HABERLER
Dini Haber

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 11

Yazan: Zübeyde Savaş
15 yıl tanrı ve ateizm 11, din, Farklı tanrılar, Gerçek hayat hikayesi, Küçük çocuklara tanrı masalları, Tanrılar nasıl oluştu?, Zübeyde SAVAŞ,

15 YIL TANRI VE ATEİZM | 11

-Çalıştığım tarla da işçilerin bazıları yayla da koyunların sütünü toplamadıklarını söylüyorlardı, yol olmadığından bahsederlerdi, ben de tarla sahibi'nin yanına giderek yapmak istediklerimi anlattım ve ondan iki tane at istedim parasını yayla döneminden sonra vereceğimi söyledim, tarla sahibi tanıdığım çok mert insandı, olmaz dedi atlar için, şu an kış yaklaşıyor senin atlara bakacak durumun yok, eğer kışın yanım da kalır hayvanlarıma bakarsan bahar geldiğinde de sana iki at veririm anlaşma bu, ben çok sevinmiştim tamam dedim, kışın kalacak yerim ve yemekte olacaktı, baharın iki atımla birlikte süt toplayacaktım. Bahar geldiğinde atları alarak yaylaya doğru yola koyuldum, sütü  kime vereceğimi de ayarladım sorun çobanlardan süt alacak çok param olmamasıydı, yaylaları özellikle yolu olmayan ve kötü olanları seçiyordum, yayla da çobanların yanına giderek süt topladığımı söylüyordum neredeyse bütün çobanlar  buna çok sevinmişlerdi, çobanlara topladığım sütlerin parasını da haftalık vereceğimi onlar da önemli olmadığını önemli olanın sütlerinin alınması olduğunu söylüyorlardı, çobanlardan sütleri alıyordum, güneş doğmadan sütleri atın sırtına koyarak götürür satardım, güneş batana kadar süt toplardım atlar ve ben çok yorulurduk o yayla döneminin en zoru ve acı tarafı geceleri yaylanın çok soğuk olması benimse sadece bir kazağım olmasıydı, ailem aklıma gelir ısınırdım,  yayla döneminde çok fazla para kazandım, çobanların paralarını düzenli olarak her hafta vererek güvenini de kazandım, yayla bitiminde köyüme gittim ilk olarak babam, abim ve kardeşimin mezarlarını yaptırdım, mezar taşlarına yoksul olarak yaşadıklarını ve isimlerini yazdırdım dinle ilgili hiçbir şey yoktu, köylü bu duruma çok sinirlenmişti umutları sorgulanıyordu, köyde bulunan bakkala giderek ilk kez ekmek alıyordum bu anlatılmaz bir duygu bunun tarifi bana göre yok çok mutlu olmuştum, bakkalın sahibi veresiye olmaz demişti çok güldüm içimden, canım ne çekerse almaya başlamıştım evime gerekli olan eşyaları televizyon dahi almıştım, köylüler yolda yürürken artık az da olsa merhaba demeye başlamışlardı, köylüler benim nasıl nereden para kazandığımı düşünür ve tartışırlardı bana da soracak bir cesaretleride yoktu, bense köylülerle konuşmak bile istemiyordum, yayla zamanı geldiğin de  at sayısını on yapmıştım ve çok paralar kazanıyordum köyde bir çok tarlayı aldım ve şehirden evler, yaylaya yollar açılırken bıraktım süt toplamayı, artık başkaları bana süt topluyordu. Bilimle ilgili olan her kitabı okumaya ve kendimi geliştirmeye başladım, evlendim, bir kızım var dedemin ailesi oldu soyu devam ediyor, bu yıllar içinde de yoksula aç kalanlara çok yardım ettim, köyüme gittiğim zaman evime gelen giden belli olmuyor sen kıyasla, ben acımasız mı olmuştum hayır, gösterilen saygı kime bana mı, hayır bir kağıt parçasına ben de değişen hayatımdan inancı çıkarmak oldu neden biliyor musun? Ben, babam, abim, kardeşim ve dedem tanrıyı aradık, umut ettik anlatılan tanrı yardım eder diye.

