HABERLER
Dini Haber
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarih etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

TRUVA SAVAŞI VE ODİSSEAS (ODYSSEUS)

Yazan: Thesemyaza
THE, yunan mitolojisi, Truva savaşı, Odisseas, Odysseus, İlyada, Truva savaşı ve Odisseas, mitoloji, Epeius, Tenedos, Atina, Rahip Laocoon, Tahta at, TRUVA SAVAŞI VE KURNAZ TANRISAL KOMUTAN ODİSSEAS (ODYSSEUS)

Yunanlılar Truva savaşının onuncu yılında, şehri ele geçirememe konusundaki umutsuzlukları en yüksek seviyede ve vatanlarına duydukları hasretle karamsar bekleyişlerini sürdürüyorlardı… Ordunun onca yıldır direnen ülkenin düşeceğine olan inancı azalmış tükenmişti.

Tam böyle bir ortamda ümitsiz askerlerin volta attığı Truva kumsallarına kamp kurmuş İthaka kralı Tanrısal odysseus’un aklına bir plan geldi. Yunanlılar kurnaz küçük bir plana başvuracaklardı. Doğrusunu söylemek gerekirse, “küçük” kelimesi bunun için uygun bir kelime olmayabilir, çünkü plan kurnaz Odysseus tarafından tasarlanmıştı…

Plan muazzam bir tahta atın inşasını içeriyordu. Neredeyse herkes neden inşa edildiğini ve kimin Yapı’nın içi boş kısmına gizlendiğini bilir. Ancak, tüm hikâye bundan biraz daha karmaşıktır.

Aşağıda daha fazla bilgi edinebileceğiniz birçok unutulmaz bölüm var.

Epeius ve Atın İnşası
Şimdi, Odysseus'un çalışma planında Yunanlıların bir usta mühendise ihtiyacı vardı; neyse ki, saflarında bir tane vardı: Epeius. Doğru, korkak olma gibi bir üne sahipti, ancak mimarlığın düşünüldüğü kadarıyla, gezegende hem bilgi hem de görme konusunda ona rakip olabilecek çok az insan vardı. İda Dağı'na düşen, içi boş bir köknar ağacına, atı inşa etmek için üç günden fazla bir süreye ve birkaç yardımcıya ihtiyacı vardı. Odysseus'un tavsiyesinin ardından Epeius, tahta atın bir tarafına bir tuzak kapısı yerleştirdi ve diğer tarafına büyük harfler kazıdı: “Eve döndükleri için Yunanlılar bu teşekkürü Athena'ya adadı.”

Attaki Kahramanlar
Tahta at inşa edildikten sonra Odysseus Truva'daki mevcut Yunan savaşçılarının en cesurlarını ve en yetenekli olanlarını tahta at’ın içi boş kısmına  tamamen silahlı olarak tırmanmaya ikna etmeye devam etti . Bazı kaynaklar 23 kişi olduklarını söylerken, bazı kaynaklar ise sayılarının 30 ila 50 arasında değiştiğini aktarır. Her iki durumda da, Odysseus , Menelaus , Diomedes, Neoptolemus , Acamas, Sthenelus ve Thoas'ın da orada bulunduğundan eminiz. Tereddütlü ve korkmuş olmasına rağmen dahi mimar, Epeius’da partiye katılır. Sonuçta tuzak kapısını nasıl çalıştıracağını bilen tek kişiydi…

Planın Geri Kalanı
Karanlık çöktüğünde, kalan Yunanlılar çadırlarını yaktılar ve Agamemnon liderliğindeki yakındaki Tenedos adasına doğru yola çıktılar. Plan orada bir gece kalmak ve sonra Truva'ya geri dönmekti. Odysseus’un kuzeni Sinon , geride kalan tek kişiydi. Ve bir nedenden dolayı onlara geri dönüşleri için uygun zamanı işaret etmesi gerekiyordu.

Truva Atı'nın Keşfi  Priam, Thymoetes ve Capys
Günün sonunda, Truva izcileri, neşenin ötesinde bir manzara ile karşılandı
Yunanlılar kampından geriye yeller esiyordu. Bir zamanlar asker kaynayan kamp bomboştu. Priam ve oğulları derhal bu mucizeye kendi gözleriyle şahit oldular ve elbette orada bulabilecekleri tek şey Atina'ya adanmış dev bir tahta attı. Thymoetes, atı Truva'ya götürüp Atina'nın kalesine çıkarmaları gerektiğini önermeden önce bir süre merak ettiler . Ancak Capys'in başka fikirleri de vardı. “Bu sahte ve çürük Yunan armağanını denize fırlatmalı, ya da altında gür bir ateş yakmalı ya da sahte armağanın altını delici mızraklarla delmeliyiz!

Athene , Yunanlıları çok uzun süredir tercih etmişti ...  Priam Thymoetes'in önerisinden yanaydı at bir tanrıçaya adanmıştı,Tanıça’ya saygısızlık yapılmamalıydı. Truva kralı için bu iyi bir fikir olarak görülmediydi.


