İbrahim El- Muktedir içinde bulunduğu ortamın gereğini yerine getirmek için şeyhin bulunduğu odaya girmek istedi. Fakat öncelikle halkın üst makamlarından izin alması gerekliydi. Önce de söylediğimiz gibi İbrahim halk arasında saygı gören birisi olduğu için odaya girip dualarını bizzat iletmesine izin verildi. İznini aldıktan sonra da şeyhin bulunduğu odanın kapısını yavaşça açarak dalgın bir halde içeriye girdi. Az önceki durumla ilgili düşünce kalıntıları hala aklında geziniyordu.
. . .

İbrahim El-Muktedir odaya girip kapıyı ardından örtmeye yeltendiği sırada şahit olduğu görüntü karşısında nasıl bir tepki vereceğini bilemedi ve öylece şaşkın bakışlarla donakaldı. İçerde dört çocuk şeyhin cesedine secde etmekte birisi ise şeyhin üzerine gül suyu serpmekteydi. Çocuklar 13-14 yaşlarındaydı ve sahneyi daha tuhaf yapan şey ise şeyhin bedenini saran kefen ve kıyafetlerinin çıkarılmış olmasıydı. Çocuklar şeyhin çıplak bedeniyle ayin yapmaktaydı. Fakat içeriye İbrahim’in girmesiyle beşi birden hızlıca odadan kaçtılar. İbrahim ise şaşkınlığı ile öylece donakalmıştı. Az önce şahit olduğu durumu anlamlandırabilmenin mümkün olmadığını idrak edince hemen durumu düzeltmeye koyuldu. Ve elini çabuk tutmaya gayret ediyordu çünkü içeriye üst makamlardan herhangi birisi girerse kendisini yakalayacağı durum oldukça rahatsız edici ve İbrahim için tehlikeli olabilirdi. Fakat İbrahim kimse içeriye girmeden şeyhin çıplak bedenini eski örtünmüş haline getirebilmeyi başardı. Başına gelen bu olayla odaya ne için girdiğini bile unutmuş öylece yüzünde şaşkın ve endişeli bir ifadeyle odadan çıkıp salondaki yerine oturmuştu. O gördükleri neydi, ne anlama geliyordu? “Şeyh bu çocuklara ne söyledi, ne öğretti ki böyle bir şey yaptılar?” diye düşünüyordu fakat düşüncelerinin onu götürebileceği noktalardan korkmuş ve rahatsız olmuştu. Biraz çevreyle ilgilenerek bu durumu unutmaya çalışmayı seçti. Etrafı gözlemlemeye başladı. Görevliler arı gibi çalışıyor sürekli artan insanlar için yemek su gibi ihtiyaçları yetiştirmeye uğraşıyordu. Fakat pek başarılı oldukları söylenemezdi. Hizmet aksadıkça cenaze sahibi denilebilecek üst sınıftan kişiler emir yağdırmaya başlıyordu. Daha çok aksama daha çok emri getiriyordu ve İbrahim mutfak işçilerinden birinin bakışlarında elindekileri emir yağdıranın suratına geçirmeyi isteyen türde bir nefret sezdi. Aksayarak da olsa yemekler yenmiş, artıklar toplanmış herkesin aynı türden ibret yağdırdığı sohbeti devam etmekteydi. Her şey sıradan gibi görünürken yine kalabalığın içinden rastgele yüksek bir ses duyuldu. “Allah-u Ekber!” diye bağıran otuz yaşlarındaki esmer, sakallı bir adam birdenbire tuhaf hareketler yapmaya başladı. Dizleri üzerine çökük, elleri dizlerinde birleşmiş bir şekilde göğsünü ve başını çapraz bir açıyla aşağı yukarı sert bir şekilde sallıyordu. İbrahim El-Muktedir tam da adamın krize (akli ya da bedeni) girdiğini düşünecekken çevresindekilerin de “Allah!” diye bağırarak aynı hareketleri yapmaya başladıklarını görünce bu manzaraya da bir anlam veremedi. Nöbeti andıran hareket virüs gibi etrafa yayılırken durumdan iyice bunalan İbrahim yavaşça dışarı çıkmaya çalıştı. Dikkatli adımlarla dış kapıya doğru yaklaşırken şeyhin bedenine gül suyu serpen çocuğun tekrar şeyhin odasına girdiğini gördü. Herkes transa geçmiş bir halde olduğu için çocuk rahatça içeri girdi ve elinde bir bıçak vardı. İbrahim El-Muktedir tekrar o odaya girerse neyle karşılaşabileceğinden korktuğu için çocuğu hiç görmemiş varsayarak dışarıya doğru adımlarını atmayı sürdürdü. Dışarısı da kalabalık olmasına rağmen kendisine evin bahçesinde oturabileceği boş bir kayalık buldu ve derin nefesler alarak bunaltılı durumundan kurtulmaya çalıştı. O derin nefesler çektiği halk da kendinden geçtiği sırada çocuk bir elinde bıçak diğer elinde bez parçasına sarılmış bir şey ile hızla cenaze evinden uzaklaşmaktaydı. Bir süre sonra halk transı bitirdi. Fahid artık cesedi gömme vaktinin geldiğini düşünerek görevlilere tabutu hazırlamalarını söyledi ve şeyhin odasına yöneldi. Kapıyı açtığında şoke oldu. Şeyhin bedeni çırılçıplaktı. Şaşkın gözlerle donakalan Fahid bir süre öyle kaldıktan sonra bir çığlıkla “Muhterem-i Şahane’yi çalmışlar!” diye bağırdı. Sesi duyanlar şaşkınlıkla odaya yöneldi. Fahid öyle güçlü bağırmıştı ki sesini bahçede oturan İbrahim de duymuştu. Nefes alıp vererek durumu unutmaya çalışsa da İbrahim merakına yenik düşerek kalabalığı yardı ve şeyhin odasına girdi. Şeyhin penisi yerinde yoktu.

SİZDEN GELENLER | Yazan: İ.H.Karagülle

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

BU TANRIYA MI İNANACAĞIM ?

sizden gelenler, islamiyet, din göndermeyi beceremeyen, gönderdiği dini koruyamayan Allah, kararsız Tanrı, fikir değiştirip duran Tanrı, din, din ve mitoloji, beceriksiz Tanrı, yanlış din yollayan,
Sonsuz evreni, trilyonlarca galaksiyi ve yıldızı, katrilyonlarca gezegenleri bir anda "ol" deyip yaratan tanrı, bu sonsuz evrende nokta kadar bile değeri olmayan bir gezegene 4500 yıl önce kendini göstermeden Yahudilik diye bir din gönderiyor ve insanlara "bu dinin kurallarına ve bana inanın yoksa hepinizi ölünce yakarım haaa" diyor.

