HABERLER
Dini Haber

KERUBİM MELEKLERİ (KERUBİYYUN)

Hazırlayan: A.Kara

KERUBİM (KERUVİM) MELEKLERİ

İzlediğimiz birçok Hollywood filmi ve okuduğumuz sayısız kitap çeşitli melek türlerine ev sahipliği yapsa da insanların yüzyıllardır inandığı birçok melek ve bunların kökenleri çoktan unutulmuştur. Bu tür varlıklara olan inanç her ne kadar öznel olsa da, sorgusuz sualsiz inanılıyor olması ilginçtir.

Bu makalede meleklerin ve insanın doğasını, insanlığın neye inandığına ve İbrani metinlerinin neye işaret ettiğini irdeleyeceğiz. Yani hem bu varlıkların gerçek olup olmadığına, hem de kökenlerine odaklanacağız.

Melek kelimesi, "haberci" anlamına gelen Eski İngilizcedeki "engel" den, bu terim de Latin kiliselerinde kullanılan Yunanca "angelos" teriminden gelir. Orta İngilizcedeki kullanımını da Eski Fransızca terim olan "angele" den almıştır. [1]

İbranice'de ise melek için kullanılan terim "măl'k" (מַלְאַ֧ךְ) yani bildiğimiz melektir (İbranice okunuşu "melah" ya da "malakh"tır).

Melek ve ruh kelimeleri zaman zaman birbirinin yerine geçebilir. Ancak melek teriminin ruhsal bir varlıkla hiçbir ilgisi olmadan kullanıldığı birkaç duruma da dikkat etmek gerekir. İncil'de bağlamına bağlı olarak "melek" aynı zamanda bir insan yani ilahi olmayan sıradan bir "haberci" de olabilir. Örnek olarak Malaki 1:1'e bakabiliriz:

RAB’bin Malaki aracılığıyla İsrail halkına bildirisi.
מַשָּׂ֥א דְבַר־יְהוָ֖ה אֶל־יִשְׂרָאֵ֑ל בְּיַ֖ד מַלְאָכִֽי׃

Fakat bu ayrı bir konu. Ele alınması gereken soru şudur: Bu kadar insanın inandığı bu göksel varlıklar esasında nedirler? Nereden gelmişlerdir ve neye benzerler?

Cevap aramaya Tevrat'tan İslam'a geçen melek anlatılarından yani "Rabbin meleği" sözünün yer aldığı ve insanlara göründüğünün anlatıldığı İbrani metinlerinden başlamak gerekir. Önce bu meleklerin İbrahimi dinlerdeki hatlarınızı çizmeliyiz ki ilerleyen süreçte mitolojik kökenlerini daha kolay bulalım.

Yaratılış 16:7–14'de Hacer'e, 22:11–15'de İbrahim'e,  Mısırdan Çıkış 3:2–4'de ateşin içinden Musa'ya, Çölde Sayım 22:22–38'de Yahudi peygamberi Balam'a, Hakimler 2:1–3'de İsrailliler'e, 6:11–23'de Gidyon'a, 13:3–22'de Manoah ve karısına görünür.

Mısır'dan Çıkış 3: 2-4'ü bir okuyalım:
RAB’bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor. “Çok garip” diye düşündü, “Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor!”
RAB Tanrı Musa’nın yaklaştığını görünce, çalının içinden, “Musa, Musa!” diye seslendi.
Musa, “Buyur!” diye yanıtladı.

Yani metne göre, yanan çalıdan önce bir melek Musa'ya görünür, akabinde Rab konuşmaya başlar. Ne kadar insani bir fikir olduğunun farkında mısınız? Hani kral, kraliçe halkın veya başka bir liderin önüne çıkmadan önce onun gelişini duyuran haberciler vardır ya, işte buradaki durum da tam olarak budur.

Keruvlara dair sayısız tasvir vardır ki bunlar arasında "Cennet Bahçesinin Girişini" korumak ta yer alır. [2]

Tanrı, Adem'le karısını yasak meyveden yedikleri ve artık iyiyle kötüyü bildikleri için ölümsüz olmalarına izin vermez. Adem ve karısını Aden'den kovar ve tekrar giremesinler diye Yaşam Ağacı'nın yolunu denetlemeleri için bahçenin doğusuna Keruvlar ve her yana dönebilen alevli bir kılıç yerleştirir. (Yaratılış 3:21-24)

Yaratılış 3:21-24: RAB Tanrı Adem’le karısı için deriden giysiler yaptı, onları giydirdi. Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” Böylece RAB Tanrı, yaratılmış olduğu toprağı işlemek üzere Adem’i Aden bahçesinden çıkardı. Onu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden bahçesinin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.

Ayrıca Tevrat'ta, Ahit Sandığı üzerine altından yapılmış iki adet Keruv figürü koyulduğu anlatılır. (Çıkış, 25:17-22; 37:6-9). Buna benzer şekilde, bazı bölümlerde Keruvlardan cansız varlıklar, figürler olarak bahsedilir.

Keruvlar, Yahudi melek hiyerarşisinde, Musa bin Meymun'un Mişna Tora'sında dokuzuncu ve Berit Menuşah gibi Kabalistik eserlerde üçüncü sırada yer alır. De Coelesti Hierarchia adlı eser Keruvim meleklerini Serafim ve Thron (Throne) melekleri ile birlikte en üst sıraya yerleştirir. [3]

Keruvim adlı bu melekler Hezekiel Kitabı'nda ve bazı Hristiyan ikonlarında, tanrının tahtını tutan (Hezekiel 10:1-20), dört kanatlı ve dört suratlı varlıklar olarak tasvir edilmiştir. Bu dört surat, tüm vahşi hayvanların temsilcisi olan aslan, yerli ve evcil hayvanların temsilcisi olan öküz, muhtemelen gökselliği simgeleyen kartal ve son olarak insanlığın temsili olan insandır. [4][5] Bacakları düzdür ve ayak tabanları tıpkı parlatılmış pirinçten yapılmış boğa toynakları gibi ışıltılıdır.

Hezekiel'in vizyonlarında bu meleklere dair metinlere bakalım.

Hezekiel 1:4-14:
4 Kuzeyden esen kasırganın göz alıcı bir ışıkla çevrelenmiş, ateş saçan büyük bir bulutla geldiğini gördüm. Ateşin ortası ışıldayan madeni andırıyordu.
5 En ortasında insana benzer dört canlı yaratık duruyordu;
6 her birinin dört yüzü, dört kanadı vardı.
7 Bacakları dimdikti, ayakları buzağı ayağına benziyor ve cilalı tunç gibi parlıyordu.
8 Dört yanlarında, kanatların altında insan elleri vardı. Dördünün de yüzleri, kanatları vardı.
9 Kanatları birbirine değerek dosdoğru ilerliyor, ilerlerken sağa sola dönmüyordu.
10 Her yaratığın dört yüzü vardı: Önde dördünün yüzü insan yüzüne, sağda dördünün aslan yüzüne, solda dördünün öküz yüzüne, arkada dördünün kartal yüzüne benzer bir yüzü vardı.
11 Yüzleri böyleydi. Kanatları yukarıya doğru açılmıştı. Her yaratığın iki kanadı yanda öbür yaratıkların kanadına değiyor, iki kanatla da bedenlerini örtüyordu.
12 Her biri dosdoğru ilerliyordu. Ruhları onları nereye yönlendirirse, sağa sola sapmadan oraya gidiyorlardı.
13 Canlı yaratıkların görünüşü yanan ateş közleri ya da meşale gibiydi. Ateş yaratıkların ortasında hareket ediyordu; ışık saçıyor ve içinden şimşekler çakıyordu.
14 Yaratıklar şimşek çakar gibi hızla ileri geri gidip geliyorlardı.

Hezekiel 10:1-20:
Baktım, Keruvlar'ın başı üzerindeki kubbenin üzerinde laciverttaşından tahta benzer bir nesne gördüm.
2 RAB keten giysili adama, "Keruvlar'ın altındaki tekerleklerin arasına gir. Avuçlarını Keruvlar'ın arasındaki ateş közleriyle doldurup kentin üzerine közleri saç" dedi. Adamın oraya girdiğini gördüm.
3 Adam oraya girdiğinde, Keruvlar tapınağın güney tarafında duruyordu. Bulut tapınağın iç avlusunu doldurdu.
4 RAB'bin görkemi Keruvlar'ın üzerinden ayrılıp tapınağın eşiğine gitti. Tapınak bulutla doldu. Avlu RAB'bin görkeminin parıltısıyla doluydu.
5 Keruvlar'ın kanatlarının sesi dış avludan bile duyuluyordu; tıpkı Her Şeye Gücü Yeten Tanrı'nın sesi gibiydi.
6 RAB keten giysili adama, "Keruvlar'dan ve tekerleklerin arasından ateş al" diye buyurunca, adam oraya girip bir tekerleğin yanında durdu.
7 Sonra Keruvlar'dan biri aralarındaki ateşe elini uzattı, biraz ateş alıp keten giysili adamın avuçlarına koydu. Adam ateşi alıp oradan ayrıldı.
8 Keruvlar'ın kanatları altında insan eline benzer bir şekil göründü.
9 Baktım, her Keruv'un yanında birer tane olmak üzere dört tekerlek gördüm. Tekerlekler sarı yakut gibi parıldıyordu.
10 Dördü de birbirine benziyor, iç içe girmiş bir tekerleği andırıyordu.
11 Hareket edince Keruvlar'ın baktıkları dört yönden birine doğru, sağa sola dönmeden ilerliyordu. Ön tekerlek nereye yönelirse, öbür tekerlekler de onun ardınca gidiyordu.
12 Keruvlar'ın bedenleri - sırtları, elleri, kanatları - ve dördünün de tekerlekleri çepeçevre gözlerle doluydu.
13 Tekerleklere "Dönen tekerlekler" dendiğini duydum.
14 Her Keruv'un dört yüzü vardı: Birinci yüz öküz yüzüne, ikincisi insan yüzüne, üçüncüsü aslan yüzüne, dördüncüsü kartal yüzüne benziyordu.
15 Keruvlar yukarıya doğru yükseldi. Bunlar daha önce Kevar Irmağı kıyısında gördüğüm canlı yaratıklardı.
16 Keruvlar hareket edince, yanlarındaki tekerlekler de hareket ediyor, Keruvlar yerden yükselmek için kanatlarını açınca, tekerlekler de yanlarından ayrılmıyordu.
17 Keruvlar durduğunda onlar da duruyor, Keruvlar yerden yükseldiğinde onlar da yükseliyordu. Çünkü yaratıkların ruhu tekerleklerdeydi.
18 RAB'bin görkemi tapınağın eşiğinden ayrılıp Keruvlar'ın üzerinde durdu.
19 Ben bakarken Keruvlar kanatlarını açıp yerden yükseldi, tekerlekler de onlarla yükseldi. RAB'bin Tapınağı'nın Doğu Kapısı'nın girişinde durdular. İsrail Tanrısı'nın görkemi onların üzerindeydi.
20 Kevar Irmağı kıyısında, İsrail Tanrısı'nın altında gördüğüm ve Keruvlar olduğunu anladığım canlı yaratıklar bunlardı.

Mezmurlar 18:6-10'da ise keruv meleği tanrı için binek görevi görmektedir:

Sıkıntı içinde RAB’be yakardım,
Yardıma çağırdım Tanrım’ı.
Tapınağından sesimi duydu,
Haykırışım kulaklarına ulaştı.
O zaman yeryüzü sarsılıp sallandı,
Titreyip sarsıldı dağların temelleri,
Çünkü RAB öfkelenmişti.
Burnundan duman yükseldi,
Ağzından kavurucu ateş
Ve korlar fışkırdı.
Kara buluta basarak
Gökleri yarıp indi.
Bir Keruv’a binip uçtu,
Rüzgar kanatlar takarak hızla geldi.

Hezekiel anlatılarının dışında bir başka gelenek onlara farklı fiziksel görünümler atfetmiştir. [4] Bu melekler batı Hristiyan geleneğinde, Klasik mitolojideki ve Yunan mitolojisindeki aşk tanrıları Cupid/Eros'dan türetilen "putto" adlı melekler ile ilişkilendirilince, küçük, tombul, kanatlı çocuklar-bebekler olarak tasvir edilmeye başlandılar. [6]

İslam'da Kerûbiyyûn adlı bu melekler Tanrı'ya en yakın meleklerdir. Doğu bilimleri uzmanı Joseph von Hammer-Purgstall, İslam'daki Ruḥü'l Kudüs'ü (روح القدس), Keruvim meleklerinin en asillerden biri olarak ele almıştır. Diğerleri ise Allah'ın tahtını taşıyanlar veya baş meleklerdir [7] ve Kur'an ayetlerindeki Allah'ın tahtını taşıyan melek motifleri Hezekiel'deki anlatılarla paralellikler gösterir. Fakat mealciler Kur'an'daki bu pagan inanışın izlerini örtmek için taht anlamına gelen "arş" kelimesini [8] "gök" diye tercüme etmişlerdir. Halbuki göğün Arapçası "sema"dır ve çoğulu "semavati"dir.

"Gök yarılmış ve o gün bitkin bir hale gelmiştir. Melekler onun çevresindedir. Ve o gün Rabbinin Arş'ını, onların da üstünde sekiz tanesi yüklenir." (Hâkka 16,17)

Melekleri görürsün ki, Rablerine hamd ile tesbih ederek Arş'ın etrafını kuşatmışlardır. Artık aralarında adaletle hükmolunmuş ve «alemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun» denilmiştir. (Zümer 75)

Bu ayetlerdeki arş (عَرْشَ) bizim gök anlamında kullandığımız, kullanmaya alıştırıldığımız anlama sahip değildir. Arş (عَرْشَ) tahttır. [8] Meleklerin taşıdığını anlattığı şey Allah'ın tahtı değil de gök olsaydı o halde kullanması gereken kelimeler "sema" سماء ya da "semavati" olmalıydı.

