HABERLER
Dini Haber
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sizden gelenler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

İPEK'İN DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ ♀


İPEK'İN DİNDEN ÇIKIŞ SÜRECİ ♀

Merhaba ben İpek. Kimliğimin gizli olmasını istediğim için bu yazıyı gerçek ismimi kullanarak yazmıyorum. Keşke inanç gibi kişiye özel olan her şeyi özgürce söyleyebileceğimiz bir topluma sahip olabilseydik... Fakat ne yazık ki toplumumuzda sayıları azımsanamayacak cinste olan bazı insanlar tarafından, Müslüman olmamak vatan haini olmakla eş değer tutuluyor... Ne kadar acı değil mi? Neyse, bugün sizlere dinden ayrılış hikayemden bahsetmek istiyorum. 21 yaşındayım ve aslında kendimi bildim bileli sorgulayan bir insandım. İç Anadolu'da muhafazakar denilebilecek bir şehirde doğdum. Tam beş yaşındayken annem tarafından Kur'an kursuna kaydedildim. Henüz okumayı yazmayı bile bilmezken iki hafta gibi kısa bir sürede Arap alfabesi ve Kur'an'a geçiş aşaması olan cüz dediğimiz eğitimi bitirip Kur'an okumaya başladım. O yaşta bu başarı başta Kur'an hocam olmak üzere ailemi ve akrabalarımı şaşırtmış, gururlandırmıştı. Ben ise benimle gurur duyan ailemin gözüne daha fazla girebilmek için Kur'an kursundan çıktıktan sonra bile arkadaşlarıma ip atlayıp top oynamıyor onun yerine akşama kadar evde kuran okumaya devam ediyordum.

Ailenin en küçük çocuğu bendim diğer kardeşlerimle de aramda epeyce bir yaş farkı vardı. Büyük kardeşlerim din eğitimi almadan büyümüşlerdi, namaz kılmayı Kur'an okumayı bilmezlerdi. Bu yüzden ben ailemin projesiydim. Onların yapamadığı her şeyi ben yapmalı ve kusursuz bir Müslüman olarak yetişmeliydim... Yedi yaşına geldiğimde okula başladığım sıralarda Arapça okumaya alıştığım için ve Arapça sağdan sola okunduğu için alfabemizi öğrenmekte zorlanmasam da harfleri birleştirip okumakta epeyce zorlanmıştım. O günler gerçekten zordu. Okula öğleden sonra gidiyor ve akşam üzeri çıkıyordum. Küçük yaşlarda arkadaşlarımla oyun oynamak yerine Kur'an kursunda vakit geçirdiğim için içten içe pişmanlık duymaya başlamıştım. Çocukluğumu yaşayamadığımı düşünüyordum.

Birinci sınıf bittiğinde, anneme yaz tatilinde Kur'an kursuna gitmek istemediğimi söyledim. Yüzündeki hayal kırıklığını hala hatırlıyorum. O yaz gitmek istemiyor olmamı anlayışla karşılamış olsa da ikinci sınıfa geçtiğimde Kur'an okumayı unuttuğumu fark etmiş ve adeta evde fırtınalar estirmişti. 2.sınıfın yaz tatili döneminde beni apar topar Kur'an kursuna tekrar kaydettirdi ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi ki...
Ben Türk'tüm ve Türkçe kitaplar okuyup anlamak istiyor bilmediğim bir dili okuyarak zaman kaybetmek istemiyordum. Düşüncelerim bu yöndeydi. Aynı zamanda aklımda binlerce soru vardı. Hocalar tarafından Hristiyanların cehenneme gideceği bizim ise cennette olacağımız söyleniyor, ne kadar erken tesettüre girersek o kadar hayırlı kul olacağımız vurgulanıyor ve bizden kötü durumda olanlara bakarak şükür etmemiz eğitimleri veriliyordu. Bir gün hocamız dışarıda yalın ayak dolaşarak kağıt toplayan bir çocuğu göstererek şöyle demişti. " Allaha şükredin şuan onun yerinde siz olabilirdiniz ama şuan buradasınız ve Allaha ibadet ediyorsunuz. Ne kadar şanslısınız farkına varın ve Allaha teşekkür edin. "

Bu konu hep aklıma takılmıştı çünkü hoca Hristiyan bir ailede doğmadığımız için, bizden kötü şartlarda yaşayanlar gibi olmadığımız için hep şükür etmemizi istiyordu

Bir başkasına bakarak halimize şükretmek doğru muydu? Bir görme engelliye bakarak iyi ki kör değilim Tanrım demek ve şükretmek ne kadar alçakçaydı. Bunu Tanrı kelamını okuyan ve bizden büyük olan insanlar mı söylüyordu bize? Ya onlar Allah'ı yanlış tanımış ya da ben yanlış tanımıştım. Gel zaman git zaman 15 yaşıma geldiğimde bir karar alıp Tevrat'ı, Zebur'u, İncil'i ve Kur'an'ı sırayla okudum.

İşte o zaman aydınlanma fırtınaları esiyordu zihnimde. İçimde hala adını koyamadığım bir sevinç yeşermişti. Sanki hapisten çıkmış gibiydim, kuş gibi özgürdüm. Çok mutluydum çünkü ortalama 70 yıl olan insan ömrünün sadece on beş yılını kaybederek yırtmıştım. Durum daha beter olabilirdi, otuzlu, kırklı yaşlarda dinlerin insan ürünü olduğunu fark edebilirdim. Ben şanslıydım. İçimde bir hazine saklıyor gibi dinsiz olmamı sakladım. Çünkü benim hazine dediğim bu birikim ailem, akrabalarım ve arkadaşlarım için bir çöplük hatta bataklık olarak nitelendirilebilir ve onların inandığı, doğru yol dediği çıkmaz sokağa tekrar dönmem için bu birikimim yıkıma uğratılabilirdi. Nasıl derseniz, en basitinden "kafayı yedi" diyerek beni hocalara götürmeye zorlayabilirlerdi...

16 yaşındayken ne kadar gizlesem de dinsiz olduğumu farkında olmadan belli ediyordum ve annem ciddi anlamda şüpheler duyuyor ve endişeleniyordu. Bir gün odamda İncilimi buldu. Dinleri araştırırken Tevrat'ı, Zebur'u, İncil'i, Kur'an'ı, hatta Zerdüştlüğün kitabı olan Avesta'yı bile okumuştum.

Anneme merak ettiğim için okuduğumu söylesem de annem şüphelerinin üzerine İncili de bulmasıyla artık beni Hristiyan olarak damgalamıştı. "Sende bir değişiklik olduğunun farkındayım oruç tutmamandan belli sen Hristiyan olmuşsun" diyerek evde fırtınalar estiriyordu. Bu olayın üzerine kavgalı gürültülü bir sene geçirmiştik. Annem benim içten içe gizli Hristiyan olduğumu düşünüyor ve sonsuza kadar cehennemde yanacağım fikrine kapılıp kendini yıpratıyordu. Onun yıprandığını fark ettiğimde Müslüman gibi yaşamaya devam etmeye karar verdim. Ramazan aylarında oruç tutuyor akşamları da namaz kılıp gözüne batmıyordum. Bir gün İlahiyat okuyan arkadaşlarımdan birine içinde bulunduğum durumu anlattım. Müslüman olmadığımı hiçbir dine inanmadığımı ve bunlara araştırarak karar kıldığımı söyledim.

Bana "haşa olur mu öyle şey" demişti. İsmini bilmediğim bir tarikata gidiyordu kendisi yeterli bilgiye sahip olmadığını söyleyip beni tarikattan bir hocayla görüştürerek aklımdaki bütün sorulara cevaplar verdireceğini ve gerçek İslam'ı öğreneceğimi söyledi. Teklifini kabul edip iki gün müsaade istedim ve aklımdaki bütün soruları, ayetleri, hadisleri kağıtlara yazıp dosya haline getirerek buluşmaya gittim. 

