HABERLER
Dini Haber

İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI ? | 2

Yazan: Gregoire de Fronsac
din, islamiyet, Muhammed gerçekten yaşadı mı?, Abdülmelik'in kitabı, Abdülmelik'in peygamberi, Abdülmelik ve Hz Muhammed, Emevi uydurması, GF, Ebü'l Esved, Hz Muhammed yaşadı mı?, Abdülmelik,
ABDÜLMELİK'İN KİTABI VE PEYGAMBERİ
İSLAM PEYGAMBERİ MUHAMMED GERÇEKTEN YAŞADI MI? | 2

Bu platformda ki ilk yazımda , İslam Peygamberi olarak kabul edilen Muhammed'in aslında yaşamadığını , onun sadece bir literatür figürü olduğunu , İslamiyet sandığımız öğretinin ise İsmaili Yahudilikle harmanlanmış Monofizit Arap Hristiyanlığı olduğunu , Muhammad teriminin de , Arap Monofizitler tarafından yaklaşık 8. yy ortalarına kadar İsa için kullanılan bir sıfat olduğundan bahsetmiştim.
Evet bu iddianın arkasındayım. Dönemin mevcut tarihi kaynaklarında ne İslamiyetten ne de onun peygamberi Muhammed'den bahsedilmiyor. Onun hakkında bildiğimiz her şey , öldüğü iddia edilen tarihten 150-200 sene sonra oluşturulmaya başlanmıştır ve bunlar rivayete dayalı muğlak bilgilerdir. Yani kesinlikle bilimsel tarihi nitelik taşımayan kurmaca bir tarihin parçasıdır.

Bu yazıda ise Emevi Hükümdarı ve İslam halifesi sandığımız Abdülmelik bin Mervan'ın Kur'an ve Muhammed efsanesine etkilerinden bahsedeceğim.

Kur'an dikkatli incelendiğinde , apokrif olmayan fakat bölge halklarının inanç perspektifinde önem teşkil eden gelenek , görenek , örf ve adetlerin 114 sure ve 6236 ayetin içine dağıldığını net şekilde görebiliriz.

Bunun neden böyle olduğunu anlamak için Abdülmelik'in kişiliğine bakmak gerekir. Abdülmelik bin Mervan son derece hırslı bir insandı. Olanakları kısıtlı olmasına rağmen idealleri büyük bir adamdı. Bazı kabilelerin ve dar bir bölgenin lideriydi. Arap yarımadasının dışına çıkıp yayılmak istiyordu ancak kendisine taraf toplaması ve dağınık haldeki Arap kabileleri bir araya toplaması gerekiyordu. Çünkü Bizans bölgede zayıflamış ve geri çekilmeye başlamıştı. Ortada ciddi anlamda otorite boşluğu ve erk sorunu vardı.

Abdülmelik aklı çalışan her liderin yapacağı şeyi yaptı. Birlik ve beraberliği tesis ederek dağınık haldeki Arap kabileleri , Arap milleti olarak birleştirmeye çalıştı. Fakat ortada ciddi de bir sorun vardı ; Bölgede her inançtan insan mevcuttu. İşte tam da bu dönemde , bölgedeki tüm inançları kapsayan bir kitap ortaya çıkmaya başladı. Halihazırda İsmaili Yahudilerin ve Monofizitlerin ellerinde bulunan ufak tefek yazmaların gelişmiş hali olan bir kitaptı bu. Hangi taraftan baksan her inanca göz kırpan bir kitap . Ağırlıklı olarak Tevrat ve İncil üzerine kurgulanmış , eski ahit'in kusursuz olduğuna ama sapkınlar tarafından değiştirildiğine ve teslis inancı adı altında Allah'a şirk koşulduğuna dair önermelerle birlikte , Zerdüştlükten , bölgedeki kadim pagan inançlardan , ay tanrıça kültü ritüellerinden de motifler taşıyan bir kitap. Yani bölgedeki tüm kabilelerin ne kadar inancı varsa bu kitapta toplanıyor. Tabi içine birde hayali , belli belirsiz bir peygamber yerleştirildiğinde misyon tamamlanmış olacaktı.


Muhtemelen geçmişte yaşamış Eyyamü'l Arap içinde hikayeleri olan ama adı başka , eski kabile reislerinden yada liderlerden birisi.

Çok büyük ihtimalle bu kişi , konuyla ilgili ilk yazıda bahsettiğim ve döneme ait Süryani belgelerinde bahsi geçen sahte mesih Mamet ( ilk yazıya bakınız ) Bu belgelere göre Mamet , bölgedeki İsmaili Yahudileri ve Monofizit Arapları çevresinde toplayıp yaklaşık 12 bin kişilik bir orduyla yıllarca kan dökmekten başka bir iş yapmamış. Büyük ihtimalle Muhammed figürüne ilham kaynağı olan kişi bu Mamet.

