HABERLER
Dini Haber

BİZ NEREYE ?

DP, din, islamiyet, Biz nereye?,İslam karmaşası,İslamda görüş ayrılığı,Dinde görüş ayrılığı,Mezhep ayrılıkları,Herkese göre İslamiyet başka
Biz Nereye… Tarkan’ın 1994 yılındaki ikici albümü A-Acayipsin’ in hafif rock tarzındaki parçası. Gitar soloları harikaydı. Sözleri, ilk dinleyenler için biraz karmaşık olsa da bestenin de o güzel tınısı ile uyum içerisinde gitgide daha da anlaşılır hale geliyordu. Bu albümde Tarkan, sesi itibari ile rock tarzına yatkınlığını ortaya koymuştu ki bu husus elbette ki tartışmaya açık. Bana göre yatkınlığı var diyebilirim.

 Şarkının sözlerinin ilk kıtasını bir hatırlayalım:
Takılmışım sözlerine,
Ben mecburum gözlerine.
Bunlara inanmak zor bir anda...

Bu şarkı neden mi aklıma geldi? İsmi ve özellikle ilk kıtasının sözleri nedeniyle. Aslında şarkı duygusal bazlı. Ancak Türkçe bu. İstediğiniz yere çekebilirsiniz. Mesela “Sözlere Takılmak” veya “Bunlara inanmak zor bir anda” cümlelerinden başka ne gibi anlamlar çıkartabiliriz? Çok sayıda anlam çıkartabiliriz. Örneğin “Bazı hocaların Takılmışız Sözlerine… Ancak sorguladıktan sonra Bunlara İnanmak Zor Bir Anda”. Toplumsal düşünürsek eğer sizce “Biz Nereye?”

Şimdi objektif bakış açısına sahip ilahiyatçılar veya yazarlar, gençler arasındaki Deizm yükselişinden çok rahatsızlar. Özellikle dini çevrelerde Deizm inanılmaz yaygınlaşıyor. Bu hususu önceki yazılarımda kaleme almıştım. Örneğin, Ahmet HAKAN 29.03.2018 tarihli Hürriyet gazetesindeki köşe yazısında bu hususu şöyle belirtiyor: “Dağ gibi gençler, sapır sapır deist, ateist, agnostik oluyor senin ve senin gibilerin yüzünden...” Burada eleştirdiği kişi, İhsan ŞENOCAK. Hani şu asansör, kaynana, ketçap fetvaları ile gündeme gelen ilahiyatçı.

Peki, neden Deizm, Ateizm ya da Agnostisizm ve benzeri düşünceler yükselişte? Ülkemizde neden bir sorgu süreci yaşanıyor? Neden hemen her birey veya topluluk kendince bir inanç sistemi geliştirmeye çalışıyor ve buna deliller aramaya başlıyor? Ayrıca bir nokta da inançlar sorgulanmaya başlıyor?

Bu site de çok değerli yazarlar var. Bazen bir makaleyi birkaç kez zevkle okuyorum. Peki, neden bu kadar çok araştırmaya ihtiyaç duyuyoruz hiç düşündünüz mü? Bizi iten sebepler ne? Sorgulamaya götüren sebepler sadece aklımızdaki sorular mı? Bu noktada çevresel faktörlerin hiç mi etkisi yok? Bana göre inanılmaz bir etkisi var. Şimdi bu tip araştırma yazıları, kitaplar, makaleler ve yayınlar neden daha çok izlenir ve takip edilir oldu izah etmeye veya farklı bir iddia geliştirmeye çalışacağım.


Sosyal medyada dinden sıyrılanlar veya farklı fraksiyonları araştırma yoluna gidenlerde inanılmaz bir artış var. Eğer bu tip sitelere üye iseniz bunu takip ve kontrol etme imkânınız daha fazla.

Şimdi bakıyorum da 5-6 yıl öncesine kadar bu kadar sorgulama süreçleri yoktu. Belki de vardı, hatta daha fazla vardı; ancak bu kadar aleni ve göz önünde yoktu. Artık bazı köşe yazarları ve ilahiyatçılar dahi bu hususu dillendirmeye başladı. 1990’ da öldürülen Turan DURSUN, adeta en popüler dönemlerini, eserleri ile son yıllarda yaşamaya başladı. Aynı yıl canice bombalı bir paket ile öldürülen Bahriye ÜÇOK yayınları daha bir takip edilir oldu. Arif TEKİN’ in yayınları incelenmeye başladı. İlhan ARSEL yeniden keşfedildi. Yaşar Nuri ÖZTÜRK, Caner TASLAMAN, Emre DORMAN gibi “sıra dışı fikirli” tabir edilecek İslamcıların videoları ve yayınları hit yapmaya başladı. Mustafa İSLAMOĞLU ve Mehmet OKUYAN gibi farklı bir perdeden konuşan ilahiyatçılar sağlam yükselişte. Edip YÜKSEL tekrar keşfedildi.

Richard DAWKINS, Michio KAKU, Carl SAGAN gibi bilim insanlarının yazıları daha bir takip edilir oldu. İnsanlar alternatif inançları veya inançsızlığı araştırır hale geldi.

1960’ların ortalarından sonra, özellikle 1970’ lerde Çiçek Çocukları akımında Hristiyanlıktan sıyrılarak bir nevi Doğa dinine ya da Budizm’e sağlam kaymalar olmuştu. Woodstock etkinliklerinde özgürlüğü kendi açılarından bir kez daha keşfeden Hippi akımı dinleri adeta karşısına almıştı. Okurlarımız arasında bu jenerasyona ait olup “Hayır biz dinlere karşı çıkmıyorduk!” diyenler varsa o akımı iyi incelemelerini tavsiye ederim. O jenerasyon yasaklara tepki olarak doğmuştu. Bu yasakların içerisinde semavi dinler de vardı. Bu arayış herkes de elbette farklı sonuç verdi. Kimisi bu kimlik arayışında farklı dinlere yönelme eğilimi gösterdi. Örneğin müzik sanatçısı Cat STEVEN, Yusuf İSLAM oldu. Şöyle bir soru aklınıza takılabilir: “Peki, madem dinlerden sıyrılmak istediler, o halde Budizm de bir din, neden ona karşıt görüş geliştirmediler?” şöyle cevap vermeye çalışayım. Sebebi çok açık. Budizm, onlara göre, doğa kökenli ve insan odaklı idi. Zaten işin içine girdikten sonra bu inançtan da dönenler oldu. Mesela 70’lerde Nepal ve Hindistan’a seyahatler çok modaydı. Hatta İstanbul, Hippi’lerin geçiş güzergâhının tam ortasına yakın bir toplanma noktası idi. Gençler İstanbul’da bir araya geldiğinde o dönemin gazeteleri bunu bolca sayfalarına taşırdı. Hippilerin bir diğer adı da “Bitli Turist” idi. Neyse bu konular şu an bizi ilgilendirmiyor.

Hippi akımını doğuran faktörler arasında yasaklar ve dinler var demiştim. İnsanlar, özellikle gençler, yasaklar ve farklılıkları bir kenara atarak kendilerince ortak bir yol keşfetmeye çalıştılar.

Sorgulama veya tepki süreçleri hemen her çağda ve her toplumda yaşandı. Ömer HAYYAM’ ın sağlam bir medrese eğitiminden geçtiğini, hatta meşhur Gazali’nin arkadaşı olduğunu unutmamak gerek.

Peki, neler oluyor ya da oldu? Yazımın başında Tarkan’ın şarkısına atıf yaptığım üzere: “Biz Nereye”?

Daha önce defalarca, birçok makalede ülkemizdeki inançları sorgulayanların kafalarındaki sorular nedeni ile bu yola girdiğini yazmıştık. Bunun haricinde çevresel faktörleri inceleyecek olursak, gözümüzün önünde inanılmaz bir çelişkiler yumağı var.

Bir kere ülkemizde kendini Müslüman olarak niteleyen çoğunluğun her biri farklı bir yoldan gidiyor.

Bu kapsamda Ebubekir SİFİL, Abdülaziz BAYIDIR ve Caner TASLAMAN’ı örnek tutacağım. Şahıslarında onlara kesinlikle ne bir hakaret ne de bir reddiye sunacağım. Sadece onların tartışmalarından bazı kısımları sizlere aktaracağım. Yorum size ait olacak.

Geçenlerde internette Ebubekir SİFİL ve Abdülaziz BAYINDIR Hoca’nın münazara videosuna denk geldim. Açık konuşmak gerekirse Ebubekir SİFİL, Abdülaziz BAYINDIR’ ı sağlam köşeye sıkıştırdı. Video Youtube üzerinde var. İzleyebilirsiniz. Şöyle bir soru getirdi Ebubekir SİFİL: “Bana Kuran dışından, Kuranın tahrif edilmediğini doğrulayan bir şey gösterin?” dondum kaldım. Hadi biz böyle soruları sorsak neyse. Bunu soran bir ilahiyatçı olunca işin rengi değişiyor. Abdülaziz BAYINDIR bir şey diyemedi, sadece “Kuranın tahrif edilmediğinin kanıtı yine Kurandır.” Diye cevap verdi. Ebubekir SİFİL tekrar söz alarak şöyle diyor: ”Bir şey kendi kendine kanıt olamaz, doğrulayamaz.” Aslında tartışmanın özünü şu oluşturuyor: Ebubekir SİFİL’ in görüşü, hadisler olmadan İslamiyet olmaz. Hadisler Kuran’a uyar veya uymaz. Sen, sahih denilen hadisler olmadan İslamiyet’i yaşayamazsın. Abdülaziz BAYINDIR tersini savunmaya kalksa da cevap veremiyor.

Ebubekir SİFİL bu şekilde Caner TASLAMAN’ı da ters köşe etmişti. Şöyle sordu Ebubekir SİFİL: “Cuma namazına dair Kurandan delil göster.” Caner TASLAMAN hemen Cuma suresini örnek verdi. Ebubekir SİFİL’ de “Burada Cuma namazı kılın demiyor. Cuma günü hangi namaz olduğu belirtilmiyor, nasıl tespit edeceksin? Bana çevirilerden örnek verme. Kuran açıkça ne diyor onu söyle” diye cevap verdi. Caner TASLAMAN cevap bile veremiyor. Bazı medya organları bu tartışmayı meşhur “Sidik Hadisi” çıkışı ile Caner TASLAMAN’ın kazandığını iddia etse de objektif bakıldığında Ebubekir SİFİL’in verdiği yanıtlar ustaca ve doğru.

Aslında Ebubekir SİFİL’de bana göre Kuran’daki çelişkilerin farkında. Bu çelişkileri “Allah’ın inayeti ve izni ile” peygamber hadislerinin ortadan kaldırdığına inanıyor. En azından görüşlerine bakıldığında ben böyle inandığını düşünüyorum çünkü hararetli bir hadis savunucusu ve hadisler olmadan İslamiyetin anlaşılamayacağını ifade ediyor.

“Bize sadece Kuran yeter” diyen reformcu Müslümanlar maalesef hiç okumadıklarından dolayı, Mustafa İSLAMOĞLU, Caner TASLAMAN, Mehmet OKUYAN veya Emre DORMAN ve benzeri isimlerin yayınlarını takip ederek cevap bulmaya çalışıyorlar. Onların anlattıkları mantıklı geliyor. Neden? Adam kuran ile konuşuyor da ondan.

Bir makalesinde Site Başyazarı ve Yönetici A. KARA şöyle yazmıştı: “İyi de namazları da hadislere göre kılıyoruz? O ne olacak”

Kısacası sadece Kuran bana yeter diyen grup “maalesef” sınıfta kalıyor. Çünkü namazın nasıl, ne şekilde, ne formatta hangi vakit ve sürelerde kılınacağı Kuran da yazmıyor. Hatta Kuranda vakitler çelişkili belirtildiği için Şiiler, Vahhabi’ ler ve ülkemiz sünni Müslümanları farklı vakit veya formatta namaz kılıyor. Demek ki bu noktada hadis veya sünnet inkâr edilemiyor. Yani Kuran’ı anlayarak okuyanlar için “Kuran bana yeter” demek sadece kendini kandırmaktan ibaret.

Şöyle bir yoldan gidenler de var: “Hadisleri kabul ederim ama Kuran’ a uymak kaydı ile”. Maalesef bu düşünce yapısı da kökünden çürük. Burada hangi hadis Kurana uygun veya değil kim belirleyecek? Vicdanınız mı? Hocanız mı? Kim? Kurana uygun hadisleri söyleyen birinden (örneğin Müslim, Buhari…) hangisini reddedebileceksiniz?


Hani kuran apaçık eksiksiz idi? Şimdi siz Kuranı eksik yapmış olmadınız mı? Kuran “biz hiç bir şeyi eksik bırakmadık” diyorken siz nasıl eksik arayabiliyorsunuz? Hatta bu eksiklikleri kapatmak için Hadis veya Sünnet’e başvuruyorsunuz?

Bu gibi tartışma programları gözümüzün önünde cereyan ediyor. Bir gün bir başka hoca çıkıp abuk subuk bir şeyler söylediğinde, saçma sapan fetvalar verdiğinde hemen: “Ama İslamiyet’te böyle değil” diyoruz. Adam önümüze delil koyduğunda ise “aslında öyle değildir” diyoruz. Adam “aslında öyle olduğunu” kanıtladığında “o zamanın şartları” diyoruz. “O zamanın şartları” dendiğinde ise Kuranın evrenselliği ortadan kalkıyor. Yani nereden bakarsanız bakın elinizde patlıyor.