Hazırlıklı gittiğimi gören hocanın yüzü düşmüştü. Ahzab 37 gibi birçok ayeti, hadisleri ve çelişkileri ardı ardına söylüyordum. Tefsir diyerek kestirip atıyor, tefsir önemli diyordu. Onunla aramızda şöyle bir konuşma geçmişti:

+ Kuran-ı Kerimin tefsire ihtiyacı olduğunu mu söylüyorsunuz?
- Evet bunun hakkında hadis de vardır. Fakat tefsirleri ancak müfessirler yaparlar onun şartları vardır.
+Peki bu şartları Tanrı mı belirliyor?
- Eee şey... aslında...
+ Tamam başka bir şey sormak istiyorum. Tanrı kelamı neden tefsire ihtiyaç duyar? Sen bir kitap yazsan ve o kitap yüzlerce yıl sonra "aslında hoca şöyle demek istiyor burada" diyerek bazı insanlar tarafından yorumlansa doğru olur mu? O zaman senin yazdığın kitap değişmez mi? Amacından sapmaz mı? Kur'an Allah tarafından korunuyor ve asla değiştirilemez diyorsunuz. Tefsire ihtiyaç duyduğu için zaten değiştirilmesine lüzum yok ki. Herkes "Allah burada böyle demek istiyor" diyerek yorum yapıyor. Sonra da Kur'an apaçık bir kitaptır diyorsunuz. Arapçada bir kelimenin binlerce anlamı var demiştiniz. Sizin dediğiniz üzere diyorum, bu nasıl bir tanrı ki insanlığa olan mesajını bir kelimenin binlerce anlamı olan Arap dilinde indiriyor, bir de üstüne üstlük değiştirilmeyeceğini vaat edip tefsir yapılmasına göz yumuyor. Bu kargaşayı kendi başlatıyor.

İşte konuşmamız böyle sürüp gitmişti. Birçok ayet hadis tartışmamızın sonunda bana sadece "Sen aklını çok kullanma" , "çok sorgularsan dinden çıkarsın, yanarsın" demişti. "Allaha şirk koşuyorsun, doğru yolu bulasın diye senin için dua edeceğim" gibi kelamlar edip gitmişti.

Şunu demek istiyorum dostlar.
Aklınızı kullanın. Müslümanlar diyor ya hani "inanmazsan yanarsın ama inanmak bir şey kaybettirmez" diye, ben de şöyle söylüyorum ; Eğer bir Tanrı varsa ve sizi ölümden sonra sorguya çekecekse, neden benim adıma uydurulan bunca şeye inandın diyerek te sorguya çekebilir. Şunu sakın unutmayın düşünme yetisini bize veren eğer Tanrıysa, kullanalım diye vermiştir.
SİZDEN GELENLER | Yazan: İpek

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NEO'NUN DİNİ TERK SÜRECİ ♀


NEO'NUN DİNİ TERK SÜRECİ ♀

Merhabalar. Tanınmamak amacıyla gerçek ismimi ve yaşadığım şehri vermek istemiyorum. Ama kendimi uyanmış gibi hissettiğim için Neo rumuzu ile tanıtabilirim sanırım.

Ben Türkiye’nin en laik ve demokratik şehrinde doğmuş, büyümüş ömrü hayatında 29 yaşına kadar din baskısı nedir bilmemiş bir kadınım. Ailem asla aşırı dindar yahut da yobaz değildi. Annem ve babam özellikle kız çocuklarını okutabilmek için aşırı çaba gösterdiler. Hepimiz güzel üniversitelerde okuduk, iyi meslekler edindik. Bu açıdan çok şanslı olduğumu itiraf etmeliyim. Çevremdeki insanlar o kadar açık görüşlü insanlardı ve bize İslam dini o kadar güzel anlatıldı ki 30'lu yaşlara kadar dini sorgulamak aklımın ucundan bile geçmedi.

Üniversitedeyken evdeki Kur'an mealini okumaya başladığımı ve bitirmeye çok az kala bıraktığımı hatırlıyorum. Çok şaşırmıştım. O zamanki aklımla bile okuduklarım bana hiç de ilahi gelmemişti. Her şeyin efendisi, tüm bilgilerin, ilimlerin sahibi yüce Tanrı’nın kitabı çok çelişkili ve garipti. Aradığım şeyleri bulamamıştım. Tanrı’ya ait bir şey bu kadar alelade olmamalıydı. Eğer kalan kısmını da okursam bir şeylerin kopacağından korkmuştum. Çok az kalmıştı ama okumadım. İnsanda biraz ümit kalmalıydı değil mi?

Sonra çok uzun bir süre Kur'an'ı elime almadım, din muhabbetlerinden kaçındım. Benim bir Tanrım vardı ve sevgi doluydu. Beni sakınırdı, bundan emindim. Zaten asla din baskısı yaşamamıştım ki! Niye dini bu denli acımasızca yargılamalıydım? Ama özel sektörde çalışmaktan yorulup kpss ye girmem hayatımı tamamıyla değiştirdi. Hayatım boyunca yaptığım her şeyde başarılı olmuştum. Kpss de beni zorlamadı, çok yüksek bir puan alıp Karadeniz bölgesinde bulunan küçük bir şehrin daha da küçük bir ilçesine atanmıştım ve bu da işlerin iyiden iyiye sarpa sarmasına neden olacaktı.

Dindar ve yobaz insanların içindeydim artık. Daha işe ilk başladığım günlerde bile rahatsızlık duyuyordum. Çalışma ortamım kötüydü. İş arkadaşlarımın bana söylediği bazı şeyleri aktarmak istiyorum sizlere:

“Bence kadınlar memuriyete aranmamalı. Eğer senin yerine bir erkek atanmış olsaydı, bütün bir aile kurtulmuş olacaktı. Sen şimdi bütün bir ailenin rızkını yiyorsun.” (İyi ama, emek verdim?)

“Biz, siz bilmem nereliler gibi gavur değiliz.” ( Aman sakın bizim gibi olmayın siz, çok meraklı değiliz hani.)

“Bana sakın dışarıdayken selam falan verme. Biz, siz bilmem nereliler gibi kadın-erkek yol ortasında konuşmayız. Bizim bir ahlakımız var!”(Ahlâkınız batsın!)

Eve tesisatçı çağırırsın, evde erkek yok diye gelmez. Gelirse de evin giriş kapısını açık bırakıp evi buz gibi eder. Sanki ona ne yapabilirim ki?

Tüpçüyü arayıp tüp istersin, telefon numaran bütün ilçeye yayılır ve Bütün sözde dindar abazalar gece gündüz arar. Hepsi seninle yatmak istiyordur. Cüret edip de:

“Siz bilmem nerede hepiniz birbirinizle yatıyormuşsunuz. Sen niye benimle yatmıyorsun?”
“Sen bilmem kaç santime nasıl hayır diyorsun?” gibi sözler ederler.

Evli barklı adamların ahlaksız teklifleri de cabası. Eğer bir cehennem varsa artık onun içindeydim. Oysa ben hayatım boyunca hiç böyle şeyler yapmamıştım. Yalnızdım ya, kimsem yoktu ya, yabancıydım ya...

Artık düşündüğüm tek bir şey vardı. Hadi ben ahlaksız bir gavurdum. Peki sizin ahlâkınız neredeydi? Bu insanlar sözde dindar ve benden daha namusluydu. Eee. Bana niçin böyle davranıyorlardı? Demek ki dinin ahlakla bir alakası yoktu!

Biraz zaman geçti beni kabullendiler. Kadınlar zaten beni hiç rahatsız etmiyorlardı. Hatta çok iyi kız arkadaşlar da edinmiştim, onları seviyordum. Ama yaşadıklarım beni yaralamıştı artık. İçime dokunuyordu işte kabullenemiyordum! Kadın olmak çok zordu.

Sorgulamaya başlamıştım. Sorguluyor ve hep aynı cümleyle bitiriyordum. “Bunlar kendini Müslüman zannediyor! Hepsi ahlaksız, hepsi cahil! Müslümanlık böyle bir din değil. Benim Tanrım ile bunlarınki aynı olamaz. Benimki sevgi dolu; onların ki korkunç, zalim...”

