DİN VE KIRMIZI ASA (GAZALİ'NİN NEDENSELLİĞİ) ARGÜMANLARI ELEŞTİRİSİ
Öncelikle yazımı okumaya gelen ve sorgulayan arkadaşlara şunu söylemek isterim.
Bir kere yazı uzun ancak bilimi, ateistleri ve evrimi anlamak istiyorsanız
üşenmeyeceksiniz, üşeniyorsanız da etrafta ‘ateistler cahil, aptal, onlar hak
yolda değil, cehenneme gidecektir’ diye gezmeyin. Bilmemek değik öğrenmemek ayıp
ancak öğrenmeye de istekli olmak gerekir. Benim gördüğüm şudur: Dindar camiada
insanlar ‘gerçek manada’ bir sorgulama yapmıyorlar. Dini açıdan sorgulama,
kafadaki soru işaretlerinden kurtulmak, imanı güçlendirmek adına yapılır.
Doğruyu bulmak için değil. Denir ki ‘ben sorguluyorum ancak vesveselerimden
kurtulacağım, kafamdaki soru işaretlerimi gidereceğim ve imanımı
pekiştireceğim.’ ‘sorguluyorum ama bu sorgulamanın sonucunda din tekrardan galip
gelecek, Allah’ın varlığını, Kuran’ın hak kitap olduğunu daha iyi anlayacağım,
göreceğim, imanı güçlenmiş olarak çıkacağım’ yani sorgulamanın başında,
sorgulamadan dinin galip çıkacağına baştan ön kabul ile sorgulanır.
Ancak bu gerçek manada bir sorgulama değildir, gerçek sorgulama:
‘bu
din veya dinler doğru mu değil mi? Tanrısal bir varlk var mı yok mu? Allah yoksa
eğer, gerekirse ben onu da bulacağım, önemli olan gerçeğin ne olduğu’ . Bu
yaklaşımla sorgulanır ancak dini camiada sorgulama yapılırken hep dine
meğlederek, dini kafada, orayı görecek şekilde cevaplar aranır, taraflı bir
(tırnak içerisinde) ‘sorgulama’ vardır, objektif olunmaz; kendi dinleri için
uyguladıkları standartları diğer dinler veya farklı görüşler için uygulamazlar
veya diğer görüşlere yaklaşım biçimleri ile kendi dinlerine olan yaklaşım
biçimleri aynı değildir çünkü amaç inanmak istedikleri şeyi sözüm ona
‘kanıtlamak’tır. Başlayalım..
Girizgah ve özet
Kısa bir Hadise
[Osman bulut ile Twitter'dan yazıştım, kendisine ‘bilimde naturalizm "inancı"
yoktur, bilim materyalist değildir yani maddeyi tanrılaştırmaz’ dedim. Bilim,
delil, kanıt, gözlem, ölçülebilirlik ve test edilebilirlik üzerinden gider
dedim, bana "sen bilimi anlamamışsın" dedi, Kırmızı Hap 3'ü izledin ancak
evrim konusunda hiç bir fikrin yok öyle mi? dedim, daha önce 2 yerde evrimi
bilmediğini söyledin dedim (ki evrim konusuna giremez, evrim bir gerçektir ve
din ile çelişir, hatta kırmızı asa'da ''milyonlarca, milyarlarca yıl öncesine,
göremeyeceğimiz zamanlara gitmeyelim, ben şu an fail olan Allah'tan
bahsediyorum, şu anda anne karnında inşaası devam eden 10 binlerce bebekten
bahsediyorum'' diyerek bir manevra yapmış ve evrim konusuna girmemiştir, bir
de çıkıp evrim ağacı bize niye cevap vermiyor diyor, sen bir kere, ‘evrimi
bilmiyorum’ dedin ve evrimden kaçtın zaten, kırmızı asa evrim ilgili değildi +
adamlar sizinle uğraşmak yerine bilim anlatıyorlar. Bir kere, sözler köşküne,
gelen yoğun istek üzerine, bir cevap verdi, o video da kırmızı asanın aksine,
direk evrim ile ilgiliydi), deizm argümanı kullanıyorsunuz, deist
argümanlarıyla teizmi kanıtlamaya çalışıyorsunuz dedim ve bana "ezbere
konuşuyorsun" dedi ve beni Twitter'dan blokladı. Deizm argümanı
kullanıyorsunuz iddiasına verdiği cevap bir yazıktır. Deizmin ne olduğunu
anlamamış, diyor ki, deist tanrısı pasiftir bu evreni yaratan ve sonra hiç
karışmayan tanrıdır, ben şu anda fail olan, her an fail olan, bu yaprağı
düşüren Allah'tan bahsediyorum diyor, sonra kurandan ayet gösteriyor, bak bu
yaprağı düşüren Allah'tır, gibi sonra bunu da Allah'ın varlığına kanıt
sayıyor.
1. si bunun kuranda yazması bir kanıt değildir, çünkü bir
insanın rahatlıkla düşünebileceği bir şeydir bir tanrının bu yaprağı
düşürmesi, çiçekleri topraktan çıkarması vs.
2. si bir deist de her an
fail olan ve bu evreni işleten, o yaprağı düşüren tanrıya inanabilir ki, yani
sen deizmi de yanlış göstermiş oluyorsun.
Velhasılkerem ister kabul etsin
ister etmesin, kırmızı asa tamamen deist argümanları üzerine kuruludur]
Normalde tartışmalar hep Tanrı’nın varlığı üzerinden gidiyor ve
Tartışma ‘kesinlik bir yaratıcı var’ diyen MUTLAK TESİTLER ile ‘bir yaratıcı
yok’ diyen POZİTİF ATEİST argümanlar arasında gittiğinden bir sonuca
varılamıyor.
Dinciler, bir ateist ile dini tartışırken şunu
derler: ‘yani bir tanrı var ki biz bunları konuşuyoruz, bir yaratıcı
olmadıktan sonra dini ve peygamberi konuşmanın bir anlamı var mıdır?’
diyorlar. Ancak bu evrenin bir yaratıcısının olması, senin inandığın dine ve
peygambere bir kanıt teşkil etmez ki. Aslında önce yaratıcıyı değil de dini
konuşmak lazım, çünkü Din doğru ise, yaratıcı da otomatik olarak var demektir
ancak din doğru değilse o zaman Deistik-Panteistik tanrıları tartışmaya
geçeriz.
İşin din kısmının tartışması genelde yarım yamalak
bırakılır, tartışmaları dinleyenler de bir şey anlamazlar. Bu yüzdendir ki
Kafile’den Osman bulut ile Ateizm Derneği’nin tartışması izleyenlere bir şey
katmamıştır ama aynı zamanda Efe Aydal ile Serkan Aktaş'ın Younow üzerinden
yaptığı tartışmalarda da Serkan Aktaş, Efe Aydal’ı, sokaktan çevirdikleri
‘ateistler’ gibi imana getirememişlerdir çünkü Tanrı’nın varlığı kısmı
geçildikten sonra işin din kısmında düzgün bir savunma yapılamamıştır ki
istenilse de yapılamaz.
Aslında işe önce Din kısmından başlamak
gerekse de geleneği bozmayıp önce Tanrı’nın varlığı neden kesin olarak
bilinemez, ortaya sürülen kanıtlar neden kişiseldir ve bir delil niteliği
taşımaz, bunu açıklayıp daha sonradan Dini, İslam özelinde eleştireceğim.
1. Kısım, Gerçeğe Ulaşmak ve Bilim
Bölüm 1: Bir yaratıcı veya üstün bir güç var mı?
Çoğumuz dindar bir çevrede ve dini söylemlerin etkisinde büyüdüğümüzden bir
yaratıcının kesinlikle var olması gerektiğini düşünürüz. Ben ise bu konudaki
Agnostik tutumumu anlatmak istiyorum. Bunu şu anki bilgimizle bilmemiz mümkün
değildir.
Biz insanlar bir şekilde kendimizi bu dünya üzerinde bulduk, nereden
geldiğimizi, nereye gittiğimizi hep merak ettik ve varlığı sorguladık.
Bunu sorgularken ve gerçeğe ulaşmaya çalışırken bilmemiz gereken en önemli şey
gerçeğe sadece akıl yoluyla ulaşılamayacağıdır, Açıklayayım:
Biz
bu gerçekliği merak ediyoruz, kendimizi bir şeyin içerisinde bulduk ancak bu
gerçeği anlamakta kullandığımız şeyler hep bu evren içerisinde gördüğümüz
şeylerden yola çıkılarak üretiliyor ve/ veya insan aklının ürünü. Gerçeği
anlamaya çalışırken ve sorgularken herhangi bir ön yargıda bulunmamamız
gerekiyor. İçinde bulunduğumuz gerçeklik her türlü şekilde oluşmuş olabilir,
bize mantıklı gelsin gelmesin, hoşumuza gitsin gitmesin, sıradan olsun uçuk
kaçık bir şey olsun, garip olsun sıradan olsun, sonsuz farklı ihtimal var ve
mutlak gerçeklik dediğimiz şey her türlü forma ve özelliğe sahip olabilir veya
her türlü şekilde oluşmuş olabilir dolayısıyla bizim bu evren içerisinden
kendi sınırlı aklımız ve bilgimizle yaptığımız çıkarımlar ve akıl yürütmeler
bizi gerçekliğe ulaştırmaz çünkü evren bizim mantığımıza göre oluşmadı, bu
evreni biz yaratmadık, dolayısıyla kendi aklımızdan, kendi aklımıza göre,
hoşumuza giden veya dinlerde olduğu gibi insani özellikle sahip tanrılar
uydurmamız, kendimizce bir felsefe inşa etmemiz, kendi kafamızda
kurguladığımız taslaklar, kişiseldir ve bilimsel olarak kanıtlanmadığı
müddetçe bunlar ‘var/gerçek’ kabul edilemez.
Burada bir örnekle
şunu açıklayayım:
Teistler (veya Deistler), ‘bu evren muhteşem, bir
ahenk var, düzen var; insan vücudu çok kompleks, damarlar, kemikler, sinirler,
kaslar iç içe geçmiş, karmaşık bir sistem, karşıdaki dağlar, tepemizdeki
yıldızlar, koskoca evren, çiçekler, böcekler, canlılık vs’ diyerek buradan bir
Tanrı’nın varlığına ulaşıyorlar.
Tanrının olmadığını ileri sürenlerden ise şu argümanı duyabilirsiniz:
‘Bu evren kaotik, kainat bir keşmekeş, canlılar birbirini yiyor, atomlar, hava
akımları, gaz bulutları her şey kaotik hareket ediyor, çok fazla atom
birbiriyle etkileşim haline bir hareket gerçekleştiriyorlar, gök taşları
birbirine ve gezegenlere çarpıyor, doğal afetler, hastalıklar, kıtlık,
virüsler sürekli evrimleşiyor, (yeni) hastalıklarla mücadeleler, doğuştan
gelen ve canlıların yapısındaki kusurlar, doğal yaşamın +18 görüntüsü
(kirlilik, zor hayatta kalma, rahatsız edici olgular, dışkılama, doğum, kan,
acı vs), yıldız patlamaları, bizi umursayan bir varlığın olmaması, kainatın
tehlikeli bir yer olması vs. örnek vererek tanrının olmadığına
ulaşıyorlar ancak gerçek şu ki Düzen-Kaos, İyilik-Kötülük,
Muhteşemlik-Çirkinlik, Kusur-Kusursuzluk vb tanımlamalar bize göre olan
tanımlamalardır, kainatta objektif bir anlam veya objektif bir mana yoktur,
anlam veya mana, ona bakan bilinç tarafından verilir, o olguyu sen
anlamlandırırsın; bu evren de bizim gibi bir akla, mantığa sahip ve bu
evrendeki şeyler vasıtasıyla, evrimsel süreçlerle oluşmuş biz bilinçlere,
mesaj verme, bizleri etkileme amacı güden bir tanrı tarafından yaratılmış
olmak zorunda olmadığından bu argümanlar hiçbir şeyi kanıtlamaz. Peki bu
evreni kim yarattı o zaman? Bunu bilmiyoruz, peki neden bilemeyiz?
