HABERLER
Dini Haber

PARALI NAMAZ HOCALARI

din, islamiyet, K, Paralı namaz hocaları,Diyanete giden para,İmamlar parayla,Parayla namaz kıldırılıyor,Dini hizmet karşılığı para,Maaşlı imam,Maaşlı ruhban sınıfı,Yasin suresi 21,Diyanetin yıllık bütçesi, Kur-an, Hz Muhammed,
Geleneksel dincilere göre İslamın ilk beş şartından biride namaz kılmaktır. Gün içinde beş vakit yapılan bu ibadet şeklinin kendine has kuralları vardır. Kuranda yazılmayan ama mezheplerde olan bu kurallardan biride toplu namaz kılınırken en önde bir İmam olmasıdır. Bu İmamlar takva ve bir takım görev bakımından (hacca gittiyse, peygamberle akrabalığı varsa, ılımlı biriyse, iyi Arapçası varsa vs) diğerleri arasından seçilen kişilerden oluşuyor. Üstelik bu imamlar devlet görevinde (Diyanet de) çalışıyorsa maaş da alıyor. Bir nevi insanlara ibadet de önderlik yaparak karşılığında para alıyor. Bu tarz bir din sınıfı Muhammed döneminde ve dört halife döneminde bile olmamıştır. İmamlık yapılmıştır anca bu yaptıklarına karşılık ilave para alınmamıştır. İnsanları devlet işlerinden uzak tutmak için ve onları camilerde ibadet ve vaazlarla(dini sohbetler) meşgul etmeleri için imam adlanan bu din sınıfını yaratmışlar. İnsanları yöneticilere kul yaparak, akıl ve düşüncelerini ellerinden alarak bundan para kazanmışlar. Bu geleneğin kökü Abbasiler sülalesinin halifeliğe geldiği yıllara dayanıyor. Kaynaklarda bu sülalenin yönetime geldikten sonra imamların zaman zaman maaş aldıkları belirtiliyor. Abbasi Halifesi Muktedir-Billâh’in ve Buveyhî hükümdarının imamları maaşlara bağladıkları bilinse de bu para miktarının ne kadar olduğu net bilinmemektedir. İmamların maaşa bağlanması geçmişten başlasa da bu iş Osmanlı döneminde doruk noktasına ulaştı.

Tüm yazılarımızda olduğu gibi şimdide bu İmamların yaptıkları ise karşılık para alması İslamın kutsal kitabı olan Kuranda var olup olmamasını araştıracağız. Bazı dinciler Kuran yoktur diye İslamda olamaz diye bir şey yok diyorlar. Bunu söyleyenler hayatları boyunca bir kere olsun bile Kuran okumadıkları için İslamda Kuran dışında verilen tüm hükümlerin(yasaların) geçersiz olduğundan habersizdirler. Üstelik Kuranda olmayan bir şeyi dine sokmak için o konuyla ilgili sahte hadisler üreterek Muhammedin ağzıyla dine sokmaya, insanlara dayatmaya çalışıyorlar. Kısmen de başarılı oluyorlar çünkü Muhammed denildiği zaman akan sular duruyor önüne bide Hazret (Hz) kelimesi arttırdığın zaman göz yaşı dökmeye başlıyorlar. Aslında Kuranda bu şey yok, ama Muhammed bunu yaptı diye bu dinin bir parçasıdır demek neredeyse dinden çıkmakla aynı manaya geliyor. Çünkü Kuran açık ve net bir şekilde Kuran dışında hüküm verenlerin İslamın dışına çıktığını (kafir olduğunu) söylüyor.

5/MÂİDE-44: Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfırlerin ta kendileridir.
5/MÂİDE-45: Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.
5/MÂİDE-47: Kim Alah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fasıklardır.


Ayetten de anlaşıldığı gibi Muhammed'in yada bir başkasının Kuran dışında her hangi bir hüküm koyma gibi bir yetkisi yoktur. Zira bunu yaparsa kafir, zalim ve fasık olmuş olur.

Kur-an'da dini hizmeti mukabilinde para alma gibi bir şeyde söz konusu bile değildir.

36/YÂSÎN-21: 'Sizden hiçbir ücret istemeyen kimselere tâbi olun. Onlar doğru yolda olan, sizin, doğru, hak yola girmenizi isteyen bir cemaattir.'

Muhammed'in bile buna yetkisi yoktu.

42/SÛRÂ-23: De ki ey Muhammed: “Ben sizden, peygamberlik görevime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak akrabalık sevgisidir.

38/SÂD-86: De ki: “Bundan (tebliğ görevinden) dolayı sizden hiçbir ücret istemiyorum.