Hatta bu küçük yerde geceleri uyumadan dua eder, onları adeta Tanrı’ya şikayet ederdim. Hatta bu Tanrı ile yaptığım gece sohbetlerim vazgeçilmezim olmuştu. Başka kimsem yoktu ki!

Kendimi kitap okumaya vermiştim. Klasikler, mitoloji, tarih... Her türden kitap. Haftada 5 kitap filan okuyordum. Böyle 2 yıl geçti. Yerimi değiştirdiler. Atandığım yer yine küçüktü ama bir nebze de olsa diğerinden daha rahattım. Artık çok profesyonelleşmiştim, insanlar bir iki yoklayıp beni rahat bıraktılar. Aksiydim, öfkeliydim. Yine kimsem yoktu tabi kitaplar dışında.

Sonra garip rüyalar görmeye başladım, garip olaylar, yeni evrenler... Merak etmeyin vahiy filan gelmedi. Farklı bir dünya oluşuyordu kafamda ve ben de tasarladıklarımı yazmaya karar verdim. Kendi kurgularımın bu denli sıra dışı şeyler olabileceğini asla tahmin edemezdim. Ben ve roman yazmak...

Evet roman yazıyordum hem de fantastik tarzda!! Bir haritam vardı, Bir kurgum vardı, yeni kültürler, milletler tasarlamıştım. Onlara tarih bile yazmıştım. Ama bir şeyler eksikti. Dinler!!

Kesinlikle tıkanmıştım. Yeni dini öğretiler karalayıp hemen yok ediyordum. Kutsiyet kavramı kafamı karıştırıyordu. Beynimdeki duvarlar belki çatırdamıştı ama işte yerli yerindeydi. Neyden çekiniyordum.

Yunan mitolojisi ve İskandinav mitolojisine aşinaydım. Diğer mitleri de karıştırmaya başladım. Ama olmuyordu işte beynimdeki örümcekler izin vermiyordu.

Covid virüsü patlak verdi, evlere kapandık. Ramazan ayı geldi. Geçen yıl da her yıl olduğu gibi orucumu tam tuttum. İyice yalnızlaşmıştım. Kitabımı da yazamıyordum. TV deki ağlak din alimleri sinirimi bozuyordu ve Tanrımla daha çok konuşuyordum. Kur'an'ı yeniden okumaya karar verdim. Amacım yıllar önce yarım kalan işimi bitirip, bu sefer daha açık görüşlü olmaktı. Ama yine yıllar önceki gibi olmuştum. "Yahu bu kitap hiç de ilahi değildi. Tövbe, tövbe... Neo, saçmalama kızım. Ama yani şimdi baksana ne yazıyor? Günaha girme canım sende aaa. Töbeee!"

Evet Bazı ayetler beni rahatsız ediyordu. Tanrım kabullenemiyordum. Bana öğretilenler bunlar değildi. Böyle kaprisli, kin dolu, acımasız bir tanrı?

Sonunda yine bitiremeden bıraktım. Kalbim kırılmıştı. Geceleri Tanrımla konuşuyor önce ağlayıp sitem ediyor sonra kendimi affettirmeye çalışıyordum.

Romanımı da yazamıyordum artık kesinlikle. En iyisi mitoloji ile ilgili okumaktı. Ama bu sefer fena sıkılmıştım. Diamond Tema’da beni uyandırmıştı. Kafamda gevelediğim, kendime itiraf edemediğim her şeyi çat çat söylüyordu. Akacak kan damarda durmaz derler. Tüm videolarını art arda izledim diyebilirim. Demek benim gibi buhranlar yaşayan bir sürü insan vardı! Yalnız değildim! İçim rahatlamıştı.

Sonra bir gün malum bildirim: Din ve Mitoloji ile Diamond Tema ortak yayını...Beynimdeki duvarlar yıkılmaya başlamıştı. İkinci dalga şoku beni biraz kötü etmişti. Yıllardır bir yalanla konuşuyordum! Ya da bilemiyorum kim ile konuşuyordum?! Her şey yalanmış. Öyle kötüydüm ki, Din ve Mitoloji kanalına bakmaya uzun zaman cesaret edemedim. Roman yazmayı da bir yana bırakmıştım. Bir fantastik kurgu romanı yazmaya kalkıp dinden çıkan tek kişi bendim galiba. Bir aydan fazla evde, işte her yerde ağladım.

Şu anda büyük bir boşluk içindeyim. Yaşadıklarımı kimseyle paylaşamıyorum. Çünkü dindar bir yerde yaşıyorum. Korkuyorum. Artık konuşup durduğum Tanrım da yok! Çok daha yalnızdım. Artık ateist miyim ? Agnostik miyim ? Bilmiyorum. Ama artık Müslümanların ya da diğer semavi dinlerin Tanrılarına inanmam mümkün değil.

Din ve Mitoloji kanalında bu tür hikayeler görünce paylaşmam gerektiğini düşündüm. En azından beni hiç tanımasalar bile, birileri içimdeki gerçeği bilmeliydi...

SİZDEN GELENLER | Yazan: Neo

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

BİR KAFKASLININ SORGULAMASI


MARDAKİ ADAM'IN SORGULAMASI

YouTube'da bazıları beni Mardaki Adam diye bilirler.

Ben Güney Kafkasya’da, Azərbaycan’ın kuzeyinde, Kafkas halkının yaşadığı bir köyde, ailenin en küçük oğlu olarak dünyaya geldim. Bizim buralar Sovyetler Birliği’nden kaldığı için insanların çoğunun dinle o kadar da yakınlığı olmaz. Müslümanım der geçer. Sadece her on yada on beş kişiden biri dindardır. Ben psikolojik olarak küçüklüğümden beri diğerlerinden farklıydım. Henüz 5 yaşındayken babam eve Türkiye kanallarını gösteren bir cihaz (supermax) almıştı. Gezmeyi sevmeyen biri olduğumdan, evde oturup Türk kanalları, yabancı çizgi filmler, Türkçe dublaj filmler izleyerek geçti çocukluğum. Nitekim bu sonralar bende ciddi sorunlar yaşatmıştı. Özellikle okul arkadaşlarımın çoğunda Türkiye kanalları olmadığı için ve onlar benim kadar televizyon izlemediği için onlarla aramda bir noktadan sonra fark oluşuyordu ve ben yalnızlaşıyordum. Fakat bu Türk kanalları ve ardından gelen You Tube, aynı zamanda bazı akrabalarımın dindar oluşu benim İslam'a yakınlaşmamı sağladı ve onuncu sınıfın sonlarına doğru ben artık namaza başladım. Artık camiye gidiyor, oradakilerle arkadaşlık kuruyordum. İnternette yine dini kanalları izliyordum. Artık bir çevrem oluşmuş. Adeta duraksamış hayatıma bir amaç gelmişti. İlk zamanlar adını tam söylemesem, köşk desem çoğunluk tanıyacaktır. İşte o malum grupların sıkı bir taraftarı ve aşırı bir İslam fanatiği olmuştum. İnternette, özellikle Facebook'ta o zamana kadar varlıklarından bile haberdar olmadığım ateistlere saldırmaya "Ulan Ateistler her şey tesadüfen mi oldu" gibi gibi şeyler söylemeye de başlamıştım. Facebook'taki ateist gruplarında da gerçek İslam bu değil gibi şeyler yazardım. Şaka bir yana ben onları yazarken hem İslam'la ilgili hiç bir şey araştırmamış hem de daha "Gerçek İslam bu değil" klişesinden bile haberdar değildim. "Afganistan'da bir kadını öldürmüşler" yok o gerçek İslam değil, "Turan Dursun'u katletmişler" yok o gerçek İslam değil. Gerçek İslam barış, dostluk, kardeşlik, iyilik dinidir. Hakkını yemeyim İslam'ın hatta bir çok dinin güzel yanları da var. Kardeşlik te kuruyor üstelik. İlk zamanlar müziğin tamamen haram olduğunu zannettiğim için evde müzik açıldığı zaman kulaklarımı tıkardım. Sonra yine bir dindar yakınım yok öyle bir şey demişti. Tekrar müzik dinlemeye başlamıştım. DİN için bir çok insanla tartıştım. Okulda Müslümanlar bir-birilerini kesip biçiyor diyen arkadaşımla mı dersin, babamla mı dersin..
Camide bile bize ilk defa mezhep ile ilgili konuştuklarında biz şafileriz demişlerdi. Ben hiç sorgu-sual etmeden kabul etmiştim. Şiiler yanlış yolda, Hristiyanlık ve Yahudilik zaten tahrif olmuş, ateistler desen her şeye tesadüf diyor. Halbuki Kur'an'da bir çok bilimsel mucize var. Oh be. Ergen yaşta hakikati bulmuştum. Allah bana yeter deyip ateşli bir İslam fanatiği olmuştum.