Esasında dinci arkadaşlardan duyacağınız argümanlar özetle şudur,
bunu böyle saatlere yayıyorlar, upuzun anlatıyorlar, insanın damarından girip
göbeğinden çıkıyorlar, atomlara, kainata, çiçeklere oradan okyanusa dalıp
kara delikten çıkıyorlar ancak uzatmaya gerek yok.
Argüman iki kelime bir şey, o
da şudur: Bir saatin saatçisi vardır ve o saatçi bu saati yapabilmek için şu
şu şu ilimlere sahip olmalıdır (saat bir ilim üzere yapılmıştır) + Kırmızı
asanın bunun üzerine söylediği şey ise bu saatin çarklarını döndüren yani o
sistemi fiziksel olarak icra ettiren, akıl sahibi birinin olduğudur.
Argüman aslında bu. Burada Saat=Evren, Saatçi=Tanrı olarak alınır.
Argüman kadar basit aslında.
Şimdi bunun neden bir kanıt
olmadığını açıklayayım. Öncelikle bu nedensellik (yani ‘saati yapan bir saatçi
vardır, ormanda yerde bir Laptop görseniz onu bir insanın yaptığını
bilirsiniz’ argümanı) bizim bu evren içerisindeki gözlemlerimizden yaptığımız
bir çıkarımdır. Bu evrenin içinde olan varlıklar için geçerli olan bir
fenomendir ‘nedensellik’ ancak bu nedensellik olduğu gibi, aynen, bire bir, bu
evren için de geçerli olmak zorunda olmadığından bu mantıkla bu evrenin bir
yaratıcı vardır diyemeyiz (başta söylediğim olay, gerçeklik her türlü şekilde
oluşmuş olabilir, biz mantıklı gelsin veya gelmesin, biz onu keşfetmiş olalım
veya olmayalım, hoşumuza gitsin veya gitmesin... gerçekler bunlardan bağımsız
olarak gerçektir). Burada şunu sormak istiyorum, madem ki bu evren sanatlı,
manalı, ilimli, muhteşem olduğundan bir yaratıcıya ihtiyaç duyuyor o zaman
Allah nasıl bir yaratıcıya ihtiyaç duymuyor? Eğer Allah gibi bir varlık bir
yaratıcıya ihtiyaç duymuyorsa bu evren neden bir yaratıcı tarafından
yaratılmış olmak zorunda olsun? Eğer bu evren (tırnak içerisinde) ‘tesadüfen’
oluşamayacak kadar hassas ayarlı veya muhteşem ise, çok daha muhteşem ve
ilimli, her şeyi yaratabilecek yapıya, sisteme vs sahip bir varlık nasıl kendi
kendine veya yaratıcısız oluştu? Esasında bu argüman kendini çürütüyor çünkü
bu şuna benziyor: ilkokul çocuğunun yapabileceği sıradan bir pastel boyalı
resim (Evren) kendi kendine oluşmuş olamaz, bu resmin bir ressamı vardır ancak
Mona Lisa tablosu’nun (Allah’ın/Tanrının) bir ressamı yok öyle mi? Veya şöyle
söyleyeyim, boyaları rastgele saçtığımda bu pastel boyalı resim ortaya çıkamaz
ancak Mona-Lisa tablosu ortaya çıkar öyle mi? Esasında burada Resmin ressamı
vardır argümanı bir sıkıntıya giriyor çünkü o resmi yapan ressamın da bir
yaratıcısı (Tanrı/Allah) olduğunu söylüyoruz, peki o Allah’ın bir Allah’ı
olamaz mı? Bilmem fark ettiniz mi örnekler hep bu evren içerisinde gördüğümüz
olaylardan esinlenme, evrenin içerisindeki nedenselliğin aynen, olduğu gibi,
bu evrenin kendisi için de geçerli olup olmadığını bilmediğimizden buradan bir
sonuç çıkmaz. Burada bir varlığın (yani Allah’ın) yaratıcısız oluşabildiği
söyleniyor o zaman evren neden yaratıcısız oluşamasın ki? Evet, Allah ile
evren farklı varlıklar, kıyaslanamaz diyebilirsiniz ancak evrenin kendisi de
bir olgudur ve bu olgu, bir yaratıcı tarafından yaratılmış olmak zorunda
değildir.
Burada olay tamamen kişisel tahminlere dayanıyor,
herhangi bir kanıt teşkil etmeyen şahsi inançlar, size göre olan şeylerdir ve
gerçeklik bu düşüncelerden bağımsız olarak gerçektir. O yüzden sadece akıl
yürütmeyle gerçeğe ulaşamayız çünkü gerçeklik bizim mantığımıza göre oluşmuş
olmak zorunda değil, her türlü oluşmuş olabilir ve bu evrenin içindeki
nedensellik bu evrenin kendisi için geçerli olmayabilir. Bu evrenin içindeki
koşullar ile bu evrenin bulunduğu ortamın koşulları veya bu evrenin kendisine
geçerli olan şartlar aynı olmayabilir, o yüzden bu evren içerisinden
yaptığımız çıkarımlar bizi gerçeğe ulaştırmaz.
Şimdi gelelim Kırmızı Asa’nın ‘evren bir yaratıcı tarafından fiziksel olarak
işletiliyor’ iddiasında:
Bu da doğru olabilir ancak elimizde tek
alternatif değildir. Dinciler hep bir analoji üzerinden gidiyor, ben de bir
tane analojiyle açıklayayım o zaman: Nasıl ki bir simülasyonun, işlemci
fiziklerini; ekran kartı ise grafiklerini, görsellerini fiili olarak işliyor,
render ediyor/işliyor belki evrenimiz böyle bir şeydir ve denildiği gibi biri
tarafından çalıştırılıyordur, yani o yaprağı biri düşürüyor bu evreni fiziki
olarak icra ediyor, havada savrulan atomları o güç hareket ettiriyor
olabilir.
Ancak nasıl ki bir bilgisayarı mühendis tasarlıyor,
yapıyor ancak bilgisayar yapıldıktan sonra çalışırken işlemcinin fanlarını o
mühendis döndürmüyor, kablolardan elektriği o mühendis bizzat geçirmiyor yani
fiziksel olarak o sistemi mühendis icra etmiyorsa evrenimiz de belki
tasarlanmış ve yaratılmıştır ancak kendiliğinden işleyebilecek şekilde
donatılmıştır/yapılmıştır, bunun da doğru olmadığını bilemeyiz.
Belki bu evrenin dışı veya mutlak gerçeklik dep-değişik, hayal
bile edemeyeceğimiz, başka bir olgu türüne, başka bir sınıflandırmaya giren,
bambaşka bir şeydir illa yaratıcılık veya yaratıcısızlık arasına sıkışmış da
değiliz; veya aklımıza gelen her şey olabilir, ama uçuk kaçık ama sıradan, ama
mantıklı ama mantıksız, her şey olabilir, sonsuz farklı ihtimal var, hepsi de
doğru olabilir ve düşünce bizi tek başına gerçeğe ulaştırmaz.
Burada, Kırmızı Asa argümanlarına ithafen, Panteist/Pandeist
görüşün (Evren=Tanrı) doğru olmadığını nereden bileceğiz ? İlla bu tanrı Allah
olmak zorunda mıdır? Bununla İslam kanıtlanabilir mi? Elbette hayır. Ancak
Ateistlere ‘Tokat’ gibi sunulan cevapların tamamına yakını bu.
Kendileri ‘bilimin ön kabulleri var, inançları var’ derken kendi
iddialarının da ispatsız bir varsayıma dayandığını görmezden geliyorlar.
‘bilimin varsayımlarının yanlış olabileceği hiç düşünülmüyor’ diyorlar ancak
kendi varsayımlarının da doğru olmayabileceğini hiç hesaba katmıyorlar. (Çifte
standartla yaklaşmak demiş miydim?)
Bölüm 2: Bilimsel olarak yaratıcıya ulaşmak ve Kafile’nin Kırmızı Asa
ithamları
İlk bölümde neden tanrının varlığının veya yokluğunun bilinemeyeceğini
açıkladım, şimdi bilimsel olarak gerçeğe nasıl ulaşırız, bilim neden
güvenilirdir, esasında BİLİM NEDİR bunlara bakacağım ve kırmızı asa’nın bilim
ve ateizm yanlışlarını açıklayacağım.
Öncelikle Kırmızı Asa’da ve pek çok dinci kanalda belirtilen, ‘Ateistlerin
‘Tesadüf’ inancı’ iddiasının yalan olduğunu belirtmekle başlamak istiyorum.
Osman
Bulut, Kırmızı Asa’da şunu söyledi ‘Yeni ateistler tesadüf kelimesinden
korkuyorlar, eski ateistler bunu sıkça dile getirmiş olsalar da...’ bunu
açıklamadan önce arada şunu söylemek istiyorum, sizler de ‘Deizm’ kelimesinden
korkuyorsunuz çünkü argümanlarınız tamamen deizm/panteizm üzerine kurulu,
Osman bulut bunu ‘biz deist argümanları kullanmıyoruz, ben her an fail olan
Tanrı’yı kastederek Allah’ı kanıtlamış oluyorum’ diyor ancak bunun Allah’ı
kanıtlamadığının farkında değil veya şarlatanlık yapıyor, ayrıca deizmin ve
türevlerinin ne olduğunun da farkında değil.
Peki Ateistler kör
bir tesadüfe mi inanırlar? Esasında ateistlerin bir ‘Ateizm Din Kitabı’
yoktur, ateistler tek bir kalıba sokulamaz, bu arkadaş (ve diğer dinci
kanallar) kendi yaptıkları videolarda karşı tarafı kendi istediği gibi
gösterip onu çürütüyorlar (saman adam safsatası) ve insanları bir sahte ikilem
içine sokuyorlar yani ‘ya onların tasvir ettiği tarzda bir Müslümansın ya da
onların anlattığı gibi bir ateistsin’. Bu yüzden ‘Deizm’ kelimesinden
korkuyorlar, çünkü Tanrı’nın varlığı hakkında argümanlar getirilebilse de Din
ve vahiy (Kuran, Muhammed’in peygamberliği) kanıtlanamaz. Zaten kendi
aralarından, dini sorgulayan bir arkadaşı, sorularına düzgün cevap veremeyince
aralarından atmışlar, ‘hile-i şerriye’ ile ilgili bir soruydu (işine geldiği
gibi sorguluyorlar, işlerine geldiği kısmı görüyorlar demiş miydim?).
