HABERLER
Dini Haber

TÜRKLERDE ÇAM SÜSLEME VE YILBAŞI KUTLAMASI "NARDUGAN"

Yazan: A.Kara
Türklerde yılbaşı kutlaması, Türklerde çam süsleme, Nardugan, Müslüman yılbaşı kutlar mı?, Eski Türkler'de yeni yıl kutlamaları, Çam ağacı süslemek, Noel, mitoloji, sümer mitolojisi, A, Nardoqan,

NARDOĞAN BAYRAMI VE AĞAÇ SÜSLEME GELENEĞİ

Tüm dünyada 25 Aralıkta Noel adı altında İsa'nın kutsal sayılan doğuşu kutlanır, buna "Milat Yortusu" da derler. Zamanla Hristiyanlığa ait olan Noel, 20.yy itibari ile Hristiyanlığa özel olmaktan çıkıp dini içeriğinden arınarak tüm dünyada, Hristiyan olmayan kişilerce bile kutlanmaya başlanmıştır. Fakat Noel kutlamalarının temeli paganizm olduğundan (paganlarda kış festivalleri ve Yule kutlanırdı) bidat olarak görülür. Ne var ki pagan uygulamaları gerçekten de Noel'in temelini oluşturmaktadır.

Hristiyanlık öncesi dönemde putperestlik inancında olan eski Roma'da 25 Aralık tarihi güneş tanrısının doğum günüydü. Büyük Konstantin'in toplumsal barış ve refahı korumak adına Roma'nın yeni geçtiği Hristiyanlık dinine pagan geleneği olan Güneş Gününü'de eklediği ve bunu İsa'nın doğum günü olarak kabul ettirdiği iddia edilir. Zaten dönemin birçok Hristiyan'ı tarafından İsa evrenin nuru, güneşi olarak algılanıyordu. 

Bilindiği üzere Noel kutlamaları öncesi hazırlık yapılır, süsleme, hediye derken, renkli geçen bir etkinliğe dönüşür, hatta bu etkinliğe asıl renk getiren ve bir sembole dönüşen şey Noel ağacıdır.

Yıllardır yapılan araştırmalar Noel ağacının paganlardan gelen bir uygulama/ritüel olduğunu gösteriyor. Ayrıca yine bu araştırmalar göstermektedir ki, Hristiyan toplumlarca İsa'nın doğuşu olarak kutlanan Noel, eski Türklerin bayramı olan Nardoğan'a başta biçimsel özellikleri ile oldukça benzerlik gösterse de ikisi kesinlikle aynı şey değildir.

Kış eski dönem halkları için en ağır dönemlerdendir. Çünkü sert soğuk ve rüzgarlar sürüleri beslemenizi zorlaştırır, meraları kurutur, sık yağan kar ve ciddi soğuklar hayvanların ölmesine neden olur. Diğer yandan halk mecburen sakladığı erzakları yemek zorundaydı ama bunları uzun süre yettirmek zor olduğundan çok az yiyerek yaşamak gerekiyordu. Yani dönem insanları için kış, kıtlık, kaos, kötü güçlerin canlanması yani yılın ölümüdür. Hatta çadırlarda yaşadığınızı düşünürseniz, sert kış şartlarında çadırdan dışarı adım bile atamazsınız, her tarafınız kar ile kaplı olur, kimse çadırından dışarı çıkamaz. İşte bu yüzden Türk ve Moğolların kış için "Ölüm Mevsimi" dediği görülmektedir.
Tüm bu zorluklar sonrası gelen baharın kutlanması, ona dair türlü mitoslar üretilmesi tabi ki kaçınılmaz olacaktır.

Nardoğan veya Nardugan'ın (Azeri Türkçesi: Narduqan) Sümer geleneğinden gelen bir Türk tatil kavramı olduğu düşünülür. Bu kelime günümüzde çoğu Orta Asya dilinde kış gün dönümü için kullanılmaktadır. Aynı zamanda bazı Türk toplumlarında Noel bayramı için eşdeğer bir isim olarak da kullanılır.

"Nar" Güneş demektir. Nardogan'da "Doğan Güneş" anlamına gelir. 

Muazzez İlmiye gibi bazı araştırmacılara göre Nardugan'ın kökeni Sümerlerdir ve Türklerdeki temeli budur. Fakat böyle olmayıp, bu benzerlikler doğa ile iç içe yaşayan farklı toplumlarda da görüldüğü üzere benzer şartlarda yaşayan insanların bilincinin ortak evriminin bir sonucu da olabilir. (İskandinav ve Türklerin ağaç, Kızılderililer ile Türklerin doğaya, elementlere dair birçok inanışının benzer olması gibi)

İslamiyet öncesi Türklerde ve hala bazı günümüz Öz Türklerinde yeni yıl bayramı olan Nardoğan kutlanmaktaydı ve kutlanmaktadır. Bu yeniden doğuş kutlamasının sebebi Türklerin eski inancındaki gece ile gündüzün savaşmasıdır. Ay yılı esasına dayalı takvim kullanan Türkler için en uzun gece olan 21 Aralık çok önemliydi, bu günü takiben ilk dolunayın çıktığı gün (22 Aralık) yeni yılın ilk günü sayılırdı (ay yılı takviminden dolayı).

Çin'in Song hanedanlığından Wang Yen-te seyahatnamesinde Uygur Türklerinin yaz ve kış dönenceleri için festivaller düzenlediğini belirtir.

Kutlamaları şu sözlerle anlatır:
"Onların (Uygur Türklerinin) adetlerine [göre] büyük bir kısmı ata binerler ve ok atarlar. Kadınlar başlarına Yu-mao giyerler. Su-mu-ehe diye de bilinir. K'ai-yüan [devrinin] yedinci senesine (719) ait takvim kullanırlar ve üçüncü ayın dokuzuncu günü Han-shıh festivalini kutlarlar. Diğer iki She ve Tung-chıh* için aynı şeyi yaparlar." [2] Buradaki Tung-chıh, kış dönencesi olan 21 Aralıkta yapılan kutlamadır.

Eski Türk inanışında, birçok antik medeniyettekine benzer şekilde gece ile gündüzün sürekli savaş halinde olduğuna inanılırdı. 21 Aralık son uzun gece olduğundan gündüzün artık geceyi yendiği düşünülürdü çünkü gündüzler uzamaya başlayacak yani güneş galip gelecekti. İşte bu yüzden kutlamanın adı "Doğan Güneş". 21 Aralık gecesi bu yüzden insanlar tanrı Ülgen'e şükranlarını sunardı.

Gece ile gündüzün savaşı sonrası Ülgen gece ile gündüzü yeniden tanzim edip gündüzler uzamaya başlayınca halk Akçam ağaçları süslenerek Yeniden Doğuş bayramı kutlanır, ağaç etrafında geleneksel oyunlar oynanır, kopuz eşliğinde şarkı söylenir, ateş yakılır ve güneşi temsil etmesi adına daireler çizilerek güneşi çağırırlardı.

Türk şaman inancında ağacın önemi büyük. Farklı Türk topluluklarının yaşadığı farklı bölgelerden dolayı değişik ağaç türleri ön plana çıkabiliyor. Örneğin kimisinde kayın ağacı, akçam kimisinde selvi.

Ağaçlar Türk Şamanizm'inde hem alt dünya ile üst dünyayı, hem de tanrı ile insanları birbirine bağlayan nesneler olarak görülmüştür. İnsanların ağaç etrafında toplanıp coşkularını, isteklerini dillendirme nedeni de bu inanıştır.

Kayın ağacının tanrı Ülgen ve tanrıça Umay ile gökten indiğine inanılırdı. Şamanlara göre ağaçlar aynı zamanda gökyüzüne, yani tanrılara ulaşmak için birer araçtı. Bu yüzden Yakut şamanlarında her şamanın bir ağacı olur, ölen şamanın ağacı kesilirdi.

Uzun yaşayan, büyük ebatlı ağaçlar Türklerce kutsal görülmüştür. Bu yüzden çam ağaçları, akçam ağacı da İslamiyet öncesi eski Türkler için her zaman mukaddes bir ağaç sayılmıştır. Eski Türk toplumlarına, örneğin Altay Tatarlarına göre yeryüzünün tam ortasında, göğe kadar yükselen bir akçam ağacı bulunuyordu ve bu ağacın tepesinde Gök Tanrısı Ülgen oturuyordu.

Türkler buna "hayat ağacı" diyor, bu ağacın motiflerini halı, kilim gibi materyallere işleyerek yansıtıyorlardı.

Bu kutsiyet inancından dolayı Türkler kutsal bildikleri çam ağaçlarını evlerine alıp onun şerefine bayramlar düzenliyorlardı.

Akçamı evine getiren Türkler, Tanrıya seslerini duyurabilmek için ağaç dallarına kurdeleler bağlayıp onu süsler, dileklerini yazıp dallarına asar, altına hediyeler bırakırdı.

Özel bir gün olduğundan günümüz bayramları gibi, bu bayramda da insanlar özel kıyafetler giyip bayram temizliği yapar, aileler bir araya gelip yemek ve şeker yerdi.

İnanıyorlardı ki Ülgen için yapılan bunca eğlence, süslemeler ve sunulan hediyeler hiçbir zaman boşa gitmez. Ülgen tüm bunları kabul edip güneşin gökyüzünde daha uzun süre kalmasını ve gecelerin kısalmasını sağlayacaktır.

Akçam ağacı sadece Orta Asya'da yetiştiği için Filistinlilerin bu ağacı bilmediği, eğer bu ağaçtan haberdar olsalardı muhtemelen onların da bu uygulamalardan etkileneceği söylenir. Yani belki de şuan işin aslını bilmeden yılbaşı kutlamalarına karşı çıkan birçok Müslüman aynı kutlamaları yapıyor, güneşi selamlıyor olacaktı. Yani bu uygulamayı Hristiyanlardan almış değiliz. Onlar bunu tanıştıkları İskandinavlardan almışlardır, bunda da en büyük etken Avrupa'ya gelen Hun'lardır. Çünkü böylece Cermenler göç edip dünya üzerindeki farklı yerlere dağılmaya, dolayısı ile bu geleneği de yaymaya başlar. Hristiyanlar İsa'nın doğuşunu kutluyor olabilir fakat Türklerce kutlanan doğum İsa'nın değil "Güneş"in yeniden doğuşudur.

KAYNAKLAR
[1] Uygarlığın Kökeni Sümerler - Muazzez İlmiye Çığ
[2] Çin Elçisi Wang Yen - Te'nin Uygur Seyahatnamesi /Prof. Dr. Özkan İzgi Türk Tarih Kurumu Basımevi-Ankara 1989

MUHAMMED KENDİ HATASINI GİDERMEK İÇİN KUR-AN'A AYETLER KOYAR

Muhammed, Kur'an, Muhammed'in Kur-an'a hatasını gidermek için ayet koyması, Kur-an'a eklenen ayetler, din, AY, islamiyet, Hz Muhammed, Hacc suresi, Muhammed'in Kureyşliler ile put antlaşmaları,
Mekke döneminde Kureyş’lilerle MUHAMMED arsında “putlar” konusunda yaptığı ve sonradan bozduğu anlaşma vardır. Bilindiği gibi ilk Mekke döneminin başlangıcında Muhammed, kendi kavminin inançlarını değiştirmek ve kendine çekmek istemiş, fakat pek başarılı olamamıştır. Kureyş’liler kendisine ikide bir, "Biz senin taptığına, sen de bizim taptığımıza tap, böylece birbirimize taviz vermiş olalım. Eğer senin taptığın bizimkinden daha iyi ise, biz ondan pay alırız; yok eğer bizim taptığımız seninkinden daha iyi ise sen bir pay alırsın" diye konuşmuşlardır. [İbnü Hişam-Siyer]

Onlara karşı kendisini henüz güçlü görmediği içindir ki Muhammed, onlara yanaşmak istemiş ve bu amaçla “Bu putlar yüksek mahalde uçan turna kuşlarıdır, bunların şefaati beklenir” şeklinde konuşmuştur. Kureyş halkı bu sözleri işitince sevinmiş ve ilahlarının Muhammed tarafından bu şekilde anılmasından hoşlanmış ve hatta: “Muhammed bizim putlarımızı andı” diye bayram yapmıştır.