O dönemler YouTube'da Türk You Tube kanallarını izleyip tarih tutkunu olmuştum. İslam tarihi, Türk tarihi gibi alanlara merak salmıştım. Okulun son senesinde üniversiteye hazırlanmaya başladım ve başkalarının yıllarca çalışıp yapamadığını yaptım ve sadece on aylık hazırlıkla üniversiteyi kazandım. Artık hayatımda ilk kez doğru düzgün bir şekilde köyden çıkmıştım. Bakü'ye geldim. Burada dindar bir yurtta kaldım. Yurt yine Türkiyeli bir cemaat tarafından kurulmuştu. Yurtta Şii de vardı, Sünni de, hatta ikinci yıldan itibaren Vahabi ve hadis inkârcısı bile görmüştüm. Fakat çoğunluk ehli-sünnetti, benimle aynı yerden gelenler bile vardı.
İlk senem gayet güzel geçti. Arapça Kur'an okumayı öğrendim. Her hafta dini sohbetlere katıldım. Hatta ilk zamanlarımda şahsi bir sloganım bile olmuştu: "Benim için hayatta ilk başta gelen şey din, din, din"...

İlk senenin ortalarına doğru artık eskiden özellikle bir zamanlar kitap düşmanı olan ben artık kitap ve edebiyat okumaya başladım. Artık yavaş-yavaş kitaplar hayatımda önemli bir yer teşkil etmeye başlamıştı. Bir süre sonra dedim ki keşke şu çocukluğu televizyonla değil kitaplarla geçirseydim. Üniversite dersleri, orda gördüklerim, Güney Azerbaycan'dan gelen ve en güzel dinin hümanizm olduğunu söyleyen birine "İslam hümanist bir dindir" dediğim günler hala aklımda. Artık hem kitaplarla, hem de internette, tarih, edebiyat, sosyoloji, ilahiyat, siyaset, felsefe gibi alanlarla ilgili bilgiler ediniyordum. E yurtta malum her tip var; tarih okuyanda psikoloji okuyanda, aşırı dindarı da. Hiç unutmam Türk bir hadis inkârcısı vardı. Hatta Azerbaycanlı, dünya düzdür diyen de vardı. Ama çoğunluk gayet iyi, eğitimli, akıllı ve dindar bireylerdi.

Şiileri de ilk defa orda tanıdım. Gel gelelim ikinci senenin başlarına. Artık 2015 yılının martından 2017-nin sonlarına kadar olan normal dindarlık dönemi sona ermiş ve sorgulayan dindar dönemi başlamıştı. Eee, dünya edebiyatı okuyup ayrı-ayrı düşünceleri tanıyorsun, dünya tarihi okuyup ayrı-ayrı milletleri tanıyorsun, farklı düşüncelerin olduğu yurtta kalıyorsun, üniversitede ve internette bir çok şey öğreniyorsun. Hatta ikinci yılın başında Bakü'deki bir Ortodoks kilisesine gitmiştim Ortodoksların nasıl içten ibadet ettiğini, nasıl içten inandıklarını gördüm. Adeta biz her akşam, akşam ve yatsı namazlarında veya cuma namazlarında nasılsak öyleydiler. E bu nereye kadar devam edebilirdi ki? Bir noktada zaten patlak vermeye başlayacaktı. Ve bir YouTube videosu bunu tetikledi ve ben ikinci senenin başlarında sorgulamaya başladım. Başlarda buna karşı çıktım ve hep İslam'ı haklı çıkarmaya çalıştım. Bu da doğal tabi din için bu kadar şey yapmışsın, bir çok insanın üstünden çizgi çekmişsin, babanla dahi tartışmışsın, arkadaşlarının çoğu yurttan, ki onlarında çoğu dindar.
Fakat zamanla iman dağımda yarıklar oluşmaya başlamıştı. Aklıma ilk takılan sorular "ya ben yanılıyorsam?" ve "ya başka bir yerde doğsaydım?" olmuştu. Ya ben yanılıyorsam , ya doğru din Hristiyanlıksa, ya İncil tahrif olmamışsa, ya Tanrı bu dünyayı Yahudiler için, diğer milletleri de onlara hizmet için yarattıysa. Ya Tanrı bize hiç karışmıyorsa? Ya Tanrı yoksa? Gibi sorular.

Sonra da aklıma en çok takılan şey coğrafyaydı ki bu hala çöze bildiğim bir sorun değil. Coğrafya ve zaman insanın zindanları gibi. Düşünüyordum, Azerbaycan'ın çoğu dine önem vermez ama dini açıdan bizim gibi kuzeydekiler, yani ülkenin en kuzeyindekiler Sünni, geride kalanların çoğu Şii idi.

Gittiğim kilisenin adı Rus Ortodoks kilisesiydi ve orda Rusça İncil okunuyordu. Rahipler dahi Rus'tu. Hatta Azerbaycan Türkçesi ile doğru düzgün konuşamıyordu aralarından biri. Orda ibadet edenlerde çoğunlukla Rus'tu.

Üniversitede Şii bir grup arkadaşım vardı. Kendisi sonradan dine yönelmiş bir kızdı ve bize "Şiilik bir mezhep değil, bir makam. O makama herkes ulaşamaz" demişti. "Hadi oradan" diyorum bende. Kendisi Şii coğrafyasında dünyaya gelmişti. Ya İsrail'de doğsaydı. Bu coğrafya meselesi kafamı allak bullak etti.

Niye İtalya'daki Hristiyanların çoğu Katolik te Rusların çoğu Ortodoks? Niye Hindistan'da ineğe tapılıyor da İsrail halkı Yahudi? Uzak Doğu çoğunlukla dinsiz ama Arabistan'da niye çoğunluk Hanbeli? ABD çoğunlukla Protestan veya farklı gruplara ayrılmış. Zavallı Afrikalı ne yapsın onun dünyadan haberi yok. Ya bana bunu diyen kız Finlandiya'da aşırı ateist yada İran'da aşırı Şii bir ailede doğsaydı? Ya Mısırdan aşırı Müslüman, İsviçre'den aşırı Kalvenci bir ailede ya da M.Ö. Roma'da doğsaydı? Bunun gibi sorularla kafam dolmuştu. Vikingler arasında, Rönesans dönemi Avrupa'sında, 1000 yıl önce kızıl derililer arasında bir çok yer var. Şimdi bazıları "şahsın haberi yoksa mükellef değil" diyorlar. Bende diyorum ki madem haberi yok, o zaman ilk olarak onu yaratmanın anlamı neydi? İkincisi madem haberi olmayana sıkıntı yok o zaman bu dini niye bu kadar yaydılar? Yaymasaydılar, tebliğ etmeseydiler zaten cehennem diye bir yere gitmezdik. Yani dini tebliğ edenler aslında bizi bir bakıma cehenneme gidebilecek bir yola sokuyor.

Araştırmalara devam ettim. Bir çok hocayı dinledim. Ama en çok ehli sünnet hocalar. Hadis inkarcılığı en baştan saçma gelmişti. Sanki İslam'ı modern döneme uyarlama çabaları. Şimdi bunu dinleyen bazı hadis inkârcıları kesin "ya bu Sünnilik yüzünden bu hale geldi" diyecek. Ben de onlara "hadi oradan, dini kesip biçmeye çalışmayın, din neyse onu kabul etmişim, sizin dediğiniz yollardan ben çoktan geçtim" derim.