Konumuza dönecek olursak, Ateist kelime anlamıyla A-Tesit (Tesit
olmayan) yani dini inancı olmayan demektir ve bahsedilen ‘materyalist veya
Tanrının kesinlikle olmadığını iddia eden veya ‘tesadüfçü’ ateistler, Ateizm
spektrumunun en uç kısmında yer alır ve bunlara Pozitif Ateist, Mutlak Ateist
veya Gnostik Ateist denir. Normalde bir ateist bir yaratıcının kesinlikle
olmadığını anlamış bir kişi değil, bir tanrının olmak zorunda olmadığını
anlamış kişidir. Ateistler aslında zayıf agnostiklerdir, bir Ateist ‘yaratıcı
kesinlikle yoktur’ demez, ben yaratıcıya gerek görmüyorum, varlığını
kanıtlayana kadar ona vardır diyemem/onu yok kabul ederim’ der, bize göre
yaratıcının var olma ihtimali %50’dir, ki nasıl bir yaratıcı veya yaratıcı
sebep? O kişiden kişiye değişir, bir bilgimiz yok o konuda. Zaten Bilimsel
düşündüğünü söyleyen, ‘inanmak değil bilmek istiyorum’ diyen, inançların bir
şeye kanıt olmadığını anlamış bir kişinin Tanrı’nın olmadığını iddia etmesi
bir çelişkidir, biz Ateistler veya Bilimsel düşünen insanlar da zaten her şeyi
kör bir tesadüfe bağlamıyoruz. Efe Aydal ile Serkan Aktaş tartışırken Efe
Aydal tanrının varlığını şu an bilmediğimizi ve evrenin varoluşu-bigbang en
son bilimsel görüşü aktardıktan sonra Serkan Aktaş ‘bakın, en iyi bilim
adamlarınız bile çözemedi, cevaplayamadı’ demişti. Bir şeyin bilinmiyor
olması, dinci olarak senin iddianı doğru çıkarmaz ki? God of the Gaps
(Boşlukların tanrısı) denilen şey de budur zaten, bilmediğin yerde direk
(kendi inandığı) tanrının yaptığını söylemek. Kerem Cankoçak profesörümüz
gibi, Tanrı’nın olmadığını, evrenin tasarlanmamış olduğunu kendince anlatan,
Hardcore Materyalistçi kişilere ben de katılmıyorum ancak bu kişileri
ve bunların düşüncelerini eleştirerek kendi düşüncenizi kanıtlayamaz ve bunu
bilime ve ateizme komple mal edemezsiniz. Ayrıca Sadece Mutlak Ateizm ve bu
arkadaşların anlattığı tarzda bir İslam arasına sıkışmış değiliz, hayat böyle
bir siyah beyazdan ibaret değildir, kendinizce neye inanmak istiyorsanız onda
özgürsünüz.
Gelelim Kırmızı Asa’nın, Bilim konusunda nerede yanıldığına;
Öncelikle bilim nasıl işler onu bir anlatalım, bu arkadaşlar bilimin
naturalizm ‘inancını’ eleştirmişler ancak bilimdeki naturalizm nasıl bir
naturalizm ve bilimde inançlar var mı? Bunları açıklayayım.
Öncelikle ‘felsefi’ natüralizm ile ‘metodolojik’ natüralizm’i
birbirinden ayırmalıyız, felsefi natüralizm’e göre şu gördüğümüz doğadan başka
hiçbir şey yoktur, bilimde kullanılan metodolojik natüralizm ise felsefi
olanından farklıdır, metodolojik natüralizm’e göre, üzerine objektifçe mutabık
olabileceğimiz şey, şu gördüğümüz doğa’dır yani olayları herkes kendi şahsi
inançlarıyla açıklayabilir kimisi der Zeus yaptı, kimisi der X tanrısı kimsi
de Y tanrısı kimsi der Z tanrısı... Bilimsel olarak gerçeğe ulaşmaya
çalışıyorsak, olaya şahsi inançlarımızı katamayız, bilimin dini kanıtlamak
veya çökertmek gibi bir amacı yoktur, bilimin amacı gerçeğe ulaşmaya
çalışmaktır. Burada ‘şahsi inançlarımızla olaya yaklaşamayız’ derken
kastedilen Tanrısızlık veya Felsefi bir natüralizm değildir, burada Natürel
(yani doğa)= mutlak gerçekliktir, eğer bir tanrı varsa o da ‘mutlak gerçeklik’
kapsamına girer ancak insan kolay yoldan cevaba ulaşma, bilmediği yerde cevap
uydurma meyilinde olduğu için ‘bunu tanrı yaptı’, ‘bir tanrı var’
düşüncelerine girmeye meyillidir. Ancak olağanüstü iddialar olağanüstü
kanıtlar gerektirdiğinden ve başta anlattığım (akıl yürütmeyle tanrıya
ulaşılamayacağı) olaydan ötürü şu an ‘bir tanrı yaptı’ veya ‘bir tanrı vardır’
diyemiyoruz. ‘Bu evrenin kendisi olağan üstü bir kanıt değil midir zaten’
denecek olursa da bu da geçersizdir, çünkü bu evrenin muhteşemliği ve
olağanüstülüğü bize göre bir olağanüstülük olduğu için kendi düşüncelerimizle
vardığımız bu sonuç bizi gerçeğe götürmez. ‘Evrenin bu yapısı ve
olağanüstülüğü bir tanrıyı gerektirmez mi?’ denilirse de gene ‘evrenin böyle
olmasının, yaratıcıyı gerektirip gerektirmediğini bilmiyoruz, gerçeklik bizim
mantığımıza göre oluşmuş olmak zorunda değil, nedensellik ilkesi aynen bu
evren için de geçerli midir ya da evrenin dışında veya evrenin kendisi için
nasıl bir nedensellik geçerlidir veya hangi koşullar vardır bunu
bilmediğimizden bu bizi bir yere götürmez’ demek durumundayız.
Buradan şuna geliyorum, bilim felsefi değil metodolojik olarak
natüralisttir ve bilim natüralist olmaktan daha çok empiriktir (bilgi
temellidir) Celal Şengör’ün de vurguladığı hep buydu zaten, deney, gözlem,
ölçülebilirlik, test edilebilirlik. Eğer bir tanrı varsa benim onu tespit
edebiliyor olmam, onu ölçebiliyor olmam lazım. Doğaüstü veya Metafizik denilen
şey bilimsel olarak kanıtlanacaksa benim ona dokunabiliyor onu
gözlemleyebiliyor olmam lazım.
Bu konuda Evrim Ağacı’nın ve Celal
Şengör’ün şu 2 videosunu izlemenizi tavsiye ederim :
1)
[Evrim Ağacı] Evrim Tesadüfler Üzerine Mi Kurulu? - Bilmiyorum Demenin Gücü
2)
[Celal Şengör] Tesadüf-BilimKırmızı Asa’da yasalar iş yapmaz argümanın saçmalığını yukarıda
anlatmıştım, evrenin illa ki bir işleticisi olmak zorunda değil, tabii ki
kesin ‘olamaz’ diyemeyiz ancak onu göremediğimiz, ölçemediğimiz ve etkisiz
eleman olduğu için yok kabul ediyoruz (aksi ispatlanıncaya kadar). Allah o
yaprağı her seferinde düşürmeyi seçiyor ancak mucize denilebilecek şekilde o
yaprağı düşürmemeyi seçmiyorsa bu gerçekten bir seçim midir? Eğer sürekli aynı
şeyi seçiyorsa o etkisiz elemandır. Bu yasaları işleten icra ettiren sonsuz
varlı varlık veya farklı olgu türü uydurulabilir ancak bunlar kanıtlanana
kadar bunar vardır diyemeyiz yani yok kabul ederiz.
Bilimde kaos
ne demek ondan da bahsetmek istiyorum.
Celal Şengör, ‘kainat bir
keşmekeş’ derken veya bizler kaos’tan bahsederken aslında kastedilen ile
şunun arasında bir fark yoktur, kırmızı asa’da atomların ‘belli kurallara
uyarak hareket etmesi düzendir’ iddiası şu yüzden yanlış, 2 oda var, biri
derli-toplu diğeri dağınık, şimdi desek ki ‘dağınık odadaki etrafa savrulmuş
kıyafetleri oluşturan atomlar belli kurallara uyuyorlar demek ki oda da
düzenli’ bu saçma olurdu öyle değil mi? Bizim kastettiğimiz kaos veya ‘kainat
bir keşmekeş’ derken kastedilen, dinlerde bahsedildiği gibi bizi umursayan bir
tanrının emaresi olmaması, doğada canlıların birbirini yemesi, her türün bir
şekilde hayatta kalmaya çalışması, hastalıklarla, virüslerle boğuşmamız,
evrimleşen virüslerle yeni hastalıklarla uğraşmamız, canlı vücudundaki
kusurlar, doğal felaketler, gök taşı düşmeleri, asteroidlerin çarpışmaları,
yıldız patlamaları, hava akımlarının-hava moleküllerinin ‘kaotik’ hareket
etmesi gibi şeylerdir.
Kaos’tan veya Kaotiklikten kastedilen, aynı
zamanda ‘öngörülemezlik’tir, örneğin yarinki hava durumunu yüksek doğrulukta
tahmin edebilirken 1 ay sonrasını tahmin edemememiz, çünkü çok fazla etmen,
çok fazla ölçülemeyen eleman, çok fazla atom var ve bunların her birinin
yerini ve bütün özelliklerini %100 doğrulukla bilemediğimiz, bilebilsek bile
hesaplayabilecek güçte olmadığımızdan ‘tesadüf’ veya ‘kaos’ denilip geçilir.
Yani zar atmak gibi ya da 1/560 ihtimal gibi bir rastgeleliğe bağlanmıyor her
şey. Ki bir ihtimalin çok düşük olması, onun imkansız olduğu anlamına
gelmez.
Evrimsel süreçte ilk canlılığın okyanuslarda başladığı düşünülüyor, Dünya’nin
bilinen en eski durağanlaşmış devri ile ilk bakteri kalıntıları arasında 735
milyon yıl gibi bir süre var, okyanustaki koşuular altında çok ilkel hücresel
yapıların oluşma ihtimali elbette yüksek değil ancak 735 milyon yıl boyunca
sürekli denendiğinde elbet bir noktada oluşabilmiş olması mantık dışı
değildir, evrim konusunu daha detaylı araştırırsınız, burada detayına
inmeyeceğim. Kaos derken ne kastedildiğini daha iyi anlamak istiyorsanız Evrim
Ağacı’nın şu yazı dizisini okuyunuz:
https://evrimagaci.org/yazi-dizisi/kaos-teorisi-39
Bilim nasıl işler?
Bilimin temelinde gözlem, test edilebilirlik ve yanlışlanabilirlik
vardır.
İnsanın bilim macerası da önce yalan söyleyerek başlamıştır
çünkü hiçbir şey bilmiyorduk, akıl yürüterek bazı varsayımlarda bulunduk ve bu
varsayımları test ettik, bu varsayımlar test edilip yanlışlandıktan sonra eski
hipotezi terk edip eldeki yeni veriler ışığında alternatif açıklamalar
geliştirir ve veri gelmeye başladığında yanlış olanları eleriz, esasında bilim
mutlak gerçekliği vereceğim, her şeyi cevaplandıracağım diye bir iddiada
bulunmaz, neyin tam (%100) doğru olduğundan ziyade, neyin doğru olmadığını
vermede daha başarılıdır. Tanrı konusunda da bu böyledir, Bilimsel olarak
henüz tanrının ispatlanamamasının sebebi natüralizm ‘inancı’ değil, veri
eksikliğidir, zira en başta felsefenin ve akıl yürütmenin bizi gerçeğe
ulaştırmayacağından bahsetmiştim. Bu alternatif açıklamaları, tanrı ile ilgili
farklı görüşleri aklımızın bir köşesinde tutarız ve veri gelmeye başladıkça
bunlar içinden yanlış olanlarını eler, yeni bilgilere göre de farklı fikirler
inşa ederiz ve bunları sürekli test ederiz, sınarız. Bilimin (metodolojik)
natüralist olmaktan ziyade empirik (bilgi temelli) olması yani. Asla ‘mutlak
gerçek, en doğru gerçek budur’ iddiası yoktur bilim ile dinin ayrıştığı nokta
da burasıdır, Din, iman gereği vahiy ile geldiği iddia edilen cümlelerin
tanrıdan ve kesin doğru olduğu dolayısıyla asla sorgulanamaz olduğunu söyler
(sorgulansa bile bunun hikmetini anlamak veya neden doğru olduğunu anlamak
üzere bir ‘sorgulama’ vardır, gerçek anlamda bir sorgulama yoktur). Bu
yüzdendir ki 1400 senedir din kanıtlanmaya çalışılıyor, yok o tefsir yanlış o
çeviri yanlış, yok illa Arapçasından okuman lazım yok o kelimeyle şu
kastediliyor denerek kıvrılıyor çünkü söylenenler doğru değil.