Mesela bir tartışma programında ilahiyatçılar peygamberin eşlerinin aslında cinsel amaçlı seçilmediğini, Peygamberin onları eş yaparak bakımlarını üstlendiğini ve bu şekilde nasıl örnek olduğunu bize aktarmaya çalışıyorlardı. İyi de bu durumda hadislere ters düşülüyordu. Hem de Sahih-i Buhari veya Sahih-i Müslim’e… Yani sahih hadis külliyatını oluşturan Kütüb-i Sitte’yi oluşturan kitaplardan en sağlam ikisine.

Mesela Ayşe’nin peygamberle evlilik yaşı konusunda farklı yaklaşımlar:
1.Kimisi “Ayşe’nin yaşı 9 idi, eğmeyin bükmeyin, sünnet ve siyer’e karşı mı geliyorsunuz!” diye reddiye geliştiriyor.
2.“Ayşe ile 9 yaşındayken evlendi ama büluğ çağından çok sonra 17-18 yaşında cinsel ilişki oldu.” Diyen reformcular.
3.“Arap coğrafyasında kızların yaşı ilk regl’den itibaren hesaplanır. Bir kız 12 yaşında regl olduğu varsayılsa o halde Ayşe 21 yaşında iken evlenmişlerdir.” Diyen bir diğer reformcu grup.
4.“O dönem kayıt tutulmuyordu, Ayşe’nin kaç yaşında olduğunu bilemeyiz. Peygamber de bir çocuğu koynuna almaz elbette ki!” diyen bir diğer vicdanlı reformcu grup.

Açık olmak gerekirse, sünnet,hadis,siyer üçlemesi baz alındığında, tüm mezheplerin nadiren müttefik oldukları hususlardan birisi de Ayşe’ nin yaşıdır. Ayşe 9 yaşında iken peygamber ile evlenmiştir. Diğerleri kaynaksız ve araştırmadan yoksun, sadece vicdanları rahatlatmaya çalışan, kişilerin ürettiği fikirlerdir. Kısacası yukarıda saydığımız 4 yaklaşımdan ilki hariç diğerleri dayanaksızdır.

Bazı yazılarımda, İnternet’te yer alan her bilgiye güvenmeyin diyorum. Halen fikrim değişmedi. İnternette çok yanlış ve eksik bir bilgi kalabalığı var. Peki, bana nasıl güvenebilirsiniz? İşte bu nedenle kendi fikir ve görüşlerimi mümkün olduğunca dışarıda tutuyorum. Bu yazımın temeli benim bir iddiam oluşturdu. Ama bu iddiamın temellerini benim fikirlerim oluşturmadı. Bu fikirleri yazımda önünüze koydum. Neyi ne şekilde anlayacağınız size kalmış.

Bir önceki yazım olan “Müslüman Nazi” ler bu nedenle yaklaşık 3 hafta sürdü. Her seferinde ya kaynaksız bilgi ile karşılaştım ya da edinip yazdığım birkaç paragraflık bilginin aslında yanlış olduğunu, daha sonra farklı kesin kaynaklardan öğrenip yazıdan kaldırdım. Sadece ortak ve herkesin üzerinde ittifak ettiği bilgileri önünüze koydum.

Ülkemizde bu kadar çok farklı inanç grubu, mezhep, cemaat, grup ve benzeri din kökenli kümeler oldukça tartışmalar kesinlikle bitmeyecektir. Her biri bir diğerini dinsizlikle ya da yanlış yorum ile suçluyor. Ancak iş bu hususu eleştirmeye geldiğinde, yani bizler bu oluşumları eleştirdiğimizde hemen bize karşı birleşerek saldırıya geçiyorlar.

Aynen şu an toplumumuzda yaşandığı gibi. Adamlar neredeyse birbirini yiyecek. Biz de onlara “Yaşadığınız sorunların sebebi inandığınız din” dediğimizde hemen düşmanımın düşmanı dostumdur deyip bize atağa geçiyorlar.

Ne dinsizliğimiz kalıyor ne gâvurluğumuz. Onlara göre İngiliz, Siyonist uşağı, sapkın kandırılmış kişileriz. Yabancılara çalışan ajanlarız ya da toplum mühendisiyiz. Ya iluuminati ajanıyız ya da mason localarının emrinde beyni yıkanmış zombileriz.

Hiç birisi değilim. Önce kendinize bakın. Daha inandığınız değerlerde, dinde müttefik olamıyorsunuz, bir de bize çatıp, “Bu deistler, ateistlere ölümmmmm!” diye çığırtkanlık yapıyorsunuz. Denk geldiğinizde ya aşağılamaya ya da ötekileştirmeye çalışıyorsunuz. Sorsanız, ülkede ki tek Deist ya da Ateist tayfa Nişantaşı-Cihangir toplumu. Biz de bu toplumun üyesiyiz onlara göre…

Farkında değilsiniz sevgili yobaz ama sizin tabirinizle “entel-dantel” olmayan, Cihangir veya Nişantaşı’nda oturmayan, sanayide çırak, fabrikada işçi, evde ev hanımı, ortaokul terk, simitçi, polis, ekonomist, hemşire, asker, ayakkabı boyacısı, bakkal, baklavacı, itfaiyeci, kasap, terzi, anketör, sigortacı, oto tamircisi o kadar ama o kadar çok deist ya da ateist var ki… Sizin üst perdeden oluşturduğunuz “Mahalle Baskısından” dolayı hiç biri ortaya çıkamıyor.

Hep diyorsunuz ya, “Şimdiye kadar hep hakir görüldük, hep örselendik, hep ötekileştirildik, hep aşağılandık” edebiyatı yapıyorsunuz ya, aslında bu söyledikleriniz hiçbir zaman olmadı. Bunu yapan bizzat sizsiniz.

Ondan sonra diyorsunuz: “Bu gençlerde, bu toplumda deizm, ateizm gibi düşünce yapıları neden artıyor? Neden dinlerden sıyrılmalar arttı?” Sizce sebep siz ve sizin çelişkileriniz olabilir mi? TV ekranlarında ve medyada boy boy birbirinizi dinsiz ilan etmeniz, “Doğru Müslümanlığı 1400 yıl sonra aslında sizin bulduğunuz” gibi saçma sapan fikirler yüzünden bu millet dinlerden sıyrılıyor olabilir mi?

 Aslında bu nedenlerle toplumu parçalayan, ötekileştiren de sizsiniz. Önce kendi dininizde bir ittifak olun. Önce kendiniz bir “İrşad” olun, tek ve sabit bir İslam’da birleşin, sonra bize laf edin. Sokaktan 3 adam çevirip din ile ilgili sorular sorsanız, 3’ ünden de farklı yanıt alırsınız. Her biri kendi hocasının ağzından konuşur.

Son zamanlarda reformcu İslamcılar arasında bir de şu tabir moda oldu: “Türkiye’de batıl olan Emevi İslamiyet’i yaşanıyor. O nedenle bu çelişkiler var!”.

Bu yazıyı okuyunca kafanıza bazı hususlar mı takıldı? Site içerisinde “PDF Kitaplar” bölümünde Turan DURSUN, Arif TEKİN, Bahriye ÜÇOK, İlhan ARSEL, Richard DAWKINZ ve daha birçok yazarın değerli kitapları pdf formatında mevcut. İmkânınız varsa aslını satın alın. Maddi durumunuz el vermiyorsa pdf olarak okuyun.

Bu işin çözümü aslında o kadar basit ki? Çözüm nitelikli ve kaliteli bir eğitim sistemi ve öğretmenlerde. Ancak maalesef Prof. Dr. Celal ŞENGÖR hocamızın dediği gibi ülkede düzgün bir eğitim sistemi ve üniversite yok ki nitelikli insanlar yetişebilsin.

Hala yıllar önce kapatılan “Köy Enstitülerini” tartışıp ahlarla vahlarla vakit harcıyoruz. Yok, zamanında dünya kupasında biz Dünya 3. sü olduk, yok cim bom Avrupa kupası aldı, yok 1950’lerin Puşkaş’lı Macaristan’ını yendik gibi geçmişle avunma veya ahlar ile vahlar… Çözüm üreten yok. Pardon çözüm üreten bazı kişilere saygısızlık etmeyelim. Organik Hoşafımız var.

Her ne kadar sıkıntılı olursa olsun. Güzel ülkemi ve insanlarını seviyorum. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK başta olmak üzere nice şehidimiz ve gazimiz sayesinde kendi ülkemizde yaşıyoruz.

Sadece merak ediyorum. Yazımın başında dediğim gibi, “Biz nereye?”
Sağlıcakla kalın.

Yazan: Demon Product

KUR'AN'DAKİ SAHTE MUCİZELER

Yazan: Kirpi
K, din, islamiyet, hristiyanlık, Bakire anneden doğum,Vajinismus,Bakire iken doğum yapan,Hz İsa,Mucize uydurmaları,Bakireden doğum mucize mi?,İlişki yaşamadan hamile kalmak,Mucize arayışı

KUR'AN'DAKİ SAHTE MUCİZELER


Müslümanlar tarih boyunca Kuranın Allah'ın kitabı olduğunu ve bunun bir insan tarafından yazılamayacağını kanıtlamak için sahte mucizeler ürettiler. Kuranın farklı ayetlerindeki masallara dönemine göre farklı yorumlar yaparak mucize süsü vermeye çalıştılar. Bir zamanlar insanları bu mucizelere inandırmaya muvaffak oldular çünkü teknoloji ve bilimin gelişmediği dönemlerde insanlar bu olağanüstü masalları mucize olarak kabul etti. Ama günümüz dünyasında bilim öyle bir seviyeye gelmiş ki söylenen her şeye mantıklı bir cevap vere biliyor. Ve dolayısıyla bu mucizeler artık çalışmıyor. Şimdi Müslümanların sıkça mucize olarak bizlere sunduğu bir ayete bakacağız ve bu ayeti günümüz bilimiyle ve mantıkla eleştireceğiz. Önce ayete göz atalım.

Meryem suresi 19-21.ayetler:
19: Cebrail: “Ben ancak Rabbının elçisiyim. Sana tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildim” dedi.
20: Meryem: “Bana hiçbir insan dokunmadığı ve iffetsiz bir kadın olmadığım halde, benim nasıl çocuğum olabilir?” dedi.
21: Cebrail: “Evet, öyle. Rabbin diyor ki: O benim için çok kolaydır. Onu insanlara bir mucize, katımızdan bir rahmet kılmak için böyle takdir ettik. Bu, zaten (ezelde) hükme bağlanmış bir iştir” dedi.

Yukarıda yazdığımız ayeti Müslümanlar mucize olarak bizlere sunuyor ve Meryem'in Allah'ın yardımıyla bakire olduğu halde hamile kaldığını söylüyorlar. Bu söyledikleri o dönemin insanları için bir mucize ola bilirdi anca bizim için değil. Neden bizim için bir mucize olmadığını anlatacağım. İlk önce ayeti mantıkla eleştirelim. Geçenlerde bir Müslümanla bu konuyu tartışırken ona şu soruyu sordum. Meryem'in gerçekten bakire olarak hamile kaldığını ispat eden bir tarihi deliliniz var mı? Cevap  hayır oldu. Peki kendiniz Meryem'in gerçekten bakire olarak hamile kaldığını kesin olarak ispat edemediğiniz halde bunu nasıl insanlara mucize olarak sunuyorsunuz? diye sorduğumda mucizeler sorgulanmaz inanılır diye saçma bir cevap aldım. Bu cevaptan sonra o Müslüman kardeşe aynı mucizeyi ama günümüz teknoloji ve bilimi ile laboratuvarda doktorlar tarafından yaratılmış halini ona sundum. Şimdi o sunduğum delilleri sizlere de göstereceğim ve Meryem'in bakire olarak dünyaya getirdiği İsayı peygamber gibi kabul eden sizlerin günümüzde bakire kadınlardan doğan şu çocukları da peygamber olarak kabul etmenizi isteyeceğim.

Şimdi size yaşanmış bir olayı anlatacağım. 2010 yılında Aydının Umurlu Beldesinde 14 yasındaki bir ilköğretim öğrencisi kız çocuğu karın ağrıları nedeniyle hastaneye baş vuruyor. Kızı muayene eden doktorlar onun beş aylık hamile olduğunu görüyorlar. Ama muayene zamanı öğrencinin kızlık zarının bozulmadığını ve bir cinsel ilişki yaşanmadığını görüyorlar. Doktorlar olayı polise bildiriyorlar ve soruşturma başlatılıyor. Kızın babası karısıyla ilişki sonrası spermini bir bez parçasını silip banyoya attığını ve kızının o bezi vajinasına sürdüğü için hamile kalabileceğini, bir erkekle ilişkiye girmiş olabileceğini düşünmediklerini söylüyor. Doktorlar ve uzmanlarda bir cinsel ilişki olmadan kadının hamile kalabileceğini tasdik ettiler. Bundan dört ay sonra öğrenci kız çocuğu Aydın Zübeyde Hanım Kadın Doğum ve Çocuk Hastanesinde normal doğum yaptı. Doğan bebeğin gerçekten babasından olduğunu öğrenmek için Aydın İl Sağlık Müdürü Dr. Hüsnü Tırpancı,  dünyaya getirdiği bebeğin babasının tespiti için DNA testi yapılacağını söyledi.