Ancak bu haber, daha önce Habeşistan'a göç etmiş olan Müslümanlara (ki “Muhacirün” diye anılır) ulaştığında, bunlardan bir kısmı Kureyş halkının İslamiyeti kabul ettiği zannına kapılarak geri dönmeye kalkışmıştır. Ve işte o zaman Muhammed ne büyük bir hata işlediğini fark ederek işi düzeltmeye çalışmıştır. Aklına ilk gelen çare şeytanı araç yapmak ve Tanrı’dan bu olayla ilgili olarak vahiy İndiğini anlatmak olmuştur. Bundan dolayıdır ki putlarla ilgili sözleri söyledikten sonra Cebrail’in kendisine: "Ey Muhammed sen ne yaptın? Halka benim sana Tanrı tarafından getirmediğim sözleri söyledin" dediğini ve korkuya kapıldığını ve fakat Tanrı’nın derhal yardımına koştuğunu ve şeytanın telkinlerini bozduğunu bildirmiş ve şu ayetin gönderildiğini eklemiştir:

“Ey Muhammed, senden önce gönderdiğimiz hiç bir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah şeytanın karıştırdığını giderir; sonra Allah kendi ayetlerini tahkim eder.” (K. 22 Hacc 52)

Yukarıda Hacc Suresi'nde: "...Ey Muhammed... Allah şeytanın karıştırdığını giderir..." diye yazılıdır. Bu ayeti, Muhammed kendi hatasını gidermek için koymuştur. Kureyşlileri kazanmak için bir aralık onların putlarını benimser görünmüş ve fakat bu hareketinin olumsuz sonuçlar yaratacağını anladıktan sonra yukarıda ki ayet-i yerleştirmiştir. Ancak bunu yaparken aynı sureye bir başka vesile ile koyduğu "Allah şeytanın karıştırdığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseleri sınamaya vesile kılar" (K. 22 Hacc Suresi, ayet 53) şeklindeki hükmün kendisine uygulanması halinde kendi kendisini "kalbinde hastalık bulunan ve kalbi kaskatı olan" kişi durumuna düşürdüğünü fark etmemiştir.

Ayrıca kendini biraz daha temize çıkarmak için sadece şeytan değil, kureyşlilerin de onu kandırdığını ve bunu Allah'ın söylediğini ileterek şu ayeti de Kur'ana ekler:

"(Ey Muhammed!) Seni, sana vahyettiğimizden uzaklaştırıp başka bir şeyi bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Eğer seni pekiştirmiş olmasaydık, andolsun ki, onlara eğilim gösteriyordun, az kalsın. O zaman sana, yaşamı da, ölümü de kat kat azab biçiminde tattırırdık. sonra da bize karşi bir yardımcı bulamazdın". (17 Isra 73-75)

CEHENNEMİN SÜMER'DEKİ KÖKENİ

Sümerlerde cehennem,Cehennem inancının kökeni,A,mitoloji, sümer mitolojisi, Sümer,Sümerler,Dumuzi,İnanna,İshtar,İnanna'nın cehenneme inmesi, Semitik mitoloji, Dinlerdeki cehennem inanışı
Semitik dinlerdeki cehennem kavramını bilmeyenimiz yoktur. Bu kavram kendilerinden çok önce yaşayan Sümerlerin Tanrılarından ve onların kendi yazıtlarından esinlenilmiştir. Cehennem (Yer altı dünyası) kavramlarında karşımıza birçok Sümer efsanesinde olduğu gibi yine tanrıça İnanna ve Dumuzi çıkıyor.

Eski Sümer tanrıçası olan İnanna, zaman geçtikçe Akadlar tarafından İştar olarak bilinmeye başlamıştı. Dumuzi de, daha sonra farklı isimler almaya başladı, eski İsrail'de ona Tammuz diyorlardı. İnanna ve Dumuzi hakkında yaygın bir hikaye İnanna'nın yeraltı dünyasına (cehennem) indiği ve orada bir cesede dönüştüğüdür. Tanrılar onun hayatını kurtarmayı başardı, ancak Dumuzi onun yerini alarak onu kurtarabilmek için yer altı dünyasına inmek zorunda kaldı. Bu efsane sonrasında her yıl ölen ve yeniden doğan bir bitki tanrısı olarak görülmeye başlanmıştır. Yunan mitolojisindeki Adonis de dahil olmak üzere ölmekte olan tanrılarla ilgili birçok efsane, İnanna ve Dumuzi'nin hikayesine benzemektedir.

Yazan: A.Kara

SEMİTİK MİTOLOJİ

Semitik mitoloji,Sümerler,Akadlar,Asurlar,Dinlerin mitolojik kökenleri,Mezopotamya,Babiller,Sümerlerden gelen din,Babillerden gelen din,Mezopotamya uygarlığının dine etkileri,A,mitoloji, Semitik mitoloji, modern Irak'ta Mezopotamya'dan Akdeniz'in doğu kıyısına kadar uzanan eski Yakın Doğu'da gelişen birkaç kültür arasında ortaya çıktı. Bu gruplar Semitik diller konuştu, benzer dinler geçirdi ve ilgili tanrılara ibadet etti.Üç büyük din - Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam - Semitik geleneklerden büyüdü.

Semitik insanlar aynı efsanelerin ve efsanelerin çoğunu paylaştı. Onların önemli tanrı ve tanrıçaları arasında yaratılış, doğurganlık, ölüm ve öbür dünyadan sorumlu olanlar vardı. Tanrıların adları kültürden kültüre farklılık gösteriyordu. Semitik mitlerin ortak temaları dünyayı yaratmak, büyük bir sel ve bir meydan okumanın üstesinden gelen bir kahraman. Doğurganlık tanrılarının ölümü ve yeniden doğuşu gibi bazı temalar, bu Yakın Doğu halklarının tarımsal yaşam biçimine dayanıyordu.

Kökeni M.Ö.3000-300 yılları arasında, eski Mezopotamya, ilk şehir devletlerini kuran Sümerlerle başlayarak bir dizi medeniyete ev sahipliği yapıyordu.Sümerler, Dicle'nin Fırat nehirleri arasındaki bölgenin güney kesiminde yaşıyorlardı. Ardından kuzeye yerleşen Akadlar, Babiller ve Asuriler izledi. Daha sonra Sümer ve Akad, Babil olarak bilinir hale geldi. Asurlular Dicle boyunca daha da kuzeye yerleştiler.

Sümerler, Semitik bir dil bilmiyordu. Bununla birlikte, daha sonraları Mezopotamya'da iktidara gelen Akadlar ve diğer Semit halkları, Sümer kültürünü, mitolojilerini ve din alanlarının birçoğunu benimsediler. Bu Sümer efsaneleri, binlerce yıldır bölgedeki düşünce ve öykü anlatımını şekillendirmiş ve etkilemiştir.

Yazan: A.Kara

YALANIN DİĞER YÜZÜ "MEZHEPLER"

DP, din, islamiyet, Mezhepler, İslam mezhepleri, İslamiyet mezhepler, Şia, Sünni, Ruhban sınıfı, Mezhep çatışmaları, Mezhepler neden var, İslam mezhepleri, Mezhep şirk değil midir? Mezhepler… Önce “mezhep” kelimesinin tanımına bakalım: Bir dinin, anlayış ve görüş ayrılıkları dolayısıyla ortaya çıkan, belirli kuralları, kendi içinde tutarlı inanç ve davranış bütünlüğü bulunan büyük kollarından her biri.

Tüm semavi dinlerde istisnasız mezhepler bulunur. Bu mezheplerde, o dine ait temel öğeler çoğunlukla sabit olmakla birlikte pratikler ve yorumlar bakımından farklılıklar bulunur.

Müslümanlıkta halk arasında bilinen 2 ana kol vardır: Şia ve Sünni’ler. Sünnilik içerisinde 4 mezhep vardır, Hanefilik, Hanbelilik, Şafiilik ve Malikilik.

İslamiyet’ te ki yapıyı biraz daha detaylandıracak olursak, mezhepler aslında 2 ana kola ayrılır, bunlar: Fıkhi Mezhepler ve İtikadi Mezhepler. Fıkhi Mezhepler yukarıda bahsettiğimiz 4 mezhebi kapsar. İtikadi Mezhepler ise Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Bidat olarak 2 kolda incelenir. Ehl-i Sünnet Mezhepleri Maturidiyye Mezhebi ve Eş’ariye Mezhebi olarak 2 kola ayrılır. Ehl-i Bidat Mezhepleri ise Cebriye, Mutezile, Mürcie, Haricilik, Şia ve Vehhabilik olarak 6 kola ayrılır. Burada bahsedilen her kol ayrı ayrı kendi içlerinde de farklı kollara ayrılırlar.

Hristiyanlarda 4 ana mezhep vardır ki bunlar kendi içlerinde de farklı fraksiyonlar bulundururlar: Ortodoksluk, Katoliklik, Protestanlık.

Yahudilerde de mezhepler bulunur. Bunlar, Ortodoks Yahudilik, Muhafazakâr Yahudilik, Reform Yahudiliği, Yeniden Yapılanmacı Yahudilik ve Reform Yahudiliği. Tabii ki bu mezhepler de alt fraksiyonlar barındırmaktadır.

Buraya kadar hepimizin bildiği, 3 semavi dine ait mezheplerden bahsettik. Biraz sorgulayan ve kafasını kaldıran insanlar (Hangi dine mensup olursa olsun) bu mezhepleri araştırmaya başlar. Mezhebi oluşturan o büyük kümenin duvarına gelindiğinde, yani artık neredeyse mezhep fikrini reddedecek duruma gelindiğinde şu cevaplar ile geldiği noktaya geri döner:
  • Bu mezhepler o coğrafyada dini kolaylaştırmak için meydana geldi,
  • Sünnetteki farklılıklardan oluştular. Yoksa hepsi Allah resulünün sünneti ve hadisine göre şekillendi.
  • Onlar öyle yorumladıkları için o şekilde yapıyor ve inanıyor. Biz farklı yapsak da onlarınki de bizimki de geçerli.
  • Bizler Kuran ve Sünnete bakarak yorum geliştiremeyiz. Bunun için İslam Âlimi olmak yani Müçtehidlik şartı vardır. Bizim ilmimiz yetmez.
  • Kılavuzun olmazsa dini öğrenemezsin. Bak? Sapmışsın işte…
Mezhepler kısaca bir Ruban sınıfı oluşturabilmenin en temel basamağıdır. Özellikle Müçtehit’ lik denen yapı ki buna İslam Âlimi adı veriliyor, inançlı bir Müslüman için şüphesiz şirk ve şeytan işidir. Allah ayetlerinde devamlı “Şüphesiz apaçık kurandır” diyor. “Anlayasınız diye” diyor. “Düşünüp tutasınız diye öğütler vardır” diyor.

Peki, bizim çakma Tatlısu Müslümanları ne yapıyor? Yok, bilmem ne hoca efendi, şöyle hoca efendi böyle hoca efendi diye kendilerini yırtıyorlar. Bilmiyorlar ki inandıkları dinin kitabına göre şirk ve bidat içerisindeler. Şu soruların cevabını versinler:
  • “İslam peygamberinin ve 4 halifenin mezhebi ne idi?”
  • “ Sahabelerin mezhebi neydi?”
  • “İslam peygamberi, 4 halife ve sahabe ile aynı dini ritüel ve inançları mı sergiliyorsunuz?”
  • “Emevilerin ve Abbasilerin mezhebi neydi? Peki, Ebu Hanife’ ye kimler zulüm etti? Onların mezhebi neydi?”
  • “İran ve Arabistan neden Ehl-i Bidat mezhebinden? Arabistan Kuranı kendi dilinde anlayarak okumuyor mu? Bizden daha mı az iyi biliyor ve yorumluyorlar Kuranı?”
  • “Hoplayıp zıplayarak sözde zikir yapan Death Metalcilerin mezhebi ne?”
  • “Kendini Müslüman gören, Ali’yi kendilerine önder yapan ve sazlı sözlü ibadet ettiğini sanan ışık insanlarının mezhebi ne?”
Bu sorulara cevap veremeyeceksiniz. Kalbiniz sözde cevap verecek ve hepsine evet diyerek bir mantığa oturtmaya çalışacak, aynı zamanda bu cevaplarınızı kin ve küfür ile birleştirerek adeta kusacaksınız. Kalbiniz “Evet” dese de sizin beyniniz aslında “Hayır” diyecek ve siz bu Hayır’ı şeytana-vesveseye bağlayarak mutlu ve inançlı hayatınıza devam edeceksiniz. Aslında o ses mantığınızdı, ne şeytan ne de vesvese. Beyniniz size ne zaman bir şeylerin yanlış olduğunu söylese hemen “Tövbeeeeee” deyip beyninizdeki sözde “vesveseden” Allaha sığınıyorsunuz. Bu noktada sevgili Din Âlimleri-Müçtehitler devreye girecek ve size diyecekler ki: “Sizin niyetiniz ve yolunuz inançlı ve gerçek olsun. Şüphesiz Allah görünmeyeni görür, duyulmayanı duyar…” İşte bu noktada inandığınız dinden çıktınız haberiniz yok maalesef. Allah indirdiği kitapta her şeyi “eksiksiz” anlatmış. Siz ne cüretle Allah’ın Resulü vasıtası ile size indirdiği ve açıkladığı kitabı yetersiz görürsünüz a Tatlısu Müslümanları?... Sizin niyetinizi ve yolunuzu soran veya isteyen yok inandığınız kitapta. Kendinizi kandırıyorsunuz.