Derin bir sessizlik sarar her yanı, Ramadan, Barış’ın gözlerine uzun uzun bakar.
Ramadan:
- Kaç yıl oldu tanrıyı arayalı?
Barış bir anda irkilir, yılları unutmuştur zaman sanki kaybolmuşcasına ürperir birşey söyleyemez.
Ramadan:
- Gelecekle ilgili  umudun yok muydu? Aynaya bak kendine sor yılların nasıl geçtiğini ne için olduğunu sor, hayallerine ulaştın mı? Yoksa uzaklıştın mı? Denize balık tutmak için gittiğinde bir kaç sefer mutlaka balık yakalarsın, senin yanına ilk geldiğimde tanışmak için geldim aslında, köylüler seni o kadar anlatıyordu ki, bu kim dedim içimden öğrenmek istediğim insanlığını bulmuş muydu? Evet dedim tanıştığımızda, koyunların sütünü yıllar sonra kendim almak istedim neden biliyor musun? Seni daha iyi tanımak ve dost olmak için, baktığımda dostum dediğim insan eriyor, hayallerinden uzaklaşıyordu senin görmeni sağlamaya çalıştım olmadı umuduna yenildin hayallerin çok uzaklaşmıştı artık buna da ben katlanamıyordum, yıllar sonra bunu bir şekilde öğrenecektin fakat ortada hayallerin de kalmıyacaktı bu sana daha fazla acı verecek, umudun  boş olduğunu anladığında yılların nasıl kaybolduğunu anlayacaktın.

Ramadan, yavaşça kalkarak Barış’a tebbessüm eder, çok da üzgündür, arabadan bir ayna alır Barış’ın yanına bırakır, oradan ayrılır. Barış, düşünceler içinde kaybolur, aynaya bakar saç ve sakalları uzamış olduğunu farkeder, zamanı hatırlamaz saatler geçer aradan. Artık unuttuğu herşeyi hatırlamıştır;
- Tanrı sana inandığımdan bu yana on beş yıl geçmiş! On beş yıl! Mutlaka tanrı istediklerini verir demişlerdi ben de inandım sorgulamadan sana gecemi gündüzümü dua ederek geçirdim ne için? Koyunların bazılarının ikiz doğmasını istemiştim sana inanmadan önce çok gördüm ikiz kuzuları, otuz altı yaşına gelmişim çok basit bir istekti benim istediğim, ay,  yıldız değil, ben aynı yerde evimin çatısı olmayan Barış’ım sen ne yaptın bana, yıllarımı sana dua ederek geçti başka ne yaptım? Söyle bir kere duasız bir işe başladım mı? Annemi, babamı görmedim diye sana sitem ettim mi ? Her yerde seni yüceltmedim mi ? Bir anım duasız oldu mu? Sana inanalar bile bana yardım etmedi, senin adına çok para aldılar neden diye sormadım, niye uçak mı ? Şehirler mi? İstedim bir çatıydı istediğim  peki bana bunu anlatacak var mı ? ben de fakirim bir kere sızlandım mı ? Neden ? Fakirim diye isyan ettim mi? Nerde? Bir aç yoksul görsem elimden geldiği kadar yardım etmedim mi? Ne yazık ki üzülüyorum şimdi  insanlar insanlığı unutup benim yaptıkları mı sen yaptın diye anlatırlar, seni yüceltenler aslında kendi yaşamları için yaptıklarını daha iyi anladım, ben yaşadığım süre içinde yine yoksul olanlara yardım etmeye devam edecem insan olduğum için, on beş yılım gitmiş çok acı veriyor, yayla da bir dağ dan bir dağa yürümüş olsaydım çoktan adımlarımla en azından insanlar için bir yol açmış olurdum üzülüyorum zavallı görüyorum kendimi.

Barış elinde bulunan bütün din kitaplarını ateşe atmaya başlar sesinin çıktığı kadar bağararak:
- On beş yılımı verdiğim tanrı sadece beş dakika ısınmak içinmiş.
Bu sözleri yüzlerce kez söyler.  Öğleden sonra uyanır, koyunların yünlerini kestiği makasla saçını ve sakallarını keser, yeniden doğmuş gibi hisseder kendini, bir anda evini görmek ister, Ramadan gelir o sıra da, Barış arabadan inmesini istemez.
Barış:
- Hemen beni köye götürmeni istiyorum lütfen.
Barış arabaya binerek köye doğru giderler, yol boyunca hiç konuşmazlar, köye geldiklerinde evine bakar çatısı aynı şekildedir. Barış, huzurla arabaya  biner ve yaylaya geri dönerler.