"Arş'ın" taht anlamına geldiğinin onlarca örneğinden biri de Neml 41'dir:

Süleyman, “Tahtını tanınmaz hâle getirin. Bakalım tanıyacak mı, yoksa tanımayacaklardan mı olacak?” dedi.

قَالَ نَكِّرُوا لَهَا عَرْشَهَا نَنْظُرْ اَتَهْتَد۪ٓي اَمْ تَكُونُ مِنَ الَّذ۪ينَ لَا يَهْتَدُونَ

Dolayısı ile burada da tahtı taşıyan melekler inanışının izleri açık bir şekilde ortadadır fakat insanları İslam dininde tutmak isteyenler ısrarla kelime oyunları yaparak taht anlamına gelen kelimeyi arş yada gök olarak çevirmiştir. Halkımızdan Kur'an'ı Arapça okuyarak anlayabilen kişi sayısı elin parmakları kadar olduğundan, bunlardan anlayanlar da dini kurumlarda üst mevkilere sahip olduğundan bu pagan inanışın izlerini kasıtlı olarak örtmektedirler.

Hatta bu inanışı destekleyen rivayetler de vardır.

Peki Yahudiliğe, Hristiyanlığa ve İslam'a geçen bu Keruvim meleklerinin İbrahimi dinler öncesi kökenleri neye dayanıyordu?

Mitolojik melez varlıklar, Mezopotamya sanat ve inancında yaygındır. Bu tür varlıklara örnek olarak, Sümer-Akad mitolojilerinde kartal kanatlarına, aslan vücuduna ve kral başına sahip, görünüşüyle sfenkse benzeyen, koruyucu bir ruh olan Lamassu veya Şedu verilebilir.

Bu tür varlıklara olan inanış Fenikeliler tarafından da benimsenmişti. Kanatlar, sanatsal güzelliklerinden dolayı kısa sürede popüler hale geldi ve çeşitli hayvanlar kanatlarla resmedildi. Sonucunda insanlara da kanatlar verilince [2] melek figürünün kabataslak şekli de oluşmuş oldu. [9] William F. Albright gibi araştırmacılara göre Fenike ve Kenan'da, Geç Tunç Çağı'nda bulunan "insan başlı kanatlı aslan" figürünün diğer kanatlı yaratıklardan çok daha yaygın olduğunu, bu yüzden Kerub melekleriyle özdeşleşmesinin kesin olduğunu" savunur. [4]

Kerubim meleklerinin griffonlar ile, özellikle de Hitit griffonları ilgili olduğu düşünülür. Hitit griffinleri diğer griffinlerin aksine genellikle yırtıcı olarak görünmeyen ve koruyucu bir yapıya sahip gibi sakin ve asil şekilde oturan insan gövdeli bir yaratıktır. [2][9]

Griffin (γρύψ) kelimesinin Keruvim ile aynı kökenli olabileceğini iddia edenler olmuştur. [10][11] Yahudi geleneğinde bu meleklerin Cennet Bahçesi'nin Girişini koruduğuna dair kavrayış, görevi tanrıları temsil etmek ve davetsiz misafirleri geri püskürterek tapınak gibi kutsal alanları koruduğuna inanılan, insanüstü güçlere sahip ve insan duygularından yoksun Semitik varlıklara dair eski inanışlar tarafından desteklenmiştir. Bu kavramlar Musul'un 30 km, Salamiyah köyünün 5 km güneyinde yer alan antik Süryani kenti Nimrud'da bulunan 9.tablet metinlerindeki anlatıma oldukça benzer. [2]

Büyük olasılıkla, Kerubim meleklerine fırtına rüzgârları olarak inanılmış olması, Hezekiel'in vizyonlarında, daha sonraki Samuel Kitaplarında [12], onlarla paralellik gösteren Tarihler Kitaplarında [13] ve Mezmurlar'ın erken bölümlerindeki [2] metinlerdeki: "bir melek üzerine bindi ve uçtu: ve rüzgarın kanatlarında görüldü." şeklinde bahsedilen Yahve'nin göksel arabasına dair anlatıların kaynağıdır. [14][15]

İsrail'in Megido Bölgesi'nde Nasıra'nın güneyinde bulunan ve yaklaşık 25 metre yüksekliğe olan Medigo Dağı'ndaki bir metinde Hezekiel'in rüyasına oldukça benzeyen, melek benzeri melez kanatlı yaratıklar tarafından tahtına taşınan isimsiz bir kral tasvir edilir. [9]

Delitzch (Asur Elyazmaları Kitabı), eski Asur'daki kanatlı varlık Şedu'nun adlarından biri olan "kirubu" ile "büyük, güçlü" anlamlarına gelen "karabu" terimlerini birleştirir. Karâbu adını "güçlü" yerine "merhametli" olarak nitelendirenler olduğu gibi [2][16] İbranice Kerubim adını, insanlık adına tanrılara yalvaran şefaatçi varlıklara ve bu tür varlıkların heykellerine atıfta bulunmak için kullanılan bir Asur terimi olan kāribu'ya bağlayanlar da vardır. [17] Tanrının savaş arabasını yada tahtını taşıyan Keruvim ile Asur'un boğa ve aslandan oluşan devi aynıdır. [16]

Eşaraddon, metinlerinde kapsamlı bir şekilde tapınağı yeniden inşa edişini anlatır. Tavana seferlerden elde ettiği sedir kirişleri koyduğunu ve bu süslü kapıların altın tokmaklı, hoş kokulu kapıları olduğunu, ve içerde yer alan küçük tapınak alanını komple altınla kaplattığını söyler. 

Sonra kral şöyle devam eder:
(il) Laḫ-me (il) ki-ru-bi ša za-ri-ri ru-uš-šu-u idi anu idi ulziz.
'Her iki tarafına da pirinçten yapılmış kutsal bir Lamu ve Ku-ri-bu diktim.' 

Agumkakrime heykelinin tapınağa dikildiği Lahmu kutsallığı, Anu, Enlil ve Ea'nın öncülerinden biriydi. Dolayısıyla kutsallıktan söz ederken bahsettiği Kuribu da büyük ihtimalle Babil dininde benzer bir yere sahipti.

Musul'daki Fransız Konsolosu Botta ilk Asur sarayını ortaya çıkarmıştı. Bu saray İşaya Kitabı'nda bahsedilen, Sanherib'in babası olan güçlü hükümdar Sargon'un ikametgahıydı. Dikkat çekici bir unsur vardır. O da buradaki kapıların üzerlerinde, önlerinde ve saray duvarları gibi çok sayıda yerde kanatlı aslan ve boğa figürlerinin yer alıyor olmasıdır. Bu figürler öylesine yapılmamıştır, sahip oldukları muazzam boyutları onların tanrılar veya ilahi kahramanlarla ilişkili olduklarını anlamak için yeterlidir.

Sargon kalesi Horsabad'daki (Dur-Şarrukin) kanatlı boğalar 1 ila 5 metre yüksekliğindeydi. Asurlular özellikle kapı girişindeki kanatlı boğaları çoğaltmışlardı ve bazıları kapı köşelerine kemer alnını desteklemek için konuyordu.

İkisi duvar düzleminde, kapının iki yanında birbirine bakacak şekilde, diğer ikisi ise içeri giren ziyaretçilere yüzleri dönük olacak şekilde yerleştirilmişlerdi. Böylece içeri girecek olan biri hem ilk iki heykelin yan açıdan vücudunu hem de diğer iki heykelin ön cepheden yüzünü görüyordu. Bu da bir yanılsamaya yol açıyor; sakallı, göğsünde kalın yelesi olan, boynu saç tutamları ile kaplı, tüy dizilerinden oluşan dev kanatları kemer alnına kadar yükselerek bir yelpaze gibi uzayan yaratık görüntüsü oluşturuyordu. 

Asurluların kanatlı boğalarının farklı formları vardı. 1845'de Ninova'da yapılan kazılarda insan şeklinin bele kadar devam ettiği, insan kollarının olduğu, kanatlı, insan başlı aslan heykelleri keşfedilmişti. Giriş alanlarında kullanılan 3,5 metre yüksekliğindeki bu figürlerin gücü simgeleyen abartılı kasları, geniş omuzların arkasından çıkan devasa kanatları, bellerinde düğümlenmiş püsküllü kuşakları vardı. [17]

Keruvların biçimi hakkında belirsiz olan pek çok şey olsa da temelinde yatan şeyin vahşi kara hayvanları olduğu rahatlıkla söylenebilir. Erken Semitik dinlerde, Musevilikte animizme dair izler görmek mümkündür (Örn: Yeşaya,13:21; 34:14; Luka, 11:24).

Hangi yönden ele alınırsa alınsın bu meleğin kökenlerinin Mezopotamya topluluklarının antik dinlerine, efsanelerine, animizme ve Asur, Akad ve Babil'in dev yapıtlarına dayandığı ortadadır. Üzerlerinde yapılan ufak oynamalarla İbrahimi dinlere geçmişlerdir.

NOSTRADAMUS'UN HİTLER KEHANETİ

Hazırlayan: A.Kara

NOSTRADAMUS HİTLER'İ ÖNGÖRDÜ MÜ?

Michael Nostradamus ve kehanetleri hakkında ileride detaylı makaleler yayınlayacağım. Bu yüzden bu makalede kısaca birkaç kehanetine ve Hitler konusuna değineceğim.

Nostradamus, Fransa Kralı II.Henri'nin ölümünden tutun da Hiroşima ve Nagazaki bombalarına dair birçok kehaneti ile kendinden yıllarca söz ettirmiştir.

O, hayatının büyük kısmında vebaları ve etrafındaki dünyayı inceleyen, güvenilir bir bilim insanıydı. İtalya'ya gerçekleştirdiği bir ziyaretten sonra tıptan uzaklaşıp okültizme odaklanmaya başlamıştı. Popüler akımları takip etmiş ve 1550 yılında bir almanak yazmıştı. Yazdığı almanak'ın başarısı onu o kadar cesaretlendirmişti ki, her yıl bir tane ya da daha fazla yazmaya karar vermişti. Yaşamının sonlarına doğru, yıllar içinde tarihi olaylarla örtüşür şekilde şiirler yazmaya başlamıştı. Tümü ele alındığında en az 6.338 kehaneti bulunuyordu.

Peki bu kehanetler ne kadar tutarlıydı? Aralarında Hitler'in dünyaya geleceği ve büyük suçlar işleyeceği hakkında bir şeyler yazılı mıydı, bu konuda öngörüde bulunmuş muydu?

Nostradamus olarak bilinen Michel de Nostradame 1503'te Fransa'da doğmuş ve Rönesans'ın en çok okunan kahinlerinden biri haline gelmişti.

Tıbbi uygulamalarına 1530'larda başlayan Nostradamus, tıp fakültesinden kovulmasına rağmen veba konusundaki yenilikçi tıbbi tedavisi ile ün kazanmıştı. 1540'larda bir doktor olarak ünü yayılmıştı. Ancak 1555'te kehanetler içeren kafiyeli şiirler yazmaya başlamış ve "Yüzyıllar" adlı bir kitap yayınlamış, ikinci baskısını Fransa Kralı II.Henri'ye adamıştı.

Bir kahin olarak o kadar ün kazanmıştı ki II.Henri'nin eşi Kraliçe Catherine de' Medici'nin ailesi için burçlar yaptığı mahkemeye davet edilmişti.

Nostradamus'un popülerliğini arttıran en önemli olaylardan biri II.Henri'nin ölümünü tahmin ettiğine dair inanıştı. Savaş alanındaki genç aslanın, yaşlı aslanın gözünü delerek onu yeneceğini iddia etmişti. Daha sonra II.Henri'nin katıldığı bir mızrak dövüşü turnuvasında parçalanan bir mızrak parçası Henri'nin gözüne isabet ederek gözünü delmiş ve yara alan kral ölmüştü. 

Nostradamus hayatı boyunca gut hastalığından çok çekmiş ve 1566 yılında ölmüştü. Söylenene göre ölmeden önceki gece sekreterine "Güneş doğarken beni canlı bulamazsınız" diyen Nostradamus o gecenin sabahında ölü bulunmuştu. 

Peki Nostradamus'un kehanetleri gerçekleşen olaylarla şans eseri örtüşen tahminler miydi yoksa ileri görüşlü biri miydi?

Yazdığı şiir ve dörtlüklerin muğlaklığından dolayı birçok kişi geçmişte onun yazdıklarına bakarak bunları geleceği tahmin ettiği şeklinde değerlendirmişti. II.Henri olayından sonra yazdıklarında görülen yüz kızartıcı, kötü şöhretli ve büyük etki yaratan olaylar ile ünü daha da büyümüştü. 

1666 yılında gerçekleşen Büyük Londra Yangını'nda birçok kişi ölmüştü. Yazdığı şu dörtlük bu olayı öngördüğü şeklinde yorumlanmıştır:

"Adillerin kanı Londra'da bir hata yapacak,
Altı ve yirmi üçlüğün şimşekleriyle kavrulacak:
Yaşlı kadın yüksekteki yerinden düşecek,
Aynı tarikattan birkaç kişi öldürülecek."

Buradaki "altı ve yirmi üçlüğün" ifadesi 20 x 3 + 6 = 66'ya denk gelmektedir. Bunun yangının gerçekleştiği 1666 yılını işaret ettiği iddia edilmektedir. Dörtlük hakkında farklı birçok yorum vardır.