Peygamber Medine'de devletin başında olduğu süre boyunca insanlara namaz kıldırmış ve ayetlerinde bizlere beyan ettiği gibi bir ücret almamıştır. Nitekim Muhammedin Kuranda olmadığı halde «namaz kıldırdığım için bana ücret ödeyin» diyemeyeceğini Maide 44,45 ve 47 ayetlerinden anlıyoruz. Böyle dediğini iddia eden biri varsa bu ayetleri göz önünde bulundurarak Muhammedi bu kategorilerden (kafir, zalim, fasık) hangisine ait ettiğini bir daha düşünsün.

Tüm bunlara bakmayarak günümüzde imamlık en iyi para kazandıran mesleklerden biri haline gelmiştir. 2017 yılında kamu idarelerine ayrılan bütçe miktarına bakarsak bunu anlamak çokta zor bir şey değil.

Kurum 2017 Ödenek Tavanı(TL)
Cumhurbaşkanlığı 648.488.000
Türkiye Büyük Millet Meclisi 961.517.000
Anayasa Mahkemesi 58.784.000
Yargıtay 382.750.000
Danıştay 125.072.000
Sayıştay 257.485.500
Başbakanlık 1.584.358.000
Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı 1.995.692.000
Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği 28.071.000
Basın-Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü 297.305.000
Hazine Müsteşarlığı 77.406.981.000
Diyanet İşleri Başkanlığı 6.867.117.000
Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 1.248.151.500
Adalet Bakanlığı 11.290.400.000
Milli Savunma Bakanlığı 28.702.119.000
İçişleri Bakanlığı 5.834.586.000


Gördüğünüz kadarıyla tüm jeologların İstanbul'u büyük şiddette depremler bekliyor demesine rağmen Diyanet İşleri Bakanlığının Afet ve Acil Durum Bakanlığından neredeyse 6 kat fazla para alması Türkiye yönetiminin afetlere dualarla hazırlandığını gözler önüne seriyor. Günümüz Türkiye'sinde 27 senelik bir öğretmenin bir imamdan az maaş alması eğitim seviyesini de belli ediyor.

2017 yılında 25 yıl ve üzeri çalışmış bir öğretmenin aylık maaşı 3.119 TL olurken, imamlarda aynı zaman ölçüsüne sahip kişilerin aylık maaşı 3.400 TL teşkil ediyor.

Her yıl dahada artan maaşlar ve açılan imam hatip okullarını göz önünde bulundurarak çok yakında Türkiye'nin laiklik prensiplerinden vazgeçerek şeriat hükümlerine döneceğini anlamak zor değil.

“HER TOPLUM, LAYIK OLDUĞU ŞEKİLDE YÖNETİLİR”

Bu deyim kuvvetler ayrımı esasını ortaya atan Fransız politik düşünür Montesquieu'ya aittir. Günümüzden 322 yıl önce yaşamış bir düşünürün ortaya attığı fikrin bu gün dahi geçerli olduğunu görmek hayli ilginçtir. Yazımı Montesquieu’dan bir buçuk asır sonra doğan başka bir ünlü düşünür Nietzsche'nin sözleriyle bitirmek istiyorum.

“Cahil bir toplum, özgür bırakılıp kendine seçim hakkı verilse dahi, hiçbir zaman özgür bir seçim yapamaz. Sadece seçim yaptığını zanneder. Cahil toplumla seçim yapmak, okuma yazma bilmeyen adama hangi kitabı okuyacağını sormak kadar ahmaklıktır! Böyle bir seçimle iktidara gelenler, düzenledikleri tiyatro ile halkın egemenliğini çalan zalim ve madrabaz hainlerdir!”

Ben değil Nietzsche söylüyor bunları, ister katılırsınız ister ret edersiniz bu sizin bileceğiniz iş ama lütfen beni İslam düşmanlığıyla yada paralelcilikle suçlamayın. Eleştirin ve kendinizde şahidi olun, belki geç olmadan bir şeyleri telafi edebilirsiniz…

Yazan: Kirpi

VAHİY, İLHAM VE DİN

MT, Vahiy, Vahiy nedir?, Vahiy ilham mıdır?, din, vahiy ve din, Zerdüştlükten çalınan vahiy, Vahiylerin kaynağı, Vahiyler, Vahiy gelmiyor, Vahiy Cebrail
Vahyin, ülkemizdeki genel olan din anlayışında Cebrail ile geldiği düşünülür.
Bunun kaynağına indiğimizde kopyalanarak alınmış çok akıllıca düzenlenmiş bir durum söz konusudur.

Biraz titiz ele alarak VAHİY/ilham/akıl üçlüsünü şöyle izah etmek isterim;
Vahiylerin kendi toplumunun gelişmesi için bir çok felsefeci, yenilikçi, ve özellikle gelişen zamanı görüp ait olduğu insan toplumunu buna hazırlayan, bir düşünürün çok derinlikli ve kapsamlı yoğunlaşması sonucu elde ettiği bulgular olduğunu düşünüyorum.