Sonra yolladığı bu dinin yanlış olduğunu ve hata yaptığını görüyor ve 2000 yıl önce gene kendini göstermeden Hristiyanlık diye bir din gönderiyor ve insanlara "Daha önce kendi yolladığım din yanlıştı, şimdi onu iptal ediyorum ve sizler bu dine inanacaksınız, eğer bu dine inanmazsanız ve daha önce benim gönderdiğim önceki dine inanmaya devam ederseniz ölünce ateşlerden ateş beğenin" diyor.

Sonra yine yolladığı bu dinde de hata yaptığını görüyor ve 1500 yıl sonra gene kendini göstermeden İslam diye bir din yolluyor ve insanlara "Unutun yolladığım o iki dini. Şimdi bu dine inanacaksınız, kurallar değişti ve şimdi bu kurallara inanacaksınız. Eğer bu dine inanmazsanız ve benim kendi yolladığım, daha önce doğru olduğunu sandığım diğer iki dine inanmaya devam ederseniz ölünce cayır cayır yakarım sizi. Hem de derileriniz parçalandıkça, derilerinizi yeniler yeniler tekrar tekrar yakarım sizleri haaaa!!" diyor.

Ve ben sürekli fikir değiştirip duran, bizleri hangi dinine inandıracağına bile daha karar veremeyen bu Tanrıya inanıp iman edeceğim öyle mi?

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

ALLAH-TANRI'NIN YARATACAĞI HER ŞEYİ ÖNCEDEN GÖRME ÖZELLİĞİ

din, dinler, din ve mitoloji, Allahın yaratacağı her şeyi önceden bilmesi, Allah olacakları biliyorsa, Allah her şeyi biliyorsa, islamiyet, Allah tecavüzcüyü bile bile, Allah inancı, sizden gelenler,
Evreni yaratacağını, daha evreni yaratmadan çok önceleri bile görebilen Allah'ın, artık bu evreni yaratmama şansı var mıdır?

Evet Allah-Tanrı'ın olacak her şeyi önceden görebilme özelliği, aslında onu aciz ve eli kolu bağlı, önceden gördüğü her olayı zamanı geldiğinde yaratmak ve gerçekleştirmek zorunda olan programlanmış bir robottan farksız duruma sokmaktadır. Evreni yaratacağını çok önceden görüp biliyor. Artık ben vazgeçtim evreni yaratmaktan diye karar değiştirme hakkı bile yoktur. Zamanı geldiğinde mecburdur, eli mahkum evreni yaratacak.

Adolf Hitleri yaratacağını, yarattığı bu şahsın 50 milyon insanın ölümüne sebep olacağını sonsuz zaman önceden görüyor. Zamanı geldiğinde mecburen yaratıyor. Vazgeçme şansı yok. Öyle görüyor çünkü. Yaratıyor ve yarattığı adam 50 milyon insanı öldürüyor.

5 yaşındayken bir sapık tarafından tecavüze uğrayıp öldürülen kız çocuğunu milyon yıl önceden görüyor. Ancak eli mahkum. Zamanı geldiğinde önce o kız çocuğuna tecavüz edecek sapığın dünyaya gelmesine izin veriyor. Daha sonra tecavüze uğrayacak kız bir bebek olarak dünyaya geliyor. Yine zamanı geldiğinde o sapık bu kız çocuğuna 5 yaşında tecavüz edip öldürüyor.

Bu olayların hepsini önceden görüp, gördüğü için mecburen yapmak zorunda olan, bu olanlara izin veren, kararını değiştiremeyen bir Allah modeli var karşınızda arkadaşlar. Allah karar değiştirir mi o zaman kendi ile çelişir derseniz o zaman neden dua ediyorsunuz ? Dua etmenize gerek var mı ? Dua ederek gerçekleşmesini istediğiniz olayın gerçekleşeceğini Allah önceden görmüşse sen zaten dua etsen de etmesen de gerçekleşecek. Yok gerçekleşmeyeceğini görmüşse dua etmen boşuna. Zaten gerçekleşmeyecek.

Kabul etseniz de etmeseniz de Böyle bir Allah profilinin; zamanı gelince her saat başı gonga vuracak bir saatten, önceden programlanmış ve zamanı gelince çamaşırları yıkayacak olan bir çamaşır makinesinden farkı yoktur. Kendi iradesi, karar verme, kararını değiştirme özelliği yoktur.

Yaratacağı her şeyi önceden görme özelliği Allah'ı eli kolu bağlı, aciz bir tanrı durumuna düşürmektedir. Bu tanrıya inanıyorsunuz. Maalesef gerçek bu.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Y.Yılmaz

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

İSLAM ÖNCESİ ARAP'LARDA KADIN VE KADIN HAKLARI

din, din ve mitoloji, kadın hakları, islamda kadın, islam öncesi araplarda kadın, islamiyetten önce kadın, kadın insan mıdır tartışmaları, islamiyet, sizden gelenler, E.Yiğit,
1. İslam öncesi Arap kadınının köle durumunda tutulduğu, mal gibi alınıp satıldığı, yaygın ve kabul görmüş İslam yalanlarındandır.

2. Kadın haklarının olmadığı Kabilelerin de varlığı bilinmektedir. Fakat olay, İslamcıların anlattığı kadar kötü değildir.

3.Öncelikle en büyük yalan,Kız çocuklarının diri-diri gömüldüğü iddiası birkaç münferit olaydan ibarettir.

4. Devam etmeden önce,şunu da aklınızda tutun. İslam tarihi kadar makyajlanan,pürüzlerin üstünün örtüldüğü bir tarih yoktur.

5.Örneğin Suudlar halen daha arkeoloji çalışmalarında izin vermemektir. Gerçekler ortaya çıkar diye korku çok büyüktür.

6.Suud'lu tarihçi Hatoon al-Fassi, Nebati Krallığından örnekler vererek, İslam öncesi kadının çok daha liberal olduğunu söyler.

7.İslam öncesi Araplarda kadının siyasal, sosyal ve ekonomik hakları vardır. Muhammedin ilk karısı Hatice'yi düşünürsen anlarsın zaten.

8.Erkeğini kendi seçer ve dilediği takdirde boşardı.

9.Giyim ve kuşamında olduğu gibi, dilediği işleri görmede (örneğin ticaret) serbestti.