Ramadan ve Barış huzur ve mutluluk içerisindedir. Gece geç saatte yaylaya gelirler Ramadan, Barışı’ı bırakarak gider. Barış koyunları kontrol ederek uyur, sabah olduğunda koyun sürüsü, köpekler ve atı Barış’ı sanki tebrik edercesine bakarlar, Barış çok sevinçlidir, çay ve kahvaltı hazırlarlar, kahvaltısını  yaparken, Barış sevinçle ayağa kalkar:
- Artık yalvarmak yok çok çalışmak var.
Koyunların yünlerini kesmeye başlar, akşam olmadan sütleri sağar, hazır eder, koyunlar sütleri artmıştır daha fazla süt verirler, Barış çok sevinir, aradan iki hafta geçmiştir, bir gece yarısı köpeklerin sesleriyle uyanır baktığında bir arabanın uzaktan geldiğini görür, araba bir gelir durur sonra tekrar gelir bir sorun olduğunu düşünür, köpekleri ve fener alarak arabaya doğru gider, arabanın içinde bir kişi olduğunu görür.
Barış:
- Merhaba, sorun olduğunu düşündümde geldim.
Kişi arabadan inerek sarılır, çok korkmuş bir hali vardır.
Yabancı:
- Ayı çıktı karşıma ne olduğunu anlamadan hangi yola girdim bilmiyorum arabanın yakıtı da bitti.
Barış:
- Gel benle yanımda kal, sabah dostum gelecek aracın için mutlaka yakıt buluruz, burası güvenli, köpeklerden korkma, ben Barış.
Yabancı:
- Ben Abdül, çok sevindim karşıma çıktığın için.
Barış, Abdül’ü alarak kaldığı yere götürür, hemen çay demler, ekmek ve peynir getirir, gülerek:
Barış:
-Turşucuda turşu, çobanda da peynir olur.
Abdül:
- Çok açıkmıştım, teşşekkür ederim.
Barış:
- Herkes aynısını yapar eminim.
Abdül:
- Ben emin değilim.
Çaylarını içmeye devam ederler, Barış’ın  gördüğü ayılar gelir aklına.
Barış:
- Ayıları nerde gördün, bende buralarda görmüştüm.
Abdül, biraz daha rahatlamıştır.
Abdül:
- Göl kenarında, göle bakarken bir anda arabanın yanına gelmişler, ben de gölün alt tarafındaki ormanın kesimini aldım genelde akşamları gölü izlemeye giderdim. Ayıları gördüğüm anda korkuyla nereye gideceğimi bilmeden sürdüm, hava yeni kararmıştı korkunun verdiği etki ile olmalı sanki ayılar benim peşimden geliyor zannettim buraya geldim nerden  nasıl bilmiyorum sen olmasan sabahı göremezdim eminim.
Barış:
- Bazen olur insana neye inanıp inanmıyacağını bilemez, boş ver geçti.
Abdül:
- Bu dağ başında yalnızlık zor olmuyor mu?
Barış, gülümseyerek:
- Para kazanmaya çalışıyorum, tabiki zor, küçüklüğümden beri çobanım.
Abdül:
- Bilirim para kazanmanın zorluğunu ben de çok zor günler geçirdim neyse, eğer ağaçla ilgili bir ihtiyacın olursa mutlaka benim yanıma gel lütfen yardımcı olurum.
Barış’ın  aklına evinin çatısı gelir:
- Öğrenmek istiyorum sadece merak ettim, evimin çatısını yaptırmak istiyorum ne kadar ağaç gider kaç parayı bulur.
Abdül'ün gözleri dolar:
- Sen hangi köydensin.
Barış:
- Buraya uzak kalır ak ağaç köyünden.
Abdül, Barış’a sarılır:
- Seni duydum çok kişiye iyilik yapmışsın, seni çok söylerler anlatırlar, tanışmak bu gecenin karanlığında oldu.
Abdül bir kez daha Barış’a sarılır.
Barış:
- Ben her insanın yapması gerekeni yaptım.
Abdül, tebbessüm ederek güler:
- Dünya üzerinde insan sayısı artı fakat senin bahsettiğin insanlardan kalmadı ne yazık ki, sen zor durumda olsan sana kim yardım eder.
Barış, çok duygulanır bir cevabı yoktur, düşündükçe üzülür. Abdül, Barış’ı anlatılanlardan duygulu ve onurlu olduğunu çok iyi bilir.
Abdül:
- Neyse boş ver, evin kaç metre biliyormusun.
Barış, heyecanlanır ilk kez evi için konuşur, gözleri dolar.
- Bilmiyorum metre olarak, köy evi bildiğin tek katlı üç odalı, ben sadece bir odayı kullanabiliyorum.
Abdül üzgündür:
- Çok yorgunum yatalım mı?
Barış:
- Tamam.