Muhammed ismi Kur'an da sadece 4 yerde geçer bakınız. Fakat sık sık karşılaştığı olaylara atfen ayetler gelir.

Hadis külliyatında çok zengin bir hayat hikayesi yer alır , sanki hadisler Kur'an metinlerini düzenleyecek şekilde birlikte yazılmış gibi görünüyor.

Kıssalar hariç günlük olaylar üzerinden kurgulanan ayetlerin hepsine bağlanan bir hadis vardır ve bunlar birbiriyle uyumludurlar. Yani ayetler yazılırken , ayetlerin hikayesi de beraber oluşturulmuş ve bunlar Muhammed'in sözleri diye dikte edilmiş.

Kur'an ortaya tek bir metin halinde çıkmadı , muhtemelen 100 yıl gibi bir sürece dağıldı.
Fakat tüm bunların yanında kurgulanan bu kitabın yani Kur'anın çok daha önemli bir özellik taşıması gerekiyordu zira bölge halkları üzerinde edebi açıdan da etkili olmalıydı.

Şiir olsun , masal olsun , dini metin olsun yazılanları Arapça'nın etkileyici seslerine uydurmak gerekiyordu. Kur'an da bu çok başarılı bir şekilde uygulanmıştır ve bunun için bir çok uygulama icat ettiler örneğin herekeler. Kur'an dan metinler okurken kelimeleri uydurmak için zaman zaman aksanı değiştiriyorlardı . İşte herekelerin eklemeleri bu okuma şekline göre harflere yeni sesler ve anlamlar kazandırdı.

Ayrıca bu süreç dahilinde yerel tarihçilerin ortaya sürdüğü yarı efsane hikayeler ve Muhammed hakkında ki rivayetler efsaneleşti. Resmi tarihe göre Arap alfabesine ilk noktalama işaretini koyan kişi Ebü'l Esved'dir. Bugün okunan Kur'an da ki anlamların bir kısmı ona aittir. Alfabesi yeni oluşturulan bir dilde her kelimeye herkes istediği anlamına yükleyebilir. Ebü'l Esved'in kelimeye verdiği anlam literatür olup dile yerleşti . Hani Kur'an sözde vahy idi !

Abdülmelik derken şimdi de Ebü'l Esved çıktı değil mi piyasaya ? Kur'anın kitaplaştırıldığı süreç adam akıllı deşifre edildikçe bu ve bunlara benzer bir çok isimle karşılaşacağımız şüphesiz.


Bu süreçte Abdülmelik önemli bir iş daha yaptı ;
Peygamberlik için her zaman bir meşrutiyet olması gerekir.
Abdülmelik ' de bunu yaptı ve İsa'nın Mesih olması için gereken en önemli olguyu yani onun Davud'un soyundan olan bağlantısını kesti. Bunu yapmak zorundaydı zira uyduracağı Peygambere bir soy bağlanmalıydı.

Yahudiliğe göre tanrı ile yapılan aktin parçası olmak için İshak ve Yakup"un soyundan olmak gerekir yani Yakup soyundan değilseniz peygamberlik iddianız söz konusu dahi olamaz.
İsmail , İbrahim'in kölesi Hacer den olma oğludur. Rabbanî Yahudilik sadece İshak ve Yakup der başkasını kabul etmez.

Abdülmelik , İbrahim'in kölesi Hacer den olma İsmail'in soyuna uydurduğu Muhammed'in soyunu bağlayarak onun peygamberliğine meşruiyet kazandırdı. Fakat Rabbanî Yahudiler bunu kabul etmediler . Bunlar haniftir (!) yani sapkındır dediler. Ancak Abdülmelik bu konuda ısrarcıydı , İsmail'in de tanrının anlaşmasına dahil olduğunu ve Muhammed'in de o soydan geldiğini dikte etti.

Kısacası bize anlatılan Muhammed'in yaşadığına dair bilimsel , tarihi bir kanıt yoktur. İslamiyet adı verilen öğreti , tam halini 12. yy sonrası Gazalî'nin teorisyenliğinde almıştır. 12. yy öncesi bugünkü manada dini bir oluşumdan bahsetmek mümkün değildir.

