HABERLER
Dini Haber

PROMETHEUS

GF, mitoloji, Prometheus, Prometheus'un hikayesi, Prometheus'un kurtuluşu, Prometheus ile şeytan ilişkisi, Prometheus'un çamurdan insan yaratışı, Enki ve Prometheus, yunan mitolojisi, din ve mitoloji,
PROMETHEUS
(ATEŞ HIRSIZI, DEVRİMCİ VE ŞEYTAN)


Adı “önceden gören” anlamına gelen Prometheus, titanların soyundan gelir. Hesiodos’a göre, Lapetos’la Klymene’nin; Aiskhylos’a göre ise Prometheus Gaia’nın oğludur. İnsanların yaratıcısı ve onlara ateşi veren kişi olarak tanımlanan Prometheus’un Atlas, Menoitios, Epimetheus adında üç kardeşi vardır.

Titan soyundan gelen Prometheus ve kardeşleri akıl gücü bakımından diğer tanrılardan üstündür ve bu gücü Zeus’a karşı gelmek için kullanırlar. Fakat akıl gücü Zeus’un tekelindedir ve Zeus dünya egemenliğini bu güçle ele geçirmiştir. Bu gücü başkasında görmek, içinde bitmek bilmez bir öfke doğurur. Prometheus da bu öfkeyi körükler durur. Sivri aklını, geleceği önceden görme gücünü Zeus’u aldatma ve küçük düşürmek için kullanır.
Aiskhylos’a göre Prometheus bir kahindir ve nasıl Gaia Kronos’a devrileceğini haber verdiyse, Prometheus da Zeus’un bir gün tahttan düşeceğini bilir. Bu bilgiden edindiği üstünlükle Prometheus, Zeus’u sürekli bir kuşkunun baskısı altında tutar. Zamanla dört kardeş de bu üstünlükleri yüzünden Zeus tarafından eşi görülmemiş cezalara çarptırılır. Kardeşlerden ilk ikisi Atlas’la Menoitios, tanrılarla titanlar arasındaki ünlü savaşa katılmış ve Zeus tarafından Atlas gök kubbeyi omuzlarında taşımakla, Menoitos da yerin dibine kapatılmakla cezalandırılmıştır. Zeus, Prometheus’un karaciğerini kartallara yedirerek, Epimetheus’u da ilk kadın Pandora’yı kendisine eş etmekle cezalandıracaktır.

İnsanın Prometheus tarafından maddeden yaratıldığı, daha doğru bir deyimle “yapıldığı” mitosu, geç bir dönemde İÖ 4. yüzyılda ortaya çıkmıştır. Prometheus suya ya da gözyaşlarına kil karıştırarak, ölümlü ilk varlığın bedenine biçim verir. Sonra çamurdan yapılmış bu bedene yaşam soluğunu üfler.
Bir başka mitosa göre Prometheus, ilk insanın yalnızca yapıcısıdır, onu yalnızca biçimleyen kişidir. İlk insana hayatı, ruhu Athena vermiştir.

İlk kaynaklardan beri Prometheus insanların dostu olarak  anılmaktadır. Hesiodos şöyle bir olay anlatır ;

"Ölümsüz tanrılarla ölümlü insanların
Mekone’de çatıştığı zamanlardı o zamanlar,
O günlerden bir gün, Prometheus yaranmak için
Koca bir öküzü ikiye böldü getirdi sofraya:
Zeus’u aldatmak istiyordu aslında;
Öküzün yarısı yağlı etler ve barsaklardı
Karın derisi altında saklı,
Öbür yarısı yalın kemiklerdi sadece
Ak yağlar altında kurnazca saklanmış …
Bunun üzerine tanrıların ve insanların babası
Ey İapetosoğlu, soyluların soylusu, dedi ona,
Hiç de haklı bir paylaştırma değil bu dostum.
Böyle alaylı alaylı konuştu engin akıllı Zeus,
Sinsi düşünceli Prometheus hafifçe gülümseyip
Kurnazlığını saklamaya çalıştı ve dedi:
Ulular ulusu Zeus, ölmez tanrıların en şanslısı,
Göğsündeki yürek hangi payı istiyorsa onu al. "


Zeus “öküzün ak yağlarını” kaldırıp kemikleri görünce yüreğini bir öfke sarmıştır. Tanrılar tanrısı aslında Prometheus’un kurnazlığını anlamış, ama   önleyememiştir. “Bilmişlerin en bilmişi” dediği Iapetosoğlu’nun bu yaptığını cezasız bırakmaz. Ölümlülerin elinden ateşi alır. Ama  Prometheus bir kez daha aldatır tanrılar tanrısı Zeus’u.
Bir bahane ile Zeus'un gönlünü almayı başaran Prometheus , Tanrılara gelecekten haber verme bahanesi ile Olympos'a çıkar ve güneşin alev alev yanan ışığından bir parça çalarak bir rezene kabı içinde saklayarak geri döner , böylece ateşi yeniden insanlara verir ..
Başka bir anlatıya göre ise Prometheus , ateşi Zeus'un oğlu demirci Tanrı Hephaistos'un kaynak ocağından alır .
Her iki anlatıya göre de Prometheus ateşi Olympos Tanrılarından çalıp insanlığa armağan etmiştir .
Aiskhylos “ateşi çalmakla” ilgili miti yeniden kurgulayarak farklı bir boyut kazandırır ve ona simgesel bir anlam yükler. Prometheus, mitolojideki gibi yalnızca ateşi çalıp onu başkalarına ulaştıran bir hırsız değildir. O aynı zamanda insanlığın eğiticisidir. Prometheus insanlara ateşi vermiş, böylece insanoğlu da bu dehayı kullanarak kendi büyüklüğünün ve gücünün sınırsızlığını kanıtlamıştır.

Prometheus, öteki kardeşleri gibi tanrıların düzenine karşı çıkmış, ne var ki öteki kardeşlerinden farklı olarak sonunda insanları yaratmak ve onlara ateşi (yaratıcılığı, bilimi, uygarlığı) vermekle bu düzeni değiştirmeyi başarmıştır. Bu yüzden de Zeus, Demirci Tanrı Hepaistos’a, onu yer yüzünün diğer ucunda bulunan Kafkas Dağı’nda bir kayaya çırılçıplak bir şekilde zincirleme emri verir.
Ardından tanrılarca görevlendirilen bir kartal, Prometheus’un sürekli olarak her gece yeniden oluşan karaciğerini kemirir. Bu olaylardan sonra Prometheus,  “Prometheus Desmotes (Zincire Vurulmuş Prometheus)” adıyla anılmıştır.

Prometheus’tan sonra Zeus, insanları da cezalandırmak için kadını yaratır ve tanrıça görünümlü o güzel bedeni topraktan su ile yoğurmasını ve çekici kılmasını Hephaistos’a buyurur. Athena bedeni uyumlu olarak süsler, Afrodit yüzüne zarafet ve dayanılmaz arzu serper, ulak Hermes ise ona şeytani bir zeka ve kandırma yetisi üfler. Ayrıca konuşma yetisi de verir.

Hermes ona Pandora (bütün tanrılardan armağan) adını verir. Pandora’ya kapalı bir küp emanet ederek onu Epimetheus’a götürür. Kardeşi Prometheus, Zeus’tan hiçbir armağan almaması konusunda Epimetheus’u boşuna uyarmıştır. Epimetheus, Pandora’nın çekiciliğine karşı koyamaz ve Pandora’yı eş olarak kabul eder.
Bir süre sonra merakına yenilen Pandora, kendisine düğün hediyesi olarak verilen küpü açar ve içindeki tüm kötülükler dünyaya yayılmaya başlar. Ancak son anda küpü kapatır maalesef küpün içinde kalan tek şey ise “umut”tur.

Prometheus’un kurtuluşu ise şu şekilde olur ;  Zeus’un geleceği ile ilgili bir gizi yalnızca  Prometheus biliyordu. Zeus’un birlikte olacağı bir kadından doğacak bir çocuk babasının krallığına son verecekti. Bu kadının kim olduğunu öğrenip onu bekleyen tehlikeyi savuşturmak için zincire vurulan Prometheus’u salıvermek zorunda kalır ve onun zincirlerini çözer  Prometheus’un karaciğerini kemiren kartalı öldürsün diye de Herkales’i yollar.
Promethes, onu Kafkas Dağı’nın tepesindeki bu tanrısal işkenceden kurtaran Herakles’e, “Zeus tahtından düşmedikçe benim işkencelerimin sonu yok” der, böylelikle de insanlığa özgürlüğün yolunu göstermiş olur. Yeniden tanrılar katına kabul edilen Prometheus gizi açıklar. Zeus, Nereus’un kızı Thetis’e gönül vermiştir. Thetis’in doğuracağı çocuk babasından daha güçlü olacaktır. Zeus, Thetis ile birleştiği taktirde krallığı son bulacaktır. Tanrılar kendilerini korumak için Thetis’in bir ölümlüyle evlenmesini sağlarlar. Bunun sonucunda, Thetis’in oğlu, yaralanmaz ama ölümlü savaşçı Akhilleus olacaktır.

Prometheus'un hikayesine baktığımızda, Tanrı karşıtı olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.  Baş Tanrı ya karşı gelir. Ateşi çalıp insanlara verir,  ışık getirir. Yani aslında Şeytantır !
Böylece en önemli Tanrısal güçlerden birini insana vermiş olur yani ateşi !
Bu şu demektir; yapıcı ve yakıcı  bilgi !! Zeus'un yıldırımına bağlı kalmadan yakılmış ateşi sürdürmek için uğraşmadan ateş yakmak.
Bir başka deyişle Tanrı olmak. Zira ateş kullanılarak çömlek yapılır, silah elde edilir. Prometheus insanı çamurdan çömlekçi çarkında yaratır. Gerçek Tanrı odur.
Onun Sümerde ki karşılığı Enki'dir.
Yerin efendisi ve suların tanrısı.
İnsanı yaratan ve tufan dahil baş Tanrı’nın gazabından koruyan odur.  Ayrıca Enki kurnaz olarak sıfatlandırılır. Aynı şekilde Prometheus da önceden düşünendir.
Bu fikirsel bazda da bir başka paralellik arzeder.  Ölüm / ölümsüzlük / elma / bilgi testinde insan dişisine elmayı tercih etmesini yoksa öldürülecekkerini ,  ölümsüzlüğün hayal olduğunu söyleyen Enki'dir. Bu Havva’ya  elmayı yediren  şeytan ile aynıdır.
Tanrı bilgi ağacının meyvesini yasak etmiştir. İnsanı cahil bırakır.
Oysa şeytan ve Enki insanı bilgi ile donatır. Prometheus da ateşin bilgisini insana verir.
Seks ve bilginin çoğalması ile meyve olan çocuk ve bilgi bir tutulmuştur.
Venüs,  İştar, Lilith ile Samael kuzey yıldızı ile birdir.
Her halükarda Adem'i erkek üstünlüğünü reddeden ana tanrıçalar onlardır. Ancak Enki ve Prometheus farklıdır, onlar insanı yaratan Tanrı’lar olarak hep insanı korur. Bilgi ile aydınlatır, ışık getirir. Bu sebeple baş Tanrı ile savaşırlar.
Şeytana bu dünyanın Kralı denir.
Bu tamamen Enki ile özdeşleşir.

Her daim sevgi ve umutla kalın dostlar.

Yazan: Gregoire de Fronsac

ENDONEZYA'DAKİ DEV HEYKELLER

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Endonezya'daki Dev Taş Heykeller Dünya Dışı Astronotların Tasvirleri Mi?

Lore Lindu Ulusal Parkı insan biçiminde tasvirleri olan 400'den fazla megalitik heykel içermektedir ve bunlardan bazılarının ağırlığı 10 tona yakındır.

Bada Vadisi, Lore Lindu Ulusal Parkı içinde, Endonezya'nın Sulawesi adasında yer almaktadır.
Buradaki yüzlerce heykelin 14. yüzyıla kadar uzandığına inanılıyor ve yerel Badaik dilinde vatu (“taş”) ve Endonezya dilinde arca (“heykel”) olarak adlandırılıyorlar.
Bu dev heykellerin ve onları yapanların amacı tam olarak bilinmemektedir.

