BENİM HİKAYEM (HARUN K.)
Benim adım Harun, ateist olma sürecim yıllar önce başladı. Dindarlığı taklit etmekten öteye gidemeyen bir ailede yetişmiştim. Küçüklükten beri hiçbir yazı boş geçirmemem için ya şu mavi ceketli badem bıyıklı abilere, ya da imam hatipli komşularımızın evlerinde din öğrenmeye gönderilirdim. Daha aklım başımda olmadığı için elimden geleni yapıyor, ‘’ Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem keşke miraçta biraz daha pazarlık yapsaydı, belki 3 vakit namaz kılardık, o zaman çok daha rahat olurdu’’ diyordum.
Her yaz 5 vakit namaza başlamaya çalışıyor fakat yine de şikayet edip duruyordum. Her abdestte aklıma zorla ezberletilen kurallar geliyor, ıslak çorabımın kuruyana kadar ayaklarımı hissetmediğim zamanları düşünüyordum. Tuvalete sol ayakla girmeli şu dua okunmalı, sağ ayakla çıkılıp abdest alana kadar bu kadar adım atmalı, kırat kıyam rüku secde, namaz sureleri, ilmihaller, kütubu sitte derken hafızlık.
Bir an önce eve gidip kendi uydurduğum dünya Haritasında kafir ülkelere savaş açıp tüm dünyayı İslam sancağında birleştirmeliydim. Keşke dinimi de daha iyi öğrenebilsem aileme de yardımcı olabilirdim diye düşünürdüm. Ama çok zordu anasını satayım. Şeytan izin vermiyor ki. Ortaokulun son yıllarında babam bir iş kazasında yoğun bakıma girip 6 aylık bir süreçten sonra vefat edinceye kadar tek dayanağım onu zaten tekrar göreceğimdi, hemde o zaman acı da çekmeyecekti. Ne de olsa şuan midesi delindiği için çektiği acı, onun günahlarının vebalini dünyada görmesiydi. Bu bir nevi lütuftu belki de. Kadere olan inancımdan ötürü babam için ağladığım da pek söylenemezdi. O zaten hiç namaz kılmasa da cennetlikti.
Neyse liseyi mahallemden uzak ama daha açık görüşlü bir muhitte okudum. Her gün küpeli, alkol alan arkadaşlara nutuklar çekiyor, münazaralarda boy gösteriyordum. Kafamdaki savaş cepheleri nereye gidersem peşimi bırakmıyordu. Okulun iki sokak yanındaki sahilde millet bira içiyor diye gitmez, burada da ezanın sesini mi kısıyorlar ne, "bilmem ne belediyesi ne olacak" diyordum. "Ne kadar çok dinsiz varmış memlekette, bizim daha çook işimiz var. Ama daha kendimiz doğru dürüst yaşayamıyoruz ki" diye düşünüyordum.
Eve gitsem yine annem açmış bilmem ne hoca efendinin kanalında içinde Muhammed peygamberin hala uzayan (!) sakalı olan tespihi öpmek için sıraya giriliyor, titrek ve tiz sesli bir adam çiçek ve manzara eşliğinde ilahiler söylüyordu. Televizyonu kapadıktan sonra ise akrabaları arayıp dedikodu yapmakta ve milleti birbirine düşürmede ise hiçbir sakınca görmüyordu. İlginçtir kimi hocalar ise matematik bilmeyen halkı şevklendirmek için ‘’kadir gecesinde kılınan namaz bin geceden hayırlıdır’’ diyordu.
Kendimi tutamadan ‘’Öyle olsaydı sadece kadir gecesinde 5 vakit namaz kılar, 3 yıllık farzdan muaf olurum’’ diyordum şark kurnazlığıyla. Bu kurnazlık tüm halkta olacak ki Ramazanda memlekete gittiğimiz de herkesin oruç tutmamak için bahaneler uydurduğunu, şehir merkezindeki akrabalarımın seferi olup oruç tutmamak için taa 2-3 saatlik mesafelere çalışmaya gittiğini görüyordum. Burada bir yanlış vardı. İlk önce kendim bu dini adam akıllı öğrenecek, sonra da çevremdekileri doğru yola iletecektim.
2-3 yıl boyunca maşallahcı hocamızdan, evrimci hocalara, oradan ondokuzculara dinlemediğim hoca kalmadı. Hepsine aklıma yatan bir noktada bağlanıyor, sonra sapıttıkları noktada soğuyordum. İslamı hurafelerden ve yalandan ayıklamayı görev edinmişken hayatımı adayacağım dinim kendi ellerimde eriyor gözümden düşüyordu. Fatih dergahlarından çıkmayan abim şöyle derdi: ‘’ilk önce imanlı, sonra mümin olunur, eğer başta kanıt ararsan şeytan seni saptırır’’.