Hiroşima ve Nagazaki'ye atılan atom bombalarını önceden bildirdiği düşünülen sözü şöyledir:

"Kapıların yakınında ve iki şehir içinde
Benzeri görülmemiş belalar olacak,
Vebadaki kıtlık yayılacak, insanlar çelik tarafından söndürülecek
Büyük ölümsüz Tanrı'ya yardım için ağlayacaklar"

Kimilerine göre Nostradamus burada Japonya'ya atılan atom bombalarından ve onların meydana getirdiği yıkıcı etkilerden, radyasyon kaynaklı kıtlık ve vebadan bahsetmiş, bunu öngörmüştür.

Kenedi suikastını bile öngördüğünü düşündüren dörtlüğü şöyledir:

"Eski bir iş sonunda yapılacak,
Yükseklerden gelen şey ile büyük adamın üzerine kötülük düşecek
Bu işten, zaten ölü olan bir masumu sorumlu tutacaklar
Asıl suçlu sisin içinde saklanacak."

John F. Kennedy yüksek bir pencereden keskin nişancı tarafından vurularak öldürülmüştü. Suikastı yapan keskin nişancının Lee Harvey Oswald olduğuna hiçbir zaman tam olarak inanılmamıştı. Üstelik Oswald yargılanmadan önce öldürülmüştü. Bu olayı çevreleyen gizemler Nostradamus'un kehanetinin doğru-tutarlı görünmesini sağlamıştı.

HİTLER

Peki Nostradamus, Hitler'i öngörmüş müydü?

Gelelim Adolf Hitler'e. Adolf Hitler muhtemelen yakın tarihteki Avrupa ülkelerinin en kötü liderlerindendir. 1889'da Avusturya'da doğmuş, 1.Dünya Savaşı'nda savaşmış ve 1920-21'de Nazi Partisi'nin lideri olmuştur. 1933'ten öldüğü 1945 yılına kadar Almanya'nın führeriydi. Görevde bulunduğu süre boyunca Almanya sınırlarını genişletmiş, Fransa ve Polonya'yı ele geçirmiş ve 2. sınıf olarak gördüğü, istemediği insanlara karşı büyük suçlar işlemişti. Öyle ki toplu soykırım kampları oluşturulmuştu. 

Dünyanın dört bir yanındaki ülkeler Hitler'in terör saltanatına son vermek ve ezilen milyonlarca insanı kurtarmak için bir araya gelmişti. Peki Nostradamus bu olayları 500 yıl önce görmüş olabilir miydi? 

Hitler ile ilişkili olduğu düşünülen kehanetleri okumaya başlamadan önce enteresan bir bilgi vermek istiyorum. Hitler 2. Dünya Savaşı'nın ilk yıllarında çalışanları aracılığı ile Nostradamus'un kehanetlerini çevirmesi için İsviçreli bir astrolog olan Karl Ernst Krafft'a başvurmuşlardı. Yüksek rütbeli Nazi subayları onun mektubunu okuduklarında yazanları olumlu karşılamış ve Kraft'ı kullanmaya başlamışlardı. Yani Hitler'in, Krafft'ın çevirisi ile ona iletilen Nostradamus kehanetlerinden ilham almış olma ihtimali göz ardı edilmemelidir.  

Şimdi Hitler'i ve onun eylemlerini öngördüğü düşünülen metinlerine bakalım.

Şimdiki dörtlüğün Hitler'in çocukluk ve kişiliğinden, Alman-Japon ittifakından bahsettiği düşünülüyor: 

Du plus profond de l'Occident d'Europe,
De pauures gens vn ieune enfant naistra,
Qui par sa langue seduira grande troupe,
Sont bruit au regne d'Orient plus croistra.

"Batı Avrupa'nın derinliklerinden,
Fakir insanlar arasından küçük bir çocuk doğacak,
Büyük bir topluluğu diliyle baştan çıkaracak;
Şöhreti Doğu alemine doğru artacak." [III, 35]

Başka dörtlüklere bakalım:

Il entrera vilain, mechant, infame
Tyrannisant la Mesopotamie,
Tous amis fait d'adulterine d'ame,
Terre horrible, noir de phisonomie. 

O çirkin, tehditkar, kötü şöhretli,
Mezopotamya'ya (Güneydoğu Avrupa) zulmederek girecek,
Zina eden kadından olan tüm arkadaşları
Yeryüzünün çehresini korkunç bir şekilde karartacak. [VIII, 70]

Tasche de meurdre, enormes adulteres,
Grand ennemy de tout le genre humain:
Que sera pire qu'ayeuls, oncles ne peres,
Enfer, feu, eaux, sanguin & inhumain

Cinayet ve muazzam zinaların çelikte, ateşte, sudaki kanlı ve insanlık dışı lekesi,
Tüm insan ırkının büyük düşmanının:
Dedesinden, amcasından, babasından beter olacak kimsenin üzerinde olacaktır. [X, 10]

Une nouuelle secte de Philosophes,
Mesprisant mort, or, honneurs & richesses:
Des monts Germanins ne seront limitrophes,
A les ensuyure auront appuy & presses. 

Filozofların (fanatikler?) yeni bir mezhebi
Ölümü, altını, onurları ve zenginlikleri hor görecek
Alman dağlarının sınırında olmayacak:
Onları takip etmek için güçleri ve kalabalıkları olacak. [III, 67]

La mort subite du premier personnage
Aura changé & mis vn autre au regne:
Tost, tard venu à si haut & bas aage,
Que terre & mer faudra que on le craigne.

İlk şahsın ani ölümü
Bir değişikliğe sebep olacak ve başka bir hükümranlık koyacak:
Yakında, çok yüksek ve düşük yaşa gelir,
Öyle ki, karada ve denizde ondan korkmak gerekir. [IV, 14]

Nostradamus'un, Hitler'in nehirleri geçip yeni yerler ele geçireceğini fakat sonunda yenileceği öngördüğünü düşündüren başka bir dörtlük şöyledir:

Bestes farouches de faim fleuues tranner;
Plus part du champ encontre Hister sera,
En cage de fer le grand fera treisner,
Quand rien enfant de Germain obseruera

"Açlıktan vahşi hayvanlar nehirleri geçecek,
Savaş alanının büyük kısmı Hister'e karşı olacak.
Büyük olan demirden bir kafese çekilirken,
Almanya'nın çocuğu hiçbir şey göremeyecek." [II, 24]

Birçok kişi Nostradamus'un bu kehanetlerine korkuyla bakmıştı çünkü Hitler'in yükselişi ile oldukça uyumluydu. Başlarda önemsiz biri olarak görülen ve maşa olarak kullanılan Hitler karizmatik bir kişiydi ve ekonomik sıkıntılar çeken Alman halkına tam da duymak istediği şeyleri söylüyor, Yahudileri suçluyordu. Zamanla çok popüler hale gelmişti. Ebeveynleri de daha düşük bir ekonomik geçmişe sahipti. Tüm bunlar, Nostradamus'un Hitler'i öngördüğü konusundaki teoriyi güçlendirmektedir.

"Savaş alanının büyük kısmı Hister'e karşı olacak" sözündeki Hister'in sözcüğünün Hitler adının hatalı çevirisi olduğunu düşünenler vardır. Enteresan olan şudur ki Hister olarak bilinen yer Adolf Hitler'in doğduğu Tuna Nehri bölgesidir. Tuna Nehri'ne Latince'de Ister ya da Hister denmektedir.

Nostradamus'un kehanetlerini ve yazılarını okuduğunuzda geçmişteki bir çok olay önlenebilirmiş gibi bir hisse kapılabilirsiniz. Ancak bu olaylar yaşandıktan ve geriye dönüp yazılara örtüşüp örtüşmediğine bakıldıktan sonra bağlantı kurmak mümkün olmaktadır.

Üstelik kehanetleri çok belirsizdir, bu yüzden onlara farklı bir çok anlam yüklemek, farklı olaylarla eşleştirmek kolaylaşmaktadır. Yine de birçok kişi onun kehanetlerini tarihsel olaylarla örtüştürmek için çaba sarf etmekte.

Nostradamus'un bu yaşananları ön görmüş olması imkansız fakat kehanetlerin sahip olduğu belirsiz dile onları dünyadaki birçok olaya uyacak hale getiriyor. Belki bunu kasıtlı olarak yapmış bile olabilir. Ne olursa olsun görünen o ki, Nostradamus ve kehanetleri konusundaki gizemler yıllarca konuşulmaya, irdelenmeye devam edecek.

AKHENATON, YOM KİPPUR VE YAHUDİ NAMAZI

Hazırlayan: A.Kara

AKHENATON, YOM KİPPUR VE YAHUDİ NAMAZI

"Kefaret Günü" anlamına gelen "Yom Kippur" Yahudilerin yıl içindeki en kutsal günüdür. Oruçların tutulduğu bu süreç itiraf, tövbe ve bağışlanma için bir fırsattır ve Yahudi Yeni Yılı'ndan on gün sonra gerçekleşir. [1] Bu kutsal günde oruç tutmanın yanı 5 kez ayin yapılır ve Vidiu adı verilen toplu günah çıkarma merasimleri düzenlenir.

Yom Kippur'da 5 ve 10 sayıları belirgin şekilde öne çıkar. Enteresandır ki 5 ve 10 sayıları Musa ve Akhenaton'un hayatlarında da belirgin şekilde yer almıştır. Örneğin  Yahudiler tarafından kutlanan İbrani takviminin Yeni Yılı olan Roş Haşanah ve Yom Kippur arasında insanların Tanrı'dan ve sevdiklerinden bağışlanma diledikleri on gün süren tövbeler yapılır. Bu on güne “Huşu Günleri” adı verilir. [2]

Musevi geleneğine göre Musa İsraillilere itaatlerine odaklamalarını sağlamak için On Emir, beş çeşit sunu ve Çadırın beş sütununu vermiştir. Kudüs Tapınağı günlerinde Baş Rahip, Yom Kippur'da ellerini ve ayaklarını on kez yıkar ve kıyafetlerini beş kez değiştirirdi. Yom Kippur'da beş ana dua, insanların uyması gereken beş yasak ve on itiraf (viddui) vardır.

Bir zamanlar Nil Nehri kıyısına kurulmuş, firavunlar dönemine ait eski yerleşim yerlerinden biri olan Amarna'da da 5 ve 10 sayılarının önemli olduğu görülür. Büyük Aten Tapınağı'nın önünde, ana girişi çevreleyen ve 5 bayraklık iki takımın bulunduğu, toplam 10 adet bayrak direği vardı. Tüm bunları Akhenaton'un Baş Rahibi Mery-Ra'nın mezarındaki yazıtta görmek mümkün. [3]

Akhenaton'un Kahyası Tutu'ya bir altın kolye ve terfi verdiğinin anlatıldığı Tutu'nun mezarındaki bir sahnede bağlanmış on esir vardır. 5 ve 10 rakamları yazı ve bilgiyle ilişkilendirilmişti. Bunun muhtemel nedeni yazının beş parmak ve iki el ile ilişkilendirilmiş olmasıydı. [4]

Thoth'un rahiplerinin beşerli gruplar halinde tertiplendiği bilinmektedir. Tektanrıcılığa rağmen Akhenaton tanrı Thoth'a saygı duyduğundan, beş ve on sayıları onun için önemliydi.

Tevrat'ın Yom Kippur bölümünde ruh kelimesi beş kez geçmektedir. Daha da dikkat çekici bir şekilde, modern Yahudiler, tıpkı eski Mısırlılar gibi bir kişinin ebediyen yaşayacak beş farklı ölümsüz ruha sahip olduğuna veya ruh bileşenleri içerdiğine inanırlar. Mısırlılar için bu 5 bileşen şuydu:
  1. Ka : hayati yaşam enerjisi veya ruh,
  2. Ba : kişilik,
  3. Şuet (Shuet = Silüet ?) : gölge,
  4. İb : kalp,
  5. Ren : isim.

Yahudi teolojisi her ruhun yaşam boyunca beş aşamadan geçtiğini ve beş elemente sahip olduğunu öğretir. Bu 5 element nefeş נֶפֶשׁ (ruh), neşima נְשִׁימָה (hayat nefesi), ruakh רוּחַ (rüzgar), çaya (yaşayan) ve yeçidah'dır (benzersiz).

Ayrıca iki eli kaldırmak da dahil olmak üzere diğer 6 dua pozisyonu Akhenaton'un Amarna'da tasvir edilmiş duruşlarının izlerini taşır. Yom Kippur Yahudilerin yıl içinde dua ederken yere tamamen secde edecekleri tek gündür. Bu eyleme "nefilat apayim" yani “yüz üstü düşme” denir. Tevrat'ı en yüksek Yahudi Yasası olarak gören Karay Yahudileri hala tam secde pratiğini korumaktadırlar.

Ettikleri "Aleinu" adlı Yahudi duası şöyledir: "Kralların Krallarının Kralı, Kutsal Olan'ın önünde eğilir, secdeye kapanır ve şükrederiz, O Kutsanmıştır!"

Alçak gönüllüğü simgeleyen bu pozisyon çok eskilere dayanır. Tora, İbrahim, Yeşu hatta Kral Davud da dahil olmak üzere Tanrı'nın önünde “yüz üstü kapanan” birçok liderden bahseder.

