HABERLER
Dini Haber
tanrı inancı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tanrı inancı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

HANGİ DİN?

Yazan: Mehmet W. Gündoğdu
MWG, din, Dinler tarihi, Hangi din?, Dinler nasıl ortaya çıktı, Dinlerde cinsellik, Peygamberler, Asıl din, Tanrı inancı, Din savaşları, Din ve savaş, İyi insan olmak,
HANGİ DİN?
Dinler, insanlara arınma, huzur verip, doğru yolu göstermek için ortaya çıkmış görünseler de yaygın hiçbir din; inananlarına huzur, barış ve tinsel arınma getirmemiştir. Herhangi bir dine inanmış insanların kendilerine ve başkalarına soracak bir yığın soruları olmuştur. Ancak bu soruları kendilerine ve başkalarına soramadılar. Çünkü korku ve bilgisizlik vardı. Çünkü din adına insanlar hayal dünyalarında gezdirilmişler, ödül ve ceza ikilisiyle avutulmuşlardır. İnsan; bilmediği, tanımadığı, göremediği şeylerden korkar. Bütün inançların temelinde insanların cahilliği ve tanınmayıp görülmeyene karşı korku vardır. Dinler ortaya çıktıktan sonra savaşlar, sömürü, bencillik, dünya hırsları hep en ön plana çıkmıştır. Dinler getirdikleri kurallar içinde bütün bu kötülükleri önleyebilseydi ve önce peygamberlerin, din adamlarının kendileri kendi dinlerinin kurallarına uyabilselerdi; bu gün insanlık bir başka aşamada olabilirdi. Ya da bütün din kitaplarının getirdiği ilkeler kendi kaynaklarından incelenseydi, sorular sorulsaydı, sorgulama yapılsaydı belki din diye bir olgu yaşama ve yayılma şansını bulamayacaktı. Her şey insanların cahil bırakılmasından, bu cahillikten doğan korkuların dinler içinde sömürü aracı yapılmasından ve sorgulama yasağından kaynaklanmaktadır.

Dinlerin ortaya çıkış gerekçeleri; insanlara erinç, toplumsal ve bireysel adalet, tapınma yoluyla tinsel arınma, en sonunda da vaat edilen cennettir. Bütün dinlere göre bu ilkelere uyanlar ideal insan olarak tanımlanır. Oysa madalyonun ters tarafını çevirdiğimizde bunun böyle olmadığı ortaya çıkar.

Bilinen bütün dinler bir yana; yaygın olan üç dinin ilkeleri, kitapları, inançları hatta tanrıları bile farklıdır. Ayrıca, bu üç dinin kitapları da insan eliyle yazılmıştır. Bu üç dinin kitaplarının Allah tarafından insanlara öğüt verme ve doğru yolu göstermek için insanlara gönderildiği kabul edilse bile; sonuçta yazıya dökenler insandır. Kur'an da, Zebur da Tevrat ve İncil’de insan eliyle yazılmıştır ve bu dört kitabın dördü de; hem kendi içleriyle hem birbirlerine uyarlar hem de birbirleriyle çelişirler. Dahası da insanlara doğru yolu göstermek için gönderilen peygamberlerden bazılarının gerçekten yaşayıp yaşamadıkları belli değil; kimisinin mezarı yok, kimisinin birkaç yerde mezarı var. Kimisi Sumer’de kral- tanrı sıfatındayken, bir başka yerde peygamberliğini duyurup yaymıştır. Kimisinin ismi değişerek birçok efsanede yer bulmuştur. Çoğu peygamberler korkunç günahlar da işlemişler. Bazıları kendileri için gökten ayet indirmişler, bazıları eş ve kardeşlerini pazarlamışlar, Lut peygamber sarhoşken öz kızlarıyla yatmış, geliniyle zina yapanlar var, oğulluğunun karısıyla evlenenler var… Kaynak sorarsanız, Allah’ın peygamberlere gönderdiği kutsal kitaplardır. Diyeceksiniz ki, bu konular kutsal kitaplara neden ve nasıl girdi? Kutsal kitaplar seks öyküleriyle mi dolu? Bize ne soruyorsunuz? Bunları biz mi yazdık? Bu soruyu, o kitapları yazanlara sorsanız iyi olur.


Bilgi sunan, sitelerinde gerçekleri yazanlara sövüp sayacağınıza, bir tane bile din kitabı okusaydınız bizlere sövüp saymazdınız. Beğenseniz de beğenmeseniz de, onaylasanız da, yalanlamaya çalışsanız da; bu çelişkileri kendi kaynaklarından anlatmaya kararlıyız. Bunları anlatmak, bizim insanlık görevimizdir.

İlk insan kabul edilen Âdem’den, inancı din haline getiren İbrahim peygambere kadar geçen süreç içerisinde, başka peygamberlerin de ortaya çıktığı kutsal kitaplarda yazılıdır. Müslüman din yorumcularının çoğu tarafından, Âdemden beri bütün insanların başlangıçtan sonsuza kadar tek hak dinin İslam olduğu kabullenilir. En azından genel ilkeler için böyle bir algı yaratılmıştır. Bu süreç içerisinde henüz ortaya çıkmamış bir dine nasıl inanılabilir? Bu üç dinin temel ilkeleri aynı diyebilirsiniz. Ancak; önce gelen kitap sonra gelen kitap tarafından geçersiz kılınmışsa temel ilkelerin aynı olması gibi bir durum ortaya çıkmaz. Üstelik Kuran’ın bir yerinde Tevrat doğrulanır, başka bir yerinde ezeli ve ebedi tek hak dinin Müslümanlık olduğu anlatılır.

Bu gün algılanan din inancı,  ilk kez İbrahim peygamber zamanında ortaya çıkmıştır. Kuran kabul etmese de; İbrahim peygamberin Yahudi ve Sumerli olduğunu biliyoruz. İbrahim peygamber gök cisimlerine tapardı. Kutsal kitaplara göre sonradan tek tanrı inancını benimsemiştir. Ama hangi tek tanrı? Kutsal kitaplarda değişik isimlerle anlatılan Firavun’da tek tanrıya inanmış ve bunu Mısır’a yaymıştır. Mısır halkı çok tanrılı dinlere inanmaktayken, Firavun tek ve en büyük tanrı olarak inandığı ay tanrısına tapınarak tek tanrıcı olmuştur.  Âdem ile İbrahim peygamber arasındaki bu süreç içinde ve Firavun dönemine kadar tek tanrı inancı yok muydu? Ya da inançlar dinselliğe dayanmıyor muydu?

En eski inançlardan ateşe, gök tanrıya, güneş- ay- yıldızlara, evreni temsil ettiğine inanılıp kutsal sayılan her şeye tapınma vardı. Bu kutsalların içinde ağaçlar, dağlar, kayalar, yırtıcı hayvanlar, şimşek de bulunuyordu. Bu tapınmalar ilk zamanlardaydı ve bir din inancından değil korkuyla karışık bir koruyucu arama gereksinimden dolayı ortaya çıkmıştı. Çünkü o zamanlar din kavramı yoktu ve kurumsallaşmamıştı.