Yatakları açar yatarlar, Barış evi için konuşurlarken ne oldu, her halde yorgun olmalı diye düşünür. Barış, sabahtan kalkar sütleri hazır eder, çayı demler peyniri ve ekmeği getirir, o sırada Ramadan gelir. Abdül uyur, Barış, olanları anlatır, Ramadan, Abdül’ün arabasına yakıt koyar, sütleri alarak gider. Abdül bir süre sonra uyanır:

Diğer sayfalar:
◄ [10] , [12] ►

PAMUK PRENSESİN ÖLÜMÜ

Yazan: Demon Product
DP,din, islamiyet, İslamda çocukla evlenme geleneği,Çocuk gelinler ve İslamiyet,Pamuk prensesin ölümü,Çocuk istismarı,Artan çocuk tecavüz haberleri, Talak suresi 4.ayet,Tecavüz sınavı
Yazıma Jeanne COLDELIER’ in harika kitabının adı ile başlamak istedim "Pamuk prensesin Ölümü". Bu kitabı okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Sebebi mi? Sebebi azda olsa yazımla alakalı da ondan.

Çocuk istismarı konusunda hit yapmaya başladık. Tabi bir grup ki ülkemizde çoğunluk olan bir grup hemen çıktı ve öne atıldı: "Hep İlluminati ve Masonların yapıyor. Yahudiler tezgâhlıyorlar bu işi. İngiliz ve Amerikan emperyalistlerinin planları bu. Amaçları bizi bölmek!..."

Diğer bir grup ki bunlar daha akılcı bir yaklaşım sergiliyorlar: "Eskiden de vardı ama bilinmiyordu, televizyon ve internet yoktu yayılmıyordu. Şimdi her şey yayılıyor tez zamanda!..."

Ağrımıza gitti, gururumuza dokundu, insanlığımıza sığdıramadık, mantığa oturtamadık. O küçücük bedenlere yapılanları bir türlü yakıştıramadık kendimize.

Bir KIZ ÇOCUĞU olmalı… Sokakta özgürce oynaması gereken, komşu Okan abisinden terleyince su isteyebilen, rahatça bakkal muhittin amcadan çikolata alabilen, Annesi ve Babası bir yere gittiğinde Melahat Teyze ve Mehmet Amcaya emanet edilebilen. Başı sıkıştığında mahallenin Semih abisine gidebilen, Merak ettiklerini rahatlıkla öğretmenine sorarak öğrenebilen, korkusuzca, güvenle, insanlıkla yaşayabilen…

Bilmiyorum çocuğunuz var mı? Benim var. Elinizden öper minik bir kızım var. Bana göre minik. Kendine göre genç kız. Hani tabiri caizse gözümden sakındığım.

Bir grup soracak şimdi : "Kendin gibi dinsiz, imansız mı yetiştiriyon la çocuğu?" diye. Yok, öyle değil. Öğrensin. İslamiyeti de öğrensin, diğer dinleri de öğrensin. İsterse inançla yaşasın, isterse inançsız yaşasın. Net bir cevap mı lazım: Evet Kur'an kursuna da gitti. Bilsin. Öğrensin. Kendisi sorgulasın. Ne hoca söylediği için dindar olsun ne de ben dedim diye dinsiz olsun.


İnancını veya inançsızlığını kendi seçsin. Eşini kendi seçsin. Hayatını kendi seçsin. İşini kendi seçsin. Okulunu kendi seçsin. Korkularını ve sevinçlerini kendi seçsin. Ne benim doğrularımla yaşasın ne de başkalarının doğrularıyla. Kendi doğrularını yaşasın.

Elbette ebeveynlerin görevi doğruyu ve yanlışı öğretmek. Peki, hangi doğruları veya hangi yanlışları?

Eğer Afganistan’da Taliban rejimi altında, Etiyopya’da, Yemen’de, Arabistan’da, İran’da, Malezya’da, Endonezya’da, Suriye’de bir baba olsaydım kızımı daha 9 yaşındayken benden dahi yaşlı bir adamla evlendirecektim. (Sakın yok diye iddia etmeyin, Ülkemiz yargı sistemi ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlıklarımız güneydoğu başta olmak üzere Suriyeli çocuk gelinlerin hukuki durumunu tartışıyor. Çünkü Suriye yasalarına göre 16 yaş yasal. Daha küçük yaşlarda hoca izni ile evlenilebiliyor. Bir sağlık görevlimiz Suriyeli çocuk annelerin dramını daha birkaç ay önce medyaya taşımıştı. Tabi tüm bunlar dış güçlerin oyunu. Yok aslında böyle şeyler.)

Devlet izin vermese de şeriat mahkemesi veya izni ile verecektim. Öyle bilecek, öyle öğrenecektim. Belki de cennetle müjdelenmek için kendi ellerimle teslim edecektim kızımı. Ağlayacaktım, üzülecektim ama içimi buruk bir sevinç kaplayacaktı. Cennetle müjdelenecektik. Sünnet’i tamamlıyorduk. Ayşe’de o yaşta evlenmemiş miydi? Kızını Peygambere veren Ebu Bekir edası ile mutlu olmayacak mıydım? O cennetlik sahabe gibi kızımı sanki Ayşe’ymişçesine vermeyecek miydim?