Muhammed isminde bir peygambere dair en ufak bir belge ve arkeolojik delil olmadığı gibi islam kaynaklarında yaşadığı kabul edilen tarihlere ait Mezopotamya bölgelerinde de adı geçmez , bu döneme ait Arap kaynakları da mevcut değildir. Bunun yanında Emeviler olarak kabul edilen devletin de Monofizit inanca yakın olduğuna dair çok güçlü kanıtlar mevcuttur. 10. yy sonrası oluşturmuş rivayet kültürüne dayalı kaynaklar ise bilimsel tarihi için yetersiz ve geçersizdir.
Her daim umut ve sevgiyle kalın dostlar.
Yazan: Gregoire de Fronsac

İSLAMİYET VE KÖLELİK

Yazan: A.Kara
A, din, islamiyet, İslamiyet ve kölelik, İslamda kölelik, Hz Muhammed'in cariyesi, Muhammed'in cariyesi Marya, Hristiyanlarda kölelik, Din ve köle ticareti, Kölelik, Müslümanların köle ticareti,

"Kölelik, merkezdeki Arabistan'dan batıdaki Kuzey Afrika'ya ve şu anda doğuda Pakistan ve Endonezya'ya kadar uzanan, yerleşik ve göçebeliği olan tüm İslam toplumlarında vardı. Osmanlı İmparatorluğu, Kırım Hanlığı ve Nijerya'nın Sokoto halifeliği gibi bazı İslam devletleri köle toplulukları olarak adlandırılmalıdır çünkü kölelik sayısal olarak yüksektir ve bu devletler gücünün büyük kısmını kölelikten almışlardır."
[Britannica Ansiklopedisi - Kölelik]

Tarih boyunca pek çok toplum köleliği uygulamıştır ve Müslüman toplumlar bir istisna değildir.
Atlantik köle ticaretinde olduğu gibi birçok kişinin doğu köle ticaretinde de köleleştirildiğini düşünüyor.

Atlantik köle ticareti kaldırılınca doğu ticareti genişledi ve bazı Afrikalılar için Atlantik ticaretinin kaldırılması özgürlüğe yol açmadığı gibi köle hedeflerini değiştirdi.

Atlantik köle ticaretine Hristiyan köle ticareti denmesi gerekir çünkü bundan sorumlu olanlar Hristiyanlardı. Pek çok Müslüman kültürde çeşitli zamanlarda kölelik var olmuş olsa da 'İslam köleliği' ve 'Müslüman köle ticareti' gibi ifadeler yanıltıcıdır; Onlar Hristiyan'dı.

İslam'dan önce kölelik
Kölelik, İslamiyet öncesi dönemde yaygındı ve birçok eski hukuk sistemi tarafından kabul edildi ve İslamiyet egemenliği altında devam etti.

"İslam, diğer tek tanrılı dinler olan Hristiyanlık ve Yahudilik tarafından da kabul edilen ve onaylanan ve İslam öncesi dünyanın iyi kurulmuş eski bir geleneği olan köle ticaretini yönetmek için fazlaca yumuşatmış olsa da köleliğin kaldırılması için bir adım atılmamıştır."
Forough Jahanbaksh, İslam, Demokrasi ve Din Modernizmi, 1953-2000, 2001

İslam köleliği nasıl yumuşattı?
İslam köleliğe özgürlüğün insan tabiatı gereği olduğunu eklemiştir ve kölelerin maruz kaldıkları muameleleri düzenlemiştir:
  • İslam, köleleri insan ve iyi mal(mülk) olarak düzenledi,
  • İslam köleye kötü muameleyi yasakladı (fakat köleliği kaldırmadı),
  • İslam kölelerin özgürlüklerine kavuşmalarına ve erdemli davranışlarda bulunmalarına izin verdi,
  • İslam, Müslümanları diğer Müslümanları köleleştirmekten alıkoydu, böylece farklı din ve toplumdan olanlar köle olarak kullanılıyordu.

Fakat köleliğin esas doğası, başka yerde olduğu gibi İslam çatısı altında da aynı kalmıştır. Köleler insan hakları ihlallerine ciddi ölçüde maruz kalmışlardı. Kölelik yeniden düzenlenmiş olsa da kölelerin özgürlükleri kısıtlıydı ve yasalara uymadıkları zaman hayatları çok tatsız bir hal alabilirdi.

İslam, Muhammed ve Kölelik

İslam'da köleliğin yasal olduğunu ve 19. yüzyıla kadar bir çok yerde (ve daha sonra hala bazı ülkelerde) devam ettiğini peygamberleri Muhammed'in bizzat kendisinin köle ve cariye sahibi olması (örneğin Hristiyan cariyesi Marya) ele geçirmesi, köle satın alması ve satması örnekleri açıklayabilir. Bazı Müslüman düşünürler köleliği kaldırılmak için şiddetle eleştirmelerine rağmen, köleliğin kaldırılmasına yönelik itici güç büyük ölçüde sömürgeci güçlerden gelmiştir.

Hristiyan Atlantik köle tüccarlarının aksine Müslümanlar birçok kültürden ve Afrika'dan insanları köleleştirdiler. Diğer köle kaynakları ise Balkanlar, Orta Asya, Akdeniz ve Avrupa olmuştur.