Hele şu on 19'culuk varya tam bir zırva. Sorgularken neler neler gördüm kelimeler kifayetsiz kalır. Annenin diz kapağı da olsa şehvet uyandırır diyenimi ararsın, kız çocukları pantolon giyemez diyenimi, kızlar okula gidemez diyenimi dersin, demagoji fırtınası yapanımı dersin, sokakta ateist parçalayıp gerçek ateist karşısında zırvalayan mı, namaz kılma oranı 75% olsa dünyanın süper gücü oluruz diyen mi dersin.. Görende sanacak ki ABD, Çin, Japonya 7/24 namaz kılıyor.
Atatürk'e hakaret edip Stalin'i evliya yapanı bir taraftan. Sahi bu insanlar neden Atatürk düşmanı? Tamam Osmanlı'nın Türk ve İslam tarihinde yeri büyük fakat Osmanlı zaten çöküyordu. Atatürk'ün yaptıkları, dinsizlerin hiçte bize anlatıldığı gibi olmaması..
Hristiyanların içinden Newton, ateistlerin içinden Niçe, deistlerin içinden Viktor Hugo, Müslümanların içinden El Biruni gibi adamlar çıkmıştı. Her tarafın alimi de vardı cahili de.

Kendimle, aklımla, vicdanımla büyük bir psikolojik savaş verdim. Kendimi nasıl yerlere sürüklediğimi gördüm. Hala ibadetlere devam ediyordum. Kur'an mucizeleri diye anlatılan şeylerin gerçek yüzü, Gazali düşüncesi, suçluluk psikolojisi aşılamaya çalışanlar, kandırmayı başaranlar, Rönesans, Reform, insanın inancından ibaret olmaması gibi-gibi şeyler.

Kur'an mucizeleri diye anlatılan şeylerin ayet cımbızlama ve numeroloji olması. Yıllarca salavat getirdiğim adamın 13 yaşındaki bir kızın babasını ve kardeşini öldürüp aynı gece onun koynuna girmesi, İbn Rüşd'ün Gazali'ye karşı çıkması, Ömer Hayyam'ın rubaileri, Şeriat mı Laiklik mi kapışması, evrim ve yaratılış davası..
Azerbaycan'ın bile modern dönem düşüncesi Mirza Feteli Ahundzade ile başlıyor, ki kendisi de dine karşı biriydi. O zamanlar mollaların Azerbaycan halkına yaptıkları.. Ama beni en çok etkileyen İslam'da dinden çıkanların öldürülmesi, yani mürtedin öldürülmesi mevzusuydu. Zamanında hümanist, insana, insan düşüncesine saygılı dediğim dinin içinde böyle bir şey olduğunu öğrenince inanamadım.

Müslüman şeriatı savunmalı fakat ben namaz kılan dindar bir Müslümanken bile rahat-rahat sorgulaya bilmemi meğer laikliğe borçluymuşum. 700-1200-lü yıllarda İslam'ın altın çağının 80% kısmının dahi antik Yunan üstüne kurulması. Tamam doğrudur o dönemler Müslümanlar büyük işler yapmış. Sadece Yunandan aldılar bitti demek doğru değil. Müthiş bir dönemdir, ama bu döneme her şeyi vahye bağlayan Gazali düşüncesinin verdiği zarar büyüktür.
İslam coğrafyasında okuma yazma bilen insanın, en çok olduğu, daha gelişmiş, daha özgürlükçü ülkeler olan Türk dünyası ülkelerinin, yani Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan gibi ülkelerin bunu Müslümanların ilk emri olan oku emrine riayet etmesine değil, ateist bir kuruluş olan SSCB-nin onları zorla okula göndermesine borçlular. SSCB-yi ve sosyalizmi hiç sevmesem de gerçek bu çünkü Sovyetler Birliği kurulana kadar bu bölgelerde okuma-yazma bilen insan sayı çok-çok düşüktü.

Üstüne tarih boyunca öldürülmüş 440 milyon Müslümanın 420 milyonunu yine Müslümanın öldürmüş olması. Avrupa'da 150 yıl bilimsel devrim yaşanırken Avrupa'nın tam merkezinde at koşturan Osmanlının bu devrimden 0% pay alması, insanlara her haline şükür edin diyenlerin çoğunun lüks içinde yaşaması. Özgürlükçü, seküler düşünce derken nerelere vardım. Adeta çıkışı olmayan labirentte hakikati arıyor ama aynı yerlerde dönüp duruyordum. Manevi bir buhran içindeydim, diğer yandan da cehennem korkusu. Bütün bunların üzerine OKB. psikolojim o kadar bozulmuştu ki bir ara yurtta namaz kılan bazı arkadaşlarımın boynuna sarılıp "hakikat ne ulaaan?" demek gelirdi içimden. Kendimi yüksek bir binadan atmayı dahi düşündüm.

Dinlerin insanlığa faydası olmuştur, doğrudur. Mimarlık eserleri, tablolar, edebiyat vs. Fakat bugün artık yarardan çok zararı dokunuyor. Batı'nın 1500 yıllık karanlık çağı Orta Doğunun hali. Mezhep savaşları, Şeyhülislam yüzünden rasathanenin yıkılması, matbaanın geç alınması falan derken kayış kopmuş gidiyordu. Sokakta ateist bükenler neden buna ses çıkarmıyordu. Neden her şeyi her seferinde saçma sapan örneklerle açıklamaya çalışıp üstüne analojiyi doğru kurmuyorlardı.
Tam da her şey yavaş-yavaş biterken artık son döneme girdim, itiraf dönemi. Kendime yanıldığımı itiraf etmem ve dinden uzak bir düşünce kurmam epey zaman aldı fakat zamanla o iş de halloldu. Tam iki yıllık sorgulamanın sonuna geliyordum ki uzun süre takip ettiğim, hatta ilk zamanlarımda baya sıkı bir taraftarı olduğum, sonraları bazı açıklamaları hoşuma gitmediği için ara-ara izlediğim malum kanalın evrim ile ilgili videosu çıkmıştı. Evrim ağacının ona verdiği cevabı izledim. Yazık, yıllarca izledik, güvendik ve yalancı olduklarını öğrendik.

Evrim ile ilgili daha öncede araştırma yapmıştım ama çok değil, o videodan sonra evrim ve yaratılış ile ilgili biraz daha araştırma yaptım. Hala devam ediyorum. Evrim ile ilgili bir kitap okuyorum. İnternetten bilimsel videolar izledim. Yaratılışçıların inançlı insanların korkularına oynamaları, açık-açık yalan söylemeleri, cımbızlamaları vs.
Evrim bazı modern takılan din adamları dışında kabul edilmeyen bir şeydi. Evrime karşı çıkan bazı din adamlarının videolarını izledim ve onların cehaletlerini gördüm. Hatta biri "teneke al ve iphone'a dönüşmesini bekle" demiş. He kardeşim, sen bunu düşünebiliyorsun ama bu konu ile ilgilenen birçok bilim adamı düşünemiyor. Evrimin bir doğa yasası olduğunu anlamıştım. O dindar kanallarında metodunu çözdüm. Her seferinde meseleyi bir yaratıcı var, bir yaratıcı var demeye getiriyorlar ki, Aristoteles'in "İlahi efir" anlayışına benziyor. Sonra da konuyu buradan rap diye kendi inandıkları teist tanrıya bağlıyorlar. 

Vardığım hakikatler şunlar:

Edebiyat: Dünya edebiyatı mutlaka okunmalı bize çok faydası var. Ama kendi edebiyatımızı da okumalıyız.

Tarih: Son 2500 yılda büyükten küçüğe her millet en bir kere de olsa kendi sözünü söylemiş. Türkler 16 imparatorlukla, Farslar Ahameniş'lerle, Ruslar Rus imparatorluğu ile, Moğollar Cengiz Han'la, ABD dolarla, Almanlar iki dünya harbinde yenilip yeniden kalkınmalarıyla, Fransızlar Napolyonla, İngilizler dünyanın yarısı sömürgeleştirmeleriyle vs.
Ve biz bugün varız ve dünya bize hiç bir şey borçlu değil. Dün Atilla Papa'ya diz çöktürdü diye hiç kimse bize madalya takmayacak.