İbrahim peygamber ve Firavun kendi inandıklarını sonradan din haline getirdiler. Daha eski çağın insanları yaşam koşulları, bulundukları ortam ve topluluk, bilinmeyenden doğan korku gibi ve başka nedenlerle farklı inançlar, farklı kutsallar edinmişlerdir. Bu yüzden ilk insan toplumlarından başlayarak, bu güne gelinceye kadar birçok inanç sistemi ortaya çıkmıştır.

Bütün bu inanç sistemleri tek bir noktada birleştirilebilir mi? Bütün dinleri bir noktada birleştiremezsek; yeryüzünde ne kavgalar, ne cinayetler biter. Ne toplumsal ve evrensel barış gelir, ne de din mezhep gölgesindeki çatışmalar biter. Herkes, her toplum kendi inancının doğru inanç olduğunu iddia edip inatlaştıkça; işler hep çatallaştı, halen de çatallaşmakta ve hiç bitmeyecek.

İnanan herkes, inancını sürdürüp sürdürmemekle özgür olduğunun bilincine varırsa ve herkes, kendi özgür düşünceleriyle inanacağı dini seçebilirse; her inançtan herkes birbirlerine zarar vermeden bir arada yaşayabilirse sorunları çözmek kolaylaşır. Bunu başarabilmek için insanların özgür düşünebilmesi, özgürce inanabilmesi ve inançları kendi kaynaklarından özgürce sorgulaması yeterlidir. İşte o zaman, asıl din inancının, tek bir din inancı içinde birleştiği görülür. Görmek istenirse asıl ve ideal din inancını görebilmek zor değildir.


ASIL DİN NEDİR?
Aslında; inancı olanların dinler diye bir sorunu yoktur, olması da gerekmez. Yalnız bir din vardır. Bu din, insanların hepsini doğru yola götürür. O din insanlıktır, adalettir, doğruluk ve bütün canlılara saygıdır. Yani yalnızca vicdandır. Tanrı’nın varlığına ve birliğine, onun sonsuz gücüne inanan her kişi; hangi peygambere inanırsa inansın, hangi ibadeti yaparsa yapsın gidip ulaşacağı yer Tanrı katıdır. Birisi şu yoldan gider, ötekisi başka bir yoldan. Yeter ki insan da Tanrı inancı olsun, insanlığın bütün sıfatlarını üstünde taşısın. Bütün insanların insanca ortak özellikleri ve değer yargıları vardır. Mutlaka inanılacaksa; İnanılacak en ideal din budur. İnsan neye inanırsa inansın ya da hiç inanmasın insanlığı gereği; başkalarını düşünmek, yardımlaşmak, adaletten ayrılmamak, hak hukuk gözetmek gibi ilkelere uymak zorundadır. İnanılacaksa gerçek din işte budur. Bunlara uymayan insan; Tanrı’ya inansa ne olur, inanmasa ne olur? Ya da şu peygamberin ümmeti olsa ne olur, bu peygamberin izinden gitse ne olur? Yani iyi şeyler için- iyilikle atılan adımın her yolu Tanrı’ya ulaşır, iç huzur getirir, arınma getirir, dirlik getirir. Kendi şeytanına tapmayan, kendi şeytanını yenebilen, yani; hırs, kibir, haset, kin ve şehvetten uzak duran, bunları yenebilen her insan ideal insandır.

Herhangi bir dine inanan insan, yaptığı işleri vicdanına ve insanlığa uygun buluyorsa; inanç ve ibadetinden erinç duyabiliyorsa sorun yok. Bu insan içten inanmış, kimseye zararı olmayan, ideal diyebileceğimiz bir insandır. Ama inandığını söylediği ve inancını şiddete dönüşecek kadar savunduğu halde; insanlık dışı işler yapabiliyorsa; yaşamında şiddet, adaletsizlik, hile, yalan- dolan, tecavüz gibi pislikler ön plandaysa; böyle insan inansa ne olur, inanmasa ne olur? Ayrıca inandığını söyleyen birisinin inancı ve göstermelik ibadetleri kötülüklerden kendisini koruyamıyorsa; bu insan da inanmış gözükse ne olur, gözükmese ne olur? Önemli olan vicdan, adalet ve insanlıktır. Dinlerden ve inançlardan bir yarar beklenecekse vicdan, adalet, insanlık öne geçmelidir. Aksi halde din ve inançlar birer aldatma, uyuşturma aracı olmaktan öteye gidemezler.

DİNLER VE SAVAŞLAR
Tarihe bir bakınız. Tarih sayfaları şöyle ya da böyle din ve inanç savaşlarıyla doludur. Birbirlerine karşı kışkırtılan insanlar din adına, inanç adına, sevap işleyip Tanrı’nın özel kulları olabilmek için kan dökmüşlerdir. Böyle bir din sisteminin olabileceğini düşünüyor musunuz? Böyle bir din olmaz, böyle bir din kuralı da olamaz. Oysa din dediğimiz kuralların hepsi, bir yandan bunları şiddetle yasaklarken; bir yandan da körüklemiştir. Kuran içinde hem bunları yasaklayan hem de din adına savaşı ve şiddeti farz kılan birbiriyle çelişkili pek çok ayet vardır. (Kuran’dan birkaç örnek ayet: Bakara,144-216. Nisa,71-76- 84- 89. Enfal: 39- 65. Tevbe: 5- 29- 123)

Bir dine sahip olanlar - hangi dinden olursa olsun - inatla birbirlerinin kanını dökmüşlerdir, halen döküyorlar. Yeryüzü insanlarının çoğunluğu; dinin ne olduğunu, ne olmadığını bile bilecek bilgi ve olgunluğa henüz ulaşamamışlardır. Buna karşılık herkes kendilerini ve toplumlarını dindar görüyor. Oysa bu dindarlık değil kindarlıktır. Din adına savaşıp kan döken cennete girecek, savaşmayıp kan dökmeyen giremeyecek… Böyle şey olur mu? Şu peygamberin ümmeti cennetlik, bu mezhebin yolundan giden cehennemlik olacak öyle mi? Şimdi Müslüman çoğunluğun anlayışına göre Müslüman olmayanların hepsi cehennemliktir. Öteki dinlere göre de Müslümanlar cehennemlik. Cennete kimler girecek? Siz mi gireceksiniz, biz mi? Böyle ayrım olmaz. Dünyada iyi bir insan olan kim olursa olsun cennete girer. Ebedi cehennemlikler ise inancı ne olursa olsun insanlara kötülük ve zülüm yapanlardır. Tapınmalar farklı olabilir bunda bir sakınca yok; asıl olan tutulan yolun vicdanlara uygun olması ve alınan sonuçtur. Sonuç olumlu olmuyorsa inanılmış- inanılmamış zaten fark etmez. Adı ne olursa olsun bütün dinlerin temeli –bütün her şeye ve çelişkilere karşın bile olsa- vicdandır. Bütün kötülüklerden arınmış her insan, dinli olsun, dinsiz olsun, kara olsun, ak olsun ideal insandır. Cennet varsa böyle insanların hepsi cennete gider. Cennet yoksa yaptıkları yararlı işler insanlık içinde yer bulur. Yani her şey ideal birey olmaya çalışmak ve vicdandır.