Köleler nereden geliyordu?
Müslüman tüccarlar kölelerini üç ana alandan aldılar:
  • Gayrimüslim Afrika
  • Merkez ve Doğu Avrupa
  • Orta Asya

Kölelerin Müslüman toplumlarda asimile oluşu
Muhammed'in öğretisine göre köleler mülkiyet olarak değil haysiyet ve haklara sahip insanlar olarak görülmeliydi ve köleleri özgür bırakmak erdemli bir şeydi. Bu öğreti kölelerin Batı'da olduğundan çok daha fazla asimile oldukları bir kültür yaratılmasına yardımcı olmuştur.

İslam dünyasında köle her zaman sosyal hiyerarşinin dibinde değildi. Müslüman toplumlarda köle, daha geniş bir çalışma alanına sahipti ve Atlantik ticaretinde köleleştirilenlerden daha geniş sorumluluk alanlarına sahiplerdi.

Bazı köleler büyük gelirler kazanarak önemli güç elde ettiyse de yine de bu tür elit köleler bile sahiplerinin gücünün ve boyunduruğunun altında kaldı.

İslam köleliği sadece ekonomik amaçlı değildi
Batı köle ticaretinin aksine İslam'daki kölelik tamamen ekonomi amaçlı yürümemiştir. Bazı Müslüman köleler üretken emek olarak kullanılmış olsalar da genellikle Batı'da olduğu gibi aynı kütle ölçeğinde değil, daha küçük tarımsal işletmelerde, atölyelerde, yapılarda, madencilikte, taşımada veya saraylarda kullanılıyordu.

Köleler aynı zamanda askeri hizmet için de alınıyordu, bazıları devletin kontrolünü elzem hale getiren elit birliklerde görev yaparken, bazıları da sivil hizmetin eşdeğeri haline geliyordu.

Başka bir kölelik kategorisi, seks köleliği için genç kadınların birileri veya büyük haremler için cariye olarak alınmasıydı. Bu kadınlardan bazıları da zenginlik ve güç elde edebilmişti.
Bu haremler, köleleştirilmiş ve hadım edilmiş harem ağaları tarafından korunuyordu.

Sonuç: Kölelik İbrani dinlerinin egemen olduğu toplumlarca hiçbir zaman yasaklanmamıştır. Kölelere tanınan haklar farklılık göstermiş olsa da bu insanların Müslüman, Hristiyan ve Yahudilerce köle olarak alınıp satıldığı, seks işçisi gibi kullanıldığı gerçeğini değiştirmemektedir. Muhammed'in Marya adında bir cariyesi, Osmanlı devletlerinin ise oldukça büyük cariye odaları, haremleri vardır. Hristiyanlar köleleri daha sert, tam bir eşya gibi kullanırken Müslümanlar biraz daha ılımlı yaklaşmış, özellikle evlerinde yer vermişlerdir; ki bunun temel nedenlerinden biri eşleri ile cariyelerine belirledikleri cima günlerinde ilişkiye girmek, diğer sebebi ise daha ılımlı davranarak kendi dinine çekmektir.

KUR-AN'IN BİLİMLE ÇELİŞKİLERİ

Yazan: Kirpi
din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,

Eğer Allah tarafından insanlara bir kitap gönderilmişse onun bilimle çelişmemesi gerekir. Çünkü dincilere göre bilim kendisi de Allah'ın ayetlerinden biridir. Onun için Kuran yoluyla inen ayetlerin bilim yoluyla bilinen ayetlerle çelişkili olması Allah kavramını şüphe altına sokar. Bu yazımda Kurandaki bazı ayetlerin bilimle taban tabana zıtlığından bahsedeceğim. Bu yazının geleneksel dinciler üzerinde bir etkisi olacağını sanmıyorum ama en azından onların evlerinin bir köşesinde sus eşyası olarak sakladıkları Kur-an'ı açıp söylediğim ayetlere bakacağını umuyorum. Zira günümüz Müslümanların % 90 bir kısmı hayatları boyunca bir kere olsun Kur-an'ı sonuna kadar okumamıştır. İslam hakkında bildikleri tüm bilgiler din tüccarlarının onlara anlattıkları kadardır. Bu yazıda çok ilginç detaylara dokunacağım onun için ön yargılarınızı bir kenara bırakarak okursanız belki bir şeyler anlarsınız.

ALLAH İNSAN VÜCUDUNU BİLMİYOR MU?
Kuranın Tarık süresi 7 ayetine bir göz atalım önce.

يَخْرُجُ مِن بَيْنِ الصُّلْبِ وَالتَّرَائِبِ Yahrucu min beynis sulbi vet terâib
Diyanet İşleri: "Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar."

Ayette bir sudan bahsediyor ve o suyun insanın beli ile kaburga kemikleri arasından çıktığını söylüyor. Burada hangi sudan bahsedildiğini anlamak için önceki ayetlere bakmamız gerek.