Tesniye 9:25 okuyucuya Musa'nın "kırk gün kırk gece Rab'bin önünde nasıl secde ettiğini" anlatır. Karnak'taki kabartmalar Akhenaton ve Nefertiti'yi tanrıları Aten'in önünde secde ederken gösterir. [5] Tuhaf bir şekilde Akhenaton ve Nefertiti de tam olarak böyle; elleri, diz ve yüzleri yere değecek şekilde tapınırlardı. Büyük alçakgönüllülüğün ve samimiyetin bu duruşu Matta 26:39'da yüzüstü yere kapanan İsa tarafından bile benimsenmişti:

Matta 26:39: "Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dua etmeye başladı. “Baba” dedi, “Mümkünse bu kâse benden uzaklaştırılsın. Yine de benim değil, senin istediğin olsun.”."

Yom Kippur'un ilginç özelliklerinden biri de dua ayinleri sırasında Tevrat parşömenlerini barındıran Aron Hakodeş yani Tora Sandığı'nın açık bırakılmasıdır. İçinde genellikle On Emir, Tanrı'nın Tacı, Hayat Ağacı, Tapınağa Açılan Kapı, Menora ve iki aslan motifleri ve değerli Tevrat parşömenleri bulunur.

2 aslanın Davut yıldızını tuttuğu bazı motiflerde şöyle yazar: "Güneşin doğumundan batışına kadar Rabbin adı övülmelidir."

Bu tasvirler Yahuda Aslanı'nın, Tanrı'nın yargısının ve ondan korkmasının simgesidir. Aslan için kullanılan İbranice kelime olan aryeh (אַריֵה) En Kutsal Günler'in kısaltmasıdır. Tevrat'taki peygamberlerden biri olan Yeşaya, gelecekte aslan ve buzağın birlikte yaşayacağı bir zamanını anlatırken, Amos'un Tanrı'yı bir aslana benzettiği görülür:

Amos 3:8: "Aslan kükrer de kim korkmaz? Egemen RAB söyler de kim peygamberlik etmez?"


Aslanlarla olan bu bağlantılar büyüleyicidir çünkü Akhenaton'un da benzer şekilde aslanlar ile bağları vardır. Örneğin Amarna'daki talatat bloğundaki bir tasvirde Akhenaton'u klasik Mısır sfenksi formunda görürüz. (Bu arkeolojik eser şuan Almanya'nın Hanover şehrindeki Kestner Müzesi'nde bulunmaktadır.)

Ayrıca Tevrat kapak tasarımlarına benzer şekilde bir dağın üzerinde yükselen güneşi temsil eden Akhet sembolünün yanında iki aslan motifini bulunur. 2 yandaki bu Mısır aslanlarına "Aker" deniyordu ve kralı koruyorlardı. Onlar Duaj (dün) ve Sefer (yarın) idi. En ilginci ise Mısır dilinde "Yarının Yasası" anlamına gelen Sefer Tora adlı Tora Parşömenin de "sefer" sözcüğünün hala kullanılıyor olmasıdır. Burada ek bir bilgi daha vermek gerekir ki Yahudi yazara "Sofer" denir. (Ayrıca bkz: Şofar שׁוֹפָר‎, Yahudilerin kullandığı ve genellikle keçi, koç boynuzundan yapılan geleneksel çalgı.) 

Yom Kippur sırasında Yahudiler hayatlarını mecazi olarak Tanrı'nın ellerine teslim ederler. Tanrı'nın elleri olduğu fikri yeni değildir ve eski İsrail ve Mısır'a kadar uzanır. Bugün "hamsa eli" adlı koruyucu muskada bu temanın ifade edildiğini görürüz. Tevrat'ın en eski bölümlerinden Denizin Şarkısı'nda Musa'nın ne söylediğine bakalım:

Çıkış 15:6: “Senin sağ elin, ya RAB, Senin sağ elin korkunç güce sahiptir. Altında düşmanlar kırılır.” 

Benzer şekilde Tevrat'taki en eski ayetlerin çoğu Rab'bin güçlü elinden bahseder.

Mısır bilimci J.K. Hoffmeier, Akhenaton zamanından kalma iki İbranice kelimeyi eski Mısır tabirleriyle ilişkilendirmiştir. Birincisi İbranice "güçlü el" anlamına gelen "yad hazakah" sözcüğünün Antik Mısır'da "güçlü kol" anlamına gelen "hps" ye eşdeğer olduğudur. İkincisi, İbranice "uzanmış kol" anlamına gelen "zeroah netuya"nın ise Eski Mısır'daki "pr-a"ya eşdeğer olduğudur. [6]

Her iki eski ifadeyi de Tesniye 26:8 gibi birçok yerde görebiliriz: “Bunun üzerine güçlü elle, kudretle, büyük ve ürkütücü olaylarla, belirtilerle, şaşılası işlerle bizi Mısır'dan çıkardı.”

Akhenaton, tanrısı Aten'in ellerine takıntılıydı. [10] Sanatta Aten'e verilen ve yazıtlarda atıfta bulunulan tek insan vücudu parçası bunlardı. Örneğin Akhenaton'un bir kararnamesinde şöyle yazar: “Kendini iki eliyle inşa eden, güzel yaşayan Aten…” [7][12]

Ayrıca İbranice "uzatılmış kol" anlamına gelen "sıfırah" kelimesinin Eski Mısır'da "Firavun'un galip gelen kolu" kavramından türetildiğine dair kanıtlar vardır. Akhenaton'un mektuplarından birinde "kralın güçlü kolu" anlamına gelen "zu-ru-uh" ifadesi yer alır. [11] Eğer Akhenaton Musa'ya dönüştürüldüyse bu Mısır kelimesinin Tevrat'ta kullanılması daha anlamlı hale gelir.

Yom Kippur için uygun kıyafet beyaz ketendir. Bu saflığı ve kişinin araması gereken ruhsal temizliği sembolize temsil eder. Bu beyaz keten kıyafete "kittel" denir. Bu uygulama Yüksek Rahibin yılın bu en kutsal gününde sadece beyaz keten giyerek her zamanki detaylı altın kıyafetinden (Akhenaton ile başka bir bağlantı) vazgeçmesi içindir. Bu aynı zamanda Ahit Sandığı'nın önünde tamamen saf olarak görünmelerini sağlıyordu.

Levililer 16:4: “[Harun] Kutsal keten mintan, keten don giyecek, keten kuşak bağlayacak, keten sarık saracak. Bunlar kutsal giysilerdir. Bunları giymeden önce yıkanacak.”

Pek çok Yahudi beyaz giysiler giyerek başka bir temayı vurgular: Benliğin ölümü ve Kefaret Günü boyunca yeni bir hayata yeniden doğuş. Örneğin "kittel" aslında bir cenaze cübbesidir ve aslında ibadet edenlere kendi sembolik ölümlerini ve Tanrı'nın kurtuluşu altında yeniden doğuşlarını hatırlatmak için giyilir. Bu fikir büyük olasılıkla Ölüler Kitabı'nda ve Amarna'da temsil edilen yeniden doğuş ve yeni yaşam kavramlarından kaynaklanmıştır.

Akhenaton yönetimindeki Amarna'daki hayattan görüntülere baktığımızda kral ve ailesini birbirine çok benzer beyaz keten giysiler içinde görürüz. [8] Aslında şehirde yaşayan çoğu insan bu tür giysiler giyerdi. Mısırlı rahiplere genel olarak sadece saf beyaz keten giymeleri emredilmişti; ki bu daha sonra Musa ve onun dini tarafından benimsenen bir uygulama olmuştu.

Akhenaton ve Nefertiti'nin Aten'e ibadet ederken beyaz keten giymeleri geleneğinin devamı olarak Yahudiler üç bin yıl geçmiş olsa da Rab'lerine ibadet ederken hala neredeyse aynı giysiler giyiyorlar.

Yıkanmak ve yıkama emirleri de antik Amarna ile bağlantılıydı. Bu uygulama Amarna yaşamının ve dininin ortak özelliğiydi. Akhenaton'un tapınakları yıkanma leğenleri ve ayinlerde kullanılan basamaklı havuzlarla doluydu.

Kol Nidrei adı verilen akşam duası sırasında Yahudi erkeklerin dua şalı giymeleri adettendir. Bu özel şalın geceleri giyilebildiği tek durumun bu olması enteresandır. Firavunlar çizgili baş örtüsü takıyorlardı. Yahudilerin tıpkı onlar gibi, aynı tarzda çizgili şal takmaları emredilmiştir. Tevrat'ta Çölde Sayım 15:37-38'de anlatılan bu uygulamanın kökeninin antik Mısır olduğu açıktır. Şöyle yazar:

"RAB Musa’ya şöyle dedi: “İsrail halkına de ki, ‘Kuşaklar boyunca giysinizin dört yanına püskül dikeceksiniz. Her püskülün üzerine lacivert bir kordon koyacaksınız."

Kol Nidrei ayini “bütün adaklar” anlamına gelir ve bir önceki yıl yaptıkları ancak tutamadıkları herhangi bir yemin konusunda bağışlanmaları için Tanrı'ya yalvaran katılımcılara atıfta bulunur. Bu, Akhenaton'un adak verme eğilimini, bu yeminleri tutma arzusunu ve herhangi bir nedenle onları bozmuş, tutamamış olsaydı yaşayacağı varsayılan suçluluğu hatırlatır.

Akhenaton'un sözlerini doğrudan Amarna Erken Bildiri Sınır Dikilitaşı'ndan okuyalım: "İşte, Aten için bir Ufuk olarak onu (Amarna'yı) yapacağım" diyerek bu konuda bir yemin ediyorum."

Daha sonra, tamamen Aten'e ait olan şehrinin sınırlarını asla terk etmeyeceğini beyan eder: “İşte bu gerçek yeminim… O babam Aten'e ait... Babam Aten için yaptığım bu yemini görmezden gelmeyeceğim.”

Beyaz keten ile ilişkilendirilen Yom Kippur'da yankılanan başka bir tema vardır: ışık - özellikle de Tanrı'nın ışığı. Örneğin Mezmurlar 27:1'de şunlar yazar: “RAB benim ışığım, kurtuluşumdur,
Kimseden korkmam..."

Sayılar 6:25'te Musa'nın söylediğine bakalım: “ RAB aydın yüzünü size göstersin ve size lütfetsin.”

MÖ 7. yüzyılda İsrail'de iki küçük parşömen üzerine yazılmış bu ayet şimdiye kadar bulunan en eski Tevrat ayetidir. Parıldayan tanrısal bir yüz fikri söz konusu olunca babası Aten'in ışığına tapmakla tanınan Amarna'yı ve Akhenaton'u hatırlamak gerekir.

Yom Kippur'daki sabah duası olan Şahkarit sırasında Şema'dan önce okunan ilk kutsama olan Yotzer Or Blessing yani “Işığın Yaratıcısı”na bakalım. Akhenaton'un tapınaktaki baş hizmetçisi Panehesy, kahyası Tutu, amcası ve generali olan Ay'ın türbelerindeki yazıtlardan bazı satırlar ile Yahudi duasını karşılaştıralım. (Kırmızı renkli yazılar Yahudi duası, diğerleri antik Mısır)

Kutsalsın, Tanrımız Rab, evrenin Kralı.
Güzel görünüyorsun (yükseliyorsun) cennetin ufkundan, Ey Yaşayan Aten, hayat veren Kral,

Işığı oluşturan ve karanlığı yaratan,
Eylemlerin olmadığında toprak karanlıktır, sen kalktığında toprak aydınlanır…

Barışı sağlayan ve her şeyi yaratan,
Barış içinde hoş geldiniz, barışın efendisi! Sen yarattıklarının hepsinin efendisisin.

Yeryüzüne ve üzerinde yaşayanlara merhametle ışık veren,
Uzakta olsan da, ışınların yeryüzünün üzerinde ve algılanıyorsun,

Ve O'nun iyiliğiyle her gün, sürekli olarak yaratma işini yeniler,
Ey her gün kendi kendine doğan, Yaşayan Aten! Sen ortaya çıktığında her ülke şenlik içindedir. [9][13][14]

Yom Kippur'un tam olarak başlangıcının işareti Güneş'in batışıdır ve bu durum hahamlar tarafından kesin olarak kaydedilir. Güneş arkalarında batarken dua eden Ortodoks Yahudilerin görüntüsü Yom Kippur'un klasik görüntüsü haline gelmiştir.

Gün doğumu ve batımının tam olarak ne zaman gerçekleştiği, namazlarını onların etrafında planlayan Yahudiler için hayati derecede önemlidir. Bu zamanlar İbranice'de "zmanim" olarak adlandırılır ve her yıl dikkatlice hesaplanır. Bu sayede Tora'nın çeşitli "mitsvalarını"* yani emirlerini tamamlayabilecekleri dönemleri belirlerler.

Zmanim'in en göze çarpan özelliği, şafak, gün doğumu ve hatta aralarındaki dönemi ayırt edebilmeleridir. Şafağa "Alos Haşaçar" denir ve gerçek güneş diski deniz seviyesinin üzerinde göründüğündeki gün doğumuna "Haneitz Haçama" denir. Aynı şekilde, akşam, Şıkiyas Haçama, güneş diskinin tamamen kaybolduğu andır ve resmi olarak Yahudi gününün sonunu işaret eder.

Öğlen veya gün ortası adları, Mısır güneş tanrısının üç eski yönünü veya tezahürünü yansıtan Çatzos olarak adlandırılır: Şafakta Khepri, öğlenleyin Ra ve alacakaranlıkta Atum.

Bunlar Kral Davud'un dua vakitlerinde tekrarlanan temalardır. Mezmurlar 55:17'de yazdığına göre Davut "Sabah, öğlen, akşam kederimden feryat ederim, O işitir sesimi." demektedir.