Bilim sürekli değişiyorsa ona nasıl güvenelim?
Ona güvenme nedeniniz de tam olarak budur zaten. Bilim, insanlığın
öğrenme ve anlama çalışmalarının bütünüdür, insanlık olarak boyutumuz küçük,
zekamız sınırlı, kudretimiz az dolayısıyla tabii ki her şeyi bilmiyoruz ve
zamanla bilgimizin ve düşüncelerimizin değişmesi çok normaldir. Ancak bilim
dogmatiklikten uzaklığı, değişime ve her türlü iddiayı
değerlendirmeye-tartışmaya açıklığı, uyguladığı yöntem ile elimizdeki, gerçeğe
ulaşmakta kullanabileceğimiz en makul yöntemdir eğer eksiklikleri varsa veya
yönteminde yanlışlar varsa bunu da düzeltmeye açıktır ki bugüne kadar da
düzeltmiştir eğer bilimsel metodoloji yanlışsa, felsefenin tek başına bizi
gerçeğe götürmediğinin, en başta anlattıklarımın da farkında olarak, ‘ben akıl
yoluyla şuna ulaşıyorum, bu mutlak gerçekliktir, dinim bunu söylüyor, bunu
anlayamayanlar, kainatı vahiysiz/ruhsuz anlama gafletine!! düşenler cahildir
ve cehenneme gidecektirler’ gibi saçma sapan argümanlar yerine akılcı ve
düzgün bir yaklaşım getirin, sizden önce bilim bunu kabullenir zaten.
Konuyla ilgili bir video ‘Sürekli Değişen Bilime Neiçin
Güvenelim?’:
https://www.youtube.com/watch?v=MOIoAGnSitYBilimde ‘yok kabul etmek’ ne demektir?
İnsanlar olarak gerçeği anlamaya çalışıyoruz, bilmediklerimizi
öğrenmeye çalışıyoruz bu noktada aklımıza pek çok farklı alternatif açıklama
gelebilir ancak bunlar kesin doğru olmak zorunda olmadığından, varlığı
kanıtlanana kadar ‘yok’ kabul edilir, yok kabul etmek, onun olmadığını iddia
etmek değil, varlığını kanıtlayana kadar ona ‘vardır’ dememektir. Şu an
solucan deliklerinin olabileceği düşünülüyor örneğin ancak gözlemlenmediği
için ‘yok’ kabul ediliyor, bu onun olmadığını iddia etmek anlamına gelmiyor,
‘’gözlemlemedim o yüzden ‘vardır’ diyemem ancak var olabilir, elimdeki
bilgilerle de çelişmiyor’’ demektir. (insan boşluk doldurma ve bilmediği yerde
bir şeylere uydurma meyilinde olduğundan bugün açıklanamayan veya gizemli bazı
olaylara ‘cin’ gibi failler atfedilmesi veya bir şeyler uydurulması da insanın
bu kusurundan kaynaklanır.)
Konuyla ilgili bir Podcast [Efe Aydal]
26 Yıl sonra deist olan adam:
https://www.youtube.com/watch?v=G1FLmNjVzw4
Konuyla ilgili olarak açıklamacı olması açısından, Nurcu arkadaşlar gibi
ben de bir Analoji yapayım :) Pisagor teoremini biliyorsun, a^2+b^2=c^2,
aslında bu, kosinüs teoreminden gelir, Kosnüs teoremi der ki: ‘bir üçgenin
iki kenarının uzunluğu ve bu iki kenarın arasındaki açı (veya o açının
kosinüsü) bilinoyrsa, üçüncü kenarın da uzunluğu bulunabilir’ der ve bunun
formulünü verir, asıl formul şudur, a^2 + b^2 = c^2 - 2ab(cosß), Dik üçgende
Cosisnüs 90 derece = 0 olduğundan formul a kare + b kare = c kare olur,
ancak düşün ki henüz pisagor teoremi ispatlanmış ancak kosinüs teoremi
bilinmiyor, şimdi, bu pisagor teoreminin nereden geldiğiyle iligli bir sürü
iddia var, herkes farklı bir formul atıyor ortaya ancak biz bu formulleri,
kesin olarak kanıtlayana kadar yok kabul ederiz, bunları kanıtlayana kadar
bunlar vardır diyemez ve matematik kitabımızın içine alamayız, ''bak, henüz
matematik kitabımın içinde yok" Yok kabul etmek olmadığını iddia etmek
değildir, formulü henüz doğrulamadım, doalyısıyla bütün geometriyi bu,
doğruluğundan emin olmadığımız/ şaibeli formul üzerine kuramam çünki bu
alternatif formulleri test etmedim ve doğruluğunu onaylamadım, bunlardan
herhangi birini, sırf birisi öneriyor diye test etmeden matematik kitabımın
içine alamam, alırsam ne olur bir düşün? Zaten yanlışsa yanlışlığı ortaya
çıkacak ve değiştirmek durumunda kalacağım, dindeki bu kabuller,
yanlışlandığı taktirde, sen bu iddiandan vaz geçer misin? geçmezsin çünki
din, en doğru olduğunu, tanrı kelamının yanlış olmadığını iddia eder, bu
yüzden dogmatiktir, bu yüzden Bilim ile uyuşamaz, Bu Nurcu kanallar da
bilimsel düşünceyle dinlerinin uyuşmadığını fark edince, bu sefer bilime
saldırdılar. Önceden din ile bilim uyuşur denirdi, şimdi ise iş yavaştan
bilimi reddetmeye doğru kayıyor gibi görünüyor. Kosinüs Teoremi ne zaman
test edildi, kanıtlandı ondan sonra matematiğe dahil oldu, bilim de böyle
işler, tekrar ediyorum, kanıt ve gözlem üzerine gider bilim.2.Kısım, Din ve Dindeki çıkmazlarDin dediğimiz olgu, insanların zamanında açıklayamadığı olaylara
cevap bulmak adına tanrı veya tanrılar uydurduğu ve doğayı/doğa olaylarını bu
tanrılara bağladığı, kendi ahlak kurallarını daha iyi uygulayabilmek veya
kendi kafalarınca bir toplum/gelenek inşa etmek ve toplumu bu halde tutmak
adına uydurdukları, yazdıkları hikayelerdir. Kuran’ı alıp baştan sona okuyun,
insan eliyle yazılamayacak herhangi bir ifade göremezsiniz, veya evreni
duygularla/vahiyle anlama denilen şey de tamamen insanidir ve hiçbir tanrısal
veya tanrıdan geldiğini kanıtlayabilecek bir taraf bulundurmaz. Nurcuların Said
Nursi felsefesi farklı farklı dini görüşler, mezhepler vs bunlara bakın, hepsi
insanların kendilerince inşa ettikleri dünya görüşleridir, yeryüzünde ne
yazıldıysa insan yazdı, ne söylendiyse insan söyledi, bunu çürütebilecek
herhangi bir argümanla gelemezler.
1.Bölüm: Kusursuz tanrının kendisine inanması için insan yaratması,
merhametli tanrı ve imtihan çıkmazları
Dinlerin insanlar tarafından uydurulduğunu söylemiştim şimdi bazı dini
sıkıntılara bakarak bunu daha iyi anlayalım. Burada soracağımız sorular Deist
tanrısı veya bu evrenin herhangi bir yaratıcısı için geçerli olmaz ancak
insanlar tarafından hayal edilen ve insansı özelliklerde olan, dinlerde geçen
Tanrılara yöneltilebilir sorulardır bunlar. Biz ateistlerin reddettiği Tanrı,
Deistik tanrılar değil, Teistik (dinlerde geçen) Tanrılardır, ben de burada
İslam özelinde eleştirimi sunacağım.
Her şeye kadir kusursuz bir Tanrı’nın kendisine inanması/onu tanıyıp
ibadet etmesi için varlık yaratması
Eğer bu tanrı Sonsuz kusursuz ise kendisine inanılmasına veya
tapınılmasına ihtiyacı yoktur, ve kusursuz bir varlık belki de hiçbir şey
yaratmaz çünkü sonsuz kusursuzdur. Filmlerde veya animelerde gördüğümüz
‘kusursuz küre’ gibi her şeye nötr bir varlık olması muhtemeldir.
Eğer
kendisine tapılmasına ihtiyacı yoksa neden namaz gibi ibadetleri yerine
getirmeyenler cehenneme atılacak?
Eğer kendisine inanılması için
insanları yaratmadıysa, buna ihtiyacı yoksa neden yarattı ve neden kendisine
inanmayanlar sırf inanmadığı için cehenneme gidecek?
Tanrı’nın insanı imtihan etmekteki amacı nedir? Tanrı Bizi yaptıklarımızdan
sorumlu tutamaz çünkü bizi yaratan Allah olduğu için (dine göre), A’dan Z’ye
bizim yaptığımız her şeyden o sorumludur. İmtihan edip aralarından seçeceğim
demesi zaten bir mantıksızlık, neden seçiyorsun? Ne gereği var?
Buna ek olarak seçme dediğimiz olay olabilmesi için bizlerin,
Allah’ın varlığından bağımsız olarak var olmamız lazım, yani olanlar arasından
seçersin, önce yaratıp sonra seçmezsin. Öğrencileri zekasına göre
seçebilirsiniz çünkü onların zeki olup olmaması sizden bağımsızdır veya ÖSYM
öğrencileri seçer çünkü öğrencilerin kalitesi o sınavı yapanlardan
bağımsızdır, kim daha iyi ona bakacağım diyerek bir sınav geliştirmiş kendince,
ancak Allah önce yaratıyor sonra ben hanginiz cennetlik hanginiz cehennemlik
onlar arasından seçeceğim diyor. Beni sen yarattın zaten, eğer günah
işliyorsam veya sana inanmıyorsam beni sana inanmayacak şekilde yaratan da
sensin. Özgür irade var mıdır? Var ise ne kadar özgürdür ve neden herkese aynı
özgür irade verilmemiştir? Neden herkese aynı zeka ve algılayış biçimi
verilmemiştir? Bizi bu şekilde yaratan Allah yaptıklarımızdan dolayı bizi
sorumlu tutamaz çünkü bizi bu şekilde davranacak biçimde yaratan o zaten.
Nasıl ki Telefonu üreten firma A’dan Z’ye o telefonun her şeyinden sorumluysa,
Allah da bizim her şeyimizden sorumludur. Kuranı okursanız ‘biz sizi şöyle
yaratırız böyle yaratırız’ ‘Allah sizi şu konuda zayıf yaratmıştır’ şeklinde
ayetler de mevcuttur. Bu dediğime yüzde yüz işaret etmese de dediklerime bir
işaret vardır ve benim bu argümanım Allah’ın bizleri ve evreni yaratması
dolayısıyla yaratanın, yarattığı üzerinde sorumluluk sahibi olmasındandır.
Eğer Kırmızı Asa’da denildiği gibi, her şeyi Allah işletiyorsa
zaten biz de bu simülasyonun bir parçasıyızdır ‘yok, biz özgür iradeliyiz vs
deniyorsa da ondan bahsettim zaten’
İmtihan adil değil
Herkese Aynı zeka veya aynı ‘özgür’ irade verilmemesine ek olarak herkesin
yaşam ömür uzunluğu farklı, imtihanı farklı, imtihan zorluğu farklı, koşullar
farklı vs.
Öyle bir sınav düşünün ki herkes için soru sayıları rastgele, soru uzunlukları
rastgele, soru zorlukları rastgele, sınav uzunluğu rastgele ve hatta bazıları
sınava girmeden geçiyor (çocukken ölenlerin cennetlik olması)
Bugün insanlar hangi coğrafyada veya ailede doğduysa oranın dinini benimsiyor.
‘Ben başka ülkede doğsaydım gene araştırır bulur Müslüman olurdum’ diyen bir
kişi acaba kendi dinine gösterdiği özeni diğer dinlere de göstermiş midir?