Bu megalitler 14. yüzyıldan beri yerel olarak belgelenmiş olmalarına rağmen, 1908 yılında batılı arkeologlar tarafından ancak keşfedilebilmiştir.

Amaçları bilinmeyen ve tarihleri 1000 ila 5.000 arasında değişen düzinelerce heykel vardır. Bu ise Paskalya Adası'nın ilk Moai heykelinden en az 500 yıl daha yaşlı olabilecekleri anlamına gelir.

Bazı araştırmacılar, Laos ile Kamboçya'daki megalit örneklerinin ve Endonezya'daki parçaların farklı  heykel kültürüyle ilişkili olduklarına inanmaktadır. Ancak, Bada Vadisi heykelleri, morfolojileri (şekil bilimi) nedeniyle Güneydoğu Asya'nın tümüne göre benzersizdir.

A, Açıklanamayanlar, Endonezya'daki dev taş heykellerin gizemi,Uzaylı tasvirleri mi?,Dev heykellerin gizemi,Endonezya'nın gizemli heykelleri, Dünya dışı yaşam, Kalambas,Bada Vadisi
Yerel efsaneler onları ataların kültüyle ilişkilendirir, ama aynı zamanda çok eski zamanlardaki kurban edicilerle, yağmacılar ve suçlulara dair efsaneler ile de ilişkilendirir.

Örneğin: "Tokala’ea" adında birinin taşa dönüşmüş bir tecavüzcü olduğu söylenir; Kayadaki derin kesikler ise bıçaklardan gelen izleri gösterir.
Tadulako adında bir başka heykel ise efsaneye göre bir zamanlar güvenilir bir köy korucusunun pirinç çaldığı için taşa dönüştüğünü, ihanet ettiği köylülere çevrilerek vadi boyunca onlara bakmaya bırakıldığını anlatmaktadır.

Hala günümüzde bazı yerliler taşların doğaüstü güçlere sahip olduklarına, kendi başlarına hareket edebildiklerine inanmaktalar. Kimileri ise onların binlerce yıl önce cennetten gelen insan atalarına dair izler olarak görmekteler. Tabi ki bu görüşün bir dayanağı, ikna edici delilleri yoktur.

Arkeologlar, kadınlardaki uzun saçlar gibi, tüm heykellerin genital organlar ve yüz özelliklerinin temsiliyle farklılaştırılmış olduklarını görerek onları erkek ve dişi heykeller olarak tanımlamışlardır.

Diğer ufak heykellerde ise basit çizgilerle kaş, yanak ve çene bölümleri gösterilen yüzler vardır. Dev heykel figürlerinin çoğu yalnızdır, az sayıda heykelin gruplar halinde olduğu görülür. Bazı heykeller 4 buçuk metre boyundadır ve birçok araştırmacıda ciddi merak uyandırmışlardır.

Bazı heykellerin ise hayvanları temsil ettiği görülmektedir. İnsanları temsil edenlerin iri gözleri ve uzun, düz bedenleri ve devasa kafaları vardır. Heykellerin çoğu düşmüş veya nehirlerin kıyısında ya da tarlanın ortasında yarı gömülü şekilde kalmıştır.

Bada Vadisi Kalambas adı verilen, tek bir taş bloktan oyulmuş dairesel blokları ile iyi bilinmektedir.
Çeşitli şekil ve boylardaki bu yapılar tüm vadi boyunca bulunabilirler.

Arkeologlar, bir Kalambas'ın merkezi kısmının dairesel bir deliğe sahip olduğunu, diğerlerinin ise ortada bir bölümde iki adet dairesel delik bulunduğunu görmüşlerdir. Kalambasların gerçek kullanım nedeni bir sır olarak kalmasına rağmen, bazıları bu devasa kapların soylular ya da krallar için küvet olarak kullanıldığını söylüyor.

Bazı yazarlar ise bu devasa dairesel çömleklerin bir zamanlar tabut olarak ya da suyun depolanması için bir araç olarak kullanıldığını belirtmektedir. Arkeologlar, Kalambasların bir zamanlar etraflarında iri taş kapaklar bulunduğunu bu yüzden banyo olarak kullanılmadıklarını belirtmektedirler. Yani büyük ölçekli devasa taş heykeller olan Kalambasların gerçek amaçları arkeologların çözemediği derin bir gizem olmaya devam etmekte.

Çeviren & Yazan: A.Kara

KUTSAL KİTAPLARDAKİ AYETLER NASIL OLUŞTU?

din, islamiyet, MT, Mezopotamya ve dinler,Mezopotamya'nın kutsal kitaplara yansıması,Mezopotamya ve cennet,Mezopotamya genel evleri,Arap tüccarların Mezopotamya ziyaretleri,Kur'an ayetleri ve Mezopotamya
Kutsal kitapların bazı ayetlerinin nasıl oluştuğuna bir bakalım. Biraz ayıp olsada bildiğim gerçeği yansıtmaya çalışıyorum.

M.Ö Elçilerin ve ticaret kervanlarının buluştuğu ve yaşadığı tecrübelerin merkezi, medeniyetin beşiğinde (Mezopotamya) yaşanmakta olanları görüp, bunları kendisi yaşayıp kendi toplumuna anlattığı önemli bilgilerdir ayetler.

Bu yazımda Kuran'ı Kerim yazılışı üzerinde duracağım.
Ne demek istediğim anlaşılması açısından bir kaç örnek vermem gerekebilir.

Elçin'in ticari kimliği önemli olduğu içindir ki her ticari seferinde ülkesine döndüğü zaman Mezopotamya'da görüp yaşadıklarını çevresindeki insanlara anlatır. Hele birde bu elçi 25 yaşlarında bir gençse, asma üzüm bahçeli edeni -Latince cennet- şarabın bol bol ırmak gibi aktığı nehirleri, 72 huriyi, kenevir otu gibi şeyleri mutlaka tadacak ve anlatacaktır. Neyse daha fazla ayıba kaçmasın yoksa beni taşlarsınız.

Bu nasıl olur? Çok normal, çünkü uzaklarda nelerin olduğunu ancak gidip görenler bilir.
Çok değil 30 yıl önce Almanya'dan gelen akrabaların taşıdığı haberler ve başka medeniyete dair bilgiler, anlatım biçimleri ve sonrasında kameranın, şimdi ise internetin çıkışı ile herşey (görüp-yaşadıklarını anlatmak) daha kolay tabiiki.

Arap ticaretçilerin kumaş, hurma, parfüm, incir karşılığında yağ, şarap, bilim, felsefeye dair bilgilere kavuştukları bilinir. Aynı zamanda bu kişiler (Elçi, kervancı, ve şairler) gördüklerini çevrelerine anlatırlardı, bunun içindir ki çok geniş katılımlı ortamlar oluşurdu. O tarihlerde Mezopotamya'ya ayak basan ve geri gelen her insan çok çok önemliydi (bu insan Kureyşli'de olabilir) söyleyecekleri ayet kadar değerli ki zaten bugünkü ayetler detaylı incelenirse durum anlaşılır. En azından ben öyle düşünüyorum.

Müzik,dans ve şarap eşliğinde kurulan köy sofrasında (taverna) etrafındaki insanlara görüp yaşadıkları veya duyduklarını anlatır elçi-ve ticaretçiler. Şair geleneğinde önemli olan Arap ileri gelenleri bu elçilerin söylediklerini tanrıçanın (Allah'ın) sözleri olarak yazarlar.

Elçin'in her seferinden sonra anlattıklarını yazan kalemler bunu daha sonra bir kitaba dönüştürür ve yaşamakta olan  medeniyeti sürekli güncel tutarlar ta ki M.S. 8.yüzyıla kadar.

Ve bu kitabın yazarı elbette bir tanrıçadır, işte buda Müslümanların dediği Allah'tır.
Ama nasıl olur ?
Şimdi anlaşılır bir dilden gideceğim.

Meraklı  bir şekilde medeniyetten gelecek olan mesajları önce sözlü alan ve daha sonra bunu yazılı hale dönüştüren toplum öncüleri (şair,yazar) hazırladıkları bu kitabı müthiş bir yöntem ve sanat  kullanarak sayfalarındaki yazının altında bulunan resmin (sembol) de yardımıyla kopyasını imkansız kılarlar. Böylece buda toplumun ihtiyacı olan medeni ve kültürel arşivde yerini alır.

Dikkat ederseniz dinler ne zaman hükmetmeye başladı ise gerçek kitapların hepsini yakıp yok etmişlerdir. Bakalım, bu kadar iddialı olmak nasıl olur? Bunu nasıl anlatacağımı merak edenlerin eğer önceki yazılarımı takip etme şansları olduysa anlaşılması daha rahat olacaktır.

Kuran'ı Kerim genelde zeytin, incir (şarap-üzüm) hurma deve falan bahseder. Fakat şunu da söylemeden geçmeyeceğim, kurandaki ayetler doğru çevrilmiyor ve anlamları gerçeğe zıt olarak ifade ediliyor. Özellikle belirtmeliyim ki Kuran'daki Tanrının bir kadın olması bütün her şeyi biraz daha gün yüzüne çıkarır.


Müminun süresi 20.ayet Toros eteklerinde bulunan zeytin ağacı ve mamullerini konu alır.
Cennet, şarap ve seks ayetleri ise Tanrıçanın toplumun huzuru ve bekası için kurduğu genel ev kurallarıdır. Ne alaka? diyorsanız şöyle:

Bugün cinsellik tüm Arap dünyasında ve ülkemizde zina adı altında yasak (haram), cezalarla baskı altında ve insan haklarını ihlal eden olaylar yaşanıyor. İnsanın en doğal hakkı olan seks ve şarap (alkol) elinden alınıyor (Kimseye gidin alkolik olun veya seks alemlerine akın demiyorum. Fakat kesinlikle iki yetişkin arasındaki ilişki veya içeceğim alkol sakallı bir imamın onayından geçmek zorunda değildir.)

Ve cennet diye tabir edilen ruhani dünya, aslında hiç alakası olmayan hayali bir yerde mükafat olarak lanse edilen, fakat zorba, vahşi, egoist, ve uyanık erkek Tanrının isteklerini yerine getirme şartı ile belirlenen durumdur. (Kulluk-kölelik gereksizdir.) Bu ise sadece zorba bir erkeğin kafasındaki ahlaksız teorilerden ibarettir.

Dikkat edersek dindeki cins üstünlüğü (maskilist) en çok bu ahmakça erkek egemen sistemin altındaki toplumlarda oluşur. Bu da beraberinde taciz, tecavüz, recm, intihar, ahlak bozukluğu, kadına baskı, ve köleliği getirir. Buna feodalizm denir.

Toplumun en hassas olduğu ve özellikle baskı altında tutulmaya çalışılan seks, alkol ve o bazı ürünler yasak olduğu sürece doğal olarak insanda (hissi olan) en vahşi halini alır. Nasıl mı?

Bakın, örneğin İmamın bir tanesi bu baskılardan dolayı kendi kız kardeşine tecavüz etti, Ensar vakfı gibiler vahşileşip kız ve erkek savunmasız çocuklara tecavüz etti, Özgecan olayı zaten vahşet, ülkedeki kadın ölümleri yüzünden ağlamak istiyorum. Ve bu olaylar tüm bunlara göz yuman ahlaksız  zihniyet, yanlış anlatılmış ve anlaşılmış din sayesinde gerçekleşti. Peki gerçek dine gerek var mı?

Birde tanrıçalar döneminde yaşananlara bakalım.
Tanrıçalar ise çok güzel yöntemlerle ticaretçi, bekar, eşinden uzak, yaşlı, ve önemli elçilerin seks ihtiyacını karşılamak için veya vahşi, tecavüzcü, köleci, saldırgan, geri-zekalı erkekten toplumu korumanın önlemini almak için cinselliğin felsefesini özgürce ve kutsallıkla benimsemiş (dönemin genel evlerindeki kendini tanrıya adayan rahibelerin tanrı için, kutsal dedikleri seks eylemlerini gerçekleştirmesi) yazmış ve önlemini almıştır.

Nedir bu önlem ve bilgi?
Tanrıçalar tarihte Sümerler'den (M.Ö 4000) Fenikelilere ve günümüze kadar süregelmiştir.
Arap yarım adasına Astarte'nin dönemindeki bilgiler taşınmıştır.