-ilk sanat, sanatçı,
-İlk tarımın gelişmesi,
- ilk evcil hayvan,
- ilk yazı, tabletler,
- ilk yerleşik düzen,
- ilk matematik,
- ilk tekerlek vs, vahiy/ilham/akıl ile gelişmiş ve medeniyetler bundan binlerce yıl (m.ö 9 bin) önce yaşamıştır.

Bugünkü çağdaş batı medeniyetin çok çok ilerisinden bahsediyoruz. Bugünkü dinler, bunları kullanıp kendine mal edebilir, onların işi bu, hırsızlık ta yapar yalan da konuşurlar.

Geçmişten alacağımız örneklerin, çizilen portrenin günümüze gelmesinde en büyük etken, yazılı tabletler ve kabartmaların bugünkü dünya düzenine ışık niteliğinde olduğunu düşünüyorum. Ve hala üzerinde yapılan çalışmalar, analizler devam ediyor.


Yani tarih günümüzde, biz de tarihin başlangıcında gizliyiz.
Genel olarak geçmişten geleceğe mesaj olarak üst-insan felsefesi bizlere yansımıştır.

Mesela, 400 lü yıllarda İskenderiye/Mısır dönemin en önemli matematikçi gök bilimcisi HYPATİYA'nın başına gelenler sonucunda tüm dinlerin cehalet üzerine vahşi bir politika izlediğini gözlemleyebiliriz.

Bizler, tarihten geleceğe yönelik döngünün tam merkeziyiz, aslında bizler bu mesajın ta kendisiyiz.
Karanlığı insanlığa dayatanlara, en güzel cevap ışığı tutanlardır.

VAHİY/ilham/akıl üçlüsünün amacı binlerce yıldır var olan medeniyete felsefik uyum sağlamak , ve yaşadığı dünya toplumu ile kültürel denklik arayışını bulmak, felsefik ilim sahibi fedakar insanların ulaştığı üst insan (nitsche nin sözü) modeline ulaşmaktır.

Filozof, aktar (ecza,ilaç), şair, matematikçi, astroloji, gök bilimci...

Sevgi, pozitif enerji, meditasyon, vs. kısaca yaşama ait tüm kavramlar global düzeydeki insanın gelişimidir.

Bu IŞIK/VAHİY/BİLGİ hep olmuştur! Yani VAHİY aslında hem ruhani hem dünyevi gelişen zamana uyum için geliştirilmiş Sufi felsefesidir. Buda Zerdüşt kültünden esinlenilmiştir.

Artık VAHİY gelmiyor, bu sondur diyenlere açıkça belirtiyorum. VAHİY tamamen akıl ürünüdür, ve her anın bir aklı vardır, bugünde vardır yarında olacaktır. VAHİY/ Umuttur, bilgidir, aşktır, gelişen zamandır, karanlığa ışıktır!

Fetva, zaten başlı başına bir düzmeceler hikayesidir. Yani sadece diyanetin son zamanlarda söylediklerine bakarsak insan ırkına pek faydalı değildirdir. Hatta diyanetin kendisi karanlığın mimari yapısı gibidir, artık gerisini siz düşünün...
Dünya boştur, boşlukları doldurmak üzere. Saygılar..

Yazan: Metin T.

KABİR AZABI VE BERZAH ALEMİ MİTLERİ

DP, islamiyet, din, Kabir azabı, Berzah alemi, Kabir azabı var mı?, Dini uydurmalar, Hurafeler, Kuranda yazmayanlar, Kur-an ölüm sonrası, Kur-an'da kabir, İsra, Bakara, Mümin, Taha, Mü-minun,
Biraz beyin kıvrımlarımızı yoklayalım. Belki kendi ailenizde, belki de mahallenizde ya da iş yerinizden bir arkadaşınızın cenazesi olduğunda o ortamı gözünüzün önüne getirin. Eğer yaz aylarında vefat gerçekleşmiş ise erkek konuklar dışarıda konulan sandalyelere otururlar. Hanımlar ise içeri. Yaşça büyük olanlar veya ailenin ileri gelenleri merkezi bir konumda otururlar. Diğer gelenler onların çevresine yerleşirler. Samimiyet derecesine göre içten dışa bir kümeler silsilesi oluşur. Sohbetin gereğinde dolayı arada gülümsemeler olsa da aşırıya kaçılmaz. Neticede cenaze evi. Cenaze beklenir. Peki, nerede cenaze? Gasilhane’ de yıkanıyor. Bazı gençler sokak başında bekler cenaze aracını. Büyüklerin yanında sigara içmek sıkıntılıdır çünkü. Çocuklar pet bardak veya şişede su dağıtırlar. Ailenin ileri gelenlerinden bazıları pide-lahmacun türü basit hamur işleri dağıttırırlar ayran ile birlikte konuklara. Bu dağıtım işini de ya çocuklar ya da gençler yürütürler. Hanımlar ise içeridedir. Gelen konuk hanımlar arasında eşarp/başörtüsü getirmeyi unutan varsa onlara da biraz yaşlıca olanlar yanlarında getirdikleri fazla eşarpları verirler. Ah bir de iğne oyası ile etrafı işlenenler, onlar hemen dikkat çeker. Nerede yaptırıldığı sorulur fısıltılar ile. Kızın çeyizi için yaptırılacaktır. Hanımların içerisinde ağlayan birinci derece yakınların yanında teselliciler grubu bulunur. Bu grup değişkendir. Voleybol servisi kullanan oyuncunun dönmesi ve değişmesi gibi değişirler. Unutulmaması gereken ağır bir misafir daha vardır ki bu misafirde ya aileden ya da aile dışından gelen, Kuran-ı Kerim’e hâkim bir hanımdır. Önüne bir sehpa konur. Sehpa üzerine de kristal kesme bir bardak içerisinde soğuk su. Suya toz gelmesin diye üzerine kâğıt peçete kapatılır. Dışarıdan gelen bir çocuğun sesi bozar bu iç ortamın hüşu içerisindeki ambiansını. Pideler gelmiştir. Genç kızlar hemen bir koşu pideleri alıp mutfağa geçerler. Servis yapılmalıdır. Hemen küçük bir görev paylaşımı ile bu da hallolur.