10.Yine, Kur'an'da da geçen Sebe Melikesi, Belkıs, ilk Arap kadın hükümdarıdır. Bunu da düşünmelisin.

11.Kadın şairlerden Bint Amru'l-Harise bin el-Şarid,üç kocaya varmış ve kocalarının hepsini de kendi seçmiş ve boşama şartı ile evlenmiştir.

12.İslamdan sonra Arap kadını,kocasını seçme hakkını ve boşanma hakkını yitirmiştir.(Boşama Hakkı vardır diyenler, kıvırtan NewAge Müminler)

13.İslam sonrası kadın'ın insan olup olmadığı bile tartışılır olmuştur. Bu tartışmanın fitilini yakan bizzat Kur'andır.

SİZDEN GELENLER | Yazan: E.Yiğit

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

TANRI VE EVREN TARTIŞMASINA DAİR DEİSTİK KANITLAR

sizden gelenler, din, deizm, deizm tanrı,ateizm tanrı,tanrıyı kim yarattı,tanrı argümanları,ölüm ve ölümsüzlük,dinler, din ve mitoloji, evren ve tanrı,dinlerdeki tanrı
Ateistler; "Madem evrenimizi tanrı yarattı.. Peki Tanrı'yı kim yarattı? diye soruyor..
Bu soru yanlıştır, çünkü burada sorulan sorudaki düşüncede yaratıcı uzay ve zamana tabidir.
Teistlerin inandığı din Tanrı'larını, gökyüzündeki antropomorfik (insansı) adam kavramını aşarsak uzay ve zamanın, zamansız olanın yarattığını çıkarabiliriz.

Uzay zaman sürekliliğinin var olduğunu unutmayın; bu sonsuza kadar sürecek bir gerçeklik değildir. Evrenin 13,8 milyar yaşında ve yaratılmış olduğunu unutmayalım..
Bu, yaratıcının alanımıza ve zamanımıza tabi olmadığını ve aslında bunun kaynağı olduğunu ima eder; Tıpkı hologramın projektörü gibi..


Ölüm; zamansız ve uzaysız bir evren/evrenlerde yoktur.
Ölümsüzlük; zaman bitmeden kalıcı bir varoluş anlamına gelmez, tamamen zamanın dışında kalır.. Bunun anlamı insanoğlu ölümsüzlüğü keşfetse bile yine ölümlüdür.. Çünkü halen öldürülüp, yok edilebilir..
Evren, içinde tüm yaşam formlarını barındırdığı için yaşamında çok ötesindedir.. Bu sebeple evren yaşayan bir organizma gibidir..
Tanrı, yalnızca doğal evrenin düzeni ve karmaşıklığı aracılığıyla kendini açığa çıkarır.
Tanrı ve insanlar arasındaki tüm ilişkiler spekülatiftir.
Ahlaki ve etik ilkeler, insan aklı ve mantığından gelmektedir.
Tüm dini hipotezler, bazı insanlara bazı zamanlar için değer verir. Spekülatiftir, gerçekliği yansıtmaz..
Ahlak ve Bilgi, keşfedilen bir şeydir, insan tarafından veya insan için yaratılmış değildir. Bunlar yaratılışın bir parçasıdır.


Yaratılış, insan konuşmasından veya insan dilinden bağımsız olarak evrensel bir dili konuşuyor ve çoğaldıkça çeşitli olabiliyor.
İnsan, kendisini yeryüzünün bir ucundan bir uca yaymaktadır. Yayınlanıp yayınlanmayacağı insanın iradesine bağlı değildir.
İnsanların çoğunluğu yaratıcının neden kötülüklere izin verdiğini sorguluyor.. Biz insanlar sadece birbirimize yaptığımız kötülüğü sorguluyoruz.. Gezegende her gün milyonlarca masum hayvan vahşice insan tarafından kesilerek yok ediliyor..
Din tanrısına inanlar gezegendeki hayvanları katletme yetkisini kendisinde görüyor.. Gezegeni canı istediği gibi yağmalamasında kendinde hak görüyor ve inandıkları din tanrısının buna izin verdiğini sanıyor..
Kötü olan insanın kendisidir ve maalesef bunu göremiyor...


SİZDEN GELENLER | Yazan: B.Salcı

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

TANRI VE TANRIÇALARLA TANIŞMAYA NE DERSİNİZ?

dinler, din ve mitoloji, mitoloji, sümer tanrıları, sümer mitolojisi, tanrı ve tanrıçalar, eski tanrılar, sümer kökenli tanrılar, dinlerin kökeni, tanrı inancı, gılgamış, Enlil,
Tarihin kökenine inmeye, Tanrıça ve Tanrılar ile Tanışmaya ne dersiniz ? Başlayalım o halde. Buyurun Hep birlikte Tanrılar sofrasına. Kendinize bir Tanrı ve Tanrıça seçebilirsiniz. Nitekim Tarih Sümerlerde başlar.
Sümerleri anlamadan günümüz dinlerini ve inançlarını anlamak mümkün değil.

MEZOPOTAMYA SÜMERLER (KARDUKLAR) TANRI VE TANRIÇALARI

Mezopotamya mitolojisi, Sümerlerin dini evrendeki güç, nesne ve varlıkları temsil eden Antropomorfik tanrı ve tanrıçalar
içerirdi. Sümerlerin inanışına göre insanlar başta tanrılar tarafından hizmetçi, köle olarak yaratılmış fakat daha sonra özgürleştirilmiştirler.

Mezopotamya dini yaklaşık olarak İ.Ö. 400lerde yok olmasına rağmen modern dünyada birçok Yahudilik, Hıristiyanlık İslam ve Mandaizm de de tekrarlanan birçok Tevrat hikayelerinin ana kaynağının Mezopotamya mitolojisi olması dolayısıyla güncel etkilere sahiptir. Özellikle yaratılış mitolojisi, Aden bahçesi, tufan, Babil kulesi, Nemrut ve Lilith figürleri bu konuda en net örnekleri oluşturur. (bkz. Gılgamış destanı)

Sümer kökenli tanrı ve tanrıçalar daha sonra gelen Mezopotamya dinlerince benimsenmiştir. Kuşkusuz bu sadece dini ve mitolojik anlamda gerçekleşmemiştir; Sümer kültür ve yaşayış tarzı da aynı din ve mitoloji gibi daha sonra iktidara gelen Akad, Asur ve Babillilerce benimsenmiştir. Ayrıca farklı kültürlerin din ve mitolojilerinde de bazı benzerliklere rastlanır:Yunan mitolojisi ve Anadolu mitolojisi gibi. Mezopotamya mitolojisi Sümer temelli olmakla beraber Mezopotamya'nın aldığı sürekli ve yoğun göç ile birçok farklı kavmin inanç ve kültüründen etkilenmiştir.