Tarık süresi "(5)Artık insan neden yaratıldığına baksın. (6)Kuvvetle atılan bir sıvıdan yaratıldı.
(7)(O sıvı), omurga ile göğüs kafesi arasından çıkar."


İnsanın yaratılmasında yardımcı olan ve kuvvetle atılan sıvının erkek menisi (spermi) olduğu herkesçe bilinir. Ayette tamda bundan bahsediliyor ve bu sıvının (spermin) bel ile kaburga kemikleri arasında oluştuğunu söylüyor Kuran. Bu bilime aykırı bir şeydir. Çünkü okul seviyesinde olan bir öğrenci bile spermin erkek testislerinde oluştuğunu biliyor. Bu konuyu bir çok dinciyle tartıştım. Onlar ayete farklı yorumlar yaparak Kur-an'ı kurtarmak istediler fakat her defasında ya tartışmayı sonlandırmadan kaçtılar yada küfür etmeyi seçtiler. İlk argümanları buydu.

Testisler Mesonephrosdan gelişirler. Mesonephros’lar anne karnındayken bebeğin sağ ve sol
tarafında bel kemiği ile kaburga kemikleri arasında yer alırlar. Bebek doğmadan önce Mesonephroslar testislere dönüşürler ve inguinal kanal denen kanaldan testis torbasına inerler.

Bunu söylerken Tarık süresi 7. ayette testislerden değil net bir şekilde testislerde oluşan ve kuvvetle atılan sıvıdan bahsedildiğini unutuyorlar. Eğer o sıvının oluştuğu organ bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşuyor denseydi belki durum biraz kurtarılmış olurdu ama ayette net bir şekilde kuvvetle atılan sıvı diyor. Bir erkek ve kadının sevişmesi zamanı erkek testislerini kuvvetli bir şekilde atmadığı için burada bahsi geçen konunun testislerle alakası olmadığı açıkça belli oluyor.
İkinci argümanları 7. ayetin evvelinde ve sonundaki ayetlerde insana atıf yapıldığı için bu ayette de oluşan o şeyin insan olduğunu söylemeleridir. Buda tıbbi yönden bir tutarlılığı olmayan argümandır. Çünkü embriyon anne vücudunda bel kemiğiyle kaburga kemiği arasında oluşmuyor. Döllenmiş yumurta halinden çocuk haline gelene kadar anne vücudunda rahimde yerleşiyor. Rahim, mesane ile (sidik torbası) rektumun arasında ve dolyolunun (vajina) üstünde yer alan şekil olarak ters çevrilmiş armuda benzeyen bir yapıdadır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Fotoğrafta da göründüğü gibi bebeğin dokuz aylık gelişme süresince asla göğüs kemiğine kadar ulaşmaz. Tüm bunlardan ilave din hocaları tarafından ilim insanları olarak tanınan en iyi tefsirciler bile bu ayeti sıvı olarak yorumlamışlar. Onlardan birini örnek verelim:

Ebül Ala Mevdudi'nin Tefhimül Kur’an eseri.
Eserde Tarık süresi 7 ayeti tefsir ederken şöyle diyor. "(7) (Bu su,) Bel kemiği ile kaburgalar arasında (ki organlar)dan çıkar."

Ünlü tefsircilerden biri olan Elmalı da ayeti yorumlarken şöyle diyor:
"(7) O su, erkeğin sülbü ile kadının göğüs kemikleri arasından çıkar."
Gördüğünüz gibi insanları yarattığını iddia eden Allah erkeklerde spermin nerede oluştuğunu bilmiyor. Bu ya Allah'ın yada Muhammedin anatomi konusundaki bilgisizliğini haber veriyor.

SORGULAMA İMAN ET
Bilim asla bir teoriyi sorgulamadan eleştirmeden kabul etmeyi doğru saymıyor. Bilim hiç bir zaman insanlara bu kesindir bunu sorgusuz sualsiz kabul edeceksin demez. Diyemez de zaten çünkü bilim sürekli olarak yeni şeyler buluyor yeni sorular ve yeni çözümler ürettiği için sabit değildir.

Örneğin Isaak Nyutonun ilmi inkılabın öncülerindendir ve teorileri yüz yıllarca doğru diye kabul edilmiştir. Ama Albert Einstein onun teorilerinden daya iyisini ortaya attı ve ispatladı. Dolayısıyla bilim sürekli olarak kendini düzelterek gelişiyor. (Celal Şengör) Lakin din böyle değildir. Din insanlara eleştirmeden kabul edeceksin diyor. Önüne cevabını veremediği bir sorun çıkarsa «en doğrusunu Allah bilir» diyerek her şeyi varlığı belirsiz olan bir kavramın üzerine yüklüyor. En doğrusunu Allah biliyor demek bilmiyorum demekle aynı anlama geliyor. Çünkü o sorunun çözümünü Allah'a sorup öğrenmek gibi bir imkanımız yok.