Ya ben? Belki de eşimle 9 yaşında evlendirilecektim. Daha aşkı hiç tanımadan, görmeden dünyayı, gençliği hiç yaşamadan… Ama hiç olur mu? Kız kızmısı başıboş bırakılır mı? Hemen evlendireceksin. O-ospu olur yoksa. Ya ben? Diyelim ki o yaşlarda evlenmek istemedim. “Gız mı olcen la sen? Çalışmıyor mu makine? Hehehe!” gibi soğuk, anlamsız, buram buram cahillik kokan kelimelere maruz kalacaktım.

(Bu arada o yaşlarda evlenerek hayata adım atanların bu dünyadaki sınavı bu mu? O yaşlarda zorla ve sapıkça bir şekilde cinsellik ile tanıştırılmak ne gibi bir sınav olabilir? Hani bu Dünya sınavdı ya? Şu an bu dünyada sınava tabi tutuluyorduk ya. O bakımdan. Düşünsenize, daha çocukken cinsellik ile beni sınava tabi tutan bir yaratıcım var.)

Bulunduğum ülke, yaşadığım toplum, inandığım din, kurallar bunu gerektiriyordu. O yaşlarda evlenmeliydim. Normali buydu. Cinsellik mi? O da ne? Zevk? Yok, be gardaş, biz normal ürüyoruz o kadar. Varsayalım öyle bir yaşa geldim ki artık cinselliğin zevkini aldım. Eşim? O hep aynı. Peki ya diğer kadınlar?

E param var, o halde "bakabilmek kaydı ile", "cariye olaraktan" alırım birkaç tane olur biter. Şimdi diyeceksiniz ki bakabilmek veya zengin olmak önemli değil. Hanımının rızası da önemli. Öyle ya tüm dünyada ikinci-üçüncü-dördüncü eşini almak isteyenler diğer hanımlarından helallik istiyor. Yersen. Bu arada kaç kadın kocasına ikinci-üçüncü-dördüncü eş için izin verir bu da ayrı bir merak konusu. Neyse diyelim ki aldım birkaç hatun. Hak geçmesin diye sıraya sokarım onları. Kimsenin hakkını çiğnemem. Hepsinin bir sırası olacak. Boşanmak? O var olabilir. Mehir hakkını veririm olur biter. Yalnız ben “One Night” istiyorsam ne olacak? Kolayı var. Basarsın bir Muta nikâhı olur biter. Yeter ki helalinden ve caiz olsun. Kadınlar helal olduktan sonra bizim tarlamızdı. Dilediğimizce sürebilirdik.

Sakın bana o dönemin şartları, yok savaş hali, yok erkek nüfusu azaldı diye komik komik savunmalar ile gelmeyin. Bunların safsata olduğu artık cümle âlem öğrendi. Örneğin o sırada cariye yapılan kadınlar sayesinde mi nüfus arttı? Eğer kadın yoksul ve kocasız kalmış ise illa yatağına mı alacaksın? Yatağa almadan bir kadına yardım edemiyor musun? Böyle bir kaide mi var? Kaide var tabi. Ayetlere bakınca cariye de yapıyorsun eş de yapıyorsun.

Konu çok dağıldı. Ayşe’den, pardon Hz. Ayşe’den bahsediyordum. 9 yaşında evlenmişti.

Pardon. Bu hurafe idi. Dine atılan bir iftiraydı. Ayşe 16 idi. Pardon 18. Yok 19. Aman efendim olur mu öyle şey o dönemin şartları, bilmem ne Hoca efendinin hesaplarına göre 23. Olmadı değil, şimdi o dönemin Arap kültürüne ve Arap coğrafyasında iken evlilik yaşı 17 idi, Yalancılar, Ayşe annemiz 20 yaşında evlendi.

Eeeeehhhh bir karar verin be!. Kabul edin. Kıvırmayın, bükmeyin.

(Bu konuda site yazarı Gregoire De Fronsac’ın "AİŞE MUHAMMED’LE EVLENDİĞİNDE KAÇ YAŞINDAYDI" adlı makalesine göz atabilirsiniz.)

Ayşe 9 yaşında evlendi sevgili Tatlısu Müslümanları. Bunu o vicdanınıza ve beyin kıvrımlarınıza iyice yerleştirin. İster kabul edin ister etmeyin. İsterseniz saçınızı başınızı yolun. Gerçek bu. Sadece sizin gibi Tatlısu Müslümanları inkâr ediyor. Diğer Müslümanlara ve İslam ülkelerine bakın neyi kabul ediyorlar.