Gönüllü olarak tanrıçanın hizmetinde çalışan 72 milletten rahibeler özel evlerde erkeklerin cenneti yaşamasına yardımcı olur, içinde şarabın sınırsız olduğu, kenevir otu vs. (kutsal kitaplardaki) ürünlerle beraber ücret karşılığında ayinlere tabii olurlardı.

Filo-Sufi Ömer Hayyam hazretleri derki:
Irmaklarından şaraplar akar cenneti ala meyhanemidir?
72 huri diyorsun cenneti ala kerhane midir?

Nisa suresinin 34. ayetinden şimdilik bahsedemem size çok ayıp gelecektir.
Neyse gördüklerinden dolayı başı dönen kervancı sonrasında bu unutulması imkansız hatta anlatırken heyecan dolu anları çevresine anlatırdı.

Tanrıça (Allah) aynı zamanda bu elçiler vasıtasıyla bu mesajı kendi toplumlarına da bildirmelerini özellikle belirtmiştir (onlara yaşatarak). Elçin'in bu kutsal mesajı kendi toplumuna nasıl heyecanla anlattığını eminim sizler de tahmin ediyorsunuz..
Eğer okursanız Sümerolog Sayın M. İlmiye Çığ anlatmak istediklerime biraz yardımcı olacaktır.

Dünya boştur boşlukları doldurmak üzere.

Yazan: Metin T.

ŞEYTANIN SUÇU YOK

A,din,şeytan,Şeytanın suçu yok,Şeytanın ardına sığınan,Şeytanı bahane etmek,Şeytan uydurması,Kötülüğe kılıf bulmak,Şeytana uydum geyiği
Aaah aah şu insanoğlu... Nasıl bişey olduk biz, tasvir etmeye kalksam bünyem kaldırmaz kusarım klavyeme; Kösele ayakkabı giyip yürürken tezeğe basmaktan bile daha iğrenç. Her türlü düzenbazlığı yapan, her haltı yiyen, adına insan denen, çakma varlıklarla doldu etrafımız. Ellerinde de mükemmel bi koz var, kumar masasındaki Joker adeta, inanılmaz bir koz...


Birine, hatta engelli birine tecavüz eder, şerefsizlik bu ya, "psikolojim bozuk, yada abazanlıktan deveyi bile yılın en seksi kadını seçecek haldeyim, rüyalarımda sağa sola sallanan toplar, asfalt makinesiyle yeri kıran kadınlar, birbirini kırbaçlayan Rihanna'lar görüyorum" demez. İçindeki öküzü bastıramayıp tecavüz eder, birinin hayatını karartır, sonra elindeki kozu atar ortaya: "Şeytana uydum!"

Din adı altında yardım derneği için para topluyoruz der, kermes kurar, insanlara hayır adı altında her şeyi satarlar, toplanan parayla hayatında para kazanmak nedir bilmeyen karısına landrover cip alırlar, sorsan paranın ön yüzünde ne var, asgari ücret ne kadar hiç bilmezler. Yardım adı altında toplanan paralarla sırayla birbirlerine cip, villa falan alırlar. Yakalandıkları zamanda (çoğu zaman yakalanmazlar) yine "şeytana uyduk" derler.

Adam öldürür, yada eşlerini döverler. Sanki şeytan gelip kafalarına silah dayamış "gebert şu kadını" demiş gibi triplere girer, birden dünyanın en üzgün insanının surat ifadesini takınırlar. Sorunlu insanın sorunu olduğunu görmesinin önüne konmuş en büyük engeldir şu şeytana uydum olayı. "Kişiliksizim, psikopatım yada beynim d-tüme kaçmış" demezsin, "şeytana uydum" der, b-ku şeytana atarak kendi sorumluluğundan yırtmaya çalışırsın.

Gider hırsızlık yapar, zaten açlık sınırında yaşayan, sabah kahvaltısında kapı kulu, akşam yemeğinde masayı kemiren halkın hayat mücadelesi yetmezmiş gibi, bide hırsızlığın götürüleriyle uğraştırırsın. Çalışmadan kazanmanın, totoşluğun yolunu bulmuş, yaptığı soygunlardan beleş para kazanmanın dibine vurmuştur, yakalandığı zaman "şeytana uydum" diyerek sıyrılmaya çalışır ve çoğunlukla "şeytana uydum" demeyi unutanlardan daha az ceza alır...

Ne çakalsınız nan siz varyaaa, bu yaptıklarınızla var olmayan şeytanı kendinizde var ediyorsunuz, eğer şeytan var olsaydı sizi görse o bile şaşar kalır "nan bu insanlar ne kadar acımasız" veya "bana gerek yokmuş ki, beni geri al" diyebilir. Bence asıl şeytan sizlersiniz be totoşlar, altından kalkamadığınız, açığa çıkan her bi haltınızdan sonra olup olmadığı bile belli olmayan şeytana iftira atarak kurtulmaya çalışır, birilerinin hayatını karartır, insana istemeden konulu videolarda başrol oynatırsınız...


Yazan: A.Kara

SİHİZM'E KISA BİR BAKIŞ

Düzenleyen & Çeviren: A.Kara
Sihizm, Sihizm nedir?, Sihizm'e kısa bir bakış,Sihizm hakkında bilgiler,Gurular,A,din,Sih inançları,Hindistan dinleri,Pencap dinleri,Guru Granth Sahib,Sihizm inanışları

Dünyada 20 milyon Sih var ve en yoğun oldukları yer Hindistan'ın Pencap bölgesidir. 2001 yılında yapılan nüfus sayımında İngiltere'de 336.000 Sih yaşadığı belirtilmiştir.

Sihizm 16. yüzyılda şimdiki Hindistan ve Pakistan olan Pencap bölgesinde kuruldu. Guru Nanak tarafından kurulmuş ve onun öğretilerini ve onu takip eden 9 Sih gurusunun öğretilerini temel almıştır.

Tek tanrılı bir din olan Sihizm'de en önemli şey, bireyin içsel inanç durumudur. Sihizm sadece ritüeller yerine iyi eylemler yapmanın önemini vurgular.

Sihler iyi bir yaşam sürmenin yolunun şöyle olduğuna inanır:
  • Tanrı'yı her zaman kalbinde ve aklında tut,
  • Dürüstçe yaşa ve sıkı çalış,
  • Herkese eşit davran,
  • Cömert ol,
  • Başkalarına hizmet et.
  • Sih ibadet yerine Gurdvara denir.
  • Sihlerin kutsal kitabı Guru Granth Sahib'dir.
Onuncu Sih Guru, ölümünden sonra Sihlerin manevi rehberinin o kitapta yer alan öğretiler olacağını, böylece Guru Granth Sahib'in şimdi bir Guru'nun statüsüne sahip olduğunu ve Sihlerin ona insan Guru'larına vereceği saygıyı göstereceğini açıkladı.

Sih inancına girmiş olan kadın ve erkek topluluğu Khalsa'dır. Khalsa, 1999 yılında 300. yıldönümünü kutlamıştır.

Guru Gobind Singh, Sihlerin Guru Granth Sahib'de cevap bulamadıkları yerlerde, kutsal kitaplarının ilkelerine dayanarak bir topluluk olarak sorunları belirlemeleri gerektiğine karar verdi.

Kaynak: BBC

BUDİZM VE DÖRT ASİL GERÇEK

Hazırlayan: A.Kara
budizm, A, din, 4 asil gerçek, Budizm ve 4 asil gerçek, Budizm 8 aşamalı yol, Acıyı bırakma yolu, Acının durması, Nirvana, Nirvana nedir?, Acı çekmenin gerçekliği, Budizm öğretisi,

Buda, 2500 yıl önce "Ben acı çekmeyi, kökenini bırakmayı ve yolu öğretiyorum. Bütün öğrettiğim budur" demiştir.

Dört Asil Gerçek, Buda'nın öğretilerinin özünü içerir. Budistlere göre Buda'nın bodhi ağacın altında yaptığı meditasyon sırasında anlayabildiği bu dört ilke vardı.
  1. Acının gerçekliği (Dukkha)
  2. Acının kaynağı gerçek (Samudāya)
  3. Acının sona ermesi gerçeği (Nirodha)
  4. Acının kesilmesine giden yolun gerçekliği (Magga)
Buda genellikle bir doktorla karşılaştırılır. İlk iki gerçekte, problemi teşhis edip (acıyı) nedenini belirlemiştir. Üçüncü yüce gerçek ise bunların bir çaresi olduğunun farkına varılmasıdır.
4. yol olan Asıl Hakikat ise acıdan kurtuluşa ulaşmanın yoluna giden reçetedir.

İLK ASİL GERÇEK
Acı Çekmek (Dukkha)
Acı birçok formda gelir. Üç açık acı türü Buda'nın sarayının dışındaki ilk yolculuğunda gördüğü ilk üç mekana tekabül eder: yaşlılık, hastalık ve ölüm.

Ama Buda'ya göre, acı sorunu çok daha derine inmektedir. Hayat ideal değildir çünkü çoğunlukla insanların beklentilerini karşılayamaz.

İnsan arzular ve isteklere tabidir, ama bu arzuları tatmin edebilmekle birlikte, tatmin sadece geçicidir. Zevk uzun sürmez ya da sürekli elde ederse monoton hale gelir.

Hastalık ya da yaşlanma gibi dışsal nedenlerden yoksun olduğumuzda bile, tatminsizizdir. Bu ise acı çekmenin gerçekliğidir.

Bu öğretiyle karşılaşan bazı insanlar bunu kötümser bulabilirler. Budistler bunu iyimser veya kötümser değil gerçekçi buluyorlar. Buda'nın öğretileri acı çekmeye son vermez; daha ziyade, bu konuda neler yapılabileceğini ve nasıl sonlandırılabileceğini anlatır.

İKİNCİ ASİL GERÇEK
Acının Kökeni (Samudāya)
Günlük problemlerimiz kolaylıkla tanımlanabilir nedenlere sahip olabilir: Susuzluk, yaralanmadan kaynaklanan acı, sevilen birinin kaybından doğan üzüntü gibi. Asıl hakikatlerinin ikincisindeyse, Buddha tüm ıstırapların sebebini bulmuş olduğunu iddia etti ve bu bizim endişelerimizden çok daha derine kök salmış bir şeydi.

Buda, tüm ıstırabın kökünün istemek yani tanhā olduğunu söyledi. Bu 3 farklı şekilde gelirdi:
Kötülüğün 3 kökü, 3 ateş veya 3 zehir.

Kötülüğün üç kökü
Bunlar acı çekmenin üç temel nedenidir:
  1. Horoz, aç gözlülük ve hırsı,
  2. Domuz, cehalet ve vesveseyi,
  3. Yılan, nefret ve yıkıcı dürtüleri sembolize ederdi.
Dil ile ilgili not: Tanhā, budist kutsal metinlerinin dili olan Pali'den bir terimdir. Budistler, aydınlanma ve başkaları için iyi dilekler arzusu gibi olumlu arzuların olabileceğini kabul ederler. Bu tür arzular için tarafsız terim ise Chanda'dır.

ÜÇÜNCÜ ASİL GERÇEK
Acının Durması (Nirodha)
Buda, arzunun söndürülmesinin, acı çekmeye yol açan şeyin, kendini bağlanmadan kurtarmak olduğunu öğretti.
Buda'nın insan hayatında bunun mümkün olduğuna dair canlı bir örnek olduğu düşünülmektedir.

Nirvana (Mutluluk-Söndürme)
Nirvana söndürmek demektir. Nirvanaya ulaşan kişinin aydınlanması açgözlülük, kuruntuve nefretin üç ateşini söndürdüğü anlamına gelir.

Nirvana'ya ulaşan biri zannedildiği gibi göksel bir alemde kaybolmaz. Nirvana, insanların ulaşabileceği bir akıl durumu olarak daha iyi anlaşılmaktadır. Olumsuz duygular ve korkular olmadan derin bir ruhsal sevinç halidir. Budistlere göre aydınlanmaya erişen biri, tüm canlılar için şefkatle dolmuştur.

Ölümden sonra aydınlanmış bir insan yeniden doğuş döngüsünden kurtulur, ancak Budizm bundan sonra ne olacağı konusunda kesin bir cevap vermez.

