HABERLER
Dini Haber

KANDİLİN İLK KEŞFİ VE CRO-MAGNONLAR

Cro-magnon,Cro-magnon insanı, Bilimsel, Cro-magnon insanlarının keşifleri,Tarihteki ilk kandil,Cro-magnon ve ışık,A, Antik tarih, Mağara insanlarının keşifleri,Antik çağda ışık
CRO-MAGNON İNSANINDAN TARİHTEKİ İLK KAPALI ALAN IŞIĞI KEŞFİ
Elektrik kesintisi olduğunda hepimiz biraz gergin ve huzursuz oluruz. Elektriksiz ve ışıksız ortamda kalmak kendimizi çaresiz hissettiriyor. Şimdi bu bazıları için bir sürpriz olabilir fakat Cro-Magnon insanları da karanlıkta oturmaktan da zevk almıyordu. Bu yüzden ilk iç mekan ışığı hakkında bir şeyler yapmaya karar verdi ve icat etti. İcadın elbette elektrikle bir ilgisi yoktu çünkü böyle karmaşık bir teknolojiden haberleri yoktu.

Yine de yaklaşık 40.000 yıl önce hayvansal yağlarla donatılan ipliksi, lifli bir fitilin uzun süre yanmaya devam ettiğini fark edecek kadar zekiydiler. Böylece ilk kandili keşfedip kullandılar.

Fitil kokulu hayvansal yağları da tutan tabağa benzer üçgen biçimli bir çöküntüde yatan fitil ile bir taş lamba yarattılar. Kulağa çok ilkel bir keşif gibi gelebilir ancak Cro-Magnonlar bu buluşları ile ışığa sahip olan, mağarasında da bunu kullanabilecek bir buluş sağlamış oldu ve bu buluşları binlerce insanlara hizmet etti.

Tarihin ilerleyen kısımlarında daha ileri medeniyetler çok daha gelişmiş kandilleri icat etti. Eski Mısırlılar tapınaklarında ve evlerinde ışığa ihtiyaç duyuyorlardı. Sıklıkla dekore edilmiş, oyulmuş çanak ve çömleklerinde parşömenden yaptıkları fitilleri kullanarak bu sorunu çözdüler.

Eski Yunanlılar ve Romalılar ise meşe ve keten fitilleriyle bronzdan yapılma kandillerini üretmişlerdir.

Ortaçağ'da antik mezarlarda ve tapınaklarda sürekli yanan lambalar keşfedilmiştir. Eski kayıtlara dayanarak bu gizemli nesnelerin tüm dünyada, Hindistan, Çin, Güney Amerika, Kuzey Amerika, Mısır, Yunanistan, İtalya, Birleşik Krallık, İrlanda, Fransa ve diğer birçok ülkede bulunduğunu görmekteyiz.

Sürekli yanan lambalar olağandışıydı çünkü yüzlerce yıl yakıtsız yanabiliyorlardı.

Mum ve elektriğin icadından önce bu kandiller eski insanların bir süre boyunca sürekli ışık üretmelerine yardımcı olmuş ve önemli ev eşyaları olarak kabul edilmiştir.

Mesele şu ki çoğu araştırmacının ilkel bir tür olarak varsaydığı Cro-Magnon insanları aslında bizim gibiydiler. İsimleri 1868'de iskeletlerinin keşfedildiği Fransa'nın ünlü Dordogne Vadisi'nde bulunan Cro-Magnon kaya evine kadar izlenebilmektedir.

Modern insanlar gibi Cro-Magnonların da düz bir alnı vardı ve beyinleri bugünki insanların sahip olduğundan biraz daha büyüktü. Doğal olarak Neandertallerden daha akıllıydılar.

Cro-Magnonlar birçok yönden akıllıydılar. Araçlar kullandılar, silahlar yaptılar, kulübeler inşa ettiler,  mağara resimleri yaptılar ve hatta zamanı bile takip etmeye çalıştılar.