Kuranın Arapçasını okumak lazım diyen biri diğer dinleri ana dillerinde
okumuş, üzerine düşünmüş ve kafa yormuş mudur acaba? Tanrı’nın kendisini
Allah’ın vizyonu
Denir ki ‘iyi ile kötünün mücadelesi kıyamete kadar devam edecek’ veya ‘iyi
ile kötü ayrışsın diye imtihan ediliyor’
Tanrı statüsünde, sonsuz
mükemmel ve Kur'an’da kendisine ‘yüksek ilim sahibi’ diyen bir varlığın
vizyonunun bizi 60-85 sene dünyada imtihan edip, birbirimize kırdırıp cennete
veya cehenneme atacak olması sorunsalı. Madem merhametli bir Allah var bizi
burada oyalayacağına direk cennetine alabilir, eğer dünyada kalmanın sebebi,
bazı şeyleri anlamak, imtihanı ve zorluğu görüp sonradan rahata ermek ise;
1)Allah bizi, dünyada bir şeyler deneyimlemeden de cennetteki
nimetlerin kıymetini bileceğimiz bir şekilde yaratamaz mıydı?
2)Herkes bu dünyada alması gereken dersleri, tecrübeleri alıyor mu ki?
Herkesin hayatı ve hayatının uzunluğu farklı.
Eğer amaç cenneti
hak etmek ise zaten ne kasıyorsun direk koy. Zaten bizi yaratan varlık bizim
her şeyimizden sorumlu olduğundan hak etme olayı da bir sorunsal haline
geliyor.
‘Andolsun ki biz, cinlerin ve insanların çoğunu cehennem için yarattık;
onların kalpleri vardır; düşünmezler onunla; gözleri vardır, görmezler o
gözlerle; kulakları vardır, duymazlar o kulaklarla. Onlar dört ayaklı
hayvanlara benzerler, hatta daha da sapıktır onlar. Onlardır gaflette
kalanların ta kendileri’ 7:179 ‘Allah onların kalpleri ve kulakları üzerine mühür (hatem)
vurmuştur, gözlerinde de perde vardır, onlara büyük bir azab vardır." (Bakara
2/7)
‘Onlardan seni Kur’an okurken dinleyenler de vardır. Fakat
onu anlamalarına engel olmak için kalplerinin üstüne örtüler çektik,
kulaklarına da ağırlık verdik. Onlar her türlü mûcizeyi görseler bile yine de
ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde, "Bu Kur’an eskilerin
masallarından başka bir şey değildir" diyerek seninle tartışırlar. 6:25’’
Bu ayetler de imtihan konusunda dediklerimi destekler nitelikte ve
düşündürücü. Tabii ki bunlar bir şekilde savunulmaya çalışılır ona da
geleceğim.
Bu belirttiğim noktalara cevap verilmeye çalışılsa da
‘dinini kanıtlamak için’ değil de ‘bu din doğru mu değil mi’ diye sorgulayan
birisi için her şey açık ve nettir ve verilen cevaplar avutma ve kıvırma
olması bir yana bu kitabın insan eliyle yazılmış olduğu, tanrısal olmadığı
gerçeğine bir etki edemeyecek, kitabın Tanrı’dan geldiğini kanıtlayamayacak;
sadece kendine bir şeyi cevaplamış olup o cevabı da kendilerine mantıklı
geldiği için kabul edecekler ancak objektifçe bakan biri bunun ne olduğunu
görür.
2.Bölüm: Kötülük problemi nasıl yorumlanmalıdır ve Kusur-İmtihan
savunması
‘Tanrı varsa neden kötülük var, canlılar birbirini yiyor, kötülüklere
neden izin veriliyor’
Bu, başlarda bahsettiğim sebeplerden ötürü Deist
Tanrısını çürütmese de dinlerdeki tanrılara yöneltilebilecek bir sorudur.
Esasında bu konuda dinciler işine gelen cevabı alıyor ve kendince bir
mantık-felsefe-hikmet inşa edip oraya oturtuyorlar.
Bence bizi 80
sene yaşatıp öldüreceğine direk cennete alsın bu merhametli tanrı.
Bunu
‘kötü bir şey olacak ki iyinin kıymetini bilesin’ gibisinden açıklayacaklar.
Din içerisinde kabul edilebilir bir açıklama ancak her kötülük de bu şekilde
açıklanabilir mi? Doğadaki her kötülük bu şekilde açıklanabilir mi? Orasını
bir düşünün.
Örneğin; bana göre eğer dindeki gibi bir tanrı bu evreni yaratmış olsaydı
canlıların böyle birbirini yediği, kabul edilebilir sınırın ötesinde bir
vahşilik olmamalıydı; Tarım ve Hayvancılık, FarmWille oyunundaki gibi daha
barışçıl ve tatlı olmalıydı, tabii ki gene ağaçlara bakmak, hayvanlarla
ilgilenmek vs olabilir, hastalıklar olabilir ancak düzen bu kadar vahşi
olmamalıydı. Ancak biri de çıkıp der ki ‘benim bununla bir sıkıntım yok, bu
bence bu sıfatlara sahip bir tanrıyla çelişmez, imtihan için uygun vs’
diyebilir. Ancak bu gene kişiseldir. Eğer objektifçe bakarsanız mevcut
gerçeklik acaba dinlerdeki Tanrıların (merhametli, adaletli, kusursuz)
yaratmış olmasını bekleyeceğimiz bir düzen midir? Tamam bi seviyeye kadar
imtihan denilebilir ancak her şeye de imtihan denilebilir mi? Mevcut
gerçeklik, evrendeki tehlikeler, entropi, evrim, doğanın vahşiliği ve
tehlikeliliği, komple düşünüldüğünde, makul bir sınırı aşmıyor mu? Orasını siz
düşünün.
Esasında dinlerdeki Tanrılar bu evreni yaratmadığı, biz
mevcut gerçekliğe göre kendimizce bir Tanrı uydurduğumuz için bu konuşmalar ve
cevaplar hep. Mevcut gerçekliğe göre bir din yazmışız ve gerçeklikteki
kötülük-iyilik kavramlarını bu şekilde bir mantığa oturtuyoruz, verilecek
hiçbir cevap, bu dinin tanrı tarafından yazıldığını (insanın ürünü olmadığını)
kanıtlayamayacaktır, sadece bir avutma olacaktır, kişisel olacaktır, üzerine
düşünmek size kalmış.
'Onlar kusur değil imtihan'
Bizler, insan vücudundaki ve kainattaki kusurlardan bahsederken hep ‘imtihan,
bir hikmeti var, şöyle olsaydı iyi olur muydu, düzgün bir sınav veya imtihan
olur muydu?’ gibi cevaplar verilmekte.
Esasında
bazı şeylere ‘imtihan’ diyebilirsiniz ama her şeye diyemezsiniz:
Örneğin insan uçamayan bir varlıktır, bir kara hayvanı olmamamız,
uçamıyor olmamız, bu şekilde sınırlandırılmış olmamız belki imtihan olarak
görülebilir ancak insanlardaki 20 yaş dişlerine imtihan diyemezsiniz, bu bir
tasarım hatasıdır, eğer biz tasarlanmış bir canlı olsaydık, bu kusurun
olmaması gerekirdi. Kas gücümüzün sınırlı olmasına imtihan denebilir ancak
iskeletimizin en önemli kısmı, 2 ayak üzerinde durmamızı sağlayan omurgadaki
kusurlara imtihan denilemez. Evrimsel kalıntılar ‘son halimizle ortaya
çıktığımız, Allah tarafından tasarlandığımız’ iddiasının suya düşmesine sebep
olur.
Her şeyi bilemememiz, gözlerimizin çok iyi olmaması gibi
şeyler imtihan olarak gösterilebilir ancak üreme sistemindeki kusurlar, zor
doğum yapma, dirseğimizdeki zayıf ve ara sıra bir yere çarptığımız, açıktaki o
zayıf sinir imtihan değil bir tasarım hatasıdır. Eğer gördüğümüz her güzel
şeye ‘Allah’ın hikmeti’ ve ‘Allah’ın yarattığına kanıttır’ diyeceksek ve her
sıkıntılı yerde, her kötü şeye ‘ama o imtihan, bir hikmeti var, vardır
Allah’ın bir bildiği’ vs diye geçiştireceksek bu bizi gerçeğe ulaştırır mı? Bu
samimi bir sorgulama mıdır? Ve çifte standart değil midir? Objektiflikten
uzaklaşmak değil midir?
Evrim ile din %100 çelişir
Bu konuda kıvırmaya gerek yok, evrim ile din çelişir eğer evrim doğruysa biz
Adem ve Havva’dan gelmedik ve canlılar bugün olduğu şekliyle bir anda dünyada
var edilmediler. Evrim doğru olduğuna göre din doğru olamaz.
Evrim, bilimdeki en sağlam teorilerden biridir, evrimin bilimsel olarak doğru
olmadığı iddiası tamamen zırvadır. Evrimin ne olduğunu anlamak, Teori-Kanun
farkı nedir? Evrim Teorisi ispatlanmamış mıdır? Gibi soruların cevabını almak
ve evrimi öğrenmek isterseniz konuyla ilgili başlangıç videolarını aşağıya
bırakıyorum, oynatma listemde de var zaten bu videolar:
[Efe Aydal] Kırmızı Hap 3 - Evrim neden bilimdir yaradılışçılık neden
dindir?
Bu iki video başlangıç olarak işinizi görür, daha da öğrenmek isterseniz
oynatma listesindeki evrim ile ilgili diğer videolara bakabilir, Türkçe kaynak
olarak ‘Evrim Ağacı’ ve ‘Bilim Fili’ makaleleri (ki bilimsel makalelere
referanslıdır), ‘Understanding evolution’ Evolution 101 İngilizce
(https://evolution.berkeley.edu/evolibrary/article/evo_01) ve Türkçe
(http://www.evrimianlamak.org/e/Ana_Sayfa) internet siteleri, yayınlanmış bir
sürü makale, yabancı siteler, belgeseller... elinizde pek çok kaynak
mevcuttur. Evrim Ağacı’nın da bu konuda Türkçe yayınlanmış kitapları mevcuttur
onlara da bakabilirsiniz.
Efe Aydal ve Serkan Aktaş’ın (şu
tartışmalarında:
https://www.youtube.com/watch?v=UwXwn68hFzo) ‘Kainatta israf var mı?’ konusu üzerine olan tartışmalarına ithafen
yazdığım bir Youtube yorumunu da buraya bırakıyorum:
'Kırmızı asa argümanlarına cevap Bölüm 2'
isimli videonun altına sperm konusuyla ilgili attığım yorum:
Erkeklerde Testislerin vücut dışında olması, dişilerdeki adet ve zor
doğum yapma, iki cinsin üreme sistemindeki kanser ve sıkıntılar, iç adet
kanaması, üreme sisteminin komple kusurları vs örnek olarak verilebilir.
Efe Aydal ile Serkan Aktaş, bir yayında tartışırken 'kainatta israf var
mı' diye tartışılıyordu, Efe, 'hayvan gibi var' demişti, Serkan ise 'sana
öyle geliyor ancak bunun bir hikmeti var demişti', işte mevzu sperm
sayısına geldi, neden çok sperm üretiliyor diye, Serkan: 'Allah o 1
spermi, diğerlerinin arasında koruyarak iletiyor' dedi Efe: 'Peki neden
'ben Allahsal gücümü kullanıyorum deyip' onu korumuyor' dedi Serkan:
'Ancak her şey bir hikmet üzerine, o vesileyle onu koruyor' dedi. Şimdi
üreme sistemini araştırırken öğrendiklerimin bir kısmını yazayım.