Yıllar önce Hindistanlı, puta tapar bir din adamıyla tanıştım. Konuşurken söz döndü dolaştı dinlere geldi.  Dedim ki; “Ben bütün inançlara saygılıyım. Yalnızca merak ettiğim için soruyorum. Siz cansız olan varlıklara, kendine bile yararı olmayan yontulara falan tapınıyorsunuz; bunun nedeni nedir?” Din adamının yanıtı şu oldu: “Tapındığımız varlıkların cansız ve yararsız şeyler olduğunu biz de biliyoruz. Ancak biz tanrının her şeyden münezzeh olan varlığını simgesel olarak taptığımız bu varlıklarda buluruz. Biz de tek tanrıya inanırız.” Bu yanıt bana doyurucu geldi ve bir soru daha sordum: “Dinlere göre kim cennetlik, kim cehennemlik?” Yanıta bakınız; “Din farkı olmadan, kendi vicdanına güvenen herkes cennetlik.” İşte bu kadar!  Zaten bütün dinler, gerçek inananlar için hep tanrı ile insan vicdanı arasındaki bağlantıdan başka bir şey değildir. Gerisi boştur.

BEN DEİST MİYİM?

din, sizden gelenler, deizm, Ben Deist miyim?, deizm nedir, Deizm ne demek, Doğa tanrıcılık, Deist miyim?, Din ve inanç makale, Tanrı inancı, Deizm'de Tanrı, Akıl çağı ve deizm
Yeniden doğuş ve Aydınlanmayı, Katolikliği ve Protestanlığın ortaya çıkışını, orta çağın bağnazlığı ile Batı toplumlarının dinsel safsatalardan arınmasını, dincilikle laikliği, dinsel inanç, Tanrı ve din ilişkisini, bir de o dönemin deizm akımını çok iyi anlatmış olmalıyım ki, sevgili öğrencim dışarıda yanıma gelip bana “Hocam, siz deist misiniz?” diye soruyordu. (Elbette ben Türkçe kullanıp ‘tanrıcı’ mısınız?” diye sormasını yeğlerdim. Ama insanın her istediği her zaman olmuyor.)

Ben deist miydim?

Deizm 17. ve 18. yüzyılda ortaya çıkmış, özellikle İngiltere, Fransa, bir de Amerika’da etkili olmuş bir dinsel düşünce akımı. Ne demiş adamlar? Doğa-ötesi olay ve açıklamaları, örgütlü dinleri reddetmişler. Kitaba dönmenin doğruluğunu benimseyen Protestanlar’dan değişik olarak “Doğru, kutsala ve evrenin yaratıcısı Tanrıya inanmaktır, kitaba değil,” demişler. İnançların, Tanrının sözünü getirdiğini ileri süren peygamberlere değil, insan aklına dayanması gerektiğini, insan aklının da bir yüce yaratıcı dışındaki ayrıntıları kabul etmediğini anlatmışlar. Her bilir bilmezin, karanlık çağların garip inanışlarına alışkanlıklarına, uygulamalarına, din diye ortaya attığı safsatalara karşı çıkmak gerekir demişler. Kısacası, dinleri, kitapları, peygamberleri kabul etmeyip tek kutsal kavramın Tanrı olduğuna ve Tanrıya varacak tek yolun da akıldan geçtiğine inanmışlar. Tanrı konusunda bile, her türlü doğa-ötesi olayın, açıklamanın, ‘mucizenin’ varlığını benimsememişler, aklın ışığını tek yol gösterici kabul etmişler. (Atatürk’ün “Tek yol gösterici, bilimdir,” sözünü anımsayın.) Tanrının evreni yarattığını, insanlardan akla dayanan bir ahlak sitemine göre davranmalarını beklediğini ve böyle davranmayanları öte dünyada cezalandıracağını söylemişler.


Deizm, ortaya çıktığı Akıl Çağı ve Aydınlanma dönemi ile çok yakından ilgili bir akım. Katolikliğin baskısından insanların, en azından aydın takımının, kurtulmasında önemli yeri olmuş. Pek yaygın da olmamış. Bugün deist saydığımız düşünürlerin birçoğu kendine deist bile dememiş. Ve 18. yüzyılın sonlarına doğru etkisini yitirmiş bir akım. Daha doğrusu, başka inanışlara doğru evrilmiş, onlara katılmış ya da onların yolunu açmış. Örneğin, doğa tanrıcılığı (panteizm) güçlendirirken, tanrı tanımazlığın (ateizm) gelişmesine yardımcı olmuş. Deistlerin kimisi doğa tanrıcı olmuş ve demişler ki, evrenin başlangıcındaki yaratıcı bilinç evreni yaratmış ve evrenin kendisi olmuş; böyle olmakla da bilinçsiz ve tepkisiz bir varlığa dönüşmüş. Artık onun belirlediği söylenen bir ahlak sistemine değil, akla ve bilime dayanan bir davranış bilgisi üretmemiz gerektiğini söylemişler. Doğa tanrıcılıktan sonra bir adım daha, ding dong, tanrı tanımazlık ortaya çıkacak, daha doğrusu tek tük düşünürlerde var olan akım daha sağlam bir temel edinecektir.

Düşündüm, öğrencimin sorusu karşısında: Ben deistim herhalde... En azından deizmi anlatırken. Tanrıtanımazlığı anlatırken tanrıtanımaz olduğum gibi. Ama ben aynı zamanda coşumcuyum (romantik), klasikçiyim, gerçekçiyim ve simgeciyim; liberalizmi anlatırken liberal, toplumcu gerçekçiliği anlatırken toplumcu gerçekçi; komünizmi anlatırken komünist, faşizmi anlatırken... (Yani, şimdi, o kadar da değil... Esin perisinin kuyruğuna takılıp her sözün simetrisini tamamlamaya gerek yok. Sözün güzeli, sözün doğrusunu omuzlamaya başladı mı ancak, gereğini yapmalı. Yoksa, güzeli bulacağım derken, doğruyu kapı dışarı etmiş oluruz. “Hayır, bu ikisi her zaman, ille bir arada bulunmalı,” diyenler oturup şiir yazsın.) En azından bu kavramları inanarak anlatırken, onlardan yanayım. Onlara inanmasam o an için, onları nasıl anlatırım duyguyla, inançla dolu, etkileyici ve kalıcı olarak...
Ben öğretmenim.

SİZDEN GELENLER | Yazan: Hüseyin İçen
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar veya çevirmen olmak için de bize mail atabilirsiniz.