Kusura bakmayın ama 12 imam, bilmem kaç hoca, bilmem ne tarikatı, hakikat kapısı, tasavvuf ehli, İslam âlimi, çağa düşen ışık, müjdelenen kişi, hoca efendi hazretleri, bilmem ne efendi, sır sahibi vs. vs. makamları ve düzenleri sizin beyinciğiniz üretiyor. Gerçekten kaçmanın basit bir yöntemi o kadar.

Bu yazıdaki amaç İslam içi çelişkileri ortaya dökmek değil. Zaten bu dinin, hatta semavi dinlerinin hepsi bir çelişki yumağı. Tuttuğunuz yer elinizde kalıyor. Neden? Çünkü bu dinlerin hepsi Ortadoğu din geleneğinden evrilen inançlar dizgesi. Önce nereden geldiği henüz net olarak bilinmeyen, Sami olmayan bir medeniyet olan Sümerler, oradan Babiller, oradan İsrail oğulları, Akadlar, mısırlılar derken her şey ortada. Sümerler ile başlayan Ortadoğu din geleneğinin geldiği son nokta. Çelişkiler yumağı.

İşte mezheplerin çıkışı da bu noktada başlıyor. Dinlerin kendisi akıl dışı, çelişkili ve kopuk olduğu için insanlar kendi akılları ile izah geliştirmeye çalışıyor ve neticede mezhepler oluşuyor.

Bu mezhepler sözde birbirlerine karşı “ortak bileşenlerden dolayı saygılıyız” mesajı vermeye çalışsalar da aklı biraz çalışan herkes bilir ki bu mezhepler birbirleri ile sıkıntılıdır. İslam’ın ilk dönemlerinde tüm İslam idarecilerinin cinayet ile öldükleri, hatta cinayeti işleyenlerin de Müslüman oldukları tarihsel bilgiler ile sabittir ki bu tarihsel bilgileri “Yahudi ve Hristiyanlar” yazmadı değerli Tatlısu Müslümanı kardeşim. Daha da ileri gidersek Arif TEKİN İslam Peygamberi Muhammed’in ölümünü bile cinayete bağlar ki çok ciddi -ÇÜRÜTÜLEMEYEN- deliller ile kitabında açıklar bu olayı.

Bu mezhep mevzusuna “Vahşi” Tatlısu Müslümanları Konca KURİŞ’i hunharca ve canavarca katletmişlerdir. Çünkü bu şeytani ruhban sınıfının radikal söze tahammülü yoktur. Farklı sesler yok edilmelidir.

Mezheplerin çıkış sebebi, o coğrafyadaki insanların farklı yaklaşım ve taleplerini karşılama konusunda sahabelerin veya mezhep kurucularının kuran ve sünnet ışığında kolaylık oluşturması değildir. Herkes kendi kolayına gelen bir formata kılıf uydurmuştur o kadar. Mesela bir mezhepte vücuttan çıkan kan abdesti bozarken başka bir mezhepte bozmaz. Bunun kolaylığı neymiş? Eğer su yok ise kan ile abdestin bozulmayacağı bir mezhebe tabi olursunuz. Böylece her kan aktığında su aramanıza gerek kalmaz. Peki, daha önce teyemmüm diye bir şey duydunuz mu?

İnancınızı sorgulamıyorum. İsterseniz balkondaki saksıya, sokaktaki kediye tapın. Ama inandığınız dini ve sistemi iyi öğrenin. Kaynağından öğrenin. Bu konuda lidere veya öğretmene ihtiyaç yok. Kitap ortada duruyor. Kedide öyle saksı da öyle. Neye inanıyorsanız ortada duruyor. Okuyun, bakın ve ona göre inanç dünyanızı şekillendirin.

Mezhepler kan, ölüm ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Dinlerin gerçekliği tartışılırken asıl sorun hep gözden kaçırılıyor. İnsanları dinlere bağlayan asli unsur o dinin dinamikleri değil. Dinsel dinamiklerden ziyade asıl sorun mezhepler. Adeta tutkal gibi insanların bilişsel ve duyuşsal merkezlerini paralize ederek her şeye bir kılıf uydurulmasını sağlıyor. Zaten mezheplerinde yaratılma amacı budur.

Maraş katliamını hangi düşünce yaptı? Çorum? Madımak? Başbağlar? Malatya? Sakın buradan hareketle “Kusurlu olan insanlar, mezheplerin veya dinlerin suçu yok” diye bir savunma geliştirmeye çalışmayın sevgili Tatlısu Müslümanları.

Sünnilik, Alevilik, Caferilik, Malikilik, Şiilik, Vahabilik ve daha adını sayamadığım birçok mezhep ve kol. Bunların hepsi dinleri akla ve mantığa oturtmak için “çok sağlam” uydurulmuş fantastik hikâyelerden başka bir şey değil.

Evet, Alevi okurlar bana kızacak ama objektif bakıldığında sizin de diğerlerinden farkınız yok. İnsani değerlere daha yatkın olmanız sizin de Ortadoğu din geleneğinden etkilenmiş fantastik inanç ürünü olduğunuz ve sınıflandırmanın bir ayağı olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor.

Mezhepler koca birer yalandır ve inandığınız dinin kitabına ve sünnetine ya da ehl-i beyitine göre artık her neyse göre şüphesiz şirk ve bidattır. Bunun tersini iddia eden de (Hacı, dede, hoca, müçtehit vb.) İslamiyet’e göre şirk ehlidir. Madem Müslümansınız, Müslümanlık tekdir ve birdir. Mezhep diye bir şey yoktur. Tüm semavi dinler de Sümer kökenli Ortadoğu din ailesinden geldiğine göre….. Anladınız siz onu. Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

TÜRKÇE KUR'AN-I KERİM


Müslümanların kutsal olduğuna inandığı ve neredeyse %90ının Türkçe dilinde okumadığı, bu yüzden de içinde yazanlardan bir haber oldukları kitabı, Kur'an-ı Kerim'i meraklıları için pdf olarak paylaşmak istedim. Özellikle din konusunda araştırmalar yapanlar veya ilahi sayılan kitaplara merak besleyenler okuyabilirler. Kur'an'ı okumak veya indirmek aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz.

Diyanet Türkçe Kur'an, Kur'an, Kur'an indir, Kur'an oku, Kur'an-ı Kerim Diyanet meali, Kur'an-ı Kerim indir, Kuran, Türkçe Kur'an, Türkçe Kuran, Türkçe Kuran indir, kutsal kitap pdf,

MORMONİZM'E KISA BİR BAKIŞ

Mormonizm, Mormon Kitabı, din, A, İsa Mesih'in Son Günler Azizleri Kilisesi, İsa Mesih Kilisesi, Mormon nedir?, Mormonizm nedir?, Mormon inanışları, Tanrı aramızda yaşıyor inancı,
İsa Mesih'in Son Gün Azizleri Kilisesi 19. yüzyıl Amerika'sında kuruldu ve dünya çapında 13.5 milyon üyeye sahip bir dindir (LDS 2008 İstatistik Raporu).

Mormonizm 1837 yılından bu yana Birleşik Krallık'ta bulunmaktadır ve 190.000 üyesi vardır (LDS 2008 rakamları).
  • Kiliselerine, Son Gün Azizleri İsa Mesih Kilisesi veya İsa Mesih Kilisesi denir.
  • Mormonlar, kiliselerinin İsa tarafından tasarlandığı ve restore olduğuna ayrıca diğer Hristiyan kiliselerinin de yanlış yöne gittiğine inanıyorlar.
  • Kilise Joseph Smith tarafından kurulmuştur (1805 - 1844).
  • Daha sonra yeni Mormon'larla birlikte 1847'de Salt Lake City'ye göç eden Brigham Young tarafından geliştirilmiştir.
  • Mormonlar Tanrı'nın fiziksel bir bedeni olduğuna , evli olduğu ve çocuk sahibi olabileceğine inanmaktadır.
  • Ayrıca insanların öbür dünyada tanrı olabileceğine inanıyorlar.
  • Mormonlar geleneksel aile yaşamı ve değerleri üzerinde yoğunlaşmıştır.
  • Onlar kürtaja, homoseksüelliğe, bekar cinsel eylemlerine, pornografiye, kumar, tütün,  alkol, çay, kahve ve ilaç kullanımına karşıdırlar.
  • Yaygın yanlış anlamalardan biri, İsa Mesih'in Son Gün Azizleri Kilisesinin çok eşliliği savunmasıdır. Kilise çok eşlilik uygulayan herkesi yaklaşık bir asır önce durdurarak tahrip ederek bu uygulamayı durdurmuştur.
  • Kitapları Mormon kitabıdır, buraya tıklayarak okuyabilir veya indirebilirsiniz.

Yazar görüşü:
Bana göre Hristiyanlık temelleri ile, Hristiyanlığı farklılaştırarak oluşmuş bir dindir. Hristiyanların tabiri ile "sapkın" oldukları söylenir. Dikkatimi çeken şey, herkesin Tanrı olabileceği inancı ve Tanrının aramızda yaşayıp aile sahibi olmasıdır. Bu daha çok ilkel inançlardaki mitlere benziyor, İskandinav tanrılarının ailesi veya Valhalla'ya gidenlerle aynı masada oturup kavisli boynuzlardan şarap içmesi gibi bir şey. Bence çok insani bir düşünce.

İnsan aile sahibi olabiliyor diye, çocuk yapıyor diye Tanrı'da neden bunları yapıyor ve insan gibi bir varlık olsun ki, diyordum ki beynim sinyal çaktı ve adamların İsa'nın kiliselerini kurduklarına ve restore ettiklerine inandıkları aklıma gelince, Tanrı'nın neredeyse boya badana yapacağına inanıyorlar, aile kurup evleneceğine niye inanmasınlar değil mi?
Fakat anlamadığım şey, Tanrı İsa ise ve Tanrı insanlar arasında ailesi ile yaşayıp yiyip içiyor ise, nasıl oluyor da herhangi birisi Tanrı olabiliyor? Kendi açtığı kapıya kafasını çarpan adamın hissettiği uyuşma var şuan beynimde.

Kaynak: http://www.bbc.co.uk

Yazan-Derleyen-Çeviren: A.Kara

TEVRAT'TA YAKUP'UN MELEKLE GÜREŞMESİ VE KUR'AN İLE İLİŞKİSİ

HC, islamiyet, yahudilik, Yakup'un melekle güreşmesi, din, Hz Yakup, Tevrat'ta Yakup'un güreşmesi, Ali İmran suresi, Kur'an-Tevrat ilişkisi, Tevrat yaratılış, Haram helal ilişkisi, 
ALİ İMRAN 93-94 - TEVRAT YARATILIŞ 32.BÖLÜM İLİŞKİSİ VE YAKUP'UN MELEKLE GÜREŞMESİ MESELESİ

Ali İmran (93-94) -Diyanet işleri Meali: "Tevrat indirilmeden önce, İsrail’in (Yakub’un) kendisine haram kıldığı dışında, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helâl idi. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Tevrat’ı getirip okuyun.”Artık bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir."

Burada bahsedilen Yakup'un kendisine haram kıldığı yiyecek Tevrat: Yaratılış 32'de anlatılır:
..............
Tevrat Yaratılış 32
Yakup Güreş Tutuyor
22 Yakup o gece kalktı; iki karısını, iki cariyesini, on bir oğlunu yanına alıp Yabbuk Irmağı'nın sığ yerinden karşıya geçti.
23 Onları geçirdikten sonra sahip olduğu her şeyi de karşıya geçirdi.
24 Böylece Yakup arkada yalnız kaldı. Bir adam gün ağarıncaya kadar onunla güreşti.
25 Yakup'u yenemeyeceğini anlayınca, onun uyluk kemiğinin başına çarptı. Öyle ki, güreşirken Yakup'un uyluk kemiği çıktı.
26 Adam, “Bırak beni, gün ağarıyor” dedi. Yakup, “Beni kutsamadıkça seni bırakmam” diye yanıtladı.
27 Adam, “Adın ne?” diye sordu. “Yakup.”
28 Adam, “Artık sana Yakup değil, İsrail[b] denecek” dedi, “Çünkü Tanrı'yla, insanlarla güreşip yendin.”
29 Yakup, “Lütfen adını söyler misin?” diye sordu. Ama adam, “Neden adımı soruyorsun?” dedi. Sonra Yakup'u kutsadı.
30 Yakup, “Tanrı'yla yüzyüze görüştüm, ama canım bağışlandı” diyerek oraya Peniel[c] adını verdi. 31 Yakup Peniel'den ayrılırken güneş doğdu. Uyluğundan ötürü aksıyordu. 32 Bu nedenle İsrailliler bugün bile uyluk kemiğinin üzerindeki siniri yemezler. Çünkü Yakup'un uyluk kemiğinin başındaki sinire çarpılmıştı.
..............