Güneş ışığına ve güneş diskine olan bu odaklanma şaşırtıcı şekilde Akhenaton'un Aten kültünü andırır. Çoğu bilgin, Mısır gününün özellikle de Amarna'da gün doğumundan ziyade güneşin doğuşundan önce, şafakta başladığı konusunda hemfikirdir.

Yazıtlardan okuyalım: “Ufukta yükseldiğinde ona hayran ol, ey yüce Aten!” , "Selam sana gökte yükselen ve şafak vakti göğün ufkunda parlayan!" , “Ta ki senin dirilişinde ve bulunduğun yerde şenlik yapılsın.”

Güneş diskinin yani Aten'in kendisinin ortaya çıkması ve kaybolması, uzaklardaki büyülü yer olan Akhet'e gitmesi veya ufka doğru hareket etmesi Akhenaton için en önemli konulardandı. Tevrat bu odağı sabah, aydınlık, gün batımı ve tanrının kutlanması üzerinden ele alır. Örneğin, Mezmurlar 5:3'de “Sabah sesimi duyarsın, ya RAB, Her sabah sana duamı sunar, umutla beklerim.” , 97:11'de “Doğrulara ışık, Temiz yüreklilere sevinç saçar.” yazar.

Akhenaton tarafından ortaya atılan tüm dünya için ışığı ve yaşamı yaratan tek ebedi Tanrı fikri Musa'nın Tora'sının ilk katmanlarına nüfuz etmiştir. Akhenaton'un doğru söz, doğru eylem, saf güdüler ve sevgi dolu bakmak - gibi hepsi ilahi ışık başlığı altında sınıflandırılan orijinal fikirleri genel olarak Yahudiliğin, özellikle Yom Kippur'un temel nitelikleri olmaya devam ediyor. Yahudiler bugün hala 3.000 yıl önceki Mısır inanışlarını kutluyorlar.

BİLDİĞİMİZ SELÇUKLULAR’IN BİLMEDİĞİMİZ YÖNLERİ - 1

Yazan: Sedat Karadayı
BİLDİĞİMİZ SELÇUKLULAR’IN BİLMEDİĞİMİZ YÖNLERİ

SELÇUK BEY VE OĞULLARI-I

Yazının başlığı anlaşılması zor olabilir ancak Selçuklu gibi oba beyliğinden imparatorluğa kadar çıkabilmiş bir topluluğun, bir türlü iç dinamiğinde yapılanamaması bu yazının konusudur.

Dönemin güçlü Türk devleti Hazar Kağanlığıydı. Kafkasya’dan Karadeniz’in kuzeyine doğru uzanan topraklarda hüküm sürmekteydiler. Komşu Türk devletleri içinde Karahanlılar ikinci sırayı alıyordu. Oğuz boyları Çin’de hanedanlık kuran Moğol kökenli Karahitayların baskısından batıya doğru göçmek zorunda kaldılar. Küçük boylar, obalar ve beylikler halinde batıya göçen Oğuz Türkleri yerleşik düzene geçmiş Türk devletlerine hizmet ederek topraklarında yer ediniyorlardı. Hazar denizinin batı kıyılarında yerleşmiş Oğuz Yabguluğu bu tür bir topluluktu. İdari yönden Hazar Kağanlığına bağlı olup onların ordularında hizmet ediyorlardı. Dukak Bey de bu boylardan Kınık boyuna ait bir asker olup, Hazar Kağanlığına bağlı Oğuz Yabgusunda Subaşı (Ordu Komutanı) olarak görev yapmaktaydı. Ok atmada ve yay kullanmadaki maharetinden dolayı ona “Temür Yalıg” (Demir yaylı) lakabı takılmıştı. Onun bu yeteneği oğlu Selçuk tarafından devlet kurulduktan sonra devletin bayrağında canlandırılmaya devam edecekti. Bu yüzden Büyük Selçukluların bayrağı gerilmiş bir yay ve yaya takılı ok olarak resmedilmişti. Dukak Bey çok zeki, savaşma konusunda cesur ve atak aynı zamanda sert mizaçlı lafını esirgemeyen biriydi. Hazar Yabgusu önemli kararları ona danışmadan almazdı. Dukak 924 yılında öldüğünde birçok Türk gibi o da Göktengri inancına sahipti.

Dukak’ın bilinen tek bir oğlu vardı; Selçuk Bey (İsmi aslında Eski Türkçede Selçûk olarak yazılır ve okunur) babası öldüğünde 23 yaşındaydı. Selçuk Bey de babası gibi Subaşı olma arzusundaydı ancak gençliğinden ve deneyimsizliğinden dolayı bir gün bir toy (toplantı) sırasında oturmaması gereken seviyede bir yere oturunca amacı ortaya çıkmış oldu. Yabgu ile mücadele edemeyeceği için kendisine bağlı birlikleri de alıp Oğuz Yabguluğunun kışlağı olan Hazar ile Aral arasındaki Yenikent’i terk ederek daha doğuya gidip Aral gölünün doğu kıyısındaki Cend kentine yerleşti.

Selçuk Bey Hazar Kağanlığındaki yaşamı süresince onlara özenerek bir devlet kurma hevesine sahip olmuştu. Onun düşüncesine göre sağlam ve güçlü bir devletin ordusu, hazinesi ve sarayı olabileceği gibi bir de dini olmalıydı. Üstelik bu din, Hazar Kağanlığı gibi güçlü bir devletin dinine (Musevi) benzer bir din olmalıydı. Bundan sonraki hayatında Selçukluların oluşum ve gelişiminde ilişkide bulundukları devletlere özenerek aldıkları değerlere şahit olacağız. Önce Hazar Kağanlığından Museviliği alarak oğullarına Tevrat’tan isimler koydular. Daha sonra Süleyman ya da Davut Yıldızı diye bilinen 6 köşeli yıldızı 8 köşeli yaparak kullandılar. Samaniler ile iş birliğine girdikten sonra Müslümanlığı tercih ettiler. İran’da kaldıkları yıllar boyunca sarayda Türkçe yerine Farsça konuştular, isim olarak Fars isimleri ve unvanları kullandılar. Anadolu’ya geçen Selçuklular da Bizans’ın daha doğrusu Roma’nın çift başlı kartalını alıp bayraklarına koydu.

Selçuk Bey, Cend’e yerleştiğinde komşuları doğuda Türk, Karahanlılar güney doğuda ise Fars, Samaniler idi. Samanilerin ötesinde ise bir başka Türk devleti Gazneliler bulunuyordu. Tarihi iyi inceleyecek olursak birkaç Türk ve Türk olmayan devletlerin bulunduğu ortamda her zaman Türkler birbirine düşman olmuşlar, Türk olmayan devletlerle de dostluk ilişkileri kumuşlardır. Selçuklularda da daha farklı bir durum olmadı. Selçuklular, Karahanlılar ve Gazneliler ile düşman olup savaşırken, Samanilerle dost olup iyi ilişkilerde bulundular.

Samaniler Karahanlılardan baskı gördükçe Selçuk beyden yardım istiyordu. Selçuk Bey istenen yardımı geri çevirmedi ve verdiği destekle Samanileri Karahanlıların elinden kurtardı. Karşılığında ise Samanilerden Buhara ve Semerkand gibi kentleri alarak devletini kurmaya başladı.

Selçuk Beyin 4 oğlu oldu. Bunlar; yaş sırasına göre Mikail Yabgu, İsrail Yabgu (Arslan Yabgu), Musa Yabgu (İnanç Bey) ve Yusuf Yinal Bey idi. Selçuk Bey Hazar Kağanlığının etkisinde kalarak doğan çocuklarına Türk isimleri ile beraber Tevrat’ta yazan kutsal isimlerden de vermişti. Ancak bir süre sonra Samanilerle olan yakın ilişkileri ve Hazar Kağanlığından kopuşu sonrasında İslam’a yakınlaşmış ve Müslümanlığı tercih etmişti. Bu dönemden sonra torunlarının isimlerinin İslami tarzda olmasına dikkat etti.

Selçuk beyin sağlığında oğulları kendi aralarında iyi geçinmeye dikkat ediyorlardı. Ancak Selçuk Beyin vefatından bir süre sonra kardeşler arasında anlaşmazlıklar ortaya çıkar oldu. Özellikle de torunlar olgunlaşıp yetki sahibi olmaya başladıklarında fikir ayrılıkları su yüzüne çıktı. Selçuk Bey’in oğulları ve torunları arasında hırstan kaynaklanan bir çekememezlikleri vardı. Oğullarından her biri, hatta oğullarının oğulları ve dahi onların da oğulları kendini güçlü ve haklı gördüğü için tahtta hak iddia ediyorlardı.

Oğulların yaşça en büyüğü Mikail Yabgu idi. Mikail Yabgu sık sık babası Selçuk Bey ile savaşlara katılırdı. Beraber savaştıkları bir kale kuşatmasında Mikail Yabgu öldü. Mikail Yabgu ölünce dul kalan eşi küçük kardeş Yusuf Yınal ile evlendirildi. Yusuf Yınal’ın sonradan eşi olan yengesinden İbrahim Yinal dünyaya geldi. Böylece kuzen olan Çağrı, Tuğrul ve İbrahim aynı zamanda kardeş de olmuşlardı.

Diğer adı da İsrail olan Arslan Yabgu, oğullar içinde en cesur en savaşçı olanıydı. Selçuk Bey Arslan Yabgu’yu Samanilere yardım etmesi için görevlendirmişti. Yukarıda anlatılan Karahanlıları yenmesi ve Semerkand ile Buhara’nın alınması bu zamana rastlar. Arslan Yabgu ve oğulları Karahanlıları alt ederken bu arada önce Mikail Yabgu ardından da 1009 yılında Selçuk Bey ölünce Selçukluların tahtına Arslan Yabgu geçti. Selçukluların hızlı yükselişi ve Arslan Yabgu’nun müthiş savaşçılığı ve cesur hareketleri Gazneli Mahmud’un dikkatini çekmişti. Bir gün bir ziyafete çağırdığı Arslan Yabgu ve oğlu Kutalmış’ı tutuklayarak Hindistan’daki Kalıncar Kalesine hapsettiler. Böylece Selçukluların idaresi boşa çıkınca Mikail Yabgu’nun oğulları Çağrı ve Tuğrul yaşça daha büyük olduklarından devletin yönetimini ele aldılar.

EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-13

Yazan: Sedat Karadayı
EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-13
CIA’İN LATİN AMERİKA OPERASYONU : “CONDOR PLANI”

1953 yılında Küba’nın Castro ve devrimci milisler sayesinde sosyalist rejime geçmesiyle ABD çevresinde ve kıtasında sosyalizm ve komünizme karşı tedbirler almaya başladı. Bu doğrultuda Latin Amerika ülkelerinde CIA tarafından verilen desteklerle birçok ülkede askeri darbeler (CIA’in standart operasyonu) olmuş ve ordu yönetime el koymuştu. Paraguay 1954’te, Brezilya 1964’te, Arjantin 1966’da, Uruguay 1971’de, Bolivya 1973’de, Şili 1973’de ordu yönetimine girmişlerdi. Bu ülkelerin temsilcileri, 1975 yılında Santiago’da toplanıp komünist ve kendilerine muhalif olan herkese karşı birleşme ve ortak hareket etme kararı aldılar. Bu karardan sonra pek çok Latin Amerika ülkelerinde ne devrimci ne sosyalist ne muhalif hatta ne de halkçı rahipler kalmamış ve ortadan kaybolmuşlardı. Hikâyenin tamamı şöyleydi;

25 Kasım 1975 tarihinde Şili devlet başkanı General Augusto Pinochet’in 60. Yaş gününde Arjantin, Bolivya, Şili, Paraguay ve Uruguay askeri istihbarat servislerinin liderleri, Şili istihbarat servisi DINA’nın başkent Santiago’daki merkezinde resmi bir toplantı yapıyorlardı. CIA’in önerisi ile tüm bu devletler adını “Condor Planı” koydukları bir operasyon üzerinde antlaşmışlardı. Hükümetlerin temel amaçları kendilerine karşı muhalif olan herkesi ortadan kaldırmalarıydı. Bunlar sosyalist ya da komünist örgütler olabildiği gibi, silahlı gruplar, muhalefet partileri hatta halk için hak arayan rahip, rahibe, üniversite profesörleri bile olabiliyordu. İktidardaki yöneticiler kendi pozisyonlarını korumak için aldıkları bu kararla aynı zamanda ABD ve CIA’de hizmet edebileceklerdi.

3 Ağustos 1976 tarihinde ABD’nin Latin Amerika’dan sorumlu Dış İşleri Bakan yardımcısı Harry W. Shlaudeman, Kissenger’a verdiği bir raporda Güney Amerika’daki askeri rejimlerin toplanarak sosyalizm ve komünizme karşı birleştikleri, bu konuda örgütsel çalışmalara katılmış devrimcilerin kendi ülkelerinde veya yabancı ülkelerde bulunup öldürülmesinin kararını aldıkları yazılıydı.

Arjantin

24 Mart 1976’da General Jorge Rafael Videla komutasındaki askeri cunta Arjantin’de sivil yönetime el koymuştu. Askeri cunta Condor Planına bağlı kalarak 1983 yılına kadar iktidarda kaldılar. Arjantin’in SIDE isimli gizli istihbarat kurumu pek çok “Desaparecidos” (Kaybolanlar) olayını, bazı general ve milletvekillerinin öldürülmelerini, Şili Gizli İstihbarat örgütü DINA ile beraber organize etmişlerdi. Onlara Bolivya’dan General Tejada ve İtalyan Galadio çalışanı Stefano Delle Chiaie ile Nazi savaş suçlusu Klaus Barbie de Charly Operasyonu adı verilen bir kokain transferi ile yardımcı olmuşlardı.