Buda, takipçilerinin nirvana hakkında çok fazla soru sormasını engellemiştir. Onlardan acıdan kurtulmak için ellerinden geleni yapmaya konsantre olmalarını istedi. Soru sormak, hayatını kurtarmaya çalışan doktorla kelime oyunu yapmak gibidir.

DÖRDÜNCÜ ASİL GERÇEK
Acıyı bırakma yolu (Magga)
Son Asil Gerçek, Buda'nın acıların sona ermesi için verdiği reçetedir. Bu sekiz katlı yol olarak adlandırılan bir dizi ilkedir. Buda'nın aydınlanma arayışında bulduğu zevk ve şiddetli çileciliği önler.

(Dharma çarkı, sekiz aşamalı yolu sembolize etmektedir.)

SEKİZ AŞAMALI YOL
Sekiz aşama, sırayla alınmamakta, aksine birbirlerini desteklemek ve güçlendirmektir.

1) Doğru Anlama - Sammā ditthi
Budist öğretileri kabul etmek. (Buda öğretilerini takipçilerine asla körü körüne inandırmak istemedi, takipçileri bunları uygulayıp kendilerini sorguya çekip doğruluklarına kendileri karar verdiler.)

2) Doğru Niyet - Sammā san̄kappa
Doğru tutumları geliştirmeye yönelik bir taahhüt.

3) Doğru Konuşma - Sammā vācā
Dürüst bir şekilde konuşmak, iftiradan, dedikodudan ve küfürlü konuşmadan kaçınmak.

4) Doğru Eylem - Sammā kammanta
Barışçıl ve uyumlu davranmak; çalmaktan, öldürmekten ve duyusal zevkte aşırı müsamahadan kaçınmak.

5) Doğru Geçim - Sammā ājīva
İnsanları istismar etmek ya da hayvanları öldürmek, sarhoş edici ya da silah ticareti yapmak gibi insanlığa zarar veren şekilde yaşamaktan kaçınmak.

6) Doğru Çaba - Sammā vāyāma
Zihnin olumlu hallerini geliştirmek; kendini kötü, zararlı ve sağlıksız durumdan kurtarmak ve gelecekte ortaya çıkmasını önlemek.

7) Doğru Farkındalık - Sammā sati
Beden, duyular, duygular ve zihin durumları hakkında farkındalık geliştirmek.

8) Doğru Konsantrasyon - Sammā samādhi
Farkındalık için gerekli olan zihinsel odağı geliştirmek.

Sekiz aşama, Bilgelik (doğru anlayış ve niyet), Etik Davranış (doğru konuşma, eylem ve geçim) ve Meditasyon (doğru çaba, dikkat ve konsantrasyon) olarak gruplandırılabilir.

Buda, sekiz aşamalı yolu nehri geçmek için kullanılan bir sal gibi aydınlanmanın bir aracı olarak tanımladı. Biri karşı kıyıya ulaştığında, artık sala ihtiyaç duymayacak ve onu geride bırakacaktır.

DÜZ DÜNYANIN EVRİMİ

DP,din, islamiyet, Düz dünya,Dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünyanın şekli,Kur'an'a göre dünya,Dünya ile ilgili tesfirler,Ankebut 20,Enbiya 30,Casiye 4,Nuh 14,Bakara 164,Kur'anda dünya
Günümüz eğitim sisteminde Liselerde Dil ve Anlatım adlı bir ders vardır. İletişim, kültür, dil yapısı ve tarihi, kelime, cümle ve benzeri birçok bilgi bu derste gelecek kuşaklarımıza aktarılır. Gençlerimizin özellikle okuduğunu doğru anlamaları ve doğru yorumlamaları, ayrıca doğru kelime ve cümle kurulumu sağlamaları istenir.

Okuduğunu doğru anlama ve doğru yorumlama kavramlarının bu noktada altı çizilmesi gereklidir. Maalesef günümüzde en sık rastladığımız sorun yanlış anlama ve yanlış yorumlama.

Peki, neden ortak anlam ve yorum üretemiyoruz? Cevaplar çok basit. Dilimize hâkim değiliz. Anlamak istediklerimiz için ise ön yargı, din, bireysel fikirler gibi faktörler devreye giriyor. Davranış Bilimciler ve Gelişim Uzmanlarına göre birçok faktör var. Ben sadece birkaçına yer vereceğim. Bu bile yeterli olacaktır.

Ortak bir veriyi okuyoruz ancak farklı anlamlar yüklüyoruz. Neden? Dil ve Anlatım eksikliğinden olabilir mi? Açıkçası öncül inançlar bunu yönlendiriyor. İnançlarımız ve bireysel ihtiyaçlarımız algılarımızı, görgülerimizi, döngümüzü, düşüncelerimizi, kısacası her şeyimizi biçimlendiriyor. Bu konu sadece bizim dilimiz için değil. Tüm dillerde ortak sorun. Neden? Çünkü temel düzeyde iki kişi arasındaki iletişimde dahi bu faktörler devrede. Karşınızdaki kişiden çıkan kelimeler veya düşünceler sizin “imbiğinizde” damıtılırken farklı anlamlar kazanıyorlar. Kabul ediyorum biraz karmaşık oldu. Hadi örnekleyelim:

Önümüze bir bilgi sunuluyor. Bu bilgiyi kabul edip etmemek size bağlı. Mesela dünyanın düz veya yuvarlak olması. İstendiği kadar kanıt verilsin ve ortaya konulsun önemli değil. Eğer söz konusu bilgi sizin önyargı ve dininiz ile çelişiyorsa reddedersiniz. Hatta bu bilgiyi reddeden alternatif teorisyenleri takip edip onlardan yararlanırsınız.  Sizin için dünya düzdür. Ne kadar kanıt olursa olsun. Siz karşı reddiyeler düzersiniz. İnandığınız kitap ve inanç ile çeliştiği için “Bizi yolumuzdan saptırmak isteyenler için uydurulmuş şeytan işi düşünceler!” der sıyrılırsınız. Neticede inanmak istemediğiniz için sizi yargılayan ve tu kaka ilan eden kimse ya da bir organizasyon yok. Bu ilk kademe savunma mekanizmasıdır.

Diyelim ki bu bilgi önünüze öylesine kanıtlar ile sunuldu ki kıvırma şansınız yok. Alenen ortada olan kanıtlanmış bir bilgi ile karşı karşıyasınız. O halde hemen 2. Kademe savunma mekanizması devreye girer. Hususiyetle ayet ya da hüküm bükme-kıvırma faaliyetleri başlar. “Nereye bu bilgiyi adapte ederim?” uzmanları boş ve uygun buldukları yere monte ederler.  Bunu gören siz, “Evet, bu husus inandığımız dinin kitabında da varmış. Şimdiye dek göremememizin sebebi şu ana kadar bulunmamış olması.” der ve geçersiniz. Hatta artık bir takım din âlimleri bu bilgiye ait yeni yorumları ilgili dinin kutsal kitabına monte etmeye başlarlar.

Daha sonra veri kemikleşir, sizde çağa uyan ve geleceğe ışık tutan dininiz ile yeni ufuklara yelken açarsınız.


Bir süre önce üzerine reddiyeler dizilen, yayımlanan, neredeyse canlar verilen “bilgi”, artık kutsal kitabın bir parçasıdır. O reddiyeler unutulur gider. Eğer reddiyeyi dizen şahıs o dinin vakti zamanında sağlam önderlerinden ise, reddiye amacının aslında iyi niyetli olduğu,  doğruya kavuşmak istendiği söylenir konu kapanır.

Sanırım bu noktaya kadar hepimiz hem fikiriz. Dini inancına sıkı sıkıya bağlı okurlarımız dahi bizimle hem fikirdir. Sonuçta inanılan dinin kutsal kitabında çelişki olmaz. Bulunan her yeni bilimsel gelişme, her yeni icat zaten kutsal kitapta kodludur.

Gelelim sadedimize. “Şimdi burada anlatılmak istenen esas olarak şu…” diye başlayan o kadar tartışmaya girdim ki… Neden yazıya Dil ve Anlatım kavramı ile başladım şimdi anlaşılabilmişimdir umarım.

Ortada bir veri var. Siz nasıl inanmak isterseniz öyle görürsünüz. Bu kapsamda alternatif kanıtlar üretir, teoriler sunarsınız. Bunun sonu yok.

Şimdi konuyu ülkemizin büyük çoğunluğunun inandığı dine getirelim. Evrim Teorisini dini çevreler şiddetle reddediyor. Önlerine kanıt konulduğunda ise net ispat istiyorlar. Evrim Teorisi ya da Alternatif Yaratılış senaryoları üzerinde çok durmayacağım. Sitede bol miktarda makale ve kitap mevcut. Düşünün. Ya dini çevrelerin üzerinde muhalefet edemeyeceği net kanıtlar (ki şimdiye dek ortaya koyulan kanıtlar zaten net) ortaya konursa?

O zaman hemen ayet bükme operasyonları başlayacak ve kanıt aranacak evrim için. Aslında çok aramaya da gerek yok. Kuranda evrim teorisini destekleyen veriler çok sayıda mevcut. Yarın öbür gün çok aramasınlar diye birkaçını aşağıda sıraladım. Eğer detay istenirse Sayın Caner TASLAMAN ve Emre DORMAN hocaları onlara Evrim Teorisinin aslında Kuran ve İslam ile çelişmediğini “şüphesiz kanıtları ile” anlatırlar.

De ki: "Arz'da gezip dolaşın ve yaratmanın nasıl başladığına bakın. Sonra Allah, 'ahir(son) yaratma'yı inşa edecektir. Muhakkak Allah, her şeye Kadir'dir."
[ANKEBUT(29)/20]

"Hakkı örtenler, görmedi mi, muhakkak gökler ve Arz bitişik(aynı) idi, o ikisini ayırdık. Ve her canlı şeyi, sudan yarattık. İman etmiyorlar mı?"
[ENBİYA(21)/30]

"Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda, gerçek ilim sahibi bir kavim için, ayetler(deliller) vardır."
[CASİYE(45)/4]

"Muhakkak O, sizi, 'tavır-tavır'aşama-aşama) yaratmıştır."
[NUH(71)/14]

"Muhakkak, göklerin ve Arz'ın yaratılmasında, gece ile gündüzün arka arkaya gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle, denizde yüzen gemilerde, Allah'ın, Gök'ten indirdiği suda ve onunla Yeryüzü'nü ölümünden sonra diriltmesinde, her canlıyı, orada üretip-yaymasında; rüzgârları estirmesinde; bulutların, Gök'le-Arz arasında, 'müsahhar'(boyun eğdirilmiş) kılınmasında; akleden bir topluluk için ayetler vardır."
[BAKARA(2)/164]

Buraya kadar biraz retorik yaptığımı kabul ediyorum. Olaya kendi penceremden baktığım doğru. O halde size farklı bir örnek vermek isterim. Sizce dünya düz mü yoksa yuvarlak mı? Cevap hazırdır. Yuvarlak. Yani hemen az ileriki sokaktaki cami hocasına sorsak: “Hocam dünya düz mü yoksa yuvarlak mı?” diye, alacağımız yanıt hazırdır: “ Hiç şüphesiz âlemlerin rabbi olan Cenabı Allah, en güzel ve doğru şekli ile yuvarlak surette yaratmıştır.”

Hemen Yasin-40 burada örnek ve kanıt olarak ilk aşamada ortaya konur. Ancak Yasin-40’ ın kaç farklı tefsir evriminden geçtiğini azıcık araştırınca görürsünüz. Gök nasıl Yörünge oldu… Kısacası şu Yörünge geyiği ile kendinizi kandırmayın.