Dişilerde Serviks denen, rahim boşluğuna açılan kısım, meninin bir kısmını
içine almaz, servikten geçen spermlerin bir kısmı da, dişi bağışıklık
sistemi hücreleri tarafından ''Yabancı Hücre'' olarak algılanıp yok
edilir, bu, kalitesiz spermleri eleme yöntemi de değildir, rastgele,
tuttuğunu koparır, hangisini alabilirse yakalar ve bağışıklık sistemi
hücreleri, yakalayabildiği spermleri hücre içinde sindirerek yok eder,
şimdi burada bir ara not, nasıl bir 'akıllı tasarım' ki, karşı cinsinin
üreme hücresini 'yabancı madde' olarak algılayıp yok etmeye çalışıyor?, Bu
mükemmel tasarım mıdır?, Daha bitmedi, rahme giren spermlerin bir kısmı
rahim duvarındaki boşluklara takılabiliyor, veya oraya girip oradan
ayrılmak ve yumurtaya yönelmek istemeyebiliyorlar, yumurtaya yönelenlerin
bazıları da yanlış kanala (yumurtanın olmadığı kanala) girebiliyor, günün
sonunda yumurtayla yüz yüze 20 tane kadar sperm gelebiliyor ve 1 tanesi
döllüyor (aslında en hızlı sperm otomatikman kazanır diye bir şey yok
çünkü rastgele eleme de söz konusu, ancak hızın veya başka etmenlerin
yarışta etkisi yok denemez,). Bu yüzden, yumurtayı dölleyebilmek için bir
erkek bir çok sperm üretmek ve ona kaynak harcamak zorunda. Bu yüzden, çok
fazla sperm üretebilmek ve sperm üretimini sağlayabilmek için erkeklerde
Testisler vücut dışına atılmıştır. Bunlar erkek için fiziksel bir sıkıntı
oluşturmuş durumda, çünkü hem fazla ve sürekli sperm üretmeli kaynak
harcamalı, hormon üretmeli ama vücut sıcaklığında üretim yapamadığından
fiziksel sıkıntı oluşturuyor. Fazla ve sürekli sperm ürettirip kaynak
israfı yaptıran Allah, aynı zamanda spermleri vücut sıcaklığında
üretilebilecek şekilde de tasarlamadığı için testisleri, dışarıda bacak
arasında sallanan t-şaklar erkeğe büyük sıkıntı çıkartıyor, sünnet
törenlerinde rezil edilen erkek (ki madem sünnet gerekliydi, Allah bizi
tasarlarken hata mı yaptı da sünnet gerekiyor? Kendisine Kuran’da ‘yüksel
ilim sahibi’ diyen, Tanrı statüsündeki bir varlığın erkeklerin p-pisine
kafayı takmasını benim aklım almıyor), bu yetmezmiş gibi bu organıyla
dalga geçiliyor, hayatı boyunca sıkıntı yaşıyor bu organ yüzünden, ayrıca
skrotum içinde bulunan bu iki top, fiziksel olarak sadece çok zarar
görebilir durumda değil, aynı zamanda damar bağlantıları ve sperm iletim
kanalları da, kıvrılarak kangrene yol açabilir, kanser riski var vs..
(istenmeyen ereksiyonları ve o bacak arasındaki çıkıntının kötü tasarımını
saymıyorum bile.) O bacak arasındaki 'mal', bir erkeğe ciddi sıkıntılar
çıkartır (maalesef). Kadınlarda ise her ay, günler süren kanamalar, kaynak
israfı ve sıkıntı oluşturduğu gibi, rahim dışı döllenme, dar doğum
kanalları gibi kusurlar da 'akıllı tasarım' iddiasını suya bırakıyor.
Araştırarak siz de başka şeyler de görebilir ve üzerine düşünebilirsiniz.
Bu olay, kesinlikle bilinçli bir tasarımı değil, 'ne zaman döllenme
olacağını tam bilemeyen ve güzel tasarım ortaya çıkaramayan' evrimin bir
sonucudur ancak, neyse ki genetik mühendisliğindeki gelişmelerle bu
sorunları çözebileceğiz, 'bilim çalışır çünkü işe yarar', Kırmızı Asa'da
verilen ''iPhone'u, çivi çakmak için kullanan adam'' örneği tamamen
zırva...
3.Bölüm: İmansız Ahlak, Kainatı vahiysiz anlamanın düşürdüğü gaflet!
Ahlak konusundan önce gene Osman Bulut’un saman adam safsatasına
değinmek isterim.
Kainatı Vahiysiz anlamak insanı gaflete mi düşürürmüş?
İnsan Bilimsel Bakınca ve Ateist oluna kainata hayret ve ilgi duyamaz,
büyülenemez, hayranlık duyamaz mıymışız? Gene kendi programında ‘boş kaleye
gol atmak’ olarak tanımlanabilecek bir durum. Ateist olmak veya bilim insanı
olmak, evrene bakıp duygulanmamak, ihtişamından zevk almamak, hayrete düşmemek
vs ruhsuzlukları gerektirmez. Dine inanmıyor olmak demek, Ahlaksız, ruhsuz,
zevkine düşkün, şerefsiz, insanlıktan uzaklaşmış birisi olmayı gerektirmez.
Ayrıca burada başka bir mantık safsatası olarak ‘vahiysiz evreni anlamak’
derken ‘Müslüman olmadan evreni anlamak’ kastedilmekte ve ‘Deistik veya başka
bir inançta evren bu şekilde yorumlanamaz, başka tarz bakış açıları veya
farklı motivasyonla benzer bir evren algısına/görüşüne erişilemez’
kastedilerek insanlar bir tür sahte ikilem içerisine sokulmuştur. İlla
Müslüman olmaya veya ‘vahye’ gerek yok arkadaşlar, evreni anlamlandırmak için.
Bir De-Facto Ateist olan Çağrı Mert Bakırcı’nın ‘Naturalizm bizi gerçeğe
ulaştırır mı’ Sorusuna verdiği yanıtta kendisinden de bunu görüyoruz:
https://evrimagaci.org/soru/gercegin-ne-oldugunu-biliyor-muyuz-bilmiyorsak-nasil-naturalizm-bizi-gercege-en-cok-yaklastiran-seydir-diyoruz-4034
Ahlak Ahlak kuralları tanrısal değildir, insanlar tarafından
belirlenmiştir. İnsanlar önce ahlak kuralları yazmış sonra bunları daha etkili
uygulayabilmek veya kilitlemek adına dinlere başvurmuşlardır. Zaten İslam
dinindeki Arap kültürü ve ahlakı, o coğrafyanın toplum algısı ritüelleri vs de
Kur'an’ın evrensel ve her devre hitap edemeyeceğinin göstergesidir. Bize ‘Maden
ateistsin o zaman neden hırsızlık yapmıyorsun’ diyenler eğer Müslüman iseler
bugün eşcinselliği lanetlemeliler. Ahlak kuralları da topluma, coğrafyaya,
zamana göre değişirler, bugün kutuplarda ve kutba yakın bölgelerde namaz ve
oruç ibadetlerinin gerçekleştirilemeyeceğinden haberi olmayan, dünyayı düz
zanneden Allah, Toplumun yeni dinamikleri, ileride Genetiği değiştirilmiş
insanlar gibi konularda etik nasıl belirlenir, bu konuda söz söyleyemez. ‘ben
ateist olsam tecavüz ederdim’ veya ‘madem ateistsin ahlakını nereden
alıyorsun?’ ‘inanç olmadan ahlak olmaz’ argümanları, Ateizm Çürütücü
argümanlar arasında en komik olanlarıdır, çünkü asıl ahlaksızların, asıl
kaypakların, asıl güvenilmezlerin kendileri olduklarını açığa vuruyorlar.
Bazı Nurcu kanalların ahlak üzerine, saman adam safsatasıyla
yaptıkları (dinsizleri kendi istedikleri gibi gösterdikleri ve insanları bir
sahte ikilem içine soktukları (ya o tarz bir dinsizsin ya böyle bir inanansın)
videoları:
Kafile (silinen videosu):
https://www.youtube.com/watch?v=0iAWRwzCwMU
Son Liman (Burak Tokur ve Osman Bulut):
https://www.youtube.com/watch?v=HJ_BLONdoj4
Lem’alem-Ateistler ahlaksız mıdır?:
https://www.youtube.com/watch?v=0AHq8nSbIyg
Sorgulayan Müslüman-Tanrısız ahlak neden olmaz:
https://www.youtube.com/watch?v=g5ght-siz_s
Ahlak, akla ve mantığa dayalıdır ve hep öyle olmuştur. Dindeki
sorgulanamaz bir ahlak ise ahlak değildir. Aslında inançlı ile inançsızın
ahlakı arasında şöyle bir fark vardır. Bir Müslümana sorduğunuzda size ‘Allah
bu ahlak yasalarını koymuştur çünkü topluma şöyle böyle yararı var, Allah bunu
şu şu şu yüzden emretmiştir, şöyle yararlıdır, yardımlaşmak vs şu yüzden
güzeldir...’ size bunun mantığını da açıklar. Bizler de bu yüzden ahlaklıyız,
aradaki tek fark ‘bunu yaparsan cennete gidersin yapmazsan cehenneme gidersin’
olayı yok. ‘Zaten inanç olmasa ahlak olmaz’ veya ‘ben inançsız olsam ahlaksız
olurum’ diyen tipler, ahlak ve etikten anlamayan insanlardır, güvenilmeyen,
ileride düşünceleri değişirse veya birlikte iş yaptığın bir sana zarar
verebilecek veya ihanet edebilecek kişilerdir.
Bugün uzaya roket
fırlatan ve sefalet içinde sürünün toplumların arasındaki farktır bu. Bugün
Kanada’ya gidin, onları ülkelerine bağlayan şey ne din, ne dil ne ırktır;
Onları bir arada tutan şey Anayasa’dır, Toplumsal Sözleşmeleridir yani
belirlediği etik değerleridir.
‘Ateistler İslama daha uygun yaşıyor’ sözünü ilahiyatçılar, Müslümanlar
söylüyorsa, Hollanda gibi Ateist nüfusun fazla olduğu ülkelerdeki refah,
Müslüman olmayan Japonya, Güney Kore gibi yerlerdeki toplumsal etik değerlerin
getirdi güven, huzur ve refah ortamı, konuyu daha fazla uzatmaya gerek
bırakmamaktadır.
Sıkıyorsa ahlaksız olun, ahlak kuralları olmayan,
belli etik değerleri olmayan toplumlar çökmeye mahkumdur. Genel mantık gereği
ahlaklı olunur, dünyada bir cenneti yaşatması, güven ve huzuru sağlaması,
gelişmeye ve gelişmiş toplumun nimetlerinden faydalandırması, mutluluğu,
dostane arkadaşlık ortamlarına olanak tanıması, düzgün bir hayat sürebilmemizi
sağlaması, insanın mutlu bir hayat sürmesini sağlamasından dolayı yani
MANTIKLI olduğundan dolayı ahlaklı olunur. Dinin dogmatikliğinin ve
değişmezliğinin, sorgulanamazlığının bir sıkıntısı da burada yatmaktadır,
zamanla ahlak kuralları da değişir, değişen topluma, yeni olgulara göre ahlak,
etik, racon vs düzenlenir. Bugün hocalara sorulan ‘şu günah mı, bu günah mı,
şu caiz mi’, ‘taşıyıcı annelik?’ gibi sorularının kıvrandırmasının sebebi de
buradan kaynaklanmaktadır. Dünyayı düz zanneden, 7 günde evreni yaratan,
kutuplarda ve kutba yakın yerlerde nasıl ibadet edilebileceğinden haberi
olmayan (oralarda gün ve saatin şaştığını bilmeyen), ‘gelişmeye karşı değiliz,
din bilime ve gelişmeye açıktır’ deyip de uzayda, başka gezegenlerde, ISS’te
nasıl ibadet edilir’in cevabını veremeyen, bizi bu dünyaya hapseden, başka
gezegenlere, diyarlara gidilemez diyen din, ve kendisi gibi düşünmeyenlere
‘Cahil’ ve ‘Cehennemlik’ diyen Osman Bulut gibileri bize ahlak
öğretecek hadde değildirler.