Kirpi'nin bu makalesine şunu eklemekte fayda görüyorum (A.Kara):
Kızın %50 oranında zihinsel engelli olduğu söylentisi ve doktor raporunda “Anatomikman Bakire” olduğu teşhisi göz önüne alındığında eğer babası tecavüz etmişse veya biriyle ilişki yaşamışsa bile akla başka bir ihtimal geliyor:
-Ya Meryem de ‘Anatomikman Bakire’ ise ??? (İlişki yaşansa bile zarın yırtılmayacak kadar sert olması durumu)

Şimdi sizlere soruyorum bu doğan bebekte tıpkı İsa gibi görünüşte bakire bir kadından doğmuş şimdi onuda peygamber olarak kabul etmeniz gerekmez mi?

Bundan başka dünyada vajinismus hastalığı olan bir çok insan var ki bunlar bakire olarak dünyaya bebek getirebiliyor. İlk önce vajinismus hastalığı nedir ona bakalım.

Vajinismus problemi fiziksel bir engel olmamasına rağmen kadının korku, kaygı ve endişelerinden dolayı cinsel ilişkiye izin vermemesi, verememesi olarak tanımlanmaktadır. Vajinismus sorunu olan kadınların büyük çoğunluğu doktora muayene olamaz, tıpkı ilişkide olduğu gibi panik ve korkuya kapılır, bacaklarını kapatır ve ağlama krizine girmektedirler. Fakat, bir kısmı da rahatça muayene olabildikleri halde ilişkiye izin veremezler.

Bu problemin aşırı görüldüğü bazı kadınlar çok uzun zaman diliminde kocasıyla ilişkiye girmez ama çocuk sahibi olmak ister. Şu an her geçen gün böyle problemleri olduğu için bakire olarak çocuk sahibi olan kadınların sayı artmaktadır. Peki günümüz tıbbı bunu nasıl yapıyor? Tüp bebek ile.

Tüp bebek tedavisi en kısa tanımıyla; anne ve baba adayından alınan yumurta ve sperm hücrelerinin laboratuvar ortamında döllendirilmesi ve anne adayının rahmine transfer edilmesidir. Tüp bebek tedavisi ilk olarak 1978 uygulanmıştır. Bu dönemde yalnızca, tüpleri tıkalı ya da hasarlı olan kadınlar için uygulanması amaçlanan bir tedavi yöntemi iken, günümüzde birçok erkek kısırlığı ve vajinusmus sorunu olan kadınların  yüzde 80’inin çözüldüğü bir yöntem olarak gelişmiştir.

Görüldüğü üzere bakire olarak çocuk dünyaya getirme artık bir mucize değildir. Günümüz tıp dünyası laboratuvar ortamında bu tarz mucizeler yaratabiliyor. Bu söylediklerimizden sonra hala İsa'nın doğumuna mucize olarak bakan arkadaşlarımız varsa eğer onlara bunu söylemek isterdim. Mucize bir insanın yaptığı ve başkalarının yapamadığı şeylere deniliyor. İsa'nın bakire kadından doğması artık mucize değildir çünkü bunu yapabilen yani bakire anneden doğan binlerce çocuk var artık dünyamızda. Dolayısıyla ilk önce İsa'ya Allah'ın oğlu diyen Hristiyanların ve ona mucize ile doğan peygamber diyen Müslümanların yeni bir mucize arayışına çıkması veya bakire anneden doğulan şimdiki çocukların hepsini Allah'ın oğlu ve peygamber olarak kabul etmeleri gerekir ki buda mümkün değildir. Bir çok yazımda olduğu gibi sonda yine sizlere aklınızı kullanmanızı ve eleştirmenizi tavsiye ediyorum. Çünkü ancak aklınızı kullanarak bu masallardan ve din hocalarının sömürülerinden kurtulabilirsiniz.

Kurandaki yaratılış hikayesinin çelişkilerinden haberdar olmak için bu yazımızı okuyabilirsiniz: Adem ve Havva Masalı Artık Çalışmıyor

HİTİT MİTOLOJİSİ

mitoloji, hitit mitolojisi, Hititlerde çok tanrıcılık,Anadolu'da yaşamış topluluklar,Anadolu mitleri,Hitit tanrıları,Hitit mitoloji kral tanrılar,Ulikummi,Tarhun,Kumarbi,Hanwasuit,Istanu,Hatti,Hatti krallığı,Mitoloji ve Anadolu Çoğu insan için Hititlere olan yakınlıkları, Eski Ahit olarak da bilinen İbranice İncil'deki Kutsal Kitap referanslarından gelmektedir. Bunlar Yaratılış, Çıkış, Sayılar, Joshua, 2 Samuel, 1 Krallar, 2 Eski ahit'in ilk tarih kitabı ve Ezekiel'de görünür. Bununla birlikte, tarihsel kayıtlar, İncil kayıtları ve arkeolojik kanıtlar karşılaştırılırken, akademisyenler, İncil'den Hititlerin, krallıklarının düşüşü sırasında bölgede kalan Neo-Hititler olarak adlandırdıkları konusunda hemfikirler.

Orijinal Hititler, M.Ö. 18. yüzyılda şu an Türkiye'nin, Irak'ın ve Suriye'nin bir parçası olan Hatti adını verdikleri büyük bir imparatorluğa hükmetti. Nesit adlı Hint-Avrupa dilini konuşan Neo-Hititler, M.Ö. 12. yüzyılda Hatti krallığının çökmesiyle birlikte, Suriye'nin yakınındaki bölgelerde kültürlerini sürdürdüler. Şimdi Arkeologların neden Hatti'ye “bin tanrı krallığı” dediklerini görelim.

ÇOK TANRICILIK
Hititler hakkında bildiğimiz çoğu şey arkeolojik kazılarda ortaya çıkarılan kendilerine ait yazılardan gelmektedir. Bu metinler onların devlet kayıtlarına, tarihine ve dini inançlarına dair bilgi edinmemizi sağlıyor. Örneğin dinlerinde tapınak ve türbelere yer verildiğine dair güçlü kanıtlar bulunuyor. Arkeologlar krallığa takma adını bile bu yüzden veriyorlar.

Ancak arkeologlar ilk başlarda Hititlilerin inanışını biraz yanlış anladılar. Hititlerin zannedildiği gibi 1.000 tanrısı yoktu; binlerce tanrı vardı ve tanıştıkları her kültürden öğrendikleri, yeni olan tanrıları da kabul ederek kültürlerine adapte ettiler. Tarhun tahtı alana kadar tüm tanrılar bir veraset sistemi içerisindeymiş gibi, sırayla baş tanrı olarak hükmettiler.

Hitit mitolojisinde en çok görülen ana tanrılar şunlardır:
  • Istanu: Gökyüzünde güneşi yöneten tanrıdır. Ayrıca hakimlerin tanrısıydı.
  • Lelwani: Ayrıca ölüm tanrıçası olan Lelwani dünyadaki güneşe hükmetti. Magma gibi yeryüzünde herhangi bir ateş görülmesi güneşe hükmettiği anlamına geliyordu.
  • A'as: Bu tanrı Akad tanrısı Ea ve Sümer tanrısı Enki'nin Hitit versiyonu gibi görünüyordu. A'as'ın alanı bilgelikti. Onunla ilgili efsanelerde, cenneti diğer tanrıların elinden almak için ona danışan tanrıların olduğu görülür.
  • Hanwasuit: Tahtların tanrıçasıydı ve Hititlerin ölümlü krallarını ilahi gücüyle yönetiyordu.
  • Hannahannah: Bilgelik alanını A'as ile paylaşan Hannahannah, diğer Hitit tanrılarını rahatlatıp onlara rehberlik ettiği bilinen anne tanrıçaydı. A'as devrimi yöneten yöneticilerle ilgili efsanelerde yer alsa da, Hannahannah, kayıp olan tanrıları içeren mitlerde ortaya çıktı.
  • Tarhun: Fırtınaların tanrısı ve tüm Hitit tanrılarının kralıydı. Mitolojiye göre Tarhun kardeşlerini Tarhun'dan önce göklerin kralı olan Kumarbi'yi devirmek için topladı. Arkeolojik bulgulara göre mitolojinin büyük bir kısmı, Kumarbi'nin yer altındaki çocukları ve şeytani kulları ile birlikte tahtı ele geçirmek için tekrar ve tekrar Tarhun ile savaştıklarını anlatır.
  • Kumarbi: Tarhun'dan önce tanrıların kralı olan Kumarbi cehennem içinde yaşayan karanlık yaratıklara hükmetti.
  • Shaushka: Güzellik ve bereket tanrıçasıydı, fakat aynı zamanda kıskançlık ve öfke de içeriyordu. Saushka Tarhun'ın eşlerinden biriydi.
  • Ullikummi: Kumarbi'nin oğluydu ve Tarhun tarafından tahttan indirilen kötü bir tanrıydı. Ullikummi'nin annesi, cazibeli bir taştı ve Kumarbi'yi baştan çıkarmaya karar verdi. Evet, doğru okudunuz, annesi bir kayaydı. Ullikummi, bir tür taş olan bazalttan yapılmış bir deve dönüştü ve babasının tanrıların tahtını geri alma girişimlerini içeren pek çok efsanede ortaya çıktı.

Kral tanrılar silsilesi
Hitit mitolojisindeki hikayeler, cennetteki tahta oturmuş dört tanrıyı anlatır. İlki, daha sonraki Kral olan Kumarbi'nin babası Alalu'ydı. Gökyüzü tanrısı Anu onu devirinceye kadar sadece dokuz yıl hükmedebildi. Yenilen Alalu ise yeraltı dünyasına kaçtı.

Yazan & Çeviren: A.Kara

NARSSUK

A, eskimo mitolojisi, mitoloji, Eskimo tanrıları,Batı rüzgarı tanrısı,Narssuk,Sedna,Pukimna,Sila,Dev bebek tanrı,eski inanışlar,antik inançlar,Alaska inançları,Pompeja
Batı rüzgarı tanrısı ve tanrı Sila'nın oğlu. Narssuk, ren geyiği postunu silkeleyerek rüzgarları ortaya çıkaran kocaman bir bebek olarak tasvir edilmiştir. Bazı anlatımlarda tanrıça Pukimna onun için bebek bezi yapmıştır. Narssuk, Sila yada Sedna'dan gelen emirlere göre (bölgeye bağlı olarak), kuralları ihlal eden halkı cezalandırmak için bezini kullanarak sert fırtınalar oluştururdu. Şamanlar, bebek bezini yeniden desteklemek ve rüzgarı sona erdirmek için astral seyahate çıkarlardı.

Bazı anlatımlarda ise ilk önce Sedna’nın iznini almaları gerekiyordu ve çocuk bezini yeniden bağlamadan önce Sedna, Narssuk'a vurmaları için deniz yosunundan kırbaçlar verecekti. Kardeşi Pompeja, doğu rüzgarı tanrısı ve Sila'nın bir diğer oğluydu. Denizden gelen rüzgarlar genellikle kuzey ve batı rüzgarlarına göre daha sıcak olduğundan, tanrı Pompeja’nın rüzgarlarının daha sıcak oluşunun nedeninin onun şişmanlığından kaynaklandığı söyleniyordu.

Yazan & Çeviren & Derleyen: A.Kara

MATEMATİK İLMİ NASIL DİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ ?

din, Marduk, Sirius yıldızı, Ondalık sayı sistemi ve Marduk, Din ve matematik, Kadim kitaplar, Osiris mabedi, Kral Thothma, sizden gelenler, Marduk sirius yıldızı mı?
MATEMATİK İLMİ NASIL DİNE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ ?
Piramitler ve Kadim Kitaplar Başlıklı Yazıdan: “Kral Thothma, matematikçilerini bir araya topladı ve onların derecesine göre, aralarından 1200 kişi seçti. Onları 100 kişilik guruplara böldü: ve onlara yeterli miktarda hizmetkâr verdi: ve emirlerine göre onların her birine gözlem için on altı yıllık süre tanıyarak, onları dünyanın her yerine gönderdi. Ve onlar yanlarına, karşılarına çıkacak konuları kayda geçirecek katiplerin yanı sıra, ölçüm yapabilecek her türden cihazlar aldılar…. Ve on altı ve on yedi yıl içeresinde, yolculuklar sırasında ölen bazıları dışında geriye döndüler. Ve bu matematikçilerin edindiği bilgi harikuladeydi….”.

“…Thothma onları büyük bir debdebe ve ihtişamla karşıladı ve hepsini servete boğdu. Ve Thothma bunların hepsini tekrar yazdırdı ve özetlerini çıkarttırarak kitaplar haline getirtti, ve bunlar piramit’in kesinlikle emniyet içinde olacakları güney odasında depolandılar.. Matematikçiler döndükten sonra Thothma ve filozofları tüm konuyu, göklerin haritaları ve kitabeleri ile karşılaştırarak incelediler ve bundan sonuç olarak çıkardıkları hususları ayrı bir kitap halinde yazdılar ve bu kitaba “Tanrının ve dünya kralı olan Thothma’nın felsefeleri” adını verdiler. Bu kitabın kopyaları yapıldı ve yukarıda adı geçen ülkelerdeki Tanrının rahiplerine gönderildi. Fakat orijinal kitap, Osiris mabedindeki (piramitteki) Kutsal odaya kondu.” (Piramitler. Bilim Araştırma merkezi. Kitap no71.1 Baskı Haziran 1983 İstanbul).