TANRI VE TANRIÇALARLA TANIŞMAYA NE DERSİNİZ?

dinler, din ve mitoloji, mitoloji, sümer tanrıları, sümer mitolojisi, tanrı ve tanrıçalar, eski tanrılar, sümer kökenli tanrılar, dinlerin kökeni, tanrı inancı, gılgamış, Enlil,
Tarihin kökenine inmeye, Tanrıça ve Tanrılar ile Tanışmaya ne dersiniz ? Başlayalım o halde. Buyurun Hep birlikte Tanrılar sofrasına. Kendinize bir Tanrı ve Tanrıça seçebilirsiniz. Nitekim Tarih Sümerlerde başlar.
Sümerleri anlamadan günümüz dinlerini ve inançlarını anlamak mümkün değil.

MEZOPOTAMYA SÜMERLER (KARDUKLAR) TANRI VE TANRIÇALARI

Mezopotamya mitolojisi, Sümerlerin dini evrendeki güç, nesne ve varlıkları temsil eden Antropomorfik tanrı ve tanrıçalar
içerirdi. Sümerlerin inanışına göre insanlar başta tanrılar tarafından hizmetçi, köle olarak yaratılmış fakat daha sonra özgürleştirilmiştirler.

Mezopotamya dini yaklaşık olarak İ.Ö. 400lerde yok olmasına rağmen modern dünyada birçok Yahudilik, Hıristiyanlık İslam ve Mandaizm de de tekrarlanan birçok Tevrat hikayelerinin ana kaynağının Mezopotamya mitolojisi olması dolayısıyla güncel etkilere sahiptir. Özellikle yaratılış mitolojisi, Aden bahçesi, tufan, Babil kulesi, Nemrut ve Lilith figürleri bu konuda en net örnekleri oluşturur. (bkz. Gılgamış destanı)

Sümer kökenli tanrı ve tanrıçalar daha sonra gelen Mezopotamya dinlerince benimsenmiştir. Kuşkusuz bu sadece dini ve mitolojik anlamda gerçekleşmemiştir; Sümer kültür ve yaşayış tarzı da aynı din ve mitoloji gibi daha sonra iktidara gelen Akad, Asur ve Babillilerce benimsenmiştir. Ayrıca farklı kültürlerin din ve mitolojilerinde de bazı benzerliklere rastlanır:Yunan mitolojisi ve Anadolu mitolojisi gibi. Mezopotamya mitolojisi Sümer temelli olmakla beraber Mezopotamya'nın aldığı sürekli ve yoğun göç ile birçok farklı kavmin inanç ve kültüründen etkilenmiştir.

İ.Ö. IV. binyılda Aşağı Mezapotamya'da yaşayan halkların inançları. Sümer dünyası XIX. yüzyılda keşfedilinceye inanç alanının temel bilgilerinde bir hayli değişiklikler olmuştur. Sümerler Dicle'yle Fırat deltasına yerleşik çok becerikli ve bilgili ulus olmakla birlikte bölgelerinin kuzeyinde yaşayan Akad'larıda etkileyerek, olağan üstü bir uygarlık geliştirmiştir.

Sümer dini çoktanrılı bir dindi. Dünyada, evrende, doğada görülen, hissedilen her nesnenin bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde, fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onlann da çocuklan ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever, üzülür, kızar, kıskanır, kavga eder, kötülük yapar, hastalanır, hatta yaralanabilirlerdi. Yer, Gök, Hava, Su Tanrılan yaratıcı, diğerleri yönetici ve koruyucu Tanrılardı.

Her şehrin bir koruyucu Tanrısı vardı. O Tanrı, şehrinin iyi yaşam sürmesinden sorumlu idi. Onun gücü, şehrinin iyi veya fena olduğuna göre değişirdi. Bunlara aym zamanda diğer şehirlerde de tapılırdı. Bu şehir Tanrıları, evrenin yönetimini aralannda bölüşmüşlerdi. Tanrılara ait listelerde 1500 kadar Tanrı adı bulunması, Sumerlilerin ne kadar çok Tanrı yarattığını göstermektedir.

Tanrıları insan şeklinde algılamalan, Tanrıları şehirlerin dışında evren ve doğa Tanrısı olarak geliştirmeleri ve onlan uyumlu bir sistem içine almalan, Sumerlilerin önemli ruhsal başanları olarak kabul edilmektedir. Tanrılar yalnız evrende değil, insanlarm yaşamına da girerler. Örneğin, yorulmak bilmeden gezen Güneş Tanrısı Utu, her şeyi görür, adaleti korur, insanlara yardım eder, ciğer falı bakanlann piridir. Bilgelik ve Su Tanrısı Enki, insanlann ve sihirbazlarm koruyucusudur. Venüs yıldızını simgeleyen Tanrıça İnanna, âşıklann ve savaşçılann koruyucusudur

Sumer'de Tanrılar istediklerini yapar; onlar, insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara, kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilir. Bu, kurban edilen hayvanlann karaciğerlerindeki işaretlere göre anlaşılır. Bu işaretlerin ne olduğu, neyi anlattığı, bu hususta yazılmış kataloglarda bulunur; rahipler ona göre onlan yorumlar. Ayrıca rüya ile de Tanrı istediğini bildirir. Tanrının yapılacak bir işi uygun görüp görmediğini anlamak isteyen; mabede gider, kurban keser, dua eder ve uykuya yatar. Gördüğü rüyanın olumlu veya olumsuz olduğunu da ancak rahip yorumlar.

Sumerliler, bu Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler; şiirler yazmış, ilahiler bestelemiş, törenler düzenlemiş ve bütün bunlan yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır. Onlann kurduklan çokTanrılı din, yavaş yavaş tektanrıya dönüşerek, bugünkü dinlerin temelini oluşturnuştur. Fakat bu arada diğer Tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar, cinler olarak varlıklarını korumaktadır.

Patesi ya da Ensi adını verdikleri rahip-krallarla yönetiliyorlardı. Bugün için onlardan daha öncesi bulunmadığına ve bilinmediğine göre, keşfedildikleri tarihe kadar başka uluslara maledilen birçok uygarsal ve inançsal buluşların onların ürünü olduğu kabul edilmektedir. Onlardan kalan Gılgamış Destanı'yla Enuma Eliş(Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanesi, başka uluslara maledilen birçok inançların Sümer kaynaklı olduklarını kesin olarak meydana çıkarmıştır. Örneğin artık bilinmektedir ki Yahudilerin sanılan Tufan tasarımı onlarındır, Suriyelilerin Adonis'e dönüştürdükleri Babillilerin Tammuz'u onalrın Dumu-zid'idir, Samilerin Anu ve daha sonra Yunanlıların Uranus'a dönüştürdükleri tanrıların babası onların An'ıdır, Akdeniz'in ünlü Kybelesi onların Ki (Toprak ana)'sidir, Samilerin ilkin İştar ve Asarte'ye dönüştürdükleri onların İnanna'sıdır. Samilerin Sin'i onların Nanna (Ay-tanrı) ve Şamaş'ı onların Utu(Güneş-tanrı)'sudur Samilerin Ea'sı onların Enkisi'dir. Yunanlıların Hades'i onların Kur(Ölüler ülkesi)'u ve Elysion'u onların Dilmun(Cennet)'udur, Yunanlıların Persephone'si onların Ereşkigal'idir, Yunanlıların ünlü yedi bilge'si Mezapotamya'nın en eski yedi kentine uygarlığı getiren Sümer bilgeleridir. Bu örnekler daha da çoğaltılabilir.