Condor Planına uygun olarak yapılan kaçırma ve öldürmelerden sonra çocuklarından haber alamayan bir grup anne, Nisan 1977’de “Plaza de Mayo Anneleri” adı ile birlik oluşturarak her Perşembe günü meydanda Casa Rosada’nın önünde eylem yapmaya başladılar. Aralık 1977’de 2 Fransız rahibe, Plaza de Mayo Annelerinin bazı kurucularının kaybolduğunu uluslararası ortamda medyada haber olmasını sağladı. 1977 yılının sonlarına doğru Buenos Aires’in güney sahillerine vuran cesetler birçok konuyu açıklığa kavuşturuyordu. Cesetler “Ölüm Uçuşları” kurbanlarıydı. Ölüm uçuşları ilk kez Fransızlar tarafından Cezayir’de özgürlükçü milislere karşı uygulanmıştı. Uçağa alınan kişi kıyıdan açığa kadar uçurulup daha sonra denize bırakılarak öldürülüyordu.

1983 yılında Arjantin’de yeniden oluşturulabilen demokrasiden sonra kurulan hükümet Ernesto Sabato başkanlığında kurduğu komisyonla gizli hapishaneleri, ölüm mangalarını ve rejim kurbanlarını yaşadıkları sıkıntıları ortaya çıkardı. Başkan Videla ile beraber birçok subay tutuklanarak müebbet hapisle cezalandırıldılar. Ancak ordudan gelen baskılar sonucunda Raul Alfonsin hükümeti 2 tane af yasası çıkartarak suçluların serbest kalmasını sağladı. Demokrasinin kurulmasından sonra Arjantin’de ABD karşıtlığı had safhalara vararak ABD vatandaşlarına saldırılar düzenlenmesi artmıştı. Bu yüzden ABD, Arjantin ordusuna silah yardımı yapmayı durdurdu. 1990 yılında CIA’in gizlice silah yardımı yaptığı ortaya çıkınca Bill Clinton hükümeti ABD’nin “Kirli Savaş” (Arjantin’de cuntaya karşı verilen mücadele) ve “Condor Planı” konularında Arjantin ile ortaklaşa davrandığını ve suç ortaklığı yaptığını gösterir belgelerin gizliliğini kaldırarak her şeyin ortaya çıkmasını sağladı.

İtalyan Gladio elemanı Chiaie Aralık 1995’de Roma’da yargılandığı mahkemede karıştığı suikastleri itiraf etti. 27 Mayıs 2016’da 15 eski askeri subay yargılandığı mahkeme tarafından suçlu bulundu. Diğer 16 subayın 14’ü 8-20 arası hapis cezasına çarptırıldı, 2 kişi beraat etti.

Paraguay

General Alfredo Stroessner 1954 yılında ABD’nin desteğiyle askeri diktatör olarak Paraguay’da yönetime el koydu. ABD ordusu subayları diğer ülkelere göre Paraguay’da daha serbest hareket edebiliyorlardı. Yarbay Robert Thierry Condor Planı kapsamınca inşa edilen “La Technica” binasının yapımının koordine edilmesini sağlamıştı. La Technica aslında bir sorgulama merkezi olarak planlanmıştı fakat uygulamada işkence merkezi olarak faaliyet gösteriyordu. Gizli Polis müdürü Pasto Colonel yönetiminde bu merkezde kurbanlar kusmuk ve insan dışkısı dolu havuzlara sokuluyor, makattan elektrik verilerek şoka sokulması sağlanıyordu. Komünist Parti sekreteri Miguel Angel’in uzuvları elektrikli testere ile kesilirken, başkan General Stroessner telefondan çığlıklarını dinliyordu. Ayrıca kurbanların işkence sırasında sesleri kaydedilerek daha sonra ailelerine dinletiliyordu.

Harry Shlaudeman’ın Kissenger’a verdiği raporda Paraguay askeri cuntasını karikatürlerden çıkmış 19. Yüzyıl askeri rejimlerine benzetmişti. Raporda Paraguay'un siyasi kültürünün demokrasiden uzak olduğu da belirtiliyordu.

ABD, burnunun dibindeki Küba’yı Sovyetler Birliğine kaptırınca diğer Latin Amerika devletleri üzerindeki kontrollerini artırma gereği hissettiler. Ülkeler birer birer askeri ihtilallerle yönetim değiştirirken CIA yardımlarını esirgemedi. Bir süre sonra askeri yönetime geçen ülkeler yurt dışına kaçmak zorunda kalan muhalifleri gittikleri yerde suikastlerle öldürmeyi planlamışlardı. Bu amaçla 1970 yılında gizli istihbarat merkezleri toplandığında ABD de CIA ile aralarına katılarak Condor Planı adıyla bir operasyonu uygulamaya koydular. Bu toplantıdan sonra Arjantin, Şili, Peru, Paraguay, Uruguay, Bolivya hatta Brezilya da dahi ölümler, kaçırılmalar, suikastler sıradan olaylar haline gelmişti. Zamanla ülkelerin aşırıya kaçmaları sonucu ABD’nin desteğini çekmesi (CIA’in destek vermeye devam ediyordu)sonucunda ülkeler demokratik rejimlere kavuştular. CIA’in gizlice destek vermesi ortaya çıkınca Bill Clinton Condor Planı konusundaki belgelerin gizliliğini kaldırdı. Böylece Latin Amerika ülkelerinde yapılan tüm kanun dışı olaylar açığa çıktı. 1975-1995 yılları arasında Türkiye’de meydana gelen suikastlere benzer olayların yaşandığı Latin Amerika ülkelerinden Şili’de bunlar yaşanmıştı;

ŞİLİ

1998 yılında Augusto Pinochet Londra’da tutuklandığında Condor Planı ile ilgili yeni bilgiler çıkmıştı. Şili’de tutuklu bulunan İspanyol hâkim Baltasar Garzon’un iadesini isteyen avukatlardan biri, başarılı ya da başarısız birçok suikast girişimini ortaya çıkardı. Şilili hâkim Juan Guzman “Kalıcı kaçırma” suçu ile ilgili verdiği kararda kaçırılıp öldürüldüğü düşünülen kişilerin cesedi bulunmadıkça zaman aşımına uğrayamayacağını açıkladı. Böylece hiç kimse aftan yararlanamadı. Kasım 2015’te Şili hükümeti Pablo Neruda’nın Pinochet rejimi üyeleri tarafından öldürülmüş olabileceğini kabul etti.

General Carlos Prats: Prats ve eşi Sofia 30 Eylül 1974’te sürgündeyken Buenos Aires’te araçlarına yerleştirilen bombanın patlamasıyla öldürülmesi hakkında Şili istihbarat örgütü DINA sorunlu tutuldu. Bu konuda Pinochet’in yargılanması istenirken hâkim Solis, dokunulmazlığını kaldırmayınca onun yargılanması yapılamadı. Ancak DINA liderlerinden eski ve yeni şef ile bazı DINA görevlisi Generaller yargılandı. Ajan Enrique Clavel cinayetten suçlu bulundu.

Bernardo Leighton: Bernardo ve eşi sürgünde bulundukları İtalya’da 6 Ekim 1975’te uğradıkları suikast girişiminde yaralı kurtuldular. Bernardo ağır yaralandı, eşi ise sakat kaldı. ABD’de gizliliği kaldırılmış Ulusal Güvenlik Arşivindeki belgelerden edinilen bilgilere göre ABD’li Michael Townley ile 2 Şilili DINA ajanı Madrid’te, Franco ve İspanyol gizli polisin desteği ile buluşup Bernardo Leighton suikastini planlamışlardı.

Orlando Letelier: 21 Eylül 1976’da eski Şili büyükelçisi ve Pinochet’ye muhalefet liderlerinden Orlando Letelier arabasına yerleştirilen bombanın patlaması sonucu Washington’da öldürüldü. O sırada ön koltukta oturan Roni Moffit de öldü. Arka koltukta oturan Moffit’in eşi sağ kurtuldu. Orlando Letelier’in oğlu Francisco Letelier Aralık 2004’te Los Angeles Times gazetesine verdiği demeçte babasının suikastinin Condor Planının bir parçası olduğunu açıklamıştı. ABD’li Michael Townley Letelier’in ölümünden Pinochet’yi suçlarken arabasına patlayıcı düzeneği kuran 5 Castro muhalifi Kübalı sığınmacıları kendisinin tuttuğunu itiraf etti.

Los Quemados (Yananlar): Temmuz 1986’da fotoğrafçı Rodrigo ve Carmen Pinochet’ye karşı düzenlenmiş bir sokak protestosunda canlı canlı yandılar. Rodrigo’nun öldüğü, Carmen’in bazı ciddi yanıklarla kurtulduğu olayı Pinochet onların terörist olduklarını ve ellerindeki Molotof kokteylden dolayı yandıklarını açıkladı. Olay ABD’de çok ses getirmişti. Bu olay sonrasında Reagan Pinochet’ye olan desteğini çekti.

Operacion Silencio (Sessizlik Operasyonu): Pinochet ve rejimi Şili’de meydana gelen olaylardaki suçluların ve tanıkların Şili dışına çıkartılarak hakimlerin soruşturmalarını engellenmesini sağlayan bir düzenlemeydi. Bu operasyona Paraguay’da bulunan “Terör Arşivleri”nin getirdiği etkiden bir yıl sonra başlandı. Ülke dışına kaçırılan bazı tanıkların daha sonra cesetleri bulundu. Bazıları tanınamayacak kadar bozulmuştu.

Colonia Dignidad (Haysiyet Kolonisi): Diğer adı “Villa Bavyera” idi. Şili’nin Parral kenti sınırları içinde ama kentin 35 km dışındaki kırsal alanda ırmak kenarında tamamen izole edilmiş şekilde kurulmuş bir merkezdi. 1950 yılında Almanya’dan kaçan Nazi subayı Paul Schaefer merkezin kurucusu ve kutsal lideriydi. Bu merkezin bir benzeri Salvador Allende yönetimini devirerek iktidarı ele geçiren Augusto Pinochet tarafından Santiago’nun 500 km güneyinde 13 hektarlık bir alanda kurulup başına Paul Schaefer getirildi. Paul Schaefer’in liderliğini ve yöneticiliğini yaptığı merkezde kendine bir cemaat kurmuştu. Kolonide yaşayan çocukların birçoğu küçük yaşlarda zorla alıkoyuluyordu. Daha çocukken cinsel istismara uğrayan çocuklar yetişkinliklerinde dahi koloni dışına çıkmalarına izin verilmiyordu. Pinochet yönetimi tarafından türlü nedenlerle kaçırılanlar bu koloniye getirilip işkence altında sorgulanıyorlardı. Kaçırılıp buraya getirilenlerin çoğundan haber alınamadı. Yer altındaki gizli tünellerde yapılan işkencelerden sonra birçok kurban da akıl sağlıklarını kaybetti. Merkez aynı zamanda Şili Gizli İstihbarat Servisi DINA’nın kimyasal silah geliştirme merkezi olarak kullanılmaktaydı. Kimyasal silahlarla ilgili olarak Almanya’dan kaçan eski Nazi yetkilileri çalışıyorlardı. Ölüm Meleği olarak tanınan Nazi araştırma doktoru Josef Mengele’nin birçok deneyi burada yaptığı biliniyordu. Pinochet’nin devrilmesinden sonra Paul Schaefer 1997’de ülkeden kaçmasına rağmen 2005’te yakalandı ve hakkında açılan davalardan 33 yıl hapse mahkûm olduğu hapishanede 2010 yılında ölü olarak bulundu. Aynı yılın başında ABD’de tanık koruma programında olan Michael Townley Colonia Dignidad ile ilgili ciddi açıklamalar yapmıştı. Townley bu merkezde kimyasal suikastçı Eugenio Berrios ile beraber çalışmıştı. Colonia Dignidad daha sonra üniversiteye hazırlık için öğrencilerin kalacağı konaklama merkezi haline getirildi.
Yazan: Sedat Karadayı

ŞAMAN KESKİNDİL & AYZIT | YOBAZ - 1 (RUBAİ)


ŞAMAN KESKİNDİL & AYZIT | YOBAZ - 1 (RUBAİ)

Şaman Keskindil rubailerinin 2. bölümü ile sizlerleyim.

Edebiyat, mizah, sanatı harmanlayarak rubailer okuyan, geleneksel, mitolojik motiflerimizi taşıyan şamanın yanına Türk mitolojisinde aşkın ve güzelliğin simgesi olan kuğu tanrıça Ayzıt'ı ekledim.

Çizimleri, tasarımları, animasyon sürecini vs. tek başıma yapıyor olduğumdan bu çalışmayı hazırlamam yine 1 ay kadar sürdü :) Evet, pek izlenmeyeceğini biliyor olsam da yine de zaman harcayarak yeni bölümü yapmak istedim. Ayzıt içime sinene kadar üzerinde kaç kez değişiklik yaptım hatırlamıyorum bile. Umarım beğenirsiniz.

Daha çok kişiye ulaşması için desteğiniz, video linkini paylaşmanız, beğenip yorum atmanız oldukça önemli. Hepinize teşekkür ederim. Sağlıcakla kalın.