Laocoon'un Uyarısı
Tam o anda, kaleden aşağı inip büyük bir kalabalık tarafından takip edilen Truvalı rahip Laocoon uzaktan bağırmaya başladı “Ey mutsuz adamlar! Bu nasıl bir çılgınlık? düşmanımızın kaçtığını kim düşünüyor? Sizce Yunanistan'ın armağanları suçluluktan mahrum olabilir mi? Ulysses'i tanımıyor muydunuz? ... Bunların hepsi bir tuzak. Bu ata güvenmeyin! Yunanlılardan korkuyorum, hediyeler ile geldiklerinde bile.” Bunu söyleyerek at yönünde bir mızrak atıyordu. Çok sayıda Truvalı bu korkunç eylemi izledi: “Yakın!” “Delin!” “Duvarların üzerinden fırlatın!”

Sinon Herşeyi Açıklıyor
Bu tartışma, birkaç Truva askerinin zincirlemesiyle getirilen Sinon'un gelmesiyle kesintiye uğradı. Şimdi, Odysseus'un olayın bu kısmı için de planlı olup olmadığını veya sadece şans eseri olup olmadığını söylemek zor ama bana sorarsanız Odysseus’un planında buda vardı neticede tahta bir atın içine plansız girip kendinizi düşmanınızın önüne atmazsınız. Askerler tarafından getirilen Sinon olan biteni anlatmaya başladı tabi kendisine söylenenleri anlatıyordu. Sinon Truva kralı Priam’a doğrudan konuşuyordu Aşil’in (Akhilleus) ölümünden sonra yorgun olduklarını ve dayanacak güçlerinin olmadığı için Yunanların burayı terk ettiklerini söylüyordu. Yaptıkları yağma ve verdikleri zarar için ise Tanrıça’ya bu adağı bırakmışlardı. Bazı kaynaklar ise rahip Calchas rüzgarları rahatlatmanın tek yolunun insan fedakarlığı olduğunu söyler günah keçisi olarak ise parmağıyla sinon’u işaret eder. Ancak, tören gerçekleşmeden önce elverişli rüzgarlar meydana gelir ve Sinon’un kargaşada kaçmasını sağlar.

Sinon'un Tahta Atı Açıklaması
“Size inandığımızı söyleyelim Sinon ,” diye cevaplar Priam . “Ama atın nesi var?”

“Ah, bu! Bu sadece bir teskin edici hediyedir Athene yıllar sonra Yunanlılara yardımı durdurdu, bu yüzden bunu affedilmek ve Tanrıçanın gazabından korunmak için yaptılar.’’

Priam bu cevap üzerine ‘’Bu kadar devasa bir heykele  ne gerek vardı peki” diye sorar

Ama Sinon ’unda iyi bir cevabı vardır.

“Şehre götürememeniz için bu kadar devasa yapıldı . Rahip Calchasbu at heykelinin çok kutsal olduğunu onu yakmanın yahut ona zarar vermenin beraberinde çok büyük bir lanet getireceğini söyledi ve onu şehrine alabilenin tüm Asya’nın hükümdarı olacağını her fethi yapabileceğini söyledi. Büyük yapılmasının sebebi budur yüce Kral.. ‘’

Laocoon'un Ölümü
“Yalan , yalan tüm söyledikleri yalan’’ diye bağırır Laocoon .

“Söylediği her kelime Odysseus tarafından icat edilmiş gibi geliyor ! Ona inanmayın, Priam ! ‘’

Lakin Sinon açıkça gerçeği söylemişti ve Laocoon hediye At hakkında yalan söyleyip At’a mızrak attığı ve krala güvenmeyerek kralın imajını bozduğu için cezalandırıldı.

Kanlı Kutlama
Helen ve Deiphobus
Çok büyük çaba ve uğraşın sonunda hediye atı kapılarda geçirmeyi başardılar. Ve bu zaferden sonra çok sevinen halk çılgınca oynamaya başladı. Festivaller sırasında Helen ve Priam’ın oğlu Deiphobos ahşap heykele gizlice girdiler. Deiphobus etrafı şaşkınlıkla gözlemlerken ve tahtalarını okşarken Helen , Yunan kahramanlarının eşlerini seslendirerek isimlerini söyleyerek onu eğlendirdi . Helen'in de planın bir parçası olup olmadığı bilinmemektedir ve bu, aşırı güvenmenin bir hile ya da neşe dolu olup olanlara sevinmesindendi, fakat memnuniyetsizlik öfke yüzünden, birçok Yunan attan atlamak istedi. Bu noktada özellikle Menelaus Diomedes çok zorluk çıkartır.

Yanlarında bulunan Odysseus hepsine engel olur, bundan sonra sabırsızca planının son halini alması için en uygun anı beklemeye koyulur.