Sümer uzmanlarından N.K. Sandars şöyle demektedir: "Gılgamış, elbette bir İskender, bir Odysseus, bir Herakles, bir Samson, bir Dermot ya da Gawain değildir. Ama Gılgamış'ın öyküsü anlatılmamış olsaydı bu kahramanların hiçbiri şimdiki ölçüde hatırlanmazdı." Çünkü çeşitli tasarımların ortaya koyduğu bu kahramanlar Sümer'li Gılgamış'tan pek çok şey almışlardır. Sandars'ın da belirttiği gibi örneğin "ortaçağın İskender'inde Gılgamış'ın birçok özelliğini bulabiliriz". Dermot'la dövüşen vahşi adam, Gılgamış'la dövüşen Enkidu'nun tıpkısı denilebilir. Birçok tanrıları Anadolu'ya maleden Halikarnas Balıkçısı(Cevat Şakir Kabaağaçlı) bile "Büyük ana tanrıçanın sevgilisi Attis'in menşeini bulmak için Sümer'lere gitmeli"(Anadolu Tanrıları, İstanbul 1962, s. 89) der ve onu Sümer'lerin Dumu-zid'ine bağlar.

Samiler, Mezapotamya'yı istila edince Sümer tanrılarını benimsemişler, ne var ki onların adlarını ve özelliklerin çoğunu değiştirmişlerdir. Kaldı ki Mezapotamya'nın çeşitli kentlerinde de ortak tanrılar aynı adla anılmazlardı. Ayrıca, her kentin koruyucu özel bir tanrısı da vardı. Kimi kaynaklarda bu adlar birbirlerine karıştırılmış ve Sümer tanrıları çoğunlukla Sami dilindeki adlarıyla tanıtılmıştır.

Sümer tanrılarının adlarını yeniden düzenleyen Prof. Kramer'e göre önce su vardı. Tanrı An (Gök. An-sar: Tüm gök)'la tanrı Ki(Toprak. Ki-sar: Tüm dünya) bu sudan doğdular. Onların birleşmesinden Enlil(Hava) meydana geldi, gökle toprağın arasını doldurdu. Enlil, karanlık göğü aydınlatmak için Nanya (Ay)'yı yarattı. Nanna da Utu (Güneş)'yla İnanna (Aşk ve savaş)'yı yarattı. Samilerde bu tanrılar Sin (Nanna), Şamaş(Utu) ve İştar(İnanna) adlarıyla anılırlar. Enlil ilkin An (Samilerde Anu)'ın buyrukalrını yerine getiriyordu, sonra dünyayı Ki'nin elinden alarak yönetmeye başladı, daha sonrada An'ın yerine geçti ve bütün evrenin egemeni oldu, aynı zamanda Nippur kentinin koruyucusuydu.

An'la Ki'den doğan bir başka tanrıda tatlı suların ve bilgeliğin tanrısı Enki (Samilerde Ea. Prof. Kramer "An'ın çocuğu olduğu söylenebilir" demekle yetiniyor, Enuma Eliş'de ileri sürülen bu doğumu kesin bulmuyor)'dir, sanatı koruyor ve derinde yaşıyordu.

Enlil toprağın egemenliğini eline geçirdiği sırada İnanna'nın ablası gök-tanrılaçalardan Ereşkigal'i Kur(Yeraltı ülkesi)'a kaçırmıştı. Bu yeraltı ülkesinde Annunaki (yargıçık yapan ve An'ı soyundan gelen yeraltı tanrıları)'ler vardı, ülkenin kapısını Neti(Samilerde Nedu) bekliyordu.

Gılgamış Destanı'nda bunlardan başka şu tanrıların adları anılmaktadır: Adad (Fırtına yağmur tanrısı), Antum (An'ın karısı), Absu (Tanrıları meydana getiren su), Aruru (Yaratıcı tanrıça. Endiku'yu kilden yarattı), Aya (Utu'nun şafağı ve gelini), Belit-Şeri (Yeraltı yargıçlarının zabıt katibi), Dilmun (Cennet. Sadece tanrılar gidebiliyor, bir de tufan'dan kurtulup ölümsüzleştirilen Utnapiştim ya da başka bir anlatımdaki adıyla Ziusudra orada yaşıyor), Dumuzi (Ya da Dumu-zid. Samilerde Tammuz ya da Temmuz. Verimlilik tanrısı. Çoban demek. İnanna'nın da kocası), Endukugga ve Nindukugga (Yeraltı tanrı ve tanrıçası. Enlil'in ana-babası), Enkidu (Aruru'nun yarattığı yabanıl yaratık. Daha sonra hayvanların koruyucu tanrısı oluyor), Enugi (Sulama tanrısı), Haniş (Kötü havayı haber veren göksel varlık), Humbaba ya da Huvava (Sedir ormanı bekçisi canava, Anadolu'lu bir tanrı olduğu sanılıyor), İgigi (Gök tanrılarının ortak adı), İnsan-akrep (Tanrıların karşıtı. Su tarafından tanrılarla savaşmak için birçokları yaratılmış. Güneşin battığı yerde nöbetçi), İrkalla ( Ereşkigalin bir başka adı), İşullana (An'ın bahçivanı. Aşkına karşılık vermediğinden ötürü İnanna tarafından köstebeğe dönüştürüldü), Lugabanda (Çoban-tanrı. Aynı zamanda kral. Gılgamış'ın babası ya da koruyucusu), Mammetum (Alınyazısı-tanrısı), Namtar (Uğursuzluk şeytanı, hastalık getirici. Yeraltı ülkesinin başpapazı), Nergal (Yeraltı tanrı.Ereşkigal'in kocası), Ningal (Ay tanrısının karısı, güneşin annesi), Ningirsu (Ninurta'nın eski adı. Verimlilik tanrısı), Nirnurta (Ningirsu'nun yeni adı. Savaş ve bereket tanrısı), Gizzida ya da Ningizzida (Bereket tanrısı. Hayat ağacının efendisi olarak niteleniyor. Büyü de yapıyor. Daha sonra Dumu-zid'le birlikte göğün kapısını bekliyor), Ninhursag (Ana tanrıça. Ki'nin başka adı. Enki'nin karısı),Ninki (Ninhursag ya da Ki'nin bir başka adı olduğu sanılıyor. Destanda Enlil'in annesi), Ninsun( Bilgelik tanrıçası. Lugulbanda'nın karısı ve Gılgamış'ın annesi), Nisaba (Tahıl-tanrıça), Puzur-Amurri (Utnapiştim'in dümencisi), Samukan (Sığırların tanrısı), Siduri ya da Sabit (Şarap yapımcı kadın. İnanna'nın bir başka adı olabileceği öne sürülüyor), Silili (Göksel kırsak, göksel aygırın da annesi), Şullat (kötü hava habercisi. Haniş'in bir başka biçimi) Şulpay (Şölen yöneticisi tanrısı) Ubara-Tutu (Utnapiştim'in babası, mitolojik kral), Utnapiştim (Sümerlilerin Ziusudra'sına Samilerin verdiği ad. Ünlü tufan kahramanı), Urşanabi (Utnapiştimin'in kayıkçısı. Dilmun'a gitmek için ölümcül suları hergün geçiyor), Yedi bilge (Yedi kente uygarlık getiren getiren Sümer bilgeleri)