Kuran bu ayetlerde, muhtemelen ,Müslümanlar'a yönelik Yahudiler tarafından yapılan ,helal-haram kurallarına Müslümanlar'ın tam olarak uymadığına yönelik itirazlarını cevaplıyor. Örneğin Yahudilik'te deve yemek koşer yani temiz değildir ama Müslümanlar yer. Kuran bu tür itirazlara yönelik cevabı İsrailoğulları'nın en büyük iman atası Yakup'u örnek göstererek o sadece kendisine haram kıldığı şeyi yemezdi, onun dışında her şeyi yerdi (deve de dahil) diyerek veriyor.

Bu ayetlerden , Yahudiler'in Araplar'a yönelik ,daha İslam'ın doğuşunda koşer kurallarına uymadıkları gerekçesiyle itiraz ettiklerini görüyoruz fakat benim az önce fark ettiğim başka önemli bir nokta daha var.

Müslümanlar Tevrat'ta yer alan ''melekle Yakup'un güreşmesi kısmına'' Yahudiler uydurdu, sonradan eklenmiş,bozmuşlar melek hiç insanla hele peygamberle güreşir mi?'' derler. Oysa Kuran'ın Ali İmran 93. ayeti direk ''Tevrat'ı getirip okuyun'' diyor.

O zamanlar Tevrat belirliydi yani tüm Yahudiler'in elinde Yakup'un öyküsünün aynı şekli vardı, kanon belirlenmişti. Eğer Kur'an Tevrat'ı getirip okuyun diyorsa ve Yakup'un bu yasağı kendine ve İsrailoğulları'na koyduğu yer olarak burayı gösteriyorsa (ki başka bir ihtimal yok gibi gözüküyor) bu yasağın gelme nedeni olan ''Yakup'un melekle güreşip sakatlanmasını da kabul ediyor olmalıdır.''

Çünkü eğer Yakup melekle güreşmeseydi uyluk kemiğinin üzerindeki siniri kendine ve halkına yasak etmeyecekti. Yani Kur'an bu yasağı kabul ediyor ve hatta bunu Yahudiler'in itirazlarına karşı kanıt olarak sunuyorsa Tevrat'taki bu yasağın ya da haramın oluşmasına neden olan öyküyü de kabul etmelidir. Bence bunun dışında bir ihtimal yoktur. Yine de takdir okuyucunun.

Yazan: Higher Criticism

SÜMER TANRISI DUMUZİ VE KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

Hazırlayan: A.Kara
mitoloji, sümer mitolojisi, Sümerler, Sümer Tanrısı Dumuzi,Sümerlerde yılbaşı kutlamaları,Nardoqan,Nardugan,Dumuzi ve Inanna,Çoban tanrısı Dumuzi,Yule kütüğü,Paganlardan yılbaşı kutlamaları,A

DUMUZİ (TAMMUZ) VE KIŞ GÜN DÖNÜMÜ

Dumuzi (Dumuzid / Tammuz=Temmuz) antik Sümerler arasında "Çoban Tanrısı" olarak adlandırılmıştır. Bu genç tanrının yer altında mahsur kaldığına inanılırdı. İnanışa göre daha sonra İnanna inip onu kurtararak yeryüzüne geri dönmesini sağlar.

Fakat Sümer efsaneleri gösteriyor Dumuzi, yani Temmuz'un yılın 6 ayı boyunca yer altında kalacağı, kalan 6 ay ise yeryüzüne çıkacağına inanılırdı. Yani Temmuz Yaz gün dönümü başlayınca 6 ay boyunca ölür, sonra kış gün dönümü ile tekrar dirilip 6 ay boyunca yaşar. Bu inanış doğanın canlanmasını, bitkilerin yeşermesini simgeler.

Zaten Dumuzi adı "Yaşam oğlu" olarak tercüme edilir. Dumu: oğlu veya çocuğu, Zi: yaşam gücü veya sadakati demektir. Bu yüzden "Sadık oğul" olarak da tercüme edilir.

Çobanların, balıkçıların ve bitki örtüsünün tanrısı olarak görülmüştür. Bu yüzden 21 Aralıkta yeniden doğumu kutlanır, kutlamalarında her daim yeşil kalabilen hayat ağacı kullanılırdı. Halk böylece onu onurlandırmaya çalışırdı.

Neden hayat ağacı? derseniz, sebebi kışın ölmemeleri ve ölümün yaşam tarafından ele geçirilmesini temsil etmeleridir.

Buna benzer kutlamalar eninde sonunda eski doğu, Akdeniz ve Avrupa'da da görülür. Dünyanın birçok yerinde ölüm gecesi ve Güneş'in yeniden doğuşu ile ilgili gelenekler türemiştir.

Bunların arasında Yule kütüğü de vardı. Daha sonraki Sümer kültüründe bu kütük Güneş tanrısı Nimrod'u temsil etmiştir ve kutlamalar sırasında ağaçların altına Nimrod için hediyeler bırakılmıştır.

Bu kutlamalar Babil toplumundaki Akitu adlı bahar kutlamalarında da görülür. Zaten Akitu'nun Sümer dilindeki karşılığı "Arpa kesme", "Arpa ekme", Akad dilinde ise "Yılın başı" yani Yılbaşıdır. Fakat bu yılbaşı, bildiğiniz 1 Ocak değildir; Sümer takviminin 2 yarım yılını esas alır.

Akitu ayrıca Babil dininde Marduk'un Tiamat'ı öldürüp parçalara ayırmasına, onun mutlak zaferine adanmış bir isimdir. Zaten Tiamat'ın öldürülmesinin de başlayacak refahı ve verimliliği simgelemesi güçlü bir olasılıktır çünkü onun ölümü aynı zamanda bitki örtüsünün, yer ve göğün oluşmasını sağlayacaktır.

BAHAİ DİNİNDE TANRI İNANCI

bahailik, Bahai dininde Tanrı, din, A, Bahailikte Tanrı, Bahai dini, Bahailik ve İslam benzerliği, Bahaullah, Bahai,
Tanrı insan aklını aşar ve doğrudan bilinemez. Tanrı büyük peygamberlerinin hayatları ve öğretileri ile bilinir ; en yakını da Baha'u'llah'tır.

Bütün insanlar sonsuza kadar yaşayan bir ruha sahiptirler. Bütün insanlar tek bir küresel toplulukta yakında birleşecek tek bir yarışa üyedirler. Tüm insanlar farklı fakat eşittir; ırklar veya cinsiyetler arasında eşitsizlik olmamalıdır. Açıkça farklılıklarına rağmen, tüm dinlerin ruhani temelleri aynıdır.

Bahai dini, diğer tüm inançları doğru ve geçerli kabul ediş şekliyle diğer dinlere göre benzersizdir. Bahailer İbrahim , Musa , Zerdüşt , Buda , İsa ve Hz.Muhammed'in görevlerinin ilahi niteliğini kabul ederler. Her birinin Tanrı'nın vahyinde daha ileri bir aşama olduğuna inanmaktadırlar. Diğer peygamberler de kabul edilir.

Tanrı hakkındaki Bahai inançları
  • Bahailer, bir Tanrı olduğuna, bütün evrenin ve yaratma eyleminin kendisine ait olduğuna inanır.
  • Tanrı her şeye kadirdir, mükemmel ve yaşam hakkında eksiksiz bir bilgiye sahiptir.
  • Bahailer, yalnızca tek Tanrı'nın olduğuna fakat farklı dinlerde farklı isimler tarafından çağrıldığına inanmaktadır.
  • Tanrı sınırlı insan zihni tarafından anlaşılamayacak kadar büyüktür.
  • Tanrı bilgisi, Tanrı'nın nitelikleri hakkında bilgi anlamına gelir.
  • Bahailere göre Tanrı hakkında aslında bilinen tek şey Tanrı'nın varlığıdır.
  • Bahailer, Tanrı'nın bir insanda enkarne olamayacağına inanmaktadır.
Bu yüzden sıfatları Tanrı'ya bağlarken aslında insan düşüncelerine dayanan yanlış bir benzetme yapıldığına - ancak yapabilecekleri en iyi şeyin bu olduğuna inanırlar.


Tanrı hakkında bilinenler
Tanrı'yı doğrudan anlayamayacağımızdan, Tanrı hakkında bir fikir edinmenin en iyi yolu, elçisinin (Tanrı'nın Belirtileri) yaşamlarına ve öğretilerine ve Tanrı'nın yarattığı dünyaya bakmaktır.

Tanrı ve diğer dinler
Tanrı'nın tanımı, açıklamayı yapan kişinin görüşleri ve kültürel altyapısı ile renklendirilmiş ve sınırlandırılmıştır. Bahaullah, bu sınırlandırmanın farklı dinlerin Tanrı üzerinde farklı fikirleri olduğunu düşünüyordu.

Bahaizme göre diğer dinlerin bahsettiği Tanrı, farklı bir gerçekliğe sahip değildi, aynı gerçeği tanımlamaya çalışıyordu, fakat açıklamaları kendi deneyimlerinden ve kültürlerinden inşa edildiği için farklıydı.

Abdu'l-Baha şöyle diyor:
"Dünyanın dinleri arasındaki farklılıklar zihinlerin çeşitliliklerinden kaynaklanmaktadır."

Dolayısıyla bir Bahai için, farklı dinler tarafından inanılan farklı Tanrı görüşleri, o belirli kültür ve zamanın, Tanrı'nın mutlak gerçekliği fikrine gelebileceği ve bu kültüre sahip insanlara yardımcı olması için en yakın olanıdır.

Ancak Tanrı'nın bu düşünceleri, Tanrı'nın asıl gerçekliğine benzemez, çünkü insanlar gerçekliği anlamaya zihinsel yeteneğe sahip değildir.

Tanrının Cinsiyeti
Bahailer, Tanrı'nın cinsiyetini önemsemez ve cinsiyeti olduğuna inanmazlar. Bahai yazıları, Tanrı'ya atıfta bulunmak için erkeksi bir zamir kullansalar da, bunlar orijinal olarak yazıldığı dile uyum sağlayabilmesi içindir.

Yazar görüşü:
Göründüğü üzere Bahailik, İslamiyete oldukça benzerdir, hatta İslamiyetin tekrar ambalajlanıp daha iyimser sloganlarla piyasaya sunulmuş şekli gibidir. Bir nevi piyasaya daha önceden sürülmüş olan dinlerin hepsini bünyesinde toplayarak voltran oluşturmuştur. Fakat Tanrı inancı, gözlemlerime göre daha çok İslamiyet temellidir. Ayrıca, Tanrıyı anlama konusunda bazı Müslümanların da söylediği gibi "Tanrı insan zihni tarafından anlaşılamaz", "insanız oğlum biz, anlayamayız" tarzında söylemlerle ufak çaplı da olsa nihilist'tir.
Bir konuda da "Yiğidi öldür hakkını yeme" sözüne uymak zorundayım, Bahailik her ne kadar önceki dinlerin birleşimi ve büyük çapta İslam temelli bir din olsa da, kendisinden önceki dinlere göre "tüm dinleri kabul ederek" sanırım önceki dinlere "alın işte, hoşgörü böyle olur" yada "Yaratıcının önceki işlerini niye karalıyorsunuz?" diyor gibiler (gerçek veya değil, tecrübe etmeden bilemeyiz).

Kaynak: http://www.bbc.co.uk

Yazan-Çeviren: A.Kara

ALLAH'IN KUR'AN'DAKİ "BİZ" İFADELERİ

A,din,islamiyet,Allah neden biz diyor?,Allah'ın biz yarattık biz yaptık demesi,Allah'ın ben yerine biz demesi, Cin suresi, Hicr suresi, Ahzab suresi,Kur'an'daki karmaşıklıklar,Kur'an'daki çelişkiler Apaçık olduğu söylenen Kur'an tam aksine her sayfasında karmaşıklık içerir ve sadece bir sayfayı anlayabilmek için günlerinizi vermeniz gerekebilir. Barındırdığı onlarca çelişkiden en çok kafa karıştıran ve sık karşılaşılan ise Kur'an'daki Allah'ın bazen tekil bazen çoğul zamirler kullanarak hitap ediyor olmasıdır. Örneğin:

Cin suresi 5.ayet
"Oysa biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceklerini sanırdık."