Şimdi bu noktada bir sıkıntı yok. Ancak kendi inandığı dinin kitabını kendi dili ile okuyan, farklı yaklaşım ve yorumlara hâkim, tüm dünya Müslümanlarının (kendi mezhebi dışındakilerin dahi) farklı görüşte olmalarına rağmen bilgisine ve fikrine saygı duydukları Suudi Arabistan’ın baş müftülerinden Şeyh Abdül Aziz Bin Baz’ın fetvası şöyle:

“Kim dünyanın yuvarlak olduğunu iddia ederse küfür ve delalete düşmüş olur. Çünkü bu iddia hem Allah’ın, hem Kuran’ın, hem Peygamber’in reddidir. Bunu iddia eden kişi tövbeye davet edilir. Ederse ne ala! Aksi takdirde kâfir ve dinden dönmüş bir kişi olarak öldürülür. Eğer ileri sürdükleri gibi Dünya dönüyor olsaydı ülkeler, dağlar, ağaçlar, nehirler, denizler bir kararda kalmazdı. İnsanlar batıdaki ülkelerin doğuya, doğudaki ülkelerin batıya kaydığını görürlerdi. Kıblenin yeri değişir, insanlar kıbleyi tayin edemezlerdi” (Kaynak: “Dünya’nın Sakin Güneş’in Hareketli Olduğuna ve Gezegenlere Çıkmanın İmkânsızlığına Dair Akli ve Hissi Deliller ”adlı kitabı.1975)

Peki, Şeyh Abdül Aziz Bin Baz neden böyle bir fetva verdi, cevabı çok açık. Çünkü eski İslam ve Kuran âlimlerinin büyük çoğunluğu buna inanıyordu. Eski tefsirlerden küçük bir örnek:
“Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi.” (Naziat, 30)

TESFİRLER

Taberi, Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Kâbe, dünya yaratılmadan iki bin sene önce su üzerinde dört direk üzerine kuruldu. Sonra yeryüzü kabenin altından yayıldı”
|Taberi (3/61, 24/208); Ebu’s-Seyh, el-Azamet (4/1381)|

Taberi, Abdullah Ibn Amr radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyor: “Allah Kâbe’yi yeryüzünü yaratmadan iki bin sene önce yarattı, dünyayı da oradan yaydı”
|Taberi (24/208) Beyhaki, Suab (3/431) Ibn Ishak, es-Siyra (1/27)|

Katade şöyle demiştir: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” "Dehâhâ"; "Yayıp sermek" demektir.
|Taberi (24/210)|


Suyuti, Durru’l-Mensur’da şöyle demiştir: Abd Ibn Humeyd ve Ibn Ebi Hatim Ibn Abbas radiyAllahu anhuma’dan rivayet ediyorlar: “Bir adam Ibn Abbas’a dedi ki: Allah’in Kitabında iki ayet bir birine muhalif.” Ibn Abbas radiyAllahu anhuma: “Sen bunu ancak görüşünle söylüyorsun, oku bakalım” dedi. Adam: “De ki: "Arzı iki günde yaratan Allah’ı siz mi inkâr ediyor ve O'na ortaklar koşuyorsunuz?” (Fussilet, 9) ayetinden “Çeşitli rızıklarını arayıp soranlar için tam dört günde takdir etmiş, sonra yaratmak için, gaz halinde bulunan gökyüzüne yönelmiştir” (Fussilet, 11) ayetine kadar okudu. Sonra da “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı” (Naziat, 30) ayetini okudu. Ibn Abbas radiyAllahu anhuma söyle cevap verdi: “Yer, gök yaratılmadan önce yaratıldı. Sonra sema yaratıldı, sonra yer, sema yaratıldıktan sonra yayıldı. “Dehaha” sözü ancak "yaymak, sermek" demektir.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Ibn Munzir, Ibrahim en-Nehai’den rivayet ediyor: “Bundan sonra da yeryüzünü yaydı”, Dünya Mekke’den yayılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Katade söyle demistir: “Bana ulaştığına göre dünya Mekke’den yayılmıştır”
|Taberi (11/531) Abdurrazzak, Tefsir (2/213)|

Abd Ibn Humeyd, Ata’dan rivayet ediyor: “Bana ulaştığına göre dünya Kâbe’nin altından yayılıp uzatılmıştır.”
|Durru’l-Mensur (8/412)|

Biraz internet üzerinde veya evinizde basılı tefsir ve mealler varsa onlardan da birçok kontrol yapabilirsiniz.

Bu noktada daha önce bahsettiğim üzere bir paradoks bizleri bekliyor. Eğer siz evrim teorisi var derseniz şiddetle karşı çıkılır. Eğer varlığı sağlam kanıtlar ile ortaya konulursa o zaman da “Zaten kutsal kitabımızda vardı. Çağlar öncesinden bize ışık tutuyor!” denilir. Aynen dünya düzdür ya da yuvarlaktır geyiğinde olduğu gibi. Gerçi Biruni gibi dünyanın yuvarlak olduğunu savunan İslam Âlimleri vardı. Onların da bu bilgiye nereden ve ne şekilde sahip olduğu zaten belli.

Kısacası bir Evrim var. Hatta bu evrim dinde de yaşanıyor. Dün başka bir şey söylenirken bugün başka bir şey söyleniyor. Her ne hikmetse her iki görüşün kanıtları da kutsal kitapta yer bulabiliyor.

Daha önce bahsettiğim gibi Evrim Teorisi için yarın İslam Âlemi toplanıp: “Evet vardır. Kuranda da ayetlerde de bahsedilmiştir!” diye açıklama yaparsa hiç mi hiç şaşırmayacağım. Çünkü dünyanın düz mü yuvarlak mı olduğu konusunda bunu yaptılar. Önce düz dediler buna kanıt getirdiler, sonra yuvarlak deyip ona kanıt getirdiler.

Önünüzde birçok kaynak var. Bir zahmet objektif bir biçimde araştırın ve okuyun.
Sağlıcakla kalın.

Yazar Notu: Bazı yorumlar ve mesajlar ile olumsuz eleştiri alıyorum. Eleştirileriniz için sonsuz teşekkürler. Yalnız yazılarımı sığ ve sıradan bir dil ile yazdığım konusunda eleştiri aldım geçenlerde. Bu görüşe katılıyorum. Aynı sığlıkta ve sıradanlıkta yazmaya devam edeceğim. Zaten amacım da bu. Sıradan olmak iyidir. Yazdıklarımızı görebilmek veya araştırmak için CALTECH, MIT, Stanford, ODTÜ gibi kurumlarda akademisyen veya o seviyede uzman olmaya gerek yok. Yazdıklarımız ile ilgili zaten her yerde kaos mevcut. Kimse ortak bir görüşte ittifak olamıyor. Benden yanıtları beklemeyin. Ben sadece görülmek istenmeyen çelişkili hususları göz önüne getiriyorum o kadar. Siz yine inanmaya devam edin.

Bu arada dünya YUVARLAK DEĞİL!!! Geoid : )

Yazan: Demon Product

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 1

Yazan: Zübeyde Savaş
Zübeyde SAVAŞ, 15 yıl tanrı ve ateizm, Tanrılar nasıl oluştu?, Farklı tanrılar, Küçük çocuklara tanrı masalları, Gerçek hayat hikayesi, din,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 1

Tanrıların nasıl oluştuğunu öğrenmek için farklı kültürler içinde bulundum, inandıkları tanrıların ortak noktası yoksulu seven ve yardım eden diye anlatılır. Bulunduğum topluluklar içinde başka tanrılardan bahsettiğimde, anlattığım tanrının masal olduğunu ve kendi tanrılarının gerçek olduğunu savunuyorlardı, binlerce yıl önce yaşanmış tanrılardan bahsettiğimde, insanların bu tanrıları yarattığını anlatırlardı. Tanrı gerçekliğini savunan kişi, küçük yaşlarda bilinç altına verilmiş ya da tanrıyı savunarak yaşamını sağlayan kişilerdi.

Dünya üzerinde ateist olanların sayısı her geçen gün artmaktadır. İnsanların bilimsel gerçekliği kabul etmesi kolay olurken tanrı masalı küçük yaşlarda çocuklara bilinç altlarına yerleştirilir. Tanrı gerçekliği doğru olduğunu zannettiğinden gençlik yıllarına geldiğinde bilimsel gerçeklik ile tanışır. Bilimsel gerçekliği kabul etmeyenler ya da bilinç altlarına yerleştirilen tanrı masalı, aile ve çevre etkisiyle bunu gerçeklik olarak yaşamaya başlar. Bu şekilde yaşam sürenler bilimsel gerçekliği anlamaları için iki sebep vardır.

1-Umut ve korku duyguları kullanılarak yaratılan tanrı ve tanrılar bu gerçekliği kabul edenler  yaşamları boyunca mutlu oldukları anı tanrıdan geldiğine inanırlar, kötü olayları tanrının yarattığı şeytana bağlarlar, gülünç olan, başlarına gelen kötü olayları tanrıdan geldiğine inanmazlar. Tanrı gerçekliğine inananlar yaşadıkları kötü olayları aracı olmadan ( şeytan ), yoksulluğunun sebebi tanrıdan olduğuna inandıklarında tanrının bir masal olduğunu kolayca anlarlar.

2- Tanrı gerçekliğini kabul ederek yoksul hayat sürenler yaşadıkları hayatdan kurtulmak için tanrıdan  mucize bekler. Tanrı mucizesi hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğinden ellerinde masalın parçası olan cennet kalır. Tanrı mucizesini  anlatanlar masalı süsleyenlerdir. Bütün tanrıların mucizeleri neredeyse tamamı yoksulun kurtulduğu yaşamı anlatılır, komik olan dünya üzerinde yoksul sayısı artmaktadır, bu gerçekliği anlayanlar bilimsel gerçekliği kabul edenlerdir.

Bir tanrıya inanıyorsanız başka tanrıları ve beraberinde yazılan kitapları, ibadet şekillerini incelediğinizde masallarında nasıl oluştuğunu görebilirsiniz. Bir tanrı insanlar üzerinde etkisini kaybettiğinde yerine başka tanrı gelmiştir. Bu günümüze kadar bu şekilde gelmiştir, yüzlerce tanrı örnekleri verebiliriz. Tanrıları yaratanlar insanlardan başkası değildir.

On beş yıl boyunca yaşanan gerçek bir hayat hikayesi kaleme alınmıştır. Bu tamamen gerçek olan ve halâ hayatda olan kişinin yazdığı günlüktür. Kişinin ismi ve yerleri değiştirilmiştir. Hayata zar zor tutunan insanların ve yoksullar üzerinde tanrıların nasıl etki yarattığını anlamış olurken, tanrıların da neden yaratıldığını da anlamış oluruz.

Barış Anadolu'nun kırsal alanında yaşayan yirmi bir yaşında bir gençtir, anne ve babasını altı yaşında iken trafik kazasında kaybetmiştir, Barış’ı köylüler büyütmüştür. Barış’ın evi köyün üst tarafında taştan üç odalı tek katlı bir evdi, evde bir sobası, tahtadan yaptığı bir divanı, pencereler ise naylon ile kaplıydı, yağmur yağdığında evin içine yağar, kışınsa evde durulacak bir hali yoktu. Dört tane de koyun köpeği vardır, köpekler Barış’ın bakışlarıyla ne demek istediğini anlar. Barış’ın anne ve babası  çobanlık yapmışlardır, Barış da aynı mesleği devam ettirerek köylülerin koyunlarını çobanlık yaparak geçimini sağlardı. Kışları bazı yabancılar gelerek kurtlara verici takarlar, Barış onlara kurtları yakalamalarında yardımcı olurdu, çobanlığı sayesinde bütün bölgeyi çok iyi bilirdi, askerlik görevini yaptıktan sonra köyüne gelerek çobanlığa devam etmiştir. Barış’ı bütün köylüler çok sever, dürüstlüğüne ve sözüne güvenirlerdi, yardım severliğiyle bilinir, koyunlarını hiç tereddüt etmeden Barış’a teslim ederlerdi. Köylüler Barış’ın çobanlık yaptığı yıllar içerisinde çok büyük kazançlar elde etmiş ve sürülerini çoğaltmışlardır.

Askerden geleli üç ay olmuştu. Barış’ın tek isteği evinin çatısını yaptırmak ev eşyalarını  almak ve güzel bir evi olmasını isterdi. Aralık ayının ilk cumasıydı, Barış evinden çıkarak cuma namazına gitti, cuma namazı kılındıktan sonra muhtar köylüleri camide toplanmasını istedi, muhtar köylülere:

- Arkadaşlar bildiğiniz üzere Barış vatani görevini yaptı, yıllardır rahmetli babası da dahil koyunlarımıza güvenle baktılar,  Barış’ı kendi çocuğum gibi sever ve güvenirim, artık Barış’ın da evlenme zamanı geldi bu nedenle Barış’a sahip çıkarak bir yuva kurmasını sağlayalım.