KANDIRILDIK MI?
Thothma’nın yazdırıp dünyadaki tüm ülkelere dağıtıldığı anlatılan bu kitaplar aynı zamanda Babil’de yapılan işleri de içermektedir. Çünkü Babil kulesi, Ahaz’ın güneş saatinde oluşan gölgelerin ölçümleri ile yapılmaya başlanan fakat bitirilmeyen bir kuledir. Tekvindeki bu eksikliği Kral Thothma, yukarıdaki yazısı ile tamamlamaktadır. Tekvin’de, insanların dilleri birken Babil’de karıştırılarak tüm dünya ülkelerine buradan (İlahi âlemin ve köklü uygarlıkların başkenti) dağıtıldığından söz edilmekte, ancak dağıtılanın ne olduğu hakkında bir açıklama bulunmamaktadır.
Thothma, “Tanrının ve dünya kralı olan Thothma’nın felsefeleri” kitabın kopyalarının yapılıp adı geçen ülkelerdeki Tanrının rahiplerine gönderildiğini vurguluyor. Ne hikmetse bu kitap ortada yok, eğer söz konusu kitap rahipler tarafından saklanmış veya yok edilmiş olmasaydı, Bilim hurafelerle donatılamayacak, eskiden olduğu gibi İLİM “Bir” nokta olarak kalacak: bugün özürlü matematik değil, Evrenin ahengini (yaratılışını) sağlayan matematiği kullanıyor olacaktık.


SİZDEN GELENLER | Yazan: İ. Haluk Çağın

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

7000 YIL ÖNCE ESKİ MEZOPOTAMYA HALKI İNSAN ŞEKLİNDEKİ SÜRÜNGENE TAPIYORDU

A, Antik tarih, Yılan insanlara tapan Ubaidliler, Kertenkele benzeri varlık, Tell Al'Ubaid, Antik Mezopotamya, Yılan insanlara tapan antik halk, Ur, Eridu, Ubaid, Arkeolojik buluntular,
Mezopotamya'da yaşayan erken dönem kültürleri hakkında inanılmaz detaylar sunan Al-Ubaid arkeolojik bölgesinden toplanan Sümer Öncesi bazı eserler vardır.

El-Ubaid'de arkeolojik araştırmalar sonrası uzmanların kertenkele benzeri özelliklere sahip insansı figürler olarak tanımladıkları heykelleri içeren bir dizi antik eseri ortaya çıkardılar. Bu eserler Mezopotamya'daki Ubaid Dönemi'ne kadar uzanmaktadır.

Ubaid Dönemi, yaklaşık 6500 ila 3800 yılları arasında sürmüştür ve adını Ubaid dönemine ait en eski kazının yapıldığı Tell al-‘Ubaid'den almıştır.

Ubaidiyen kültürü M.Ö. 4000 ila 5.500 arasında uzanmaktadır ve tıpkı eski Sümerler ile olduğu gibi, Ubaid halkının kökeni de arkeologlar için bir gizem olmaya devam etmektedir.

Ubaid kültürünün bilhassa çok odalı, dikdörtgen şeklindeki karakterize çamur evleriyle, büyük duvarsız yerleşimler inşa etmeye başladığı bilinmektedir.

Arkeologlar, buluntular sonrası Ubaid Döneminde toplumun kentleşmeye doğru ilerlediği konusunda kesin olarak hemfikirler. Ubaid Kültürü T şeklinde inanılmaz evler, açık avlular, döşeli sokaklar inşa etmiş ve gıda işleme araçları üretmişlerdi.

Hızla, büyük ve duvarsız yerleşim birimleri kasabalarla yer değiştirmeye başladı. Tapınaklar dikildi ve insanlar yaşam tarzlarını değiştirdi. Yeni teknolojiler ortaya çıktı ve tarih daha önce hiç olmadığı gibi yazılmaya başladı.

Bugün arkeologlar, binlerce yıl geçtikten sonra Mezopotamya'da ilk antik kentlerin yaşamına dair eski bir bulmacayı bir araya getiriyorlar.


KERTENKELE BENZERİ VARLIĞA İBADET
Eski Mezopotamya tarih açısından zengindir. Binlerce yıl önce orada yaşayan eski insanlar, bize erken kültürlerin yaşamlarına göz atmamızı sağlayan çok sayıda ipucu bıraktılar.

Tell Al’Ubaid'in arkeolojik yerinde, Ur ve Eridu antik kentlerinde, arkeologlar antik kültürler hakkındaki anlayışımıza meydan okuyan bir dizi gizemli figürü ele geçirdiler. 7000 yıldan uzun bir süre önce, Mezopotamya'nın eski sakinleri, Sürüngen benzeri varlıklara tapıyorlardı.

Arkeologlar bu kültürü anlamaya yardımcı olan bir dizi eseri ortaya çıkarmışlardı. İlginç bir şekilde, bilim adamları figürlerin çoğunun bir tür kask giydiğini ve omuzlarında bir tür dolgu malzemesi olduğunu keşfettiler.

Uzaydaki varlıklara benzeyen antik heykelciklerin kazılmasına ek olarak, arkeologlar, süt emen bebekleri tutan kadın varlıklarının çeşitli figürlerini ele geçirdiler. Ancak, bebeği tutan varlık insan değil, bir sürüngen; İnsansı karakteristik özelliklere sahip kertenkele benzer bir yaratıktı.

Antik Mezopotamya'da ortaya çıkarılan figürinlerin bazıları uzun başları, badem şeklindeki gözleri ve sürüngen benzeri özellikler ile temsil edilmiştir. Mezopotamya'nın antik halkının bu figürler ile temsil etmek istediği şey, bir sırdır.

Arkeologlar bu keşifler karşısında şaşkına uğradılar ve Ubaid kültürünün kertenkele benzeri yaratıklara ibadet eden bu garip görünümlü heykelcikleri neden oluşturduğuna dair bir açıklama yapmadılar.

Uzmanlar, figürlerin duruş şekillerinin yanı sıra, kadın figürlerinin emzirmeyi betimlediği gerçeğinden dolayı figürlerin ritüel nesneler olamayacağını öne sürdüler. Öyleyse, bu figürler ritüel ögeler değillerdi. Peki ama ne için kullanılmışlardı ve eski insanlık bize neyi anlatmaya çalışıyordu?

Mezopotamya'nın eski insanların bu heykellerle iletmek istedikleri her ne olursa olsun elbette önemliydi. Fakat sürüngen varlıklar sadece Mezopotamya'nın eski sakinleri için önemli değildi. Nereye baksak, benzer tasvirler bulabiliriz.

Aztek ve Maya tanrıları olan Quetzalcoatl ve Kukulkan gibi kertenkele benzeri yaratıklar, bir yılan şeklinde temsil edilmişlerdi. Bunlar sadece dekoratif ögeler miydi? Hayal gücünün sonucu muydu? Yoksa Ubaid kültürü gerçekten aralarında kertenkele benzeri varlıklar görüyor muydu?

Yazan & Çeviren: A.Kara

İLK MÜSLÜMAN KİM?

AY, İlk Müslüman kimdir?,din, Kuran çelişkileri, Kurana göre ilk müslüman,Enam suresi,Araf,Ali İmran,İlk müslüman karmaşası, Kurandaki çelişkiler, islamiyet,
İLK MÜSLÜMAN KİM?

Enam(Davar) -163′e göre Muhammed.
Araf(Yüksek Yer) -143′e göre Musa.
Ali İmran(İmran Ailesi) -67′ye göre İbrahim.

Enam-163: "O’nun hiçbir ortağı yoktur; böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim."
Yukarıdaki ayet, Muhammed hazretlerinin ilk Müslüman olduğunu belirtir ama hükümsüzdür.

Araf-143: "Sen sübhansın”, "tevbe ettim, sana döndüm ve ben müminlerin ilkiyim, dedi."
Yukarıdaki ayet de Musa‘nın ilk Müslüman olduğunu belirten ayettir ve o da hükümsüzdür.

Her iki ayeti de hükümsüz kılan ayet:
Ali İmran- 67: "İbrahim, ne Yahudi, ne de Hristiyandı. Fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir Müslümandı, müşriklerden de değildi."

İbrahim, Muhammed’den de, Musa’dan da önce yaşadığına göre Müslümanlığı onlardan öncedir. Kur'an ayetlerinde ise Adem, İdris, Nuh gibi İbrahim’den önce yaşamış olan peygamberlerin Müslümanlık sırasının ise hesaba katılmadığını görüyoruz.

NAZİ MÜSLÜMANLAR

DP, Almanların yahudi katliamı,Nazilere yardım eden,Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik, El-Hüseyni ve yahudi katliamı, islamiyet, din,tarih,Adolf Hitler soykırım,Hitlerle işbirliği yapan El-Hüseyni,Müslüman naziler
“Din ile oynamak”… 1998 yılı yapımı, Mehmet Ali BİRAND’ın sunduğu “12 Eylül” belgeselinde Maraş Katliamı anlatılırken kullandığı giriş cümlesi… Din ile oynamak, kitleleri hızlı ve etkin bir biçimde harekete geçirdiğinden en sık başvurulan yöntem. Neydi Maraş olayları, Sünniler ve Aleviler birbirlerine düşürülmüş, kara propagandalar ile onlarca kişinin ölümü, yüzlerce kişinin yaralanması ve telafi edilemeyecek toplumsal travmalara neden olmuştu. Günümüzde bu olayı hatırlayanların sayısı çok çok az. Toplum hafızamızdan adeta silindi. Ya da bu ayıpla yaşamayı kaldıramadığımız için hemen silmeyi denedik. Bu olayın failleri halen aramızda dolaşsa bile… Hemen her sistem, belirli bir şekilde dini kullanıyor. Nihai çıkarlara ulaşmadaki başarısı kaçınılmaz.

Ve 2. Dünya savaşı. Hani şu ülke olarak teğet geçtiğimiz, dünyada taşları yerinden oynatan, uluslar arası çıkar kartlarının yeniden dağıtılmasını sağlayan, 2 kutuplu dünya düzeninin yaratıcısı, çoğu ülkenin yok oluş veya oluşumunu sağlayan savaş. A.B.D. yi dünya sahnesinde “The Brave” yapan savaş. Bu savaşı hepimiz hafızalarımızda gamalı haç ve Hitler ile özdeş tutarız. Netice de Naziler dünyaya kan kusturmuş, ırkçı/faşist bir yönetim sistemi altında dünyaya egemen bir toplum hedeflenmişti. “Führer” önderliğindeki bu hareket Avrupa’da büyük çaplı yıkımlara neden olmuştu. Sadece Avrupa mı? Bu savaş tüm dünyada vuku bulmuştu. Dünyanın diğer tarafında Nazilerin kutsal çıkar müttefiki “Güneş İmparatorluğu” yani Japonya Pasifikte egemenliğini ilan ediyordu.

Sonuç mu? Sonucu zaten hepimiz biliyoruz. Almanya yenildi ve ikiye bölündü. Japonya yenildi. Tüm bunları Schindler’in Listesi, Er Ryan’ı Kurtarmak, The Band of Brothers, The Pasific hatta Marvel âleminin ilk kahramanı Kaptan Amerika İlk Yenilmez yapımlarından biliyoruz. Geçmişte ise büyüklerimiz John Wayne’li, Clark Gable’li filmlerde 2. Dünya “Harbi” ni keşfetmişlerdi. Özellikle “Navaronun Topları” adlı film bu savaşa dair filmler arasında kült bir hale gelmiştir.

Jeep ilk defa bu savaşta karşımıza çıkmıştı. Muhteşem Nazi savaş makineleri ve icatları, atom bombası, füze teknolojisi, enigma, u-botlar ve daha niceleri…

Bazı okurlarımız yazımın giriş kısmının iki ayrı fikir içermesini biraz acayip bulacaklar. Mehmet Ali Birand’ın belgeselindeki “Din ile Oynamak” tabirinden 2. Dünya savaşının alakası ne?

Efendim öncelikle şöyle izah edeyim; Hiç Müslüman Nazileri duydunuz mu? “Hiç gamalı haç taşıyan Müslüman mı olur sayın yazar, yönlendirme yapıp ortalığı bulandırma. Zaten hepiniz onların gizli uşağısınız. Zaten güzel, barış ve esenlik üzerine olan dinimizi kötülediğiniz yeter, bir de bu işlere mi bizi monte edeceksiniz? Bu kadar mı sapkınsınız?” tipi reddiyeleri geliştirmeden önce yazımı iyice okuyun. Bu yazıda amacım Müslümanları ve ya İslamiyet’i kötülemek değil. Ancak o “barış ve esenlik” dininiz nasıl Nazilere hizmet etti onu anlatacağım.