Maide-101: "Ey iman edenler! Açıklanırsa hoşunuza gitmeyecek olan şeyleri sormayın."
Maide-102: "Sizden önceki bir millet o tür şeyleri sordu da sonra o yüzden kafir oldu."


Nasıl oluyor da her şeyi bildiğini iddia eden Allah soru sormayı insanlara yasaklıyor. Bu cevabı bilmeyen birinin durumu kurtarmasına benziyor. Tıpkı bir insana bir soru sorarsın o cevabı bilmez ama bilmediğini de söyleyip mahcup olmamak için söylerdim ama söylediklerimi anlamazsın demesine benziyor. Bu ayeti geleneksel dincilere Allah'ın sorgulamayı engellediğine delil olarak sunduğumuz zaman saçma sapan cevapların yanı sıra bizlere Kuranda düşünmeye teşvik eden bazı ayetler gösteriyorlar. Bunu unutuyorlar ki biz Allah'ın her hangi bir yarattığını değil kendisini sorguluyoruz. Neden Musa peygamberle konuştuğu gibi bizlerle konuşup kendini belli etmemesini sorguluyoruz.

3/ALİ İMRAN 193: “Rabbimiz! Biz, ‘Rabbinize iman edin’ diye imana çağıran bir davetçi işittik,
hemen iman ettik. Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla. Kötülüklerimizi ört. Canımızı iyilerle beraber
al.”

Şimdi Allah'ın varlığına iman etmeye çağrıldığımız zaman iman etmeyerek kafir olursak ne olur?

33/AHZAB SÜRESİ 64: “Gerçekten Allah, kafirleri lanetlemiş ve onlar için ‘çılgın bir ateş’
hazırlamıştır."

Kendisine iman etmeyen insanların kuşkularını gidermek yerine onları çılgın bir ateşe atan Allah ne kadar adil olabilir ki? Bilim insanların kuşku duydukları şeyleri açıklaya bilmek ve insanları inandıra bilmek için çaba sarf ettiği halde her şeye gücü yeten Allah'ın insanları inandırmak yerine ateşe atması hiç mantıklı ve adaletli bir şey değildir.

YÜZÜNÜZÜ KIBLEYE DÖNÜN
2/BAKARA-144: "Bundan sonra yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. Ve siz nerede olursanız
(namazda) yüzlerinizi o yöne çevirin."
Müslümanlar bu ayetin söylediği gibi ibadet yaparken yüzlerini mutlaka kıbleye dönerler (Mekke istikametine) Ancak bilimle çelişmez denilen Kuran burada dünyamızın yuvarlak olduğunu hesaba katmamış.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Misal Güney Amerika'da yaşayan bir Müslüman namaz kılarken yüzünü kıbleye döndüğünü zannediyor. Ancak Güney Amerika'da yaşayan bir insanın Mekke'ye bakması için Dünyanın düz olması gerek. Küre şekilli bir dünyada bu mümkün değildir. Tabi Muhammed dünyanın küre olduğu bilgisine sahip olmadığı ve o dönemin insanları dünyayı düz olarak bildikleri için bu ayeti doğru olarak kabul etmişler. Türkiye'de olan camilerin kıblesi bile Mekke'ye değil uzay boşluğuna bakıyor. Çünkü Dünya kavisi bize baktığımız hedefin her 1.6 km de 20 cm düşeceğini söyler.

Küçük bir matematik hesap yapalım. Yuvarlak rakamlar alırsak eğer her 2 km de 20 cm gibi bir düşüş söz konusu Türkiye'den Mekke'ye olan mesafe 2555 km bu mesafeyi her 2 km de 20 cm düşüşle hesaplarsak eğer 25 km gibi bir rakam çıkıyor karşımıza. Yani Türkiye'de Mekke'ye baktığını zanneden insan aslında Mekke'nin üzerinde 25 km yükseklikte ki bir yere bakmış oluyor.
Nasıl oluyor'da evrenin yaratıcısı bu hesabı bilmiyor?

ŞİRİN SULU DENİZ
25/FURKÂN-53: Diyanet İşleri: O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki
denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.