Biyoloji: Evrim bir doğa yasası.

Sosyoloji: "Her asırda bir kaç kişi düşünür, geride kalanlar onları takip eder." C. Meriç

Hayat: Dünya bir yarış meydanı kaçanlar düşenlere bakmıyor.

Doğu-Batı meselesi: Ben batıyı sadece alkışlıyorum. Tamam karanlık, emperyalist bir tarafı var orası doğru. Fakat bir batılı gibi düşünün. İlk büyük filozoflar sizden çıkmış, ilk cumhuriyeti siz kurmuşsunuz sonra doğudan Hristiyanlık diye bir din geliyor ve 1500 yıllık karanlık çağ. O dönem kilise, cehalet, veba, engizisyon, cadı avı, ateşte yakma derken yaşanan sefillik. Orta çağ batı tarih ve edebiyatını özellikle "Dekameron"-u okuyunca bunu daha iyi anlıyoruz.
Sonra Coğrafi keşifler, Rönesans, Reform derken kendini bilime, sanata ve gelişmeye veriyorsun ve sonuçta dünya devi oluyorsun. Biz şimdi adamlara İslam desek, İslam ve bilim desek adamlarda dönüp bize "biz Doğudan gelen bir dine bir kere inandık ve bu yüzden 1500 yıl yerin dibine battık, neden bunu ikinci defa yapalım? derse ne diyeceğiz?

Felsefe: Felsefede evet ahmakça şeyler olabilir. Fakat bu onun baştan sona ahmaklık olduğu ve atılması gerektiği anlamına gelmez.

Yaratıcı meselesi: Antik Yunanda bile tanrı var diyen Sokrates, yok diyen Epikür, bilinemez diyen Sektus gibileri vardı. 2500 yıl geçti. Bir sürü savaş, müzakere, filozof, ilahiyatçı, sanatçı, Agustinus, Gazali, İbn Er Ravendi, Rene Descartes, Kant, Hume gibi isimlerden sonra hala tanrı var mı yok mu diye tartışma devam ediyorsa bu tanrının bilinmediği anlamına gelir.

Din: Din dindar insanların büyük bir kısmı için tamamen dünyaya geldikleri coğrafya ve zamana bağlı. Teravih namazlarında gördüğüm dindar Müslümanların küçük çocuklarını da, kiliseye ailecek ibadet için gelen karı-kocanın küçük oğlu ve ellerindeki kızlarını da hatırlıyorum. Hatta benimle kiliseye giden arkadaşım onları görünce "küçük yaşta beyinlerini dolduruyorlar" demişti Ben o anda şok geçirmiştim çünkü bunu diyen arkadaşım hafızdı ve çocukluğu medresede geçmişti. Benim şahsi kanaatim dinde dinsizlikte bomboş şeyler. Ben sonu -izm ile biten hiç bir şeyi kabul etmemeye karar verdim. Belki bazılarınız az önce yazdıklarıma bakıp bana agnostik demişti. Hayır sonu -izm ile biten bir şeyi kabul edince kendimi bir kalıba sokmuş gibi hissediyorum. Hayatta inanç ve inançsızlıktan daha fazlası var. Bir insan inancından ibaret değildir. Teşekkür ederim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Mardaki Adam

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

ORHAN K'NIN DİNDEN AYRILMA SÜRECİ



ORHAN K’NIN DİNDEN AYRILMA SÜRECİ


Ülkemizde herkes dindar bir aileden gelir iyi veya kötü. Ama kimileri daha koyu Müslüman olan, kimileri ise daha modern bir ailede doğarlar ve büyürler. Benimki ise koyu denilecek bir Müslüman aileydi. Etkileri hala hafızamdan silinmeyen, dünya yaşamına dini inanç çerçevesinden bakan bir ailede yetiştim ve büyütüldüm. Ama ailem benim aşırı merak ve soru sorma içgüdülerimin bir gün gelip gelişip büyüyeceğini bilmiyordu…

İslam dininden ayrılma sürecimi dönemlere ayıracak olursak çocukluk, gençlik ve olgunluk çağı olarak 3 döneme ayırabiliriz. Çocukluk dönemimde yani 20 li yaşlarıma kadar diyelim koyu bir Müslümandım. Ailemde 5 vakit namazımı kılmayan yok gibiydi. Ben ise kılardım ama aklımda hep aynı soru olurdu. Zaten bu soru olmasa dinden ayrılma sürecim gerçekleşmezdi. Neden Allah denilen varlık insanlığa gönderdiği bilgileri tekrar kendine okumamızı isteyebilirdi? Hem de başka bir dilde Arapça olarak. 

Ailem hep üzerimde baskı kurardı. "Namazlarını geçirme oğlum", "bak cehennemde yanarsın", "kaynar sular içirirler bak heee" diye sürekli korkutulmaya maruz kalarak yaşadım.

Babam ne zaman beni sorguya çeker gibi "namazını kıldın mı?" diye üstelese "kılmadım, sen ne yapacaksın benim namazımı, beraber mi yanacağız cehennemde?" diye isyan ederdim. Ama haklıydım. Madem teker teker sorguya çekilecektik, nefsi müdafaamı kendim yapardım. Ulen nelere inanmışız yaaa…

Derken ilkokul süreci ve ardından ortaokula kayıt olmam gerekiyordu. Bilin bakalım hangi ortaokula kayıt oldum? Tabi ki de İmam Hatip Lisesine. Hiç şaşmaz, dini bir aileden dini bir okula yazıldım tabi. Babamın beni "oğlum bak hem orada karatede öğretiyorlarmış" (bizim zamanımızda baya meşhurdu Jackie Chan, Bruce lee filmleri gibi) diyerek kandırdığı cümlesi hala kulaklarımdadır. İnanmıştım bende saf gibi. Yakışır mıydı inançlı birisine yalan söylemek, hemde kendi oğluna. Ama olsundu, tövbe kapısı hep açıktı onlara göre. İlk golü orada yemiştim.

3 yıl süren imam hatip yıllarımdan sonra ailemin dini baskısı artarak devam ediyordu. Onların doğrularına onlara göre cehennemde yanmamalıydım. Bunun için ne gerekiyorsa yapılmalıydı. Onlar baskı yaptıkça ben daha çok soğuyordum bu dinden.

Birkaç zaman sonra babamın bana bir teklifle gelmesi beni çok şaşırtmıştı. Tamda benim o gün için aradığım bir teklifti diyebilirim. Bunalmıştım yaşadığım evden. Başka bir şehir de yani İstanbul da Kur'an kursunda yatılı olarak ikamet edilebilecek bir yerde dini eğitim görmem isteniyordu. Uzun bir düşünme arasından sonra kabul ettim. Baskıdan biraz olsun kurtulacaktım. Ama bir karar vermek zorundaydım. Gideceğim yer İslam dinin A’dan Z’ye öğretileceği ve yaşatılacağı bir yerdi. Bir açıdan da evden uzaklaşma daha doğrusu kaçma fikri beni tetikliyordu. Psikolojimin nasıl olduğun varın siz düşünün. Baskılardan dolayı evinden kaçmak, rahat nefes alabileceği bir alanının olması. Tüm bunlar toplanınca siz ne yapardınız…?

Ne dinmiş be arkadaş. Her neyse şimdi ki durağım İstanbul yıl 1997 yaşım ise 15. İrticanın patladığı yıllar 28 şubat dönemini bizzat yaşayarak gördüğüm yıllar. Başımıza gelmeyen kalmadı, tepemizden helikopterler, kapımızdan polislerin eksik olmadığı yıllardı. Uzun uzun girmek istemiyorum konulara,  aksiyon ve macera dolu yıllardı. Benim içinse Kur'an kursu dışında özgür yaşadığım yıllardı. 1 yılım bu şekilde geldi geçti. 1 yıl sonra yine baba ocağına döndüm. Çünkü gönderildiğim o irtica yuvası bende derin izler bırakarak kapanmıştı…

Sonra lise yıllarım başlamıştı. Döndüğüm de sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Yürüyüşüm bile bir değişmişti, unutmuştum. Çok garip değil mi? Size garip gelebilir ama öyleydi işte. Hem unutmak istediğim hem de unutamadığım yıllar. Yazarken bile zorlandığım anılarımın tazelendiği yıllar. Düşünüyorum da çok kasvetli ve ağır bir süreç yaşamışım.