Öncelikle Emin El Hüseyni’ yi tanıyalım. Bu zat-ı muhterem, Filistin Ulusal Hareketinin kurucusu sayılıyor. Osmanlı döneminde kuvvetli bir Abdülhamit hayranı olan El Hüseyni, Çanakkale savaşında Topçu Subayı olarak Osmanlı ordusunda görev alıyor. Yahudilere olan şiddetli düşmanlığı nedeni ile Osmanlı idaresinden çıkan Filistin’de birçok eylem ve toplumsal hareketi organize ediyor. Aslında halen Filistin de bir halk kahramanı. Osmanlı döneminden sonra Türkiye Cumhuriyeti dönemin de bizimle çok yakın ilişkiler kurmuş. 1921-1948 yılları arasında Filistin Baş Müftüsü olarak görev yapan El Hüseyni, bölgenin hem dini hem de politik liderliğini başarı ile “son dönemlerine kadar” başarı ile üstlenmiş. 1974 yılında Beyrut’ta vefat eden El Hüseyni, tüm hayatını Filistin ve Müslümanlık davasına adadığını çok kez ifade ediyor. Bu adama karşı nefret besleyen İngiltere dahi, Ortadoğu Arap toplumunun ve Müslümanların tepkisini çekmemek için El Hüseyni’ye dokunmuyor, hatta çoğu faaliyetine izin dahi veriyor.

Aslında Filistin’de İsrail devletinin resmi olarak 1948’de kurulmasından çok daha önceleri Yahudilerin buralarda toprak alımı ve lokal yönetimler oluşturma çabaları var. Yani 2. Dünya savaşı sadece bu devletin kuruluşunun hızlanmasına etki eden bir katalizör vazifesi görmüştür.

2. Dünya savaşına geri dönelim. Nazilerin meşhur SS’ leri en korkulan birliklerdi. Kuru Kafa amblemli bu birlikler en acımasız katillerden oluşuyordu. Nazi fikirlerine sıkı sıkıya bağlı idiler. “Führer” onlar için adeta peygamber idi. O ne diyorsa doğru, ne yapıyorsa makbuldü.   

Adolf HİTLER, düşmanımın düşmanı dostumdur fikrini benimseyen bir şekilde, Yahudilere karşı Müslümanları kullanmayı öngörmüştür. Hali hazırda Müslüman ve Yahudi toplumlar birbirleri ile iyi geçinemiyordu. HİTLER’in “NAZİ İMPARATORLUĞU” nun kaynak olarak gördüğü topraklarda Müslümanlar kilit bir roldeydi. Ayrıca Avrupa arenasının en çetrefilli bölgelerinde, Sovyet yani “SLAV” unsurlarına karşı kullanılabilecek en etkili toplum yine Müslümanlardı. Balkanlar bunun için adeta bir laboratuvar niteliğinde idiler. Bu noktada Müslümanların “Gamalı Haç” a hizmet etmesi gerekiyordu.

Açıkçası Adolf HITLER iktidara gelirken Almanya’nın her tarafını “Gott Mit Uns” posterleri ile süslemişti. Türkçeye çevirdiğimizde “Tanrı Bizimledir” anlamına gelen bu propaganda ile dindar Almanlar HITLER’ e sempati duymuşlar ve ciddi oy kazanımları sağlamıştı. Yani Din, ciddi bir taraftar toplama ve “İş” yaptırma aracı idi. Hitler bu gücü keşfetmişti.

Peki Müslüman toplum nasıl NAZİ olacaktı? Fikirler, inançlar, söylevler, dünya görüşleri ve bakış açıları çok farklıydı. Ancak ortak nokta Yahudi düşmanlığıydı. Bu unsur bir çimento vazifesi görerek bu iki farklı kutbu birleştirebilirdi. Bu noktada Heinrich HIMMLER devre girdi. Zaten El Hüseyni ile görüşmeleri olmuştu. 1941 yılında bizzat Adolf HITLER ile görüştü. Bu görüşmede El-Hüseynî, Hitler’den şu hususları tanıyan bir beyanda bulunmasını ister:

1) Arap devletlerinin İngilizler ve Fransızların sömürgeci yönetiminden bağımsızlığı,
2) Bağımsız Arap devletlerinin birlik oluşturma hakkı
3) Filistin’deki bağımsız Arap makamlarının burada kurulması önerilen Yahudi anavatanını ortadan kaldırma hakkı.

Almanya, artık Bağdat’ta bulunan el-Hüseynî’ye Filistin’de bir ayaklanmayı kışkırtması için ödeme yapmaya başlar. El-Hüseynî, Bağdat’tan yaptığı radyo konuşmasında bir fetva vererek Müslümanları Büyük Britanya’ya karşı yapılan kutsal savaşa katılmaya çağırır. Daha sonra İngiliz birlikleri Bağdat’a yaklaşırken el-Hüseynî, sınırı geçerek İran’a kaçar. Bu arada Alman Abwehr teşkilatı, Arap gönüllüleri Alman Wehrmacht’ta destek birliği olarak hizmet vermek üzere eğitmek için Yunanistan’ın Atina şehri yakınlarındaki bir üste Alman-Arap Eğitim Departmanı kurar. İran’ın İngiliz ve Sovyetler tarafından işgali üzerine İtalyan diplomatlar, el-Hüseynî’yi İran’dan çıkarıp İtalya’ya kaçırır.

1941 yılının sonlarına doğru Adolf Hitler, Berlin’de el-Hüseynî’yi kabul eder ve bu toplantı Alman basınında yer alır. Führer, herhangi bir genel beyanat yayınlamayı ya da Ocak 1941 talepleri ile ilgili olarak el-Hüseynî ile bir antlaşma yapmayı reddeder.

Peki ya kapalı kapılar ardında neler görüşüldü ya da ne gibi anlaşmalar yapıldı. Bunları bilmiyoruz. Tarih varsayımlarla ya da fikirler ile yazılmaz. Yazılması da tasarlanması da yanlıştır. Bu nedenle komplo teorileri veya olasılıklardan bahsetmeyeceğim.

Sonrasına bakalım. El Hüseyni ve Nazi Almanya’sı arasındaki ilişkiler ağı nasıl ilerledi…

Hitler, El Hüseyni’ye resmi bir taahhüt vermedi ancak söz ile Filistin ideallerini Almanya'nın paylaştığını beyan etti. Kafkasları tamamen ele geçirince Yahudileri Filistin’den atacağını da ekledi.

Zaten bu coğrafya oluşum için gerekli atmosfere sahipti. Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan ve bölgede etkinliği kalmayınca Müslümanlar adeta sahipsiz kalmıştı. Geçmişin intikamı için etnik oluşumlar baş göstermişti. Sırp milliyetçi çeteciler Müslümanlar için büyük bir sorundu. Bu gruplar “Slav” milliyetçiliği etrafında birleştiğinden Sovyetlerin dolaylı olarak güdümünde olabilirdi. Adolf HITLER’in Müslümanları kullanması gerekiyordu. Bölgedeki Nazi yanlısı unsurlar kullanılarak Müslüman Boşnak ve Hırvat askerlerinden  13. SS Waffen Dağ Tümeni "Handschar"adlı bir tümen oluşturuldu.

Hitler, “Balkan Laboratuvarında” Müslüman Nazileri gözlemliyordu. Burada sağlanacak bir başarı diğer coğrafyalarda da başarı getirecekti. Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki Müslümanlar bu sayede Nazi İmparatorluğunun sadık bir neferi olacaktı.

Arap coğrafyasının hemen hemen tamamı İngiliz ve Fransız etkisinden sıyrılacak, hızlı bir Alman etkisi sağlanmış olacaktı. Gamalı Haç, Müslüman-Arap coğrafyasında adeta güneş gibi doğacaktı.  Zaten bu bölge petrol açısından muazzamdı. Akdeniz bir Alman gölü haline gelecekti. Bunun için El Hüseyni sözü geçen kritik bir liderdi.

El Hüseyni, Himmler'le yaptığı görüşmede de Balkan Müslümanları ile arasının iyi olduğunu, bu bölgedeki Müslüman Nazi sistemini daha etkin hale getirebileceğini ve sayılarını artırabileceğini ifade etti.

13. SS Waffen Dağ Tümeni "Handschar" yani diğer bir adıyla “Fesli Naziler”, yeterince taraftar bulamamıştı. Bu durum HITLER’in canını sıkıyordu. İşte bu anda El Hüseyni devreye girdi. Hızlı bir şekilde propaganda çalışmaları başladı.

Antisemitik söylevler etrafında gelişen bu propagandalar da El Hüseyni, Osmanlı dönemindeki gibi Müslümanların rahat ve özgür yaşayacaklarını, haklı davalarını Nazi Almanya’sında rahatlıkla ifade edebileceklerini anlatıyordu. Müslümanlar için bulunmaz bir veli nimet olacaktı.

Zaten Müslüman aleminde Emin El HUSEYNİ sözü geçen bir lider olduğundan inanılmaz bir taraftar kitlesi edindi. Hatta Müslüman Boşnak ve Hırvatlardan başka azınlıkta olmak üzere Türk ve Arap katılımlar bile sağlandı. Kırım Türklerinden dahi katılım olduğu ifade edilmiştir (Kırım Türkleri konusunda sağlam kanıt yoktur).

13. SS Waffen Dağ Tümeni "Handschar", balkanlarda ki operasyonlarda başarı gösteriyordu. Emin El Hüseyni’nin fetvaları inanılmaz katkı sağlamıştı. Müslümanlar, Nazi’leri kendilerine ve dinlerine sağladıkları katkı nedeniyle neredeyse mübarek görüyorlardı.

Sonuç olarak HITLER Müslümanları kullanacaktı. Yani DİN faktörünü kullanacaktı. Olmadı. Balkan Laboratuvarında denenen Fesli Müslüman Naziler tarihin tozlu raflarında ve hafızalardaki yerini aldı ve yitip gitti.

Bu noktaya kadar 2. Dünya savaşında görev yapan bir Nazi Tümenini konu ettik. Bu Müslüman Nazi tümeninin motor gücünü “DİN” sağlıyordu. Müslümanlık kisvesi altında Nazilere hizmet ediliyordu.
DP, Almanların yahudi katliamı, Nazilere yardım eden, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik, El-Hüseyni, islamiyet, din, tarih, Adolf Hitler soykırım, Hitlerle işbirliği, Müslüman naziler,
(İftira diyerek savunmaya geçecekseniz dünyadaki birçok müzede kayıtlı olan fotoğraflardan Müslüman SS birliklerini bulabilirsiniz. Islamic Nasizm yazarak aramanız yeterli. Bu, yüzlerce fotoğraflardan sadece birisi:
(Muslim members of the Waffen-SS 13th division at prayer during their training in Germany, 1943)

İşte DİN faktörü kullanıldığında neler sağlayabiliyorsunuz küçük bir örnek. Bu 13. SS Waffen Dağ Tümeni "Handschar" ın yaptıklarını ilgi tutan Sırplar, Serebrenitza gibi soykırımlara imza attı. Bosnalı Müslüman Boşnaklara katliam ve soykırım uygulayan Sırplar, bunun 2. Dünya savaşındaki Nazi Müslümanlarına karşı intikam olduğunu söylediler ve bu şekilde propaganda yaptılar. Hem ülkemizde hem de Bosna’da yaşayan insanları yargılamıyorum. Ancak zamanında o bölge de yaşanan acılarda o Müslüman Nazi tümeninin de payı var. Etki tepkiyi doğurdu ve adeta kan davasına dönüştü. Peki ya o bölgedeki Sırpların Müslüman Boşnaklara saldırmasının sebebi sadece milliyetçilik mi? Hayır. Ortodoks Hristiyan kimliğinin bu noktada büyük bir payı var. Kısacası balkanlarda kanayan yaranın yegâne sebebi dinler. İstediğiniz kadar eğin, bükün veya kıvırın. Sonuç ortada…

Din her zaman birleştirici olmaktan ziyade ayrışmanın ve ayrımın bir kaynağı oldu. Küçükken Alevilerin veya Aleviliğin kim ya da ne olduğunu bilmiyordum. Bana onların sapmış olduğu öğretiliyordu. Hele Hristiyanlar ve Yahudiler tümden sapkındı. Semavi dinden olmayanlar ile dinsizler zaten gayya kuyusunun yakıtı idiler.

Şimdi düşünüyorum. İnsanı insan yapan. Pardon bu dünyada tek canlı türü biz değiliz. Tür ırkçılığı yaptım. Cümlemi en baştan ve yeniden yazıyorum:

Şimdi düşünüyorum. Canlıyı canlı yapan unsur ister tanrı olsun ister tesadüfen gerçekleşen bir evrim süreci. Önemli değil. Hepimiz bu dünyanın misafiriyiz. Geldik ve gidiyoruz. Neyi paylaşamıyoruz ki? Ülkeler, toplumlar, ırklar, türler, fikirler, düşünceler ayrım unsuru değil, zenginleştirici unsur olarak görsek ne olurdu… Sanırım fazla melankolik bir düşünce oldu. Ütopyalar hayatımızı şekillendirmemeli.

Daha önceki bir yazımın sonlarındaki kelimelerimi tekrar kullanmak istiyorum. Kimsenin malı veya canı bana caiz değil. Kimse bana cariye değil. Gerekli koşulları taşırsam birden fazla kadın istemiyorum. Eşimi çok seviyorum. Eğer bir yaratıcı var ise kendi yarattıklarını beni kullanarak neden öldürmek istesin ki? Neden onların kanı bana caiz olsun ki?