Ayette iki denizden bahsediliyor ve onların suyunun karışmadığını anlatıyor. Ünlü deniz bilimcisi Fransız Kaptan Jacques Cousteau denizlerin karışmaması hakkındaki görüşlerini şöyle anlatmaktadır:

“Bazı araştırmacıların farklı deniz kütlelerini birbirinden ayıran engellerin bulunduğuna dair ileri
sürdükleri görüşleri inceliyorduk. Çalışmalar sonucunda gördük ki, Akdeniz’in kendine has
tuzluluğu ve yoğunluğu var. Aynı zamanda kendine has canlıları barındırıyor. Sonra Atlas
Okyanusu’ndaki şu kütlesini inceledik ve Akdeniz’den tamamen farklı olduğunu gördük. Halbuki
Cebeli Tarık Boğazı’nda birleşen bu iki denizin tuzluluk, yoğunluk ve sahip olduğu hayatiyet açısından eşit veya eşite yakın olması gerekiyordu. Oysaki bu iki deniz, birbirine yakın kısımlarda
bile ayrı yapılara sahiptiler. Bunun üzerine yapmış olduğumuz araştırmalarda bizi şaşkına
çeviren bir durumla karşılaştık. Çünkü bu iki denizin karışmasına birleşme noktasında bulunan
harika bir su perdesi engel oluyordu. Aynı türden bir su engeli 1962 yılında Alman bilim adamları
tarafından Aden Körfezi ile Kızıl deniz’in birleştiği Mendep Boğazı’nda da bulunmuştu. Daha
sonraki incelemelerimizde farklı yapıdaki bütün denizlerin birleşme noktalarında aynı engelin bulunduğuna tanıklık ettik.”

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Şimdi bu ayet bilim dünyasının buluşları ile uyarlama yapılarak «Bak işte Kuran 1400 yıl önce söylemiş» diyerek bir mucize olgusu yaratmak istiyorlar. Oysa bu olay bilinen bir şeydi. Denizlerin birleşmemesi Kur-an'da üç yerde geçiyor ve onların tümünü göz önünde bulundurarak Muhammed'in bu olayı gözlemleyerek ve ya duyarak Kur-an'a ilave ettiğinin şahidi oluyoruz. Çünkü diğer ayetlere baktığımızda bu yerin bilindiğinin açıkça şahidi oluyoruz.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız süs eşyalarını
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayette «taze et yersiniz ve süs eşyası çıkarırsanız» diyor, buda Muhammed'in yanında olan insanların o denizden haberdar olduklarını veya birilerinden duyduklarını bize anlatıyor. Çünkü bu insanlar o denizlerden yiyecek besin ve su eşyaları ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Demek ki bu denizlerin karışmaması olayını kendileri de gözleriyle görüyorlar. Yani dincilerin anlattığı gibi Muhammedin bilmediği halde Allah bunu Kurana yazmış gibi bir şey söz konusu değildir. Şimdi denizlerin karışmaması olayının bilinen bir şey olduğunu öğrendiğimize göre geçelim ayetin bilimle çelişen tarafını anlatmaya.

İlk önce yukarıda gösterdiğimiz ayetlerin her ikisinde tatlı suyu olan deniz sözü işlenmiştir. Önce bu ayeti mucize olarak bizlere söyleyen Müslümanların tatlı ve içilmesi mümkün olan suyu olan denizi bizlere göstermesi gerek. Bunu istediğimiz zaman Müslümanlar farklı teoriler üretmeye başlıyor. Onlardan birine bakalım. İlk teorileri ayette denizden değil iki sudan bahsedildiği yönünde.


Ayette el bahrâni yani deniz kelimesi geçiyor. بحر Bahr kelimesi Arapçada deniz anlamına geliyor. Osmanlı döneminde de bu söz (yazılısı – ebhâr olarak) deniz anlamında kullanmıştır. Arapçada bu söz sulu bölge için kullanıldığı yerlerde anca deniz anlamına geliyor. Ama ayetin çelişkileri bununla da bitmiyor. Bir diğer ayete bakalım.

Rahman Süresi 19, 22: "İki denizi salmıştır, neredeyse karışacaklar.Aralarında bir engel vardır,
birbirine geçip karışmıyorlar.O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz? O denizlerin
her ikisinden de inci ve mercan çıkar."

Bu ayette iki denizin birleşmediğinden bahseder ve sonunda her iki denizden yani tatlı ve tuzlu suyu olan her iki denizden inci ve mercan çıktığını anlatır. Bu bilimsel bir hatadır. Çünkü tatlı suda inci ve mercan oluşmaz. Bunlar tuzlu su ürünleridir.

Gördüğümüz gibi ayetin bilimsel açıdan hiç bir tutarlılığı yoktur. Zira her şeyin yaratıcısı olan Allah'ın böyle bir hata yapması mümkün değildir. Kur-an'ı farklı yorumlarla bilime uyarlama çabası gösterenler son zamanlarda bu ayetler için yeni bir teori oluşturdu. Teori şundan ibaret.