Cenaze kış ayında ise erkeklerin yeri komşu dairedir. Burada gençler çay demler, içeride sohbet ile birlikte dualar okunur. Dini bilgiler konusunda üst seviye de bulunanlar arada hadis, siyer, sahabelerin hayatı üzerine bilgiler aktarır. Ana tema ölümdür. Ölümden sonra berzah âlemi, kabir azabı gibi kavramlar öncelikle anlatılır. Kıyametin gelmesine daha çok vardır sanki onlara göre. Sorsanız şu cevap gelir “aslında kıyamet nefes kadar yakın belki hemen bu cumu’a.” Neden, büyük alametlerin hepsi hemen hemen gerçekleşmiştir. Ancak bu sohbeti araya giren bir başka din uzmanı bozar :”İyi de daha Deccal gelmedi, daha yecüc ve mecüc gelecek. Mehdi aleyhisselam onları defedecek.”. Birden konukların gözleri fal taşı gibi açılır. Konular öyle bir seviyeye çıkmıştır ki dikkat kesilinir. Herkes sus pus olup bu kişileri dinlemeye koyulur.

“Kıyamet öncesi daha Melhame-i Kübra (Hristiyanlarda Armageddon) savaşı meydana gelmedi. Ama o savaşta çok yakın. Bakın? Ortadoğu kan gölü. Haç ile Hilal’in o kadim savaşı gerçekleşecek. Yahudiler Tel-Aviv’de ve bütün İsrail’de Gargat ağacı dikiyor. Neden? O ağaç müjdelenmiş olan ağaçtır. Bütün dağ taş dile gelecek ve diyecek ki benim arkamda Yahudi var. Onlar bile Yahudilerden yaka silkecek Allahu Teâla’nın izni ile… Hatta Google Earth’ a bakın. Tüm İsrail de Gargat fidanları ekilmiş. Ama saklıyorlar. Önce Yahudilerin sonu gelecek. Arkadan büyük savaş vereceğiz ama Mehdi aleyhisselam’ın öncülüğünde Allah’ın izni ile Hristiyanları ve tüm müşrikleri bozguna uğrayacak ve bütün dünya Müslüman olacak. İşte o zaman kıyamet kopacak.”

İşte bu sohbet sessizce ve pür dikkat dinlenirken, 8-10 yaşlarında bir çocuk, o derin sessizliği bozarak şöyle sorar: “E peki kıyamete kadar mezarda nasıl bekleyeceğiz?”. Mükemmel bir kritik sorudur bu. Cevap yine din uzmanı konuktan gelir:” Eğer inançlı isen Münker ve Nekir gelir evladım. Sana kimsin? Necisin? Dinin ne? Kimin yolundan gidiyorsun? Kime inanıyorsun gibi sorular soracaklar. Sen diyeceksin ki: - Elhamdülillah Müslümanım. Hiç şüphesiz Allah birdir ve tektir ve Muhammed hiç şüphesiz onun Resuludür. O melekler sana der ki: Evet bunu zaten biliyorduk. Eğer gerçekten müminsen o mezar, yani kabir cennet bahçelerinden bir bahçe olur. Eğer günahkâr isen kıyamete kadar o kabir cehennem çukurlarından bir çukur olur!”

Çocuk sorar: “E iyide hani ödül ve ceza kıyametten sonra olacaktı? Bedenimiz çürümüyor mu? Azab ya da ödülü kim hissedecek?”

Cevap gelir: “Sen şimdi bu yaşta anlamazsın. Ruha ödül veya azab vardır.”