Kur'an Mucizeleri
Eğer Kur'an’ı baştan sona Türkçe mealinden okuyacak olursanız ortada mucize
namına bir şey olmadığını, o dönem ki insanların bilemeyeceği herhangi bir şey
yazmadığını görürsünüz. Mucize iddialarını irdeleyecek olursanız, Elmalılı
Hamdi Yazır’ın çevirisi veya eski çeviriler gibi görece ‘güvenilir’
çevirilerin aksine kasıtlı olarak farklı çevirme, sanki tefsir yazarmış gibi
uzun çevirme, kelimelerin anlamlarını keyfi olarak bir yerlere çekme vardır.
Eğer bu mantıkla yaklaşacaksak yani gördüğümüz sıkıntılı ayetlere ‘yanlış
çeviri’ veya ‘orada aslında başka bir şey kastediyor’ diyeceksek o zaman bu
kitabın ‘biz insanlar onu (kuranı) anlasın diye apaçık indirdik’ dediği açık
olma özelliği ortadan kalkıyor. Buna da diyorlar ki ‘Kitap açıktır, kitabı
okuyan değil’ Efe Aydal’ın Kırmızı Hap’ından çakma ‘Beyaz Hap’ serisi yapan bu
arkadaşlar da bu argümanı kullanıyorlar. Ayetleri açın okuyun, farklı
çevirileri ve tefsirleri kıyaslayın kararınızı siz verin, siz mi kapalısınız,
kuran mı açık değil yoksak her okuyan farklı bir şey mi anlamış? Eğer bu
şekilde her sıkıntılı ayete bu tarz bahaneler uyduracaksak ve kelimelerde
gizli anlamlara arayacaksak diğer kitaplarda ve dinlerde de mucize bulur ve
sıkıntılı noktaları kapatırız. Kuran bu şekilde savunulmak durumunda kalıyor,
bir sürü tefsir, hangisinin doğru olduğu belli olmayan mealler okutturuyor
bunlar arasında debelendiriyorsa bu kitaba Tanrısal demek, Tanrı’ya
hakarettir.
Bir Örnek üzerinden gidelim ve Mucize iddialarındaki
yanlışlığı gösterelim.
Mucize olarak ileri sürülen bir ayet.:
Hayır, yıldızların çöktüğü yere (kara deliğe) yemin ederim.
Şayet bilirseniz, bu azim(büyük) bir yemindir.
[VAKIA(56)/75-76]
Orjinali | Vakıa (56): 75 Farklı çeviriler:
Abdullah Parlıyan Meali
Yıldızların düştükleri ve döndükleri yerlere yemin ederim ki veya parça
parça inen Kur'ân'a yemin ederim ki
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Hayır, yıldızların yerlerine yemin ederim.İlyas Yorulmaz Meali
Gökteki yıldızların doğduğu yerlerine yemin olsun ki.Kadri Çelik Meali
Hayır, yıldızların yörüngelerine yemin ederim ki.Gördüğünüz gibi kara delik yok. Bunun gibi kasıtlı çarpıtma
çeviriler de var (örneğin Kadri Çelik’in ‘yörüngeler’ ifadesi gibi), anlamı
bir yerlere çekilerek veya birden fazla anlama gelen bir kelimenin bir anlamı
seçilip buradan bir şey çıkarılmaya çalışılarak da yapılabiliyor veya
çeviriler arasında detay farkları olabiliyor. Bu kelimeyle aslında bu denmek
isteniyor denerek mucize çıkarılmaya çalışılır.
Kuran’da gök ve yaratılış ile ilgili ayetler:Naziat (79): 28, Elmalılı Hamdi Yazır Meali:
Tavanını yükseltti, onu bir düzene koydu.Araf Suresi, 54. ayet:
Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa
istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle
örten, Güneş'e, Ay'a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir.
Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Alemlerin Rabbi
olan Allah ne Yücedir.Yunus Suresi, 3. ayet:
Şüphesiz sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa
istiva eden, işleri evirip-çeviren Allah'tır. O'nun izni olmadıktan sonra,
hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur, öyleyse O'na
kulluk edin. Yine de öğüt alıp düşünmeyecek misiniz?Bu altı gün olayı Tevrat’tan gelir, yaratılış kısmında bahseder,
kuran’da ‘kendinden önce gelen kitapları tasdik edici’ olduğu yazar. Kur'an
Tevratı esas aldığı için bu altı gün muhabbeti Tevrattan gelir:
http://www.yolgosterici.com/tevrat/tevrat01.htm
Secde (32):4, Elmalılı Hamdi Yazır Meali:
Allah O'dur ki, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde
yaratmış, sonra Arş üzerine istivâ buyurmuştur (hakim olmuştur). Sizin
için O'ndan başka ne bir dost vardır, ne de bir şefaatçi! Artık
düşünmeyecek misiniz?Fussilet Suresi, 12. ayet:
Böylece onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe
emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir
koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)'ın
takdiridir.Evreni 6 günde yaratan Allah, 2 günde gökleri tamamlıyor.
Nebe,
12:
Üstünüzde yedi kat sapasağlam gök bina ettik.
Zuhruf , 12:
Bütün varlık türlerini çift çift yaratan, sizin için gemilerden ve
hayvanlardan bineceğiniz şeyler var eden de O’dur.Zariyat, 49:
Her şeyi çift yarattık; umulur ki düşünüp öğüt alırsınız.Burada her şeyi çiftler halinde yarattık deniyor. Günümüzde
cinsiyetsiz bakteriler, tek cinsiyetli diploit partenogenez yoluyla üreten,
ikiden fazla cinsiyete sahip canlılar mevcuttur (
https://evrimagaci.org/canlilarda-neden-sadece-iki-cinsiyet-bulunur-73) hatta 3 ebeveynli çocuk dünyaya getirilmiştir (
https://www.newscientist.com/article/2107219-exclusive-worlds-first-baby-born-with-new-3-parent-technique/)
Göğün tavan gibi olması
Tur Suresi, 5. ayet:
Yükseltilmiş tavana,
Enbiya Suresi, 32. ayet:
Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz
çeviriyorlar.
Tekvir Suresi :
1. O güneş dürüldüğünde,
2. yıldızlar bulandığında,
3. dağlar
yürütüldüğünde,
4. kıyılmaz mallar bırakıldığında,
5. vahşi
hayvanlar bir araya toplandığında,
6. denizler ateşlendiğinde,
7.
ruhlar eşleştirildiğinde.
8. Diri diri gömülen kıza sorulduğunda;
9.
hangi suçtan öldürüldü diye,
10. defterler açıldığında,
11. gök
yüzü sıyrılıp açıldığında,
12. cehennem kızıştırıldığında,
13.cennet
yaklaştırıldığında,
14. bir nefis (herkes) ne hazırladığını anlar.
15.
Şimdi yemin ederim o sinenlere,
16. o akıp akıp yuvasına
girenlere,
17. yöneldiği zaman o geceye,
18. nefeslendiği zaman
o sabaha ki,
19. muhakkak o (Kur'an), şerefli bir elçinin getirdiği
bir sözdür.
20. O elçi, pek güçlü, Arş'ın sahibinin katında
itibarlıdır.
21. Orada kendisine itaat edilendir, güvenilendir.
22.
Yoksa sizin arkadaşınız (Muhammed), delirmiş değildir.
23. Vallahi
onu (Cebrail) açık ufukta gördü.
İntifar Suresi:
1. Gökyüzü çatladığında,
2. yıldızlar döküldüğünde,
3. denizler
(yarılıp) akıtıldığında,
4. kabirler deşildiğinde,
5. bir nefis
(herkes) önden neyi gönderdiğini ve neyi bıraktığını bilir.
6. Ey
insan, o lütfu bol olan Rabbine karşı ne aldattı seni?
Saffat (37): 6: Diyanet İşleri Meali (Eski)
Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.
Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Gerçekten biz dünya göğünü (o yakın göğü) bir zinetle, yıldızlarla
süsledikEdip Yüksel Meali
Biz en aşağıdaki göğü gezegenler ile süsleyip,Ahmet Varol Meali
Şüphesiz biz en yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.
Birileri ‘7 kat gök derken aslında atmosferin katmanlarından bahsediliyor’
mu demişti?
Atmosferin 1. Katmanında yıldızlar mı var o zaman?Rahman (55): 33, Diyanet İşleri Meali (Eski)
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresini aşıp geçmeye
gücünüz yetiyorsa geçin! Ama Allah'ın verdiği bir güç olmaksızın
geçemezsiniz ki!Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden geçmeye
gücünüz yeterse geçin gidin. Allah'ın verdiği bir güç olmadan
geçemezsiniz.Düz dünya, Gök bir kubbe, Göklerin ve yerin sınırına gidin,
Allah’tan bir güç oladıkça orayı aşamazsınız denir.
Rad (13): 2,
Diyanet İşleri Meali (Eski)
Gökleri, gördüğünüz gibi, direksiz yükselten, sonra arşa hükmeden, her
biri belli bir süreye kadar hareket edecek olan Güneş ve Ay'ı buyruğu
altına alan, işleri yürüten, ayetleri uzun uzun açıklayan Allah'tır; ola
ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanırsınız.Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Allah O'dur ki, gökleri direksiz yükseltti, onu görüyorsunuz, sonra arş
üzerine istiva etti, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirdi. Her biri belli
bir vakte kadar akar gider. Bütün işleri O yönetiyor. Âyetleri O açıklıyor
ki, Rabbinizin huzuruna çıkacağınızı iyi bilesiniz.Hac (22):65:
Görünmez direklerle yükseltilen bir ‘Tavan’ olan gök, yere düşmesin diye
Allah tarafından tutuluyor:Diyanet İşleri Meali (Eski)
Allah'ın yerde olanları ve emriyle denizlerde yürüyen gemileri buyruğunuz
altına vermiş olduğunu; buyruğu olmaksızın yere düşmemesi için göğü O'nun
tuttuğunu görmez misin? Doğrusu Allah insanlara karşı şefkatli ve
merhametli olandır.Elmalılı Meali (Orjinal)
Görmedin mi Allah, hakıkaten bütün Yerdekileri sizin için müsahhar kıldı,
Semayı da izni olmaksızın Yere düşmekten tutuyor, hakıkaten Allah,
insanlara çok ra'fetli bir rahîmdirMülk(67): 5, Diyanet İşleri Meali (Eski)
And olsun ki, yakın göğü kandillerle donattık, onları şeytanlar için
taşlamalar yaptık ve şeytanlara çılgın alev azabını hazırladık.Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Andolsun biz, en yakın göğü kandillerle donattık ve onları, şeytanlar
için taşlamalar yaptık. Ve onlar için alevli ateş azabını
hazırladık.Gaşiye (88):20, Diyanet İşleri Meali (Yeni)
Yeryüzüne bakmıyorlar mı, nasıl yayılmıştır!Elmalılı Hamdi Yazır Meali
Yere bakmıyorlar mı, nasıl yayılmış?Erhan Aktaş Meali
Ve yeryüzüne, nasıl yayılıp döşenmiş?Kehf Suresi Zülkarneyn:
83. Bir de sana Zulkarneyn'den soruyorlar. Dedi: "Size ondan bir hatıra
okuyacağım."
84. Biz onun için yeryüzünde bir iktidar hazırladık ve
ona ulaşmak istediği şeyden bir sebep verdik.
85. Derken o bir sebebi
izledi.
86.
Güneşin battığı yere vardığında onu, balçıklı bir kaynakta batıyor
buldu. Ayrıca onun yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zulkarneyn, ya
onları cezalandırırsın veya haklarında bir güzel muamelede
bulunursun."