Soru sorma ve çok yoğun düşünme yıllarımdan sonra yaşım olmuştu 34. Yani olgunluk çağlarıma gelmiştim. Para ve gelecek yönünden iyi ama, iş stresi olarak yüksek düzeyde bir mesleğe başlamıştım. 

Yavaş yavaş dinden uyanma, farkına varma, şaşırma, sürekli beyin fırtınalarının yaşandığı kopma noktalarına doğru ilerliyordum bu dönemde. Çünkü her şeyi yaşamama sebep olan en önemli kaynaklara ulaşmaya başlamıştım. Yani kitaplara. Kişisel gelişim kitaplarıyla başlamıştım. Erdal Demirkıran kitapları özellikle benim düşünce dünyamı değiştirmişti. Aradığım soruların cevaplarına bir bir ulaşıyordum kitaplar yoluyla.

Bu dönemim de böyle 4-5 yıl kadar sürdü. Daha sonraki süreçlerde kitaplardan arta kalan zamanlarımda artık internetin de yardımıyla daha çok bilgiye ve bilgi dolu videolara ulaşabiliyordum.
Youtube dünyasına giriş yapmıştım. Herkes eğlence, film, müzik ile vakit geçirirken ben nerede esrarengiz, tarihi olaylar, beyin geliştirici yayınlar varsa onlarla ilgileniyordum.
Beynim hiç olmadığı kadar açılmıştı. Adeta düşünce dünyamın nirvanasındaydım. Artık ben eski ben değildim. Bunu sadece ben değil arkadaşlarımda söylüyordu. Hatta içimde gizli bir kibir bile oluşmaya başlamıştı. Ne oluyordu bana? Bilmek mi iyiydi bilmemek mi bunu da bilememiştim.

Bundan 1 yıl kadar önce tamda bu zamanlar artık emin olmaya başlamıştım ama yinede de başıma bir şey gelirse diye korkuyordum. Yani yine korku çıkmıştı karşıma. Ama dedim ya emin olmalıydım artık. Kendim kendime karşı gelmeliydim. Yalnızlaşacağımın farkındaydım ama ne olursa olsun gerçekleri öğrenmeliydim. 

Youtube'de gezinirken sürekli biri çıkıyordu karşıma; Yakup deniz diye biri. Ama ben hep "bu kim ya? falan diyordum. Farklı başlıklar altında ara ara videolar çıkarıyordu. En sonunda dayanamadım kendimi toparladım, açtım videoyu. Adam dosdoğru konuşuyordu kafadan attığı hiçbir şey yoktu. Ondan sonra sırasıyla Gig tv, Kütüphane Görevlisi, sizin kanalınız Din ve Mitoloji. Ne kadar aykırı site varsa hepsine bir hışımla dalıp dalıp çıkıyordum. Biz nelere inanıyorduk böyle …

İlla bir şeye inanacaksak bilime inanmalıydık. Evrime inanmalıydık. Hayvanların arasında akrabalık olduğuna inanıyorduk ama sıra bize geldiğinde kendimizi üstün bir varlık zannediyorduk. Maymundan gelmediğimiz belliydi ama ortak atadan geliyorduk. Tüm veriler bu yöndeydi. Belge varsa inançta olmalıydı. Gerçeklerle yüzleşmeliydik. Bu dünyada rahat yaşayan biri neden hiç bilmediği bir hayali alemin uydurmalarıyla vakit harcasın ki? Biz tanrının deneme tahtası mıydık?

Artık dinlerle ilgili anlatılan her şeyden emindim. Hepsi koskoca bir yalandı. Zaten aklı olan bir insan bunlara inanamazdı. Baktım ki ben aslımı bulmuştum. Kurtulmuştum, özgürleşmiştim, arınmıştım bu dinden ve tüm diğer dinlerden.
Yalnız olmadığım farkına vardım. Şimdi neye mi inanıyorum, evrime ve evrenin enerjisine. İspatlanabilirlik derecesine göre her şeye. Yolunu kaybetmişlere yol gösterdiğiniz için sizlere ve bu yolda emek harcayanlara teşekkürlerimi sunuyorum. Sağlıcakla kalın.
Ne mutlu Türküm diyene…

SİZDEN GELENLER | Yazan: Orhan K.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

AFGANİSTAN DOĞUMLU NURULLAH'IN DİNİ TERK SÜRECİ



DİNİ TERK SÜRECİ
(Nurullah T.)

Merhaba, 45 yaşına kadar Müslümandım. Afganistan'daki bir köyde doğdum. Babam medrese mezunu bir molla olmasına rağmen oruç tutmazdı, içki içerdi ve kim bilir daha neler yapardı. Ben asla içki içmedim, 12 yaşımdan itibaren 5 vakit namazımı eda edegeldim. Ailem ve çevrem benimle gurur duyardı. Türkiye'de dil öğrenirken yurttaki oda arkadaşlarımdan biri (İstanbul Ünv. Elektronik Müh. öğrencisi idi) bana ateist olduğunu söylediğinde sert bir tokat yemiş gibi hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Tanrıya inanmayan birisi ile 19 yaşıma kadar hiç karşılaşmamıştım.

Üniversite yıllarında Birlik Vakfı sohbetlerine, ilerleyen yıllarda çeşitli nurcu grupların toplantılarına katıldım. Okumayı sevdiğim için Faik Bulut gibi yazarların kitaplarını da okuyordum. Farsça bildiğim için risale-i nurları okuyup anlamak kolay oluyordu. O zamanlar aklı başında insanların neden bu kadar basit konuları anlamakta güçlük çektiklerine hep şaşırarak bakardım. Bana çok basit gelirdi. Ayet ile hadisi ayırt edebilecek kadar Arapça bilgisine de sahibim.

Üniversite yıllarında hep kuran okurdum, namazımı aksatmazdım ve sürekli kendimi geliştirirdim. Yüksek lisansı bitirip 2004 yılında doktora eğitimine başlayınca felsefi konularla tanışmakla birlikte dindarlığımda azalma olmadığını hatırlıyorum. 3 kişilik doktora dersinde hocanın bir gün namaz kılan birisini anlatırken "filanca öğrenci üniversiteye girmiş hala namaz kılıyor" diye alaycı gülüşünü hala hatırlarım. Çok zoruma gitmişti.

1998 yılında evlendiğimde eşimin başörtüsü takmasını istedim. Bunu gören akrabalarımız da teker teker başlarını örtmeye başladılar çünkü biz rol modeldik. En eğitimlileri bendim.

2010 yılında iş icabı uzakdoğu'ya yerleşmemiz gerektiğinde, çocukların iyi İngilizce öğrenmeleri için iyi bir fırsat olur diye kabul etmiştim. İyi de oldu. Tayland gibi seks turizminin gelişmiş olduğu bir ülkede bulunup dini yaşamak oldukça zor idi. Arabanın klimasını açık bırakarak eşimle cuma namazına (o bölgede camilerin dörtte biri kadınlarla dolu olur) gittiğimi çok iyi hatırlıyorum. Akşam namazı sırasında otobanda trafik sıkışık iken arabayı kenara çekip çimlerin üzerinde namaz kılardım etraftakilerin şaşkın bakışları arasında. Çin'de çok seyahat etmişliğim var, hava limanlarında vakit namazlarını eda ederdim. Hiçbir seyahatimde orucu ihmal etmezdim. Sahurda "helal" bisküvi ile idare ederdim. Almanya ve İtalya seyahatlerimde de ramazan ayında denk geldiği olurdu, hiçbir günü kaza etmezdim.