Hicr suresi 15/9
"Kur'ân'ı kesinlikle biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız."

Yukarıdaki gibi onlarca ayette "biz" dendiği görülüyor, halbuki bazı ayetlerde de "sadece Allah", tekil kişi "O" vurguları yapılıyor. Yani bunlar bile başlı başına Kur'an'ın apaçık olmadığının en basit ispatıdır.

Peki kimdir, nedir, neyin sonucudur ayetlerde geçen bu "BİZ" ?

BİZ KELİMESİ ÜZERİNE İHTİMALLER:
  1. Yaratıcı, apaçık dediği kitabı karmakarışık gönderecek kadar çelişki sahibi olması (Günümüz ÖSYM yetkilileri veya yazı yazamayan Binali Yıldırım gibi),
  2. Kur'an'ı yazan yazıcı katipler, Osman ve Kur'an'ın oluşumunda rol oynayan farklı lehçelere sahip Arap kabileleri içine kendi görüşlerini koyup dilediğince yazmış olmaları,
  3. Kur'an'ı keyfine göre "Tanrı'dan vahiy geldi" diyerek yazdıran, hatta çevresindekilerin keyfine göre bile ayet var eden Muhammed ve çevresindekilerin yazım karmaşa ve hataları (Örneğin Ömer'in karısı ile ters ilişki yaşaması sonrası Muhammed'in yanına gelerek durumu anlatması ve hemen Kur'an'a konuyla ilgili ayet eklenmesi | Bakara suresi 223.ayet),
  4. Belki de bir kaç tane tanrı var, vahiy gönderirken egoist olan sadece "O" diyerek kendini överken, egoist olmayan diğer tanrı "biz yahu, biz muhterem, bencil olma" diyerek kendi vahiylerini "Biz" şeklinde göndermiş olabilir,
  5. Kur'an'ın birçok bölümünün çok daha önceden yazıldığına daha doğrusu eski metinlerden araklandığına dair bulgular gün yüzüne çıkalı çok oldu, belkide bu "biz", o parşömenleri yazan kişilerin yazdığı dil ve onların anlatım şeklinin sonucu olabilir,
  6. "Allah" birden fazla kişi-tanrı yada birden fazla yaratıcıyı tek isim altında toplamak için oluşturulmuş bir çatı isim olabilir,
  7. Kur'an'ın yazılırken ve derlenirken sürekli el değiştirmesinin sonuçlarından biri olabilir,
  8. Son ihtimalle Muhammed kendini de tanrıyla bir görerek "biz" diyor olabilir.
BOŞ SAVUNMALAR
1) BİZ DE BAZEN BİZ DİYORUZ
Bu "BİZ" ifadesini bazıları "evet ama, biz de bazen kendimiz hakkında konuşurken "biz" demez miyiz?" diyerek savunmaya çalışmış. Cevabı basit ve nettir; Ruh hastası değilsen demezsin!
Biz kelimesini bir insan normal şartlar altında ya kurumsal bir firmada çalışıyor ise kullanır yada birden fazla kişiyle (çalışma ekibi, arkadaşları, ailesi vb.) birlikte yaptığı bir şeyden bahsediyorken kullanır.

Yani hiç kimse, tek başına oturup çay içiyor iken, annesi "ne yapıyorsun?" diye sorduğunda "biz çay içiyoruz" demez, derse de annesinin bir sonraki lafı "ne bizi kız deli misin sen?" olur. Dinlerdeki çelişkileri inatla savunmak için bu kadar dansözlük yapmak akıl işi değildir, bu inat NEDEN?

2) ALLAH İŞİN İÇİNDE OLAN DİĞER VARLIKLARA DA DİKKAT ÇEKMEK İSTİYOR
Bazıları, Allah'ın Kur'an'da "biz" demesini diğer varlıklara dikkat çekmek istemesine bağlıyorlar. Örneğin "Kur'an'ı biz indirdik" ayetini de bu doğrultuda, Cebrail ile ilişkilendirmiştir diyorlar.
Peki, o halde tüm vahiyleri Cebrail getirmiyor mu? Farklı bir kanal daha mı vardı e-posta gibi, ne bileyim e-kainat falan?
Neden? Çünkü tüm Kur'an zaten vahiyle geliyor, o zaman neden tüm Kur'an'da biz demiyor da bazı ayetlerde "biz" diyor?

"Biz yeri, göğü ve içindekileri yarattık" diyor mesela, burada yaratılış sırasında olaya melekler şahit olduğu için biz diyormuş. Yahu böyle saçma mantık olur mu? Melekler sırf oradaydı diye Allah biz yarattık der mi?
Evin kapısını çalıyor olsan, tam o sırada komşun da koridorda duruyor olsa, "kim ooo" diyen eşine "biz" mi diyeceksin? "Ne bizi nan değişik" diye cevap verirse de "E olaya şahit oldu, kapıyı çalarken o da vardı neticede" dersin artık...

Eğer meleklerin içinde ve yetkisi olduğu şeyler için "biz" diyor ise, Ahzab 50'de neden hala "biz" diyor, yoksa meleklerin de helal kılabilme, ayrıcalık tanıyabilme yetkileri mi var? Ayrıca görüldüğü gibi, ayette sürekli "biz" diyor iken sonunu sadece kendinden bahsederek "Allah" diye bitiriyor. Fakat ayetin sonuna kadar hep "biz"di.
Diyanet Vakfi (33/AHZÂB-50: Ey Peygamber! Mehirlerini verdiğin hanımlarını, Allah'ın sana ganimet olarak verdiği ve elinin altında bulunan cariyeleri, amcanın, halanın, dayının ve teyzenin seninle beraber göç eden kızlarını sana helâl kıldık. Bir de Peygamber kendisiyle evlenmek istediği takdirde, kendisini peygambere hibe eden mümin kadını, diğer müminlere değil, sırf sana mahsus olmak üzere (helâl kıldık). Kuşkusuz biz, hanımları ve ellerinin altında bulunan cariyeleri hakkında müminlere neyi farz kıldığımızı biliriz. (Bu hususta ne yapmaları lâzım geldiğini onlara açıkladık) ki, sana bir zorluk olmasın. Allah bağışlayandır, merhamet edendir.)

3) ALLAH MÜTEVAZİ OLDUĞU İÇİN BİZ DİYOR
Peki, mütevazi ise, neden sürekli emirler gönderip, uymayacakları yakacağını ve kavurup haşlayacağını söylüyor? Neden yapılan ibadetler ile adının günde yüzlerce kez anılmasını istiyor? Bu mütevazilik değil egoistliktir.

Yazan: A.Kara

ALLAH DIŞINDA BAŞKA YARATICI DAHA MI VAR?

AY, din, Allah dışında başka yaratıcı, Kuranda Allah'tan başka yaratıcı, Allah'ın beddua etmesi, islamiyet, Kuran, Kuran-ı Kerim, Kuran çelişkileri, Münafikun suresi, ٤﴾ يَقُولُوا تَسْمَعْ لِقَوْلِهِمْ كَأَنَّهُمْ خُشُبٌ مُّسَنَّدَةٌ يَحْسَبُونَ كُلَّ صَيْحَةٍ عَلَيْهِمْ هُمُ الْعَدُوُّ فَاحْذَرْهُمْ قَاتَلَهُمُ اللَّهُ أَنَّى يُؤْفَكُونَ ﴿

Onları gördüğün zaman kalıpları hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kereste gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar! Münafikun Suresi 4. Ayet.

Yahudi ve Hıristiyanlar hakkında, ALLAH ONLARI YOK ETSİN!" ifadesi kullanılıyor. Yok ediyorsa kendisi Allah'tır o yok etsin, niye beddua ediyor? Sanki onun dışında ayrı bir Allah vardır da ona müraacat edip Allah onları yok etsin diyor.

Ne ilginç ifadeler değil mi?

TÜRK TİPİ İSLAMİYET

DP, Türk tipi İslamiyet, islamiyet, Gerçek İslam, Türkiye'deki İslam, Türk müslüman, Türkiye'de dinleri sorgulama artıyor, Tatlı su müslümanlığı, Dini savunan, din, Sorgulamadan inanan müslüman, Kuranı Türkçe okumamış, İslamiyette Tengrizm izleri, Türk tipi İslamiyette Tengricilik,

TÜRK TİPİ İSLAMİYET


İster dini sorgulayın ister sorgulamayın. Bazı okurlarımız, Ateist, Deist, Agnostik, Pandeist vb. sistemleri savunan kişiler olduğu gibi, bazıları da dini sorgulayan ve dinden sıyrılma aşamasında olan kişilerden oluşuyor. Kimileri aydınlanmanın enginliğini yaşıyor, kimileri de aslında “düşlediği” İslam’a dayanak arayarak bir sebep bulma peşindeler. Bu sebep öyle bir sebep olmalı ki tekrar İslamiyet ile aydınlansınlar. Maalesef bulamıyorlar ve bu paradoks devam edip gidiyor. Çünkü yaşadıkları din ile, kitaplarda yazan ve pratikleri çağlar öncesinden belirlenmiş olan ibadet, ritüel ve standartlar birbiri ile bağdaşmıyor. Tüm bunlardan farklı olarak hiç hesaba katmadığımız bir okur kitlesi de var ki bu kişiler dinlerine sıkı sıkıya bağlı olup “Bu ateyizler, deistikler ne iş yapar, ne düşünür?” sorularına cevap bulabilmek için yazıları takip eder, imkân bulduklarında şahsımıza ve çevremize ettikleri küfürler ile psikolojik mastürbasyon yapma yolunu seçerler. Açıkçası seviyeli, saygıya dayalı tartışmalar ve eleştiriler doğruya giden yolda en önemli yapı taşlarıdır. Ancak, “zaten benim söylediğim ve düşündüğüm doğru olduğuna göre….” diye başlayan sorulardan, cevaplardan ve açıklamalardan ne yazık ki hiçbir sonuç çıkmayacağı gibi bunun devamında gelen olumsuz pekiştirme ve sözler tüm ortamı amacından çıkartabiliyor. Hatta her söylediklerine sağlam bir cevap verildiğinde şu benzetmeler ve ithamlar ile karşı karşıya kalırsınız:

“Aslında siz var ya beyniniz yıkanmış... Gâvur gibi yaşaya yaşaya gâvur olmuşsunuz… Yahudi-Mason tohumu… Siyonist uşağı… Amerikan özentisi… Allahsız kitapsızlar… Ahlaksız it soyları… Türk müsünüz lan siz… Soyunuza yunan karışmış… Deccal uşağı… vb. vb.”

Peki, ne oluyor da ülkemizde birçok insan ya sorgulama periyoduna giriyor, ya da dinlerden sıyrılıyor? Sadece normal sokaktaki vatandaşta değil, özellikle muhafazakâr kanattaki gençler arasında da deizme yönelik inanılmaz bir kayma var. Haber Türk kanalında yorumcu ve yazar Nihal Bengisu KARACA’ nın, ilgili kanalın web sitesinde 06.08.2017 tarihli yazısını sonuna kadar iyice okuyun. Bu husustan kısaca bahsetmiş.

Aslında cevap çok açık. Sorun, kimi çevrelerce “Tatlısu Müslümanlığı” olarak adlandırdığı bir kavram. Bu kavramın ana adı “TÜRK TİPİ İSLAMİYET”. Peki, nedir bu Türk tipi İslamiyet? Dinini savunan okurlar hemen bu noktada büyük harfler ile itirazlarını sıralayarak üst perdeden atağa geçecekler.

Öncelikle az da olsa toplumumuzun ve coğrafyamızın İslamiyet anlatışından ve tarihinden bahsetmek gerekiyor. Türk toplumunun asıl dini Tengricilik idi. Gök Tanrı’ya tapılan bu tek tanrılı dinde de doğaüstü varlıklar güç sahibiydi. Bu dinde çeşitli dini ritüel ve ibadet modelleri vardı ki hala toplumumuzda İslamiyet adı altında bu izleri görebilmekteyiz. Örneğin ağaca çaput bağlama, yatır kültürü ve ölünün arkasından yapılan haftası, kırkı, elliklisi ve yılı gibi pagan ritüelleri ile mevlitler. Toplumumuzun bu ilk dinini şekillendiren ana faktör vicdan ve eşitlik ilkesi idi.