İ.Ö. IV. binyılda Aşağı Mezapotamya'da yaşayan halkların inançları. Sümer dünyası XIX. yüzyılda keşfedilinceye inanç alanının temel bilgilerinde bir hayli değişiklikler olmuştur. Sümerler Dicle'yle Fırat deltasına yerleşik çok becerikli ve bilgili ulus olmakla birlikte bölgelerinin kuzeyinde yaşayan Akad'larıda etkileyerek, olağan üstü bir uygarlık geliştirmiştir.

Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onlann da çocuklan ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirlerdi. Yer, Gök, Hava, Su Tanrılan yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu Tanrılardı.

Her şehrin bir koruyucu Tanrısı vardı. O Tanrı, şehrinin iyi yaşam sürmesinden sorumlu idi. Onun gücü, şehrinin iyi veya fena olduğuna göre değişirdi. Bunlara aym zamanda diğer şehirlerde de tapılırdı. Bu şehir Tanrıları, evrenin yönetimini aralannda bölüşmüşlerdi. Tanrılara ait listelerde 1500 kadar Tanrı adı bulunması, Sumerlilerin ne kadar çok Tanrı yarattığını göstermektedir.

Tanrıları insan şeklinde algılamalan, Tanrıları şehirlerin dışında evren ve doğa Tanrısı olarak geliştirmeleri ve onlan uyumlu bir sistem içine almalan, Sumerlilerin önemli ruhsal başanları olarak kabul edilmektedir. Tanrılar yalnız evrende değil, insanlarm yaşamına da girerler. Örneğin, yorulmak bilmeden gezen Güneş Tanrısı Utu, her şeyi görür, adaleti korur, insanlara yardım eder, ciğer falı bakanlann piridir. Bilgelik ve Su Tanrısı Enki, insanlann ve sihirbazlarm koruyucusudur. Venüs yıldızını simgeleyen Tanrıça İnanna, âşıklann ve savaşçılann koruyucusudur

Sumer'de Tanrılar istediklerini yapar; onlar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilir. Bu, kurban edilen hayvanlann karaciğerlerindeki işaretlere göre anlaşılır. Bu işaretlerin ne olduğu, neyi anlattığı, bu hususta yazılmış kataloglarda bulunur; rahipler ona göre onlan yorumlar. Ayrıca rüya ile de Tanrı istediğini bildirir. Tanrının yapılacak bir işi uygun görüp görmediğini anlamak isteyen; mabede gider, kurban keser, dua eder ve uykuya yatar. Gördüğü rüyanın olumlu veya olumsuz olduğunu da ancak rahip yorumlar.

Sumerliler, bu Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler; şiirler yazmış, ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunlan yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Onlann kurduklan çokTanrılı din, yavaş yavaş tektanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturnuştur. Fakat bu arada diğer Tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır.

Patesi ya da Ensi adını verdikleri rahip-krallarla yönetiliyorlardı. Bugün için onlardan daha öncesi bulunmadığına ve bilinmediğine göre, keşfedildikleri tarihe kadar başka uluslara maledilen birçok uygarsal ve inançsal buluşların onların ürünü olduğu kabul edilmektedir. Onlardan kalan Gılgamış Destanı'yla Enuma Eliş(Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanesi, başka uluslara maledilen birçok inançların Sümer kaynaklı olduklarını kesin olarak meydana çıkarmıştır. Örneğin artık bilinmektedir ki Yahudilerin sanılan Tufan tasarımı onlarındır, Suriyelilerin Adonis'e dönüştürdükleri Babillilerin Tammuz'u onalrın Dumu-zid'idir, Samilerin Anu ve daha sonra Yunanlıların Uranus'a dönüştürdükleri tanrıların babası onların An'ıdır, Akdeniz'in ünlü Kybelesi onların Ki (Toprak ana)'sidir, Samilerin ilkin İştar ve Asarte'ye dönüştürdükleri onların İnanna'sıdır. Samilerin Sin'i onların Nanna (Ay-tanrı) ve Şamaş'ı onların Utu(Güneş-tanrı)'sudur Samilerin Ea'sı onların Enkisi'dir. Yunanlıların Hades'i onların Kur(Ölüler ülkesi)'u ve Elysion'u onların Dilmun(Cennet)'udur, Yunanlıların Persephone'si onların Ereşkigal'idir, Yunanlıların ünlü yedi bilge'si Mezapotamya'nın en eski yedi kentine uygarlığı getiren Sümer bilgeleridir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Sümer uzmanlarından N.K. Sandars şöyle demektedir: "Gılgamış, elbette bir İskender, bir Odysseus, bir Herakles, bir Samson, bir Dermot ya da Gawain değildir. Ama Gılgamış'ın öyküsü anlatılmamış olsaydı bu kahramanların hiçbiri şimdiki ölçüde hatırlanmazdı." Çünkü çeşitli tasarımların ortaya koyduğu bu kahramanlar Sümer'li Gılgamış'tan pek çok şey almışlardır. Sandars'ın da belirttiği gibi örneğin "ortaçağın İskender'inde Gılgamış'ın birçok özelliğini bulabiliriz". Dermot'la dövüşen vahşi adam, Gılgamış'la dövüşen Enkidu'nun tıpkısı denilebilir. Birçok tanrıları Anadolu'ya maleden Halikarnas Balıkçısı(Cevat Şakir Kabaağaçlı) bile "Büyük ana tanrıçanın sevgilisi Attis'in menşeini bulmak için Sümer'lere gitmeli"(Anadolu Tanrıları, İstanbul 1962, s. 89) der ve onu Sümer'lerin Dumu-zid'ine bağlar.

Samiler, Mezapotamya'yı istila edince Sümer tanrılarını benimsemişler, ne var ki onların adlarını ve özelliklerin çoğunu değiştirmişlerdir. Kaldı ki Mezapotamya'nın çeşitli kentlerinde de ortak tanrılar aynı adla anılmazlardı. Ayrıca, her kentin koruyucu özel bir tanrısı da vardı. Kimi kaynaklarda bu adlar birbirlerine karıştırılmış ve Sümer tanrıları çoğunlukla Sami dilindeki adlarıyla tanıtılmıştır.