Dolayısıyla ilk kapalı mekan ışık kullanımının aslında 40.000-10.000 yıl kadar önceki Buz Çağı'nın sonlarında gezegenimizde yaşayan ve akrabalarımız olan Cro-Magnonlar tarafından icat edildiğini öğrenmek çok şaşırtıcı olmamalı.



Yazan & Çeviren: A.Kara

HAMSA SEMBOLÜ

A, Antik semboller, Fatmanın eli, Hamsa, Hamsa nedir?, Hamsa sembolü, İbranilerin nazar sembolü, Meryemin eli, Miryam'ın eli, mitoloji, Nazara karşı, Nazardan korunma, Semboller,
NAZARA KARŞI KORUMA SEMBOLÜ : HAMSA
Hamsa, Tanrı'nın elini hatırlatmak ya da Nazar'a karşı korunmak için sıklıkla muska olarak taşınan eski, güçlü bir semboldür. Yahudi, Hristiyan ve Müslüman alimler Hamsa'nın yorumunda hemfikir olamadıkları için bu eski sembolün köklerini takip etmek pek kolay değildir.

Açık bir elin avuç içinde gömülü bir göz olarak gösterilen Hamsa simgesinin çağlar boyunca birçok başka adı vardı. Bazı bilim adamları sembolün Pagan kökenli olduğunu ve daha sonra diğer dinler tarafından benimsendiğini düşünüyor. Hamsa sembolünün kökeninin Mezopotamya olduğuna, tanrıça Tanit'e ibadet eden Kartacalılar ve Fenikelilerin bu sembolü kullandığına ve Eski Mısır'dan geldiğine ihtimal verilmektedir.

HAMSA'YA OLAN İNANIŞ: NAZARDAN KORUR
Koruyucu bir işaret olan Hamsa ve türevleri sık sık karşımıza çıkmaktadır. Sembolün sahibine mutluluk, şans, sağlık ve iyi kısmet getirdiğine inanılıyor. Ayrıca inanışa göre Hamsa nazardan kaynaklanan zararlara karşı koruma sağlar. Çünkü özellikle eski dönemde bazı insanların felakete, hastalığa ve hatta ölüme neden olabilecek doğaüstü bir güce sahip olduğuna dair neredeyse evrensel sayılabilecek batıl bir inanç vardı (maalesef ülkemizde hala var).

İnanışa göre bazı insanlar bunu hoş olmayan bir his uyandıran bakışları ile yapıyorlar. Nazardan dünyanın birçok yerinde geniş çapta korkuluyor.

Bu nedenle Hamsa sembolünü günümüzde özellikle Orta Doğu'da bulabilirsiniz. Takılar ya da muska takmak teknik olarak Kuran yasalarına aykırıdır ancak yine de İslam ülkelerinde üzerinde Hamsa sembolünün bulunduğu eşyalar sıklıkla görülebilir. Hamsa sembolü olan bilezikler, kolyeler, kapı tokmakları vb. birçok nesne var.

İnsanlar onu taşıyarak ya da evde tutarak kendilerini kontrollerinin dışında gelişen olumsuz etkilerden koruyabileceklerine inanıyorlar. Elin parmakları kötülükten uzaklaşmak için dağılmış olarak ya da iyi şans getirmesi için kapalı olarak tasvir edilir.


YAHUDİLER, HRİSTİYANLAR VE MÜSLÜMANLAR TARAFINDAN KULLANILAN HAMSA SEMBOLÜ
Hamsa sembolü özellikle Yahudiler ve Müslümanlar arasında popülerdir. Hamsa, Fatma'nın (Muhammed'in kızı) ve Miryam'ın Elinin (Musa'nın kız kardeşinin) sembolü olarak bilinir. Bu yüzden de bu sembol hem Yahudilerce hem de Müslümanlarca önem taşır. Aynı zamanda bazen İsa'nın annesi olan Meryem'i temsil eden Meryem Eli olarak da adlandırılır.