Köylüler muhtarın sözlerine katıldılar ve hak verdiler. Barış hiç beklemediği bu sözler karşısında çok duygulanır ve şaşkınlığını gizleyemez, gözleri dolar.

Muhtar:
- Ben derim ki bu baharın koyunlarımızın ikiz olanlarından birisi Barış’ın olsun, bu sayede Barış’ında bir sürüsü olur, yıllardır üç beş kuruşa koyunlarımıza en iyi şekilde hizmet etti, bence bizim verebileceğimiz en güzel hediye de bu olacaktır.

Köylüler muhtarın bu sözünü onaylayarak Barış’ı tebrik ederler, bütün köylü Barış’ı çok sevdiği için muhtarın bu fikrini destekler. Barış hiç beklemediği bu sözleri duyduğu andan itibaren bir sürüsü olacağını ve evini tamir ettireceği için daha çok kendine güvenir, Barış yaylaları ve koyunları düşünüp mutluluktan uçarak evine gider, evinin damlamayan bir odasında  sobaya odun atarak çay bırakır o kadar mutludur ki hayeller kurarak çayı demlemeden uyur. Sabah kalktığında bunun bir rüya mı gerçek mi olduğunu anlayamaz, kahvaltı bile yapmadan muhtarın evine koşar, muhtarın evine geldiğinde kapıyı açar.

Diğer sayfalar:
[2] ►

BAPHOMET'İN BİLİNMEYEN TARİHİ

A, Baphomet, din, satanizm, Baphomet nedir?, Baphomet ve Muhammed, Baphomet hakkında bilinmeyenler, Şeytan figürleri, Tapınak şövalyeleri, Baphomet figürünün temeli, Şeytan sembolleri,
Baphomet'in görüntüsü, ağır metal albümlerden dini propagandaya kadar birçok şeyi süslemiş ve kötülüğün sembolü olarak kullanılma eğilimindedir. Yine de Baphomet aslında çok daha karmaşık bir semboldür.

Muhtemelen ister Satanistler ister paranoyak Hristiyan olsun, Baphomet'in Şeytan için bir vekil olarak kullanıldığını görmüşsünüzdür.

Bununla birlikte birçoğunuzun bilmediği şey Baphomet'in, yaygın olarak anlaşıldığı ve aslında çok daha derin bir tarihe sahip olduğu için kötülük ya da şeytanlıkla hiçbir ilgisi olmadığıdır. Şimdi bu sembolün tarihine bakalım.

Modern Baphomet simgesi, 13. ve 14. yüzyıllar boyunca tapınak şovalyeleri tarafından ibadet edildiği iddia edilen bir keçi başlı şeytani putun görüntüleri ile ilişkilidir. Gerçekte, Baphomet ve ilkel keçi başlı tanrı arasındaki bağlantı 1850'lere kadar ortaya çıkmamıştır. Terimin tarihsel kökeni belki de mitolojileşmiş versiyondan daha ilginçtir: Bir yanlış tercüme hikayesi, bir mahkeme salonu komplosu ve derinden etkili büyülü bir simgeye kademeli bir başkalaşım.

Baphomet kelimesinin bilinen en eski kullanımı 1098'de bir Fransız haçlısı tarafından yazılmış bir mektuptan geliyor. Savaştan önce haçlıların düşmanlarını kutsal topraklarda “Baphomet'e Davet”  olarak anlatıyor. Haçlı seferlerine dair kayıtlı tarihi belgelerde Bafumarias olarak camileri işaret ettiği görülmektedir. Bugün, Baphomet'in, Eski Fransız sözcüğü olan Mahomet'e benzer şekilde, İslam peygamberi Muhammed'e de atıfta bulunduğu kabul edilmektedir. O dönemde, Avrupa Hristiyan dogması Muhammed'e inanıp onu takip etmeyi putperestlik ibadeti olarak gördü. Bu dogmatik İslamofobi, bir siyasi Avrupalı hükümdar tarafından siyasi muhaliflerini hedef alan bir cadı avı biçiminde kullanıldı.

TAPINAK ŞOVALYELERİNİN TUTUKLANMASI VE BAPHOMET EFSANESİNİN BÜYÜMESİ

13 Ekim 1307'de Fransa Kralı IV. Philip, Fransa'daki tapınak şövalyelerinin tamamının tutuklanmasını emretti. Önceki iki yüzyıllık haçlı savaşı boyunca Tapınak Şövalyeleri Avrupa'nın en güçlü askeri emirlerinden biri haline gelmişti. İngilizlerle yapılan bir savaş sırasında Kral Philip tapınak şovalyelerine mali olarak büyük ölçüde borçlanmıştı. Kral Philip borcunu silmek istedi ama aynı zamanda onlara ödeme yapmadığı takdirde askeri bir tehdit oluşturacağından korkuyordu. Bu yüzden yüzlerce şovalyeyi aniden aniden tutuklattı ve sapkınlıkla suçladı.

Engizisyonun uyguladığı işkence teknikleri nedeniyle Ortaçağ'da bir sapkın olarak tutuklanmak tatsız ve korkutucu bir olaydı. Cezalandırma mahkum itiraf edene kadar devam edecekti. Kral Philip tapınak şövalyelerini haç üzerinde idrar yapmak, tükürmek, eşcinselliğe başlamak ve Baphomet'e bir put olarak ibadet etmekle suçladı. Muhtemelen Muhammed'e atıfta bulunulan Baphomet'in, Orta Doğu'da İslam kültürü ile karışan zamanlarında tapınak uygulamasına dahil edildiği iddia edildi. Temel olarak, Kral Philip tapınak şövalyelerini Müslüman olmakla suçluyordu. Benzer suçlamalarla IV.Kral Philip'in gücünü diğer siyasi muhaliflerine karşı dengelediği açıkça görülüyordu.

Hayal edilemez derecedeki ağır işkencelerini uygulamak için üretilen türlü bahanelerinden sonra tapınakçıların çoğu ıstıraplarına son vermek için gerçek olmayan itiraflar ürettiler. Bazıları bir puta tapındığını itiraf etti fakat bu itirafları vaftizci Yahya'nın kopmuş başından, üç yüzlü bir kedi heykeline tapınmaya kadar değişti. Bununla birlikte yargılamalar boyunca keçi başlı bir simgeye referans verilmemiştir. Soruşturma görevlisinin elinden kurtulan çoğu tapınakçı itiraflarını geri aldı fakat sonrasında kazığa geçirilerek yakıldılar. Askeri eylemi tehdit eden Kral Philip, papalığı tapınak düzenini tamamen dağıtmaya zorladı.


BAPHOMET 19.YÜZYILA GİRİYOR

Gelecek 500 yıl boyunca bilginler ve sufiler tapınakçılara karşı yöneltilen suçlamaların gerçekliği üzerine spekülasyon yaptılar. Tapınakçıların kutsal topraklardaki seferleri sırasında onlarla ilişkilendirilen efsane ve hikayelerle zengin bir mitoloji ortaya çıktı. Avrupa’dan Orta Doğu’ya ve Kuzey Afrika’ya uzanan ve büyülü antik bilgiyle dönen bir grubun ya da bireyin anlatısı Rönesans gizli düşüncesinde yinelenen bir temaydı. Aynı temalar, Abramelin Kitabı ve Hermetik metinleri gibi tanınmış metinlerde de görülür.

1818'de Şövalyeler Tapınağının ibadet ettiği idolün doğası üzerine spekülasyon yapılarak Baphomet terimi Viyana'da yayınlanan bir makalede yeniden ortaya çıktı. Yazar, Joseph von Hammer-Purgstall tapınakçıların gerçekten putperest olduğunu ve Baphomet'in Mısır'dan veya Gnostik Hristiyan ofitlerinden (ofit: bir tür maden) ödünç alınan hermafroditik bir taş figürü olduğunu iddia etmiştir. Zaman zaman araştırmacılar Von Hammer Purgstall'in sözlerini anti-masonik etkili söylemler olarak adlandırdılar. Bu makalenin yayınlanmasından sonra birçok Avrupa müzesi “Baphomet” adlı küçük oymalı taş idolleri kataloglamaya başladı.

BAPHOMET'İN SON DÖNÜŞÜMÜ

Baphomet'in son dönüşümü 1854'te gerçekleşti. Fransız tören büyücüsü olan Elphias Levi, Baphomet'i Sabbatik Keçi adlı bir figür ile yeniden tasavvur etti. Evreni ikili zıtlar biçiminde temsil eden çift cinsiyetli Sabbatik Keçi, taş Baphomet'in unsurlarını ve tapınak Baphomet'i efsanesinin sembolik unsurlarını içeriyordu. Yeni figür bu unsurları doğaüstü, kabalistik ve katolik tasvirleri ile birleştirmişti.

Levi kariyerine katolik ilahiyat fakültesinde başladıysa da bir süre sonra macera arayışına girip sihir peşinde koşmaya başladı. Sabbatik Keçinin Hristiyanlığın daha önceki çok tanrılı ya da animistik geleneklerin yayılmasından kurtulan tüm kutsal simgeler için kolektif bir temsil olarak hizmet ettiğine inanıyordu. Keçi başlı Baphomet'e tapınak şövalyeleri tarafından ibadet edilmemesine rağmen, Sabbatik Keçi, tapınakçıları zamanın egemen dini söylemiyle haklı çıkarılan her türlü toplumsal baskı biçiminin ruhuna atıfta bulunuyordu.

Levi'nin Baphomet'inin en eşsiz ve ikonik unsuru insansı bir vücut üzerindeki keçi başıydı. Keçi kafası, Osiris'in ruhunu temsil eden Mısırlı keçi başlı tanrı Banebdjedet'ten esinlenilmişti. Levi aynı zamanda eskilerin taptığı ve dönemin sosyal bularından olan bir başka keçi başlı tanrı Pan'dan esinlenmişti. Sabbatik Keçi’nin kollarındaki COAGULA ve SOLVE latin sözcükleri "bir araya gelip parçalanmak" anlamına geliyordu. Bu, Kilise liderlerinin ve dünya temsilcilerinin Tanrı'dan aldıklarını iddia ettikleri yetkilerine gönderme yapıyordu. Levi’nin bağlamında bu terimler herhangi bir dinleyici tarafından başlatılan, uygulayıcı tarafından gerçekleştirilebilecek, büyünün dualistik gücünü temsil ediyordu.

ALEİSTER CROWLEY VE BAPHOMET

Eliphas Levi’nin Baphomet'i, en meşhur Gnostik kitlesinde yer alan Aleister Crowley tarafından da kabul edildi. Baphomet'in derin simgesel doğası Crowley’in Rönesans ve Ortaçağ ritüel ve sihir yorumlarıyla uyumluydu. Ayrıca Crowley’in hermetik ideolojisini destekleyen ikili kozmolojik unsuru da içeriyordu. Crowley, Baphomet'i bir karşıt androjen olarak tanımladı, zıtların birliği aracılığıyla mistik bir mükemmellik temsilcisiydi. Aynı zamanda bu karşıtlık birliğini bir sperm ve yumurtanın birleşmesiyle meydana gelenlerle eşleştirdi. Baphomet'e olan yansımaları tarafından tetiklenen bu düşünce dizisi Crowley’in cinsel sihir teorilerinde derinden etkili olmuştur.

Crowley ayrıca Baphomet ve Şeytan'la bastırılmış bilgi ve gizli ibadet fikirlerini de birbirine bağladı. Geleneksel Hristiyan düşüncesinin aksine "O insanlığın düşmanı değildir, ırkımızın iyi ve kötüyü bilen tanrıları tarafından yaratılan bir canlıdır!", "O, Thot'un Kitabı'nın “Şeytanıdır" ve onun amblemi, BAPHOMET'tir, argoda kusursuzluğun hiyeroglifi olan Androgyne'dir. Dolayısıyla o, yaşam ve sevgidir." demiştir.