Din… Maalesef hiçbir zaman birleştirmedi. Hep ayırdı. Hep ötekileştirdi. Hep öldürdü. Hep acı çektirdi. Hep geriye itti. Hep köreltti.  Tersini mi iddia ediyorsunuz? Bir zahmet en baştan, site başyazarı ve yöneticisi A.KARA dostumun yazılarından başlayarak tüm makale ve yazıları okuyun. Ama tarafsızca ve objektif bir şekilde okuyun. Neye inanıyorsanız ya da inanmıyorsanız yine de okuyun. Hatta önce kendi kutsal kitabınızı anladığınız dilde “Anlayarak” iyice okuyun.

Din ile oynarsanız, dini kullanırsanız insanlara her şeyi yaptırırsınız. Paralarını ve ırzlarını alırsınız (bakınız kendilerini hocalarına bırakan erkek ve kızlar). Canlarını alırsınız ve kimsecikler size bir şey yapmaz. Savaş çıkartabilirsiniz. Darbeye kalkışabilirsiniz (Bakınız FETÖ soytarıları, din ile ülkeyi ele geçirmeye çalışıp mahvettiler). Cinlerini çıkartmak için “Her şeylerini” alabilirsiniz. Ülkeleri ve toplumları birbirlerine düşman edebilirsiniz. Onların canını ve malını caiz kılabilirsiniz. IŞID (yada DAEŞ bende karıştırdım) gibi örgütleri kurup taraftar edinip suç örgütü kurarak katliamlara imza atabilirsiniz.

Kişisel sebeplerden dolayı uzun zaman yazı yazamadım. İşler güçler diyelim. Bu hafta arayı kapatacağım “İnşaAllah” J
Sağlıcakla kalın.
Yazan: Demon Product

Nazi Müslümanlara dair bazı tarihi fotoğraflar

Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,
Adolf Hitler soykırım, Almanların yahudi katliamı, din, DP, El-Hüseyni, Hitlerle işbirliği, islamiyet, Müslüman naziler, Nazilere yardım eden, tarih, Yahudi katliamı ve Filistin, yahudilik,

NOEL YASAK AMA MERCEDES CAİZ

din, islamiyet, K,Sünnetin zararları,Sünnetin faydaları,İslamda sünnet,Sünnet geleneği,Sünnet Yahudi geleneği mi?,Bilimsel açıdan sünnet,Diyanetin Mercedes'i,Yılbaşı kutlaması fetvası
Bir çok yazımda Müslümanların nabza göre şerbetçi olduğunu söyledim. Fakat bu gün çok enteresan bir o kadarda komik olan bir durumu ele alacağım.  Ve bu konuyu misal vererek anlatmaya çalışacağım. Her yıl 31 Aralıkta Müslümanlar yılbaşı kutlamaları caiz mi değil mi diye tartışmaya başlar. Bu güne kadar ben yılbaşı kutlamalarını caiz gören bir tek din hocası görmedim. Hatta Diyanet İşleri Bakanlığı bile bu meseleyle bağlı fetva vererek yılbaşı kutlamalarının yasak olduğunu söyledi. O fetvaya kısa bir şekilde göz atalım.

Noel Kutlamak veya Noel ile ilgili bir şeyler yapmak, başka dinlere benzemek anlamına gelmektedir. İslam dininin başka kutsal günleri vardır ve bu günlerde yapılacak başka ritüellerde vardır. İslam Dininde başka dinlere ve kültürlere benzemek kesinlikle yasaklanmıştır. "Kim herhangi bir gruba benzerse o da onlardandır." (Ebu Davûd, Libaş 4) hadisinde de belirtildiği gibi, Hristiyanların adetlerine uyum sağlamak ve onlara benzemek, İslam dininde kat'iyen yasaklanmıştır. Yine Maide Süresi 5. ayette de belirtilmiştir ki; "...Sizden kim onları dost edinirse, oda onlardandır..." (Maide: 5/51)

Şimdi Hristiyanların bayramlarını bile yapmayı meşru görmeyen onlara bir konuda benzerliği bile İslama aykırı sayan Diyanet Başkanı nedense aynı Hristiyanların yaptığı lüks arabalarda dolaşırken onlara benzediğini düşünmüyor.

Nasıl oluyor da yılda bir kere Hristiyanlarla aynı bayramı paylaşmak İslama aykırı oluyor da ama bir yıl boyunca her gün Hristiyanların yaptığı ve onlarında dolaştığı araçla dolaşmak onlara benzemek ve İslama aykırı olmuyor?
Diğer bir benzerliğe bakalım.

Sünnet
Herkesin bildiği gibi Yahudi kelimesi geçtiği zaman tüm Müslümanlarda bir ikrah hissi uyanıyor. Bunun bir nedeni Muhammed'le yıllarca çatışmaları aynı zamanda günümüzde İsrail'in Müslüman ülkelere karşı yaptığı düşmanlık tavrı. Kurana baktığımız zamanda Yahudiler için hiç iyi şeyler söylenmediğini göre biliriz.

“Yahudiler dediler ki: “Allah’ın eli bağlıdır.” Kendi elleri bağlandı/elleri bağlanasıcalar! Söylemiş oldukları lakırdı yüzünden lanetlendiler..” (Maide 64)
“Sonunda verdikleri misakı bozdukları için onları lanetledik de kalplerini kaskatı yaptık.” (Maide 13)

Bunları söyleyen Müslümanların aynı lanetlenmiş Yahudilerin geleneklerini İslam geleneği diye yapması bir hayli enteresan. Örneğin erkeklerin sünnet olunması. Kuranda İslamın şartları söylenirken hiç bir ayette erkekler sünnet olunmalıdır diye yazmaz. Bu gelenek Yahudilerden hadisler yoluyla İslama geçmiştir. Bu gün de İslami en önemli şartı olarak yapılıyor.

"Hiç kuşkusuz ilk misafir edinen, ilk defa dön giyen ve ilk kez sünnet olan Hz. İbrahim (aş)'dir." (Muvatta, Sıfatu'n-Nebî', 4).
"Dört şey var ki, bunlar peygamberlerin sünnetlerindendir. Sünnet olmak, güzel koku sürünmek, misvak kullanmak ve evlenmek." (Tirmizî, Ahmed b. Hanbel, Müsned).
"Peygamberimiz (aşm)'e geldim ve İslamiyeti kabul ettim. Bunun üzerine Efendimiz (aşm) şöyle buyurdular: Kendinden küfrün kıllarını at ve sünnet ol." (Ahmed İbn Hanbel III, 415; Ebu Davud, Tahare, 129).

Erkeklerin sünnet olması İslam öncesi Arap toplumlarında da vardı. Ve onlar bu işi hijyen ve güzellik olarak yapmışlar.(neyi güzelleştirmek istemişler acaba)  İslamdan sonrada bu gelenek sürmüş.  Günümüz bazı «din hocaları da» sünnete bilimsel yönden yaklaşarak insanların sağlığı açısından gerekli olduğunu söylüyor. Ama unutuyorlar ki bilim sünneti yalnızca bir kaç durumda tavsiye ediyor.

Sünnetin faydaları
Normalde sünnet, tıbbi olarak bazı hastalıkların tedavisi olarak uygulanmaktadır. Balanıt Kserotika Obliterans (erkek penisi ve bölgesindeki deride meydana gelen bir hastalık), fimoz (penisin ereksiyon sonrası tamamen deri içerisine çekilememe hastalığı), balanıt (penis iltihabı), postit (on deri iltihabı) ve bazı idrar yolu iltihapları bu hastalıklara örnek olarak gösterilebilir. Yani bu ve benzeri hastalıklar ortaya çıktığında, tedavi olarak kimi zaman penis ucundaki derinin kesilmesi gerekebilmektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken, bu hastalıkların oluşması sonrasında bu derinin alınmasıdır. Bu tıpkı kangren olmuş bir kolun kesilmesine benzer. Bu hastalıkları önlemek amacıyla sünnet olunması, ileride kangren olabilir diye kol kesmeye benzemektedir.  Fakat sünnetin bazı önleyici etkileri olduğuna dair, göz ardı edilemeyecek kadar güçlü veriler de bulunmaktadır. Bunların başında da Dünya Sağlık Örgütü tarafından tespit edilip onaylanmış olan bir araştırma bulunmaktadır: Afrika'da yapılan araştırmada sünnetli erkeklerin sünnetsizlere göre %38-66 arası daha az HIV (AIDS virüsü) kaptığı tespit edilmiştir. Bu tespitin ardından Dünya Sağlık Örgütü sünnetin özellikle HIV geçişinin yoğun olduğu bölgelerde bir önlem aracı olarak uygulanması önerisini ileri sürmüştür. Fakat Dünya Sağlık Örgütü, aynı raporunda sünnetin HIV'i önlemede sadece kısmi bir etkisi olduğunu, dolayısıyla diğer mücadele yöntemlerinin önüne asla geçemeyeceğini de belirtmektedir.

Sünnetin Zararları
Peki, sünnetin zararları nelerdir? Şimdiye kadar bilinen tek faydası, bir önlem olarak HIV'e karşı direnç kazandırmasıdır. Bunun haricinde saydığımız bazı hastalıkları tedavi amacıyla kullanılabilir; fakat bu bir tedavidir, bir önlem değil. Dolayısıyla, yukarıda dediğimiz gibi, kangrenin önüne geçmek için bir kolu kesmezsiniz, kesmemelisiniz. Benzer şekilde, evrimsel süreçte -tıpkı bir kol, bacak, burun, dış gibi- kendi hastalıklarıyla evrimleşmiş bir organı doğuştan kesmek son derece tehlikeli ve yanlıştır. Bu tehlikelere bakacak olursak...  Özellikle bilimin ilerlemesi ve Evrimsel Biyoloji sayesinde insanların bilim anlayışındaki gelişme sonrasında, geleneklerin ve inançların dayattığı, bilim dışı uygulamalara karşı daha ciddi cepheler doğmaya başlamıştır. Bu organizasyonların doğması 1990'ların ortalarına rastlamaktadır. Haziran 1999 yılında BJU International dergisinde yayınlanan bir araştırmaya göre, sünnetli insanlarda, sünnetsiz insanlara göre:

  • Penis yaralanmasının %33 daha fazla,
  • Ereksiyon için gerekli penis derisinin olmaması şikayetinin %27 daha fazla,
  • Eşit olmayan deriden ötürü penis kıvrımlanması sorununun %16 daha fazla,
  • Ereksiyon sonrası kanamanın %17 daha fazla,

Gördüğünüz gibi bilim sünnet olmayı her kese tavsiye etmez yalnızca belirli kişilere tavsiye eder. Bu tavsiyede hastalıklı kişileri tamamen sünnet yoluyla tedavi edecek anlamına gelmiyor.  Şimdi Hristiyan ve Yahudilere en küçük bir benzerliği bile İslam dışı ilan eden Müslümanlar nedense Yahudilerin yaptığı sünneti yaparken bu benzerlik akıllarına gelmiyor. Unutmadan şunu da söyleyeyim. Eğer erkeklerin sünneti onların sağlığı için önemliyle ve o et parçası fazlalık taşıyorsa o zaman neden Allah insanı böyle yarattı? Allah insanlar kadar akıllı değil mi? Sünnetsiz olarak insanı yaratırken bunun onlar için sağlığını etkileyeceğini bilemedi mi?

Yazan: Kirpi

İslamın bir diğer din olan Zerdüştlük'ten aldığı geleneklerden haberdar olmak için bu yazımızı okuyabilirsiniz: Zerdüştlük ve İslam

HANUMAN

mitoloji,A, Hint mitolojisi, Hanuman,Maymun çocuk hanuman,Hanuman efsanesi,Güneşi yakalamaya çalışan çocuk,Anjana miti,Hanuman miti,Rüzgar tanrı Vayu, Hint Tanrıları, Güneş tanrı,Maymun çocuk
Bu güçlü maymun tanrı Pavanputra Hanuman'ın hikayesidir. Doğumunun öyküsü de güçlü eylemleri kadar şaşırtıcıdır. Fakat Hanuman'ı anlatmak için doğumdan bir süre öncesine, her şeyin başladığı Efendi Brahma'nın sarayına dönmeliyiz.

Brahma'nın kim olduğunu biliyor musunuz? O, Hinduların yaratılış tanrısıdır. Cennetten bir alanındaki ilahi sarayında yaşadığına inanılır. Sarayın güzelliği tanrılar için sürekli şaşkınlık kaynağı olmuştur.

Brahma'nın gökyüzündeki saray mahkemelerinde bir dizi görevli vardı. Aralarında Anjana adında güzel bir görevli vardı. Hizmetinden memnun olan Brahma onu ödüllendirmeye karar vererek çağırdı ve ne istediğini sordu.

Anjana ilk başta tereddüt ettiyse de sonra "Efendim, bir bilgeden bana aktarılan laneti kaldırmanızı diliyorum" diye yanıtladı.

"Bana onun hakkında bildiklerini anlat, belki sana yardım edebilirim" dedi Brahma.

Üzerindeki lanetin kaldırılmasını umut eden Anjana "çocukken yeryüzünde oyun oynuyordum, bacaklarını tıpkı bilge bir insan gibi lotus pozisyonuna almış meditasyon yapmakta olan bir maymun gördüm, gözüme çok komik geldi ve ona bazı meyveler fırlattım" dedi.