Saldırı
Gece yarısında, dolunay yükselmeden hemen önce , Sinon , Truva Kapıları'ndan geçip bir işaret yakar. Bu işaret krallar kralı Agamemnon ‘un Achaean filosuyla kıyıya geri dönmesini beklediği sinyaldir . Bir saat kadar sonra, gecenin ölü sessizliğinde Odysseus kılıcını kaldırır ve Epeius’a tuzak kapısının kilidini açmasını emreder. Attan ilk atlayan Echion çok istekli ve umursamaz olduğu için düşer ve boynunu kırar gerisi Epeius ‘un halat merdivenini kullanır. Çok geçmeden , Agamemnon ‘un ordusu açık kapılardan saldırır.

O saatten sonra artık tanrılar bile Truva'yı kurtaramazdı….

Bu hikâyenin daha uzun kısmını Homeros’un İlyada destanında bulabilirsiniz.

Kaynaklar: Homeros-İlyada

AKADLI SARGON

Hazırlayan: A.Kara
A, tarih, Sargon, Akadlı Sargon, Sarru-kinnu, Büyük Sargon, Antik tarih, Akadlar, Ebla kasabası, Sargon tabletleri, Agade, Babil, Mezopotamya, Eski hükümdarlar, Kral Sargon,

SARGON; BİLİNMEZLİKTEN ÇIKAN BÜYÜK LİDER
Gerçek adı Sarru-kinnu, 'gerçek kral' anlamına gelse de tahta yükselirken Sargon adını aldı. Bunu neden yaptığı bilinmiyor fakat bazı araştırmacılar bunun tam olarak bir tercih olmadığını İncil'e ait bir çeviri olduğunu söylüyor.

Bu isim araştırmacılara Büyük Sargon'un bir kendi dilini konuşan bir Sami olduğu fikrini verdi. Asıl sorun Sargon adının orjjinal Sargon'a uygulanan gerçek tarihsel kayıtların uygulandığı tarihte sıkça kullanılmasıydı.

NEHİRDE YÜZERKEN BULUNUŞ
Efsaneye göre bir bahçıvan Sargon'u küçük bir sepet içinde nehirde yüzen bulmuş. Bu efsane İncil'deki Musa'nın hikâyesini yansıtır ve bazı bilginlere İncilli yazarların Sargon’un doğumunu kopyalanıp Musa’ya daha insani ve mütevazi bir başlangıç verdiğini iddia etmelerini sağlamıştır.

Sargon’un ailesi hakkında çok az şey bilinmektedir. Annesinin Fırat'ın ortasındaki bilinmeyen bir kasabada rahibe olduğu düşünülüyor. Babası tam olarak bilinmiyor. Akrabalarının kim oldukları net olmasada Sargon, Kiş'in hakimi olarak yükseldi ve bu durum onu bir orduya liderlik etmeye kadar götürdü.

Sargon, adını Büyük Sargon olarak belirleyerek güçlü imparatorluğunu büyütmeye, fethetmeye ve geliştirmeye devam etti.

SARGON DÖNEMİNE DAİR TABLET VE TARİHİ KAYITLAR
Sargon hakkında bilgi bulmak oldukça zor. Aynı adı kullanan ve peşinden gelen birçok erkek var. Ancak Akad metinlerinin çoğunluğu Asur ve Babil metinlerinden gelmesine rağmen kraliyet yazıtları ona (Asıl Sargon'a) işaret etmektedir.

Ancak bunlar Sargon'a atıfta bulunan yazıtların bulunduğu tek yer değildi. Ebla kasabası gün ışığına çıkarıldığında önemi tam olarak anlaşılmadı. Ancak İtalyan arkeologlar biraz daha derine inmeye karar verdiler ve sonunda Ebla'nın altındaki çok eski bir şehre ulaştılar.

Bu eski kentin kalıntılarında Sargon dönemine ait 42 tablet bulundu. Kısa bir süre sonra 15.000 adet daha bulundu ve bu sayede farklı ülkelerle Sargon arasındaki iş ilişkilerini ve ticareti ayrıntılandırdılar. Bununla birlikte bu belgeler net olarak onun hükmetme tarihini belirlemez ve yaşamını çevreleyen olaylara tam açıklık getirmez.

Bu tabletler Sargon'un halkına dayattığı yasaları da açıkladı. Eğer bir erkek evlenmemiş, bakire bir kadınla cinsel ilişkide bulunursa para cezasına çarptırılıyordu ve kadının tecavüze uğrayıp uğramadığını anlamak için duruşmalar yapılıyordu. Ek olarak zamanın dini uygulamalarını gösteren dini tabletler de bulunmuştur.

İMPARATORLUĞUNU GENİŞLETİŞİ
Sargon askeri ve kişisel dehasını büyük bir imparatorluğunu büyütmek için kullanabildi. Sümer'i fethettikten sonra gözünü Suriye'ye, Elamitlerin Susa'sına, Güney Anadolu ve İran'ın batısına dikti.

Sargon için böylesine geniş bir imparatorluğun kontrolünü elinde tutmak zor değildi. İnsanların dini ve siyasi yollarla kontrol edilmesini sağlamak, tutsak şehirleri ve bölgeleri denetlemek için güvenilen adamlarını kullandı ve dini-politik işler için kızına yetki verdi.