Özür dilerim. Benim sapkınlığıma ve cahilliğime verin. Hiç esenlik ve barış üzerine olan dinimizde böyle şeyler olur mu? Uydurma hadisler üzerinden dinimize saldırma diyorsanız ki saldırmıyorum. Şu ayete bir göz atın. Bu ayeti ben uydurmadım. Hatta bu sitede yer alan makalelerde o kadar çok yer aldı ki sayısını unuttum:

Talak Suresi 4. Ayet:
"Kadınlarınızdan âdetten kesilmiş olanlarla, henüz âdet görmeyenler hususunda tereddüt ederseniz, onların bekleme süresi üç aydır. Hamile olanların bekleme süresi ise, doğum yapmalarıyla sona erer. Kim Allah’a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir."

“… henüz adet görmeyenler…” cümlesinden ne anlıyorsunuz? Hatta bu surenin tamamını okuyun. Tüm eski İslam âlimlerinin tefsirlerine bir bakın. Kendi gözlerinizle görün. Kimler için henüz adet görmemiş tabiri kullanılır? Menopoz dönemindeki kadınlar için mi? Hamileler için mi? Zaten adetten kesilmek tabiri kullanılmış ayetin başında. Yani, hamile ve menopoz dönemi kadınları kapsamış Burada anlatılmak istenen başka bir şey var görün artık. Dedim ya bana da güvenmeyin. Eski tefsirlere göz atın. Tatlısu hocalarına kanmayın.


Amacım dinciler çocuklara tecavüz ediyor. Dinsizler sütten çıkmış ak kaşık imajı yaratmak değil. Sapkınlığın dini inancı olmaz. Ateist sapık ta olabilir. Bu yazıda sapıklardan ya da tecavüzcülerden bahsetmedim/bahsetmiyorum.

Sadece şunu sormak istiyorum, yeğeninizi, kızınızı, kardeşinizi, ne bileyim küçük bir kız çocuğunu gözünüzün önüne getirin. 9-12 yaş civarı. Onu evlendirmek, yaşlıca birinin koynuna sokmak vicdanınıza ve insanlığınıza sığıyor mu? Sanmıyorum. İnançlı, hatta şu an bana küfür eden inançlı okurlarımızın dahi vicdanına sığmıyor biliyorum. Hadi beni ve size göre sapkın fikirlerimi boş verin. Kendi hocalarınızın – ama eski sağlam tefsircilerin ve âlimlerin- bilgilerine ve yazdıklarına göz atın. Cevaplar pek hoşunuza gitmeyecek.

Hele ki kadınlar hakkında ki ayetlere bir bakın. O "SAĞLAM" hadislere bir göz atın. Tabi göz atmaya ve araştırmaya cesaretiniz varsa. Bakın bakalım kadınlar hangi statüde. Sizin savunmanızı size karşı kullanacağım: "Kurandan cımbızladığınız ayetlerle kalkıp kendi fikrinizi savunmayın!". Bakın bakalım Kuran’ın ve sahih hadislerin geneline; kadın hakları ne durumda. Tabi "The Last Ayet Bükücü" hocalarınız buna zaten cevap geliştiriyorlar.

Çocuk gelinler alenen bir istismardır. Kusura bakmayın ama eğer bir inanç minicik bir kızın bedenini bir erkeğin yatağına uygun görüyorsa o inancı reddediyorum.
Sizin mideniz kaldırıyorsa size de eyvallah.

Bu arada geçenlerde Minik Eylül Ankara/Polatlı’da uğradığı istismarın ardından hunharca öldürüldü. Aklıma Site Baş Yazarı ve Yöneticisi A.KARA dostumun birkaç yıl önce bir makalesinde sorduğu soru geldi: Bu güleç yüzlü güzel Kız’ın bu dünyada ki sınavı bu muydu? Artık sınavını tamamladığı için cennete mi gitti? Yüce yaradan O’ na bu sınavı mı reva gördü? Ya da bu istismarcının mı sınavıydı? Madem istismarcının sınavıydı, küçük Eylül sadece bir sınav sorusu muydu? O’ nun var olma sebebi bir sınav sorusu olmak mıydı?

Gelin Pamuk Prensesleri Öldürmeyelim.