Tayland'da işe gelip giderken hep İngilizce mealli kuran dinlerdim arabada. Özellikle Nisa suresinin ilk ayetini Abdulbasit çok iyi okurdu. Hiçbir cuma namazını kaçırmazdım. F tipi nurcuların sohbetlerine katılırdım ve onları çok takdir ederdim. Nurculuk içime sinmediği için bir türlü ısınıp onlardan biri olamadım ama ben konuşurken çok saygılı dinlerlerdi.

40'tan fazla ülke gezdim ve en az 15 ülkede cuma namazı kıldım. Almanya ve Rusya'daki camilerde çorap kokusu olmadığı için keşke Türkiye'deki camilerde de benzer durumu yaşayabilsek diye defalarca söylemişliğim vardır. En pis camilerin Çin'in Sincan Bölgesinde, Afganistan'da ve Hindistan'da olduğunu gözlemledim. 2013 yılında Mehmet Okuyan'ın bir videosunu seyredince "aha, işte bu, tam düşündüklerimi söylüyor" dedim kendime. Yurt dışından kendisine mail yazdım ve kitaplarını okuyacağımı söyledim.

Müslüman iken bile hiçbir zaman miraç hadisesine bir türlü inanamadım. Belki de araştırmalarım 2013 yılında artmaya başladı. Dini kavramları daha iyi anlamak için kuşkudan uzak bir sorgulama operasyonuna başladım. Hep hikmet aradım. Okuduklarımla seyahatlerim sırasında gördüklerimi bağdaştırmaya, dini anlamlandırmaya çalıştım. Farklı kitaplar okudum.

2018 sonları idi sanırım, YouTube'da Yakup Deniz'in, Abdullah Sameer'in, David Wood'un ve Hassan Radwan gibi insanların videolarını seyretmeye başlayınca inancım sarsılmaya başladı, önce namazı yarım yamalak kılmaya başladım, sonra bıraktım. Eşim kuşkulandı. Ona da anlattım. O da inancını yitirmek üzere. Özellikle The Masked Arab kanalındaki videoyu seyredince yeter artık dedim. Özgürlüğüme kavuştuğum için çok mutluyum.

Gayet güzel videolar yapıyorsunuz. Takdirle izliyorum.
Keşke Ex-Muslims of America gibi topluluklarımız olsa diyorum bazen.
Esen kalın.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Nurullah T.

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

NEDEN DİNDEN ÇIKTIM? (Turan)



TURAN'IN DİNİ TERK SÜRECİ
(Takipçilerimden Turan'ın Hikayesi)

Dünyaya geldiğimde çok dindar bir ailenin çocuğu olarak geldim, Allah'a, İslam'a ve Muhammed'e çok sıkı derecede bağlı bir aile düşünün. Ben çok küçükken (9-13 yaş) kandillerde televizyon başına otururduk ve orada Arapça dualar edilir ve Arapça ilahiler okunurdu. Ben ise bunların anlamlarını bilmeden son derece hayran bir biçimde izlerdim.

Ben çok küçükken ezan okumayı çok severdim, çıkardım bir taşın üstüne ezan okurdum ve etrafımda ki kişiler bunu çok olumlu karşılarlar ve adeta bana bu davranışı yaptığım için ‘’iyi çocuk’’, ‘’akıllı’’ sıfatlarını uygun görürlerdi.

Kur’an kurslarına gitmeyi hiç sevmezdim, ama ailem beni ikna etmek için bir hayli gayret sarf ederdi. Ama ben Kur’an kurslarına gidip, orada ders görmenin bir işkence olduğunu da düşünürdüm. Yani isteyerek gitmezdim, daha sonra koca bir yaz mevsimini Arapların harflerine adamıştım. Artık sözde Allah’ın kitabı Kur’an-ı okuyabiliyordum.
Ben Kur’an-ı okuduğum için bana hediyeler, övgüler yağıyordu. Adeta dünyaya yararlı olacak yeni bir şey keşfetmişim gibi etrafımda muhteşem bir sevgi gösterisine maruz kalıyordum. Tabi ki bende o sevgi seline kapılıp her gün Kur’an okuyordum. Bir süre sonra okumayı bıraktım ve doğal olarak Arap harflerini unuttum. Bunun için bana birçok kez kızıldı. Fakat ben küçük olduğum için hiç bir şeyin farkında değildim.
 
Hemen hemen her hafta Cuma namazlarını kaçırmazdım, ille de gitmem lazımdı. Aslında gitmek istemediğim zaman bile zorla göndermeye çalışıyorlardı. Ben Cuma namazlarına gidiyordum, hoca hutbe okuyordu fakat en sonunda Arapça dualar ediyordu. Küçük çapta olan sorgulamalarım o zaman başladı, ‘’Neden anlamını bilmediğimiz bir şeyi okuyoruz ? ‘’ diye kendi kendime soruyordum. Bu arada Ramazan aylarında 1 ay orucumun hepsini düzenli bir şekilde tutardım, aksatmamaya özen gösterirdim. Sanki bu bir başarı gibi kendimle gurur duyardım. Aradan zaman geçti ve babamı kanserden kaybettim, hayatım resmen değişti kendimi araştırmaya adadım.

Daha sonra Lise yıllarına geldim. Lise yıllarında tarihe olan ilgim anlatılmayacak kadar çoktu, İlber Ortaylı, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Sina Akşin vb. tarihçilerin kitaplarını okumaya başlamıştım. Özellikle Halil İnalcık’ın Devlet-i Aliyye adlı eserinin ikinci cildini okuduktan sonra kafamda şu netleşti ‘’Osmanlı’nın yıkılmasında dinin etkisi çok fazla’’.
Ardından Cumhuriyet tarihinde ki bazı ayaklanmaların ‘’Din’’ adına yapıldığını okudum.  Tarih araştırmalarım devam ederken Atatürk’ün din konusunda ki görüşlerini okudum. Üstelik Atatürk bunları çok güzel bir şekilde açıklıyordu. Daha sonra elime Kur’an-ı aldım ve altını çize çize okumaya başladım. Beni derinden etkileyen ayetleri not ettim. Daha sonra Caner Taslaman, Emre Dorman, Edip Yüksel, İhsan Eliaçık, Yaşar Nuri Öztürk gibi isimleri okudum ve aklıma takılan soruları güzel bir şekilde açıkladıkları için çok sevindim. ‘’İşte bu be ! ”, “İslam sen ne yüce bir dinsin ” dedim. “ Din değil, gericilikten korkacaksın.” diyordum kendi kendime.
Bu süreç içerisinde Muhammed’in hayatı hakkında birçok şey okudum, diğer kutsal kitapları da okudum.

Fakat hayatım İlhan Arsel’in 3 Cilt Kur’an Eleştirisi kitabını okuyunca tamamen değişti. Ardından Arif Tekin’in eserlerini okudum ve artık imanım ciddi derecede sarsılmıştı. Bakıyordum da bizim sözde modernist İslamcı tayfa ayetleri eğip bükmekten ve din satmaktan başka bir işe yaramıyordu. Son darbeyi Turan Dursun vurmuştu; Din Bu adlı serinin 2.cildini okuyunca dinden kesin olarak çıkmış oldum. Richard Dawkins gibi yazarlar da aydınlanmamda önemli bir yer tutmuşlardır. Muazzez İlmiye Çığ’ın Kur'an İncil ve Tevrat'ın Sümer'deki Kökeni  adlı eserde beni ciddi derecede etkilemiştir. Şu anda “ Deistim” veya “Ateistim” diye kesin bir şey söyleyemiyorum, okumalarım devam ediyor. Fakat şundan eminin: DİNLER BİLİMİN ÖNÜNDEKİ EN BÜYÜK ENGELDİR VE İNSAN AKLININ ÜRÜNÜDÜR.

"Şeriat bir felakettir. Özgürlükten, demokrasiden, insanlıktan yana olan herkesin bu felaketi önlemede katkısı bulunmalıdır."
-TURAN DURSUN

(2000'e Doğru-19 Mart 1989, yıl 3, sayı 12)

SİZDEN GELENLER | Yazan: Turan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)