"Hamsa" sözcüğü ismini eldeki beş parmaktan almaktadır. Hamsa ismi Arapça olmasına rağmen bu sembolün ilk kullanımı İslam'dan öncedir. Cezayir'in ulusal sembollerinden biridir ve kullandıkları amblemlerde öne çıkar.

Bir teoriye göre eski Mısırlılar iki parmaklı bir muska taşıyorlardı ve bu muska Isis, Osiris'i temsil ederken baş parmağı ise Horus'u temsil etmekteydi. Muska ebeveynlerin çocukları üzerindeki koruyucu ruhlarını çağırmak için kullanılıyordu.

Diğer araştırmacılar Fenikelilerin MÖ. 1550 - 330 Kartacalıların başkentlerinin ve ay döngüsünün tanrıçası Tanit'i temsil etmek için el görüntüsünü kullandıklarını öne sürmektedirler. Bazı araştırmacılar ise Tanit'in Hera ve Athena gibi Yunan tanrıçalarından biri olabileceğini öne sürdüler.

İbranice'de 5 rakamı "hamesh" veya "Hamesh" Tevrat'ın beş kitabının temsilcisidir. Ayrıca İbrani alfabesinin beşinci harfini, Tanrı'nın kutsal isimlerinden birini temsil eden "Het" i sembolize eder ve Yahudilere tanrılarını överken beş duyularını kullanmalarını hatırlatır. Bazı Sünniler Hamsa'nın beş parmağının İslam'ın Beş Şartını temsil ettiğini iddia etseler de kökenleri daha eskiye dayanıyor.

Günümüzde birçok Yahudi ve Arap, Hamsa'yı paylaştıkları ortak alanları ve dinlerinin ortak noktalarını göstermek için kullanıyor. Böylece modern dünyada Hamsa'nın kullanımı biraz değişerek kısmen umut ve barışın sembolü haline getirilmiş oldu.

Yazan: A.Kara

KIZILDERİLİLERİN HİLECİ RUHU İKTOMİ

Hazırlayan: A.Kara
A,mitoloji,Kızılderili mitolojisi,Kızılderili efsaneleri,İktomi,Kızılderililer,Kızılderili öyküleri,İktomi ve tavşan,Amerikan yerlileri,Yerli efsaneleri,Kızılderili öğretileri

KIZILDERİLİLERİN AHLAKİ DEĞER ÖĞRETEN HİLECİ RUHU İKTOMİ


Diğer birçok mitolojik hileci gibi İktomi de başını sürekli derde sokuyor ve bu durum çoğunlukla kendisi için çok yıkıcı oluyor. İktomi oyun oynamaktan ve insanları kandırmaktan hoşlanır ancak çoğu durumda başkasına zarar vermek için yaptığı karmaşık planlar sonrası kendisini umutsuz durumların içinde buluyor.

Lakota mitolojisinde şekil değiştiren ve örümcek hileci olan İtkomi insanları kuklalar gibi kontrol etmek için ipler kullanmakla da ünlüdür.

O eğlenceli bir karakterdir ve hikayesi bir nesilden diğerine aktarılan hikayeler boyunca canlı tutulur.

Halen Kuzey ve Güney'deki ovalarda yaşayan üç siyu kabilesinden biri olan Lakota halkı İktomi hakkında yazılı mitoloji kayıtlarına sahip olmasa da onun hakkındaki masalları anlatmaya devam ediyor. İktomi, Lakota halkı için kültürel bir kahramandır ve çoğu zaman hikayelerde gençlere ders vermenin bir yolu olarak kullanılır.

İktomi insanlara mutluluk getiren Kızılderililerin hileci tanrısı Kokopelli kadar çekici değildir ve onu kötü olarak nitelendirmek yanlış olur. Tüm hileci karakterler gibi onun da iyi ve kötü bir yanı var. Karmaşık olan doğası onu tahmin edilemez kılıyor.