"Fakat hata yaptığımı fark ettim: O sıradan bir maymun değildi. Aslında tapasya'sını (manevi eğitim için form) yapmak için maymun biçimi almış güçlü bir bilgeydi, meyvelerim onu rahatsız edip kefaretini bozunca gözlerini büyük bir öfke ile açtı."

"Beni görür gördüğü anda, herhangi birine aşık olduğumda maymuna dönüşeceğimi söyleyerek lanetledi. Ona beni affetmesi için yalvardım."

Bilge, daha önce de söylediği gibi laneti değiştiremeyeceğini söyledi. Ama aşık olduğum adamın maymun suratıma rağmen beni seveceğinin garantisini verdiğini söyledi.

"Efendi Brahma, bu sorunu ben doğurup buraya kadar getirdim. Güzel kız kardeşlerim arasında bir maymun yüzü ile nasıl yaşayabilirim? Bana her zamanki benliğimi bir nimet olarak geri verirseniz, çok minnettar olacağım." dedi endişeyle.

Talihsiz Apsara için üzülen Brahma bir anlığına düşündü. Sonra gözlerini endişeli Anjana'ya doğru kaldırdı. Brahma "Lanetini kaldırmanın bir yolunu görüyorum Anjana," dedi nazikçe. "Yeryüzüne git ve bir süre orada yaşa. Kocanla dünyada tanışacaksın ve eğer senin lanetin kaldırılacaksa Efendi Shiva'nın vücut bulmuş hediyesi doğacaktır" dedi.

Anjana Brahma'nın tavsiyesini kabul ettikten kısa bir süre sonra dünyaya geldi. Genç bir kadın avcı olarak ormanda yaşamaya başladı.

Bir gün aslanla savaşan güçlü bir adam gördü. "Ne cesur bir adam!" diye düşünerek hayrete düştü ve "Bana bakmasını dilerdim!" dedi.

Anjana hayranlıkla savaşçıya bakarken adam döndü ve onu gördü. Adamın gözleri onun üzerine düştüğü anda, kadın bir maymuna dönüştü.

Acı çığlıkları atan Anjana, yere düştü ve yüzünü elleriyle kapadı. Onun yere düştüğünü gören adam ona doğru koşmaya başladı. Adam “Sen kimsin güzel kız? Neden ağlıyorsun? Yüzünü ortaya çıkar. Seni göreyim,” dedi.

Anjana kasvetli bir cevap vererek "Yapamam cesur adam,". "Aşık olduğumda maymuna dönüşmek için lanetlenmiş bir apsara olan Anjana'yım. Beni sadece kederimle yalnız bırakmanızı rica ediyorum" diye feryat ederken yakışıklı adama parmak arasından göz attı.

Kadın önünde duran adamın da maymun suratlı olduğunu görünce hayrete düştü. Yüzünü ilk başta net görememişti çünkü uzaktaydı.

Maymun yüzlü adam onun şaşkınlığını anladı ve şöyle dedi: "İstediğimde insan formunu alabilsem de ben bir insan değilim. Lord Şiva tarafından büyülü güçlerle kutsanmış olan Maymunların kralı Kesari'yim. Eşim olursanız onur duyarım. Karım olarak beni onurlandırır mısın sevgili Anjana?"

Çok mutlu olup ve evlilik teklifini kabul eden Anjana "Öyleyse bilgenin sözü doğruydu" diye düşündü. "Kesari benim görünüşümü umursamadı çünkü kendisi de maymun."

HANUMAN'IN DOĞUMU

Anjana ve Kesari ormanda evlendiler. Dindar bir adanmış olan Anjana, Efendi Şiva'ya ibadet ederek yoğun tapasya uyguladı. Şiva bundan memnun oldu ve ona gelerek ne istediğini sordu.

Anjana, "Efendi Şiva, ben bilgenin lanetinden kurtulabilmek için oğlum olarak doğmanızı rica ediyorum" diyince Şiva "Öyle olsun!"diyerek rızasını gösterdi ve kayboldu.

Bundan kısa bir süre sonra, Anjana'nın Efendi Şiva'ya taptığı bir gün, ülkenin başka bir yerinde, Ayodhya kralı Dasaratha, çocuk sahibi olmak için bir yagna (dini tören) gerçekleştiriyordu. Putrakama Yagna'ydı. Sonuç olarak, Ateş-Tanrı Agni ona kutsal bir payasa (puding) verdi ve bunu eşleriyle paylaşmasını, böylece ilahi çocuğa sahip olabileceklerini söyledi.

İşte, Şiva'nın Anjana'ya olan lütfu çalışmaya başladı. Dasaratha, büyük karısı Kausalya'ya payasa verirken, ilahi müdahaleyle gelen bir kuş pudingin bir kısmını kapmıştı.

Kuş pudingi tutarak Anjana'nın yaşadığı Ayodhya ormanlarına doğru uçtu. Yoğun ağaçların üzerinde uçarken Anjana'nın tapasya ile uğraştığı bir sırada pudingi düşürdü.

Rüzgar-Tanrı Vayu olan her şeyi gördüğü sırada Efendi Şiva tarafından "Git Vayu!"şeklinde sessiz bir komut duydu. Vayu hemen pudingin bir kısmını yakaladı ve Anjana'nın uzanmış ellerine yerleştirdi.

Anjana eline bir şey konduğunu hissetti. Gözlerini açtı ve elindeki pudinge baktı. "Bu lütuf Şiva'dan mı?" diye merak etti ve onu yuttu.

İlahi puding boğazından içeri girdiğinde Anjana hemen Şiva'nın nimetini hissetti. Bir süre sonra maymun yüzlü küçük çocuğunu doğurdu. Kesari oğlunu görmekten çok mutlu oldu. Çocuk Anjaneya veya Anjana'nın oğlu olarak adlandırıldı.

Şiva beden bulup doğduktan sonra, artık bilgenin lanetinden kurtulmuş olan Anjana cennete gitmek istediğini söylemeye başladı. Anjaneya annesinin dileğini duyunca üzüldü. "Anne, sen olmadan benim geleceğim ne olacak? Kendimi nasıl besleyebilirim? Nasıl yaşayacağım?" diye sordu.

Anjana: "Endişelenme Anjaneya, baban cesur Kesari'dir, koruyucu ruhun hayat veren Vayu'dur. Onlar her zaman seni koruyacaklardır. Aç hissettiğinde, yükselen güneş gibi kırmızı ve olgunlaşmış meyveler besinindir."dedi. Oğlunu öptü ve onu terk edip göksel yerine geri döndü.

Anjaneya "güneş kadar kırmızı ve olgun meyveler mi? Güneş olgun bir meyve mi ki? dedi.
Güneşin gerçekten lezzetli bir meyve olduğunu düşünen bebek Anjaneya onu tatmak istedi. Anjaneya ilahi bir çocuktu. Annesi bir apsara ve babası bir Maymun Kraldı, bu yüzden küçük Anjaneya'nın bazı sihirli güçleri miras alması doğaldı. Her şeyden önce Şiva'nın enkarnasyonlarından biriydi. Güneşe ulaşmak onun için zor bir görev değildi. Gökyüzündeki parlayan topu yakalamak için dev bir sıçrama yaptı.

mitoloji,A, Hint mitolojisi, Hanuman,Maymun çocuk hanuman,Hanuman efsanesi,Güneşi yakalamaya çalışan çocuk,Anjana miti,Hanuman miti,Rüzgar tanrı Vayu, Hint Tanrıları, Güneş tanrı,Maymun çocuk
Güneş Tanrısı Suryadeva bir maymunun kendisine doğru geldiğini gördüğünde gökyüzünde barışçıl bir şekilde parlamaktaydı. Maymun güneşe yaklaştıkça büyüdü de büyüdü. Fakat güneşin yakınındakileri ölümcül bir şekilde etkileyen aşırı sıcak ışınların yaklaşan canlı üzerinde hiçbir etkisi olmadı.

Bunu gören Suryadeva korktu ve "İndra! İndra! Bana yardım et!" diye bağırarak yardım çağrısında bulundu.

Cennetteki tanrıların kralı olan İndra, yakınlarındaki ilahi alanında dinleniyordu. Güneş-Tanrı'nın yardım isteyerek yalvarmasından dolayı şaşkındı.

"Neden Suryadeva yardımım için bağırıyor?"diye merak etti İndra.“Güneş Tanrı yanına gelen her şeyi yakacak kadar güçlü değil mi? Ya da kontrolünün ötesinde bir şey mi? Neler olduğunu görmek zorundayım!”

Indradeva hemen beyaz fili Airavatha'ya bindi ve Suryadeva'nın korkusunun nedenini bulmak için ikametini terk etti. Kısa bir süre sonra uçan bir canavarın güneşi yakalamaya çalıştığını gördü. Hiç böyle bir yaratık görmemiş olan İndra "Suryadeva'nın bu kadar korkmasına şaşmamalı!" diye düşündü.

İndra yaklaştığında bu canavarın aslında dev bir maymun olduğunu görünce çok şaşırdı.

"Dur!" diye emretti. “Sen kimsin? Neden güneşi yakalamaya çalışıyorsun?”

"Ben Anjaneya, Kesari ve Anjana'nın oğluyum. Annem bana kırmızı güneş kadar olgunlaşmış meyvelerin yemeğim olacağını söyledi. Şimdi ben de güneşi yakalayıp yiyeceğim." diye cevap verdi dev çocuk.

İndra çocuğun masumiyetini eğlenceli buldu. Bu yüzden ona yeryüzüne dönmesini tavsiye etti. "Bu bir meyve değil Anjaneya, bu güneş - tüm ışık ve yaşamın kaynağı. Geldiğin yere dön" diye buyurdu. Ama yaramaz Anjaneya emirlerini görmezden geldi ve güneşi yakalamak için çıktığı yolculuğa devam etti.

İndra artık çocuğun saygısızlığından dolayı kızgındı. Güneşe yaklaşmaması için onu birkaç kez uyardı ama Anjaneya onu dinlemedi. Sonunda Devaların Kralı öfkelendi ve Anjaneya'ya şimşeği "vajra" ile vurdu.

"Vajra" Anjaneya'nın yüzüne çarpmıştı. Çenesini yaraladı ve yeryüzüne düşmesine neden oldu. Çocuğun yanakları şişlerden dolayı iki katı büyüklüğündeydi. Çocuk düştükçe bedeni giderek küçüldü. Sonunda gerçekten çocuk boyutlarında bir maymun olarak yere çarptı.

Rüzgar Tanrısı Vayu başı boş dolaşırken orada büyük bir "pat" sesi duydu. Meraklı tanrı, araştırmak için gürültü yönüne doğru gitti. Vayu şok oldu. Gözlerine inanamadı. Anjaneya yerde bilinçsizce yatıyordu. Kim onun ilahi oğlunu incitmeye cesaret etmişti?

Öfkeden deliye dönen tanrı "bunu kim yaptı?" diye bağırdı ama kimse cevap vermedi. İndra ikametinden çoktan ayrılmıştı ve güneş bir kez daha huzur içinde parlıyordu.

Rüzgar Tanrısı korkunç derecede kızgındı. "Kimse sorumu cevaplamıyor ise görevimi yapmakla neden uğraşmalıyım?" diye düşündü.

Büyük bir şefkatle oğlunu ellerine aldı ve yeryüzü topraklarının altındaki bir dünya olan Patalloka'ya gitti. Vayu dünyadan ayrıldığı için dünyada hiç hava kalmadı. İnsanlar, hayvanlar ve ağaçlar nefes alamayarak ölmeye başladılar.

Güneş Tanrı olanları görünce şok oldu ve Brahma'ya koşarak ona dünyadaki felaketi anlattı. Brahma yeryüzündeki durum hakkında endişelenmeye başladı. İndra'yı suçlayarak huzuruna çağırdı.

"Aptal öfkenin neden olduğuna bak!" diye gürledi. "İlahi bir çocuğa zarar verdin ve şimdi yeryüzündeki insanlar senin hatalarından dolayı acı çekiyor. Hepsi senin yüzünden!"
İndra kafasını öne eğdi. "Yaptıklarım için üzgünüm" diye mırıldandı.

Brahma onu ve diğer tanrıları Patalloka'ya götürerek Vayu'ya yeryüzüne dönmesi için yalvardı.
"Tüm insanlar, tüm yaratıklar ve ilahi varlıklar adına af diliyorum. Lütfen dünyaya dönün nazik Vayu."

Vayu, "Anjaneya olmadan bir yere gelmeyeceğim" dedi. Sonra, Brahma güçlerini kullanarak Anjaneya'nın yaralarını sihirli bir şekilde iyileştirdi. Ayrıca ona bir lütuf vererek "artık hiç bir silahın Anjaneya üzerinde etkisi olmayacak" dedi.

İndra, Vayu'yu daha fazla memnun etmek için çocuğuna şöyle dedi “Sen bir Çiranjêvi (ölümsüz) olacaksın. Seni yanağından (hanu) vurmuştum. O yüzden artık bundan böyle Yüce Hanuman olarak anılacaksın! "

Böylece Anjaneya, Hanuman olarak tanındı ve çocukluğu boyunca daha birçok macera yaşadı. Hanuman daha sonra tüm tanrıların lütfuyla büyük bir savaşçı oldu. Karısı Sita'yı geri getirmek için yolculuğa çıkan Rama'ya yardım etti. Bu hikaye Ramyana adlı büyük destanda anlatılmıştır.