Hiçbir imparatorun diğer ulusları yönetmesi kolay olmamıştır. Ulus halkı dış yönetimden hoşnutsuz kalmanın bir yolunu buluyor ve buna son vermek için yollar arıyorlardı. 56 yıl hüküm sürdükten sonra bile Sargon hâlâ isyancılara ve başka muhalefetlere sahipti.

Sargon'un, II.Sargon adında bir toruna sahip olduğu gerçeği, imparatorun ölümünden sonraki uzun süren saltanatlık döneminde yetenekli bir yönetim olduğunu gösteriyor. Onun etkisi de ölümünden sonra uzun yıllar sürdü.

SARGON'UN BÜYÜK MİRASI
Sargon büyük bir lider olmasına rağmen imparatorluğu çok uzun ömürlü olmadı. Güzel bir başkent inşa etti ve Agade adını verdi. Maalesef Guti dağı, Sargon’un başkentinin üzerine çökerek onu tahrip etti.

Ancak başkenti Sargon’un mirasının tek parçası değildi. Arkasında adı verilen iki Asur kralı vardı. Sargon ayrıca imparatorluğunu yönetmeye yardımcı olan yasa ve dini kuralları da geride bıraktı. Sonunda Agade kentinin adı 2000'lerde Mezopotamya tarihinin merkez noktası haline gelen Babil'e dönüştü.

Büyük Sargon karanlıktan çıktıktan sonra büyük bir lider haline geldi. Akkaran halkının mutlak liderliğini edinerek, aile ya da yaşamdaki statü eksikliğinden alıkonulmasına izin vermedi.

Bu muhtemelen başkalarına iktidardaki yükselişi ve genel başarıları incelediğinde “Büyük” unvanının verilmesinin sebeplerinden biriydi. Sargon, engellerin hedeflerine engel olmasına izin vermedi.

Sargon, Üma Lugalzagesi tarafından yürütülen genişleme çabalarına karşı direniş gösterdi. Genişlemeye kim başlamış olursa olsun bitiren Sargon'du. Onun etkisi Büyük İskender de dahil olmak üzere gelecekteki askeri liderlerin yön bulmasına yardımcı oldu.

MUĞLA'DA 2.300 YILLIK ANTİK TABLET BULUNDU

Derleyen & Çeviren: A.Kara
A, Arkeoloji, Antik tarih, tarih, Muğla'da tablet bulundu, Arkeoloji Türkiye, Arkeolojik keşif, Türkiye'de taş tablet bulundu MUĞLA'DA ANTİK ÇAĞA DAİR ÖNEMLİ BİR BELGE NİTELİĞİNDEKİ TABLET BULUNDU

Muğla ilindeki bir okulun bahçe duvarı içerisinde antik Yunan alfabesine sahip 2.300 yıllık bir tablet şans eseri keşfedildi.

Duvardan güvenli bir şekilde çıkarılan tabletin 3. yüzyıldan kalma olduğu ortaya çıktı. Arkeologlar bu tabletin başlangıçta bir heykele bağlı olduğuna inanıyorlar ve tabletin bir kısmının kırıldığını ve okunamadığını belirttiler.

Şimdilik eser hakkında çok fazla şey bilinmemekle birlikte, antik çağlarda tarihi öneme sahip olan bir bölgede bulundu.

Anadolu'da eski zamanlarda, güneydeki Menderes ve Dalaman (İndus) nehirleri arasındaki bölgeye Karya denirdi. Sakinleri Karyalılar ve Leleglerdi. Homer tarafından yazılan "İlyada" da Karyalılar, Truvalılar ile işbirliği içinde ortak seferlerle ülkelerini Rumlara karşı savunan, Anadolu’nun yerlileri olarak tanımlanırlar.

Antik bir Karya kenti olan Muğla'nın, bölgedeki Antik Yunan sömürgecileri tarafından yerleşilene kadar Mısırlılar, Asurlar ve İskitlilerden oluşan topluluklar tarafından baskınlara maruz kaldığı bilinmektedir.


Yunanlılar bu kıyılarda uzun süre yaşadılar ve Knidos (Datça Yarımadası'nın sonunda), Bodrum (Halikarnassos) gibi önde gelen şehirlerin yanı sıra Bodrum yarımadasının sahili boyunca ve iç kesimlerinde Fethiye'nin Telmessos, Xanthos, Patara ve Tlos kentlerini de kapsayan şehirler kurdular.

Sonunda sahil Büyük İskender'i yenen Persler tarafından fethedildi ve Karia'nın satraplığına son verdi(Satraplık: Bir satrapın yönetimi altındaki bölge).

Daha sonra il, Ege Adaları, Girit ve Venedik ve Mısır'a kadar ticaret yaparak önemli bir deniz gücü haline geldi. Menteşe döneminde Türk yerleşim yeri genellikle Kütahya-Tavas ekseni boyunca yer alan göçlerle gerçekleşmiştir.