TANRI VE TANRIÇALAR

Ab-zu: Yeraltı tanrısı. Apsu(ya da Absu)'da denir. İlk insanlar, yaşamın sarmal gelişimini mevsimlerde izlemişler, doğum-ölüm döngüsünü yeraltı sularına bağlamışlardır. Yeraltı suları, ilkbaharda bütün doğaya canlılık verirler, yazın göklere doğru yükselirler, sonbaharda yağmurlarla yeniden insanın yaşadığı toprağa düşerler, kışın da toprağın altındaki yerlerine dönerler. Bu döngü her yıl böylece tekrarlanır. Su mevsimi gelince, her yl doğayı yeniden canlandırır. Bu yüzden Ab-zu, canlandırıcı bir tanrıdır.

Akrep İnsanlar: Akrep insanlar ülkesi. Tufan varsayımının ilk biçimi Sümerler'in Gılgamış öyküsünde anlatılır. Tufandan kurtularak ölümsüzlüğe kavuşan Utnapiştim'in oturduğu yer, Akrep ülkesini aştıktan sonra varılan yerdir. Gılgamış, ölümsüzlüğe ulaşmanın çaresini öğrenmek için büyük dedesi Utnapiştim'e gitmek için bu ülkeden geçer.

An: Gök-tanrı. Anum da denir. Savaş tanrısı İştar'ın kocasıdır. Yunanlıların Zeus'uyla eşdeğerlidir, tanrılar tanrısıdır. Sümer inançlarında Enlil(toprak) vr Enki(okyanus) ya da Ea'yla birlikte büyük tanrılar üçlüsünü kurarlar.

Anşar: Gökyüzü tanrısı. Yeryüzü tanrısı tanrısı Kişar'la birlikte dişi yılan Lakamu'yla erkek yılan Lakmu'nun çocuklarıdır.

Annunaki'ler: (Sümer) İkinci derece tanrılar. Bunlar baştanrı Marduk'tan kendilerine bir hizmetçi vermesini istemişler, o da insanı yaratmış.

Arallu: Cehennem ülkesi. Sümer inançlarına göre, cehennem ülkesini yöneten önce tanrıça Ereşkigal'miş, sonra çok güçlü bir tanrı olan Nergal onunla evlenerek cehennem ülkesinin kralı olmuş.

Aruru: Sümer tanrıçası. Sümerlerin ünlü Gılgamış destanında adı geçen, A-Ru-Ru biçiminde de yazılıyor. Uruk kentinin genç kızları, nişanlılarını sabahtan akşama kadar çalıştıran kral Gılgamış'ı ona şikayet ederler. O da Gılgamış'ı başka konularda oyalasın diye Enkidu'yu yaratır.

Boğa: Bolluk ve güçlülük simgesi. Hayvan tapımının en önemli tanrılık hayvanlarından biri olan boğa'ya ilkin Sümer inanaçlarında rastlamakla birlikte boğanın kutsallığı inancının hemen bütün ilkel inançlarda yer aldığı görülür. Bütün mitolojilerde boğa, dölleme ve kuvvet olarak erkek gücünü simgeler. Sümerlerde boğa, erkek insan başlı olarak tasarımlanmıştır. Boğa tapımı, bütün sami dinlerinde süregelerek Antikçağ Yunan ve Roma inançlarına kadar gelmiştir. Boğa eski Yunan'da Zeus'ün, Roma'da Jüpiter'in simgesidir.

Ea: Su-tanrı. Enki adıylada anılır. Sümer-Akad inançlarında evrenin ana öğesi su'dur. Daha açık bir deyişle Sümer evreni gök (An), toprak (Enlil)ve su (Enki) olmak üzere üçe ayırmakla beraber bunların temel ve tümünün yaratıcı öğesi olarak su'ya tapmışlardır. Bu bakımdan, Ea büyük yaratıcı tanrıdır, göğü ve toprağı o yaratnıştır, aynı zamanda tüm bilgeliktir ve bundan ötürüde büyüsel etkiler onun yardımıyla elde edilir, yaşam kaynağı olduğundan ötürü bolluğuda simgeler. Sümer tapınaklarında Ea'nın kendisi olarak bir kap içinde kutsal su bulundurulurdu, bu sudan içen hastaların iyileşeceğine ve güçsüzlerin güçleneceğine inanılırdı. Tapınak rahipleri de balık biçiminde giysiler giyerlerdi. Hıritiyanların İsa'ya tasarladıkları balık niteliğinin de kaynağı Sümerlerin bu inancı olsa gerektir. Sümer inançlarında Ea'dan önce, bir su ilkesi olan Ab-zu(ya da Ab-su) inancı alır.

Enkidu: Gılgamış'ın arkadışı. Engidu biçimindede yazılmaktadır. Kimi incelemeciler onun bir insan olmadığını, belki de bir aslan olduğunu ileri sürmektedirler.(Örneğin, Bkz. Challaye, Dinler Tarihi, İstanbul 1960, s. 116). Vücudu kıllarla kaplı, çok bilgeli bir varlıkmış. Bir başka anlatıma göre de kralı olduğu kenti kalkındırmak isteyen Gılgamış, ülkesinin bütün erkeklerini işe koşarmış. Kadınlar kocalarını, genç kızlar nişanlılarını göremez olmuşlar. Bu yüzden kralı, tanrı Aruru'ya şikayet etmişler. Kadınları haklı bulan tanrı da krala bir arkadaş yaratarak onu başka serüvenlere yöneltmek istemiş ve tanrı Anum'a benzeyen toprak vücutlu, çok iri ve vahşi Enkidu'yu yaratmış. Bu yaratık Gılgamış'ın yaşamında büyük çapta etken olanlardan biridir ve sonunda da onun uğrunda ölür. Öyküye göre tanrıça İştar, krala aşık olmuş. Ama onun bütün sevgililerini öldürdüğünü bilen Gılgamış, tanrıçaya yüz vermemiş. İştar da ondan öç almak için üstüne azgın bir boğayı saldırtmış. Gılgamış ancak Enkidu'nun yardımıyla boğayı altedebilmiş. Buna çok kızan İştar da Enkidu'nun canını almış. Enkidu'nun ölümü, Gılgamış'ın ölümden korkup ölümsüzlüğü aramasının nedenidir. Bir başka anlatıma göre de Gılgamış, ölüler ükesinde arkadaşıyla görüşür. Enkidu'nun ona ölümün ne denli kötü olduğunu anlatması, Gılgamış destanı'nın en şiirli bölümüdür.