89. Sonra yine bir sebebi takip etti.
90.
Nihayet güneşin doğduğu yere vardığında, güneşin kendilerini ondan
koruyacak bir siper yapmadığımız bir kavim üzerine doğmakta olduğunu
gördü.
91. İşte böyle. Halbuki Biz, onun yanında nelerin bulunduğunu
tamamen biliyorduk.
92. Sonra da başka bir sebebi takip etti.
93.
Nihayet iki set arasına vardığı zaman, önlerinde neredeyse hiç söz
anlamayan bir kavim buldu.
94. Onlar: "Ey Zulkarneyn, haberin olsun,
Ye'cuc ve Me'cuc bu yerde fesat çıkarıyorlar; bu yüzden onlarla bizim
aramızda bir set yapman şartıyla sana bir vergi ödesek olur mu dediler.
95.
Dedi ki: "Rabbimin beni içinde bulundurduğu iktidar daha hayırlıdır; haydi
siz bana bedenen yardım edin de sizinle onların arasına sağlam bir engel
yapayım.
96. Bana demir kütleleri getirin. İki ucu denkleştirdiği
vakit: "Körükleyin!" dedi. Demiri bir ateş haline getirince: "Getirin bana
üzerine erimiş bakır dökeyim!" dedi.
Görüldüğü üzere gök, yükseltilmiş bir Tavan, yere düşmesin diye Allah
tarafından tutuluyor, 2 günde gökler yaratılıyor yer ve gök 6 günde
yaratılıyor, en yakın gök yıldızlarla donatılmış, yıldızlar bir süs ve kayan
yıldızlar şeytanlara atış taneleri olarak görülmüş. Dünya yayılmış, güneşin
doğduğu ve battığı yer var, güneşin battığı yere gidilince onu batıyor buldu
güneşin doğduğu yere gidince de güneşten korunamayan bir kavmin üzerine onu
doğuyor buldu (güneşe yakın oldukları için, dün dünya düşünecek olursanız
dünyanın sınırında güneş yeryüzüne daha yakın olur,), Gök ve Yerin sınırı var
ve o sınır Allah’tan bir güç olmadıkça aşılamaz… Bunlar alt alta üst üste
toplandığında kuranda bahsedilenin ‘Dün Dünya’ modeli olduğunu görüyoruz.
Zaten ‘Gökyüzü’ ve ‘uzay’ ayrı ayrı belirtilmez, gezegenler görünürde yıldıza
benzediğinden onlardan ayrıca belirtilmez. O dönemin bilgisi ve o dönemin
kelime hazinesiyle yazılmış bir kitap.
Arapça Kur'an başka
lisanlara çevrilirken olanlar, kuranı Arapça okumalısınız diyenler, Kur'an'ın
evrensel olamaması, Lisanların birbirine tam çevrilebilecek olmaması vs.
İnsani şartlar altında yazılmış bir kitap, insan lisanıyla yazılmış ve bu
şekilde aktarılmaya çalışılan bir kitap, peygamber döneminde
kitaplaştırılamamış bir kitap… bunlar ve benzerlerini siz de düşünebilirsiniz
ve sorgulayabilirsiniz...
İtiraz edilemeyecek 2 örnek üzerinden Kur'an'ın her şeyi bilen bir Tanrının
eseri olamayacağının gösterdim. Diğer Mucize iddiaları ile ilgili videolar:
Din ve Mitoloji-Evrenin Genişlemesi Mucizesi (!)
Din ve Mitoloji-Genişleyen Evren ve Büyük Patlama Mucizesi (!)
Efe Aydal-Kırmızı Hap’a Tokat Gibi Cevaplar
Düşünsenize, değiştirilmiş, tahrif edilmiş denilen Tevrat ve İncil’in
birer tane düzgün çevirisini bulabiliyorum ancak kuran için bir sürü çeviri
var. Eğer benim attığım bu mealler yanlış ise Elmalılı Hamdi Yazır yanlış mı
çevirmiştir? Veya Eski mealler yanlış ise bunca yıl insanlar yanlış bir kurana
mı inandır? Eğer kuran bu kadar apaçık ise neden bu kadar çok farklı çeviri,
mezhep farklı farklı tefsirler ortaya çıkmış? Allah kelamı yetmiyor mu da biz
bu kadar şey arasında ‘gerçek kuran hangisi?’ diye debeleniyoruz? Kuran eğer
gerçekten Tanrı kelamı ise bir sürü farklı çeviriler ve tefsir olmamalı, ne
anlattığı bellidir ve okuyan anlar. Tefsir denilen şey de insanların kendince
yorumlamalarıdır. Eğer tefsir madem bu kadar gerekli neden kuranın kendisine
dahil edilmemiş. Hadisler de şaibelidir, bugün hadisleri kabul etmeyen
Müslümanlar da mevcuttur ancak kuranı okursanız göreceksiniz ki kuran eksik
bir kitap, bunu net olarak hissettiriyor. Eğer hadisler dini yaşamak için
gerekliyse neden kurana dahil edilmemiş? Hadislerin korunmasına, Kur'an’ın
korunmasına verilen önem kadar önem verilmediğinden hadisler bugün şaibelidir.
Hatta hadis nakledicileri arasında bile tartışmalar yaşanmıştır. Kur'an’ın
bile günümüze kadar ulaşan
en orijinal, 1400 Yıllık tam nüshası/mushafı yoktur. Kimisi de Kuranı
illa Arapça okumak lazımdır diyor, e o zaman bu kitabın evrenselliği nerede
kaldı? Eğer bu kitap Tanrı tarafından yazdırıldıysa ve konuştuğumuz Lisanlar
Allah tarafından yaratıldıysa, Allah bu Arapça kitabı ve Lisanları, diğer
Lisanlara sıkıntısız çevrilebilecek şekilde yaratmalıydı. Kur'an'ı Arapça
okumak lazım diyenler, Hak olmadığını iddia ettikleri diğer dinleri ana
dillerinde okumuş mudur? Böyle bir saçmalık var mıdır? Kur'an'ın hangi
çevirisi tam doğru? Hangi Tefsir Tam doğru? Gerçek Kuran-İslam hangisidir?
Açıyorum Elmalılı’yı okuyorum ama yukarıda verdiğim ayetlere de birileri
itiraz edecek, itirazları değerlendirip, okuyup karara varmak size kalmış. Bu
kitap tek ve anlaşılabilir bir biçimde indirilmeliydi. Her okuyan farklı bir
şey anlamış ki, kuranda ‘fırkalara bölünmeyin’ demesine rağmen mezhepler var,
farklı görüşler var çünkü bu kitap apaçık değil, daha doğrusu Tanrısal
değil, söylenenler yanlış ki insanlar farklı farklı formlara çevirmişler
dini.
Kafile (kırmızı asa) kanalının kabul ettiği risaleler de Kuran’ın sözüm
ona günümüz devrine olan tefsirleridir. Said Nursi ‘bunlar bana
yazdırılmıştır’ demiştir. Bir nevi sahte peygamberlik gibi, Allah’tan bir
şeyler geliyor yani. Veya Allah mı tefsir etmiş kuranı tekrardan? Bunun
saçmalığını siz de anlamışsınızdır. Kuranın tek bir metni olmalıydı ve o metin
zibilyon tane çeviriye, tefsire, görüşlere ayrışmamalıydı. Bugün kim en gerçek
Müslüman, gerçek İslam veya gerçek kuran nedir diye sorduğunuzda net bir cevap
alamıyorsunuz. Bu yüzden inanmıyoruz işte, böyle bir şey Tanrısal olamaz.
Gidin kuranı kendiniz okuyun, mucize iddialarını kontrol edin, farklı
çevirilere, tefsirlere vs bakın kendi kararınızı verin.
Verilen
hiç bir cevap bu kitabın insanın ürünü olmadığını kanıtlayamayacaktır. Tüm
Dünyaya kendini bir kitap ile anlatmaya çalışmış, varlığını bir kitap ile
bildirmiş, peygamber döneminde bu kitabın ayetleri toplanıp tek kitap haline
getirilip çoğaltılamamış ve gene insani ama bir tanrı için aciz denebilecek
yöntemlerle din yayılmaya çalışılıyor. Bir Tanrı var ve insanlara kendini bir
kitap yoluyla tanıtıyor öyle mi?
Gerçek şu ki, bu din tanrı tarafından gönderilmedi, biz mevcut gerçekliğe
göre bir tanrı uydurduk, din yazdık. Sonsöz Bu yazıyı insanları ve çocukları etkisi altına alan dini
dogmalardan insanları kurtarmak amacıyla yazdım. Çevremize bakacak ve
inceleyecek olursanız, dini dogmaların, cemaatlerin (modernist geçinenler,
nurcular vs de dahil olmak üzere) nasıl negatif bir etki yaptığını, insanları
sınırladığını, etkisi altına aldığını, yanlışa yönelttiğini, yanlış
bilgilendirdiğini, bilim ve felsefe konusunda yanılttığını ve gelişmeye ket
vurduğunu görürsünüz. İnsanlar özgür bir beyni hakkediyor o yüzden sorgulayan
dostlarımıza umarım yardımcı olmuşumdur.
Kırmızı Asa serisinin zararları şunlar olmuştur:Zaten cehalete kapılmış, bilime ve evrime düşman olmaya meyilli
bu cahil toplumda ve diğer geri kalmış coğrafyada, din baskıcı rejimin
pompalamaya çalıştığı zihniyetin ekmeğine yağ sürmüştür.
Bilimi ve
Ateizm’i anlamadan insanlara yanlış aktarmış, Bilim insanlarını (Richard
Dawkins, Çağrı Mert Bakırcı, Celal Şengör ve diğerleri) ve Efe Aydal’ı
karikatürize etmiş, dalga konusu yapmış, bilimi anlamamasına ek olarak bu
tavrı, tartışmadaki seviyeyi düşürmüştür.
İnsanların akıllarını
bulandırmış ve zaten sürekli din telkiniyle yetişmiş, Kafile’nin
‘çok kötü bir video yaparak Evrim Ağacı’nın imdadına yetişti’
diyerek eleştirdiği Sözler Köşkünün argümanlarını bile doğru kabul eden bir
kitle sizin cümlelerinizle gene doğru bir noktaya çekilmemişlerdir zaten siz
bile doğru noktada değilsiniz.
Kafile kanalının videolarının
yorumlarına bakılırsa bilime küfürler, hakaretler; olmadık yobazlıklar ve
yanlış yere yönelmeler görünüyor. Acaba Kafile isimli kanal ve Osman Bulut, bu
yanlış algıyı düzeltmek için ne yaptı? ‘biz bilimin şu kısmına karşı değiliz,
sadece bilimle Allah’a ulaşılmaz, Ateistler şurada yanılıyor, arkadaşlar
yapmayın, böyle Müslüman/ insan olunmaz’ diyor mu? Veya benzeri kuruluşlar
(sözler köşkü vs) ve diğer cemaatler, Müslümanların yaptığı yanlışlar
eleştirilip onlar düzeltilmeye çalışılıyor mu? Hayır maalesef.
Önceden ‘Bilim ile din çelişmez’ denerek bilim ile din kanıtlanmaya
çalışılırdı. Şimdi iş yavaştan bilim karşıtlığına gidiyor gibi. Bu yazıyı
sorgulayan ve gerçeği arayan özgür beyinlere yazıyorum, gerçekler er ya da geç
kazanır, bu değişimi hızlandırmak he insanlara makul bir cevap sunmak adına
yazdım, umarım sorgulama sürecinizde yardımcı olabilmişimdir.
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın
değişim sürecini anlattığınız sorgulama
süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine
gönderebilirsiniz.
-
Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz
olsun ışık tutacaktır.
-
Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla
yayınlanacaktır.
-
Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması
gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler
özgündür)