Konuklardan farklı bir görüşe sahip olan devreye girer:” Tam öyle değil kardeşim. Bedeni çiyanlar, yılanlar ve türlü mahlûkat sarar. Kabir mevtayı sıkar. Öyle sıkar ki kaburgaları adeta birbirine geçer. İşte günahkârlar için kabirde böylesine bir azap ve acı vardır. Rabbim hepimizi muhafaza eylesin”.

Pek karşı çıkılacak bir sav olmadığından diğer tartışmacı bu açıklamayı yalanlamaz ve ekler : ”Aynen kardeşim. İşte Rabbim, bedenimiz çürürken dahi bizi imanlılardan eylesin inşallah. Kabir azabından muhafaza eylesin inşallah…” gibi temennilerin arkasından tekbir eşliğinde Fatihalar okunur.

Tam sohbet kapanacakken başka bir din uzmanı aile yakını gelir. O kişi, sohbetin sonlarına denk gelmiştir. Sabırla sırasını bekler. Tam ortam sessizleştiğinde devreye girer:” Ammaaaa!... Cenab-ı Allah o berzah âlemini hepimize hayırlı kılsın inşallah. O âlem ki müminler için mutluluk, müşrikler ve kâfirler için azap doludur!”

İlk soruyu ortaya atan çocuk yine o aynı merakla devreye girer: “ Berzah ne amca? Kabir azabı yok muydu?”

“Elbette ki var evladım. Ama kıyamete kadar berzah âlemindeyiz. Kuran-ı Kerimde buyruluyor ki: Onlardan birine ölüm gelince: “Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim” der. Hayır; bu, onun söylediği bir sözdür. Tekrar diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir berzah (engel) vardır.“ (müminun 99-100) İşte berzah âlemi bu engel olan âlemdir. Orada bekleyeceğiz.

Çocuk yine sorar: “Bu âlem nerededir? Nasıl bir yerdir?”

Cevap hemen arkadan yetişir: “ Bilmiyoruz evladım. O kadarını âlimler bilir. Haşa biz bilmeyiz. Şüphesiz en doğrusunu Allah bilir.”

Konu burada kapanır. Herkesin içini bir korku alır. Önceki akşam içilen biradan, evvelsi hafta yapılan zinadan, birkaç gün önce oynanan at yarışı kuponundan pişmanlık duyulur. Hemen imanlı, doğru bir Müslüman olunmalıdır. Kılınmayan namazların kazası eda edilmeli, biran önce başlanarak dinin temel farzı (!) yerine getirilmelidir.

Yazımızın buraya kadar olan kısmında anlatılan senaryo, ufak tefek farklılıklar veya yöresel farklılıklar olmakla birlikte üç aşağı beş yukarı aynıdır. Hele ki cenaze namazı kılınmadan hemen önce hocanın söylediği :”İşte en büyük ders, en büyük sınav, en büyük ibret önümüzde kefenlenmiş yatıyor!” cümlesi…

Peki, bu berzah âlemi ve kabir azabı kavramları ne kadar gerçekçi? Kesin olan şu ki bu kavramlar kesinlikle Kuran dışı ve pagan öğeler içeriyor.

Berzah ve Kabir Hayatı ile Kuranda hiçbir ayet yoktur. Berzah kelimesi az önce bahsettiğimiz Müminun 99-100’de yer alır ki kelimenin anlamı engeldir. Herhangi bir âlem, ortam, ara yaşam alanı manalarını taşımaz.

Berzah âlemini savunanların en büyük kanıtı Mümin-11’ dir: “Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı iti­raf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır?” derler.“

Burada ki iki defa diriltme veya iki defa öldürme berzah âleminin kanıtı değildir. Öyle olsaydı bu hususun açık bir biçimde belirtilmiş olması gerekirdi. Hacc-16: “Böylece biz Kur’an’ı apaçık âyetler hâlinde indirdik. Şüphesiz Allah, dilediğini doğru yola iletir.” Kısacası açıklanmak istenen her husus, bir mümin için açıklanmıştır. Ayetleri yan yana, üst üste koyarak bir mana vermeye çalışmak, eğip bükerek bir anlamlandırma yapmak Kuran’ a göre yanlıştır. Bu şekilde istediğiniz anlamı, istediğiniz şekilde ortaya koyabilirsiniz.

Peki, Kabir azabı ile ilgili Kuran-ı Kerim ne diyor? Cevap: Hiçbir şey!
Gelin şu ayetlere bir göz atalım:

“Siz dünyada on gün eğleştiniz diye aralarında gizli gizli konuşurlar… En akıllıları ‘Sadece bir gün kaldınız’ der.” [Taha, 20/103-4]

“Allah inkârcılara ‘Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?’ diye sorar. Onlarda, ‘Bir gün, ya da bir günden daha az’ derler…” [Mü'minun, 23/112-3]

“Sûr'a üflenince, kabirlerinden Rablarına koşarak çıkarlar. 'Vah halimize! Yattığımız yerden /merkadimizden bizi kim kaldırdı ?” [Yasin, 36/51-2]. (merkad: uyunan, uyuklanan yer anlamına gelir.)