Enlil: Yeryüzü-tanrı. Bel ya da Belum adıyla da anılır. Baal'le birlikte bütün bu adlar, Mezapotamya'nın en büyük tanrısını dile getiren tanrı anlamındadır. Enlil, tanrı Anum'un oğluydu, zamanla babasının yerine geçerek baştanrı yerine yükseldi. Yeryüzüne hakim olan, onu yöneten odur. Sümer inançlarında bir tufan meydana getirerek insanları cezalandıran da odur. Atmosfer güçlerini de o yönetir; şimşekler fırtınalar, onun buyruğundadır. Karısı Ninlil ya da Belit'le birlikte Elam dağlarında oturur. Nippur sunağı ona adanmıştır. Özellikle sümerler en çok onu saymışlar ve en çok ondan korkmuşlar. Ne var ki Mezapotamya'nın çok uzun tarihinde tanrılar zamanla yer değiştirmekte, oğullar babalarının yerini almaktadır. Belli bir zamanda hangi tanrı sayılıyorsa, bütün tanrıların onun tarafından yaratıldığına inanılmaktadır.

Ereşkigal: Yeraltı ülkesi tanrıçası. Yeraltı ülkesi tanrısı Nergal'in karısıdır. Sümer inançlarına göre, ilkin cehennemi (Arallu) tek başına Ereşkigal yönetirmiş, tanrıların bir şölenine çağrılınca cehennemden ayrılmadığı için kendi yerine bir temsilci göndermiş, bütün tanrılar bu temsilciyi ayağa kalkıp selamlamışlar, sadece tanrı Nergal yerinden kıpırdamamış, bunu duyan ve çok kızan Ereşkigal, tanrı Nergal'i yakalatıp cehenneme getirmiş, ama Nergal, cehennemin için altüst ederek Ereşkigal'i tahtından indirmiş, cehennemin kralı olmuş ve Ereşkigal'le evlenmiş.

Kingu: Devler ve canavarlar ordusunun komutanı. Torunlarına kızan Tiamat, devlerden ve canavarlardan bir ordu kurarak tanrılara saldırır, bu ordunun başına getirdiği korkunç dev Kingu'ya kaderin iplerini verir. Tanrılarda kendilerini savunmak için tanrı Marduk'u başkomutan yaparlar. Marduk devleri yakalayıp cehenneme gönderir, kaderin iplerini de Kingu'dan alarak kendi boynuna takar. Marduk'un büyük ve evrensel eğemenliği böylece başlar.

Kişar: Yeryüzü tanrı. Ünlü Sümer tanrıları Anum, Enlil ve Ea, onun gökyüzü-tanrı Anşar'la birleşmesinden doğmuş ya da oluşmuştur. Kişar dişi, Anşar erkektir.

Lakmu: Erkek-yılan. Dişi-yılan Lakamu'yle birlikte dünyaya gelmiş. Sümerlerin yaratılış tasarımlarını anlatan Enuma Eliş (Gökyüzünde) adlı yapıta göre (bu yapıtın İ.Ö. VII. yüzyılda yazıldığı sanılıyor) bu iki yılan Apsu'yla Tiamat'ın birleşmesinden olmuşlar. Bu iki yılanın birleşmesinden de Aşar ile Kişar dünyaya gelmiş. Yeryüzüyle gökyüzü böylece oluşmuş.

Lilitu: Dişi gece demonu. Rüzgarla gelen felaketler, hastalıklar, veba ve ölümden sorumlu görülmekle birlikte, belkide daha fazla insanların cinsel yaşamlarına müdahalede uzmanlaştıklarına inanılır.

Moummou: Sonsuzuk-tanrı. Kimi metinlerde Apsu'yla Tiamat'ın oğlu, kimi metinlerde de Apsu'nun veziri olarak gösterilmektedir. Mummu biçiminde de yazılıyor.

Nana: Ana-tanrıça Kybele'nin adlarından biri. Nina ve İnnina da denir. Akad'lar kendi dillerinde onu aynı anlamda İştar sözcüğüyle çevirmişlerdir. Ana ve Anna sözcükleri de bu kökten türemedir. Mezapotamya mitolojisinde Nane adıyla tanrı Enzu'nun ve kimi yerde de tanrı An'ın kızı olarak gösterilir, aşk ve savaş tanrıçası sayılır. İ.Ö. V.I. yüzyılda Babil'de Annumitu adıyla anılmıştır.

Ningirsu: Savaş-tanrı. Urningirsu da denir. Tanrı Enlil'in oğludur. Anu'nun kızı olan tanrıça Bo'yla evlidir. Tanrıça Bo, tanrıça İştar'dan önce Lagaş bölgesinin toprak-ana'sıydı. Savaş tanrının yirmi dört çeşit silahı varmış ki bunlardan herbiri bir devi simgelermiş. Ningirsu'nun annesi de Ninlil adını taşır ki Enlil'in karısıdır.

Ninhur Sag: Kış bölgesi tanrıçası. İ.Ö.III. b.nyılda tapılmıştır. Ninlil ile kardeş çocuklarıdır.

Ninlil: Tanrı Enlil'in karısı. Nirginsu'nunda annesidir.

Pazuzu: Ateş-peri. Kuş ayaklı, kanatlı ve insan ellidir. Hastalıkları iyi ettiğine inanılır. Hastaların boynuna onun resmini taşıyan muskalar asılırmış. İkircikli özelliği olarak güneydoğudan estirdiği rüzgarlarla vebayıda beraberinde getirdiğine inanılan demon.

Sin: Ay-tanrı. Sümerlilerin en büyük kozmik tanrısıdır. Güneş-tanrı Şamaş'la yıldız-tanrı İştarın babasıdır. Evren-tanrı Enlil'le evren-tanrıça Ninhil'in oğludur. Akad'lar, eski Araplar ve Hitit'lerce tapılmıştır. Tevrat'ta da onun sözü edilir ve peygamber İbrahim'in çıktığı kent olan Ur'da onun egemen olduğu anlatılır. Sin, Sümer inançlarında birinci büyük tanrı üçlüsündendir. Kimi incelemeceiler bunu Mezapotamya'ya göçeden Sami ulusların etkisiyle bağlarlar.

Şullat: Fırtına ve kötü hava habercisi tanrıça.