Neden onu dinlemeyip sorgulamaya başlamıştım ki, ama o bile sözünü tutamıyor azıcık sıkışsa kredi çekip faiz batağına batıyordu. Kısacası herkes asıl İslamı bildiğini iddia ediyor fakat uygulamaya ise yanaşmıyordu. Ayrıca ben de hadisleri bile sorgulayacak hale gelmiş bir günahkardım artık. Doğruyu bulmak benim neyimeydi. Hem ben kim oluyordum onca ulema, cilt cilt kitap varken de insanları doğruya iletmeyi kendime görev biliyordum. Yok efendim neymiş deve sidiğiymiş, yok Endülüs camilerinin kıblesi Mekke'ye değilde Petra'ya bakıyormuş. Bunlar zaten tüm dünyanın bizi dinimizden soğutmak için çıkardığı safsatalardı.
Belki çok da dindar olmayan ailelerden gelen arkadaşlar için bu süreç daha az zorlayıcı olabilir ama insanın tüm hayatının bir yalan olduğunu hissettiğinde neler yapabileceğini bilemezsiniz. Tüm dünyam gün be gün yıkılıyordu. Hem de kendim tarafından! Bir süre araştırmama ve sorgulamama kararı almış, bir nevi şeytanla masaya oturmuştum güya. Elimde dinin verdiği huzurdan ve aidiyetten başka bir şey kalmamıştı çünkü. Belki de sadece bu bile yeterliydi. Kendimi daha "Müslüman değilim" demeye hazır hissetmiyordum. Bir etiket takmak zorunda olmadığım bu sürede fark ettim ki çoğu zaman zaten başkalarının benim adıma düşündüklerini tekrarlıyor, sloganlarla konuşuyor, taklit ederek yaşıyordum. Bu kafa karışıklığının sebebi ise artık düşünce bisikletimi kimse tutamadığı ya da frenleyemediği için kendi başıma gitmeye çalışmanın acemiliğiydi sadece. Bir nevi kadınların başörtüsünü açması gibi bende düşüncelerimi saran örtülerden kurtulamaya çalışıyordum. Artık eskisi gibi olamazdım zaten. Ok yaydan çıkmıştı bir kere. Ama yine de içlerde bu sancılı sürecin sonunda belki de doğru yolu bulabilir, imanımı yeniden kazanabilirim diye de düşünmüyor değildim. Ama kabuğunu kıran bir kuş gibi kendi ön yargılarımdan kurtulmuş ve safsata batağımda debelenmeye biraz ara vermiştim. Artık araştırmalarım cübbeli değil diplomalı hocalara kaymıştı.
Zaten Anadolu lisesinden bağnaz kafayla da olsa aldığım doğa bilimlerinin üzerine yaptığım eklemeler, jeoloji, evrimsel biyoloji, dinler tarihi, kozmoloji, felsefe idi. Kur'an kurslarında ve vaazların aksine bu konularda derine inmeme kimse engel olmuyor, kırmızı çizgiler, tövbe haşalar olmadan ilerleyebiliyordum. Bu süreci fark eden arkadaşlarım bir bir yerini yenilerine bırakıyor, nasıl bir uzay aracı yüksek irtifaya çıktıkça ayrılan yakıt kapsülleri gibi beni ikna edemedikleri için benden ayrılıyorlar, onların kırmızı çizgileri oluveriyor ve günahkarlar kategorisine giriyordum.
Artık emindim ki dinlerin yapısı ve dualizmi ilkel insanın dürtülerinin ve anlam arayışının bir parçasıydı. Modern insan birkaç bin yıl öncesinin fikirleriyle hayatını şekillendiremezdi. Fakat bir süre sonra kaybettiğim inancımın yerine bazı dogmalar koyma alışkanlığımı bırakmam biraz zamanımı aldı. Bilinmezliğin duru boşluğuna kendimi bırakabilmenin üzerine özgürce düşünebilmenin keyfini yaşıyorum. İkinci hayatın avuntusuyla nefsime çile çektirmek yerine hayatıma anlam katabilmek adına yeni şeyler deneyebiliyorum.
Ailede "Alevi çalgısı" diye yaftalanan bağlamayı öğreniyorum mesela. Onun dışında teknik bir üniversitede ağır bir mühendislik eğitimi aldığım için zamanımı daha çok kariyerime ve akademik gelişimime harcıyorum. Ama hiçbir zaman içinde yaşadığım toplumun kalıplarından tamamen kopmam mümkün olmayacak. Hala çevremdekilerin kimi bağnaz düşüncelerini görmezden gelmek, onları kırmadan yontmaya çalışmaya çabaladığım oluyor. Yıllar önce başladığım anlam arayışında yöntemim değişse de hala aynı şevkle devam ediyorum, bir sonuca ulaşma amacı olmadan. Sadece merakla...
SİZDEN GELENLER | Yazan: Harun K.
Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
- Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
- Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
- Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)