Yazımın başlığını Jeanne CORDELIER’ in kitabının başlığından almıştım. Bu kitap gerçi sadece çocuk istismarını ele almıyordu. Aile içi istismar söz konusuydu. Neyse detaya girmeyeyim. Şimdi o kitabın arka kapağındaki yazıyı size aktarmak istiyorum:

"Masanın üstünde anne. Yemek yediğimiz masanın üstünde. Bütün pislikler masada çıkıyordu anne, sen alışverişini yaparken, 'Arala bacaklarını,' derdi babam, ' Rahibeler duadan başka ne öğrettiler?. Ve sen çarşıda gün geçtikçe daha çok zaman harcadığından, bir pazar, mutfak masasının üzerinde en büyük aralamayı yaptım. Yürüyüşümün değiştiğini fark etmemiştin bile. Bana bakmıyordun artık. Gerçekte, bütün gerçeği sana bugün söylesem neye yarardı? Bir çocuğun dilinden anlamasını bilmediğine göre. Körsün. Bana vurduğunda gözlerinin içinde bunu görebiliyordum. Bunun için bakışlarımı indirmemi istiyordun.
... Babam neden bunu yapıyor? Annem neden izin veriyor? Sanki tahtaya şunları yazsam ne olur? Babam oramı elliyor. Sınıfta kaç kişinin oraları artık kendilerine ait değil?"

HİNDUİZM'DE PUTA TAPINMANIN TARİHİ

Yazan: Anu
A, hinduizm, Hinduizm ve Putperestlik, Hinduizm'de putlara tapınmak, putperestlik, Putlara ibadet tarihi, Put ibadetinin Vedik geleneği, Puta tapınmanın evrimi,
TANRI VE TANRIÇA İBADETİNİN VEDİK GELENEĞİ
Vedik insanlar imgeye veya putlara tapmadılar. Dualar, tezahüratlar, şarkılar, ayinler ve kurban törenleriyle tanrılara tapıyorlardı. Onları, yeryüzüne Doğa'nın kuvvetleri olarak tezahür eden ilahi varlıklar olarak tasavvur ettiler. Ancak, aynı zamanda onları, insan gibi davrandıkları ve aynı güçlü ve zayıf yönlere sahip olan belirli isimler ve formlarla tasarladıkları da doğrudur. Onlar muazzam güç ve otoriteye sahipken, aynı zamanda beslenmek için insanlara da bağımlıydı.

Puranalar (antik hindu metinleri), Tanrıların ve insanların birbirlerini desteklediklerini ve sıklıkla savaşlarda birlikte savaştıklarını ileri sürüyor. Tanrılar, onları düşmanlarına karşı zafer kazanmaya itip tapanlara yardım ederken (görüldüğü üzere bu inanç tüm dinlerde aynı), krallar genellikle cennete yükseldiler ve tanrıların iblislere karşı göksel savaşlar kazanmasına yardım ettiler. Tanrılar, ölümlü kadın ve erkeklere karşı şehvetliydiler.

Bu durum çoğunlukla lanetler, çatışmalar, mucizeler ve hatta hem tanrıların hem de insanların niteliklerine sahip olan ilahi çocukların doğumuyla sonuçlandı. Ayin olarak tanrılara ibadet etmenin yanı sıra, Vedik insanlar bazı belli kutsal semboller ve geometrik kalıplar ürettiler ve ayinlerde kullandılar. Böylece, tanrıların imgelerine ibadet etmemiş olmalarına rağmen, put ibadetinin tohumlarını geleneklerine gizliden ekmiş oldular.

PUTLARA İBADET TARİHİ
Tanrılar ve tanrıçaların imgelerine veya putlarına ibadet etme pratiği, kabile uygulamaları büyük ihtimalle Shaivizm, Vaishnavizm ve Shaktizm gibi Vedik gelenekleri olmayan eski Vedik dininin bir parçası haline gelmiştir. Hintli alt kıtada yaşayan eski insanlar ve ilk yerleşimciler monolitleri (tek parçalık anıtlar) kurdular ve büyülü güçlerine inandılar. Ölülerini gömdüler ve muhtemelen bir tür öbür dünyaya inanmışlardı. Atalarına ya da yaşça büyük ruhlarına tapmış olabilirlerdi.

İndus Vadisi halkı, tapınma ibadetiyle, imgelerde görgülerini onurlandırma geleneğine sahip gibiydi. Muhtemelen insanlara benzeyen hayvanlara, efsanevi yaratıklara, bitkilere, krallara ve tanrılara tapıyorlardı. Tarihçilere göre, doğurganlık tanrılarına ve tanrıçalarına ibadet etme pratiği, yıkanma ritüeli ve ibadetlerde taş sembollerin, ikonların ve imgelerin kullanılması muhtemelen İndus Vadisi kentsel topluluklarında yaygındı.

Vedik insanlar, tanrılarına ev sahipliği yapacak herhangi bir tapınak inşa etmediler. Onlar için tanrının ikamet yeri gökyüzünün kendisiydi. Ancak, Güney'deki birkaç topluluğun, krallarıyla (Koor) eşitlendikleri ve Koil veya Tanrı'nın tapınağı olarak adlandırdıkları tanrılarının şerefine tapınaklar inşa ettiğine dair bazı işaretler vardır. Tapınaklar orijinal ahşaptan yapılmıştır.