Ülkemiz toplumu dünyada nadir toplumlardan. Çünkü hayatı boyunca inandığı dinin kitabını bir kez bile okumamış. Bilmiyor. Hocası bunun uygun olmayacağını söylemişte ondan. Eğer okursa şaşabilir ve yoldan çıkabilir. İlmi yetmez. Mutlaka hocadan öğrenmeli. Yoksa şeytan zihnine karışır ve kişiyi saptırır. Ne kadar komik değil mi? İnsanlarımız hatim indirme adı altında arapça kelimeler mırıldanıyor. Gece yolda ıssız yerde yürürken veya yatağında korktuğunda nas ve felak surelerini okuyor. Yatarken 3 İhlas ve 1 fatihayı eksik etmiyoruz. Peki ya anlamları? Ne söylediğimizin ve ne mırıldandığımızın bile farkında değiliz. Bu hususu dile getirdiğinizde ilk olarak yakın çevreniz size müdahale eder. Müdahale sistemi kusursuzdur: “aman tövbe deeee”. Eğer görüşlerinizde ısrarcı iseniz karşılaşacağınız durum şudur: “Cinlenmiş efsunlanmış buuuuuu, hemen X hocaya götürelim de okusun. Eyvahlar olsun Alllaahhhhh”. Cinci hocaya gidilir. Mümkünse içteki cin çıkartılsın diye dualar okunur. Muskalar, zemzemler… Tabii ki bunlarda bilinmedik bir dilde. Daha da ısrar ederseniz sorgulamada o zaman hastalığınıza teşhis konulur: “Gâvurlar beynini yıkamış zaaaaar. “

Kimse kimsenin beynini yıkamadı. Asıl beyni yıkanmış olan maalesef toplumumuz. Hiç kitabını anlayarak okumadığı bir dine inanılıyor. Çocuklar kuran kurslarına gönderiliyor ancak ne öğrendiklerini kendileri dahi bilmiyorlar. Sadece kendilerini cennete götüreceğine inandıkları bir takım fantastik yabancı kelimeler dizisini öğreniyorlar. Anlamlarını ve içeriklerini bilmeden… Sadece hoca dedi diye inanılıyor dine. Hoca ne öğrettiyse o. Gerisi yok. Hocaya da artık kim ne öğrettiyse sorgulayan yok.

Özellikle bu cinci efsuncu hocalara giden kitleyi bir bilseniz akıl tutulmasını asıl siz yaşarsınız. Her kültür ve bilgi seviyesinden insanlar, sanatçılar, futbolcular, akademisyenler, öğretmenler vs. vs. Siz zannediyor musunuz ki sadece mahalledeki Ayşe teyze ile Gülşen abla gidiyor onlara?

En basit örneği, ülkesine ve insanlarına ihanet eden, Pennsylvania’ da yaşayan ağlak soytarı imamın peşinde giden ve vakti zamanında ona tüm kapıları açıp her türlü imkânı sunan primatlar… Adamların cinsel dünyasını ve evliliğini bile bu ağlak imamlar tayin ediyor daha söyleyecek bir şey yok.

Uzun yazıları okumayan bir toplumuz ki bu hususu önceki yazılarımdan fazlası ile tecrübe ettim. Bu nedenle kısa tutarak Türk Tipi İslamiyet’i maddeler ile anlatacağım:
  • Türk Tengricilerde olduğu gibi haftası, kırkı, elli ikisi ve yılı anılır.
  • Türk Tengricilerde olduğu gibi yatır kültürü vardır.
  • Türk Tengricilerde olduğu gibi çaput kültürü vardır.
  • Türk Tengricilerde olduğu gibi korunma için ahşaba vurulur ve kulak çekilir.
  • Mevlit okunur ki İslamiyet te yeri yoktur. İbadete içtihat katıldığından da günahtır.
  • Ramazanda oruç aksatılırsa 61 gün tutulacak safsatası yoktur. Bu konuda kuranda ayet yoktur. Mevcut hadiste ilginç bir şekilde ramazanda oruçlu iken karısı ile cinsel ilişkiye giren kişiye atfen verilmiştir ve 61 güne daha birçok alternatifte vardır bu hadiste. Yani suç oruçlu iken karısını “zıhar” eden kişinin, zıhar etmesine rağmen eşiyle cinsel ilişki yaşamasıdır.
  • Türbanın altına tayt giyilir (Evet geyik ama doğru bir geyik)
  • Mezarlar süslenir ve ziyaret edilir.
  • Muskalar vardır.
  • Kuran kesinlikle anlamı bilinerek okunmaz yoksa okuyan sapkın olur.
  • Cumaya 3 kere gidilmez ise dinden çıkılır. Kesinlikle zırva ve uydurmadır.
  • Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.
  • Fantastik ürün satan hocalar vardır.
  • Araplarda dövme olmasına rağmen :) bize dövme yaptırmanın günah olduğu söylenir. Böyle bir ayet ve sahih hadis olmamasına rağmen.
  • Her türlü haltı yer ancak “tövbe istiğfar ettim” diyerek yırtacağını sanır.
  • Din ile siyaseti aynı kefeye koyar, din ile aldatır ve yönetir.
  • Atatürk’ün aslında Müslüman olduğunu savunur. Hatta ölmeden önce azraile “aleyküm selam” dediğine dair tarihi kaynak bulmak için bir yerini yırtar.
  • En doğru islamiyetin ülkemizde olduğunu savunur. Araplar sapkın ve cahildir. Ancak ironik bir biçimde okudukları dinin kitabını sadece onlar anlayarak okur ve pratiklerini hayata geçirir.
  • IŞID ya da DAEŞ her ne halt ise o örgütün Yahudi-İngiliz sermayeli Amerikan mahsulü olduğunu savunur. Aslında onların Kuran ve Sünnet emirlerini uygulamadıklarını iddia ederek inandıkları dinden çıktıklarını bilmezler. Tam aksine okusalar o örgütün aynen Kuran ve Sünnet uyguladığı açıktır.
  • Vicdanlarına yediremedikleri durumlarda Allaha havale ederler.
  • Azıcık dini bilgi edindiklerinde yalan yanlış arapça kelimeleri araya katarak sosyal statü elde etmeye çalışırlar.
  • Evde karılarını ve kızlarını kapatırlar ancak dışarıdaki bayanlara tacizde geri kalmazlar.
  • Ağızlarına alkol sürmezler ancak yurt dışında allah olmadığından şişenin dibine vururlar.
  • Türkiye de ahlak timsali kesilip farklı bölge veya ülkelerde genelev araştırmasına girişirler.
  • Çocukları istismar aracı olarak kullanmak için yatılı kuran kursu ve yurt kurup işletirler.
  • Sokaklarda ve sosyal medyada Türklük ve Din adına ahkâm kesip mini eteği veya dekoltesi var diye tahrik olup tecavüz ederler.
  • 6-12 yaş grubu tüm çocuklar kuran kursuna gönderilir ancak amaç kuran öğrenmelerinden çok Türk tipi İslamiyet’i öğrenmeleridir.
  • Vicdanı rahatsız eden bir ayet söylendiğinde: “o öyle değil, yanlış kavramışsın, kimden öğrendiysen yanlış öğrenmişsin, o hoca yalan söylemiş, aslında orada anlatılmak istene şu” gibi kıvırmalar geliştirilir. Bilinmez ki bu savunmalar o kişiyi inandığı dinden çıkartır. Sebebi yine inandığı dinin kitabında yazdığı üzere “o apaçık bir Kurandır.”
  • Azrail diye bir ölüm meleğine inanır ama ne Kuranda ne de hadislerde Azrail ismi geçmez ve bunu bilmez. Kurana göre Azrail diye bir melek yoktur. Hatta ölüm meleği demek bile kurana göre yanlıştır çünkü Kuran da –eğer okursanız- “ölüm meleklerinden de” bahsedilir. Yani çoğuldurlar.
  • Âdem’in eşinin adını Havva zanneder ama ne Kuranda böyle bir kişiden bahsedilmez. Havva ismi yoktur. Havva adı ile ilgili 2-3 hadis vardır ki sahih olup olmadıkları şüphelidir. İsrailliyattan geçtiği konusunda tüm islam uleması ortak fikirdedir.
  • Camii ler süslenip püslenirler. İçlerine renkli cam ve vitraylar konur. Ancak bu mimarinin kökeninin Ayasofya, yani Ortodoks kilise mimarisi olduğunu bilmezler. Tüm Türk-İslam coğrafyası camileri resmen ve alenen kopyalanmış Ortodoks kiliseleridir.
  • İslamiyette “Minare” diye bir yapı yoktur. Emeviler döneminde uydurulmuş, ancak Türkler geliştirmiştir.
  • Kızını “fahişe olmasın diye” okumaktan men eder, ama karısı veya kızı hastalandığında tırım tırım kadın doktor arar.
  • Eğer zengin ise oğlunu ve kızını yurt dışında okullarda okutur, ancak millete “İmam hatipler kapatılıyorrrr Hüloğğğğ dinsizler geliyorrrrr” diye akıl verir.
  • Kuranda alenen Hristiyan ve Yahudileri dost edinmeyin demesine rağmen onları dost edinmekle kalmaz, kız alıp verir. Onlarla iş yapmayın kuralını yok sayıp, ticaret sünnettir diye onlarla FAİZLİ iş yaparlar.
  • Açık saçık karılara erkeklere bakmak günahtır diye sokaklarda dolanıp ahkam keserler, ancak “cıbıldakların yarıştığı” Survivor izlemekten geri kalmazlar. (Ratingler ortada).
  • Bir ton tarikat ve hoca vardır, ama hepsi birbirini din dışı olmakla suçlar. Millet kimin peşine takılacağını şaşırmıştır.
  • Zikir yapacağız diye Death Metal müzik dinleyip kafa sallayan tipler veya Dubstep müzik eşliğinde zıplayan tipler gibi sağa sola atlarlar. Trans hale geçip hocalarına kendilerini badeletirler. Kendilerini badeletmeleri yetmezmiş gibi karılarını, kızlarını ve oğullarını da badeletirler.
  • Din ve Bilim’in aslında örtüştüğünü iddia ederler, Kuranda her şeyin yazdığını söylerler, aksi ispatlanınca “Hala inkar mı ediyorsun bu kadar kanıta rağmen” deyip kaçışa geçerler.
  • Kuranda yazan bazı bilimsel hususların ilk kez Allah kelamı olduğunu savunurlar. Ancak o bilgilerin, hatta fazlasının, daha önce Antik Yunan’da ve Sümerlerde zaten bilindiğini göz ardı ya da inkâr ederler.
Bunları çoğaltmak o kadar mümkün ki. Sadece sokağa çıkın ve etrafınıza bakın ama GERÇEKTEN BAKIN.

Peki, neden Türk Tipi İslamiyet? Çünkü site başyazarı ve yöneticisi A. KARA dostumun da belirttiği gibi toplumumuzda vicdanlı ve iyiliksever bir çoğunluk var. Bu çoğunluk İslamiyet te ve Kuran’da yer alan vicdan ve akıl dışı ibadet, ritüel ve söylevleri “aslında öyle yazmıyor” diye inkar ediyorlar. Matrix filmindeki kırmızı-mavi hap ikileminin bir benzerini yaşıyorlar. Gerçeğin farkındalar ama ya inkar ediyorlar ya da “aslın orada anlatılmak istenen şu…” diye bir savunma geliştiriyorlar. Kişisel olarak İlhan ARSEL kitaplarından seçtiğim birkaç ayeti arkadaş çevremde İncil’den ve Tevrat’tan alınma diye söyleyip okuduğumda aldığım tepkiler öylesine ilginçti ki… Sadece bir kaçını sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu ayetleri söylediğimde aldığım tepkilerden bazıları:
  • Nasıl saptırmışlar Allah kelamını, hiç Allah öyle der mi?
  • Bu sebeple Kuran geldi. Bak, Tevrat ve İncil nasıl sapkın.
  • Bak işte Tevrat ve İncil’de kadın hakları yok ve köleler var.
  • Savaşlarda kadınlar nasıl köle olarak alınıp cinsel tema yapıyorlar. Vay kefereler. (cariye kelimesini “kadın köle” kelimesi ile değiştirip aktarmıştım)
  • İşte İslamiyet bu yüzden daha iyi, bu sebeple barış dini.
  • Hiç öyle şey mi olur nasıl da uydurmuş papazlar.
  • Ulan bizim kitabımız şefkati ve iyiliği emrediyor, adamların kitabına bak ne diyor. Yuh be nasıl da uydurmuşlar. Bir de buna mı inanıyorlar!
Siz de bu tip bir sosyal deney yapabilirsiniz. Ama şimdiden uyarayım, eğer inançlı iseniz ve Kuranın tamamını okuduysanız alacağınız cevaplar sizde travma yapabilir.