“Ona bir daha üflenince, onlar bir anda ayağa kalkıp etraflarına bakarlar” [Zümer, 39/68]

“Sûr'a üfürülür. İşte bu geleceği söz verilen gündür. Her can kendisi ile beraber bir sürücü ve birde şahit (melek) olduğu halde gelir. Ona 'And olsun ki sen bundan gâfildin. Şimdi gaflet perdeni açtık, artık bugün gözün keskindir.' (denir)” [Kaf,50/20-2]

Sizi çağırdığı gün, O2na hamdederek davetine uyarsınız ve kabirlerinizde pek az bir müddet kaldığınızı sanırsınız. [İSRÂ – 52]

Kıyametin kopacağı gün suçlular, (dünyada) bir andan fazla kalmadıklarına yemin ederler. Onlar (dünyada haktan) işte böyle döndürülüyorlardı. [RÛM – 55]

“Ölü idiniz sizleri diriltti, sonra öldürecek, sonra tekrar diriltecek ve sonunda ona döndürüleceksiniz.” [Bakara, 2/28] 

Şimdi bu noktada kabir Azabını savunanların en büyük delili olan Mümin-11 tekrar dönelim: “Onlar: “Rabbimiz! Bizi iki defa öldürdün, iki defa dirilttin. Biz de suçlarımızı iti­raf ettik, buradan çıkmaya bir yol var mıdır?” derler.“

İnsanların ölü hali Bakara 2/28’ e göre anne karnındaki hal’dir. Ölü iken diriltilen birey, “sonra öldürüleceksiniz” tabiri ile dünya hayatında ölecektir; tekrar diriltilme mahşer ve döndürülme ise yargılanmadır. Eğer Mümin -11 Kabir hayatını veya berzah âlemini tasvir ediyor olsaydı diriltme ve ölüm süreci iki değil 3 defa olacaktı. Bu durumda doğal olarak Kuran ayetine terstir.

Bu noktaya kadar bahsettiğimiz ayetlerde durum gayet açıktır. Eğer inançlı bir Müslüman iseniz reddetme şansınız yoktur. Yine Kuran inanan biri için şüphesiz apaçık açıklayıcı ve nettir. İma etmez, dolaylı cümleler yoktur. Ne kastedilmek istenmiş ise bu husus aynen aktarılmıştır.

Bu makaleye inanmak istemeyip, istediğiniz kaynakta istediğiniz araştırmayı yapın. İstediğiniz kadar eğip bükmeyi, anlam kazandırmaya çalışın. Kabir azabı ve berzah âlemi hakkında hadisler dışında hiçbir delil yoktur. Kabir hayatı ve Berzah âleminden bahseden hadislerin sahihliği de ayrı bir araştırma konusudur. Bu durum günümüzde kendini “İslami Aydın” gören ilahiyat profesörlerinden bağımsız olarak, İslam peygamberinin ölümünden yaklaşık 250-300 yıl sonra tartışılmaya başlanmıştır. Hatta peygamberin ölümünden çok sonraları farklı kollar dahi bu kavramları şiddetle reddetmişlerdir (Mutezile, hariciler vb.).

Kısacası İslam âleminde dahi bu konuda sağlam bir ittifak yoktur. Sebebi Kuran’da olmayan bir kavramlar silsilesinin İslamiyet’ e eklenme çabasıdır.

Peki, bu çabalar nereden geliyor? Kuran’ da dahi bahsedilmeyen, anlatılmayan kavramlar neden İslamiyet’ e eklenmeye çalışılıyor? Sebebi Aristo’nun meşhur eseri Metafizik’ te yatıyor. Ne demişti Aristoteles: “İnsan doğası gereği bilmek ister”.

Ölüm zaten başlı başına tüm insanlık için bir merak konusudur. Ölüm, ölüm sonrası hayat gibi kavramlar hemen her toplum ve dinde, hatta dinlere inanmayanlarda dahi bir araştırma konusu olmuştur. Açıkçası İslamiyet’ te ölüm ve sonrası çok açık belirtilmiştir. Kuran-ı Kerim’ e bakıldığında insan öldükten sonra cesedi çürür. Mahşer günü geldiğinde tekrar diriltilir ve sorgu beklenir. Sonra muhakeme sonucuna göre de ya cennete ya da cehenneme gönderilir.

Ancak insanlar ölümden sonra ne olduğunu öğrenmek isterler. İçlerindeki “acaba?” sorusunu yenemezler. Çünkü mantıksal olarak çürüyen bir bedenin nasıl tekrar bir araya geleceğini tasavvur edemezler. Önceki ölenlerin adeta “yok olduğunu” gören insanoğlu, yok oluş kavramıyla karşı karşıya kalır. Bu durum ile hiçbir “düşünen” insan karşı karşıya kalmak istemez.