Yazan & Çeviren: A.Kara

KUR-AN'IN YAZARI GÖK TAŞI İLE YILDIZI AYNI ZANNEDİYOR

AY, islamiyet, Kuran çelişkileri, din,Kur-an'da gök taşı ve yıldız,Kur-an'ın karıştırdıkları,Mülk suresi,Mülk 5.ayet,Kuran karmaşaları,Şeytana atmak için yıldız,Yıldız ve şeytan
ĶUR-AN'IN YAZARI ATMOSFERE GİREN GÖK TAŞLARI İLE YILDIZLARI AYNI SANMIŞ

Mülk-5: "And olsun ki biz, (dünyaya) en yakın olan göğü kandillerle donattık. Bunları şeytanlara atış taneleri yaptık ve onlara alevli ateş azabını hazırladık."

Kandille kastedilen yıldız. Ama sanki yıldızın ne olduğu bilinmiyor. Boyutları küçük sanılıyor. Güneş ile yıldızlar farklı düşünülüyor. Koca yıldız, belki de dünyanın 30-40 misli büyüklüğünde, ama ayette şeytanlara atış tanesi olarak yapıldığını söylüyor.

Astroid, Yıldız, Gezegen, Kuyruklu Yıldız gibi hiçbir kavramı bilmediği ettiği laftan belli değil mi?
Büyüklükleri hakkında da fikri olmadığı net değil mi? Şeytanlar birbirine atarmış, diyanet durumu kurtarmak için "ahiret" lafını eklemiş
Atmosfere giren gök taşları ile yıldızları aynı şeyler sanmış. 7.yy. Arap bilgisi bu kadardı, bildiği kadarını yazmış..!

NUH'UN GEMİSİ

din, islamiyet, hristiyanlık, yahudilik, Nuh'un gemisi, MT, Nuh'un gemisinin kökeni,Fenikelilerin gemilerinden Nuh Tufanı,Etrüsklerin kökeni,Nuh'un gemisi efsanesi,Hz Nuh, din ve mitoloji,
Bilindiği gibi kutsal kitaplarda Nuh'un Gemisinden Tanrısal bir olaymış gibi bahsedilir.
Nuh'un Gemisi önce İncil’de ve sonra da Kuran'da yer almış semavi bir bilgidir ve Nuh'un başrolde olduğu mucizevi olaylardan oluşmaktadır.

M.Ö. 1350 yıllarında Fenikeliler ilk deniz ticaretine başladığında gemi yoluyla İtalya’nın Toskana bölgesine ulaşır.

Aynı gemiler Mediterranean (Akdeniz) üzerindeki Yunanistan, Sardunya, Tunus (Kartaca), İspanya gibi Fenikelilerin bir kolu olan akrabalarına ulaşır. Ben Toscana’da yaşadığım için Etrüskler’den bahsedeceğim.

Etrüsklerin kökeni Toros’lara dayanır ve Etrüsk kelimesi de bir Aryen dili olan Kürtçe’de EzToroskana (Ben Torosluyum) anlamına gelir ve bu da Dağlı anlamını taşımaktadır.

Nuh’un Gemisine gelecek olursak…

Toroslu ya da Dağlı veya bugünkü kullanışıyla Etrüsk-Toscana'ya aşağı yukarı 1-2 yılda bir gemi gelmekteydi. Gemiler genellikle ticarette önemli yer tutan şarap, kumaş, zeytinyağı, tarım alanında kullanılan tohum ve diğer araç gereçleri taşırdı, ayrıca dini hikayelerde de anlatıldığı gibi hayvan çiftleri ve insanlar da yer almaktaydı.

Nuh’un Gemisi (Nh (nu) Kürtçede Yeni demektir, Torostan gelenler genellikle bu dili konuşur) Isola d'Elba-Elba adasına vardığı gece, bu çevreye yakın yerleşim yerlerinde yaşayan insanların düzenlediği festivaller vardı.

Sokaklarda yemekler yenir ve bol bol şarap içilir, NU (Yeni) Gemiden gelen insanlar merakla beklenen haberleri anlatırlar.


Nuh’un Gemisiyle bu çevreye getirilenleri şu maddeler halinde sıralayabiliriz:
  • Gemide amfora içinde (Tazeliğini koruması için kuma veya toprağa gömülü halde) şarap,
  • Zeytinyağı,
  • Tohumlar, ilk üzüm, buğday ve zeytin ağacı,
  • Yeni insanlar, aile-aşiret-beylikler,
  • Tuzlanmış domuz eti ve et ürünleri,
  • Canlı domuz çiftleri (Domuz en bereketli hayvandır), geyikler, dağ keçisi, yılan, vs. 
  • Süt ve süt ürünlerinin üretimi için önemli yer tutan canlı hayvan çiftleri,
  • Taşımacılıkta kullanmak üzere eşek vs.
  • Çift sürmede kullanmak üzere öküz vs.
  • Çeşitli sanat eserleri, 
  • Felsefe alanındaki yeni düşünceler, eğitmenler, bilimsel çalışmalar,
  • Noel, 21 mart, özel günler, kutlama ayinleri ve müzik,
  • Toros ve Zagros -Mezopotamya'nın mistik kültürü, Tanrı'ları,
  • Farklı kuş türleri ve bu türlere ait farklılık gösteren hikayeleri…
Genel anlamda Toroslar'da yaşanmış ve yaşanmakta olan gelişmişlik Avrupa kıt'asına Nuh'un Gemisi (Yeni Gemi) aracılığıyla taşınır. Bu da Fenikelilerin (fêhmnake) aracılığıyla olur.

Kutsal kitaplarda geçen hikayelerde vurgu gerçek hayattan soyutlanmış, mucize haline getirilmiş, Tanrısal bir hal almıştır.

Ayrıca Fenikelilerin geliştirdiği Sami (se mi) dilinin çok önemli ve üzerinde durulması gerektiğini bir sonraki yazımda geniş bir şekilde ele almaya çalışacağım.

Çok kodlama yöntemi kullanılarak özellikle denizde aylarca seyahat eden ve çok kutsal bilgileri ve ürünleri taşıyan bu ileri beyliklerin, sembol bilimi denen tersten okunuşu, ses tonu ile birlikte ortaya çıkan figürlü anlatım dili Sami…
Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere! Selamlar.

Yazan: Metin T.

İSLAMI GÜNCELLEMEK GEREK

din, islamiyet, K, İslam güncellenmeli, İslam güncellenmeli mi?, İslam kanunları, İslam hükümleri, Kur-an'da yasa koyma, İslam ve çağımız, Tayyip İslam güncellenmeli,
Merhaba değerli okurlar. Sizde bizim gibi eleştiren ve aklın mantığın kabul ettiği cevapları arayan biriyseniz doğru yerdesiniz. Bu yazımızda bu günlerde ortaya çıkan bir meseleyi daha doğrusu Türkiye'deki Müslümanları çalkalayan bir konuşmanın eleştirisini yapacağız. Hiç kimse için bir sır değildir ki Türkiye'deki Müslümanlar Recep Tayyib Erdoğan'ı Müslüman bir lider olarak kabul ediyor ve onun ülkede şeriat hükümlerini uygulayacağına inanıyordular. Bundan önce benim dinim ne Sünnilik nede Şialık dinidir diyen Erdoğan Türkiye'deki çoğunluk olan Sünni Müslümanların güvenini sarsmasına rağmen hala ona bir umut besliyordular. Lakin bir kaç gün önce Erdoğan'ın «İslama güncelleme yapmalıyız» demesi Müslümanları tedirgin etti ve bazıları için cumhurbaşkanının şeriat getireceği umudunu yok etmiş oldu. Peki neden? Bunun en önemli iki nedeni var.

1) Geleneksel Müslümanlar artık Erdoğan'ın onlar gibi düşünmediğini anlamış oldular. Ve bunu da anladılar ki artık imam hatip öğrencisi olan Erdoğan bile 21 yüzyılda İslamın şartlarının çalışmadığının farkına vardı. Bu din üzerinden servet toplayan yalılar, lüks arabalar sahibi olan hocaların işine gelmiyor. Onlarda gayet iyi biliyorlar ki Erdoğan'ın bu konuşması cemaatlere devletin dinden ayrı tutulacağına ve bir takım meselelerde kısıtlamalar yapılacağına bir işarettir. AKP hükumetinin bir kere feto terör örgütünden ağzı yandığı için bir daha aynı riski alıp Müslüman cemaatlerin güçlenmesine ve devlet içinde yapılanmasına izin vermeyeceği açıkça belli oluyor.

2) İkinci neden bir hayli enteresandır. Burada imkanları kısıtlanan hem Erdoğan hükümeti hemde Müslüman cemaatlerdir. Çünkü bu güne kadar şeriat getirecek ümidiyle AKP- ye oy veren Sünni Müslümanların artık kendilerine yeni bir lider aramaya başlayacağı ve Erdoğan hükumetinin büyük bir seçici kütlesini kaybedeceği öngörülebilir. Tabi ben buna o kadarda inanmıyorum çünkü defalarca Erdoğan'ı ikinci peygamber, Allah'ın vasıflarını toplamış bir lider olarak adlandıran AKP yöneticileri olmasına rağmen kendini Müslüman sanan bu cemaatlar ona oy vermeye devam ettiler. Onun için dünyadaki rahatlıklarını Allah ve din sevdasından üstün tutan bu insanların bir daha Erdoğan'ın İslam dışı olan bu konuşmasına kılıf uydurarak hak kazandıracağına eminim. Cemaatlerin bu konuda kaybettiklerini sayarken ilk başa zekatı yaza biliriz. Çünkü Müslüman cemaatlerin esas geçim kaynağı Allah için verilen ama Allah için harcanmayan zekattır yani devasal paralar. Tabi bu durumda devede seyahat eden Muhammed'i anlatan hocaların neden lüks Mercedes ve BMW de dolaştığı belli oluyor. 400 bin liralık yalılardan konuşmuyorum bile. Bu meselenin bide traji komedi tarafı var oda şudur Hristiyanları cehennemlik ilan eden onlarla akraba hatta arkadaş olmayı bile yasaklayan din hocalarının aynı Hristiyan insanların yaptığı lüks arabaları kullanmasıdır.


İslamın güncellenmesinin dinde hükmü


İslamın hiç bir döneminde dinin reform edilmesine iyi bakan bir fıkıh alımı olmamıştır. İslam geçmiş hocaların yazdığı fıkıh kitapları üzerine inşa edilmiş ve o yasalarla yönetiliyor. Buna dünyada yapılan günlük ibadetlerden tutmuş mahşer gününe olacaklara kadar her şey dahil. Peki İslami kanunların değiştirilmesine Kuranın bakış açısı nedir? İlk önce bunu belirtelim ki Kuranda yetki yasa koyma işi anca Allah'a ait olduğu Muhammedin kendisinin bile bir tebliğ edici olduğu açıkça gözüküyor.

6/EN'ÂM-57: "De ki: “Muhakkak ki ben, Rabbimden bir beyyine (delil) üzerindeyim, ve siz onu yalanladınız. Acele ettiğiniz şey benim yanımda değil. Hüküm ancak Allah’indir."


12/YÛSUF-40: Hüküm ise ancak Allah’a aittir.

Ayetlerde göründüğü gibi dinde hüküm verme yetkisi ancak Allah'a aittir. Ve Allah her yıl yeni bir semavi kitap indirmediği için İslamda son din olduğu için bu hükümlerin mahşer gününe kadar geçerli olması gerekir. Üstelik Kuranda açık bir şekilde Allah'ın yasalarında bir değişiklik bulunamayacağı yazıyor.

33/AHZÂB-62: "Daha önce gelip geçenler hakkında da Allah’ın kanunu böyledir. Allah’ın kanununda asla değişme bulamazsın."

Tüm peygamberler gibi Muhammed'inde Allah'ın indirdiği hükümleri değiştirmeye ve Allah'ın indirdiği kitabın dışında bir hüküm vermeye yetkisi yoktu. Şayet bunu yaparsa Kurana göre kafir fasık veya zalim olmuş olur.

MAİDE Süresi 44: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar kâfırlerdir.

45: "Ve kim, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, o taktirde işte onlar, onlar zalimlerdir."

47: "Ve kim, Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, o taktirde işte onlar fâsıklardır."


Tüm bunları göz önünde bulundurarak Müslüman cemaatlerin artık yeni bir lider aramaya başlaması gerek. Lakin benim fikrimi sorarsanız ben Erdoğan'ın bu konuşmasını tarihi bir konuşma kabul ediyorum ve artık 21. yüzyılda İslam kanunlarının çalışmadığını görmesinden dolayı onu tebrik ediyorum. Yıllarca İslamın ibadet hükümlerinin kutuplarda geçersizliğini anlattık. Kıblenin dünyanın şekliyle çeliştiğini anlattık. Yaratılışı anlatan ayetlerin biyolojiyle, evreni anlatan ayetlerin coğrafyayla astronomiyle, kısacası Kuranın bilimle çelişkilerini anlattık. Her şeyi bilen Allah'ın bilimle çelişen bir kitap gönderme ihtimalinin olmadığını anlattık. Anlayanlar ve eleştiriye başlayan insanlar ne kadar haklı olduğumuzun şahidi oldular. Sizleri de ön yargılarınızı bir kenara bırakarak düşünmeye aklın ve mantığın yolunu seçmeye davet ediyoruz.

Yazan: Kirpi