BUGÜN BAPHOMET

Uzun ve derin simgesel tarihi ile Baphomet, günümüze bazılarında korku ve kimilerinde saygı uyandıran güçlü bir ikondur. Baphomet zaman ve kültür tarafından modern gizli mirasımızın zengin simgesine dönüştürülmüştür. Aynı zamanda devlet destekli, dini baskı tehlikelerinin dokunaklı bir hatırlatıcısı olarak da günümüzde hizmet etmektedir.

Çeviren & Yazan: A.Kara

GÖBEKLİTEPE SİRİUS'A İBADET EDİLEN BİR GÖZLEMEVİ MİYDİ?

Göbeklitepe,A, Açıklanamayanlar, Göbeklitepe'nin gizemi,Urfa Göbeklitepe,Göbeklitepe'de Sirius yıldızına mı tapılıyordu?,Sirius yıldızı ve Göbeklitepe,Göbeklitepe hakkında merak edilenler,Türkiye'nin gizemli bölgeleri
Dünyanın en eski tapınağı olan Türkiye'nin güneyindeki Göbeklitepe, büyük bir kozmik rasathane olarak inşa edilmiş olabilir ve inşa edenler köpek yıldızı Sirius'a tapmış olabilirler.

Göbeklitepe'nin (Urfa, Türkiye) megalitik duvarları, bugüne kadar bilinen ve M.Ö. 10 binyıla kadar uzanan en eski taş yapılardır. Bu yapılar için astronomik hedeflerin muhtemel varlığı analiz edilir ve güney gökyüzü üzerinde yeni, son derece parlak bir yıldız olan Sirius'un görüntüsünü kutlamak ve ardışık olarak takip etmek için yönlendirilmiş hatta orijinal olarak yapılmış olabileceği düşünülmektedir.

Sirius, takımyıldızı gökyüzündeki en parlak yıldızdır ve tarih boyunca sayısız eski uygarlık tarafından tapılmıştır. Bu yıldız çok önemliydi, örneğin eski Mısırlılar, takvimlerini  ve Nil Nehri'ni su basmasını bu yıldıza dayandırdılar. Bu ilişkiden, köpek günleri kavramı çıktı. Köpek günleri yazın çok sıcak, boğucu günlerine verilen bir isimdir.

Bu tarihsel olarak Yunan ve Roma astrolojisinin ısı, kuraklık, ani gök gürültülü sağanak yağmur, uyuşukluk, ateşlenmek, kuduz köpekler ve kötü şansla bağlantılı yıldız Sirius'un yükselişini izleyen dönemdir. Ancak geçmişte yaşamış olan sayısız eski uygarlık bu yıldızın büyük önem taşıdığını düşünüyordu.

Örneğin, Dogon, Sirius'un varlığından haberdardı ve gökyüzündeki en parlak yıldızın, Sirius'a (Sigi tolo veya “Sigui'nin yıldızı”) iki eşlik eden yıldıza sahip olduğuna inanıyorlardı. Bunlar Sirius A'nın birinci ve ikinci arkadaşları pō tolo (Digitaria yıldızı), ve ęmmę ya tolo idi (kadın Sorghum yıldızı).

Tüm bu inanılmaz detaylara ek olarak, Göbeklitepe'ye doğru yönelmek ve yeryüzündeki en eski tapınaklardan birini inşa eden bu insanların din ve inançlarını Sirius ibadeti etrafında kurmuş olma ihtimali üzerinde durmak gerekir.

Türkiye'nin güneyindeki Göbeklitepe, 11 bin yıldan daha eski bir tarihte olduğuna inanılan bir sitedir. Hayvan figürleri ve diğer unsurların yazılı olduğu bir dizi T şeklinde taş sütunlarla çevrili 20 avluya sahip antik bir tapınaktır.

Bu yapıların merkezindeki birbirine paralel yerleştirilen iki taş sütun ne anlama geldiğini tam olarak anlamaya çalışan akademisyenlerin merakını artırmaktadır.

Göbeklitepe, arkeologların uygarlık ve insan kültürünün kökenleri hakkındaki fikirlerini kökten değiştirmiştir.

Daha önce yerleşik bir uygarlık kurmanın tarım, sanat ve din konusunda geliştirme dürtülerini tetiklediği düşünülüyordu. Ancak, birçok yazar ve akademisyen Göbeklitepe'nin inşaatçılarının sadece avcı ve toplayıcı olduklarına inanmaktadır.

Daha eski sanat motifleri ve dini tezahürleri olduğu gerçeğinin ötesinde, Göbeklitepe'deki bulgular, tarımın gelişmesinden önce tapınakların kurulduğunu ve yerleşimlerin kurulduğunu göstermektedir (en azından Göbeklitepe yakınında tarımın geliştiğine dair herhangi bir endikasyon bulunmamıştır).

Başka bir deyişle, göçebe avcılar mimarlık, sanat ve din alanında kendilerini geliştirdiler ve bunu büyük bir patlama ile yaptılar.


GÖBEKLİTEPE DEV BİR GÖZLEMEVİ Mİ?

Arkeoastronomer Giulio Magli'ye göre, bu tapınak bir gözlemevi ve Sirius yıldızı için bir ibadet yeri olarak inşa edilmiş olabilir.

Magli, "Tapınağın bu yıldızın doğumunu izleyecek şekilde inşa edildiğini düşünüyorum, gökyüzündeki yeni bir nesnenin ortaya çıkmasının yeni bir dine bile yol açtığını hayal edebilirsiniz." diyor.

Bu yıldız, Dünya'nın ekseninin beklenen devinimi nedeniyle bu alanda M.Ö. 9300 yılına kadar ufukta olacak ve ihtişamlı bir şekilde ortaya çıkacaktı.

Magli, Göbeklitepe'nin varolan haritalarının ve bölgenin uydu görüntülerinin yardımıyla her bir mahfazanın içindeki iki megalitin arasından ve paralel geçen hayali bir çizgi çizdi.

Kazı yapılan halkalardan üçünün, Sirius'un M.Ö. 9100, M.Ö. 8750'de ve M.Ö. 8300'de ufukta yer alan noktalarla hizalı olduğu tespit edilmiştir.

Tapınak bu yıldızın “doğumu” etrafında inşa edilmiş olabilir ve hatta dinin yıldızı bu parlak yıldızın etrafında merkezlenmiş olabilirdi.

Göbeklitepe'yi anlamaya yönelik heyecan verici gelişmelere rağmen, sonuçların ön plana çıkması, Magli'nin strese girmesidir.

Arkeoastronomer, daha doğru hesaplamalara ihtiyaç duyulacağına ve yatay ve düşey açıları ölçmek için bir cihaz olan teodolit gibi aletlerin kullanıldığı tam bir araştırmanın yapılması gerektiğine inanmaktadır.

Ayrıca uzman, Göbeklitepe'deki yapıların inşa edildiği dizinin belirsiz olduğunu, yani buranın halkının ufukta farklı noktalarda yükselen Sirius'u takip etmek için inşa edildiğini söylemenin zor olduğunu belirtiyor.

Çeviren & Yazan: A.Kara

ŞEYTAN KİLİSESİ FELSEFESİ

satanizm, Şeytan kilisesi,Şeytan kilisesinin felsefesi,Satan kilisesi,Satanistlerin kilisesi,Satanizm nedir,Satanizm hakkında,A,din,Şeytan İncili,Şeytana tapanlar,LaVeyan satanizmi
Şeytan'ın Kilisesi'nin resmi logosu, içinde keçi kafasının bulunduğu ters çevrilmiş bir pentagram ve tümünü çevreleyen İbranice dilindeki "Leviathan" kelimesinden oluşur.

Şeytan'ın Kilisesi'nin birçok felsefi görüş, kurallar ve ilkesi var fakat onları özetlemekle birlikte aşağıdaki kurallar en dikkat çekici olanlardır:
  • Bedenimize ve başkalarına ne yapması gerektiğini söylememeliyiz.
  • Dinlerin günah dediği şeylerin tadını çıkarın, günah işlemeye göz yumun ve istediğiniz şeyden hoşnut olun.
  • Hak ettiklerini düşünüyorsan diğer insanlara ne istersen yapabilirsin, unutma kimseye borçlu değilsin.
Yukarıdaki maddelerden de anlaşılacağı üzere Satanizm felsefesi tamamen din karşıtıdır, onların günah ilan ettiklerini yapmayı uygun görerek Şeytan'ın haklı olduğu konusunda onun safında durmayı amaçlamaktadır.

Aptallık, gösterişçilik, kendini aldatma, sürüye uymak, perspektif eksikliği, eski Ortodoks'luğu unutmak, verimsiz gurur ve estetik eksikliği olmak üzere dokuz Şeytani Günah vardır.

LaVeyan Satanizmi, Kilisenin otoriter rejimine ve insanların hayvanların doğal tabiatlarını mahrum ettiği görüşü nedeniyle dinlere, özellikle de Hristiyan'lığa karşıdır. LaVeyan Satanistlere göre Şeytan bir varlık değil, kişisel çıkar ve kontrol edilme reddidir. Şeytan Hristiyanlık öncesi bir semboldür. Satanistler için doğanın karanlık gücünü, olağan ve dünyevi şeyleri temsil eder. Kiliseleri hoşgörü, intikam, özerklik, kişisel sorumluluk ve hayatı geliştirmeyi vurgular (hem intikam hemde hoşgörüyü vurgulaması dinlerin içinde barındırdığı bazen merhametli bazen merhametsiz Tanrı anlatımı kadar çelişkili geldi bana).

LaVey satanlarının kendi kitapları olan "Şeytan İncili" inde ritüelleri tanımlanır. İnsanı açıklamanın ötesinde güçlerin var olma ihtimalini açık bırakmasına rağmen, kendi bilincine, karanlığı kucaklamaya veya ritüel "hedef" in psikolojik manipülasyonuna yol açan bir psikodrama olarak tasarlanmıştır. LaVey, kan kurbanının herhangi bir ritüelde kullanılması gerektiği fikrini, kilise, hayvanlara ve çocuklara zarar vermeyi açıkça reddetti. Fakat sosyal darwinizm ve elitizm savunuculuğu nedeniyle eleştirilere maruz kaldı.

Çeviren & Yazan: A.Kara

BAAL'IN DİNİ VE TANRININ ÇOKLU İSİMLERİ

A, Allah, Anat, Baal'ın dini, Büyük tanrı El, din, El-ilah, Elohim, hristiyanlık, islamiyet, Kenan halkı, mitoloji, Mot, musevilik, sümer mitolojisi, Sümer mitolojisinde Tanrı, Tanrı El, Tanrının evrimi,
Baal'ın dini çoktanrıcılıktan çıkamamış olsa da, fiziksel putların ve sınırlı ruhların arasında gizlenmiş sonsuz bir şeyin parıltısını algılamak mümkündür: Büyük Tanrı El.

El, diğer tüm tanrılardan daha büyük bir tanrıydı, İbrahim doğmadan bin yıl önce veya daha fazla bir süredir tapılmıştı. En yüksek tanrının adı kültürden kültüre değişiyordu, fakat bugün farklı ülkelerin gott, dios, Allah, Yehova ya da dieu'dan bahsettiği gibi El'in tasavvuru aynı kalmıştı.

Semitik dilleri konuşanlar onu El olarak tanıyordu, fakat aşağı Mezopotamya'nın Sümerler'i onu cennetin gök tanrısı olan An olarak kabul etmişti. Mezopotamya'da da yaşayan Akadlar ve Asurlular ise onu Anu olarak adlandırdılar. İlk Mısırlılar ona Horus diyorlardı ancak daha sonra hanedanlar ona Ptah, Atum ve Ra adını verdiler.

Her kültürde, El'in rolü aynıydı. O özel panteondaki (ulusun bütün tanrıları) diğer tüm tanrıların ataları olan babasıydı. Gökyüzündeki güneş gibi, El de dünyadan ziyade cennete yönelerek cennetten hükmetti ve şafakta dağlara parıltı veriyordu. Kenan halkı, El, Baal, Mot ve Anat gibi daha küçük tanrıların yaratıcısı olarak “Boğa-Tanrı” olan Thoru-el adı altında El'e saygıyla ibadet ettiler.
Bu olay Bahai perspektifinden anlaşılabilirdir çünkü:
… Her yaşta ilahi vahiyin ölçüsü, sürekli olarak gelişen bir insanlık tarafından o çağda elde edilen toplumsal ilerleme derecesine uygun hale getirilmiş ve orantılıdır. Shoghi Efendi, Vaat Günü geldi, S.118.