Belki bazılarınız Amerikan yerlilerinin hileci-tanrısı olan Çakal (Coyote) hakkındaki efsaneleri bilir. Bazı kabileler Çakal'ın tüm kötülüklerin taşıyıcısı olduğuna, kışı ve hatta ölümü getirdiğine inanıyor. Ancak Çakal'ın kutsal bir hayvan olduğunu söyleyen Yerli Amerikalılar da var. Bilgelik öğretmeni olan aldatıcı tanrı Çakal'a düzgün bir şekilde yaklaşılmalıdır diyorlar ve eğer bu olursa, bu güzel hayvanın paha biçilmez bilgeliğini insanlarla paylaşabileceğine dair inanış var.

Kızılderili mitolojisinde ilginç bir diğer hileci Pukwudgie'dir. Genellikle Kuzeydoğu Yerli Amerikan folkloruna göre Pukwudgie bir zamanlar insanlarla dosttu ancak zaman geçtikçe değişti ve insanlara karşı oldu.

Mitolojik hilecilerin doğası ve davranışı zamanın geçişine bağlı olarak değişebilir ve bu nedenle bunların herhangi birini saf kötülükler olarak nitelendirmek zordur, İktomi'de bunlardan biri.

Yaratıcı tanrı İnyan'ın (Kaya) oğlu olmak başlangıçtan önce varolan en güçlü ruh tanrılarından biriydi, Iktomi'nin güçlü bir ruh haline gelmesi gerekirdi ancak unvanını alma hakkını sürekli edepsizlik ederek yitirdi.

Efsaneye göre ismi Ksa olan Iktomi Kozmik Yumurta'dan doğmuştur. Bir de İktomi'nin fırtına canavarı olan küçük kardeşi Iya vardı.

Iya'nın sonsuz bir iştahı vardı, insanları hatta bütün köyleri yutabiliyordu ama bu onu kötü bir varlığa dönüştürmedi. Lakota halkı için İya sadece görevini yerine getiren kutsal bir varlıktı.

Diğer yandan inanışa göre İktomi tam bir baş belasıydı bu yüzden de siyu standartlarına göre sosyal açıdan uygunsuz davranan olumsuz bir rol modeli olarak kabul ediliyor. İktomi ile ilgili hikayelerin çoğu komiktir ama aynı zamanda dünyaya bir uyarı vermeyi amaçlayan hikayeleri de var. Bu hikayelerde İktomi insanları kurtarmak ve kendilerini şeytandan korumalarına yardımcı olmak için gelen ciddi bir figür olarak öne çıkar.


İktomi sıradan bir insan büyüklüğündeydi ancak ince kolları ve bacakları olan bir örümcek gibi yuvarlak bir vücudu vardı. Bir örümcek ya da örümcek adam olarak tanımlanırdı. Onun insanlara zarar vermek veya yardım etmek için kullandığı olağanüstü büyülü güçlere sahip olduğu söylenir.

Lakota halkı arasındaki kehanete göre tıpkı bir örümcek gibi İktomi de bir gün ağını dünya üzerine yayacaktı. Bazı modern Yerli Amerikalılar internet vb. modern teknolojilerin bu kehanetin yerine getirildiğinin işaretleri olduğuna inanıyor.

İKTOMİNİN TAVŞANLA BULUŞMASI VE TAVŞANIN BİLGECE TAVSİYESİ
Iktomi ile ilgili birçok bilgelik hikayesi vardır. Bunlardan biri tavşanla olan buluşmasını anlatıyor. Başıboş dolaşan İktomi bir gün bir su birikintisine gider. Sudaki yansımasını görür ve saatlerce kendine hayran kalarak oturup izler. Kendisinin çok yakışıklı olduğunu düşünür ve kendi yansımasına bakmayı bırakamaz.