Tiamat: Tuzlu su-tanrıçası. Tatlı su-tanrı Apsu (ya da Ab-zu)'yla birlikte evrenin ilk varlıklarıdır. Sümer'lerin Enuma Eniş (Gökyüzünde) adlı yaratılış efsanelerinde evrenin bomboş olduğu bir ön zamanda bu iki varlığın bulunduğu belirtir. Evren, bütün tanrılar ve insanlar bu iki varlıktan, eşdeyişle su'dan meydana gelmiştir. Tatlı ve tuzlu suların birleşmesinden ilkin erkek yılan Lakmu (Lagma biçiminde de yazılıyor)'yla dişi yılan Lakamu (Lagama biçimindede yazılıyor) doğuyor.Bunların birleşmesinden de Anşar (Gök. An-sar biçiminde de yazılıyor) ve Kişar (Toprak. Ki-sar biçiminde de yazılıyor) meydana geliyor. Tanrılar ve insanlar işte bu gökle yerin birleşmesinden doğuyorlar.

UR ZİGURATI : Yeni Sümer uygarlığı döneminden kalmıştır. İ.Ö 2150 -1950 tarihleri arasındaki bir dönemde Sümer ülkesi yeniden canlandırılmış, büyük boyutlu ziguratlar yapılmıştır. Ur ziguratı 3 katlıdır, katlar birbirine rampalarla bağlanmıştır. Diğer adı NANNA’dır.

Temmuz: Sümer'lerin Dumuzi'sinin Sami'lerdeki adı. Tamuz ve Tammuz biçimlerindede yazılır ve söylenir. Kaynağı Sümer tanrısı Dummuzi olan Temmuz giderek Anadolu'da Attis ve Adonis'e dönüşmüştür. Bütün bunlar bitkilerin ölen ve yeniden dirilen tanrısı'dırlar. Bu tasarım, doğanın sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden canlanışını simgeler. Bu tanrılarda doğa gibi, sonbaharda ölüp ilkbaharda yeniden dirilerek aşk ve bereket getirirler. Sonbaharda ölümleri aşk yüzündendir, kışı yeraltı ölüler ülkesinde geçirişleri aşk yüzündendir, ikbaharda yeryüzüne dönüşleri aşk yüzündendir. Sümerlerden Yunanlılara kadar çeşitli bölgelere ad değiştirerek süregelen bu temel efsanede aşk ve şehvet doğurganlığın, bereketin, bolluğun simgesi sayılmıştır. Doğal yılın en verimli ayı sayılan Temmuz ayı da adını burdan alır. Bu tanrının sevgili ya da karısı da Sümerlerde İanna ya da İnanas, Samilerde İştar ya da Aştart ya da Aştoret'tir. Kimi anlatımlarda yeraltı ülkesine giden Temmuz değil, Aştart'dır. Orada tutuklanmış, bu yüzdende yeryüzünde aşk ve bereket kalmamıştır. İnsanların ve hayvanların üremesi durmuş, bitkiler açmaz ve tohum vermez olmuştur. Tanrılar bunu önlemek için kadınsı bir erkeği yeraltına göndererek Aştar'ın yeniden yeryüzüne dönmesini sağlamıştır. Akad anlatımlarındaysa İştar, genç kocası Temmuz'u aramak için yeraltı evrenine iner. Sümer anlatımlarında İnanna, yeraltı evlerinden çıkabilmek için, kocası Dumuzi'yi rehin bırakır. Ama bütün bu anlatımlarda tanrı ve tanrıçalar kış aylarını yeraltında, yaz aylarını yeryüzünde geçirirler; ölür ve yine dirilirler, ölmekle doğadaki canlılığa son verir ve dirilmekle doğayı canlandırırlar.

Utu: Güneş-tanrı. Ud ya da Ut da denir. Mezapotamya metinlerde Babbar, Asur ve Hitit metinlerinde Şamaş adıyla anılır. Adalet-tanrı Kittu ve hak-tanrı Meşarru onun çocuklarıdır. Sümer zincirinde ilkin var bulunan su'dan An(Gök) doğuyor, sonra Ki(Toprak) ve bunalrın birleşmesinden Enlil(Hava) doğuyor, işte Nana(Ay)-Utu, (Güneş)-İnanna (Aşk ve savaş) onun çocuklarıdır.

Utnapiştim: Sümer'lerin Nuh'u. Babil diliyle yazılan tabletlerde bu adla anılan tufan kahramanına Sümer'lerin Ziusudra dedikleri sonradan anlaşılmıştır. Utnapiştim'e Sümer'lerin Nuh'u demekten daha iyisi Nuh'a Yahudilerin Ziusudra'sı demektir, çünkü bu öbüründen onbeş yüzyıl öncedir. Şurrupak kentinde kralmış, bilgeymiş ve rahipmiş. Adının sözcük anlamı "hayatı gören"dir. Ubara-Tutu'nun oğluymuş. Tufan'ı atlattıktan sonra ölümsüzlüğe kavuşan ve tanrılarca Dilmun(Cennet)'da yaşamasına izin verilen Utnapiştim aynı zamanda atası bulunduğu Gılgamış'a ünlü su baskınını şöle anlatır: İnsanlar çoğalıp gürültü yapmaya başlamışlar. Tanrıların gözüne uyku girmez olmuş. Bunun üzerine insanları yok etmeyi planlamışlar. Tanrı Ea "önceden verdiği sözü tutarak" bu karardan Utnapiştim'i haberdar etmiş ve bir gemi yapmasını sağlamış. Geminin yapımı bitince tufan patlamış. Öğlesine korkunç bir kasırga başlamışki "tanrılar bile korkularından göğün en yüksek katına kaçmışlar, orada sokak köpekleri gibi titreyerek duvar dibine sinmişler". Altı gün ve altı gün gece boyunca gök ve yer birbirine karışmış. Öyle ki " cennetin ve cehennemin tanrıları ağlayışıp durmuşlar". Yedinci gün başladığında tufan yatışmış, Utnapiştim'in gemisi de Nisir dağının tepesine oturmuş. Orada gemiden inip adak kurbanını kesmişler. "Tanrılar tatlı kokuyu alınca dağın başına sinekler gibi üşüşmüşler". Tufan'ın düzenleyen tanrı Enlil çok kızmış, tanrı Ea'ysa kendisinin haber veridiği yadsımış ve "bilge kral Utnapiştim olacakları düşünde görmüş" deyip işin içinden sıyrılmış. Çaresiz kalan tanrılar toplanmışlar ve Utnapiştim'le karısına ölümsüzlük bağışlayıp "çok uzakta" yaşaması için Dilmun'a yerleştirmişler. Bu yüzden Sümer'ler ona Uzaktaki de derler.

SİZDEN GELENLER | Derleyen: S.Ayabakan

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.

* Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
* Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
* Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)
NOT: Ayrıca sitemizde yazar olmak için de bize mail atabilirsiniz. Sitemizde yazarlara özel kategoriler açılacaktır.