Yayıncılığıma ve çalışmalarıma destek olmak için:
●► Patreon'dan ya da Katıl'dan üye olabilirsiniz
Patreon | ● Katıl

EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-12

Yazan: Sedat Karadayı
EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-12
ABD OPERASYONLARI “ORTADOĞU-İSRAİL”

MS 100’lerde Roma İmparatorluğunun Yahudileri yaşadıkları topraklardan atması ile İsrailoğulları tüm dünyada kabul edildikleri yerlerde diasporada yaşamak zorunda kaldılar. Gittikleri ülkelerin halkları Yahudilere toprak vermedikleri için üretimde bulunma şansları olmadı. Zorunlu olarak serbest ticaretle uğraşmak zorunda kaldılar. Bu zorunluluk onlara gelecekte para ve finansman konularında dünyanın önde gelen tüccarları yapacaktı.

1800’lü yıllarda sanayi devrimi ile beraber üretimde en önemli faktör olan enerji kaynaklarından petrolün keşfi, Orta Doğu’yu sanayide gelişmiş Emperyalist devletlerin gözünde en değerli coğrafya yapmıştı. Orta Doğu’da söz sahibi olan Osmanlı İmparatorluğu, adı geçen dönemde ekonomik açıdan zayıflamış, askerî açıdan bitkin durumdaydı. Dönemin en güçlü devleti olan Emperyalist Britanya Krallığı bu topraklara göz dikmişti. Britanya Krallığı amacına ulaşmak için Yahudilerin Siyonist lideri Theodor Herzl ile iş birliği yaptı. Plana göre Osmanlı İmparatorluğundan satın alınacak Kudüs topraklarına Yahudilerin yerleştirilmesi sağlanacaktı. 1870’li yıllarda Rusya’da tarımla uğraşan Yahudilere yapılan baskılardan sonra bir kısım Yahudi ABD’ye göç etti. Bir kısmı da Theodor Herzl’in önerisi ile Kudüs’e, vaat edilmiş topraklara yerleşerek tarım çiftlikleri kurmayı başardılar. Bu göç 1896 yılına kadar devam etti. 1896 yılında Theodor Herzl, II. Abdülhamit ile görüşüp Yahudiler için arazı satın alınması teklifini sundu. II. Abdülhamit’in cevabında 3 şartı vardı. Toprak vermeyi seve seve kabul edecekti ancak;

1. Yaklaşık 20 milyon sterlin tutan dış borçlarının tamamı Yahudiler tarafından ödenecekti.

2. Yahudilere yerleşmeleri için Kudüs’te değil Suriye’de toprak verilecekti.

3. Verilen topraklarda Yahudiler devlet kuramayacaklar, Osmanlı tebaasında yaşayacaklardı.

Theodor Herzl ihtiyaç olan parayı 5 yıl içinde toplayamadı. Osmanlı’nın borcu da 5 yıl sonra eskisi kadar kalmadığı ve taraflar verilen sözleri yerine getirmemiş olduğu için 1901 yılında II. Abdülhamit aralarındaki anlaşmayı iptal etti.

Alman İmparatorluğunun büyük bir gelişme gösterdiği 1910’lu yıllarda iki güçlü devlet Alman ve Britanya İmparatorlukları 1. Dünya savaşının çıkmasını organize ettiler. Her ikisinin de amacı Orta Doğu’yu ele geçirmekti. Osmanlı İmparatorluğu öncelik olarak İtilaf devletleri ile ortak olmak istemesine rağmen İngiltere ve ortakları Fransa ile Rusya, Osmanlı’yı aralarına kabul etmedi. Biraz zorunluktan biraz da Enver Paşa’nın yönlendirmesi ile Osmanlı devleti, Almanya saflarında İttifak kuvvetlerine katıldı. Savaşın kilitlendiği bir sırada ABD’nin İngiltere ve Fransa’ya destek vermesi ile İtilaf Kuvvetleri galip çıktıkları savaştan sonra Orta Doğu’yu aralarında paylaştılar. Büyük payı ele geçiren Britanya Krallığı Orta Doğu’da kendi hakimiyetini sürdürebileceği yeni devletlerin başına yeni krallar oturttu. Britanya Krallığı, mandası altındaki orta doğu topraklarında Irak, Suriye, Ürdün gibi coğrafyalarda kralları seçerek devletlerin kuruluşunu tamamladı. Fakat Filistin için henüz devlet kurma söz konusu değildi çünkü Yahudilerin bölgeye yerleşimleri sürmekteydi. Yahudilerin bölgedeki varlığı Britanya Krallığı için çok önemliydi çünkü Müslüman Araplara güven zorluğu yaşıyorlardı.

1917 yılında Britanya Krallığı Dış İşleri Bakanı Arthur Balfour tarafından hazırlanan Balfour Deklarasyonu ile Britanya Krallığı kontrolünde Filistin ve Yahudiler, BM’de temsil edilmeye başlandı. II. Dünya savaşı süresince Nazi Almanya’sının Yahudilere soykırım uygulaması ile Filistin’e büyük miktarlara varan Yahudi göçü oldu. Başlangıçta İngiltere’nin de desteklemesine rağmen Araplardan gelen itirazlardan sonra Yahudi göçleri durduruldu.

1946 yılından itibaren ABD’den Filistin topraklarına milis kuvvetlerinde görev almaları için Yahudi gençlerinin göç dalgası başladı. Aynı yıl kurulan Yahudi milis kuvvetleri İngiltere’yi protesto etmek için King David Oteline bombalı saldırı düzenledi. Bu terör olayı gibi başka olaylarda da birçok sivil Arap öldü.

ABD artık devreye girmeye başlamıştı. II. Dünya savaşından bitik ve iflas etmiş olarak çıkan bir İngiltere, eskisi gibi Orta Doğu’da gücünü gösteremiyordu. ABD, Filistin’e gönderdiği Yahudi milislerin ve silahların dışında Birleşmiş Milletlerde de Yahudiler için faaliyetlerde bulunuyordu. Aslında yaptığı her şey kendi geleceği ve Emperyalist çıkarları içindi.

1947 yılının Kasım ayında BM’de alınan bir kararla Filistin’de toprakların %7’sine sahip olan Yahudilere %56 oranında toprak verdiler. Bu karar onaylanırsa 400 bin Filistinli İsrail topraklarında kalacaktı. Araplar karara itiraz edince İsrail ile aralarında savaş başladı. 14 Mayıs 1948 tarihinde ABD’nin önerisini destekleyen diğer milletler sayesinde Birleşmiş Milletler Arapların itirazını göz ardı ederek kararı onayladı. Aynı tarihte David Ben-Gurion İsrail Devletinin kuruluşunu ilan etti. Ertesi gün Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak orduları İsrail topraklarına girdi. 1949 yılının başlarında ABD Irak’ın dışında kalan Araplarla İsrail arasında arabuluculuk yaparak antlaşmalarını sağladı. Celile ve Necef İsrail’e, Yehuda ve Samiriye Ürdün’e, Gazze Mısır’a, Kudüs’ün doğu kısmı Ürdün’e batısı İsrail’e bırakıldı. Bu süreçte ABD tarafından desteklenen İsrail’in birkaç tane olan Siyonist Milis birlikleri 700 binden fazla Filistinliyi topraklarından kovdu. Deir Yasin köyünde yapılan katliamda 107’den fazla Filistinlinin öldürülmesi ve 600 kadar Filistin köyünün yakılıp yıkılmasıyla bölgede yaşayan Filistinliler de kaçtılar. Geride kalanlar ise İbrani isimleri kullanmak zorunda bırakılarak asimile edildiler.

İngiltere ile başlayan Yahudi göçleri ABD’nin devreye girmesinden itibaren bir devlet yapılanmasına dönüşmüştü. O günden sonra BM’i kullanan ABD, sanki hukuki bir düzenleme yapılıyormuşçasına küçük bir toprak parçasında kurulan İsrail devletini dönem dönem yapılan savaşlarda destekleyerek bugünkü sınırına getirdi. Daha önce paylaşmak zorunda kaldığı Kudüs’ün tamamını ele geçirerek devletin başkentini yine Birleşmiş Milletlerin kararı ile gerçekleştirdi. Ortadoğu’nun neredeyse tamamına hâkim olan ABD, bölgedeki tüm Arap devletlerinin İsrail ile barış içinde yaşamasını sağlarken Filistin ya da Filistinli diye tanımlanan ne toprak ne da halkın yaşamasına izin verdi.

İsrail en başından beri ABD için son derece önemli konumdaydı. O kadar önemliydi ki İsrail’in olduğu bölgede ondan daha güçlü başka bir devletin olmamasını garanti altına alması zorunluydu. Bu yüzden Türkiye üzerinde oyunlar oynayarak, sürekli ihtilaller yaptırarak, toplumda huzursuzluk yaratarak, ekonomiyi alt-üst ederek, dini ayrışımlar sağlayarak, terör örgütleri yaratıp destekleyerek ve TC Silahlı Kuvvetlerinin gizli bilgilerini (Kozmik Oda) ele geçirerek İsrail’in güçlü kalmasını sağladı.
Yazan: Sedat Karadayı

EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-11

Yazan: Sedat Karadayı
EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-11
ANTİKOMÜNİST HAREKETİN DİNSEL KURUMLARI : “GÜLEN’in SİYASİ FAALİYETLERİ”

Fethullah Gülen’in liderliğini üstlendiği örgüt birkaç isimle adlandırılmaktaydı. Örgütün amacına göre verilen isimlerin radikal İslam ve irtica faaliyetlerini yürütürken “Gülen Cemaati” deniyordu. Örgüt siyasal olarak partileri, orduyu ve devletin kurumlarını ele geçirme çalışmalarında adı “Gülen Hareketi” idi. Amacına ulaşmaya yaklaştığı sırada iktidar partisini destekleyerek devletin organlarını ele geçirme aşamasında ise “Paralel Yapılanma” adı ile ifade edildi.

Başlangıçta ABD’nin seçip görev verdiği Fethullah Gülen Cemaat yapılanmasını sağlamaya çalışıyordu. CIA tarafından seçilmiş olan Gülen, çocukluğundan itibaren Saidi Nursi öğretileri ile donanmış radikal İslamcı ve irticai faaliyetlerle uğraşan biriydi. Amacı Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuksal yapısını ortadan kaldırıp şeriat hükümlerine göre yaşanılan bir sistemin yerleşmesini planlıyordu. Amacına ulaşmak için camilerde mesleği olan vaizliği yaparak hedefindeki kitleyi etkilemeye çalışıyordu. Etkisi altına aldığı insanları gelecek bir zaman içinde ihtiyacı olduğunda kullanmak üzere kendine mürit yapıyordu. Çevresine kendisini İslam’da dünyayı kurtarmaya gelmesi beklenen “Mehdi” ilan ediyordu.

Hedef kitlesi önce gençlere sonra çocuklara doğru bir değişim gösterdi. İlk kez İzmir’de uygulamaya koyduğu gençlik kamplarını daha sonra orta dereceli okullar açarak genişletti. Okul faaliyetleri bir süre sonra ilkokul seviyesine kadar indi. Amacı, hedefine aldığı geleceğin örgüt elemanlarının daha çocukken yetiştirilmesiydi. Toplam sayısı 1000’i geçen eğitim kurumlarında, kadrolarını hazırladı. Bunun dışında üniversiteye hazırlık amacıyla kurslar ve yurtlar oluşturarak düşük gelirli halkın çocuklarını kolayca ağına düşürdü.

Fethullah Gülen irticai faaliyetlerine ABD güdümündeki 60 ihtilali ile başladı. O günlerde anti komünist hareketin bir parçası olarak dahil olduğu CIA organizasyonunda din faktörü ile sahneye çıkmıştı. 1980 yılına geldiğimizde yine bir ABD destekli ihtilalin yaşandığı çalkantılı dönemde yine irticai ancak bu kez bir eğitim organizatörü olarak ortaya çıktı. 2000’li yıllara doğru gelirken Gülen Hareketi devletin değişik katmanlarında yapılanma yolunda ilerledi. Özellikle Türk Silahlı Kuvvetler kendi istihbaratı sonucu edindiği verilere göre Fethullah Gülen’e engel olmaya çalışsa da dönemin ABD güdümündeki siyasi hükümetleri, aldıkları talimatlar doğrultusunda Gülen konusunda çekimser kalıyorlardı.

Fethullah Gülen siyasi anlamda ilk yakınlaşmasını 1970 yılından itibaren Erbakan ile sağladı. 1973 seçimlerinde Gülen cemaatinin, Erbakan’ın Milli Selamet Partisini desteklemesi ve partinin ses getirecek oy alması Erbakan ile Gülen’i birbirine yakınlaştırdı. Gülen’in MSP’yi desteklemesi, MSP’nin de Gülen’i desteklemesi anlamına geliyordu. Gülen tam da bu tarihlerde İzmir’de Kestanepazarı semtindeki camilerde yaptığı showlarla zengin iş adamlarını kendine bağlayarak bağışlar topladı. Bağış yapmak için yarışan insanlardan toplanan paralarla önce dershaneler açıldı ve ardı ardına çoğalan “Işık Evleri” kurulmaya başlandı. Sonra meşhur Ağlayan Çocuk resminin de kullanıldığı “Sızıntı” dergisi yayınlanmaya başlandı. Dergi uzaktan bakıldığında Tübitak benzeri bilimsel bir dergi gibi durmasına rağmen içeriği tamamen İslami tarzdaydı. Fizik, kimya, astronomi gibi bilim dallarına ilişkin yabancı dergilerden alınmış resimlerin ve yazıların arasında Saidi Nursi veya Fethullah Gülen’e ait sözler ve yazılar bulunuyordu.