Muğla 1390'da Osmanlı İmparatorluğu tarafından ele geçirilmişti ancak sadece on iki yıl sonra, Tamerlane ve güçleri Ankara Savaşı’nda Osmanlı'yı yendi ve diğer Anadolu beylikleri için yaptığı gibi, bölgenin kontrolünü eski yöneticileri olan Menteşe Bey’lere geri verdi. Muğla 1451'de Sultan II. Mehmed tarafından tekrar Osmanlı kontrolü altına alındı. Osmanlı döneminde bölgedeki en önemli olaylardan biri Marmaris'ten başlatılan Rodos'a karşı Kanuni Sultan Süleyman tarafından başlatılan seferlerdi.

Özalp, "Tabletin, şehre hizmet eden birini onurlandırmak için yazılmış olması ve kişiye teşekkür etmek için bir heykelin yanına yerleştirilmiş olması mümkün olabilir" dedi ve tabletin kesin tarihinin müze uzmanları tarafından yapılacak analizlerle belirlenebileceğini söyledi.

BABİL KRALI HAMMURABİ

Yazan: A.Kara
A, Antik tarih, tarih, Hammurabi, Hammurabi kanunları, Hammurabi yasaları, Kral Hammurabi, İbrahimi dinler ve Hammurabi yasaları, Mezopotamya kralı, Babil kralı,

BABİL'İN BÜYÜK KRALI HAMMURABİ VE KURALLARI

Eski dünyanın en büyük kişilikleri arasında şüphesiz ki Hammurabi de vardır. Babil'in yöneticisi olarak askeri başarılarından gurur duyulan Hammurabi "tanrıların hizmetçisi", "halkının babası" ve "barış getiren çoban" olarak hatırlanmak istiyordu. (Çoban kelimesine dikkat, bildiğiniz gibi İncil'de İsa'nın da çoban sıfatı ile anlatıldığı görülür)

M.Ö. 1792-1750 yılları arasında hüküm süren ve Babil'in Birinci Amorite Hanedanlığı'nın altıncı kralı olan Hammurabi, babası Sin-Muballit'ten tahtı devraldı ve tüm eski Mezopotamya'yı fethetmek için krallığını genişletti.

43 yıl süren yönetimi sırasında ilk olarak Mezopotamya'yı birleştirdi ve sayısız savaşlar kazanarak Babil krallığının sınırlarını önemli ölçüde genişletti.

MÖ 1787'de güçlü Uruk ve İsin'i fethetti; Asıl amacı Dicle ve Fırat suları üzerinde kontrol sahibi olmaktı, ancak kolay değildi.

Bölgesel genişleme politikasının ardından Hammurabi komşu ülkeleri Asur, Elam ve Mari'lerle savaşmak zorunda kaldı. Sonunda, birçok savaştan sonra onların da yöneticilerini yendi ve topraklarını aldı. Babil Krallığı hem muazzam hem de güçlü olmuştu. Babil artık dünyanın en güçlü şehriydi.

Hammurabi hakkında bildiğimiz bir çok şey yazarının kendisinin olduğunu ilan ettiği ve kendini kralların bile favori kralı olarak nitelendirdiği yazılarından geliyor. Hammurabi uzun saltanatı boyunca ülkesinin ekonomik gelişimini üstlendi; sulama kanalı sistemlerini, tarımdaki ilerlemeleri, vergi tahsilatını ve birçok tapınağın yapımını bizzat kendisi denetleyerek yeniden düzenledi ve iyileştirdi. Bununla birlikte adı çoğunlukla “Hammurabi Kuralları” ile ilişkilendirilir.

Yasaların ilki ve en uzun olanları bir zamanlar Babil hayatını yöneten cezalar, şahsi haklar ve usule ilişkin yasaları içeriyordu. Yasalar sekiz metre boyundaki (2,4 metre) siyah dikilitaş üzerine kazınmış, dayanıklı olduğu ancak oyması zor olduğu bilinen dört tonluk bir diyorit (bir kaya türü) levhadan oyulmuştur ve aşağıdakilere benzer konuları kapsamıştır:

İFTİRA
Ör. Kanun # 127: "Eğer biri bir tanrının kız kardeşini (yani bir kadını) veya bir kimsenin karısını parmakla işaret ederse" (işaret etmekten kasıt suçlamak, iddiada bulunmak) ve iddiasını ispat edemezse bu adam hakimlerden önce alınmalı ve alnı işaretlenmeli (derisi  veya belki de saçı kesilerek).

TİCARET
Ör. Kanun # 265: "Sığır veya koyunların emanet edildiği bir çoban dolandırıcılık yapmaktan suçlu bulunursa ve hayvanlardan sağladığı kaynakların doğal artışları konusunda yalan söyler ya da para karşılığı satarsa suçlu bulunur ve mal sahibine kaybının on katı kadar ödeme yapar.