Sümer tanrılarının adlarını yeniden düzenleyen Prof. Kramer'e göre önce su vardı. Tanrı An (Gök. An-sar: Tüm gök)'la tanrı Ki(Toprak. Ki-sar: Tüm dünya) bu sudan doğdular. Onların birleşmesinden Enlil(Hava) meydana geldi, gökle toprağın arasını doldurdu. Enlil, karanlık göğü aydınlatmak için Nanya (Ay)'yı yarattı. Nanna da Utu (Güneş)'yla İnanna (Aşk ve savaş)'yı yarattı. Samilerde bu tanrılar Sin (Nanna), Şamaş(Utu) ve İştar(İnanna) adlarıyla anılırlar. Enlil ilkin An (Samilerde Anu)'ın buyrukalrını yerine getiriyordu, sonra dünyayı Ki'nin elinden alarak yönetmeye başladı, daha sonrada An'ın yerine geçti ve bütün evrenin egemeni oldu, aynı zamanda Nippur kentinin koruyucusuydu.

An'la Ki'den doğan bir başka tanrıda tatlı suların ve bilgeliğin tanrısı Enki (Samilerde Ea. Prof. Kramer "An'ın çocuğu olduğu söylenebilir" demekle yetiniyor, Enuma Eliş'de ileri sürülen bu doğumu kesin bulmuyor)'dir, sanatı koruyor ve derinde yaşıyordu.

Enlil toprağın egemenliğini eline geçirdiği sırada İnanna'nın ablası gök-tanrılaçalardan Ereşkigal'i Kur(Yeraltı ülkesi)'a kaçırmıştı. Bu yeraltı ülkesinde Annunaki (yargıçık yapan ve An'ı soyundan gelen yeraltı tanrıları)'ler vardı, ülkenin kapısını Neti(Samilerde Nedu) bekliyordu.

Gılgamış Destanı'nda bunlardan başka şu tanrıların adları anılmaktadır: Adad (Fırtına yağmur tanrısı), Antum (An'ın karısı), Absu (Tanrıları meydana getiren su), Aruru (Yaratıcı tanrıça. Endiku'yu kilden yarattı), Aya (Utu'nun şafağı ve gelini), Belit-Şeri (Yeraltı yargıçlarının zabıt katibi), Dilmun (Cennet. Sadece tanrılar gidebiliyor, bir de tufan'dan kurtulup ölümsüzleştirilen Utnapiştim ya da başka bir anlatımdaki adıyla Ziusudra orada yaşıyor), Dumuzi (Ya da Dumu-zid. Samilerde Tammuz ya da Temmuz. Verimlilik tanrısı. Çoban demek. İnanna'nın da kocası), Endukugga ve Nindukugga (Yeraltı tanrı ve tanrıçası. Enlil'in ana-babası), Enkidu (Aruru'nun yarattığı yabanıl yaratık. Daha sonra hayvanların koruyucu tanrısı oluyor), Enugi (Sulama tanrısı), Haniş (Kötü havayı haber veren göksel varlık), Humbaba ya da Huvava (Sedir ormanı bekçisi canava, Anadolu'lu bir tanrı olduğu sanılıyor), İgigi (Gök tanrılarının ortak adı), İnsan-akrep (Tanrıların karşıtı. Su tarafından tanrılarla savaşmak için birçokları yaratılmış. Güneşin battığı yerde nöbetçi), İrkalla ( Ereşkigalin bir başka adı), İşullana (An'ın bahçivanı. Aşkına karşılık vermediğinden ötürü İnanna tarafından köstebeğe dönüştürüldü), Lugabanda (Çoban-tanrı. Aynı zamanda kral. Gılgamış'ın babası ya da koruyucusu), Mammetum (Alınyazısı-tanrısı), Namtar (Uğursuzluk şeytanı, hastalık getirici. Yeraltı ülkesinin başpapazı), Nergal (Yeraltı tanrı.Ereşkigal'in kocası), Ningal (Ay tanrısının karısı, güneşin annesi), Ningirsu (Ninurta'nın eski adı. Verimlilik tanrısı), Nirnurta (Ningirsu'nun yeni adı. Savaş ve bereket tanrısı), Gizzida ya da Ningizzida (Bereket tanrısı. Hayat ağacının efendisi olarak niteleniyor. Büyü de yapıyor. Daha sonra Dumu-zid'le birlikte göğün kapısını bekliyor), Ninhursag (Ana tanrıça. Ki'nin başka adı. Enki'nin karısı),Ninki (Ninhursag ya da Ki'nin bir başka adı olduğu sanılıyor. Destanda Enlil'in annesi), Ninsun( Bilgelik tanrıçası. Lugulbanda'nın karısı ve Gılgamış'ın annesi), Nisaba (Tahıl-tanrıça), Puzur-Amurri (Utnapiştim'in dümencisi), Samukan (Sığırların tanrısı), Siduri ya da Sabit (Şarap yapımcı kadın. İnanna'nın bir başka adı olabileceği öne sürülüyor), Silili (Göksel kırsak, göksel aygırın da annesi), Şullat (kötü hava habercisi. Haniş'in bir başka biçimi) Şulpay (Şölen yöneticisi tanrısı) Ubara-Tutu (Utnapiştim'in babası, mitolojik kral), Utnapiştim (Sümerlilerin Ziusudra'sına Samilerin verdiği ad. Ünlü tufan kahramanı), Urşanabi (Utnapiştimin'in kayıkçısı. Dilmun'a gitmek için ölümcül suları hergün geçiyor), Yedi bilge (Yedi kente uygarlık getiren getiren Sümer bilgeleri)

TANRI VE TANRIÇALAR

Ab-zu: Yeraltı tanrısı. Apsu(ya da Absu)'da denir. İlk insanlar, yaşamın sarmal gelişimini mevsimlerde izlemişler, doğum-ölüm döngüsünü yeraltı sularına bağlamışlardır. Yeraltı suları, ilkbaharda bütün doğaya canlılık verirler, yazın göklere doğru yükselirler, sonbaharda yağmurlarla yeniden insanın yaşadığı toprağa düşerler, kışın da toprağın altındaki yerlerine dönerler. Bu döngü her yıl böylece tekrarlanır. Su mevsimi gelince, her yl doğayı yeniden canlandırır. Bu yüzden Ab-zu, canlandırıcı bir tanrıdır.