Gülen’in MSP ile olan ilişkisi bir süre sonra bozuldu. Gülen’in ön plana çıkmaya çalışması, Erbakan’ın hoşuna gitmedi ve yolları ayrıldı. Gülen ise buna çare olarak tek bir parti yerine tüm partiler ile iyi geçinme yolunu seçti. Her yerde başbakan, cumhurbaşkanı ve parti liderleriyle boy boy fotoğraf çektirmesi bu döneme rastlar. Bu çalışmalarına rağmen TSK sayesinde Gülen Hareket istediği güce erişemiyordu. CIA ve Gülen 1980 sonrası Turgut Özal ve daha sonra kurulan sağ eğilimli hükümetlerde biraz daha başarı sağlayarak istedikleri bazı kadrolara adamlarını yerleştirdiler. Ancak yine de hedefe ulaşamamışlardı.

Gülen hedefine ulaşmak amacıyla bu kez DSP’yi kendine hedef aldı. DSP deneyimli siyasetçilerin bulunduğu SODEP karşısında yeterince güçlü olamamıştı. 87 seçimlerinde baraj altında kalarak meclise giremedi. 1991 senesinde bir tanıdık tarafından önerilen fakat gerçekte Gülen’in ajanı olan Hüsamettin Özkan DSP’ye girdi ve ilk seçimde seçilen 7 milletvekilinden biri oldu. CIA ve Gülen DSP’ye büyük yatırım yapmaktaydılar. Gülen, Afrika’daki okullardan gelen öğrencileri ile yaptığı “Türkçe Olimpiyatı” sayesinde seven sevmeyen herkesin gönlünü çalmıştı. Ecevit bu dönemlerde Gülen’e karşı tutuk davranıyordu. Ordunun verdiği raporlara rağmen Gülen’i (Hüsamettin Özkan’ın ısrarları ile) savunmakta ısrar ediyordu.

1999 yılında DSP’ye Fethullah Gülen’in diğer ajanı Tayyibe Gülek de (Kasım Gülek’in kızı) katıldı. Gelişmeler Gülen için güzel gittiğine dair bir görünüm sağlasa da askeri istihbarat sonucu Ankara DGM Başsavcılığı, Fethullah Gülen hakkında, anayasal düzeni değiştirmeye çalıştığı gerekçesiyle 19 Mart 1999 tarihinde soruşturma açtı. 1 ay sonra yapılan seçimlerde DSP en yüksek oyu aldı ve Bülent Ecevit uzun süreden sonra Başbakan oldu. Aynı yıl Apo Kenya’da yakalanıp (CIA yardımıyla) Türkiye’ye getirildi. Ancak buna rağmen yine de devletin içindeki organize yapı sayesinde ve kurumların birbiri ile ilişkisi nedeniyle Gülen Hareketi amacına ulaşamıyordu. 3 Ağustos 2000’de Savcı Nuh Mete Yüksel, Ankara 1 No’lu DGM’ye başvurarak Gülen’in tutuklanmasını istedi. Mahkeme talebi kabul etti ve 11 Ağustos 2000 günü Gülen için yakalama kararı verdi. Fethullah Gülen yakalanamadan sağlık bahanesiyle (İshak Alaton, Gülen için “Türkiye’de tedavi edilemez” raporu almıştı) CIA tarafından ABD’ye kaçırıldı. Bu gelişmeler CIA’in yeni bir planlama yapmasını gerektirdi. 2002 yılında suni geliştirilen bazı olaylar sonucu ülkede ekonomik bir deprem yaşanması sağlandı. Bunun sonucu olarak Bülent Ecevit ve hükümeti düşürülerek yeni bir seçim ve yeni bir hükümetin iktidarı alması sağlandı.

Gülen hareketi yeni dönemine geçtiğinde artık Gülen Yapılanması şeklini alacaktı. Yeni kurulan hükümet içinde gizli ortak olan Gülen, daha kolay ve rahat davranarak istediği yapılanması sağlayabiliyordu. Bu şekilde Adalet Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, İç İşleri Bakanlığı başta olmak üzere diğer bazı önemli bakanlıkları ele geçirerek istediği yapılanmayı sağladı. Bu dönemde ordu tamamen kontrolden çıkartıldı. Ordunun en gizli yerlerine (Kozmik Oda) kadar girilerek çok gizli ve değerli bilgiler ele geçirildi. Fakat Gülen’in aşırıya kaçan faaliyetlerine dur demek gerektiğini düşünen iktidarın lideri önce Gülen’in yapılandığı bakanlıklardan atılmasını sağladı. 15 Temmuz olayı Gülen’in Türkiye’deki sonu oldu.
Yazan: Sedat Karadayı

EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-10

Yazan: Sedat Karadayı
EMPERYALİZMİN TARİHSEL GELİŞİMİ-10
ANTİKOMÜNİST HAREKETİN DİNSEL KURUMLARI : “GÜLEN HAREKETİ’nin EĞİTİM FAALİYETLERİ”

1971 yılında tutuklanan Fethullah Gülen gizli eller sayesinde önce tutuksuz yargılandı daha sonra da 1974 yılındaki genel af sayesinde özgür kaldı. Fethullah Gülen 1974 yılından 1980 yılına kadar yurt içinde ve dışında, (Almanya) değişik yerlerde vaazlarına ve eylemlerine devam etti. Fethullah Gülen’e bu serbestliği ve rahatlığını, ne zaman tanıştığını bilmediğimiz Kasım Gülek sağlamıştı. Kasım Gülek 1980 yılında Güney Koreli Rahip Sung Myung Moon’un tarikatı olan Moon Tarikatı’na bağlı "Professors World Peace Academy"(PWPA)'nın Türkiye sorumlusu olarak görev alıyordu. Gençlerin, gelecekte devletin yapısında görev alacakların eğitilmesi ve yetiştirilmesi CIA’in en çok ilgi duyduğu konulardan biriydi. Kasım Gülek bu konuda daha sonra Fethullah Gülen’in organize olmasına yardım edecekti.

1980 yılının Haziran ayında gelecekten haber veren bir bilge gibi İzmir’de bir camide verdiği vaazda, Orduyu darbe yapmaya çağırıyordu. Dört göze beklediği askeri darbe, 12 Eylül’de gerçekleşti. Fethullah Gülen CIA’in askeri darbeyi yaptıracağını biliyordu ama askeri darbeyi yapanlar, Fethullah Gülen ile CIA arasındaki ilişkiyi bilmiyordu. İhtilalden sonra Gülen, başına gelecekleri biliyormuşçasına 45 günlük rapor alıp ortadan kayboldu. Bu arada sürekli bir yerlere ataması yapılan Gülen, hastalığını bahane ederek vaizlik görevinden istifa etti. Gülen askeri yönetime itaat beyanına rağmen yine de hakkında tutuklama kararı çıkartıldı. 6 yıl boyunca Anadolu’nun dört bir yanını dolaşan Gülen nedense hiçbir yerde yakalanamamıştı. Bir gün Burdur-Isparta arasında 3 araba ile seyahat ederken yanındaki 13 kişi ile beraber yakalanıp tutuklandı. Fakat dönemin Başbakanı, ABD’den Prens olarak gelip Türkiye’de padişah olan Nakşibendi Turgut Özal, irade sahiplerinin emri ile Fethullah Gülen’in serbest bırakılmasını sağladı.

Fethullah Gülen, ciddi anlamda okul yapılanmasını ilk kez proje alanı seçilmiş olan İzmir’de gerçekleştirdi. Okulun müdürlüğünü, Rize Pazar doğumlu, öğretmen ve il eğitim müdürlüğü yapmış olan Sami Yıldırım (Sezen Aksu’nun babası) yapıyordu. Okul 15 Kasım 1982 yılında Bozyaka’da kurulan Yamanlar Kolejiydi. İlk kayıtlarda okula 28 adet öğrenci kaydolmuş ancak sezon sonunda ayrılanlardan sonra 12 öğrenci mezun olmuştu. Okulu Sami Hoca yönetiyordu ama Fethullah Gülen haftada birkaç gün okula misafir gibi gelip vaaz vermeyi sürdürüyordu.

Fethullah Gülen CIA’den aldığı destekle diğer dinsel yapılanmalar (Moon, Opus Dei, Vatikan) gibi oluşmaya ve gelişmeye başlamıştı. Bir yandan türlü türlü dergiler ve gazeteleri dağıtarak tanıtım yaparken diğer yandan iş dünyası içinde görünmez bir ağ ile ticari ilişkilerden gelir sağlamaktaydı. Müridi olan büyük patronların şirketlerine pazar sağlayarak, ticaretlerini geliştirip yüksek kazançlar sağlıyordu. Bu kazançlardan yaptığı kesintilerden dev bir yapılanma ortaya çıkıyordu. Fethullah Gülen eğitim sektöründe Yamanlar Koleji gibi başka okulları da uygulamaya sokmuştu. Farklı isimlerle tüm Türkiye’de 985 adet okulu vardı. Yurt dışındakileri de ilave edersek sayısı 1000’den fazlaydı. Okulların yanında kız ve erkek yurtları ile üniversiteye hazırlık kursları bulunuyordu. Ülkenin dört bir yanında şirket ortaklıkları her hafta Cuma günleri kahvaltı toplantısı yaparak birlik içindeki ticari haberleşmeyi sağlıyorlardı. İstanbul’da bulunanların son durağı her zaman Eyüp Sultan oluyordu. Birlik içindeki politikaları Moon ve Opus Dei tarikatlarında olduğu gibi kendilerini belli etmeme, açığa çıkmama üzerine kuruluydu. Basit bir örnek vermek gerekirse aşırı dini kurallara bağlı olan müritler, badem bıyıklı olsa bile kravatlı takım elbise giyiyorlardı. Zorunlu durumlarda şarap da dahil her türlü alkollü içki içerler hatta “Deccal” adını taktıkları Atatürk’e methiyeler bile düzerlerdi. Bu davranışlar onların çok iyi gizlenmelerini sağlıyordu.

CIA, Fethullah Gülen’i Türkiye yanında Türki cumhuriyetlerde de kullandı. Dağılmış Sovyetler Birliğinden kopan Türki cumhuriyetler ABD’ye yaranmak için önce Fethullah Gülen’i bağırlarına bastılar ancak Viladimir Putin’in Rusya’nın başına geçmesi ve KGB’nin aktif görevine başlaması Fethullah Gülen’e Türki cumhuriyetlerin kapısını kapatmaya yetti. Sonraki yıllarda ABD doğrudan giremediği Afrika ülkelerine Fethullah Gülen’in okulları aracılığı ile girmeyi sürdürdü.

Fethullah Gülen’in tüm okullarında sistem 2 şekilde uygulanıyordu. Türkiye’deki okullarda özellikle seçilen dar gelirli ailelerin inançlı çocukları üzerine yoğun çalışma yapılarak önce nefer sonra mürit yapılıyordu. Öğrencilere Saidi Nursi’nin öğretileri yüklenerek kadroya dahil ediliyorlardı. Seçilmiş öğrenciler yeteneklerine bakılmaksızın ABD’ye gönderilip eğitimini orada sürdürüyordu.

Gülen yapılanması hücre evlerden oluşup sonra belli rütbelerle daha yükseklere doğru ilerliyordu. Rütbeleri yükselen seçilmiş yöneticiler CIA’in kurduğu öyle bir sistemin içinde hareket ediyorlardı ki hiç kimse bir diğerini gerçek isimle bilmez tanımazdı. Yalnızca takma ve kod isimler kullanılan organizasyonda kendilerine özel şifreli haberleşmeleri vardı.

Yurt dışı okullarda sistem biraz daha farklıydı. Önce bir grup Müslüman Misyoner seçilen ülkeye giderdi. Başkent ya da en büyük kentin uygun bir yerinde okul yapılması şartı ile yerel yönetimden arazi istenir ve iyi ilişkilerin ilk kurulumu sağlanırdı. Doğal olarak yerel yöneticinin çocukları okulda %100 burslu yani bedava okutulurdu. Okuldaki eğitim yerel dilde, Türkçe ve İngilizce (Amerikan İngilizcesi) yapılırdı. Yerel dil, bulunan ülkeye saygıdan ve hukuki şartlardan dolayıydı. Türkçe, daha sonra Fethullah Gülen’in Türkiye’de reklamını yapmaları içindi. Türkiye’de Türkçe Olimpiyatına katılan ve Türkçe konuşup şarkı, türkü söyleyen yabancı öğrencileri görenlerin dili tutuluyordu. İngilizce ise seçilen öğrencilerin ABD’ye giderek beyinlerinin yıkanabilmesi içindi. Okulda öğrencinin gerçekten çok başarılı olması gerekmiyordu. İletişimde sorunu olmasın yeter gözü ile bakıyorlardı. Seçilen üst sosyeteye sahip (geleceği parlak) öğrenciler ABD’de kazanmaları garanti olan özel bir sınava alınarak okullarına yerleştirilirlerdi. En az 5-10 sene ABD’de kalan proje öğrenciler, 25-30 yaşlarına geldiklerinde tam bir Amerikalı gibi ülkelerine dönerek uygun sektörlerde, uygun makamlara yerleştirilip ülkelerine daha doğrusu ABD’ye hizmet etmeye hazır duruma getirilirlerdi. Bu proje öğrenciler, bulundukları makamlarda ABD ve onların şirketlerine ülkelerinin değerli madenlerinin (Petrol, Altın, Gümüş, Uranyum, Bor vs) işletilmesi haklarını verirlerdi. Bu arada Fethullah Gülen’e bağlı Türk şirketleri de bu ülkelere yerleşip ticaret yaparak Gülen ve örgütüne gelir sağlamasına yardımcı olurdu. Bir zamanlar Turgut Özal’ın Prenslerini hatırlayın. Hatta Prens gelip Padişah olan Turgut Özal’ı da unutmayın.
Yazan: Sedat Karadayı