İnanılan din, mahşere kadar bir nevi uyku halini ön görür. Mahşerde herkes diriltilecektir. Diriltilme için bedenin korunmuş olması gerekmektedir. Beden madem çürüyor ise o halde Ruh denilen kavram yeniden dirilecektir. Ruh bir bedene sahip değildir (Bilimsel olarak ta zaten Ruh diye bir şey yoktur.). Ruh tarif edilemez bir formdadır. İslami açıdan ruh üflenerek birey can bulur. O halde Ruh bir nevi enerji veya ona benzeri bir formdadır. Bedensizdir. Dolayısı ile beden olmadığı için çürümez ve yok olmaz. O halde Ruh yeniden dirilecek ise ölümden sonra mahşere kadar bir yerde beklemelidir. Bunu açıklayabilmek için ayetler eğilip bükülerek, amacı dışında anlamlar kazandırılarak Berzah Âlemi ve Kabir Hayatı gibi “Kuran dışı” kavramlar türetilmiştir.

Yani insanoğlu beynindeki “zaman” faktörünü aşamadığından bu durum ile karşılaşılmıştır. Mesela insan gece uyku durumunda iken sabah uyanır. Bu durum Kuran’ da bireyin öldürülmesi ve yeniden diriltilmesi ile betimlenir. “O, geceleyin sizi ölü gibi kendinizden geçirip alan (uyutan) ve gündüzün kazandıklarınızı bilen, sonra da belirlenmiş eceliniz tamamlanıncaya kadar gündüzleri sizi tekrar diriltendir (uyandırandır). Sonra dönüşünüz yalnız O’nadır. Sonra O, işlemekte olduklarınızı size haber verecektir.” [ En’am-60]. Bu aşamada bireyin bedensel bütünlüğü korunmaktadır. Aradan belirli bir zaman dilimi geçmiştir. Ancak mahşere kadar uyku ve bedenin çürüyerek yok olması gibi kavramlar insanoğlunu korkuttuğundan, bu süreyi tanımlayabilecek, “Dine uygun” bir senaryoya/hikâyeye ihtiyaç duyulmuştur. Öncelikle bu senaryo için Kurandan ayetler cımbızla ayıklanıp kaynak oluşturulmalıdır. Daha sonra diğer semavi dinlerden ve pagan dinlerden hikâyeler sentezlenerek, uydurma hadislerle de desteklenerek Kabir Hayatı ve Berzah Alemi kavramları yaratılmıştır.

Daha önce belirttiğimiz üzere Berzah kelimesi engel/engelleme manası taşır. Berzah kelimesinin kullanıldığı bir başka ayete göz atalım:

“Birinin suyu tatlı ve serinletici, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip, aralarında da karışmalarını önleyen bir (Berzah) perde koyan, Allah’tır.” [FURKAN-53]

Furkan-53 de temel alındığında berzah kelimesi engel manası taşır. Başka bir manası da yoktur. Arapça da kelimelerin tam anlamı vardır ki edebi açıdan Arapçanın iyi ve zengin bir dil olmasının sebebi de budur. Kelime bulunduğu cümleye göre anlam kazanmaz. Farklı anlamlar barındırmaz. Berzah kavramına “Engel Âlemi” demek asıl olarak inanan birisi için küfürdür.

Kısacası çürümeyen ve bozulmayan “Ruh” için bir bekleme salonu tasarlanmıştır.

En önemli unsuru sona sakladım. Madem insanların yargılanma ve ceza süreci “Hiç Şüphesiz” Allah tarafından onun huzurunda olacak, onun yargılaması veya ödül-ceza mekanizmasını işleten başkaca varlıklar var ise, kendilerini O’nun yerine koydukları için cezalandırılmaları gerekir. Allah karar vermeden birey cezalandırılamaz veya ödüllendirilemez. O halde kabir hayatında ceza veya ödül olamaz çünkü birey hakkında daha hüküm verilmemiştir.

Yusuf-40: “Siz Allah’ı bırakıp; sadece sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlere (düzmece ilâhlara) tapıyorsunuz. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Hüküm ancak Allah’a aittir. O, kendisinden başka hiçbir şeye tapmamanızı emretmiştir. İşte en doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.”

Daha da Berzah Âlemi ve Kabir Hayatı için ayetleri birbiri ile çaprazlayıp eğip bükenler, açıkça Kuran-ı Kerim’de belirtilmediği halde varmış gibi anlam kazandırmaya çalışanlar şu ayeti hiç okumadılar mı: “Allah size Kitap’ı ayrıntılı kılınmış bir halde indirmişken, Allah’ın dışında bir hakem mi arayayım?” [Enam-114]

Tüm bunların haricinde, tüm melekler insanoğluna secde etmek için emir almış ise, Allah’ın hüküm kararı olmadan hangi melek/melekler secde etmeleri gereken insanoğluna ödül ya da ceza verebilir?