KÖLELİK VE KÖLELERİN MÜLK OLARAK DURUMU
Ör. Kanun # 15: "Şehir mahkemelerinin dışında biri, erkek veya kadın kölesini veya serbest bırakılmış bir erkeğin erkek veya kadın kölesini alırsa ölüm cezasına çarptırılır." (Yani eskiden köle olan birinin kölesini bile elinden alırsan cezası ölüm)

İŞÇİLERİN GÖREVLERİ
Ör. Kanun # 42: "Eğer biri tarlayı işlemek için alırda onu işlemez, hasat almazsa, bu onun tarlada çalışmadığının kanıtı sayılır ve komşusunun yetiştirdiği kadar tahılı arazi sahibine teslim etmelidir."

HIRSIZLIK
Ör. Kanun # 22: "Biri hırsızlık yapıyorsa ve yakalanırsa o halde cezası ölümdür."

TİCARET
Ör. Kanun # 104: "Eğer bir satıcı bir nakliyeciye mısır, yün, yağ veya benzer malları nakletmesi için verirse, nakliyeci tutara dair bir makbuz verir ve satıcı tüccara verdiği para ve malları için bir makbuz alır."

MESULİYET
Ör. Kanun # 53: "Eğer barajını en önemli unsur olarak iyi durumda tutamayacak kadar kayıtsız biri varsa ve bu ilgisizliğini sürdürürse, o zaman baraj yıkılır ve tüm alanlar sular altında kalırsa baraj para karşılığı satılır ve para mahvolmasına neden olduğu mahsuller için ilgili kişiye ödenir"

BOŞANMA
Ör. Kanun # 142: "Bir kadın kocasıyla kavga edip şöyle söylerse: "Sen benim için uygun değilsin" bu hükmünün sebepleri ortaya konmalıdır. Eğer kadın suçsuz ise ve kendinden kaynaklanan bir problem yoksa veya adam onu ihmal ediyorsa kadın hiçbir şekilde suçlanamaz, çeyizini alır ve babasının evine döner."

Hammurabi kanunları arasında en çok bilinenlerden biri de şuydu:
96 No'lu Yasa: "Eğer bir erkek başka bir erkeğin gözüne zarar verirse o da onun gözüne zarar verir. Eğer bir erkek diğerinin kemiğini kırarsa o da onun kemiğini kırar.
Eğer biri azad edilmiş (özgür) bir kölenin gözüne zarar verir veya kemiğini kırarsa bir mina (ağırlık birimi) altın ödeyecek ve eğer biri bir başkasının kölesinin gözünü tahrip ederse veya kemiğini kırarsa bu bedelin yarısını ödeyecektir."

Hammurabi'de birçok ceza vardı.
Örneğin bir oğul babasına saldırırsa elleri kesilirdi.

ZİNA
Ör. Kanun # 129: "Eğer bir erkeğin karısı başka bir erkekle yatarsa onları birbirlerine bağlar ve suya atarlar. Eğer eşin sahibi karısını kurtarırsa o halde kral da hizmetkârını koruyabilir."

YALANCI ŞAHİTLİK
Ör. Kanun # 3: "Eğer bir adam duruşmada yalancı şahitlikte bulmuşsa veya yapmış olduğu ifadesinin gerçek olmadığı ıspatlanmışsa ve bu dava bir kazanç duruşması ise adam ölümle cezalandırılır."

SAYYİDE EL-HURRA

Yazan: A.Kara
A, tarih, Sayyida, Sayyida Al-Hurra, Korsan kadın, Fas'lı korsan kadın, Barbaros Hayrettin Paşa, İslam tarihi, Müslüman kadın korsan, Kadın savaşçılar,

FAS'IN KORKULAN VE SAYGI DUYULAN KORSAN KRALİÇESİ "SAYYİDE EL HURRA"

1492'de Katolik Hükümdarları Kastilya'dan I.Isabel ve Aragon'dan II.Ferdinand İber Yarımadası'nın kontrolüne sahip olarak Grenada'yı ele geçirmeyi başardı. Hristiyanlığa geçmeyi reddedenler bölgeyi terk etmeye zorlandılar. Grenada'dan gelen ve Fas'ta sığınma isteyen mülteciler arasında Sayyide adında küçük bir kız vardı, ailesi ve akrabaları ile birlikte bölgeye sığınmışlardı.

Sayyide yabancı bir ülkede yeni bir yuvaya sahip olduğunda sadece 2 yaşındaydı. Güçlü ve zengin bir kabile olan Banu Rashid'in bir aile üyesi olduğu için çocukluğu güvenli ve mutlu geçiyordu. Ama Sayyide Grenada'dan ayrılmaya zorlanmalarının onları küçük düşürmesini asla unutamadı ve affetmedi. Büyüdüğünde Hristiyanların çetin bir düşmanı haline gelerek İspanyollardan intikam almaya çalıştı.