Tapınaklarda taş kullanmanın pratiği çok geç geldi. En erken tapınaklar muhtemelen, daha sonra Shiva veya Vişnu ile kendi yönleri veya tezahürleri olarak tanımlanan yerel tanrıların onuruna inşa edilmişti. Tanrılar için tapınaklar inşa etme geleneği muhtemelen Hindistan'ın çeşitli bölgelerinde bulunan antik mağara tapınaklarından ortaya çıkmıştır.

Puja töreni, ya da içsel ibadetler gibi görülen ve çiçek, tütsü, meyve, su, sandal macunu vb. ile ibadet edildiği iç ibadet töreniyle ilgili ritüeller ise geleneklerin Güney'deki kökeni gibi görünüyor. Pu, çiçek anlamına gelen Dravidian kelimesidir. Puja, ayinde yiyeceklerin sunulduğu orijinal bir Vedik kurban töreni olan Homa gibi çiçeklerin sunulmasıyla adanmış bir ibadettir.

Hindistan'ın uzak bölgelerindeki kırsal kesimler geleneksel olarak uzun zamandır putlara, heykellere, sembollere ya da köy tanrılarına (grama devatas), yılanlara, nehirlere, dağlara ve ağaçlara, onları rahatlatmak ve felaketlere karşı korunma aramak, hastalıklardan arınmak, iyi bir hasat ve nimetlerini aramak için ibadet ettiler. Tanrılar çoğunlukla barınaksız olarak açık bırakıldı ve belirli durumlarda tapıyorlardı. Bazen imgeler yerine, antik dönemin kalıntıları olan taş ya da tepelere tapınırlardı. Hindistan tanrılarının, yılanlarının ve ağaçlarının ibadeti hala birçok köyde devam ediyor.

Batı Hindistan'ın bazı bölgelerinde, dağlık bölgelerin yakınındaki insanlar olan Yunanlılar, Persler ya da Orta Asya Şaman geleneklerinden imaj ibadetlerini ele geçirmiş olabilirler.

Nedeni ne olursa olsun, Budizm popüler hale geldiğinde ve Mauryan İmparatorluğu sağlam bir şekilde kurulmuşken, Hint tarikatında put ibadeti evrensel bir pratikti. Chandragupta Maurya mahkemesinin Yunanistan Büyükelçisi Megasthanese, yaptığı çalışmalarında, Indica'da alay halinde imgeler taşıyan insanlardan söz etti. Hem Hinduizm hem de Budizm'de Tantra'nın ortaya çıkışı ve Shaivism ve Vaishnavism'deki Bhakti'nin popülaritesi, Vedik topluluklar arasında put ibadetinin artan kabulüne de katkıda bulunmuş olmalıdır.

HİNDUİZM'DE PUTA TAPINMANIN EVRİMİ
Put ibadeti Hinduizm için merkez oldu ve kraliyet himayesinde büyük ölçekli tapınak inşası geleneği Mauryan sonrası dönemde başladı ve Gupta Dönemi'nde yükselişe geçti. Sadece Hint Yarımadası'nda değil, aynı zamanda Malezya ve Tayland'a kadar yurt dışında da büyük tapınakların yapılması en az 1000 yıl boyunca devam etti.

Yüksek kalelerden sadece birkaç kişi Vedik törenlere ev sahipliği yapabilecekken, put ibadeti uygun, ucuz ve kolay bir alternatif sunuyordu. Ayrıca, doğrudan, pahalı rahip müdahalesine ihtiyaç duymadan, sıradan insanların tanrılarına doğrudan ibadet etmelerine yardımcı oluyordu. Bugün, put ibadeti Hinduizm'de en seçkin ibadettir. Hindular bunu dünyanın çeşitli yerlerine taşıdılar. Hindistan'ın çeşitli yerlerinde büyük tapınak ve tanrıça ve tanrıça heykelleri yayıldı. Onlara göre bu uygulama, tanrılarıyla bağlarını tahsis etmelerine ve onları yüksek saygınlık içinde tutmalarına yardımcı olur. İnsanlar, zihinlerinde ya da kalplerinde sadece zihinsel ya da ruhsal olarak değil, araçlarında, cüzdanlarında, çantalarında, kilit ve zincirlerinde, dövmelerinde ya da cep telefonlarında, bilgisayarlarında ve dizüstü bilgisayarlarında dijital olarak tanrılarının imgelerini taşımaya devam ediyorlar (Hinduizm'e ek olarak, bunu herhangi bir dine inanan insanların çoğu, neredeyse hepsi yapıyorlar).