Bunların haricinde Ondokuz Mayıs Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi, Tefsir kürsüsü öğretim üyelerinden Prof. Mehmet Okuyan, İbnü’l-Cevzi’yi referans göstererek kabir azabıyla ilgili hadislerin sahih olmadığını belirtmiştir. Yine o, ölünün kabirde ezanı duyacağını bildiren hadislerin, ölen peygamberlerin 40 gün ruhlarının kendilerine iade edildiği veya ana babasının veya birisinin kabrini Cuma günü ziyaret edip Yasin okuyanın günahlarının bağışlanacağını veya kabirde birbiriyle konuşmalar olacağını bildiren rivayetlerin uydurma olduğunu belirtmiştir. (İbnü’l-Cevzi, Kitabul’l-Mevdû’ât, s.237-238-239) (Prof. Mehmet Okuyan, s.160-161)

Maalesef sevgili inanan kardeşlerim, Berzah Âlemi veya Kabir Hayatı diye bir şey yok. Sen inanabilirsin ve buna saygım sonsuz. İnancın beni ilgilendirmiyor. Ancak neye inandığını bil. Araştırmaların sonucu bu âlemlere inanmayı seçersen eyvallah. Yeter ki araştır. Onun bunun lafı ile inanma. Okuduğuna ve araştırdığına inan. Ancak bu kadar Kurani (Kuran-ı Kerim kaynaklı) kanıta rağmen hala hadis vs. diye tutturuyorsan seçim senin.

Ancak tüm bu tartışmalar içerisinde, asıl olarak bu kavram ve düşünce farklılıklarının oluşma sebebi din içi çelişkiler. İnsanlar gördükleri, yaşadıkları ve kanıtlanmış olan kavramlar ile inandıkları kavramlar arasında çelişki görüyorlar. İnanılan din buna cevap veremiyor. Durum böyle olunca da bir savunma mekanizması olarak “Uydurma Âlemler” devreye giriyor.

Kendi içlerinde ortada bir çelişki olduğunun farkındalar. Bir şeylerin ters olduğunu biliyorlar. Ancak bunu kabul etmek o bireyler için o kadar zor ki… Düşünsenize inandığınız, uğruna yaşadığınız nice kavramlar aslında yok. Birisi öldüğü zaman yaptığınız davranış ve ritüellerin hiç birisi İslami değil. Aksine birçoğu İslamiyet öncesi Tengricilik döneminden kalma. Kısacası eğer inanmak istiyorsanız, yani kendinizi “inandırmak istiyorsanız”. Eğip bükmek suretiyle size kanıt çok. Siz doğruyu görüyor ve biliyorsunuz.

Biz mi? Bizler size göre kâfir, gâvur, müşrik, domuzdan farksız, her akşam içip içip ona buna sarkan, yozlaşmış, inançsız olduğundan her türlü ahlaksızlığı kendine mubah sayan, karısını-kızını kimseden kıskanmayan, hırsız, ikiyüzlü, çıkarı için vatanını bile satabilen, ülkeyi içki masalarında kurmuş yığınlarız.

O yüzden bu yazıyı kafası bir milyon, Allah’ın sevgisinden mahrum olmuş, öteki dünyanın sonsuz nimetlerini kaybetmiş, sapkın bir beynin ürettiği saçmalıklar olarak nitelendirip mutlu mesut yaşamaya devam edin. Unutmadan; eğer vicdanlı iseniz olur da bir gün bulunduğumuz bu gaflet uykusundan uyanmamız ümidiyle de “Allah Islah Etsin” talebinizi göndermeyi de unutmayın lütfen. (Bakınız: Site Başyazarı ve Yöneticisi A.KARA’nın bu sitede yer alan “Sıradaki Islah Talebi Lütfen” başlıklı yazısı)
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu:
  1. Objektif olarak inançlı, vicdanlı ve açık yürekli okurlarımıza tavsiyem bu yazıma reddiye geliştirmeden önce ölüm sonrası yaşam ile ilgili Tengricilik dönemi, Şamanizm, Yahudilik ve Hristiyanlık kaynaklarını ve inançlarını iyi inceleyip öyle beni eleştirsinler. Özellikle İslami kaynakları iyi okuyun. Ne demek istediğimi anlayacaksınız. O kadar çok bilgi ve kaynak var ki ibadullah mevcut. Bu yazıda sadece kısa notlar ve özetler ile bilgilendirme yapmaya çalıştım.
  2. Konudan ayrı olmakla beraber, başta Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere, VATAN uğrunda ölen tüm “Vatan ve Görev Şehitlerini” saygıyla ve minnetle anıyorum. Atamız zamanında biz bu gaflet uykusundan uyanalım diye çok uğraştı ama nafile… Layık olamadık… Sahip çıkamadık…
Yazan: Demon Product