Kendisine hayran olan İktomi ertesi gün aynı gölete gitmeye karar verdi ve tekrar güzelliğine hayran kaldı ancak bu kez bir şey farklıydı. Suya baktığında ve onun yansımasını gördüğünde artık o kadar yakışıklı değildi. İktomi çarpık bir yüz gördü ve bu onu üzdü. Sudaki çirkin görüntünün yok olacağını umarak birkaç kez gözlerini kapatıp açtı. Umutsuzca güzel yüzüne bir kez daha bakmak istedi ama hiçbir şey değişmedi.

Sinirlenerek mekanı terk etti. Yeni bir bakış açısı elde etmek için yiyecek aramaya karar verdi. Sonra şiddetli yağmur yağmaya başlayınca İktomi mağarasına geri döndü. Dönüş yolunda bir kez daha su birikintisinde durdu. Yansımasının orada olup olmadığını görmek için su kenarında diz çöktü. Karanlık ayırt edilemez bir gölgelik ona geri döndü. Gölgenin gözleri, burnu ve ağzı yoktu. Sadece karanlık bir damla olmuştu. Korkan İktomi kaçtı ve yağmurdan kurtulmak için hızlı adımlarla inine giderken kimin yansımasını gördüğünü merak ediyordu çünkü bu kesinlikle onun yansıması değildi.

Ertesi öğleden sonra uyandı. Yine aç, ama aynı zamanda kızgındı. Su birikintisinin ona oyun oynadığından emindi. Bir çalılık içinde ilerlerken aniden önüne bir Tavşan çıkageldi ve dikkatlice hilebaz İktomi'yi selamladı.

Bu şanslı bir karşılaşmaydı çünkü İktomi biriyle gölet hakkında konuşmak istiyordu. Göletle karşılaştığından, kendisine gerçek olmayan yansımalar gösterdiğinden ve memnun olmadığından şikayet etti. Tavşan bir süre boyunca onun hikayesini üzerinde düşündü ve bir sonuca ulaştı. İktomi'ye tüm yansımaların gerçekten kendisine ait olduğunu ancak güneş, rüzgar ve yağmur nedeniyle her birinin farklı ve garip göründüğünü açıkladı.

Elbette bu cevap İktomi'yi aydınlatmak için pek işe yaramadı. Düşünmeye başladı, eğer bu yansımalardan hepsi ona ait ise hangisine inanmalıydı ki? Bunu Tavşan'a sordu. Tavşan’ın tepkisi basit ve doğruydu. Ne kadar iyi, kötü ya da garip göründüğü önemli değil, hepsine inanmaktan başka seçeneğin yoktu. Ve akabinde Tavşan bir tavsiye verdi: “Eğer kim olduğunu bilmiyorsan, neye inandığın önemli değil.”

Birçok Kızılderili mit ve efsanelerinin göründüğünden derin anlamları vardır ve Kızılderililerin hikayeleri genel olarak birinin hayatında doğru yolu nasıl bulacağı konusunda rehberlik etmeyi amaçlar. İktomi hakkındaki hikayeler genellikle ahlaki değerleri ve iyi davranışları öğretmek için kullanılır.

ZERDÜŞT'ÜN KIYAMET KEHANETİ : KUYRUKLU YILDIZ

Yazan: A.Kara
din,A, Zerdüştlük, Zerdüşt,Zerdüştlükte kıyamet,Kıyamet anlatımı,Zerdüşt'ün kıyamet kehaneti,Comet Gochihr,Zerdüştlük ve Hristiyanlık,İncil'de kıyamet,Zerdüştlükte mesih,Saoshyant,Mesih hikayesi

ZERDÜŞTLERİN KIYAMET KEHANETİ İLE VAHİY KİTABI KIYAMETİNİN BENZERLİĞİ
Zerdüşt'e göre Gochihr adlı bir kuyruklu yıldız Dünya'ya çarptığı zaman dünyanın sonu gelecek. Zerdüştlük dininin peygamberi Zerdüşt'ün kıyamet gününe dair tahmini ve İncil Vahiy Kitabı'nda açıklanan Ahir Zaman Süreci şaşırtıcı şekilde benzerdir. Bu iki anlatım sanki aynı olaydan bahsediyor gibi.