Akrep İnsanlar: Akrep insanlar ülkesi. Tufan varsayımının ilk biçimi Sümerler'in Gılgamış öyküsünde anlatılır. Tufandan kurtularak ölümsüzlüğe kavuşan Utnapiştim'in oturduğu yer, Akrep ülkesini aştıktan sonra varılan yerdir. Gılgamış, ölümsüzlüğe ulaşmanın çaresini öğrenmek için büyük dedesi Utnapiştim'e gitmek için bu ülkeden geçer.

An: Gök-tanrı. Anum da denir. Savaş tanrısı İştar'ın kocasıdır. Yunanlıların Zeus'uyla eşdeğerlidir, tanrılar tanrısıdır. Sümer inançlarında Enlil(toprak) vr Enki(okyanus) ya da Ea'yla birlikte büyük tanrılar üçlüsünü kurarlar.

Anşar: Gökyüzü tanrısı. Yeryüzü tanrısı tanrısı Kişar'la birlikte dişi yılan Lakamu'yla erkek yılan Lakmu'nun çocuklarıdır.

Annunaki'ler: (Sümer) İkinci derece tanrılar. Bunlar baştanrı Marduk'tan kendilerine bir hizmetçi vermesini istemişler, o da insanı yaratmış.

Arallu: Cehennem ülkesi. Sümer inançlarına göre, cehennem ülkesini yöneten önce tanrıça Ereşkigal'miş, sonra çok güçlü bir tanrı olan Nergal onunla evlenerek cehennem ülkesinin kralı olmuş.

Aruru: Sümer tanrıçası. Sümerlerin ünlü Gılgamış destanında adı geçen, A-Ru-Ru biçiminde de yazılıyor. Uruk kentinin genç kızları, nişanlılarını sabahtan akşama kadar çalıştıran kral Gılgamış'ı ona şikayet ederler. O da Gılgamış'ı başka konularda oyalasın diye Enkidu'yu yaratır.

Boğa: Bolluk ve güçlülük simgesi. Hayvan tapımının en önemli tanrılık hayvanlarından biri olan boğa'ya ilkin Sümer inanaçlarında rastlamakla birlikte boğanın kutsallığı inancının hemen bütün ilkel inançlarda yer aldığı görülür. Bütün mitolojilerde boğa, dölleme ve kuvvet olarak erkek gücünü simgeler. Sümerlerde boğa, erkek insan başlı olarak tasarımlanmıştır. Boğa tapımı, bütün sami dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa eski Yunan'da Zeus'ün, Roma'da Jüpiter'in simgesidir.

Ea: Su-tanrı. Enki adıylada anılır. Sümer-Akad inançlarında evrenin ana öğesi su'dur. Daha açık bir deyişle Sümer evreni gök (An), toprak (Enlil)ve su (Enki) olmak üzere üçe ayırmakla beraber bunların temel ve tümünün yaratıcı öğesi olarak su'ya tapmışlardır. Bu bakımdan, Ea büyük yaratıcı tanrıdır, göğü ve toprağı o yaratnıştır, aynı zamanda tüm bilgeliktir ve bundan ötürüde büyüsel etkiler onun yardımıyla elde edilir, yaşam kaynağı olduğundan ötürü bolluğuda simgeler. Sümer tapınaklarında Ea'nın kendisi olarak bir kap içinde kutsal su bulundurulurdu, bu sudan içen hastaların iyileşeceğine ve güçsüzlerin güçleneceğine inanılırdı. Tapınak rahipleri de balık biçiminde giysiler giyerlerdi. Hıritiyanların İsa'ya tasarladıkları balık niteliğinin de kaynağı Sümerlerin bu inancı olsa gerektir. Sümer inançlarında Ea'dan önce, bir su ilkesi olan Ab-zu(ya da Ab-su) inancı alır.

Enkidu: Gılgamış'ın arkadışı. Engidu biçimindede yazılmaktadır. Kimi incelemeciler onun bir insan olmadığını, belki de bir aslan olduğunu ileri sürmektedirler.(Örneğin, Bkz. Challaye, Dinler Tarihi, İstanbul 1960, s. 116). Vücudu kıllarla kaplı, çok bilgeli bir varlıkmış. Bir başka anlatıma göre de kralı olduğu kenti kalkındırmak isteyen Gılgamış, ülkesinin bütün erkeklerini işe koşarmış. Kadınlar kocalarını, genç kızlar nişanlılarını göremez olmuşlar. Bu yüzden kralı, tanrı Aruru'ya şikayet etmişler. Kadınları haklı bulan tanrı da krala bir arkadaş yaratarak onu başka serüvenlere yöneltmek istemiş ve tanrı Anum'a benzeyen toprak vücutlu, çok iri ve vahşi Enkidu'yu yaratmış. Bu yaratık Gılgamış'ın yaşamında büyük çapta etken olanlardan biridir ve sonunda da onun uğrunda ölür. Öyküye göre tanrıça İştar, krala aşık olmuş. Ama onun bütün sevgililerini öldürdüğünü bilen Gılgamış, tanrıçaya yüz vermemiş. İştar da ondan öç almak için üstüne azgın bir boğayı saldırtmış. Gılgamış ancak Enkidu'nun yardımıyla boğayı altedebilmiş. Buna çok kızan İştar da Enkidu'nun canını almış. Enkidu'nun ölümü, Gılgamış'ın ölümden korkup ölümsüzlüğü aramasının nedenidir. Bir başka anlatıma göre de Gılgamış, ölüler ükesinde arkadaşıyla görüşür. Enkidu'nun ona ölümün ne denli kötü olduğunu anlatması, Gılgamış destanı'nın en şiirli bölümüdür.

Enlil: Yeryüzü-tanrı. Bel ya da Belum adıyla da anılır. Baal'le birlikte bütün bu adlar, Mezapotamya'nın en büyük tanrısını dile getiren tanrı anlamındadır. Enlil, tanrı Anum'un oğluydu, zamanla babasının yerine geçerek baştanrı yerine yükseldi. Yeryüzüne hakim olan, onu yöneten odur. Sümer inançlarında bir tufan meydana getirerek insanları cezalandıran da odur. Atmosfer güçlerini de o yönetir; şimşekler fırtınalar, onun buyruğundadır. Karısı Ninlil ya da Belit'le birlikte Elam dağlarında oturur. Nippur sunağı ona adanmıştır. Özellikle sümerler en çok onu saymışlar ve en çok ondan korkmuşlar. Ne var ki Mezapotamya'nın çok uzun tarihinde tanrılar zamanla yer değiştirmekte, oğullar babalarının yerini almaktadır. Belli bir zamanda hangi tanrı sayılıyorsa, bütün tanrıların onun tarafından yaratıldığına inanılmaktadır.