Yazı içerisinde özellikle ayet ve hadis kaynağından bahsetmedim. Sonra bizi, insanları “cımbızla seçip ayıkladığımız hadis ve ayetler” ile kandırmakla suçluyorlar. Kuranın tamamını “ANLAYARAK VE OBJEKTİF” bir şekilde okuyun. Bakın bakalım kimler sallıyor, kimler işkembe-i kübradan atıyor. Karar okuyucuların. Maalesef ülkemizde din diye bir yalan yaşanıyor. Hatta inançlı yaşamak isteyenler bile inandıkları dinin kitabını okumaktan imtina ederek bir cennet beklentisi içine giriyor.

Bob Dylan’dan bir alıntı yaparak yazımı bitirmek istiyorum:
Asla bir salakla tartışmayın. Çünkü dışarıdan bakanlar, hanginizin salak olduğunu anlayamayabilir...
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

SAUL, DAVUT, GİDYON’UN ÖYKÜLERİ VE KURAN-TANAH FARKLILAŞMASI

HC, din, islamiyet, yahudilik, Kuran ve Tevrat karışıklığı,Kuran'da Davut,Tevratta Davut,Saul,Hz Davut,Gidyon,TaNaH,Hakimler Kitabı 7.Bölüm,Talut ve Calut,Bakara Suresi,Suyu içiş şekline göre elenenler Kuran’ın 2. suresi olan Bakara Suresi’in 249 ile 251. ayetleri arasında meşhur Davut ile Golyat (Kuran’daki adıyla Calut) mücadelesi ve Davut’un güçlü Golyat’ı öldürdüğü o çoğu kişi tarafından bilinen hikaye şöyle anlatılır ((Elmalılı Meali):

Bakara Suresi 249: "Tâlût askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: Biliniz ki Allah sizi bir ırmakla imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir, dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi ırmaktan içtiler. Tâlût ve iman edenler beraberce ırmağı geçince: Bugün bizim Câlût'a ve askerlerine karşı koyacak hiç gücümüz yoktur, dediler. Allah'ın huzuruna varacaklarına inananlar: Nice az sayıda bir birlik Allah'ın izniyle çok sayıdaki birliği yenmiştir. Allah sabredenlerle beraberdir, dediler."

250. "Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında: Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır. Bize cesaret ver ki tutunalım. Kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler."

251. "Sonunda Allah'ın izniyle onları yendiler. Davud da Câlût'u öldürdü. Allah ona (Davud'a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah'ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle savması olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir."

Buraya kadar şunu görüyoruz Talut (Tevrat’ta bu Kral Saul’dur) Calut’un askerleriyle savaşmadan önce askerlerini Allah’ın bir ırmakla imtihan edeceğini ve ırmaktan (eliyle bir avuç içenler hariç) içenlerin ordudan atılacağını söyler. Muhtemelen bu bir sabır testidir. Testi geçenler de savaş yerine geldiklerinde Calut’un ordusuna karşı güçlerinin yetmeyeceğini düşünseler de Allah’ın izniyle bu orduyu yenerler ve Davut o güçlü Calut’u öldürür.

Tekrar ediyorum buradaki Calut Tevrat’taki(aslında TaNaH’taki) hikayede Golyat, Talut ise Saul’dur.

Bu öykünün Tevrat’taki versiyonunda birtakım farklılıklar var bunların en büyüğü ise Kuran’da Golyat’ın Davut’un Saul’un hikayesinde anlatılan ‘’su içme’’ testi Tevrat’ta başka bir hikayede Gidyon’un hikayesinde anlatılıyor ki, Gidyon Tevrat’a göre Davut zamanından yüzyıllar öncesinde yaşadığı kabul edilen bir kişiliktir.

TaNaH’ın Hakimler Kitabı 7. Bölüm’de Gidyon’un şu hikayesine bir bakalım:
TaNaH Hakimler 7: 1 Yerubbaal / Gidyon ile yanındaki halk erkenden kalkıp Harot Pınarı`nın başında ordugah kurdular. Midyanlılar`ın ordugahıysa onların kuzeyinde, More Tepesi`nin yanındaki vadideydi.

2 RAB Gidyon`a şöyle dedi: “Yanında fazla adam var; Midyan`ı onların eline teslim etmem. Yoksa İsrailliler, `Kendi gücümüzle kurtulduk diyerek bana karşı övünebilirler.

3 Şimdi halka şunu söyle: Korkudan titreyen dönsün, Gilat Dağından geri gitsin.” Bunun üzerine halktan yirmi iki bin kişi döndü, on bin kişi orada kaldı.

4 RAB Gidyon`a, “Adamların sayısı hâlâ fazla” dedi, “Kalanları suyun başına götür, onları orada senin için sınayayım. `Bu seninle gidecek dediğim adam seninle gidecek; `Bu seninle gitmeyecek dediğim gitmeyecek.”

5 Gidyon halkı suyun başına götürdü. RAB Gidyon`a, “Köpek gibi diliyle su içenleri bir yana, su içmek için dizleri üzerine çökenleri öbür yana ayır” dedi.

6 Ellerini ağızlarına götürerek dilleriyle su içenlerin sayısı üç yüzü buldu. Geri kalanların hepsi su içmek için dizleri üzerine çöktüler.

7 RAB Gidyon`a, “Sizi diliyle su içen üç yüz kişinin eliyle kurtaracağım” dedi, “Midyanlılar`ı senin eline teslim edeceğim. Öbürleri yerlerine dönsün.”

8 Gidyon yalnız üç yüz kişiyi alıkoyarak geri kalan İsrailliler`i çadırlarına gönderdi. Bu üç yüz kişi, gidenlerin kumanyalarıyla borularını da aldılar. Midyanlılar`ın ordugahı Gidyon`un aşağısında, vadideydi.

Görüyorsunuz Bakara Suresi 249’daki öykünün asıl kaynağı olan öykü budur. Ufak tefek farklılıklar dışında Kuran’daki öyküyle aynıdır. Hakimler 7:5’de ellerini ağızlarını götürerek diliyle su içenlerin savaş için seçildiği (köpek gibi içinlerin) dizlerini üzere çökerek içenlerin elendiği söyleniyor Kuran’da da avucuyla içenlerin veya hiç içmeyenlerin seçildiği kana kana içenlerin elendiği görülüyor. TaNaH’ın Davut, Golyat ve Talut(Saul) ‘la ile ilgili öyküsü ise başka bir kitap olan Samuel Kitabı’ndadır ve bu savaşta bir ırmak veya pınar testi yoktur.
Bu öyküyü uzun uzun alıntılamayacağım şuradan okuyabilirsiniz: https://incil.info/kitap/1.+Samuel/17

Peki bütün bunlardan sonra ne düşünmemiz gerekiyor Müslümanların klasik savunması olan Tevrat, İncil değiştirilmiştir savunması bu durumu açıklayabilir mi? Bunun için bence Ockhamlı William’ın düşüncesine bakmalıyız:

‘’Karşı karşıya geçip karmaşık bir felsefi sorunu tartışan iki felsefeciyi dinleyen biri, bütün bu hengamenin sebebini merak edebilir. Kendi kendine bu kişilerin neden en basit açıklamayla yetinip konuyu kapatmadıklarını sorabilir. Bu duyarlılık birçok felsefecide bir karşılık bulacaktır. ilke Ockham’ın Usturası diye bilinir ve adını onu ateşIi savunucusu bir orta çağ felsefecisi olan Ockham’lı William’dan almıştır. Ockham çok iyi bilindiği üzere hesapların gerekenden fazla karmaşıklaştırılmaması gerektiğini savunmuştur. Ustura formülasyonu hem bilim adamlarının hem de sokaktaki insanın hemen kabul edeceği bir formüldür: "Eğer belirli bir fenomeni açıklayan iki rakip teori varsa, bunlardan daha basit olanı tercih edilmelidir." 

Şimdi basit açıklama hangisidir size sorarak bitirmek istiyorum:
Müslümanların iddia ettiği gibi, Yahudi Kutsal Kitabı’nın değiştirilip- Muhammed zamanında da günümüzdeki ile aynı olmasına rağmen (Muhammed zamanında bu kitaplar çoktan belirlenmişti hatta üzerine tefsirler yapılıyordu) – İslam Peygamberi’ne bu değişen kısımların Allah tarafından bildirilmesi mi?

Yoksa bu hikayeleri birbirine karıştırmak için hiçbir teolojik, tarihsel gerekçeleri olmayan Yahudiler’in Kutsal Kitapları’nı İslam Peygamberi’nin veya Kuranı derleyenlerin bilerek veya bilmeyerek öyküleri, kasıtlı veya kasıtsız karıştırması mı? Tekrar ediyorum Yahudiler’in bu hikayeleri değiştirmek için hiçbir teolojik gerekçeleri yok su içme öyküsü Gidyon’da olsa ne olur Davut’ta olsa ne olur?

Karar tarafsız okuyucunun, ki bu tip karışıklıkların Kuran’da çokça görüldüğünü bilenler zaten vardır. Esenlikler.

Kaynaklar: Kuran-ı Kerim, TaNaH'ın Hakimler Kitabı, Tevrat

Yazan: Higher Criticism

KENDİ PEYGAMBERLERİNİN TORUNU'NU ÖLDÜREN BİR ÜMMETİN DİNİNE İNANILIR MI?

Kerbela olayı, AY, din, islamiyet, Emevi halifesi Yezid, Halifelik savaşları, Halifelik çatışmaları, Hz Hüseyin, Hüseyin'in ölümü, Muhammedîn torunları, Kufe, Yezit, Vakkas, Halife Yezit, Allah nerede,
Kerbela Olayı veya Kerbela Savaşı ya da Kerbela katliamı, 10 Ekim 680'de, bugünkü Irak sınırları içindeki Kerbela şehrinde, Muhammed'in torunu Hüseyin bin Ali'ye bağlı küçük bir birlik ile Emevi halifesi I. Yezid'in ordusu arasında cereyan etmiştir.

Ali'nin ölümünden sonra Kufe halkı Hasan'a biat eder ve Hasan Ali'nin yerine halife olur. Muaviye önceleri Hasan'a biat etmiş görünse de, Hasan'in pasif kişiliğinden ve çevresinden aldığı güç ile kendi halifeliğini ilan eder. Şam halkı Muaviye'ye biat eder. Bu haber Kufe'ye ulaşınca, bazı Kufe'liler de Muaviye'ye biat'a hazırlanır. Muaviye büyük bir ordu ile Şam'dan Kufe'ye gelir. Yeterli gücü olmasına rağmen Muaviye'ye direnmek yerine, Muaviye'ye biat edeceğini söyleyen Hasan, kendi rızasıyla Halifeliği Muaviye'ye bırakır. Fakat bir şartı vardır; o da Muaviye'nin ölümünden sonra kendisinin tekrar halife olmasıdır. Muaviye bu isteği kabul eder ve Halife olur... Halifeliği Muaviye'ye devreden Hasan, kardeşleri ve bütün sülalesini toplayarak Medine'ye gider ve oraya yerleşir. Muaviye sesini kesmesi için ona yüklü bir maaş bağlamıştır. Bir süre Medine'de bolluk ve sefa içinde yaşarlar.

Hasan'ın ailesini toplayıp Medine'ye gitmesinin üzerinden yaklaşık on yıllık sakin bir dönem geçti. Bu süre sonunda Muaviye Halifeliği tekrar Hasan'a değil, oğlu Yezit'e devretmenin yollarını aramaya başladı. Bunun tek yolu Hasan ve Hüseyin'in öldürülmeleriydi. Medine valisine Hasan'ın kellesinin alınmasını emretti, fakat vali bu işi yapamadı. Halkın tepkisinden çekindi. Bunun üzerine Muaviye Hasan'in karılarından Cade'yi, oğlu Yezit ile evlendirme vaadi ile ayarlayarak Hasan'ı zehirletme yolunu seçti. Cade Hasan'ın suyuna zehir katarak onu yavaş yavaş zehirledi. Yaklaşık kırk gün hasta yatan Hasan, nihayetinde öldü. Cade ise Yezit ile evleneceğini sanarak Şam'a gitti. Ama ölümüne gidiyordu. Onu da açık denizde kayıktan suya atarak öldürdüler.

Bu olaylar gerçekleşirken Muaviye hastalanır. Muaviye hasta yatağında daha hayattayken oğlu Yezit yerine geçip, sorgusuz sualsiz Halifeliğini ilan etti. Yezit Hasan'dan kurtulmuştu, ama Halifelik için önünde Hüseyin'in bir engel olduğunu çok iyi biliyordu. Üstelik Hüseyin Muaviye'nin yerine geçen Yezit'e biat etmemişti. Artık Hüseyin Yezit'in hedefindeydi.