ZERDÜŞT KİMDİR?
Zerdüştlük gezegendeki en eski dinlerden biri olarak kabul edilir. Zarathustra olarak da bilinen kurucusu Zerdüşt 628 yılında doğan eski bir Pers peygamberiydi ve MÖ 550'de öldüğüne inanılıyor.

Zerdüştlerin kökenleri ve hatta orijinal öğretileri günümüzde kaybedilmekte veya gizlenmekte fakat korunan bilgilere dayanarak en azından Zerdüşt ve inancı hakkında bazı şeyler biliyoruz.

Doğu İran’da yaşadı ve kendisini hakikati vaaz etmeye adayan Zerdüşt, Akil Efendisi Ahura Mazda'dan emir (görüş) aldığını söyledi. Işık Tanrısı Ahura Mazda ve kötülük ilkesi Ahriman arasında devam eden kozmik esas hakkındaki öğretileri ona birçok takipçi kazandırdı.

Zerdüşt insanların iyiyle kötüyü arasında seçme gücüne sahip olduğunu belirtti.

Öğretilerine göre hepimizin manevi bir seçimi vardı. Aša'yı (ilahi olan gerçeği) kabul edebilir ve druj'u (cehalet ve kaosa yol açan yalanları) reddedebilirsiniz diyordu. Anlatılara göre Zerdüşt takipçilerini iyi düşünceler düşünmeye, güzel sözler söylemeye ve başkaları için iyi işler yapmaya teşvik etti

Onun takipçileri binlerce yıldan fazla bir süredir öğretilerini diğer kuşaklara aktardılar. Ardından Zerdüşt'ün tecrübe ve bilgileri yazılarak Avesta olarak bilinen kutsal yazıya dahil edildi, ancak bundan yalnızca birkaç kopya yapıldı.

Ne yazık ki, Araplar, Moğollar ve biz Türklerin müteakip saldırılarında eski yazılar kayboldu veya yok edildi. Şuan var olan en eski kopya 1323’ten kalmadır.

ZERDÜŞT'ÜN KUYRUKLU YILDIZ KEHANETİ
Zerdüşt Gochir kuyruklu yıldızının bir gün dünyaya çarpacağını söyledi ancak olayın kesin bir tarihini vermedi. Bu gerçekleştiğinde, "ateş ve ışık halkası" bütün metalleri ve mineralleri eritecek ve dünyayı yakıp kavuracak. Ortaya çıkan metalin kaynar seli bir nehir gibi yeryüzünden akacak. Cehennemden serbest bırakılmış olan kötü ruhlar insanların içinden geçecek. Kötüler günahlarından arınacak ama iyi olan insanlar sanki ılık sütün içinden geçiyor gibi hissedecekler.

Bunun en ayrıntılı açıklaması Bundahişnih'in 30. bölümünde bulunur.

İncil, Vahiy 8:8-9 da şöyle diyor:
"İkinci melek borazanını çaldı. Alev alev yanan, dağ gibi büyük bir kütle denize atıldı. Denizin üçte biri kana dönüştü. Denizdeki yaratıkların üçte biri öldü, gemilerin üçte biri yok oldu."

Gatha'lar adlı Zerdüşt metinlerinde Zerdüşt Dünyanın Kurtarıcısı Saoshyant'ın gelip kana susamış ve kötü insanların zulmünü durduracağını, dünyayı yenileyeceğini ve ölümü sona erdireceğini ortaya koymaktadır.

Bu anlatı Hristiyanlık ve İslamiyet'teki İsa'nın geri geleceğini anlatan bölümlere de oldukça benziyor.