SAYYİDE EL-HURRA KİMDİR?
Gerçek adı tarihte kaybolmuştur ancak günümüzde "özgür ve bağımsız soylu kadın, üstün otoriteye boyun eğmeyen asil kadın" anlamlarına gelen "Sayyide el-Hurra" ismiyle bilinir. Sayyide el-Hurra (1485 - 1561) 16 yaşında iken Endülüs'ten gelen mülteciler arasından yaşlı bir adam olan Ali Al Mandri ile evlendi. Babasının da bir arkadaşı olan kocası Fas'ın kuzeyindeki Tetuan şehrinin valisi idi. Bazı kaynaklar Sayyide'nın onun oğluyla evlendiğini de ifade ettiğini söylemek gerekir.

Hangisiyle evlendiğine bakılmaksızın akıllı bir kadın olan Sayyide'nın kocasına tavsiyelerde bulunduğu, işlerinde yardım ettiği ve politikaya karıştığı bilinmektedir.

Sayyide birçok önemli toplantıya katılmasıyla birlikte hayatının ilerleyen kısmında önemli bir rol oynayacak birçok güçlü insanla tanıştı. Bunlardan biri de 1400'ler civarında Kastilyalılar tarafından tahrip edilen Tetuan kentini yeniden inşa etmesi için ona izin veren Wattasid hanedanlığından Faslı Sultan Ebu Al-Abbas-Ahmad İbn Muhammad idi.

Sayyide el-Hurra kocası öldükten sonra Tetuan valisi olarak göreve başladı ve şehrin tek yöneticisi olduğunu ilan etti. "Endülüs-Fas Sözlü Anlatılarında Feminist Gelenekleri" kitabının yazarı Hasna Lebbady'e göre "Sayyide farklı koşullar altında yapılması gerekenleri biliyordu ve bunlar onu lider yapacak niteliklerdi."


SAYYİDE'NIN KORSANLIĞA BAŞLAMASI
Laura Sook Duncombe "Korsan Kadın" adlı kitabında şöyle diyor:
"Sayyide’nin döneminde şeriat yasası altındaki kadınlar dönemin birçok Batı hukuk sistemi altındaki kadınlardan daha fazla özgürlüğe sahipti. Örneğin şeriat hukukunun geleneksel yorumları müslüman kadınların boşanabileceğini, evlendikten sonra soyadlarını koruyabildiklerini ve kendi mali meselelerini idare edebileceğini söylüyordu."

(Hristiyan ve Yahudi topluluklarda kadının statüsünün kötü olduğunu hatta Hristiyanların cadı diye binlerce kadın ve çocuğu yakıp astığını size bir yazımda anlatmıştım. Fakat bu yine de İslamiyet kadına boşanma hakkı vermiştir demeye neden olamaz. Çünkü Kur'an hiçbir zaman kadını muhatap almamış, her zaman erkeklere seslenmiştir. Ayrıca birçok İslami kaynağa göre kadının boşanma hakkını bile kocasından alması gerekmektedir. Yani kocası ona yol vermedikçe kadın ondan ayrılamaz. Laura Sook bu açıklamayı yapmadan önce konuyu daha iyi araştırmalıydı.)

Sayyide 1541'de Faslı Wattasid hanedanlığının bir Sultanı olan Ahmed Al-Wattasi ile evlendi. Bu onun hayatında yeni bir bölümün başlangıcıydı. Rahat bir hayat yaşayabilir ve politik başarının tadını çıkartabilirdi ama o daha fazlasını istedi. Geçmişten gelen hatıralar onu rahatsız etti ve İspanyolların ailesine neler yaptığını unutamadı. Grenada'dan gönderildikleri ve gitmeye zorlandığı gerçeğini unutamadı.

Tarihçiler o zamanlar sadece küçük bir çocuk olmasına rağmen nefretinin çoğunun çocukluk döneminde yetişkinlerin konuşmalarına kulak misafiri olduğundan kaynaklandığını düşünüyor. Sürgün edilen birçok kişi İspanyollardan intikam almaktan bahsediyordu ve Sayyide'nın aklı Hristiyan istilacılarla nasıl mücadele edebileceği konusunda fikirlerle doluyordu. Hristiyan düşmanlarından intikam almak istediği için korsanlığa başladı ve Cezayir'deki ünlü Osmanlı denizcisi Barbaros Hayrettin Paşa ile temasa geçti.

Barbaros (1475 - 1536), Sayyide el Hurra ile ilk tanıştığında ona gülse de saygı duyması gereken olağanüstü bir kadın olduğunu fark ettiğinde ona karşı olan tutumu hızla değişti. Sayyide Cebelitarık'ta başarılı birkaç korsan operasyonuna liderlik etti ve bir gün Endülüs'e geri dönmeyi hayal etmeye devam etti fakat rüyası asla gerçekleşmedi.

Lebbady şöyle diyor:
"Fas’ın bir donanmaya sahip olmamasından ve ülkenin sahili savunmak için bazı korsanlara bağlı olmasından dolayı Sayyide'yi korsan olarak adlandırmanın yanlış olduğunu belirtti. Korsanların çoğu Salé ve Tetuan gibi yerlere yerleşen Endülüs'lüler idi. Sayidda'nın emri altında, Fas'ı sömüren ve zaman zaman nüfuslarının çoğunu köleleştiren agresif İberyalıları savuşturmak için ona yardım ettiler.