Ereşkigal: Yeraltı ülkesi tanrıçası. Yeraltı ülkesi tanrısı Nergal'in karısıdır. Sümer inançlarına göre, ilkin cehennemi (Arallu) tek başına Ereşkigal yönetirmiş, tanrıların bir şölenine çağrılınca cehennemden ayrılmadığı için kendi yerine bir temsilci göndermiş, bütün tanrılar bu temsilciyi ayağa kalkıp selamlamışlar, sadece tanrı Nergal yerinden kıpırdamamış, bunu duyan ve çok kızan Ereşkigal, tanrı Nergal'i yakalatıp cehenneme getirmiş, ama Nergal, cehennemin için altüst ederek Ereşkigal'i tahtından indirmiş, cehennemin kralı olmuş ve Ereşkigal'le evlenmiş.

Kingu: Devler ve canavarlar ordusunun komutanı. Torunlarına kızan Tiamat, devlerden ve canavarlardan bir ordu kurarak tanrılara saldırır, bu ordunun başına getirdiği korkunç dev Kingu'ya kaderin iplerini verir. Tanrılarda kendilerini savunmak için tanrı Marduk'u başkomutan yaparlar. Marduk devleri yakalayıp cehenneme gönderir, kaderin iplerini de Kingu'dan alarak kendi boynuna takar. Marduk'un büyük ve evrensel eğemenliği böylece başlar.

Kişar: Yeryüzü tanrı. Ünlü Sümer tanrıları Anum, Enlil ve Ea, onun gökyüzü-tanrı Anşar'la birleşmesinden doğmuş ya da oluşmuştur. Kişar dişi, Anşar erkektir.

Lakmu: Erkek-yılan. Dişi-yılan Lakamu'yle birlikte dünyaya gelmiş. Sümerlerin yaratılış tasarımlarını anlatan Enuma Eliş (Gökyüzünde) adlı yapıta göre (bu yapıtın İ.Ö. VII. yüzyılda yazıldığı sanılıyor) bu iki yılan Apsu'yla Tiamat'ın birleşmesinden olmuşlar. Bu iki yılanın birleşmesinden de Aşar ile Kişar dünyaya gelmiş. Yeryüzüyle gökyüzü böylece oluşmuş.

Lilitu: Dişi gece demonu. Rüzgarla gelen felaketler, hastalıklar, veba ve ölümden sorumlu görülmekle birlikte, belkide daha fazla insanların cinsel yaşamlarına müdahalede uzmanlaştıklarına inanılır.

Moummou: Sonsuzuk-tanrı. Kimi metinlerde Apsu'yla Tiamat'ın oğlu, kimi metinlerde de Apsu'nun veziri olarak gösterilmektedir. Mummu biçiminde de yazılıyor.

Nana: Ana-tanrıça Kybele'nin adlarından biri. Nina ve İnnina da denir. Akad'lar kendi dillerinde onu aynı anlamda İştar sözcüğüyle çevirmişlerdir. Ana ve Anna sözcükleri de bu kökten türemedir. Mezapotamya mitolojisinde Nane adıyla tanrı Enzu'nun ve kimi yerde de tanrı An'ın kızı olarak gösterilir, aşk ve savaş tanrıçası sayılır. İ.Ö. V.I. yüzyılda Babil'de Annumitu adıyla anılmıştır.

Ningirsu: Savaş-tanrı. Urningirsu da denir. Tanrı Enlil'in oğludur. Anu'nun kızı olan tanrıça Bo'yla evlidir. Tanrıça Bo, tanrıça İştar'dan önce Lagaş bölgesinin toprak-ana'sıydı. Savaş tanrının yirmi dört çeşit silahı varmış ki bunlardan herbiri bir devi simgelermiş. Ningirsu'nun annesi de Ninlil adını taşır ki Enlil'in karısıdır.

Ninhur Sag: Kış bölgesi tanrıçası. İ.Ö.III. b.nyılda tapılmıştır. Ninlil ile kardeş çocuklarıdır.

Ninlil: Tanrı Enlil'in karısı. Nirginsu'nunda annesidir.

Pazuzu: Ateş-peri. Kuş ayaklı, kanatlı ve insan ellidir. Hastalıkları iyi ettiğine inanılır. Hastaların boynuna onun resmini taşıyan muskalar asılırmış. İkircikli özelliği olarak güneydoğudan estirdiği rüzgarlarla vebayıda beraberinde getirdiğine inanılan demon.

Sin: Ay-tanrı. Sümerlilerin en büyük kozmik tanrısıdır. Güneş-tanrı Şamaş'la yıldız-tanrı İştarın babasıdır. Evren-tanrı Enlil'le evren-tanrıça Ninhil'in oğludur. Akad'lar, eski Araplar ve Hitit'lerce tapılmıştır. Tevrat'ta da onun sözü edilir ve peygamber İbrahim'in çıktığı kent olan Ur'da onun egemen olduğu anlatılır. Sin, Sümer inançlarında birinci büyük tanrı üçlüsündendir. Kimi incelemeceiler bunu Mezapotamya'ya göçeden Sami ulusların etkisiyle bağlarlar.

Şullat: Fırtına ve kötü hava habercisi tanrıça.

Tiamat: Tuzlu su-tanrıçası. Tatlı su-tanrı Apsu (ya da Ab-zu)'yla birlikte evrenin ilk varlıklarıdır. Sümer'lerin Enuma Eniş (Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanelerinde evrenin bomboş olduğu bir ön zamanda bu iki varlığın bulunduğu belirtir. Evren, bütün tanrılar ve insanlar bu iki varlıktan, eşdeyişle su'dan meydana gelmiştir. Tatlı ve tuzlu suların birleşmesinden ilkin erkek yılan Lakmu (Lagma biçiminde de yazılıyor)'yla dişi yılan Lakamu (Lagama biçimindede yazılıyor) doğuyor.Bunların birleşmesinden de Anşar (Gök. An-sar biçiminde de yazılıyor) ve Kişar (Toprak. Ki-sar biçiminde de yazılıyor) meydana geliyor. Tanrılar ve insanlar işte bu gökle yerin birleşmesinden doğuyorlar.

UR ZİGURATI : Yeni Sümer uygarlığı döneminden kalmıştır. İ.Ö 2150 -1950 tarihleri arasındaki bir dönemde Sümer ülkesi yeniden canlandırılmış, büyük boyutlu ziguratlar yapılmıştır. Ur ziguratı 3 katlıdır, katlar birbirine rampalarla bağlanmıştır. Diğer adı NANNA’dır.