Ayrıca Zerdüşt'lükteki bu felaketin Bundahişnih 30'daki anlatımı ve İncil, Vahiy 8:8-9'daki anlatımlara ek olarak Kur'an'da kıyamet için bir göktaşı-yıldız anlatımı bulunmasa da hadisler doğrultusunda inanılan kıyamet alametlerinden biri "Yemen'den ateş çıkması"dır ve bu "insanları mahşer yerine süren ateş" olarak anlatılır. Bu hadis kısmen Zerdüştlükteki kıyamet kehanetinden türemiş olabilir.

Zerdüştlerin inanışlarının bir şekilde İbrahimi dinlerin içine de girdiği, etkilediği (aslında Pers uygulaması olan 5 vakit namaz gibi) birçok bölümde olduğu gibi burada da görünüyor. Ayrıca İsa'da tıpkı Zerdüşt gibi başının arkasındaki bir güneş ile resmediliyordu.

RUHA DAİR ANTİK İNANIŞLAR

mitoloji,A,Antik dönemde ruhlar,Ruhlar,Antik çağda ruh inanışları,Eski Mısır'da ruh,Yunan mitolojisinde ruh,Kelle avcısı kabileler,Yaşam özü,Ruh özü
Tüm canlıların bir ruhu var mı? Ölümden sonra ruha ne olur? Birileri bu soruları hatırladığı ve net bir sonuç elde edilemediği sürece bu sorular dünyanın en büyük filozoflarının ve bilim adamlarının kafasını meşgul etti. Ruh kavramı çok eskidir ve ruhlara dair eski inançlar dünya çapında pek çok kültürde bulunabilir.

Demir Çağı kentinde bulunan Türkiye'deki 3.000 yıllık bir taş anıt olan Zincirli Höyük (Sam'al) eski insanların ruhu çok merak ettiklerini ve farklı çeşitli inanışlara sahip olduklarını ortaya koyuyor.

Chicago Üniversitesi'nin ülkemizdeki bir gezisi sırasında bulunan bir taş levha bu bölgede bedenin dışında var olduğu düşünülen ruha dair ilk kanıtı ortaya koymaktadır. (Keşke biz keşfetseydik diyeceğim ama malum organik hoşaf keşfetmekle meşgulüz)

800 kiloluk, üç ayak yüksekliğinde olan bu kaya parçası muhtemelen ölmüş birini yakmakta olan bir adamı resmetmektedir. Anıtın üzerindeki yazıtın Kuttamuwa adında bir adam tarafından yapıldığı görülüyor ve kelimeleri ölü olan adamın ruhunun taş levha içerisinde bulunduğunu açıklıyor. Yani insanlar ruhun taşta-taşın içinde yaşadığına inanıyorlardı.

ANTİK YUNANDA RUH İNANCI
Bir ruhumuz olduğu düşüncesi dünyanın pek çok dininde özellikle de eski dünyada görülmektedir. Platon gibi Yunan filozofları dünyayı manevi bir varlık olarak görüyorlardı ve "dünya ruhu" fikri "anima mundi" adını almıştı.

Anima mundi, dünyadaki her şeyi ve doğayı saran manevi bir özdü.

Homeric şiirlerinden ruhun bir insanın savaşta tehlikeye attığı ve ölümde kaybettiği bir şey olduğunu öğreniriz. Öte yandan ölüm anında kişinin uzuvlarından ayrılıp yeraltına seyahat ettiği ölen kişinin gölgesi veya görüntüsü olarak ölümden sonraki yaşama seyahat ettiğine inanılırdı.

Daha sonra insanlar dünyanın ruhsal olarak bu kadar gelişmiş olduğuna ikna olmadılar. Yaratılış inancının ağır basması ile günah ve dünyevi - ilahi arasındaki ayrılık gelince dünya ruhunu (her şeyi saran manevi öz inancını) kaybetti.

RÖNESANS SANATÇILARI RUH KAVRAMINI YENİDEN CANLANDIRDI
Rönesans döneminde ruh kavramı yeniden hayat buldu. Rönesans sanat eserleri dünya ile tüm canlılar arasında manevi bir bağlantı olduğu mesajını iletmeye çalıştılar.