Bu arada Kufe'liler Hüseyin'e Halife olarak biat edeceklerini bildirip Hüseyin'i gaza getirdiler. Hüseyin ailesinin bütün bireylerini toplayıp Medine'den Mekke'ye geldi. Burada Kufe'liler ile bir süre mektuplaşıp, kendisine biat edileceği garantisini alınca, yine bütün ailesinin bireylerini yanına alarak Kufe'ye doğru hareket etti. Kendisine yapılan uyarılari dikkate almamış, ölümüne doğru yola çıkmıştı. Hüseyin Kufe'ye doğru yola çıkmıştı ama, Yezit'e bağlı Basra valisi Ubeydullah, komutanı Ömer bin Sab bin Ebu Vakkas vasıtasıyla Kufe'yi kontrol altına almış, Hüseyin'i bekliyordu.

Uzatmayalım, Kufe yakınlarında, bugün Kerbela denilen yerde Vakkas'ın adamları Hüseyin'in yolunu kesti. Sayıca üstün olan bu kuvvet ile çatışmaya giren Hüseyin burada kellesini verdi ve ailesi tamamen katledildi. Tarihi kaynaklar burada, Hüseyin de dahil olmak üzere tam 72 kisinin öldürüldüğünü söylemektedir. Sadece bazı kadınlar canlı bırakılmış, kimisi cariye olarak verilmiştir.

Bu katliamdan bir tek erkek kurtulmuştur; Hüseyin'in oğlu Ali bin el-Hüseyin (veya Ali Asgar veya Zeynel Abidin). O da Hasta olduğundan bağışlanmıştır. Tarihi kaynaklar bu katliamdan Muhammed'in torunu, Hüseyin'in kardeşi Zeynep'in de kurtulduğunu aktarmaktadır.

Sırf bu olay bile İslamın uydurma olduğunun, evrensel olduğu iddia edilen söylemlerinin hayata geçirilmesinin de imkansız olduğunun büyük bir delilidir...

Muhammed'in torunlarına, soyuna bakın, işleri güçleri şan şöhret geçici dünya hayatı. Güvendiği Allah'ları da yüz üstü bırakmış çölde onları..Tabiatı gereği güçlü olan, akıllı olan kazanmış...

TEVRAT


Musevilerin kutsal olduğuna inandıkları kitabı Tevrat'ı meraklıları için pdf olarak paylaşmak istedim. Özellikle din konusunda araştırmalar yapanlar veya ilahi sayılan kitaplara merak besleyenler okuyabilirler. Tevrat'ı okumak veya indirmek aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz.

Kutsal sayılan kitaplar, Pdf kitap, pdf kitap indir, Tevrat indir, Tevrat oku, Tevrat pdf, Tevrat türkçe, Türkçe Tevrat, Türkçe Tevrat pdf, Yahudilerin kitabı, Yahudilerin kutsal kitabı, kutsal kitap pdf,

ÖLÜM, RUH VE DİN

MT, din, Ölüm, Ruh, Ölüm ruh ve din, Dünya boştur, Ölüm korkusu, İnsan gibi yaşamak, İlk hücre, Yaratılış, Ölüm sonrası, Ölen insan, Ölünce sen olmayacaksın, Dünyayı sev, Ahiret korkusu,
"Dünya boştur" bu sözü çok kullanırım bazen merak eden çevreme izah ederim, bu konular aslında ne demek istediğimi anlatıyor. Dikkat ederseniz ölüm korkusu çok fazla dincilerde vardır ve insanları korkuturlar. Sanki çok korkunç bir şeyi, devasa bir şekilde anlatırlar. Ben izlerken hayret ediyorum tam bir tiyatro! Dinlerin kullandığı en muhteşem yoldur. Kullandıkları şehitlik ve bazı kutsallık atfeden kelimeler var onları bir ara ayrıca yazarız!

"Dünya boştur" sözüne alternatif, hayatı güzel kılarak boşluğu doldurmamız gerektiğini düşünüyorum! Güzel düşünen tüm insanları ayrıca selamlıyorum!

Değerli okuyucular.
Şimdi bir kaç bağlantı kuralım.

İnsan et ve kemikten yapılmış, doğal haliyle zamanla yıpranan bir canlıdır. Bazı özel durumlar hariç doğumdan ölümüne kadar kendisinde bulunan mekanizma hareket eder. Akılda bunlardan birisi. Bu bireyin doğal hayatı gereğidir yani öyle çok ahım şahım bir şeyde değildir!

"Özene bezene yaratmış"
Güzel bir sözdür sadece! İlk hücrenin günümüze gelen şekli ve zamanla gelişen davranışlarıdır!

Örneğin korku nasıl anlatılır?
Genelde kullanılan yöntem, hayal edilen bir cismin (soyut varlıklar) hareket hali ile canlandırılır ve karşıya gene bu yolla aktarılır!

En fazla ruh benzetmesi vardır , ve ruhun yeniden canlandığı fikri sadece korku yayma amacıdır! Aslında ölünce ruhumuzda beraber ölüyor çünkü beynin elektrik akımı duruyor.

Şöyle, kalp atışlarından pompalanan kanın beyne gitmesiyle beyin mekanizması devreye girer. Ve düşünme gerçekleşir orada bir insan sınırsız düşünebilir, ölüm'ü bile ;) . Ve bu korkuyu vücut ekseninde hissedebilir bir insan. Doğaldır.

Çünkü hareket etmekte olan bir mekanizma var!
Ve bu mekanizma ilk hücreden bu yana hep öyle devam etmiş, milyon yıl öncesine inebiliriz, eğer izin verseler bir kaç milyon yıl daha gidebilir. Neyse.

Kalp atışı olmayan birinde beyin düşünebilir mi? Yok.
Korku hissi insanın en zayıf halkasıdır, ölüm gerçeği olunca! Ve sonrası dinlerin maceraları, tew Le le...

Sadece endişelenmenize gerek yok, ölüm olunca sen olmayacaksın! Yani düşünme sorunun yok çünkü kalp çalışmaz, düşünmeni sağlayan beyin mekanizması otomatik olarak yok! Hissetmek YOK, düşünsene bizim cami imamı ölünce kim cesedine bakar? Yok.

Kişi ölünce milyonlarca yıl olduğu gibi o toprakla birleşir. Vücudun tüm organları toprağa besin kaynağıdır. Kemikler biraz kalıyor tabi! Ve milyonlarca yıl yoktuk bir kaç milyon yıl daha olmayacağız fakat o ilk hücre doğası gereği yaşayacak.

Şimdi insan gibi yaşamak zorunda olduğumuzu düşünüyorum!
Yaşamak ve yaşamı güzel kılmak bizim elimizde, eğer bizler bu doğanın bir parçasıysak ki öyleyiz. Doğada olan tüm varlıklar gibi bizlerde insan olarak tüm insani yaşam haklarıyla birlikte içinde bulunduğumuz zamanda yaşamalı ve yaşatmalıyız! Ahiret baskısına gerek duymadan, bu dünyayı sevebilmeliyiz!

O yüzden yaşadığımız her anın çok değerli olduğunu bilmeli ve en güzel şekilde nasıl yaşanıyorsa öyle yaşamalıyız!

Ahiret korkusu,
Din korkusu gereksizdir!
Güzel yaşamak sanattır!
Eğer bir Tanrı varsa, o da cesaretli ve akıllı olunmasını tercih eder!!
"Dünya boştur"

Yazan: Metin T.

KUR'AN'IN BENZERİ YAZILABİLİR Mİ?

Evet Kur'anı Kerim'e bir çok insan bu ayet yüzünden inanıyor:
"Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur'an'dan şüphe ediyorsanız, siz de onun benzeri bir sure meydana getirin. Eğer iddianızda doğru iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi de çağırın.)" BAKARA Suresi 23.

Bu surede acıkça insanlığa meydan okunmuştur. Peki gelin yakından inceleyelim.

Öncelikle Kuranın dili Arapçadır. Ve Arapça çok zor bir dildir. Ana dil gibi öğrenmek isteyen bir insan en az 10-20 senesini feda etmek zorundadır. Bu kadar zor bir dille bir Fransız'a bir Japon'a nasıl meydan okunabilir? Bazıları ise bütün insanlık bir araya gelebilir yani bir Arap'tan yardım alınabilir diye çevirirler. Ama bakınca Arap coğrafyasına kaç Müslüman olmayan ülke var? Yok!! Düşünün bir Arap kendi kitabını kendi isteğiyle geçersiz sayacak bir işe yardım eder mi?

Ha diyelim ki oldu. Bir Japon veya herhangi bir insan bu kitabın bir benzerini yazdı. Peki benzeyip benzemediğine kim karar verecek? İddianın sahibi kitaba göre Allah. Peki bunun sonucunu da Allah belirlemez mi? Zaten Müslümanlara göre benzememiş olacaktır. Diğerlerine göre de benzemiş. Yani iddianın sahibi, iddianın sonucunu belirlemek zorunda. Peki bu nasıl mümkün? İşte burada bu kurnaz arkadaş sorgulayan insanları unuttu. Sizler kandırılanlar olmayın sorgulayın ve dogmalardan arınıp doğru yolu bulun!!! 

Bu arada, sure meydana getirmeyi de geçelim, Kur'an'ın bir benzeri yazıldı bile, ismi de "Gerçek Furkan". Tıklayıp ilgili yazıyı okuyabilirsiniz. Sevgiler

Yazan: Dfxmed

ZEBUR (MEZMURLAR)


Hristiyanlık'ta Davut'un Mezmurları olarak anılan ve Eski Ahit'te bulunan, İbranice'de Mizmor, Yunanca'da Psalmoi olarak bilinen Zebur ya da Mezmurlar arp eşliğinde söylenen Tanah şarkısının Teilim bölümüne Türkçede verilen isimdir.

Meraklıları aşağıdaki görsele tıklayarak Zebur'u pdf formatında indirebilir yada dilerlerse indirmeden okuyabilirler.

kutsal kitap pdf, Zebur, Mezmurlar, Davut'un mezmurları, musevilik, Musevilerin kutsal kitapları, Tanah,

ALLAH SAVAŞA KATILIYOR

DP, din, islamiyet, Allah savaşa katılıyor,Allah, Enfal suresi, Allah'ın yarattığı insanlarla savaşması,Yüzleri kurusun,Allah'ın bedduası, Kuran Muhammedin el yazmasıdır, Kureyş ordusu ile savaşta
(Savaşta) onları siz öldürmediniz, ancak Allah öldürdü; attığın zaman da (Muhammed'e hitaben) sen atmadın, Allah (onu) attı. Ve bunu mü'minleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı)' Enfal Suresi, 17. Ayet

Ayetin ifade ettiği anlam gayet nettir ki Allah, bir çatışmada (ki Bedir'de yapılan çatışma kastediliyor) öldürülen insanları ancak kendisinin vurduğunu; şayet Muhammed ve ordusu vurdu denilirse Allah'ın bunu kabul etmediğini görüyoruz.

Kureyş ordusu, Müslümanların karşısına çıkınca, muhammed demiş ki "İşte Kureyş, gurur ve iftihar ile geldi, "Allah'ım bunlar senin resûlünü inkâr ediyorlar, bize yardım et ya Rabb!" Diye dua etmiş. İşte bu sırada cebrail gelmiş ve Muhammed'e, "Bir avuç çakıl alıp onların yüzlerine doğru fırlatmış ve "Yüzleri kurusun!" Diye bedduada bulunmuş. Düşmanın gözleri (sanki acı biber gibi yanmaya başlamış) Bundan sonra düşmanın tüm askerleri bozulmuş, mü'minler de enselerine binmişler; bir yandan onları öldürüyor, öbür yandan da esir alıyorlarmış. Savaş sona erince bu sefer bir kısım Müslümanlardan "ŞÖYLE KESTİK, BÖYLE VURDUK, ESİR ALDIK" diye ileri geri konuşanlar ve yaptıkları ile övünenler olmuş, İşte bu ayet bunun üzerine inmiş.

Burada demek ki Allah onlara, fazla fors yapmayın: bunları siz değil ben vurdum demek istiyor. Muhammed'in attığı bir avuç çakıl için de, 'Evet her ne kadar bu çakıllar senin elinde olsada asıl onlara isabet ettirip vuran, hepsinin gözlerine batıran benim' demek istiyor.

Allah; Öldürülen birkaç insan için, bakın ha onları siz değil; ben vurdum. Sakın ola beni bir saniye bile olup bitenlerin dışında tutmayın.demiş oluyor.
İşte bir ayetin hikayesi de böyle...