Temmuz: Sümer'lerin Dumuzi'sinin Sami'lerdeki adı. Tamuz ve Tammuz biçimlerindede yazılır ve söylenir. Kaynağı Sümer tanrısı Dummuzi olan Temmuz giderek Anadolu'da Attis ve Adonis'e dönüşmüştür. Bütün bunlar bitkilerin ölen ve yeniden dirilen tanrısı'dırlar. Bu tasarım, doğanın sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden canlanışını simgeler. Bu tanrılarda doğa gibi, sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden dirilerek aşk ve bereket getirirler. Sonbaharda ölümleri aşk yüzündendir, kışı yeraltı ölüler ülkesinde geçirişleri aşk yüzündendir, ikbaharda yeryüzüne dönüşleri aşk yüzündendir. Sümerlerden Yunanlılara kadar çeşitli bölgelere ad değiştirerek süregelen bu temel efsanede aşk ve şehvet doğurganlığın, bereketin, bolluğun simgesi sayılmıştır. Doğal yılın en verimli ayı sayılan Temmuz ayı da adını burdan alır. Bu tanrının sevgili ya da karısı da Sümerlerde İanna ya da İnanas, Samilerde İştar ya da Aştart ya da Aştoret'tir. Kimi anlatımlarda yeraltı ülkesine giden Temmuz değil, Aştart'dır. Orada tutuklanmış, bu yüzdende yeryüzünde aşk ve bereket kalmamıştır. İnsanların ve hayvanların üremesi durmuş, bitkiler açmaz ve tohum vermez olmuştur. Tanrılar bunu önlemek için kadınsı bir erkeği yeraltına göndererek Aştar'ın yeniden yeryüzüne dönmesini sağlamıştır. Akad anlatımlarındaysa İştar, genç kocası Temmuz'u aramak için yeraltı evrenine iner. Sümer anlatımlarında İnanna, yeraltı evlerinden çıkabilmek için, kocası Dumuzi'yi rehin bırakır. Ama bütün bu anlatımlarda tanrı ve tanrıçalar kış aylarını yeraltında, yaz aylarını yeryüzünde geçirirler; ölür ve yine dirilirler, ölmekle doğadaki canlılığa son verir ve dirilmekle doğayı canlandırırlar.

Utu: Güneş-tanrı. Ud ya da Ut da denir. Mezapotamya metinlerde Babbar, Asur ve Hitit metinlerinde Şamaş adıyla anılır. Adalet-tanrı Kittu ve hak-tanrı Meşarru onun çocuklarıdır. Sümer zincirinde ilkin var bulunan su'dan An(Gök) doğuyor, sonra Ki(Toprak) ve bunalrın birleşmesinden Enlil(Hava) doğuyor, işte Nana(Ay)-Utu, (Güneş)-İnanna (Aşk ve savaş) onun çocuklarıdır.

Utnapiştim: Sümer'lerin Nuh'u. Babil diliyle yazılan tabletlerde bu adla anılan tufan kahramanına Sümer'lerin Ziusudra dedikleri sonradan anlaşılmıştır. Utnapiştim'e Sümer'lerin Nuh'u demekten daha iyisi Nuh'a Yahudilerin Ziusudra'sı demektir, çünkü bu öbüründen onbeş yüzyıl öncedir. Şurrupak kentinde kralmış, bilgeymiş ve rahipmiş. Adının sözcük anlamı "hayatı gören"dir. Ubara-Tutu'nun oğluymuş. Tufan'ı atlattıktan sonra ölümsüzlüğe kavuşan ve tanrılarca Dilmun(Cennet)'da yaşamasına izin verilen Utnapiştim aynı zamanda atası bulunduğu Gılgamış'a ünlü su baskınını şöle anlatır: İnsanlar çoğalıp gürültü yapmaya başlamışlar. Tanrıların gözüne uyku girmez olmuş. Bunun üzerine insanları yok etmeyi planlamışlar. Tanrı Ea "önceden verdiği sözü tutarak" bu karardan Utnapiştim'i haberdar etmiş ve bir gemi yapmasını sağlamış. Geminin yapımı bitince tufan patlamış. Öğlesine korkunç bir kasırga başlamışki "tanrılar bile korkularından göğün en yüksek katına kaçmışlar, orada sokak köpekleri gibi titreyerek duvar dibine sinmişler". Altı gün ve altı gün gece boyunca gök ve yer birbirine karışmış. Öyle ki " cennetin ve cehennemin tanrıları ağlayışıp durmuşlar". Yedinci gün başladığında tufan yatışmış, Utnapiştim'in gemisi de Nisir dağının tepesine oturmuş. Orada gemiden inip adak kurbanını kesmişler. "Tanrılar tatlı kokuyu alınca dağın başına sinekler gibi üşüşmüşler". Tufan'ın düzenleyen tanrı Enlil çok kızmış, tanrı Ea'ysa kendisinin haber veridiği yadsımış ve "bilge kral Utnapiştim olacakları düşünde görmüş" deyip işin içinden sıyrılmış. Çaresiz kalan tanrılar toplanmışlar ve Utnapiştim'le karısına ölümsüzlük bağışlayıp "çok uzakta" yaşaması için Dilmun'a yerleştirmişler. Bu yüzden Sümer'ler ona Uzaktaki de derler.

SİZDEN GELENLER | Derleyen: S.Ayabakan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.

İNSANLAR DİNLERE NEDEN İNANIRLAR?

din, inanç, dinler, sg, neden birçok din var, insanlar neden dinlere inanır, insan neden inanır, inanmanın sebebi, din ve mitoloji, insan ve din, insan ve inanç, inanmayı seçmek
Dünyada bir çok inanç var. Çünkü bence insanlar inanmayı seçtikleri en kolay yada etkisi altında kaldıkları dine bağlanıp yaşamlarına değer ve anlam kattıklarını düşünürler. İnsan iç güdüsünde sahiplenmek, korunmak, huzur bulmak, itaat etmek en büyük inanç etkilerinden birkaçıdır. İnsan toplu halde yaşamanın daha güven verici hissini yaşayabilmek için aynı örgütün inancın yada toplumun kutsal sayıp en büyük gücü dine bilinç altı bir bağla bağlanır. Birisine bir kelebeğin sizinle konuştuğunu söyleseniz sizi deli sanır fakat dini hikayelerde geçen doğa üstü birçok olayı kesinlikle sorgulamaz bile !
Saygılarımla.

SİZDEN GELENLER | Yazan: N.Durmuş

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.