Hristiyanlar dünya ile ruhsal arasındaki ayrılığa kesin olarak inanıyorlardı fakat Rönesans sanatçıları kutsal oranlar gibi kavramları her şeyin birbirine bağlı olduğunun bir kanıtı olarak görüyor ve izah etmeye çalışıyorlardı.


ANTİK MISIRDA RUH İNANCI
Eski Mısırlılar insan ruhunun beş bölümden oluştuğuna inanıyorlardı: Ren, Ba, Ka, Koyun ve Ib. Ruhun bu bileşenlerine ek olarak birde insan vücudu vardı. Mısırda ruhun önemli bir bölümünün Ib veya kalp olduğu düşünülüyordu. Kalp öbür dünya için bir anahtardı. Bir kişinin gölgesi olan Sheut her zaman insanın içinde mevcuttu. Gölge ayrıca Antik Mısır'da ölüm figürünü, mumyalama ve öteki dünya inancı ile bağlantılı olan tanrı Anubis'in hizmetçisini temsil ediyordu. Çizilen resimlerde gölgenin tamamen siyah renkli küçük bir insan figürü olarak tasvir edildiği görülmektedir.

Doğduğunda kişiye verilen isim de ruhun bir parçasıydı. Eski Mısırlılar bu isim söylendiği sürece ruhun yaşayacağına inanıyordu; bu da antik Mısır halkının neden sayısız yazı yazma uygulamasına sahip olduğunu açıklıyordu: Ruhları korumak için.

Kişisellik ile oldukça benzer olan 'Ba', benzersiz ve 'eşsiz' anlamlarına geliyordu. Ka ise antik Mısır'da hayati bir öz (esans) kavramıydı. Ölümle birlikte "Ka"nın bedeni terk ettiğine inanılıyordu ve yaşayan veya ölü bir insan arasındaki farkı da ayırt eden şey buydu.

Eski Mısırlılar ölümün kişinin "Ka"sının insan vücudundan ayrıldığı zaman meydana geldiğine inanıyorlardı. "Ağzın açılması" da dahil olmak üzere ölümden sonra rahipler tarafından yapılan törenler yalnızca bir kişinin ölümdeki fiziksel yeteneklerini geri kazanmayı değil aynı zamanda Ba'nun vücutla olan bağını da serbest bırakmayı amaçlıyordu. Bu inanışa göre yapılan ayin Ba'nın öbür dünyada Ka ile birleşmesini sağlıyor ve "bir - etkin bir" anlamına gelen "Akh" olarak bilinen varlığı yaratıyordu.

KELLE AVCISI KABİLELERDE RUH İNANIŞI
1890'lı yıllardan beri Endonezya'da çalışan ve yaşayan Hollandalı bir araştırmacıya göre kelle avcısı kabileler düşmanlarının kafalarını değerli ganimetler olduğu için değil bir ruh maddesi içerdiği için aldıklarını, bu yüzden değerli olduklarını açıkladı. İnanışa göre bu ruh maddesi bir kişiden diğerine transfer edilebilir, biriktirilebilir ve tüm toplumu güçlendirebilirdi.

Bu inanışa göre kelleleri almak bir ailenin, bir toplumun veya bir köyün ruh maddesini arttırıyor böylece köy daha verimli hale geliyor, mahsuller daha sağlıklı ve bol oluyor, hayvanlar daha büyük-güçlü oluyordu ve tüm bunların sonucunda daha iyi bir yaşam sağlıyordu. Köylerde fazladan ruhsal madde bulunmazsa ekinler tükenir ve ölür, köylüler hastalanır ve topluluk çökerdi. Bu yüzden kelle avcılığı yapmak zorundaydılar.

Tüm zamanların en büyük gizemlerinden biri olan Ruhun varlığı hakkında antik dönemden günümüze kadar çok fazla şey yazıldı ve söylendi ancak ruh kavramı günümüzde de hala çözülmemiş bir hipotez olmaya devam ediyor.

Yazan: A.Kara