Nüfusun göreceli eğitim eksikliği göz önüne alındığında, El / Anu / An / Thoru-el'in sadece eskimiş tanrı olmadığı sonucuna varılabilir. İnsanlar onu, evrende en yüksek tanrı olarak görüyorlardı, adı ne olursa olsun, onu ne kadar kötü anlıyorlarsa olsunlar. Tanrı, Gott, Dios, Allah, Dieu, Θεός, Deus, Dio, бог, Bağışlayıcı, Efendilerin Efendisi.

İbrahim, Musa ve İsa'nın vahyleri ile, en yüksek tanrıya verilen isimler gelişmeye devam etmiş ve Eski ve Yeni Ahit'te çeşitli versiyonlar serpiştirilmiştir, ancak bu farklılıklar genellikle İncil'in standart İngilizce çevirilerine yansıtılmamıştır. Elohim, Elyon, El Ro'i ve El Shaddai büyük tanrı El ile yakından ilişkili olan dört isimdir. Örneğin Enoch, “elohim ile yürüdüm.” İbrahim’in cariyesi Hagar, El Ro’i ile konuştu, Yakup El Shaddai’yi Kenan topraklarında görmüştü ve Melchizedek, El Elyon'un Rahibi'ydi. El, aynı zamanda Elohim-RAB, Elohim-Yahweh-Adonai ve Elohim Adonai'de olduğu gibi, tanrının farklı yönlerinin hepsine yönelik artan bir takdiri daha açık bir şekilde ifade etmenin bir yolu olarak başka bir kelime veya iki kelime ile birlikte kullanılmıştır. Yunanlılar sonunda El'i Zeus'un adıyla kabul ederken ve Romalılar onu Jüpiter olarak kabul edeceklerdi. Arabistan'da ise ismi El-İlah olarak başlayacak ve sonra Allah'a dönüşecekti.

İsa'nın Tanrı için birden fazla farklı kelime kullanmadığını kimse söyleyemez, ancak İsa'nın hem İbranice hem de Aramice'de akıcı olduğu ve en azından küçük seviyede bir Yunanca konuşabildiği düşünülürdü. Yahudi yazılarını okumak için evde İbranice öğrendiği söylenir ancak Aramice hayatı boyunca Kenan'ın ana diliydi ve Yunanca, tüccarlar ve gezginler tarafından Akdeniz dünyasında ortak bir dil olarak kullanılıyordu. Elah, Aramice'de Tanrı için en yaygın kelime iken, Theos ve Kyrios ise Yunan dilindeki eşdeğerleri idi.

İncil tarihçilerinden Carl Henry, insanların bazen daha yeni isimlerle Tanrı'yı ifade edişini ve daha eski isimlerle birleştirilmesi konusundaki endişeyi bastırabilmek için şöyle diyor:
… Ardışık tarihin ardışık dönemlerinde, Tanrı'nın daha önceki isimleri daha sonraki isimleri ile yan yana tutulur. Sonraki ilahi açığa vuruş, önceki isimlerin gücünü ve önemini geçersiz kılmaz, çünkü Tanrı, isimlerinin ilerici vahiyinde kendini inkar etmez. Tanrı daha önceki veya sonraki isimler tarafından uygun şekilde ele alınabilir. Carl Henry (Tanrı, Vahiy ve Otorite, s. 182-183.)

Fakat bu sözün doğruluğu tartışılır çünkü Tanrının kendini açığa vuruş biçiminin lanetlediği diğer put ve tanrılarla aynı isim veya kurallara sahip olması onu kendi içinde büyük bir çelişkiye sokar.

Çeviren & Yazan: A.Kara

CEHENNEMİN DOYURULMASI | KUR'AN VE TALMUD

sizden gelenler, din, islamiyet, yahudilik, Cehennemin doldurulması, Cehenneme soru soran, Cehennemin konuşması, Kur'an ve Talmud, Talmud'dan esinlenip Kur'an'a eklenenler, Kaf 30,Şabat104a
Kuran'ın 50. suresi olan Kaf  Suresi 30. ayetinde bu tür bir homiletik/vaazsal/ midraşik/ ders verici ifadeye rastlarız. Bu ifadeyi birebir almamalıyız çünkü Kuran'ın yazıldığı dönemde oluşan gelenek bunu birebir almamayı gerektiriyor.

Kuran burda muhattabına cehennemin dehşetini yine cehennemin ağzından kişileştirerek aktarıyor ve diyor ki:

Kaf Suresi 30: "O gün Cehenneme, “Doldun mu?” deriz. O da, “daha var mı?” der."

Burda Kuran'ın Tanrısı'nın cehennemi ''insanlar ve cinlerle dolduracağını söylediği'' (örneğin Hud Suresi 119) unutulmamalı. Aslında cehennem bizzat Allah'ın izniyle ve vaadiyle doluyor.

Peki burda şu soruyu sormalıyız: Tek Tanrılı inançların peygamber anlayışından yoksun olan Araplar cehennemin konuşacağına dair bu bilgiyi nasıl edinebilir? Yani gelişmiş bir tek tanrılı teolojileri olmayan Araplar bu denli girift, kompleks bir vaazsal kişileştirmeyi nasıl yapabilirler? Elbette daha önce söylenmemişse yapamazlar !

Babil Talmud'u Şabat Risalesi/Bölümü'ne 104a numaralı pasaja bakarsanız. (Görseli aşağıda mevcuttur) Kuran'ı yazanların Kaf Suresi 30'da zihinlerinde hangi geleneğin izinin olduğunu görebilirsiniz.

Not: Yahudilik'te (en azından Talmud'da) de tıpkı Kuran'daki gibi cehennemi kontrol eden bir cehennem meleği olduğuna inanılır (Kuran'da bu Zuhruf Suresi 77'de geçer.) :

''(Cehennemin prensi/meleği Tanrı'ya diyor ki) : Her şeyi benim denizime koy, beni Şit'in soyuyla besle.Açım...'' fakat Tanrı bu isteği redderek cehennemin prensine oraya sadece ''inançsızları'' almasını söyler. (Babil Talmud'u -Şabat 104a)

Not 2: Şit Adem'in Kabil ve Habil dışındaki 3. oğludur. Kabil kötü bir kimse olduğu için Tevrat'a göre Adem'in dürüst soyu, Şit'ten devam etmiştir.

Babil Talmud'u Shabbat 104a'nın son 2 paragrafına aşağıdan bakabilirsiniz.

sizden gelenler, din, islamiyet, yahudilik, Cehennemin doldurulması, Cehenneme soru soran, Cehennemin konuşması, Kur'an ve Talmud, Talmud'dan esinlenip Kur'an'a eklenenler, Kaf 30,Şabat104a
sizden gelenler, din, islamiyet, yahudilik, Cehennemin doldurulması, Cehenneme soru soran, Cehennemin konuşması, Kur'an ve Talmud, Talmud'dan esinlenip Kur'an'a eklenenler, Kaf 30,Şabat104a

SİZDEN GELENLER | Yazan: A-gnostik

Eleştirisel bakış açısı ile her din ve inanca ait yazılarınızı, inancınızın değişim sürecini anlattığınız sorgulama süreçlerinizi dinvemitoloji@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
  • Bu yazılar biz-siz gibi sorgulama evresine girmiş herkese mutlaka biraz olsun ışık tutacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazılar sitemizde adınızla veya takma adınızla yayınlanacaktır.
  • Gönderdiğiniz yazının başka bir internet sitesinde yayınlanmamış olması gerekmektedir. (KOPYA içeriğe karşı olduğumuzdan, sitemizdeki tüm içerikler özgündür)

BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE KUR'AN-2 | PDF KİTAP

Arif Tekin'in "Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an" kitabının 2.si olan bu kitap Kur'an'ın kökeni-kaynakları-esinlenişleri konusunda sizi oldukça aydınlatacaktır. Bunu okumadan önce serinin ilki olan 1. kitabı sitemizden indirip okumanızı tavsiye ederim. Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz, iyi okumalar.

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

Arif Tekin Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an 2 pdf, Arif Tekin pdf, Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an pdf, din konulu kitaplar, Kur'an'ın Kökeni pdf, Pdf kitap, pdf kitap indir, ücretsiz kitap,

BİLİNMEYEN YÖNLERİYLE KUR'AN-1 | PDF KİTAP

Arif Tekin'in "Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an-1" isimli kitabı sizi Kur'an'ın kökeni-kaynakları-esinlenişleri konusunda oldukça aydınlatacaktır. Kitabı okumak veya indirmek için aşağıdaki resme tıklayabilirsiniz, iyi okumalar.

Uyarı: Telif hakları eser sahibine aittir, uygun görülmemesi durumunda telif sahibi dinvemitoloji@gmail.com adresinden irtibata geçerek yayını kaldırtabilir.

din konulu kitaplar, Pdf kitap, pdf kitap indir, ücretsiz kitap, Arif Tekin Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an 1 pdf,Arif Tekin kitapları pdf,Bilinmeyen Yönleriyle Kur'an pdf,Arif Tekin pdf

MEZOPOTAMYA'NIN UGARİT EFSANELERİ

mezopotamya mitolojisi, Ugarit krallığı,Ugarit mitleri,Ugarit efsaneleri,Tanrının krala yardımı,Tanrı ile kral ilişkisi,Semitik inanış, Semitik mitoloji, sümer mitolojisi, mitoloji,
Eski Mezopotamyalılara göre, ışık ve karanlık, yaşam ve ölüm bir bütünün iki yarısıydı. Yaşayan dünyayı yöneten Inanna, cennet tanrıçası iken kız kardeşi Ereshkigal karanlık ve ölülerin kraliçesi idi. Hiçbir kız kardeş birbiri olmadan var olamaz, var oluşlarını birlikte sağlarlardı. Ancak Inanna insanlar tarafından dünyada görülebilirken, Ereshkigal görünmezdi. Mezopotamya sanatçıları Ereshkigal'ı asla doğrudan tasvir etmediler, ancak Ereshkigal'ın gönderdiği canavarların ve iblislerin görüntülerini tasvir ettiler.

Baal, bir dizi Ugarit efsanesinde Baal döngüsü ile belirir. Bu hikayeler Baal'ın iktidara yükselişini ve gücünün artışını, diğer tanrılara meydan okuyuşunu ve yüz yüze geldiği zorlukları anlatıyor. Baal döngüsünün altında yatan bir konu ise eski tanrı El ile genç ve güçlü Baal arasındaki gerginliktir. El yüceliğini sürdürmüş olsa da, Baal tanrıların kralı haline gelmişti. Baal, doğanın tahrip edici gücünü temsil eden, denizlerle ve tufanlarla ilişkili olan Leviathan olarak da bilinen Yam'ı yenmiştir. Baal ayrıca doğurganlığın ve bereketin tanrıçası olan kız kardeşi Anat ile barış yapmak zorunda kaldı ve kanlı bir savaşçı kurbanı gerçekleştirdi. Sonunda, Baal ve Anat yeryüzüne ölüm tanrısı Mot ile yüzleşmek için gittiler. El, Baal ve Mot arasındaki savaşa başkanlık etti. Fakat hiçbir tanrı kazanamadı.

Diğer Ugarit efsaneleri ise efsanevi krallarla ilgilidir. Bu masallar gerçekte bazı tarihsel temelleri olmasına rağmen ayrıntıları kayıptır. Bir efsane oğul hasreti çeken King Keret'in hikayesini anlatır. Gördüğü bir rüyada El, Keret'e komşu bir krallığın prensesini karısı olarak almasını söyler. Anat ve Ashera'yı onurlandıracağına söz veren kral bunu yaptı ve yeni karısı yedi oğul ile bir kız doğurdu. Ancak, Keret hastalandı ve tanrıçalara yapması gereken ibadetlerini ihmal etti. Sadece Baal'a yapılacak özel bir tören ile kral ve kraliyet eski sağlığına yeniden kavuşabilirdi. Bu efsane tanrıların kral aracılığı ile insanlara iyi veya kötü şans gönderdiğini söyleyen Semitik inanışı resmetmektedir.

Yazan: A.Kara