Bu yüzden ona korsan demezdim. Ona korsan olarak atıfta bulunmak topraklarını agresif sömürgeci güçlerden savunanlar üzerine suç atmaktır"

Ancak diğer araştırmacılar farklı görüşlere sahipler.

Fatima Mernissi'nin "İslam'ın Unutulmuş Kraliçeleri" kitabında Sayyide'nin "Batı Akdeniz'deki korsanların tartışmasız lideri" olduğunu yazdı. Akdeniz’in kontrolünü elinde bulundurduğunu anlayan Hristiyanlar tarafından ona saygı duyuldu. Ayrıca Portekiz ve İspanyol esirlerin serbest bırakılıp bırakılmama sürecini o yönetti. Komuta ettiği korsanlarla gerçekten yelken açıp açıp açmadığı belli değil ancak yağmadan elde ettiği gelirleri ile kenti Tetuan'a yatırım yapılıyordu.

Sayyide bir korsan olarak 20 yıl boyunca batı Akdeniz'i yönetti. Kariyeri ise ironik bir şekilde damadı olan Muhammed al-Hasan al-Mandri tarafından sona erdi. Sayyide 1524 Ekim'de sınır dışı edilirken malları el konuldu ve elindeki gücü alındı.

Laura Sook Duncombe:
"Sevilen bir yönetici olmasına ve çeyrek asırdan fazla bir süredir refah getirmesine rağmen, taht iddiasını korumak için başvuracak kimsesi yoktu" diyor.

Sayyide gururlu bir kadın olarak kaderini kabul etti ve Şafşavan'a giderek 14 Temmuz 1561'e kadar yaklaşık 20 yıl kadar daha yaşadı.

Her ne kadar Sayyide bu kadar yıl geçirse ve Tetuan'ı müreffeh bir şehre çevirmiş olsa da yaptıklarını belgeleyen tarihi kayıtlar neredeyse hiç yok.

İLK İNCİL'İN BASILIŞI

Yazan: A.Kara
A, hristiyanlık, Gutenberg, Gutenberg İncili, Biblia Sacra, İlk İncil Baskısı, tarih, İlk basılı İncil, İnciller nasıl çoğaltıldı?, Alman mucit Gutenberg, Hristiyanlığın yayılışı,
23 ŞUBAT 1455 YILINDA GUTENBERG İLK İNCİL BASKISI

23 Şubat 1455'te Avrupa'nın ilk seri üretilen kitabı olan Gutenberg İncil'i Almanya Mainz'deki hareketli tipteki bir baskı makinesi ile basılmıştır. Basıln bu kitap Latin dilinde bir İncil idi.

Hristiyanlık tarihinin en önemli olaylarından biriydi (keşke diğer din kitapları gibi İncil'de hiç dünyaya yayılmasaydı ya neyse). 1455'ten önce kitaplar çoğunlukla çok varlıklı ve yüksek mevkili insanlar içindi yani fakir yada sıradan halkın kitap sahibi olabilmesi çok zordu. Kitaplar kesinlikle ucuz falan da değildi.

Kitap kopyalamak uzun ve sıkıcı bir işti. Uzun bir süre boyunca İncil elle kopyalanmıştı. Yazması neredeyse tek bir keşişin 20 yılını alıyordu.

Johann Gutenberg’in mükemmel matbaa buluşu kitapların ve içerdikleri bilgilerin popülerleşmesine yardımcı oldu.


Buluşu tek bir çalışmanın birçok doğru kopyasını üretmeyi mümkün kılarak bilginin yayılımı konusunda devrim yarattı. Böylece basılı kitaplar daha geniş bir nüfusa daha kolay ulaşabilir hale geldi.

Gutenberg zengin bir adam değildi ama kitapları yaymak istedi. Bu yüzden 1448'de borç para alaral hareketli tip baskı yapabilen matbaasını icat edip inşa ettirdi.

Baskı sisteminden çok az para kazanıyordu ama 1455'te her biri 300 florin değerinde iki İncil (Biblia Sacra) kopyası satarak matbaanın gücünü gösterdi.

Bu para ortalama bir tezgahtar için yaklaşık üç yıllık maaşın karşılığıydı ancak el yazısı bir İncil'den çok daha ucuzdu.

İncil'in kaç kopyasının basıldığı bilinmemektedir ve tahminler yaklaşık olarak 150 ila 180 arasındadır. Bugün çeşitli eyaletlerde kayıt altına alınan 48 kopyası bulunmaktadır.

Parşömen kopyalarının tamamı Paris Bibliotheque Nationale Kütüphanesi, Londra İngiliz Kütüphanesi, Washington, D.C Kongre Kütüphanesi ve Almanya’daki Göttingen Eyalet ve Üniversite Kütüphanesinde bulunabilir.

Kaynak: Gutenberg-Bible.com