Antartika'da Ross isimli bir tuzlu sulu deniz var. Bunun üzerinde aynı isimle adlandırılmış yüz ölçümüyle Fransa'dan biraz küçük olan Ross buzulları var. Dinciler bunu bizlere misal getirerek «bakın tuzlu suyun üzerinde tatlı su yüzüyor ve karışmıyor» diyorlar. Oysa unuttukları iki şey var. Birincisi ayetlerde denizlerden bahsedilir, buzlara değil direk gönderme yapma ima bile yoktur. İkinci
kanıtı görmek için ayete yeniden bakmamız gerek.

35/FÂTIR-12: "Diyanet İşleri: İki deniz aynı olmaz. Şu tatlıdır, susuzluğu giderir, içimi kolaydır. Şu
işe tuzludur, acıdır. Bununla beraber her birinden taze et yersiniz ve takınacağınız sus eşyası
çıkarırsınız. Allah’ın lütfundan istemeniz ve şükretmeniz için gemilerin orada suyu yara yara
gittiğini görürsün."

Ayetin sonunu dikkatle okuyun. Gemilerin orada (yani o denizlerde) suyu yara yara gittiğini görürsünüz diyor. Şimdi Ross Buzulları hakkında bir az bilgi edinelim.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu buzulları 28 Ocak 1841 yılında İngiliz denizci  James Clark Ross tarafından bulunmuştur ve
onun ismiyle adlandırılmıştır. Bu buzulun kalınlığı bir kaç yüz metredir. Kara tarafındaki tabanında, buz selfleri 800 den 1500 metreye kadar bir yüksekliğe sahipken ön kısımlarda sadece 100 ile 200 metre kalınlıktadır. Ross Buz Selfi'nin dikey cephesi (Kırılma kenarı) 800 kilometreden daha büyük bir uzunluğa sahiptir ve deniz üzerinde 15 ile 50 m arasında yükselir.

Yani serbest olarak deniz üstünde yüzen buzun, yaklaşık %90'i deniz seviyesinin altındadır.
Şimdi soru şu. Eğer dincilerin dediği gibi Ross denizi ve Ross Büzülü ayrı ayrılıkta deniz olarak kabul edilmekteyse o zaman gemilerin bunların her birinde yüzmesi gerek. Onun için değerli dinci kardeşlerim 50m buz tabakasını yarıp yüzebilen bir tane gemi ismi söyleyin bizlere. Bildiğimiz kadarıyla buz kıran gemiler buzullara direk bir güç uygulamaz. Bu gemiler motorların yardımıyla kendilerini buzulun üzerine itip ağırlıkları sayesinde maksimum 3-5 m kalınlığında buzulları
kıracak şekilde tasarlanmıştır.

din, islamiyet, K, Kuran'daki bilimsel çelişkiler, Kur-an'a göre sperm, İslamda soru sormak yasak, Kıble çelişkisi, Kıble yoktur, Kıble uzay boşluğu, Kur-an'da denizlerin karışmaması,
Bu gemilerde ek etki sistemleri vardır ki onlar kırılan buzları yanlara doğru iter ve geminin önüne toplanarak ilerlemesini engellemesine mani olur. Yani anlayacağınız bu gemiler bile kalınlığı yüzlerce metreyi bulan buzulları kıramaz. Böylelikle Ross buzullarını ayrıca tatlı sulu deniz olarak kabul edersek eyer gemilerin o denizde yüzmesi gerek buda günümüz teknolojisiyle mümkün değildir.

Değerli okuyucular gördüğünüz gibi dincilerin Kur-an'ı evirip çevirerek bilimle uyumlu yapma çabalarının hiç bir tutarlı esası yoktur. Bunları söyleyerek yalnızca camilerde sakal bırakmanın sevabını tartışan insanları kandıra bilirler. Bizler yani gördüğü ve duyduğu her şeye akıl ve mantık yoluyla eleştiri yapan insanlar olarak tüm bu yalanları görerek bir kez daha bu din tüccarlarına inanmamakta ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oluyoruz. Lütfen sizde aklınızı kullanın ve söylenilen yalanların farkına varın. Düşünmekten eleştirmekten korkmayın. Zira bunu size
Kur-an'da emrediyor:
10/YÛNUS-100: "Allah, azabı akıllarını kullanmayanlara verir."

Son olarak bir kaç ünlü düşünürün aklı kullanma ile ilgili sözlerine gös atalım.
  • "İnsan, aklın sınırlarını zorlamadıkça, hiçbir şeye ulaşamaz." Albert Einstein
  • "Yeryüzünün iki gücü vardır: Akıl ve kılıç, çoğu zaman akıl kılıcı yenmiştir." Eflatun
  • "Aklın ve bilginin üç büyük düşmanı vardır: Kötülük, bilgisizlik ve tembellik." Haeckel
  • "İnsanlara yapılacak en büyük iyilik, onlara akıllarını kullanmayı öğretmektir." Jean B. Moliere
Yazan: Kirpi